EDİTÖRDEN DEĞERLİ HARİCİYE OKURLARI, Yazıma başlamadan önce çok değerli Editör Yardımcım Aykut Aydeniz’e teşekkür etmek istiyorum. Bu zorlu yolculukta yanımda olup tüm stresimi, sıkıntılarımı benimle birlikte taşıdığı için ve ne zaman istesem ulaşılabilir olduğu için. Daha sonra dergimizin bu sayısındaki tüm yazar arkadaşlara ortaya koydukları yazılar için ve bu süreçte gösterdikleri sabır için teşekkür etmek istiyorum, siz olmasanız bu dergi olmazdı. Son olarak da Dış Politika ve Uluslar arası İlişkiler Topluluğu Yürütme Kurulu üyelerine, başta başkanımız Hüseyin Sinan Güler olmak üzere teşekkür ediyorum. Dergimizin bu sayısında ülkemizin ve dünyanın gündemini sıkça meşgul eden Orta Doğu meselesine eğilmek istedik ve birbirinden güzel yazılar ortaya çıktı. İngilizce ve Türkçe olarak iki dilde olan yazılarımızda Modern Orta Doğu’nun İnşası, Amerikan Başkanı Trump’ın Orta Doğu politikası, Orta Doğu’da Kadın Olmak, Suriye Mülteci Krizi, Osmanlı Son Dönem Göç Hareketleri, Amerikan Başkanı Trump, Çevre Krizi, Reconsidering Political Philosophy in the 21st Century: How Modern Philosophy Could Be Used to Understand the International Arena, A Brief Look at the Energy Policies of Some Countries and Ways of Energy Security, Toplumsal Cinsiyet Rolleri, Ali Fethi Okyar, Serbest Cumhuriyet Fırkası Nasıl Doğdu, Nasıl Fesh Edildi?, Küresel Güç Açmazı: Çin ve Seyfi Taşhan ile Ropörtaj bulunmaktadır. Maddi sıkıntılar sebebiyle dergimiz bu sene de maalesef basılamadı, ancak bu bizi vazgeçmeye değil daha da fazla çabalamaya sevk ediyor. Bir sonraki sayımız için sponsor arayışlarımıza şimdiden başlamış bulunuyoruz. Umarız dergimizi basılı bir şekilde elimize alabileceğimiz günler de gelecek. Umarım dergimizin bu sayısını okumaktan keyif alırsınız. Her türlü soru/sorun ve önerileriniz için bize e-posta göndermekten çekinmeyin: hariciyedergisi@gmail.com Ceren ÇEVİK
durulmadığı,
barışın ve huzurun uğramadığı
‘MODERN’ ORTADOĞU’NUN İNŞASI: SYKES-PICOT ANTLAŞMASI VE ORTADOĞU’DAKI SORUNLAR
Ortadoğu’da, halklar duruma isyan etmiş, artık
Ali Demirel
değiştirmeye çalışmışlardır. Daha önce Ortadoğu
aaliddemirel@gmail.com
bir
şeylerin
kaderlerini
değişmesi tayin
gerektiği
eden
yapay
inancıyla düzeni
denildiğinde akla otoriter rejimler, baskıcı partiler, yolsuzluk gelirdi. Bunların yanında, Ortadoğu ‘itaatkârlık ve tevekkülün’ kültürel bir haslet ve ‘‘öz’’ olduğu bölge olarak görülürdü. 2011 yılına gelindiğinde, genellikle tevekkül ve boyun eğme ile kodlanan Ortadoğu artık bir direniş havzasına dönüşmüştür. 1 Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’de halk, liderlerine isyan etmiş, zulüm, baskı ve istikrarsızlıktan kurtulma çareleri aramışlardır. ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan bu
Ortadoğu’da yaşanan tüm karmaşa ve sorunların
isyan hareketlerinde Ortadoğu halkları, iktisadi
temeli uzun bir geçmişe ve çok kutuplu siyasi
ve siyasi baskıları, eşitsizliklerin mevcut olduğu
ilişkilere dayanmaktadır. Modern Ortadoğu’nun
nizamı açıkça protesto etmişlerdir. Son olarak
makûs
Osmanlı
Suriye’de rejim ile muhalifler arasında yaşanan
İmparatorluğu yıkılmadan önce emperyalist
çatışmalar/iç savaş ise hala devam etmektedir.
güçler
Ortadoğu’nun
talihi
ve
tarihi,
daha
tarafından hazırlanmış bir projenin
tarihini
radikal
bir
şekilde
çıkar
değiştirmeyi amaçlayan geniş çaplı direnişler ve
gelen
ayaklanmalarla birlikte, bölgenin kaderini tayin
olarak
eden Sykes-Picot Antlaşması gündemi yeniden
algılanması aslında İngiltere ve Fransa’nın Sykes-
meşgul etmeye başlamıştır. Çünkü tüm bu
Picot Antlaşması ile bölgeye biçtikleri rolden
direnişler, isyanlar ve çalkantılar Ortadoğu’ya
kaynaklanmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’yla
yeni bir düzenin geleceğinin sinyalleri olarak
Osmanlı
dağılmasından
yorumlanmaktadır. Ayrıca 2016’nın Mayıs ayı ile
sonraki süreçte Ortadoğu’da meydana gelen ve
birlikte anlaşmanın yüzüncü yılını doldurmuş
bitmek bilmeyen savaşlar, kaos ve istikrarsızlık
olması, yukarıdaki iddiayı tasdik edercesine,
ürünüdür.
Büyük
çatışmalarının Ortadoğu’nun,
odak
güçler
arasındaki
noktası
‘sorunlar
İmparatorluğu’nun
haline
yumağı’
adeta bölgenin ‘kaderiymiş’ gibi bir izlenim 1
oluşturmaya başlamıştır. Yıllardır bir türlü suların
Y. Doğan Çetin (Der.), Ortadoğu: Direniş, Devrim, Emperyalizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s. 8.
Sykes-Picot düzenin süresinin dolduğu, artık yeni
en önemlisi sayılabilir. Modern Ortadoğu’nun
bir Sykes-Picot’un hazırlandığı iddialarını da
oluşturulması açısından önemli bir belge niteliği
berberinde getirmiştir. Bu çalışmamızda, genel
taşıyan anlaşma aslında uzun, karmaşık bir
hatlarıyla birlikte Sykes-Picot Antlaşması’nın
sürecin ve çok yönlü siyasi ilişkilerin ürünüdür.
günümüz Ortadoğu Bölgesinin sınırlarını nasıl şekillendirdiğine
ve
bölgede
vuku
bulan
çatışmalara hangi açıdan temel oluşturduğuna değinilecektir. Ayrıca, son yıllarda bölgede yaşanan direniş ve isyanlara binaen artık SykesPicot Antlaşması’nın hükmünü yitirip, yeni bir Sykes-Picot
Antlaşması’nın
hazırlanıp
hazırlanmadığı ve bölgedeki mevcut düzenin değişip değişmeyeceği konuları ele alınacaktır.
Balkan Savaşlarında, kuruluşu daha 30-40 yıl devletler
uğrayan
karşısında
Osmanlı
büyük
kayıplara
İmparatorluğu’nun
kendi
kendisini toparlayabileceği artık olasılık dışı sayılmaktaydı. En azından İngiltere, Fransa ve Çarlık
Rusya’sı
düşünmekteydi
gibi ve
büyük
güçler
imparatorluğun
böyle ortadan
kaldırılması gerektiğini bir zaman meselesi saymışlardı. Birinci Dünya Savaşı çıktığında Osmanlı
İmparatorluğu’nu
kendi
bağlaşma
sistemlerinin içine almayı düşünmemişlerdir. Savaşın başlamasıyla birlikte imparatorluğun, Almanya’nın yanında yer aldığını görünce de savaştan
sonra
uygulanmak
malum
ilişkilerde
devletlerarasında
devletlerin
kendi
olduğu
yüksek
gibi
uluslararası
dostluk
yoktur;
menfaatleri
söz
konusudur. Bu düsturdan hareketle, 19. yüzyıl boyunca çok yönlü siyasi ilişkiler ağı kuran İngiltere
de
ilkesel
olarak
daima
mutlak
çıkarlarını korumaya yönelik siyaseti takip etmiş ve
kurduğu
bu
ağ
içinde
Osmanlı
İmparatorluğu’nu bir piyon olarak tutmuştur. Yeri geldiğinde de çıkarlarını korumak için
Sykes-Picot Antlaşması’na Giden Süreç
olan
Herkesçe
üzere
kendi
aralarında bir dizi gizli paylaşma anlaşmaları yapmışlardır. Sykes-Picot Antlaşması da bu anlaşmalar demetinin bir parçası, aynı zamanda
potansiyel tehlike olarak gördüğü Rusya ile kendi arasında,
Osmanlı’yı
bir
tampon
olarak
kullanmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, İngiliz Başbakanlarından
Palmerston
tarafından,
Hindistan ve Hindistan yolunun kara ve deniz yolu ulaşım güzergâhının güvenliğinin sağlanması konusunda ‘ara tampon devleti ayakta tutma politikası’ icat edilmiştir. 2 İngiltere’nin, 1856 Kırım
Savaşı’nda
Rusya’ya
karşı
İmparatorluğu’nu destekleyerek, 2
Osmanlı
Asya’da bir
David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı 1914-1922, Çev., Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul, 1993, s. 15. *Büyük Oyun teriminin asıl çıkış noktası Orta Asya’da Rus-İngiliz hâkimiyet mücadelesidir. Öncesinde bölgede nüfuz mücadelesine girişen taraflar yaklaşan Alman tehdidine karşı 1907’de anlaştılar. Ayrıca, bu İngiliz-Rus antlaşması iki tarafın Tibet, Afganistan ve İran’daki nüfuz alanlarını da belirliyordu. Mohammad-Reza Djalili, Thierry Kellner, İran’nın Son İki Yüz Yıllık Tarihi, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2011, s. 47.
Rus üstünlüğünü dengelemeye çalışması, takip
edilebilir.
edilen
okunduğunda görülecektir
politikaya
güzel
bir
örnek
olarak
Yine
farklı
bir
ki bu anlaşma,
gösterilebilir. İngiltere’nin 19. yüzyıl boyunca
müttefiklerin
takip ettiği bu politika sayesinde Osmanlı
etmediklerinin belgesidir. Dolayısıyla istisnaları
İmparatorluğu yüz yıldan fazla bir süre daha
olmakla beraber, uluslararası ilişkilerde devletler
uluslararası sistemde tutunabilmiştir.
için dostluk değil, çıkarlar ön plandadır. Çarlık
20. yüzyıla gelindiğinde İngiltere’nin ‘Büyük Oyun’* olarak da adlandırılan tampon devleti destekleme politikası farklı bir boyut kazanmıştır. Büyük Oyun ’un temelini oluşturan Çarlık Rusya ve İngiltere arasındaki Ön Asya liderlik/hamilik mücadelesi, Güneydoğu Asya’da Almanya’nın emperyalist etkinliğini artırmasıyla yerini İngilizRus ittifakına bırakmıştır. Almanya’ya karşı
birbirlerine
perspektiften
de
itimat
Rusya’nın bu atağından sonra, İngiltere’nin 12 Ekim 1915 tarihli önerisi üzerine Fransa ile görüşmeler başlamıştır. Müzakereleri İngiltere adına, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu uzmanı Sir Mark Sykes ve Fransa adına, Fransa’nın eski Beyrut Başkonsolosu Georges Picot yürüttüğü için, bu anlaşmaya Sykes- Picot Antlaşması denilmiştir.
İngiliz-Rus ittifakının gerçekleşmesinden sonra
Sykes-Picot görüşmelerinde Fransa Suriye’nin
İngiltere, yine Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya
Fransa’ya ait olduğunu belirtmekle kalmamış, bu
toprakları üzerinde yaşayan fakat Türk olmayan
sınırların içinde Filistin’i de katmıştır. Yani
halklarını Büyük Oyun içinde piyon olarak
Fransa’nın Büyük Suriye’si, güneyde Filistin’den
kullanabileceği fikrini yeni bir strateji olarak
kuzeyde Toros Dağları’na ve doğuda Musul’a
geliştirdi. Tam da bu noktadan itibaren Sykes-
kadar uzanıyordu. Böylece yeraltı ve yerüstü
Picot görüşmeleri karşımıza çıkmaktadır.
zenginlikleriyle kendisine büyük bir Suriye
Sykes-Picot Antlaşması’nın Hazırlanma Süreci
kolonisi Görüşmeler
oluşturulması esnasında
planlanıyordu. İngilizler,
3
Araplarla
12 Mart 1915 yılında imzalanan İstanbul
yapılan pazarlıklardan Picot’a da bahsetmişlerdir.
Antlaşması ile İngiltere, İstanbul ve Boğazları
Her şeyden haberdar olan Picot, Fransa’nın
Rusya’ya vermeyi kabul etmiştir. Boğazlar ve
amacını yenilemiş, Filistin ve Suriye’yi Fransa için
İstanbul üzerindeki Rus çıkarları, diğer iki
isterken, Musul, Bağdat ve Basra’nın Arapları
müttefik olan İngiltere ve Fransa’nın kendi
memnun edebileceğini öne sürmüştür. Burada
çıkarlarını savaş sonrası için koruma arzusu 3
doğurmuştur. Bu açıdan bakıldığında, SykesPicot,
müttefik
güçlerin
birbirlerinin
menfaatlerini tanıma belgesi olarak da kabul
Edward Peter Fitzgerald, ‘‘France’s Middle Eastern Ambitions, Sykes-Picot Negotiations, Oil Fields of Mosul, 1915-1918 ‘‘, The Journel of Modern History, Vol. 66, Number 4 (December 1994), pp. 697-725, s.709.
kurnazca hareket eden Picot, aslında Fransız
Sykes-Picot
Antlaşması’ndan
nüfuz alanındaki Musul’u Araplar için feda
haberdar
ederken İngilizleri de Bağdat ve Basra konusunda
Antlaşması’nı kabul etmesi karşılığı, Boğazlara ek
aynı fedakârlığı göstermeleri için teşvik etmiştir.4
olarak Trabzon’a kadar doğu Karadeniz kıyıları ile
Böylece İngiltere’nin Ortadoğu’daki nüfuz alanını
Erzurum,
azaltmak istemiştir. Nitekim Fransa Filistin hariç
istemiştir. Yapılan görüşmeler sonunda İngiltere,
diğer taleplerini elde etmeyi başarmıştır. Her iki
Fransa ve Çarlık Rusya arasında Petrograd
tarafın Filistin üzerindeki ısrarlı tavrı, bu bölgenin
Protokolünü imzalanmıştır. Böylece Sykes-Picot
uluslararası yönetime tabi olmasının yolunu
Antlaşması 10-23 Ekim 1916’da son şeklini aldı.
açmıştır.
Buna göre; Rusya, Suriye, Musul, Ürdün’ü
etmişlerdir.
Van,
Bitlis
Rusya’yı
Rusya,
kendisine
da
Sykes-Picot
verilmesini
kapsayan bağımsız bir Arap Devleti ya da Arap Karşılıklı görüşmeler ve hükümetler arası mektup
devletleri federasyonu kurulacağını, Adana,
teatisi ile şekillenen Sykes-Picot Antlaşması,
Antakya bölgesi, Suriye kıyıları ve Lübnan’ın
nihayetinde İngiltere ile Fransa arasında 16
Fransa’ya,
Mayıs 1916 yılında imzalanmıştır. 5 Anlaşmanın
bırakılmasını
içeriğini şu şekilde özetleyebiliriz. Suriye’nin
uluslararası bir yönetim kurulacaktı. Rusya,
Akka’dan itibaren kuzeye doğru bütün kıyı
İstanbul ve Boğazlara ek olarak Trabzon’un
bölgesi (Beyrut dâhil), Adana ve Mersin bölgeleri
doğusu, Erzurum, Van ve Bitlis’i elde etmiştir.7
Fransa’nın olacaktı. Bağdat-Basra arasındaki
Ayrıca, İngiltere ve Fransa hükümetleri, bağımsız
Dicle ve Fırat bölgesi de İngiltere’nin olacaktı.
bir Arap Devletini veya Arap devletlerinden
Geri kalan topraklarda bir Arap devleti veya Arap
oluşan bir federasyonu himayelerine alacaklardı.
devletleri federasyonu kurulacaktı. İskenderun
Görüldüğü gibi ‘Küçük Asya Antlaşması’ olarak da
serbest bir liman ve Filistin* de milletlerarası
bilinen bu anlaşma günümüz Ortadoğu’sunun
bölge oluyordu.6 . İngiltere ve Fransa, daha sonra
sınırlarını
Musul
hariç
kabul
şekillendirmiş,
Irak’ın
İngiltere’ye
etmiştir.
Filistin’de
diğer
bir
deyişle
İngiltere ve Fransa kendilerinin ‘Küçük Asya’sını 4
Elie Kedourie, ‘‘ Cairo and Khartoum on the Arab Question, 1915-18 ’‘, The Historical Journal, Vol. 7, Number 2 (1964), pp.280-297, s. 287. 5 Ali Poyraz Gürson, Büyük Güçlerin Suriye Planı, Kripto, Ankara, 2016, s. 35. *Gerçekte Filistin, Hıristiyan Batı dünyasının Kutsal Toprakları tanımlamak için kullandığı coğrafya terimiydi ve kendine Filistin diyen bir devlet hiçbir zaman var olmamıştı. 6 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, (Cilt 1-2), Alkım Yayınevi, İstanbul, 2005, s.126; Temuçin Faik Ertan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 67.
yaratmışlardı.
7
Berna Türkdoğan, Milli Mücadele Tarihi, Cilt 1, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005, s. 12-13; Temuçin Faik Ertan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 67.
belirtildiği haliyle, sonradan anlaşmaya dâhil olan Rusya’ya kalan topraklar sarı renkle boyanmıştır.
8
Haritaya
baktığımızda,
Şerif
Hüseyin ile görüşmelere rağmen Arapların özyönetimini içeren bir bölgeye ne haritada ne de antlaşmada rastlanılmamaktadır. Maddelerde de gördüğümüz gibi, son derece muğlak ifadelerle Arap devleti ya da Arap devletler federasyonu tabiri kullanılmıştır. Bu aslında çok normal bir durum; ne de olsa Araplara verilen vaatler gerçekleşmeyecekti. İngiltere Dışişleri Bakanı Grey’in de belirttiği gibi Kahire tarafından verilen sözler ‘‘hiç gerçekleşmeyecek hayali şatolardı.’’ 9 Ayrıca yine Grey ve arkadaşları, İngiliz Arşivinde Yer Alan Sykes-Picot Antlaşması’nı Gösterir Harita, Kaynak: İsmail Şahin, Cemile Şahin, İsmail Şükür,
Araplar da dâhil, koyu tenli halkların ‘kendi kendilerini
yönetme’
becerilerinden
kuşku
duymaktadırlar.
a.g.e., 262 Sykes-Picot Antlaşması’yla birlikte İngiltere ve Antlaşma haritasında yer alan maviye boyanmış
Fransa, Ortadoğu’da yer alan önemli stratejik
kısım, doğrudan Fransız yönetiminde kalacak
bölgeleri kendilerine sömürge olarak almışlar,
toprakları ifade etmekte olup, bu bölgeler
hem de ileride kurulması planlanan Arap
Levanten
tamamından
devletinin üzerinde doğrudan ya da dolaylı söz
oluşmaktadır. Kırmızı renkle belirtilen alan ise
sahibi olmanın fırsatını yaratmışlardır. Sonuç
doğrudan İngiltere’nin idaresinde olacak sınırları
olarak bu paylaşım İngiltere ve Fransa’ya
göstermektedir. Bu sınırlar ise, İran Körfezi’nin
Ortadoğu’yu kontrol etme imkânı sağlamıştır.
sahili,
Kilikya’nın
üst kısmından başlayarak Bağdat’ın kuzeyine kadar uzanmaktadır. Her doğrudan yönetimin sınırındaki alan, o ülkenin nüfuz bölgesini işaret ediyordu. Kahverengiyle boyanmış alan ise uluslararası yönetime bırakılmış Filistin bölgesini göstermektedir.
Antlaşma
maddelerinde
8
William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Çev. Mehmet Harmancı, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2008, s. 182; İsmail Şahin, Cemile Şahin, İsmail Şükür, ‘‘Ortadoğu’da Emperyalist Güçlerin Gizli Oyunu’’, s. 256; Ali Poyraz Gürson, Büyük Güçlerin Suriye Planı, s. 35-36. 9 David Fromkin, a.g.e., s.178.
Antlaşmada dikkat çeken diğer önemli nokta ise,
Bu
sorunlardan
birincisi,
İngiltere’nin Rusya’yı Ortadoğu’dan soyutlamış
milliyetçilik fikriyle birlikte sömürülmeye karşı
olmasıdır. Haritaya bakıldığında kolayca fark
yapılan mücadelelerdir. Başlangıçta Arapların
edilecektir ki, İngiltere kurnazca yürüttüğü
Sykes-Picot Antlaşması’ndan haberleri yoktu.
politikası sayesinde hem Hindistan yolunun
Daha sonraları İngiltere Araplara, Osmanlılara
güvenliğini 10 sağlamakla kalmamış, potansiyel
karşı
tehdit olarak gördüğü Rusya ile arasına Fransa’yı
İmparatorluğu’nun çökmesi halinde kendilerinin
alarak Rusya’nın Güney siyasetinin önünü de
yöneteceği
kapatmıştır.
kuracakları sözünü vermişti. Buna rağmen
ayaklanmaları
bağımsız
Ortadoğu’da
ve
Büyük
Osmanlı
Arap
devleti
İngiltere’nin verdiği sözler boşa çıktı, Araplar, Sykes-Picot Antlaşması ve Ortadoğu’daki Sorunlar
Sykes-Picot’un ustaca çizdiği sınırlar, 20. yüzyılın ilk yarısında bölgeyi kontrol edebilme noktasında İngiltere ve Fransa’ya önemli ölçüde yardımcı olmuş olsa da, bu sınırların bölge halkına etkisi çok daha farklı oldu.
hem Osmanlı’ya karşı isyan etmiş hem de İngiltere için Osmanlı ile savaşmış olmalarına rağmen bağımsızlıklarını elde edememişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nda sonraki dönemde sömürgeci güçler, Arap dünyası üzerindeki nüfuzlarını kullanmaya yine devam etmişlerdir. Bu durumun devam etmesi Arap dünyasında ciddi bunalımlara sebep olmuş, artık Araplar
Ortadoğu için hazırlanan harita, 16. yüzyılın
liberal anayasal yönetim inşa etme siyaseti
başından
olan
yerine, asıl hedefi sömürgecilerden ve sömürge
toprakları parçalayıp yeni ülkelere böldü ve siyasi
sisteminden kurtulmaya odaklanan milliyetçilik
oluşumları etki alanı içine aldı. Diğer bir deyişle,
çizgisine yönelmişlerdir.
Avrupalılar,
Ortadoğu
milliyetçi hareketlilik, birçok Arap ülkesinde
halklarının politik kaderlerini ellerine almış
1950’li yıllardan 2011’deki Arap isyanlarına (Arap
oluyorlardı.
Baharı) kadar geçen süreçte askeri rejimlerin
beri
Osmanlı
niyet
yönetiminde
ettikleri
gibi
11
Ortadoğu’daki bu
yükselmesinde son derece önemli rol oynamıştır. Sykes-Picot
projesinin
sonucu
olarak,
Halklar ülkelerinde yabancıları görmeyi ve dış
Ortadoğu’da yeni oluşan jeopolitik düzende üç
müdahalelere maruz kalmayı ve en nihayetinde
farklı sorun göze çarpmaktadır.
sömürülmeyi 11
10
http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeeraozel/sykes-picot-duzeni-yikiliyor-mu (Alıntı Tarihi: 26.12.2016)
artık
istemiyordu.
Bunu
Tarık Osman, ‘Modern Arap Dünyası’nın Oluşumu’ Belgeseli, 14 Aralık 2013. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/07/140 630_sykes_picot_mirasi (Alıntı Tarihi: 27.12.2016)
başarmanın yolu da askeri rejimlerin iş başına
ayrı yaşayan farklılıklar, Sykes-Picot Antlaşması
geçmesiyle mümkün görünüyordu; ama ileriki
ile birlikte aynı sınırlar içerisinde yaşamaya
dönemlerde askeri rejimler ya da diktatörlüğe
mecbur bırakılmıştır. Başa geçen liderlerin güç
varan yönetim tarzı baskı ve kısıtlamaları da
kullanarak bu farklılıkların üstünü örtmeye
beraberinde getirmiştir. 2011 yılında olduğu gibi
çalışmaları isyanı ve çatışmayı beraberinde
halk bu defa kendi iktidarlarına karşı isyan
getirmiştir. Özellikle Avrupalı güçleri bölgeden
bayrağını çekmiştir.
çıkarma mücadelelerinde, daha sonra da Arap
İkinci önemli sorun ise Sykes-Picot ile mezhep temelli
savaşların
Ortadoğu’yu
başlamasıdır.
mezhepler
Antlaşma,
temelinde
bölme
eğilimindeydi. Sınırların ayrımına göre; *Lübnan,
başta
Marunîler
milliyetçiliği izlerini süpürürken bu farklılıklar örtülmeye çalışıldı. Arap dünyasının güçlü liderleri, Ortadoğu’da Hafız Esad ve Saddam Hüseyin, Kuzey Afrika’da Albay Muammer Kaddafi, 1980’li ve 1990’lı yıllarda farklılıkları,
olmak
üzere,
sıklıkla gaddarlık ve zulümle bastırmıştır.
12
Hristiyanlar ve Dürzüler için sığınacak bir liman
Ayrıca, yöneticinin farklı mezhepten, yönetilenin
olarak tasavvur edilmişti,
de farklı bir mezhepten olması da her zaman
*Filistin’de
büyük
oranda
Yahudiler
yaşamaktaydı,
sürtüşmelere neden olmuştur. Örneğin, Irak’ta yaşayan Şiiler Sünnilere oranla daha fazla sayıdaydılar. Bununla birlikte, Kral Faysal’ın
*Lübnan ile Filistin’in sınır bölgesindeki Beka
Sünni olması ve Sünni kesimin daha iyi yetişmiş
Vadisi Şii Müslümanlara bırakılmıştı,
ve kültürlü olmaları sebebiyle idarenin yüksek
*En
büyük
Suriye’de
mezhepsel
ise
çoğunluğu
demografiye
sahip
oluşturan
Sünni
Müslümanların yanında Süryaniler, Nusayriler ve Şii Müslümanları yaşamaktaydı. *İngiltere
mandasında
bulunan
kademelerini ellerine almaları toplumda alttanalta bir Şii-Sünni mücadelesine neden olmuştur. 13
Bunlardan başka, Filistin’de yaşanan Arap-
Yahudi gerilimi ve mücadelesi de yine SykesPicot’un getirdiği dini etkenli bir sorundur.
Irak’ta
Müslümanlığın iki temel mezhebi vardı: Şiiler ve Sünniler; Şiirler Sünnilerden nüfus olarak biraz daha fazlaydı.
Bu gün hala devam eden Sünni-Şii gerilimi, ArapYahudi
kavgasının 12
Çok farklı dini gruplara ev sahipliği yapan Ortadoğu’da her mezhep grubu diğerlerinden ayrı yaşamaktaydı. Fakat her zaman birbirinden
çatışması
ve
temelleri
Hıristiyan-Müslüman Sykes-Picot’a
kadar
Tarık Osman, ‘Modern Arap Dünyası’nın Oluşumu’ belgeseli, 14 Aarlık 2013. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/07/140 630_sykes_picot_mirasi (Alıntı Tarihi: 27.12.2016) 13 Fahir Armaoğlu, a.g.e., s. 198-203.
uzanmaktadır. Bölgenin dini, siyasi ve etnik
Antlaşması’nın
farklılıkları
uygulanmaya başlamıştır.
görmezden
gelinerek
hazırlanan
anlaşma, birbirine zıt hatta düşman mezhepleri aynı sınırlar içinde yaşamaya mecbur bırakarak kavganın ve kaosun da fitilini ateşlemiş oluyordu. Sınırlarının şekillenmesinden günümüze kadar Filistin’de, bir Arap-Yahudi çatışması, Mısır’da Hıristiyan-Müslüman mücadelesi, yine Irak’ta ŞiiSünni kavgası her zaman yaşanmıştır. Tüm bunlar Sykes-Picot Antlaşması’nın doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. En son 2011’deki isyanlarla birlikte eski ihtilaflar, hayal
Ortadoğu’ya
biçtiği
rol
Avrupa’da icat edilip Ortadoğu’ya yerleştirilmiş olan modern politik sistem kimlik sorunun temelini oluşturmaktadır. Bu modern politik sistemin en belirgin özelliği, dünyanın ulusal yurttaşlık
temelinde
‘laik’
devletlere
bölünmesidir. Bu, aynı zamanda yaklaşık 400 yıldır
davranışlarını
şekillendiren
siyasal,
toplumsal ve dini düzenin de sonu anlamına geliyordu.
kırıklıkları ve yıllarca gizlenen umutlar tekrar gün
Sykes-Picot Antlaşması gereği İngiltere ve Fransa
yüzüne çıkmıştır.
Ortadoğu’yu
Bilindiği gibi, Ortadoğu geçmişe kök salmış inançlarıyla mağrur bir eski uygarlıklar bölgesidir ve Avrupa’nın önerdiği değişiklikler o kadar büyüktü ki, bunların kök salması için kuşaklar geçmesi gerekirdi. Fakat için kuşaklar geçse de bu
değişikliklerin
bölgede
tutunabilmesi,
benliğini inançları üzerinden kuran ve yaşayan bölge halkı imkân dâhilinde değildi.
işgal
edip
bölgesel
devletler
kurmaya başlamışlardı. Araplar da kendi yeni devletlerindeki
gelişmelere
yönelmişlerdi.
Ortadoğu’da oluşan bu yeni devlet sistemi Arapları, bir yanda milliyetçilik ve laiklik, diğer yanda da İslam anlayışı ve yaşayışı arasında bırakan kimlik sorunuyla karşı karşıya bırakmıştır. Böylesine bir kimlik karmaşasını yaşanması, Avrupa’dan Ortadoğu’ya ‘ithal edilen düzenin’ doğal bir sonucuydu. ‘Laik sivil hükümete olan
Sykes-Picot ile birlikte, Ortadoğu’da sorun teşkil
inanç’, Ortadoğu sakinlerinin bin yıldan faladır,
eden üçüncü mesele ‘kimlik sorunudur’. 20.
hükümeti ve politikayı da içermek üzere, tüm
yüzyılın sonuna gelindiğinde, bir zamanların
yaşama hükmeden bir Kutsal Yasa’ya inandıkları
sapasağlam Osmanlı-İslami Ortadoğu düzeni,
bu bölgede, gayet yabancı bir inançtır.14 Sonuç
yükselen Avrupa tehdidi karşısında dengesini
olarak, Araplar daha önce Osmanlı vilayetlerinin
kaybetmeye başlamıştır. Son darbe olan Birinci
sakinleriyken
Dünya
Savaşı’nın
İmparatorluğu
sonunda
parçalanmasıyla,
şimdi
kendilerine
Osmanlı Sykes-Picot 14
David Fromkin, a.g.e., s. 479.
Iraklılar,
Suriyeliler ve Filistinliler olarak yeni kimlikler
Son
yaratmak zorundaydılar.15
çatışmalar, özellikle Suriye’de vuku bulan iç
İngiltere ve Müttefikler, İslamiyet’in bölge üzerindeki hâkimiyetinin ve politik manzaranın başlıca unsuru olduğunu ve bununla yaşamak zorunda olduklarını kavramışlardı. Bu nedenle İngiltere, 1914 yılında, İslam inancını kendi yönetimi altına sokmayı öngören bir politika başlattı ve yukarıda da değindiğimiz gibi ‘Panislamizm’ hareketine karşı ‘Panarabizm’ politikasını destekledi. ‘Dini meşruiyet’ aracından ziyade milliyetçilik çizgisine kayan siyasi oluşumu Ortadoğu’da yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Büyük savaşın sonunda, önceden başlattığı Panarabizm hareketine dayanarak laik ve milli devletler
zamanlarda
Ortadoğu’da
yaşanan
savaş ve kıyımlar insanlık adına utanç duyulacak türden
gelişmelerdir.
Rejim
ile
muhalifler
arasında çıkan iç savaş nedeniyle milyonlarca insan başta Avrupa, Türkiye ve Arabistan olmak üzere dünyanın birçok yerine göç etmek zorunda kalmıştır. Gerek resmi makamların gerekse de medyadaki haberlerin ulaştırdığı verilere göre sadece Türkiye’de 3 milyona yakın Suriyeli mülteci vardır.16 Son Halep olaylarından sonra bu rakamın daha da artmış olması muhtemeldir. Barışın ve istikrarın küstüğü Ortadoğu, her zaman olduğu gibi yine kaosun ve çatışmanın ortasında boğulmaktadır.
kurdurmayı başarmıştır. Tüm bunların ortak
2011 yılında Tunus, Mısır ve Libya’da başlayan
amacı, Ortadoğu’da tekrar birlik ve bütünlük
Arap isyanları (Arap Baharı), Birinci Dünya Savaşı
kurulmasını, birleşerek dünyada bir güç odağı
sonrasında
oluşturulan
devlet
oluşturulmasına engel olmaktır. Ne zaman iki
sonuçlarını
değiştirme
teşebbüsü
Ortadoğu
değerlendirilebilir. Arap Baharı Ortadoğu’da
devleti
birleşmeye,
ortaklık
uzun
süreli
bir
geçiş
düzeninin olarak
oluşturmaya çalışsa, muhakkak birinde ya darbe
yaşanan
sürecinin
yoluyla ya da siyasi baskılar yoluyla birleşmekten
parçasıdır. Arap Baharı ile başlayan süreç, inişleri
vazgeçilmesi sağlanır. Asya’da birçok ‘milli Türk
ve çıkışlarıyla aslında Suriye’de hala devam
devletinin’ bulunması gibi, aynı etnik kökene
etmektedir.17 Yani, Suriye’de rejim ile muhalif
sahip olmalarına rağmen bugün Ortadoğu’da
gruplar arasında başlayan iç savaş bu sürecin
ayrı ayrı ‘milli Arap devletlerinin’ bulunması bu
devamı olarak görülebilir.
iddiayı destekler niteliktedir. Sykes-Picot Düzeni Yıkılıyor mu?
15
William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, s. 190.
16
http://www.milliyet.com.tr/turkiye-ye-siginanmulteci-sayisi/siyaset/detay/2216554/default.htm (Alıntı Tarihi: 27.12.2016) 17 http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeeraozel/sykes-picot-duzeni-yikiliyor-mu (Alıntı Tarihi: 26.12.2016)
2011
yılındaki
Arap
isyanları
ve
bugün
problemler çıkartmaya, mezhep politikalarını
Suriye’deki iç savaş nedeniyle bölgeye olan dış
diriltmeye
müdahaleler daha da artmıştır. Ayrıca şuana
Ortadoğu’da
kadar bölgeden, Avrupa, Amerika, Türkiye ve
uygulanacağını belirtmiştir.
diğer birçok ülkeye küresel göç dalgası yaşanmış, Suriye adeta boşaltılmıştır. Son dönemde, iç savaşı durdurmak ve barış için bir çözüm sunmak adına Türkiye, Rusya ve İranlı yetkililer sürece dâhil olmuşlardır. Nihayet 29 Aralık 2016 tarihinde Türkiye ve Rusya’nın garantörlüğünde Suriye’de rejim ile muhalifler arasında ateşkes sağlanmıştır.
18
Garantör
devletler,
taraflar
arasında barışın sağlanması için görüşmelere de başlayacaklarını duyurmuşlardır.
20
çalışıyorlar’’ yeni
bir
ifadeleriyle Sykes-Picot’un
Geçtiğimiz yıl itibariyle yüzüncü yılını dolduran Sykes-Picot
Antlaşması,
belki
de
miadını
doldurmuş olabilir ve küresel güçler, anlaşma üzerinde
birtakım
güncellemeler
yapmayı
planlıyor olabilir. Zaten Irak örneğinde olduğu gibi, Suriye’de yaşanan olaylardan sonra bazı sınırların değişmesi muhtemeldir. Fakat bunu, Ortadoğu’nun mevcut sınırlarının tamamen ortadan kalkması ya da değişmesi olarak yorumlamamak gerekir. Uluslararası ve bölgesel
Arap isyanları (Arap Baharı) ve Suriye’de yaşanan
güçler,
iç savaş gibi gelişmeler ‘yeni bir Sykes-Picot mu
değişmesine müsaade etmeyecektir ve bu da
hazırlanıyor
mi
mümkün görülmemektedir. Eğer bir değişim
beraberinde
olacaksa, belki Suriye ve Irak arasında çizilen
getirmiştir. Aslında bu soru, Tunus, Mısır, Libya
sınırlarda bazı değişiklikler yapılabilir. Yapılacak
ve Suriye’de meydana gelen olaylar başladığında
değişikliğin hangi temel üzerine inşa edileceğine
(Arap Baharı) sorulmuştu. Emekli bir büyükelçi
dair öngörüde bulunan Arap gazeteci Abdülbari
bu soruya; ‘Ortadoğu’da olanlar yeni bir Sykes-
Atvan, Suriye ve Irak arasındaki muhtemel sınır
Picot Antlaşması’dır, bölgede yeni bir düzen
değişikliğinin
oluşuyor’ şeklinde cevap vermişti.19 Aynı şekilde,
üzerinden kurulabileceğini iddia etmektedir 21 .
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da ‘‘Karşı
Irak 2003 işgalinden sonra bölge, Sünni, Şii ve
karşıya kaldığımız oyun, ikinci Sykes-Picot’tur.
Kürt olmak üç ayrı bölgeye ayrılmıştır. Suriye’de
Şimdi bizleri etnik olarak bölmeye çalışıyorlar.
de bir bölünme yaşanırsa ki muhtemeldir; bunu
belirleniyor?’
Bölgenin
ya
da
sınırlar
tartışmalarını
büyük
unsurları
da
yeniden
arasında
Sykes-Picot
mezhep
sınırlarının
ve
tamamıyla
etnisite
ayrımı
sürekli 20
18
http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya38459175 (Alıntı Tarihi: 31.12.2016) 19 http://www.hurriyet.com.tr/sykes-picot-yu-kimseunutmasin-19424707 (Alıntı Tarihi: 26.12.2016)
http://www.takvim.com.tr/guncel/2016/12/22/ikinci -sykes-picot (Alıntı Tarihi: 28.12.2016) 21 http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeeraozel/sykes-picot-duzeni-yikiliyor-mu (Alıntı Tarihi: 26.12.2016)
da yine üç ayrı bölge şeklinde oluşturulabilir ya
önemli
da Suriye’den ayrı, bağımsız yeni bir devlet de
susturamamışlardı.22 Bugün bile Ortadoğu’da bu
kurulabilir. Bu bir bakıma geleceğe yönelik
düzenlemelere uyum sağlamamış ve bunları
öngörüdür,
devirebilecek yerel güçler vardır.
bu şekilde gerçekleşmeyebilir de,
yerel
muhalefetin
tümünü
ama Ortadoğu sınırlarında büyük ölçekte bir Sykes-Picot Antlaşması’yla Avrupalılar kendi
değişimin yaşanması beklenmemelidir.
Ortadoğu
Sorununa
bir
son
getirirken,
Ortadoğu’nun kendisinde bir Ortadoğu Sorunu Sonuç
yaratmışlardır.
Çünkü
bu
devletler,
Ortadoğu’nun haritasını çizerlerken bölgenin Sykes-Picot Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı
mevcut siyasi, sosyal, dini ve coğrafi yapısını
sırasında İngiltere ve Fransa öncülüğünde
dikkate almamışlar, daha çok kendi çıkarlarının
hazırlanmış,
ön
Osmanlı
İmparatorluğu’nu
ve
gördüğü
yapıyı
göz
önünde
Ortadoğu’yu bölen bir anlaşmadır. Antlaşma ile
bulundurmuşlardır. Sömürgeci güçler için önemli
birlikte Osmanlı toprakları, İngiltere, Fransa ve
olan, Ortadoğu’nun dini, siyasi ve kültürel
Rusya
arasında
farklılarını kendi akıllarında tasavvur ettiği
paylaşılmış, geriye kalan Arap coğrafyasında da
haritaya yerleştirmekti ve bunu da başarmışlardı.
bağımsız
kurulması
Büyük güçlerin bu farklılıklara kayıtsız kalmaları,
planlanmıştır. Antlaşma neticesinde, günümüz
onları görmezden gelmeleri bölgeyi, uzun yıllar
Ortadoğu haritasının sınırları çizilmiştir.
etkisi altına alan milliyetçilik, mezhep tabanlı
gibi
emperyalist
Arap
güçler
devletinin
çatışmalar ve kimlik sorunları ile baş başa Anlaşmaya
bölgeyi
bırakmıştır.
şartları
Ortadoğu, birçok dini, siyasi, sosyal ve askeri
hazırlamışlardı ve İngiltere ve Müttefikleri Birinci
sorunlar yumağı haline gelmiştir. Başka bir
Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında bölgedeki
deyişle Sykes-Picot Antlaşması’nı hazırlayan
eski düzeni bir daha geri gelmeyecek şekilde
zihniyet, bölgeyi kaos ortamına sürüklemiştir.
yıkmışlardır. Arapça konuşulan Ortadoğu’daki
Antlaşma genel anlamda, İngiltere ve Fransa’nın
Osmanlı yönetimini onarılamayacak derecede
bölgesel çıkarlarına hizmet etmek maksadıyla
parçalamıştır. Onun yerini almak üzere devletler
tarih sahnesinde yerini almıştır.
doğrudan
imza
atan
devletler,
yönetebilecekleri
Bütün
bunların
neticesinde
23
Böylece
yaratmışlar, hükümdarlar getirmişler, sınırları değiştirmişler ve her yerde bulunan bir devlet sistemi yaratmışlardı; ama bu kararlara karşı olan
22
David Fromkin, a.g.e., s.479. http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeeraozel/sykes-picot-duzeni-yikiliyor-mu (Alıntı Tarihi: 26.12.2016) 23
İngiltere,
Ortadoğu’yu
Avrupa’nın
politik
Ayrıca, yukarıda da değindiğimiz gibi İngiltere
çıkarları, fikirleri ve idealleri doğrultusunda
‘Büyük Arap Devleti’ vaadiyle Şerif Hüseyin
yeniden biçimlendirmiş oluyordu.24
liderliğinde Arapları kandırmıştır. Sykes-picot Antlaşması ile Araplara verdiği sözleri boşa
Emperyalist güçlerin kapalı kapılar arkasında
çıkartmıştır. Çarlık Rusya’sı yıkılıp da yerine gelen
yürüttüğü siyasi gelişmeler sonucunda ortaya
Bolşeviklerin, emperyalist güçlerin yaptıkları gizli
çıkan
antlaşmaları
Sykes-Picot
Antlaşması,
maddeleri
tüm
etmesiyle
geçekler
anlaşma ve bildiriyle benzerlik göstermektedir.
kandırıldıklarını
İncelendiğinde
İngiltere’nin ne derce ikiyüzlü bir siyaset takip
ki
antlaşmanın
maddeleri, Balfour Deklarasyonu, Paris Barış
yüzüne
ifşa
itibariyle ileride yapılması muhtemel birçok
görülecektir
gün
dünyaya
çıkmıştır.
gördükleri
gibi,
Araplar dünya
ettiğine bir kez daha şahit olmuştur.
Antlaşması ve Sevr Antlaşması gibi belgelerin belgelere
2011 yılındaki Arap isyanları ve hala Suriye’de
kaynaklık etmesi açısından antlaşma son derece
devam eden iç savaş ve çatışma, Ortadoğu’da
önemli sayılmaktadır. Bununla birlikte İtilaf
yeni
Devletleri, Birinci Dünya Savaşı boyunca diğer
doğurmuştur. Suriye’de çatışmanın bitmesi ve
ülkelerle olan ilişkilerini bu belgeye göre tanzim
ateşkesin sağlanması bir şeylerin değişeceğinin
etmişlerdir. Ayrıca, Sykes-Picot Antlaşması, kaç
işaretini vermektedir. Zaten barışın gelmesi için
yüzyıldır bölgede var olan dengeyi bozan ilk
Ortadoğu’da bir şeylerin değişmesi de gerekir;
uluslararası belge olması açısından da önemli
fakat
kabul edilmektedir.
değişeceği anlamına gelmemektedir.
özünü
oluşturmuştur.
Bahsedilen
bir
bu
Sykes-Picot
Sykes-Picot
hazırlandığı
sınırlarının
algısını
topyekûn Zaten
Ortadoğu’da çıkarları olan uluslararası güçlerin Sykes-Picot Antlaşması Ortadoğu’ya siyasi, dini
böylesine topyekûn değişime izin vermeyeceği
ve coğrafi birçok sorun getirmiştir. Etnik veya
muhakkaktır.
mezhep temelli savaşlar, çatışmalar Ortadoğu’da barışı ve huzuru imkânsız kılmıştır. 21. yüzyılın şu anında bile Ortadoğu, dünyanın ulusal ölüm kalım savaşlarının hala sık sık yapıldığı bir bölgesidir. Tüm mesele, Avrupalıların, Osmanlı sonrası için Ortadoğu’ya sunduğu düzeni, bölge halklarının kabul edip etmeyecekleridir. 24
David Fromkin, a.g.e., s. 477.
Bugün Ortadoğu’da birçok bağımsız devlet mevcut olmasına rağmen bu devletler gerçek anlamda bağımsızlıklarına kavuşmuş değillerdir. Bu devletlerin politik hareketlerini, savaş ve barış durumlarını
her
belirlemektedirler.
zaman
dış
Ortadoğu’ya
güçler barışın,
sükûnetin ve huzurun ne zaman geleceği kesin bir şekilde kestirilemez; ama o gün, Ortadoğu
halklarının kendi kaderlerini tayin etme yetkisini gerçek anlamda ellerine aldıkları gün olacaktır.
most likely to be one of the subject matters that
TRUMP’S MİDDLE EAST
Trump seems to remain unpredictable.
Salih Berke SENDAG berkesendag@yahoo.com
In 2017, most probably, the issues in the Middle East will constitute many foreign policy agendas. From Israeli-Palestinian dispute to Iranian nuclear deal, from ISIS to sectarian conflicts in Levant and Yemen; the Middle East requires urgent attention of the 45th president of the United States. If you have noticed, Syrian Civil War is not mentioned at all. Syrian crisis is
Proven with the 2016 Presidential elections, winds of populist change throughout the Western world continue to influence the voters. Nevertheless,
to what extent the new
utterly a different subject that contains all parts of the ongoing crises in the Middle East; sectarianism, proxy power struggle, terrorism, authoritarianism etc.
President-elect Trump will change U.S’ policy on the Middle East, the question is most likely to remain unanswered for the time being.
If there is one subject that Donald Trump clearly emphasized his stance on, that would be his approach on U.S’ bilateral relations with the
Interior affairs are going to be Trump’s priority in the first 100 days of his presidency.
Israel. At his extreme, Donald Trump claimed that his administration is going to recognize
It is utmost hard to predict Donald Trump’s
Jerusalem as the capital of Israel. The
foreign policy on the Middle East. “I want to be
controversial point is that Trump’s comments
unpredictable”, says Donald Trump, concerning
on the Israeli-Palestinian dispute during his
many subjects that need to be addressed during
candidacy imply a huge contradiction with that
his presidency. Unfortunately, Middle East is
of Obama’s. Given the fact that Obama had tried to find a middle ground on Israeli-
Palestinian dispute, since it could have been
comments may lead to revival of U.S-Israeli
harder to maintain good relations with Arabic
relations. Nonetheless, it is also important to
states with pro-Israeli policies and it would be in
bear in mind that the extent of American-Israeli
accordance with United Nations decisions,
relations will continue to be a prominent
Obama received strict criticism from the Israeli
element
government and pro-Israeli Congressmen in
relations. Hence, Trump’s extensive pro-Israeli
Washington D.C. Moreover, it is crucial to
comments may result in more work hours for
mention
American diplomats trying to compromise with
Obama’s
criticism
of
Israeli
settlements in West Bank led to deterioration of US-Israeli relations during Obama’s second term.
determining
American-Arabic
the Arabic states. Trump’s
pro-Israeli
comments
will
be
prominent factors for the United States’
Perhaps, Barrack Obama is one of the most unpopular President of the United States for the Jewish community in America. With the abstention of United States, the United Nations Security Council passed a resolution urging an end to Israeli settlements on December 22nd,2016.
in
The
reflection
of
American
abstention was a direct criticism from the Prime Minister Netanyahu’s Likud Party. Presidentelect Donald Trump’s reaction; on the other hand, was a demonstration of support for Israel. “Things will be different after Jan. 20th.” Trump tweeted a day after the Security Council meeting, relieving the Israeli government. Thus, it is fair to claim that Trump’s pro-Israeli
relations with the Arabic world. The controversial nuclear deal with Iran will be another issue for the new Secretary of State. Although Obama administration had managed to come up with a deal regarding Iran’s nuclear development program, President-elect Donald Trump seems to have concerns with U.S’ “soft approach” to Iran. Before getting elected, Donald Trump stressed the necessity of renegotiating the nuclear deal as the existing one was in advantage of Iran. However, considering the fact that the Senate already approved the deal and not only the US, but also other “Permanent 5” members took part in the
deal, it seems Iran deal will not be brought back
blamed Obama for doing “nothing” to stop the
to table. As sanctions are lifted, Iran has already
humanitarian crisis in Aleppo. Like it or not,
started making trade with European firms. In
Donald Trump has an entirely different
January 2016, Iran and Airbus signed a contract
approach to the Syrian Civil War.
for 100 aircraft, which worth millions of euros. Moreover, U.S. based aerospace company Boeing also agreed to sell 80 passenger aircrafts to Iran. After “reintegrating” Iran to the international markets, such profitable trade opportunities will not be given up easily, I predict. Hence, Donald Trump’s chance to renegotiate
the
deal
seems
unlikely.
Nevertheless, if Donald Trump is determined to become Israel’s closest ally, it should be borne in mind that he must make rigid comments on the Iranian deal, as expected. To what extent the deal will be renegotiated, that we will see in
During his presidential campaign, Donald Trump acknowledged that he had no intention of involving Syrian crisis. It is surprising to witness that a Republican candidate, who was naturally expected to involve in international crises to remind the world that the United States is still the “policeman” of the free world after the end of Cold War, proposes to remain isolated from the greatest crisis of the 21st century. Furthermore, Trump clearly indicated his stance on fighting against ISIS when he said “let Russia fight ISIS”, in one of his speeches during primaries.
the short term of his presidency since the possibility of opening the deal to discussion again, will be reduced day by day.
Trump’s Middle East policy might lead to a common
ground
with
Russia,
reviving
deteriorated relations. Contrary to relations with Iran and Israel, the urgent issue that needs to be addressed will be Syria, as humanitarian crisis grew rapidly. One of the main arguments of critics of Obama administration was Obama’s Syria policy. On December 22, Republican Senator John McCain
His comments on Russia’s fight against ISIS can be interpreted in two ways. Firstly, after the campaigns in Afghanistan and Iraq, Trump has no intention of spending billions of dollars to unsuccessful military campaigns which usually
do not solve the “stability” crisis while American
important to indicate that Trump’s advisors,
soldiers die in foreign lands. Secondly, learning
who will do the work of politicians and
from his country’s experience, Donald Trump
determine the America’s approach to the
may consider trapping Russia in Syria since
Middle East, will be chosen by Trump himself.
Russia is over passionate to involve in the Syrian
As a result, what Trump said about the Middle
crisis. Of course, the latter must assume that
East during his candidacy will not contradict his
Russia would do the same mistakes that the
policies during his presidency. Besides, checks
United States did in Iraq. However, American
and balances will be upon him, or as politicians
invasion of Iraq has so less in common
would call it, the Senate and the Supreme
compared
Court.
to
Russian
help
to
Syrian
government. Yet, Trump may consider leaving Russia alone in Syria as a harmful Russian foreign policy for the Russian economy. Regardless of the aim, Trump seems to have no intention of involving in the Syrian crisis. It is paradoxical to witness that a Republican candidate, whose party strongly criticized Obama administration for not doing anything about the Syrian crisis, still insists on not doing anything and urging “others” to take action in Syria.
The direction of United States’ relations with Turkey will be mainly determined by two subjects; firstly, the extradition of Fethullah Gulen, who is considered to be mastermind of July 15th military coup attempt, from the US to Turkey. Secondly, U.S’ approach to the Kurdish groups in Northern Syria. Turkey has long been insisting on that YPG (People’s Protection Units) and PYD (Democratic Union Party) are terrorist groups located in Northern Syrian and as a result, Turkish authorities demand that US-led
Donald Trump is a businessman, he never
coalition forces must bomb those groups as
worked in a federal office or carried the title of
well. However, Turkey did not only insist on that
“politician”. Hence, it will take some time for
the coalition must bomb YPG, Turkey also
Trump administration to coin new policies or
stated that the United States has been
approaches towards the Middle East. It is
providing lethal aid to Kurdish groups, which are
considered to be terrorist groups according to
the judicial process ends, Trump then will be
Turkey, which resulted in deterioration of the
able to give a final decision on Gulen, she
bilateral relations between Turkey and the
stresses. Nevertheless, Turkey believes that
United States.
Trump can accelerate the judicial process.
Trump’s presidency might be indicator of the revival of relations with Turkey.
Turkish government officials are optimist about the fact that Trump would be helpful during the judicial process about the extradition of
However, Turkish government has high hopes for the revival of relations. In other words, Turkish authorities expect Trump to act on the same page with Turkey. There are two reasons why Turkey has such expectations from Trump. The first, Donald Trump has no intention of involving counties’ domestic policies; thus, he is going to extradite Fethullah Gulen to Turkey. The second, since Trump stated that he does not want to involve in Syrian Crisis, the United States would halt her support for groups in Syria. Hence, the United States would stop supporting groups which Turkey recognizes as
Fethullah Gulen simply by using his influence as the President of the United States. Until Trump clears his agenda on domestic issues, such as Obamacare,
economic
policy
and
the
appointments; President of the United States then
will
pursue
active
foreign
policy.
Thereafter Donald Trump will be able to “be influential” about the extradition of Fethullah Gulen. Hence, in the short term, the extradition seems unlikely but the atmosphere for relations between U.S. and Turkey is much more positive compared to Turkey’s relations with the United States during Obama’s second term.
terrorists. Therefore, there is an optimistic atmosphere for the revival of relations between Turkey and the United States.
For Kurdish groups in Northern Syria, Donald Trump did not clearly stress his stance. Hillary Clinton had promised that she was supporting
For the extradition of Fethullah Gulen, Turkey still must wait judicial process, says political science Professor Therese Cingranelli. When
giving armament to the Kurdish groups fighting ISIS. As Turkey criticized Obama administration for giving arms to Kurdish groups in Syria, As a
result,
Trump’s
victory
relieved
Turkish
authorities concerning Syria. Clearly, Trump is going to be heavily dependent on his advisors about Syrian Civil War; hence, it will take time for Trump to take action about the issue. Again, the Kurdish groups in Syria will not be Trump’s
References ‘Stay strong Israel,’ Trump tweets as settlement row flares - France 24. (2016). France 24. Retrieved
19
January
2017,
from
http://www.france24.com/en/20161228israel-trump-tweet-settlement-jerusalem-kerry
priority and based on his speeches, Donald Trump would not make radical decisions for the
Batchelor, T. (2017). Donald Trump 'to announce US embassy will move from Tel Aviv
region.
to Jerusalem'. The Independent. Retrieved 22 In sum, Donald Trump has no intention to involve
in
crises
in
the
Middle
East.
Furthermore, his promises during his candidacy indicate that Trump’s focus will be on the internal issues, such as Obamacare and federal
January
2017,
from
http://www.independent.co.uk/news/world/m iddle-east/donald-trump-us-embassy-israeltel-aviv-jerusalem-reports-israeli-mediaa7540476.html
regulations, rather than foreign policy, in the short term. In other words, Donald Trump will avoid taking action in Middle East in his first 100 days in office, except from the relations with Israel. Trump may be a populist president who had made radical comments about many issues;
Gladstone, R. (2016). Airbus Will Sell 100 Planes to Iran After Similar Boeing Deal. Nytimes.com. Retrieved
14
January
2017,
from
https://www.nytimes.com/2016/12/22/world/ middleeast/iran-airbus-boeing-deal.html?_r=0
however, in drafting American foreign policy
Johnson, J. (2017). Donald Trump: Let Russia
towards the Middle East, his advisors and
fight the Islamic State in Syria. Washington Post.
members of the cabinet will be influential. As he
Retrieved
stressed,
https://www.washingtonpost.com/news/post-
Donald
Trump
wants
to
be
unpredictable and it will takes us some time to predict his further moves.
8
January
2017,
from
politics/wp/2015/09/25/donald-trump-let-
russia-fight-the-islamic-state-insyria/?utm_term=.b763e8b72260 Morello, C. (2016). Arming the Kurds is something the White House already is considering. Washington Post. Retrieved 15 January
2017,
from
https://www.washingtonpost.com/politics/201 6/live-updates/general-election/real-time-factchecking-and-analysis-of-the-2nd-2016presidential-debate/arming-the-kurds-issomething-the-white-house-already-isconsidering/?utm_term=.19a3628a58c6 Stone, R. (2016). What will Trump do with the Iran nuclear deal?. Aljazeera.com. Retrieved 12 January 2017, from http://www.aljazeera.com/indepth/opinion/20 16/12/trump-iran-nuclear-deal161211124028337.html Wintour, P. (2017). Turkey urges Trump administration to turn back on Syrian Kurdish forces. the Guardian. Retrieved 12 January 2017, from https://www.theguardian.com/world/2017/jan /03/turkey-sets-out-terms-for-co-operationwith-trump-us-administration
farklı. Ortadoğu’da kadınların birer obje değil
ORTADOĞU’DA KADIN OLMAK
nesne olarak görülmesi ve erkeklerin kadınlara
Müfide Ceren ERZIN
üstün sayılması bu geniş bölgede yaşayan kadınlar için hayatı kısıtlayıcı ve zorlayıcı hale getiriyor. Peki bu ayrımın böylesine derin olmasının sebebi nedir ve Ortadoğu’daki kadınlar nasıl bir hayat yaşıyorlar? Ortadoğu dünya geneline kıyasla çok yüksek doğum oranları, yüksek nüfus artış hızı, yüksek oranda erken evlilik gibi belirleyici unsurları barındırıyor. Ortadoğu’daki kadınların %34’ü 20 yaşını doldurmadan evleniyor ve ortalama altı çocuk dünyaya getiriyor. Bunlar oldukça
Dünyadaki herkes birbirinden genetik olarak
yüksek oranlar ve aslında kadının toplumdaki
farklıdır fakat bu farklılıkları anlamlı kılan onlara
rolünü çok yalın bir şekilde göz önüne seriyor.
nasıl yaklaşıldığıdır. Genetik farklılıkların en
Bu coğrafyada kadının toplumdaki yeri, eş ve
temelinde ise cinsiyet ayrımı bulunur, dünyaya
anne olmaktan ibaret. Toplumda girişimci
kız mı erkek olarak mı geleceğimizi seçemeyiz
özgür kadınlar yerine eşleri olmadan bir anlam
fakat
sınıflandırılır,
ifade etmeyen ve evlenince statü kazanan
anlamlandırılırız ve buna göre toplumda farklı
kadınlar mevcut. Peki bu kısıtlamanın tek
roller alıp farklı yerler ediniriz. Bu ayrım
sebebi İslam mı? Pek çok görüş bu durumu
dünyanın her yerinde böyle keskin olmasa da
tamamen İslam’a bağlasa da aslında toplumun
özellikle Ortadoğu bölgesinde bu ayrımın uç
geçmişten gelen ataerkil kökleri bu ayrımı
örneklerini görürüz.
oluşturmada mühim bir rol oynuyor. İslam’ın
bu
kategoriye
göre
Ortadoğu çok geniş bir coğrafyaya yayılan ve çok köklü bir kültüre sahip olan bir bölge olarak dünyada
kritik
bir
rol
oynamaktadır.
Akdeniz’den Pakistan’a kadar uzanarak Arap Yarımadasını kapsayan bu bölge neredeyse her şeyiyle Batı dünyasından ayrılmaktadır. Gerek yönetim şekli gerek kültürü gerekse günlük hayatıyla Batı tarzına çok aykırı olan bu coğrafyada kadınların yeri de en az o kadar
özüne baktığımızda herkesin eşit olması, kimsenin kimseye üstün olmaması yatıyorken kadınların erkeklerden daha düşük seviyeye konarak erkeklere muhtaç tutulması tamamen İslam’a dayandırılarak açıklanamaz. Sonuçta İslam’a göre her kul Allah’in gözünde birdir. 1990’lı yıllarda ortaya çıkan ‘İslamcı feminist’ hareket de Kur’an’da kadınlara ve erkeklere eşitlik verildiğini savunarak toplum yapısında kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesini,
kadınların da camiye gidebilmesini, kadınların
kadınla evlilik yapması, İslam’ın kurallara
karar verme organlarında bulunma hakkı elde
uyulmadığı takdirde şiddet içeren cezalara
etmesini, mülk sahibi olabilmesini ve ekonomik
başvurması ve İslami öğretilerin erkekler
özgürlük kazanabilmesini istiyorlar. Bu görüşün
tarafından yorumlanması etkili olmuştur. İslami
öncülerinden olan Afsaneh Najmabadeh, Ziba
görüşte erkekler bağımsız, evi geçindiren, güçlü
Mir-Huseyini ve Mai Yamani gibi yazarlar
ve kontrollü kabul edilir. Bir erkek kesinlikle
İslam’ın temelinde kadınları arka plana atan bir
birine bağımlı olmamalıdır, birine bağımlı
ayrımın olmadığını, bunların ilk dönemlerde
olduğu düşünülen erkeğin, erkekliğinden şüphe
yapılan yanlış, eksik ve yetersiz ataerkil
edilir, onun alçak, pasif bir eşcinsel olduğu
okumalar sonucu ortaya çıktığını savunuyorlar.
düşünülür. (Lindholm, 1996)2.
Yeni okumalar yapılarak kadına verilen önemin
aksine kontrolsüz, erkeğe bağımlı, erkeklerden
arttırılabileceğini
İran’da
sonra geldiğine inanılır. Bu duruma cinselliğin
başlayıp Suriye’ye ve diğer Ortadoğu ülkelerine
de eklenmesi kadın ile erkek arasındaki
yayılan İslami feminizmin de bahsettiği bu
uçurumu iyice açmaktadır. Buradaki düşünceye
ataerkil yapı nasıl İslam ile birleştirildi?
göre kadınların cinsel istekleri erkeklerinkinden
söylüyorlar.
Peki
Çağdaş Demren’in de dediği gibi ‘ataerkillik denilen olgu İslamiyetten önce de vardı.’ (Demren, 2008)1 Ortadoğu gibi zorlu bir coğrafyada erkekler yiyecek bulmak için çöllerde uzun süre yol alırken kadınlar doğurganlıklarından ötürü çadırlarda kalıp soyun
devamlılığını
sağlamakla görevliydi.
Tarım arazilerinin dar olması kadına toplayıcılık ve yetiştiricilik yapmak için de çok fırsat vermeyince kadınların hep arkada bırakılıp görevlerinin çocuk yetiştirmek ve yaşam alanını düzenlemek olarak belirlenmesine yol açtı. Bu ataerkil yapı üzerinde şekillenen toplumun İslamiyet ile tanıştıktan sonra da kadınlara verdiği değer artmadı aksine azaldı. Bunda İslam’ın
yapısında
Hristiyanlıkta
bulunan
Meryem Ana gibi kadın bir figürün olmaması, Hz. Muhammed’in çeşitli yaşlarda çok sayıda
Kadının ise
dokuz kat fazladır ve kadınlar bunu kontrol edecek güce sahip değildir. Bu yüzden kadınlar erkek tarafından kısıtlanmalıdır. Kadınlar bir yanıltma, günaha çekme mekanizması olarak erkekleri tahrik ederler, bu da kadınların gitgide
örtülmesinin,
soyutlanmasının,
iş
toplumdan
alanından
ve
sosyal
hayattan geride tutulmasının önünü açmıştır. Mahrem yerlerin kapatılması olarak başlayan durum günümüzde kadınların burunlarının üstünü çizgi seklinde bir örtüyle, gözlerini ise transparan siyah bir örtüyle kapatmalarına kadar gitmiştir. Şeriat ile korunan bu yapı aynı zamanda toplumun her alanını dini kurallara göre düzenleyerek verdiği fiziki, maddi ve caydırıcı cezalar ile toplumda korku oluşturur. Bu kuralların önemli bir kısmı cinsiyet ayrımını ve kadınların
aşağı
rolünü
vurgulamaktadır.
Örneğin zina yapanlar yüz sopa veya recm
verilmesi
edilme ile cezalandırılırlar, eşcinseller recm
ülkelerinden
edilir, ömür boyu hapse mahkum edilir veya
kadınların oranı %42. Fakat kadınlar yargıç
iskenceye maruz kalır. Yakın zamanda İran’da
olamıyor veya devlet başkanlığına gelemiyor,
baş örtüsünün altından saçı görünen bir kadın
parlementodaki kadın oranı %2.8
99 kırbaç cezası aldı, Suudi Arabistan’da
kadınların seçildikleri takdirde dini inançlarını
ekmeğini getiren iki erkekle konuştuğu için 75
ve şeriata bağlılıklarını Anayasa Koruyucular
yaşındaki dul bir kadına 40 kırbaç ve 4 ay hapis
Konseyine ispat etmeleri gerekiyor, yoksa
cezası verildi. (Kıykaç, 2012)3 Bu iki örneği
vekillikleri iptal ediliyor. Kadınların giyim
dikkate alarak, Ortadoğu’nun iki gelişmiş ülkesi
kuşamları da denetim altına alınmış durumda.
İran ve Suudi Arabistan’dan başlayarak Arap Baharı çerçevesinde toplumda değişen kadın yerinden dolayı Mısır’dan bahsettikten sonra bölgenin iki geri kalmış ülkesi Pakistan ve Afganistan’daki kadınların kötü durumunu inceleyeceğim.
İslami
yönünden ayrılıyor.
Yaşam
Tarzını
diğer
Ortadoğu
Çalışma
hayatında
Koruma
çünkü
Bakanlığı
görevlileri sokaktaki kadınları sebepsiz yere sorgulayabilme ve kıyafetlerini denetleyebilme yetkisine sahip. Kıyafetler İslam’a uygun bulunmadığı takdirde kırbaç, para ve hapis cezaları verilebiliyor. Aynı zamanda kadınların evli olup olmadığına da bakılıyor ve şeriat
İRAN
hukuku kapsamında kadınlara da erkeklere de
Öncesinde gayet modern bir toplum olan İran,
recm
1979’da Humeyni tarafından yapılan devrim ile
verilebiliyor. Fakat burada kadınlar ile erkekler
İran İslam Cumhuriyeti halini aldıktan sonra
arasındaki fark ise kadınlar boyunlarına kadar
toplumda kadına verilen önem bir hayli değişti
toprağa gömülürken erkekler bellerine kadar
ve kadınlar oldukça geri plana atıldı. Şeriatla
gömülüyorlar ve böylece kaçma şansları
yönetilmeye
Anayasa
oluyor. Kadınların işe gitmek veya yurt dışına
Koruyucular Konseyi kuruldu ve bu konsey
çıkmak için kocalarından izin almaları gerekiyor
anayasa ile şeriatın uygunluğunu denetleyerek
ve son olarak da iki kadının şahitliği bir
her bir yasanın dini kurallarla örtüştüğüne
erkeğinkine
emin olmaya başladı. Hayat şartları oldukça
kadınların erkeklerin yanındaki yerini açıkça
değişti.
gösteriyor.
başlanan
ülkede
Şunu belirtmek gerekiyor ki İran’daki kadınların toplumdaki yeri diğer Ortadoğu ülkelerininkine
yani
taşlayarak
denk
öldürülme
sayılıyor,
ki
bu
cezası
kural
SUUDİ ARABİSTAN
görece daha fazla. Ayrıca (kontenjan uygulansa
Arap Yarımadası’nın en büyük ülkesi olan Suudi
da) kadınlara da üniversiteye gitme hakkı
Arabistan, kadın olmanın en zor olduğu
yerlerin başında geliyor. Vahhabilik mezhebinin
anayasanın ilk iki maddesinde İslam, devlet dini
kabul
ilan edilerek ülke şeriata geçiş yaptı. Kadınlar
edildiği
Arabistan’da
bu
mezhep
doğrultusunda kadınlara çok fazla kısıtlama
özgürlük
getiriliyor. Öyle ki kadınların seçme ve seçilme
başlandı. Yeni anayasaya kadın erkek eşitliğini
hakkı yok, yakın zamana kadar araba sürmeleri
güvence altına alan hiçbir yasaya yer verilmedi.
yasaktı,
erkek
Mısır az önce bahsettigimiz kız çocukları
binmeleri
sünneti açısından da çok yüksek bir orana
ahlaksızlık sayılıyor, bisiklet sürmeleri yasak,
sahip, kadınların %91i sünnet oluyor ki bu
din polisleri kadınların şeriata uygunluklarını
Rogaia Abusharaf’ın kendi tecrübelerinden yola
gözlüyor, kadınlar aile kısmı olmayan cafelere
çıkarak anlattığı gibi birçok psikolojik ve fiziksel
oturamıyor, Riyad kenti hariç kadınlar toplu
rahatsızlığa sebep olan bir işlem. (Abusharaf,
taşıma
kadınlar
2006)5 Ayrıca kadınlara bekaret testi yapılıyor.
alma
şartıyla
Bu baskılarına karşı çıkan kadın protestocular
fakat
erkek
şiddete maruz kalıyor, ve politikada kadınlara
aracılığıyla
dersleri
neredeyse hiç yer verilmiyor. 2010 yılında Halk
alabiliyorlar, kadınların işe girmesi için şartlar
Meclisindeki kadın temsilcilerin sayısı 64 iken
konulmuş. Toplumdaki iş gücünün yalnız %5’ini
devrim sonrası 2011/2012 yılında bu sayı 9
kadınlar oluşturuyor ve sadece erkek olmayan
kadın temsilciye düştü. (Khattab, 2012)6 Yani
yerlerde çalışabiliyorlar. Yine İran’daki gibi
Mısırlı kadınlar Tahrir Meydanı‟nda erkeklerle
burada da kadınların eşlerinin izni olmadan
omuz omuza verdikleri mücadele sonrasındaki
yurt dışına çıkmaları yasak ve kadınlar yargıç
geçiş sürecinde siyasi arenadan ve siyasi karar
olamıyor,
alma süreçlerinden dışlanmışlardır. (Karakır &
kadınların
akrabaları
yanlarında
olmadan
araçlarına
erkeklerden
ayrı
üniversiteye
taksiye
binemiyorlar, eğitim
gidebiliyor
eğitmenlerden
video
yüksek
bir
devlet
gorevlerine
atanamıyorlar. Ayrıca yine iki kadının şahitliği
ararken
daha
çok
kısıtlanmaya
Aknur, 2015)7
bir erkeğinkine denk sayılıyor. Buradaki önemli bir
fark,
ülkenin
bazı
bölümlerinde
kız
çocuklarının sünnet edilmesidir. Bu çok aykırı görünse de Barbara Rogers’ın da söylediği gibi ‘diğer seylerin yanısıra kültür cinsiyetin rolünü belirlemede büyük önem taşıyor.’ (Rogers, 2008)4
MISIR
PAKİSTAN Oldukça geri kalmış bir ülke olarak Pakistan kadınlara en vahşi davranılan ülkelerin başında geliyor. 1956 yılında İslam Cumhuriyeti olan Pakistan’da kadınların hiçbir değeri yok, babalar bile kız çocuklarını değersiz görüyor ve başlık parası karşılığında küçük yaşta satıyor. Kadınların doğal ortamı ev olarak kabul
Arap Baharı döneminde Hüsnü Mübarek’i
ediliyor. Bu geri kalmış ülkede erkeklerin
deviren Mısır geçiş anayasası ile 2013 yılında
okuma yazma oranı %60 iken kadınlarda bu
oran %31,5 ve hatta ülkenin bazı gelişmemiş
mahrum tutuluyor. Taliban iktidarda olduğu
bölgelerinde bu oran %3’e kadar düşebiliyor.
dönemde kız çocuklarının okula gitmesini ve
Çalışan kadın sayısının kadın nüfusuna oranı ise
kadınların
binde beş kadar düşük. (Yener, 2000)8 İran ve
televizyon izlemesi, sinemaya gitmesi ve hatta
Suudi Arabistan’da olduğu gibi burada da iki
müzik dinlemesi bile yasaklandı. Peçe takmak
kadının şahitliği bir erkeğinkine denk sayılıyor.
zorunlu hale getirildi. Taliban’ın iktidarda
Fakat Pakistan’ı kadınlar için cehenneme
olduğu bu dönemde kadınların yanlarında
çeviren şey burada kadınların maruz kaldığı
erkek olmadan sokağa çıkması yasaklandı,
şiddet.
evlerin camları içerdeki kadınların görülmemesi
Hudud
Yasasının
uygulandığı
çalışmasını
icin
ve zina olarak sayılarak kadınlar cezaya
Taliban’ın ABD ve NATO tarafından Saddam
çarptırılıyor.
Hüseyin’i koruduğu gerekçesiyle 2001 Kasım
Yasası yüzünden hapishanede bulunmaktadır. Tecavüz eden erkekler ise ceza almıyor. Aynı zamanda kadınlara asit atmak ülkede çok yaygın. Her yıl ortalama 150 kadın kezzap atıldığı icin hastanelere başvuruyor ve kezzap atan erkeklere ceza verilmiyor. Bunların yanı sıra ülkenin Serhat ile Pencap kentleri arasında kalan bölge gibi bazı kısımlarında kadınlar sadece belli saatler arasında dışarı çıkabiliyor.
ayında
boyanmak
iktidardan
zorunda
Kızların
Pakistan’da tecavüz kadın için utanç sayılıyor
Ülkedeki kadın mahkumların %80’i Hudud
siyaha
yasakladı.
alınmasından
bırakıldı.
sonra
kadınların biraz da olsa özgürleştiği söyleniyor. Fakat durum hâlâ çok kötü. Birleşmiş Milletler Kadınlar Kalkınma Fonu verilerine göre, her 3 Afgan kadınından biri şiddet görüyor, okuma yazma bilmeyen kadın oranı %90, kadınlar recm edilebiliyor, erken yaşta evlilik çok yaygın ve Afgan kadınlarının ortalama ömrü 44 yıl. Bu verilerin yanı sıra tecavüz yasalarda açık bir şekilde suç olarak tarif edilmiyor.
Ülkede etkili olan İslamcı grup Taliban, kız
Tüm
bu
veriler
göz
önüne
alınınca,
çocuklarının okula gitmesini yasakladı, okulları
Ortadoğu’da kadınlarla erkeklerin arasında ne
yıktı ve tüm kadınlara 2010 yılında burka
kadar fark olduğu ortaya çıkıyor. Bu farkın
giymeyi emretti, giymeyenler veya bu kurallara
sebebi ise genetik veya psikolojik değil,
uymayanlar ise cezalandırılıyor.
tamamen toplumun yüklediği anlamlar. Bu yazıda, Ortadoğu’nun farklı özellikler gösteren
AFGANİSTAN Komşusu olduğu Pakistan gibi Afganistan’da da durum çok farklı değil. 1996-2001 yılları arasında Taliban’ın iktidarda olduğu ülkede kız çocukları, kadınlar neredeyse her şeyden
beş ülkesindeki kadınların durumu incelenerek şeriat yönetimi altında bu kadınların maruz kaldığı muamele anlatılmıştır. Moghadam’ın da vurguladığı gibi: ‘Şeriat aracılığıyla İslam şerefin yasal ve kurumsal yollardan korunmasını dikte ederek toplumun cinsiyete göre ayrıştırılmasını
haklı kılmıştır.’ (Moghadam,2003)9 Şeriat ile
Marginalizing
gelen yaşam tarzı görünen o ki kadınları
Occasional (20.10.2013): 14-17.
Women,
Wilson
Center
aşağılamaktadır ve Ortadoğu’da kadın olmayı çok zor hale getirmektedir. Bu doğrultuda umuyorum ki İslamcı feministler başarılı olabilir
7- Karakır, I. A., & Aknur, M. (2015). Devrimler
ve
dönemlerde
Sonrası Arap Kadınının Siyasi Temsili: Bir Arap
toplumda daha çok yer alarak erkeklerle eşit
Yanılgısı Mı? Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
sayılır.
Fakültesi Dergisi, 70(1), 131-162.
böylece
kadınlar
ileriki
8-Yener, E. (2000, April 29). Pakistan'da Kadın Referanslar
Olmak Çok Zor. Milliyet Gazetesi. Retrieved December,
1- Demren, Ç. (2008, December). Çukurova Uni. Sosyal Bilimler Dergisi. Ortadoğu'da
2016,
from
http://www.milliyet.com.tr/2000/04/29/yasam /yas03.html
Ataerkillik Ve Erkeklik İliskileri, (32), 321-329. 9- Moghadam, V. M. (2003). Modernizing 2- Lindholm, C. (1996), The Islamic Middle
women: Gender and social change in the
East: An Historical Anthropology, Oxford:
Middle East (2nd ed.). Boulder, CO: L. Rienner.
Blackwell Publishers.
3- Kıykaç, O. (2012, June 27). Şeriat Nedir: Cezaları ve Uygulamaları. Milliyet Gazetesi. Retrieved
December,
2016,
from
http://blog.milliyet.com.tr/seriat-nedir-cezalarive-uygulamalari/Blog/?BlogNo=368600 4- Rogers, B. (2008) Women and Men: the Division of Labour (p.69) New York: Routledge 5- Abusharaf, R. (2006) Unmasking Tradition (p.91-97) New York: McGraw-Hill
6-
Khattab,
Women
After
Translation?”,
Moushira The Is
(2012),
Revolution:
the
Arab
“Egyptian Lost
in
Awakening
SURİYE MÜLTECİ KRİZİ: AVRUPA VE TÜRKİYE Y AĞMUR D EMİR yagmurddemir@gmail.com
gelmek istemekte ve bunun için de İran ve Rusya ile çok büyük projeler geliştirmeye çalışmaktadır. Bu durum; ABD, Batılı devletler ve Türkiye’nin tepkisini çekmektedir. Bölgede Rusya ve İran’ın müttefiki olan güçlü bir Suriye istememeleri savaşın temel nedenlerinden biri olarak gösterilmektedir. 1 Suriye’deki
iç
savaşın
doğrudan
yukarıdaki sebeplerden başlamış olabileceğini söylemek zor olsa da son iki buçuk yıldır Suriye iç savaşının perde arkasını iç ve
yaşananların perde arkasında bölge ülkeleriyle
dış etkenler olarak iki maddede inceleyebiliriz.
büyük devletlerin enerji koridorlarlarını ele
Dış etkenlerden başlayacak olursak, sanayi
geçirme çabasının yatıyor olabileceği tezi
devriminden
güçler
giderek daha fazla tartışılıyor. 2 Bir diğer dış
sömürgecilik
etken ise Orta Doğu’da yaşanan Arap Baharının
anlayışı ve enerji arayışı Ortadoğu’daki birçok
Suriye’ye yansımasıdır. Arap Baharı olarak
savaşın sebebi olmuştur. Bundan yola çıkarak
adlandırılan halk ayaklanmaları birçok İslâm
Suriye’de yaşanan iç savaşın perde arkasında
ülkesinde yoğun çatışmalara neden olmuştur.
bölgedeki
Arap
sonra
diyebileceğimiz
enerji
oluşan
süper
devletlerin
kaynaklarını
ve
taşıma
Baharının
etkilerinin
yoğun
olarak
koridorlarını ele geçirme mücadelesinin yattığı görüşü tartışılmaktadır. Suriye’de Türkiye ve diğer Ortadoğu ülkelerinin yanı sıra ABD’nin ve Rusya’nın da çıkarlarını ilgilendiren doğalgaz projeleri bulunmaktadır. Suriye hükümeti, Türkiye gibi enerjide kavşak noktası haline
1
Biliste Suriye’deki Savaşın 10 nedeni Yılmaz Kurt tarafından https://www.biliste.com/suriyedekisavasin-10-nedeni/2/
2
Deutsche Welle Türkçe Savaşın nedeni enerji mi? 16.09.2013 Haber-Analiz:Cenk Başlamış Editör:Başak Özay http://www.dw.com/tr/sava%C5%9F%C4%B1nnedeni-enerji-mi/a-17091056
hissedildiği ülkelerden biri de Suriye’dir. 32010
olursak başında, Baas Partisi ve Esed ailesi
yılı Aralık ayında Tunus’ta başlayan ve daha
gelmektedir. Askeri darbelerle beslenen Baas
sonra Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir,
partisi,ülkede 1961 yılından 1971 yılına kadar
Ürdün, Yemen, Moritanya, Suudi Arabistan,
ülkede
Umman, Irak, Lübnan ve Fas’ta meydana gelen
oyuncusudur. 1971’de Baas Partisi’nden devlet
küçük ya da büyük halk ayaklanmalarına genel
başkanı seçilen Hafız Esed, ilk iş olarak
olarak Arap Baharı denilmektedir. Arap Baharı;
kendisine yürütmede, yasamada ve askeri
Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve eşitlik
alanda geniş yetkiler tanıyan bir başkanlık
talepleri doğrultusunda kendi yönetimlerine
sistemi kurmuştur. Bu sayede ülkedeki bütün
karşı bir nevi isyan hareketidir. Arap Baharı
kurumlar
diye adlandırılan halk ayaklanmaları birçok
sağlayan Esed, demokratik görünümlü otoriter
ülkede rejim ya da yönetim değişikliği ile
bir rejim kurmuştur. 6 Medya kuruluşlarını da
sonuçlanmasına karşın Suriye’de değişim ve
kendi himayesi altına alan Esed, Suriye’deki
dönüşüm adına hâlâ bir adım atılamamıştır.
haberleşme ve fikir beyan etme özgürlüğünü
4
ortadan
Arap
Baharı
sonucu
devrilen
diğer
yapılan
askeri
üzerinde
kaldırmak
darbelerin
büyük
adına
bir
başrol
hakimiyet
adım
adım
yönetimlerin aksine Suriye rejimi, otoritarizmin
ilerlemiştir. Hafız Esed’in ölümünden sonra
güçlülüğünü sağlayan daha fazla iç ve dış
demokratikleşme adına oluşan umutlar, Hafız
şartlara sahip olması sayesinde hala ayakta
Esed’in oğlu Beşar Esed’in cumhurbaşkanı
durmaktadır.
5
İç
etkenlerden
bahsedicek
seçilmesiyle son bulmuştur. Beşar Esed, antidemokratik yaklaşımları iyileştirme adına
3
Dergipark dergisi 21.Yüzyılda Eğitim ve Toplum Kış 2015 Cilt 4 Sayfa 12
bir yaklaşımda bulunmamış; aksine ülkede olan yasakların üstüne yasaklar eklemiştir. Bu
Dergipark 21.Yüzyılda Eğitim ve Toplum Kış 2015 Cilt 4 Sayfa 12
4
5
Yasama Dergisi Sayı 23 Yasama Uzmanı, TBMM Araştırma Hizmetleri Başkanlığı. Uluslararası İlişkiler Bölümü, e-postası: yagmur.sen@tbmm.gov.tr http://www.yasader.org/web/yasama_dergisi/201 3/sayi23/54-79.pdf
66
Biliste Suriye’deki Savaşın 10 nedeni Yılmaz Kurt tarafından https://www.biliste.com/suriyedekisavasin-10-nedeni/
durum zamanla Suriye’yi iç savaşa doğru
tetiklediği
sürüklemiştir.
istikrarsızlığı da besler hale gelmiştir. Suriye’de
Suriye’nin kozmopolit bir etnik yapıya sahip olması da iç savaşı kolaylaştıran etkenlerden biridir. Belirli bölgelerde çoğunluğu oluşturan azınlıklar, yerel özerklik talep etmiştir.Aynı zamanda, Suriye rejimi tarafından neredeyse yok sayılan Kürtler ve onlara karşı uygulanan sert yaptırımlar, Kürtlerin ayrı bir devlet kurma isteğini güçlendirmiştir. Son olarak, suriye’deki iç savaşı tetikleyen en büyük unsurun mezhep ayrılığı
olduğu
birçok
insan
tarafından
özgürlük
talepleri
tarihinde ile
Suriyelilerin
başlayan
halk
ayaklanması, rejimin gösterileri şiddet yolu ile bastırması,
Suriye’nin
jeopolitik
önemi
nedeniyle çok sayıda ülkenin soruna müdahil olması ve Suriye toplumunun heterojen yapısı
Suriye’deki
dış desteğe dayandıran farklı merkezkaç kuvvetler oluşmuş ve bu da bölgede vekalet savaşları
açısından
yeni
bir
oyun
alanı
doğurmuştur. Böylece Suriye iç savaşı, bölgesel kutuplaşmayı derinleştirmiştir ve süreç içinde dinsel/mezhepsel boyutu güçlü bir iç savaşa dönüşmüştür. Bu durum, Irak işgali ile bölgede önemli bir çatışma dinamiği haline gelen “ŞiiSünni” kutuplaşmasını derinleştirmiştir. 7 Suriye’de
2011
sorunu,
rejimin zayıflamasına paralel olarak, varlığını
savunulmaktadır. Mart
güvenlik
rejimin
zayıflamasıyla
etkinliğini arttıran El-Nusra ve IŞİD terör örgütleri,
Suriye
iç
savaşını
çıkmaza
sürüklemiştir. El-Kaide’nin bir kolu olan ve bir sürü sonra bağımsızlığını ilan eden El-Nusra’nın temel amacı, Esed rejimini devirerek ülkede İslami bir rejim kurmaktır. 8
gibi faktörlerin etkisiyle kanlı bir iç savaşa dönüşmüştür. İç savaş tam bir kördüğüm halini almış ve ilk aşamada komşulara yayılma etkisi
7
OrtaDoğu Analiz Temmuz-Ağustos Cilt 6 Sayı:53 Oytun Orhan tarafından http://www.orsam.org.tr/files/OA/63/oytunorhan. pdf
gösteren Suriye iç savaşı, Ortadoğu güvenliğini giderek
artan
oranda
tehdit
etmeye
başlamıştır. Diğer taraftan, iç savaşın bölgede
8
ALJAREERA Turk 1 Agustos 2016 Cengiz Tomar tarafından http://www.aljazeera.com.tr/gorus/nusracephesinde-neler-oluyor
IŞİD terör örgütü ilk olarak El-Kaide’nin
Bu örgütlerle mücadele ile ilgili son gelişmelere
Irak ve Suriye kolu olarak ortaya çıkmıştır.
göre Rusya Savunma Bakanlığı, Rus Hava
Ardından Suriye'de temsil konusunda, El Nusra
Kuvvetleri’nin Suriye’deki IŞİD ve El Nusra
Cephesi ile anlaşmazlığa düşmüş ve El
hedeflerine
Kaide'den
duyurdu.10
bağımsız
hareket
etmeye
başlamıştır. Günümüzde IŞİD, dünya genelinde İslami bir devlet kurmak amacıyla hareket etmektedir. Diğer İslamcı örgütlerden farklı olarak, uluslararası sınırları tanımamaktadır. Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgüt ile mücadele, 2014 yılının Haziran ayı sonrasında uluslararası
nitelik
kazanmıştır.
IŞİD
10
Haziran'da Irak'ın ikinci büyük kenti Musul'u ele geçirmiştir. Ardından Irak'ta ve Suriye'de ilerleyişini sürdürüp geniş bir alanı kontrol etmeye başlamıştır. ABD, örgütün Irak'ta Kürt bölgesine
ilerleyişi
ve
aralarında
ABD
vatandaşlarının da olduğu gazeteci ve yardım
operasyon
düzenlediğini
Baas Partisi hükûmeti ve muhalif güçler, en ciddisi Guta Saldırıları olmak üzere birden
çok
kez
kimyasal
saldırılarda
bulunmakla suçlanmıştır. 13 Haziran 2013 tarihinde, Birleşik Devletler, Suriye Ordusu'nun pek çok kez muhaliflere karşı sınırlı kimyasal saldırılar düzenlediğini ve bu saldırılarda 100150 kişinin hayatını yitirdiğini kesin kanıtlarla duyurmuştur.21
Ağustos
2013
tarihinde,
Suriyeli insan hakları savunucuları Suriye Ordusu'nun Doğu Guta bölgesinin Jobar, Zamalka, 'Ain Tirma ve Hazzah bölgelerine sistematik bir kimyasal saldırı düzenlediğini ve
çalışanlarını öldürmesinin ardından harekete geçerek, IŞİD ile mücadele için aralarında Arap ülkelerinin de bulunduğu 60'tan fazla ülkenin katılımıyla
bir
koalisyon
oluşturmuştur.
Koalisyon uçakları Ağustos ayı başında Irak'ta sonra da Suriye'de IŞİD hedeflerini vurmaya başlamıştır. 9
9
Sputnik News Turk Irak ve Suriye’de IŞİD’le
mücadele https://tr.sputniknews.com/trend/Irak_ve_Suriye_ de_ISID_le_mucadele/ 10
Hürriyet Rusya’dan Suriye’deki IŞİD ve El-Nusra hedeflerine operasyon 17 Kasım 2016 http://www.hurriyet.com.tr/rusyadan-suriyedekiisid-ve-el-nusra-hedeflerine-operasyon-40280975
en az 635 kişinin saldırının ilk anında hayatını
Suriye'nin kimyasal kapasitesini yok etmeye
kaybettiğini acil olarak duyurmuşlardır. 11
başlamıştır. 13
Birleşmiş
Milletler
silah
Birleşmiş Milletler’in yayınladığı bir
kullanımına dair birçok rapor hazırlamıştır. BM
rapora göre Suriye’de devam eden iç savaş,
özel
ülkenin ekonomisini büyük oranda bozmuş ve
komisyonunun
kimyasal
üç
yıl
süren
araştırmasında, Beşar Esad hükümetine bağlı
kamu
birliklerin İdlib'de iki saldırıda klor gazı
yayımlanan Squandering humanity raporuna
kullandığı, IŞİD'in de bir saldırıda hardal gazı
göre, 2013’ün son 2 çeyreğinde hükümet yerel
kullandığı belirtildi. Araştırma sonunda üç
pazardaki sıkıntıyı hafifletmek ve temel malları
saldırıda kimyasal kullanıldığı tespit edilirken,
devlet desteği için ithal etme yönetime
üç farklı olayda da kimyasal kullanıldığına dair
başvurmuştur, bu durum kamu borçlarında
kanıtlar elde edildiği ancak nihai sonuca
artışa sebep olmuştur. BM yardımlaşma ve
varılamadığı
belirtildi.
işbirliği ajansı ile birlikte çalışan, Suriye Politika
saldırılarının
2014-2015
Kimyasal yılları
gaz
arasında
gerçekleştiği belirtildi. 12
bu
kimyasal
cezalandıracağını
ilan
Araştırmaları
parçalamıştır.
Merkezi
2014’te
araştırmacısı
Rabie
Nasser, bu durumun şaşırtıcı olduğuna dair bir
Amerika Birleşik Devletleri'nin, Baas Partisi'ni
hizmetlerini
saldırı
nedeniyle
etmesinin
ardından
Suriye kimyasal silahlarından vazgeçmeyi kabul etmiş ve bir BM misyonu ülkeye gelerek
notta bulundu ve ekledi: “2013 yılı sonunda, çatışmanın başlangıcından bu yana toplam ekonomik kayıp 143.8 milyar dolara ulaşacak. UNRWA
gibi
organizasyonunun
bir
insani
sonuçları
kalkınma trajik
ve
muazzam.” 14İnsan Gelişim Endeksi tarafından
13
11
UN TRIBUNE 13.09.2016 Denis Fitzgerald tarafından
http://untribune.com/un-chemical-weaponsreport-will-confirm-sarin-gas-used/ 12 BBC Türkçe 26 Agustos 2016 http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya37190273
Euronews 31.10.2013 http://tr.euronews.com/2013/10/31/suriyekimyasal-silah-tesislerini-imha-etti 14 Public Finance International Judith Ugwumadu Tarafından 2 Haziran 2014 http://www.publicfinanceinternational.org/news/ 2014/06/un-highlights-economic-damage-syrianconflict
ölçülen verilere göre, Suriye'deki insan gelişimi
fakir ve umutsuz nüfusun hane maliyesini
2011'deki
sıktığını da sözlerine ekledi. 15
çatışmadan
gerilemiş,
bu
ülke,
yana
kırk
'orta
yıl
insanlık MÜLTECİ SORUNU
kümelenmesinden'
düşük
insan
gelişimi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Arap
'grubuna düşmüştür. Okul çağındaki çocuk Baharı sonrasında ortaya çıkan iç savaşlar nüfusunun yarısından fazlası artık okula devam sonucunda dünya üzerindeki mülteci sayısı edemiyor. 2013 yılının sonuna kadar 4,000 İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en yüksek okul kullanılamaz hale gelmiştir. Aynı zamanda, seviyeye ulaştı. Özellikle Suriye iç savaşının sağlık
sistemi
de
savaştan
en
çok ürettiği mültecilerin Türkiye, Ürdün ve Lübnan
etkilenenlerden biridir. Tıbbi tesisler ve sağlık gibi ülkelerde misafir edilmelerinden dolayı altyapısı iç savaş sürecinde ciddi hasara Avrupa
uzunca
bir
dönem
bu
sorunla
uğramış; 91 kamu hastanesinin 61’i neredeyse yüzleşmedi. 2015 yılının başından itibaren hizmet dışı kalırken, 53 özel hastane de bu mültecilerin
Avrupa’ya
doğru
durumdan etkilenmiştir. hareketlenmesiyle birlikte mülteci meselesi Raporda yazılana göre şu an her 4
genelde AB’nin özelde ise onun önde gelen
Suriyeli’den 3’ü fakirlik içinde yaşamaktadır.
gücü Almanya’nın sorunu haline geldi. 16 Bugün
Nüfusun sadece %20’si temel ihtiyaçlarını
dünya, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin
karşılama olanağına sahiptir.
rakamlarına
UNRWA Mültecilerinden
Yakın
Doğu'daki
Sorumlu
İnsan
göre
kayıtların
tutulmaya
Filistin
başlandığı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en
Hakları
büyük mülteci krizi ile karşı karşıya kalmış
Raporu'nun mikro finansman direktörü Alex Polloc: Çatışma başladığı günden bu yana, 2,6 milyon kişinin işsizlik yaşarken, 11 milyon bağımlı kişinin birincil imkanlarını kaybettiğini belirtti. Ayrıca, kaçak enflasyonun giderek işsiz,
15
Public Finance International Judith Ugwumadu tarafından 2 Haziran 2014 http://www.publicfinanceinternational.org/news/ 2014/06/un-highlights-economic-damage-syrianconflict 16 SETA Analiz Türkiye,Almanya ve AB üçgeninde mülteci krizi Kasım 2015 Sayı:143 Enes Bayraklı,Kasım Keskin http://file.setav.org/Files/Pdf/20151221191329_tu rkiye-almanya-ve-ab-ucgeninde-multeci-krizipdf.pdf
durumdadır. 2014 yılı sonundaki rakamlara
Kalesi" tarzı bir politika uyguladı.19 27 Kasım
göre yaklaşık 60 milyon insan savaşlar
2015 itibariyle 868 bin 282 mülteci deniz
nedeniyle
mülteci
yoluyla Avrupa’ya illegal geçiş yaptı20 Bu çok
konumuna düştü. Bu rakamın 38 milyonu
riskli yolculuk esnasında 2015 yılı içerisinde 27
kendi ülkesi içinde yer değiştirmek zorunda
Kasım
kalan mültecilerden oluşmaktadır. 17 Sadece
kadarıyla aralarında kadın ve çocukların da
Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle 11 milyon
bulunduğu 3551 mülteci boğularak hayatını
kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bu
kaybetti.21 Avrupa’ya ulaşmak için deniz rotası
rakamın 4 milyonu Suriye’yi terk ederek başta
dışında Balkan ülkeleri üzerinden Avrupa’ya
Türkiye olmak üzere Ürdün, Lübnan ve Irak gibi
geçenler de hesaba katıldığı zaman 2015 yılının
ülkelere sığınan Suriyelilerden oluşmaktadır18
ilk
Dünya, tarihin gördüğü en büyük mülteci
mültecinin Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelere
krizini yaşarken bir yangın yerine dönen
ulaşmış olduğu tahmin edilmektedir. Birleşmiş
Ortadoğu’daki çatışmalardan ve katliamdan
Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF)
kaçan yüz binlerce mülteci Akdeniz ve Ege
Sözcüsü Christophe Boulierac, Yunanistan'dan
Denizi üzerinden Avrupa kıtasına geçmek üzere
geçerek Makedonya'nın Gevgeli kasabasına
yollara dökülmüş durumda. AB bugüne dek,
ulaşan çocuklara destek vermek için alanlar
deniz yoluyla gelen mültecilere yönelik insani
oluşturduklarını
desteğin
sınır
günlerde bölgeden geçen göçmenlerin yüzde
güvenliğinin arttırılmasına dayalı, "Avrupa
30'unun çocuk ve kadınlardan oluştuğunu
evlerini
azaltılması
terk
ve
ederek
doğuda
tarihine
dokuz
kadar
ayında
1
tespit
milyonun
söyledi.
edilebildiği
üzerinde
Boulierac,
son
belirtti. Birleşmiş Milletler Göçmenlerin İnsan 17
“Ülkesinde yerinden edilmiş kişiler” (internally displaced persons/ IDPs), özellikle silahlı çatışmaların, yaygın şiddet hareketlerinin, insan hakları ihlallerinin veya doğal ya da insan kaynaklı felaketlerin sonucunda veya bunların etkilerinden kaçınmak için, uluslararası düzeyde kabul görmüş hiçbir devlet sınırını geçmeksizin kaçan ya da bu yerleri terk eden kişiler ya da kişi gruplarıdır. Bkz. Göç Terimleri Sözlüğü, Uluslararası Göç Örgütü, No: 18, 2009, s. 60. 18 “UNHCR Küresel Eğilimler Raporu, Basın Açıklaması” 18 Haziran 2015. www.unhcr.org.tr
Hakları Özel Raportörü François Crepeau ise 19
ALJAZEERA Turk Avrupa’nın Suriyeli mülteci korkusu James Denselow tarafından 5 Ocak 2015 http://www.aljazeera.com.tr/gorus/avrupaninsuriyeli-multeci-korkusu 20 “Mediterranean Update”, Missing Migrants Project, 27 Kasım 2015 21 “Global Overview”, Missing Migrants Project, 27 Kasım 2015.
yaptığı yazılı açıklamada, "AB ülkelerine, insan
kıyısı olan İtalya, Yunanistan ve Malta gibi
hakları odaklı, tutarlı ve kapsayıcı göçmen
ülkelerde
politikası
çağrısında
dayanışmacı ruhuna ters olan Dublin Anlaşması
bulunuyorum. Bu, AB'nin sınırdaki durumu
nedeniyle başta Fransa, İngiltere ve Doğu
yatıştırabilmesi
insan
Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok AB ülkesi,
kaçakçıları ile mücadele edebilmesi için tek
AB Komisyonu’nun mültecilerin üye ülkeler
çare" ifadesini kullandı.22
arasında
oluşturması
ve
gerektiği
etkin
biçimde
birikmeye
adil
bir
başladı.
şekilde
AB’nin
paylaştırılması
çağrılarına kulaklarını tıkadı. AB üyeleri 40 bin Ortadoğu’da
yaşanan
bu
büyük mültecinin
ülkelerin
nüfuslarına
oranla
mülteci krizini başta Türkiye olmak üzere dağıtılmasının kabul edilmesi konusunu iki yıl Ürdün
ve
Lübnan
gibi
ülkelerin müzakere ettikten sonra, mülteci krizinin 2015
göğüslemesinden dolayı Avrupa Birliği üyesi yazında derinleşmesi üzerine, Eylül ayında 160 ülkeler 2015 yılının Haziran ayına kadar bu bin
mültecinin
İtalya,
Yunanistan
ve
devasa mülteci akınından çok az etkilendiler. Macaristan’dan
alınarak
diğer
AB
üyesi
Mülteci krizi zamanla AB’yi de etkilemeye ülkelere dağıtılması konusunda nihayet bir başladığında, AB’nin bu konudaki mevzuatının anlaşmaya
varabildiler.
23
Ayrıca
AB,
güncellenmesi gerektiği ortaya çıktı. AB üyesi önümüzdeki dönemde Türkiye’deki mülteci ülkeler arasında mülteci rejimini düzenleyen kamplarından Dublin
Anlaşması
“bir
sığınmacı
insanların
AB’ye
doğrudan
düzenleyecek
kotalar
belirlenip
AB kabulünü
topraklarına hangi ülkeden giriş yaparsa o belirlenmeyeceğine karar verecek. Eğer bu ülkede iltica başvurusu yapabilir” şartını düzenleme yapılmazsa Türkiye’nin yanısıra getirmekte. Bundan dolayı mülteciler AB Ürdün ve Lübnan mültecilerin yükünü kendi karasularından ilk giriş yaptıkları, Akdeniz’e
23 22
ALJAZEERA TURK Avrupa’da 2.Dünya Savaşı sonrası en büyük mülteci krizi 25 Agustos 2015 http://aljazeera.com.tr/haber/avrupada-2-dunyasavasi-sonrasi-en-buyuk-multeci-krizi
SETA Analiz Türkiye,Almanya ve AB üçgeninde mülteci krizi Kasım 2015 Sayı:143 Enes Bayraklı,Kasım Keskin http://file.setav.org/Files/Pdf/20151221191329_tu rkiye-almanya-ve-ab-ucgeninde-multeci-krizipdf.pdf
başlarına taşımak zorunda kalacak.24 Yaşanan
ve kamuoyunda varolan Merkel aleyhtarı
bu mülteci krizinin AB ülkelerinin iç siyasetine
havayı dağıtma isteğidir. 26 Bu bağlamda 17
yönelik çok ciddi yansımalarının olacağı açıktır.
Mart 2016’da yapılan yeni düzenlemelere göre
Şimdiden birçok AB ülkesinde aşırı sağcı
Almanya’da ikinci iltica yasası paketi yürürlüğe
partiler aracılığıyla mülteci ve göçmen karşıtlığı
girdi. Bu paket büyük bir hızla yükselen sığınma
yükselişe geçmiştir. Bu durumun bir sonucu
taleplerinin
olarak
prosedürle
Avrupa
genelinde
mültecilere,
bazılarının bir
hızlandırılmış hafta
bir
içerisinde
göçmenlere ve yabancılara yönelik saldırılar
değerlendirilmesine katkıda bulunacak. Hızlı
artmakta, aşırı sağın yükselişini engellemek
değerlendirmeye tabi tutulacak başvurular
isteyen ana akım siyasi partiler de gün geçtikçe
güvenli ülkelerden gelen mültecileri, tekrar
aşırı
başvurularını ve değerlendirme sürecinde
sağın
başlamaktadır.
pozisyonlarını Almanya’da
savunmaya 2015
yılının
barındırıldığı
yerlere
kapsayacak. Almanya’ya tek başına gelen ve
saldırı
reşit olmayan mültecilere örneğin bu çocuk ya
yaşanmaktayken, krizinin doruk noktasına
da gençler ciddi bir hastalıktan mustaripse ya
ulaştığı Temmuz-Eylül ayları arasında bu
da kötü muamele görmüşse sosyal istisna
saldırılarda adeta bir patlama yaşanmış ve her
uygulaması
gün en az üç saldırı gerçekleşmiştir.25 Bütün bu
tanınabilecek. Öte yandan Türkiye, Ürdün ve
eleştirilere
Lübnan’daki mülteci kamplarından gelerek
başında
mültecilerin
yönelik
haftada
mülteci
rağmen
sorununu
en
az
Merkel çözmek
üç
hükümetinin, amacıyla
işbirliği
yapmayı
reddeden
yapılarak
mültecileri
sığınma
hakkı
bu
uygulamaya bel bağlamasının ardında yatan temel saik, ülke içindeki muhalefeti yatıştırma 26 24
DEUTSCHLAND.de Zorlu bir sorun olarak mülteci krizi 6 Nisan 2016 Jossef Janning tarafından https://www.deutschland.de/tr/topic/politika/alm anya-avrupa/zorlu-bir-sorun-olarak-multeci-krizi 25 “In Drei Monaten 293 Attacken auf Deutsche Asylheime”, ORF News, 16 Kasım 2015, www.orf.at,
SETA Analiz Türkiye,Almanya ve AB üçgeninde mülteci krizi Kasım 2015 Sayı:143 Enes Bayraklı,Kasım Keskin http://file.setav.org/Files/Pdf/20151221191329_tu rkiye-almanya-ve-ab-ucgeninde-multeci-krizipdf.pdf
Avrupa’ya kabul edilen mülteciler için aile
Rakamlar her geçen gün artıyor. Suriyeliler
birleşiminde kolaylık sağlanacak.27
sevdiklerini, iş ve mülkiyetlerini geride bıra kıp, güvenlik kaygısıyla korkunç bir çatışmadan
Suriyeli ilk mülteci kafilesi, Türkiye’ye kaçarak Türkiye’ye sığınıyor. Doktorlar, ev 29 Nisan 2011 tarihinde giriş yaptı.Bu tarihten hanımları,
memurlar,
çiftçiler,
yaşlı-çocuk
2 yıl sonra ülke, sayısı 21’e ulaşan mülteci demeden binlerce Suriyeli, sınırı geçerek kamplarında yaşayan 200.000’i aşkın ve kamp Türkiye’ye ulaşıyor. Öte yandan Başbakanlık dışında kalan –ve en az- 400.000 kişi oldukları Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tahmin edilen toplamda 600.000 Suriyeli eliyle Türk hükümeti ve Türk halkı, mültecilere mülteciye ev sahipliği yapar hâle geldi. Türk sığınma imkânı sağlıyor, krize misafirperver ve hükümeti ve Birleşmiş Milletler Mülteciler cömertçe cevap veriyor. Ancak sonu gelmez Yüksek Komiserliği’nce (BMMYK) yayınlanan bu çatışmalar giderek yoğunla şırken devletin ve veriler, en iyimser tahminler. 28 Son BMMYK toplumun
kaynakları
daralıyor,
ülkenin
verilerine göre 15 Haziran 2015 tarihi itibariyle misafirperverlik Suriyeli
mülteciler
“1.772.535’i
sınırları
sor
gulanmaya
Türkiye”, başlıyor. Suriye içinde kötüleşen durum,
“1.174.690’ı Lübnan”,
“629.128’i Ürdün”, Türkiye’nin hem ülkedeki mülteci meselesini
“249.266’sı Irak” ve “134.329’u Mısır” olmak idare etme hem de Suriye’ye yönelik insani üzere beş komşu ülkede yoğunlaşmıştır. 29 yardım akışının devamını sağlama kapasitesi üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor.30 27
DEUTSCHLAND.de Zorlu bir sorun olarak mülteci krizi 6 Nisan 2016 Jossef Janning tarafından https://www.deutschland.de/tr/topic/politika/alm anya-avrupa/zorlu-bir-sorun-olarak-multeci-krizi 28 BMMYK, “Syria Regional Refugee Response Regional Overview,” Syria Regional Refugee Response, Inter-agency In formation Sharing Portal, Kasım 2013, http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php . Günlük olarak yenilenen rakamlar için bkz: www.afad.gov.tr/TR/IcerikDetay1.aspx?IcerikID=8 48&ID=16 29 29 TESAM Akademi Dergisi Temmuz 2015 Mülteci Davranışı ve Toplumsal Etkileri:Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin bir değerlendirme Ayşe Şebnem Tunç : Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi,
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü,e-mail: sebnemcerit@gmail.com http://dergipark.ulakbim.gov.tr/tesamakademi/art icle/view/5000131337/5000120305 30
BROOKINGS ENSTİTÜSÜ & ULUSLARARASI STRATEJİK ARAŞTIRMALAR KURUMU (USAK) Suriyeli Mülteciler ve Türkiye:Sonu Gelmeyen Misafirlik Kasım 2013 Osman Bahadır Dinçer,Vittoria Federici,Elizabeth Ferris,Sema Karaca,Kemal Kirişci,Elif Özbenek Çarmıklı
Türkiye’ye
ilk
Suriyelilerin sayısı her geçen gün yükselmekte,
aşamada sadece sınır illerinde ve kamplarda
gelenlerin de süreç içerisinde ülkede kalma
ikamet etmişlerdir. İç savaşın uzaması ile kamp
eğilimleri sürekli artmaktadır. Bu durum göçün
sayısı yetersiz kalmaya başlamış, kamplardan
doğasına uygun bir biçimde evrensel olarak
bağımsız olarak bir kısım Suriyeli kamplar
dünyanın başka yerlerinde de gözlemlenen ve
yerine,
ilçelerinde
beklenen bir durum olarak görülmekle birlikte
akrabalarının yanında ya da kiraladıkları
bugün Suriye’deki iç savaş sona erse dahi,
evlerde
etmeye
Suriyelilerin büyük bir kısmının, yıkılan yerleşim
başlamışlardır. Bu durum, süreç içerisinde
yerleri tekrar yaşanabilir hale getirilene kadar
sayılarındaki büyük orandaki artışla birlikte
ülkelerine dönmeyeceği tahmin edilmektedir.
ülkenin neredeyse tamamına dağılmalarına
Ayrıca BM’nin dünyanın farklı coğrafyalarında
neden olmuştur. İç savaşın uzaması ise göç
yaşadığı deneyimler ve istatistikler mültecilerin
hareketlerini daha da artırmıştır. Türkiye, toplu
en az üçte birinin geri dönmeme ihtimalinin
göç hareketlerinin başladığı tarihten itibaren
olduğunu göstermektedir. Bütün bu gelişmeler
krizden etkilenen Suriye vatandaşları için “açık
toplumsal boyutta hem Türk halkı hem de
kapı politikası” izlemiş ve dört yıl içerisinde
Suriyeliler
%44’lük kabul oranı ile Suriye’ye komşu ülkeler
politikaları olmak üzere pek çok tedbirin
arasında en fazla Suriyeli sığınmacıyı ağırlayan
alınmasını zorunlu bir ihtiyaç haline getirmiştir.
ülke
sınır
gelen
illerinde
ikamet
durumuna
Suriyeliler
veya
etmeyi
gelmiştir.
tercih
31
Bütün
bu
gelişmelerin neticesinde, Türkiye’ye gelen
Sağlıklı
nezdinde
ve
uygulanabilir
sosyal
uyum
politikaların
üretilebilmesi için ise öncelikle göç eden ve göç alan toplum
https://play.google.com/books/reader?id=8b_AgAAQBAJ&printsec=frontcover&output=reader &hl=tr&pg=GBS.PT1 31 TESAM Akademi Dergisi Temmuz 2015 Mülteci Davranışı ve Toplumsal Etkileri:Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin bir değerlendirme Ayşe Şebnem Tunç : Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümüe-mail: sebnemcerit@gmail.com http://dergipark.ulakbim.gov.tr/tesamakademi/art icle/view/5000131337/5000120305
başta
dinamiklerinin analiz edilmesine, davranış,
mülteci” statüsü getirilmiştir. Ayrıca, mülteci
beklenti, algı ve kaygılarının tespit edilmesine
veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyecek
ihtiyaç duyulmaktadır.32
durumda olan yabancı ya da vatansız kişiye ise
Türkiye, Suriye’den gelenleri önceleri “misafir”
olarak
adlandırıyordu
ancak
gelenlerin sayısı her gün artınca 2001 Avrupa Geçici Koruma Yönergesi’ne başvuruldu.
33
Ekim 2011’den itibaren Suriyelilere geçici koruma statüsü verildi. 34 Avrupa ülkeleri ise 2013 yılında çıkardığı 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile benzer koşullar altında Avrupa ülkeleri dışından gelen kişilere ilişkin yeni bir düzenleme yapılarak “şartlı
“ikincil
koruma”
Türkiye’deki
statüsü
Suriyelilere
getirilmiştir.
evrensel
mülteci
hakları içerisinde yer alan insani standartlarda muamele
hakkı,
yararlanma
sağlık
hakkı
ve
hizmetlerinden
seyahat
edebilme
hakkının bir hak olarak değil ama imkan olarak sağlanmaktadır.
Suriyeliler
herhangi
bir
sınırlama olmaksızın ülke içerisinde seyahat edebilmekte ve ikamet edebilmektedirler. Ayrıca, geçici koruma statüsü ile zorla geri gönderilmeye
karşı
koruma
imkanı
sağlanmıştır. Eğitim imkanı kamplarla sınırlı 32 32
TESAM Akademi Dergisi Temmuz 2015 Mülteci Davranışı ve Toplumsal Etkileri:Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin bir değerlendirme Ayşe Şebnem Tunç : Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, e-mail: sebnemcerit@gmail.com http://dergipark.ulakbim.gov.tr/tesamakademi/art icle/view/5000131337/5000120305 33 L 212/12 Council Directive 2001/55/EC of 20 July 2001, Official Journal of the European Communities, http:// europa.eu/legislation_summaries/justice_freedom _security/free_movement_of_persons_asylum_im migration/33124_en.htm 34 BROOKINGS ENSTİTÜSÜ & ULUSLARARASI STRATEJİK ARAŞTIRMALAR KURUMU (USAK) Suriyeli Mülteciler ve Türkiye:Sonu Gelmeyen Misafirlik Kasım 2013 Osman Bahadır Dinçer,Vittoria Federici,Elizabeth Ferris,Sema Karaca,Kemal Kirişci,Elif Özbenek Çarmıklı https://play.google.com/books/reader?id=8b_AgAAQBAJ&printsec=frontcover&output=reader &hl=tr&pg=GBS.PT1
olmakla birlikte imkanların iyileştirilmesi için çalışmalar mültecilik
yapılmaktadır. haklarından
olan
Diğer
önemli
çalışma
izni
konusunda kısmi bir düzenleme getirilmiştir. Sosyal güvenlik imkanı ve vatandaşlık imkanı ise mevcut değildir.35
35
TESAM Akademi Dergisi Temmuz 2015 Mülteci Davranışı ve Toplumsal Etkileri:Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin bir değerlendirme Ayşe Şebnem Tunç : Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, e-mail: sebnemcerit@gmail.com http://dergipark.ulakbim.gov.tr/tesamakademi/art icle/view/5000131337/5000120305
Türkiye, Suriyeli mülteci krizinden
olmakta bu durum bu yönüyle sürecin güçlü
siyasi, toplumsal ve ekonomik olarak etkilenen
yönünü
ülkelerin başında gelmektedir. Suriyelilerin
toplumsal boyutta sağladığı fırsatlar ise evliliğin
sığınmak
etmesi
toplumsal kaynaşma araçlarından birisi olması
Türkiye’de hukuktan dış politikaya, güvenlikten
ve göç sonrası oluşan çok kültürlülük olarak
sağlığa, eğitimden istihdama, ekonomiden
görülmektedir.
kültüre toplumsal yapının tümünde kendini
toplumsal etkileri boyutunda risk/tehditlerin
hissettiren yeni bir olguyu ortaya çıkarmıştır36 .
fırsatlardan daha fazla olduğu görülmektedir.
Krizin
“etkilenen”
Risk/tehditleri ise kendi içerisinde toplumsal
konumunda olan Suriyeliler, artık Türkiye
tehdit algıları, bireysel tehdit algıları, kente
sosyal denklemi içerisinde “etkileyen” duruma
yönelik tehdit algıları ve Suriyelilere yönelik
gelmişlerdir. 37 Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin
tehditler olarak sınıflandırmak mümkündür.39
olarak yapılan saha araştırmalarında bölgede
Sonuç olarak
Suriyelilere yönelik olumsuz tepkinin en önemli
toplumun beklediğinden oldukça farklı bir
nedenlerinin başında Suriyeliler ile yerel halk
gelişim gösteren Suriye insani krizi ve mülteci
arasında farklı dil, kültür ve yaşam tarzından
akını, Türkiye’yi derinden etkilemeye devam
kaynaklanan sorunların 38 geldiği görülmekte,
ediyor.40 Bugün Suriye’deki iç savaş sona erse
için
Türkiye’yi
başlarında
tercih
savaştan
oluşturmaktadır.
Suriyelilerin
Türkiye’deki
Türkiye’nin
ve
Suriyelilerin
uluslararası
bu durum toplumsal etki boyutunda kabul ve uyum sürecinin zayıf yönlerini oluşturmaktadır. Fakat özellikle sınır illerde yerel halk ile aynı etnik
köken
veya
mezhebe
sahip
olan
Suriyelilerin toplumsal kabulü daha hızlı
Koyuncu, A. (2014). Kentin Yeni Misafirleri: Suriyeliler Konya Örneği. Konya:Çizgi 37 Karaca, S. (2013). Kayıtdışı Mülteciler, Kayda Değer Sorunlar. Analist Dergisi, 31, İstanbul. 38 Oytun, O. ve Gündoğar, S. S. (2015). Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri Raporu,. ORSAM- TESEV Rapor No: 195, Ankara. 36
39
TESAM Akademi Dergisi Temmuz 2015 Mülteci Davranışı ve Toplumsal Etkileri:Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin bir değerlendirme Ayşe Şebnem Tunç : Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü,e-mail: sebnemcerit@gmail.com http://dergipark.ulakbim.gov.tr/tesamakademi/art icle/view/5000131337/5000120305 40 BROOKINGS ENSTİTÜSÜ & ULUSLARARASI STRATEJİK ARAŞTIRMALAR KURUMU (USAK) Suriyeli Mülteciler ve Türkiye:Sonu Gelmeyen Misafirlik Kasım 2013 Osman Bahadır Dinçer,Vittoria Federici,Elizabeth Ferris,Sema Karaca,Kemal Kirişci,Elif Özbenek Çarmıklı https://play.google.com/books/reader?id=8b_AgAAQBAJ&printsec=frontcover&output=reader &hl=tr&pg=GBS.PT1
dahi, Suriyelilerin büyük bir kısmının, yıkılan yerleşim
yerleri
tekrar
getirilene kadar
yaşanabilir
hale
ülkelerine dönemeyeceği
tahmin edilmektedir. Ayrıca BM’nin dünyanın farklı coğrafyalarında yaşadığı deneyimler ve istatistikler de bize mültecilerin en az üçte birinin geri dönmeme ihtimalinin olduğunu göstermektedir
41
.
Gelinen
aşamada,
Türkiye’deki Suriyelilerin ciddi bir bölümünün ülkelerine yakın veya uzak gelecekte geri dönmeme
ve
sürekli
olarak
Türkiye’de
yaşamayı tercih etme olasılıkları her geçen gün daha da artmaktadır. Bu bağlamda toplumsal kabulün
sürdürülebilir
düşmanlığa
olması,
dönüşmemesi
için
nefret
ve
toplumun
hassasiyetlerini dikkate alacak, Suriyelilerin uyumunu sağlayacak çözümlerin üretilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.42
Güçtürk, Y. (2014). Sürgün ile Savaş Arasında Suriyeli Mülteciler, Siyaset. Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), 42 TESAM Akademi Dergisi Temmuz 2015 Mülteci Davranışı ve Toplumsal Etkileri:Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin bir değerlendirme Ayşe Şebnem Tunç : Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, 41
Karlofça Antlaşması’yla başlayan ilk toprak
OSMANLI DÖNEMİ’NDE YAPILAN GÖÇLERİN GÜNÜMÜZE ETKİSİ
kayıpları neticesinde, küçük topluluklar da olsa, ilk göçler meydana gelmiştir. 1800’lerde
Aykut Aydeniz
Azerbaycan’dan başlayan göçler, bu çerçevede
aykutaydeniz@mynet.com
değerlendirilebilir. 1812-15 yılları arasında 7.000, 1829 yılında 9.000, 1860 yılında 18.000 kişi Osmanlı İmparatorluğu topraklarına göç etmiş ve bu göçler 1877’de hızlanarak devam etmiştir. 2 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile elden çıkan Kırım’dan yapılan göçler, Osmanlı’ya gelen büyük çaptaki ilk Müslüman göç dalgasıdır. 1785’ten 1800’e kadar süren bu
Göç, insanın var olmasıyla birlikte anlam kazanan ve genel olarak bakıldığında insan topluluklarının
bulundukları
bölgelerden,
çevrelerine doğru yaptıkları harekettir. Göç hareketlerinin ortaya çıkmasında ise siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlar gibi birçok faktör etkilidir. Ana hatları ile ifade etmek gerekirse; sebebi, mesafesi, süresi, hacmi, yönü ve organizasyonu bakımından büyük farklılıklar
gösteren
göç
türleri
olmakla
beraber, göçler genellikle “iç göçler” ve “dış (uluslararası) göçler” diye ikiye ayrılmaktadır.
1
Bu makalede toplulukların vatanlarını bırakıp, göç etmelerinden dolayı “uluslararası göçler”, Osmanlı’nın
son
dönemi
temel
alınarak
incelenecektir.
Kırım Türk’ü, Osmanlı Devleti’ne göç etmiştir. 1828-1829
Osmanlı-Rus
Savaşı
sonunda
imzalanan Edirne Antlaşması ile önemli toprak kayıpları yaşayan Osmanlı’ya yeni bir göç dalgası daha gelmiştir. Özellikle 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan sonra artan miktarda nüfus, Anadolu’ya iltica etmiştir. Bilhassa 1856-1857, 1860-1862, 1864-1865 yılları arasında büyük ivme kazanan göç hareketi, diğer zamanlarda inişli-çıkışlı seyretti. Bunun sebebi de, siyasi ve askeri
hadiselerin
sonuçlarının
kararlarında etkili olmasıydı.
3
insanların 19.yüzyılda
Osmanlı ile Rusya’nın dört kere savaştığını düşünürsek Kafkasya’dan ve Kırım’dan gelen olacaktır.
Osmanlı Devleti’nin güçlendiği zamanlarda “iskân
ikinci göç dalgası ile birlikte yaklaşık 500.000
göçleri, bu bağlamda değerlendirmek yerinde
1) Kırım ve Kafkas Göçleri
izlediği
ilk göç dalgası ve 1806-1812 yılları arasındaki
politikası”,
devletin
genişlemesine bağlı olarak sürdürülmüş fakat
Kafkasya’dan
1856-1876
yılları
arasında göç edenlerin çoğu, deniz yolunu kullanmıştır. Bu tercih de haliyle, Çerkezistan sahillerinde bir yığılmaya neden olmuş ve
özellikle 1859 yılında Çerkes ve Nogay
1865’ten sonra gelenler de eklenildiğinde,
muhâcirlerin Karadeniz’de hayatlarını tehlikeye
incelediğimiz dönemde, Osmanlı Devleti’ne göç
atarak
sayıda
etmek üzere memleketlerinden ayrılan Kırım
göçmen de vefat etmiştir. Kış mevsiminde
ve Kafkasyalı sayısının 1.000.000 ilâ 1.200.000
yaşanan
civarında olduğu tahmin edilebilir.
yaptıkları bu
göçlerde
durum
önemli
üzerine
Osmanlı
6
Diğer
Devleti’nde, ülkeye yapılan girişleri düzene
taraftan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın
koymak için “Meclis-i Mahsus” (Bakanlar
çıkması
Kurulu),
alınmasını
baskılar artmış ve bölgedeki nüfus, Balkanlara
kararlaştırmış fakat uygulanması mümkün
yerleşmiştir fakat bu savaşın patlak vermesinin
olmamıştır. Bu durumun nedenleri arasında
sonucu olarak da Balkanlara gelen muhâcirler
hem Rusya’nın gereken çalışmayı yapmaması
Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmışlardır.
hem de savaşlardan yurtları perişan hale gelen
Taraflar arasında meydana gelen 1828-29
muhâcirlerin göç etme isteği vardır. 1863-1864
Osmanlı-Rus Savaşı, 1853-1856 Kırım Savaşı,
kışından itibaren göç hareketi tam anlamıyla bir
1877-78
çığ gibi büyüdü. Başlangıçta Ruslar tarafından
sürekliliğinde
40-50 bin olacağı söylenen göçmenlerin sayısı,
dönüşmesinde etkili olmuştur. 7 Bunun sonucu
kısa zamanda, yani 1864 baharında 400.000’e
olarak,
ulaşmıştır. 4 Bu göç süresince Çerkes ve Kafkas
konulan ilk harç, bu bölgeden gelen göçlerle
kavimleri, dönemin Rus Hükümeti tarafından
oluşmuştur.
kıyılara
bazı
doğru
tedbirlerin
sürülüp,
kötü
koşullara
zorlanması ise dünyada birtakım tepkiler
üzerine
Kırım
Türklerine
Osmanlı-Rus ve
günümüz
yapılan
Savaşı
toplu
bir
göçün harekete
Türkiye'sinin
duvarına
2) Unutulmayan Acı: Balkan Harbi
doğurdu. İngiltere, hadiseye “Çerkesya gitti,
Balkanlar, nüfussal yapısı itibariyle farklı etnik
Çerkesleri
düşüncesiyle
grupların ve inançların birarada yaşadığı bir
yaklaşıyordu. 5 Rus Tarihçisi Feltsin ise konuyla
coğrafyadır ve Fransız İhtilâli’nin etkisiyle
ilgili
birlikte artan milliyetçi akımlar dolayısıyla
olarak
koruyalım” şöyle
yazmaktadır:
“Savaş
acımasızca sürüyordu. Çerkes köyleri top
Osmanlı
ateşleriyle yakılıp yıkılıyor, ekin tarlaları imha
başlangıcını oluşturmuştur. Aynı zamanda
edilip atların ayakları altında çiğneniyor,
yitirilen toprakların, devletin merkezi bölgesi
insanlar öldürülüyor aman dileyenler yüksek
olması,
yörelerden kovuluyor, diğerleri ise Türkiye’ye
göstermektedir.
gönderilmek
kenarına
döneminden itibaren haritalara bakıldığında;
sürülüyorlar.” 1865’ten sonra ise göçler,
Selânik, Manastır ve Üsküp gibi şehirlerin;
topluluklar halinden çok küçük gruplar şeklinde
Adana, Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi
devam etmiştir. Böylece 700.000’e ulaşan bu
kentlerden çok daha önce Osmanlı olması,
üzere
deniz
muhâcirlere %25-30 civarındaki ölü sayısı ile
Devleti
yaşanan
için
gerçekten
acının Fatih
sonun
büyüklüğünü
Sultan
Mehmet
Balkan
Göçleri’nin
siyasal
ve
toplumsal
etkilerinin anlaşılması için önemlidir. 1877-1878
Osmanlı-Rus
değişmeyeceğini belirtmişlerdir. Buna karşın
Savaşı’nda,
Rus
orduları Yeşilköy’e (Ayastefanos) kadar gelmiş ve
“zafer”
kazanmıştı.
Ayastefanos
Antlaşması’nı da imza ettirerek savaşın galibi olmuştu fakat hastalıktan kırılan ordunun arkadan destek sağlaması ise çok zordu. Ayrıca, bu antlaşma ile birlikte Balkanlar üzerinde önemli güç konumuna gelen Rusya’ya tepki, Batılı devletlerden gelmiş ve aynı yıl Berlin Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı Devleti, bu antlaşma ile Karlofça Antlaşması’ndan sonra ikinci
büyük
toprak
kaybını
yaşamıştır.
Dolayısıyla, Balkanlar’da iyice küçülen Osmanlı Devleti’ne karşı Bulgar, Sırp ve Yunan çeteleri, Osmanlı’nın elde kalan son topraklarını da almak istemişlerdir. Kaybedilen topraklarda kalan Türkler ise baskı altında kalmış ve yoğun mücadeleler vermiştir fakat özellikle Sırpların yoğun saldırıları yüzünden güvenli sayılan Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Balkanlar’daki milletlerin hepsi Makedonya’yı istiyordu
ve
bu
durum
da
Osmanlı’yı
Avrupa’dan tamamen atmak için büyük bir fırsattı. Savaş öncesi taraflara bakıldığı zaman, bir yanda milliyetçilik akımlarıyla psikolojik üstünlüğü ele geçiren ve ulus devlet kurma yolunda ilerleyen Balkan orduları varken; diğer yanda uzun süren savaşlarda yorulan ve ordusu “ittihatçı-itilafçı” diye ikiye bölünen bir devlet vardı.
Taraflar
oluşmasına
arasında
rağmen,
böyle büyük
tahmin ettiğinden, savaş başlarken statükonun
bir
fark
devletler,
Osmanlı’nın yine de savaşı kazanabileceğini
Balkan
orduları,
savaşmak
için
oldukça
istekliydi. O derece motive olmuşlardı ki, 4,3 milyonluk Bulgaristan bile savaşın başında Rumeli’deki Osmanlı 1. ve 2. Orduları’nın toplamından daha fazla asker çıkardı. Osmanlı Devleti’nin seferber edebildiği 303.000 askere, iyi yetiştirilmiş 350.000 kişilik bir kuvvetle hücum etti. Buna 110.000’den fazla Yunan askeri, 35.000 Karadağlı ve 230.000 Sırp askeri de eklenince, Balkan kuvvetleri 725.000’e ulaştı.
8
başlayan
Dolayısıyla, 22 Ekim 1912’de fiilen savaşın
Osmanlı
tarafından
30
Ekim’de kaybedilmesi kaçınılmaz oldu. Yani, bir haftada 550 senelik Rumeli, Osmanlı’nın elinden çıkmış oldu. Balkan Devletleri’nin kazandıkları
toprakları,
kendi
aralarında
paylaşamamasından dolayı tekrar savaş çıkmış, bu durumu fırsat bilen Osmanlılar ise 1913 Temmuz’unda Edirne’yi geri aldı. Sonuç olarak, 93 Harbi ile başlayan göç, yüzyılın sonuna dek 1 milyonun üzerinde Müslüman göç etmek zorunda kalmıştır. Yalnızca 1912 Kasım’ından 1913 ortasına kadar Anadolu’ya Trakya’dan 200 bin, Makedonya’dan da 240 bin olmak üzere toplam 440 bin göçmen geldi. Toplam rakamları 600 bin civarında olduğu sanılıyor. 9 Göç, öyle bir hal almıştı ki yalın ayak İstanbul’a girenler ve buldukları boşluğa sığınmaya çalışan göçmenler her yerdeydiler. Halit Ziya Uşaklıgil’in “Kırk Yıl” adlı eseri de bu olayın
etkilerini
içermektedir.
Birleşik
Devletler’de yayınlanan 1914 tarihli Carnegie
Raporu, göç edenlerin ayrıntılı incelemesini
yaşayan
yaparak bunun toplumsal sorunlarına da yer
unuttukları, hâkim topluluk dili olan Türkçe’yi
vermiştir.
10
Balkan Savaşları’ndan sonra
Ermenilerin
kendi
millî
dillerini
öğrendikleri Ermeni araştırmacılar tarafından
Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında nüfus
da
mübadelesi yapılmış fakat istenen seviyede
benimsemiş bu insanlara Türkophile, yani Türk
olmamıştır. 1923 yılında da Türkiye ile
dostu, Türkleri seven Ermeni denilmiştir.
Yunanistan arasında aynı değişim yapılmıştır.
Mimari
1.Dünya Savaşı sonrasında Yunanistan ile
saraylarından ve müzelerinden birisi olan
Bulgaristan arasında da bu uygulanmıştır.
Dolmabahçe Sarayı, Balyan Karabet adlı bir
Genel olarak bakıldığında ise Osmanlı Devleti,
Ermeni
yüzyıllardır sahibi olduğu vatan toprağından
Nusretiye Camii, Balyan Kirkor, Bayezit de
ayrıldığında geride tebaasını bırakmış ve
üniversite
Müslüman-Türklere yönelik saldırılar artmakla
Senekerim, Beşiktaş’ta Ihlamur Kasrı, Küçük su
kalmamış,
kasrı, Dolmabahçe Saat kulesi, Yıldız Sarayı
katliam
denilecek
boyutlara
ulaşmıştır.
kabul
edilmektedir.
alanında:
Türk
İstanbul’un
sanatkârın içindeki
eseridir. yangın
kültürünü
en
güzel
Tophanedeki kulesi
Balyan
bahçesinde Malta köşkü Balyan Nikoğus’un eseridir. Musiki dalında: Ünlü Türk bestekârı
3) Asırlık Mesele: Ermeni Tehciri
Hacı Arif Beyin talebesi olan Ermeni asıllı Bîmen
Günümüzde büyük tartışmalara yol açan
Şen (1873-1943) Türk musikisinin en güçlü
“Ermeni
sanatkârlarından birisi olmuş ve yüzlerce şarkı
Tehciri”nin
anlaşılabilmesi
için
konunun siyasetçilerden arındırılıp, tarihçilere
bestelemiştir.
bırakılması
değişimin
İstanbul’da Ermeni sanatkârları 1810’dan sonra
gerçekleşmesi için geç kalındığı, çoğu ülkede
tiyatro çalışmalarına başlamışlar, bazen zengin
çıkan kanunların içeriğinden anlaşılmaktadır.
Ermenilerin
Konunun uluslararası alanda da kavranabilmesi
okulunda, 1861’den sonra da Beyoğlu’ndaki
için öncelikle Ermeni Meselesi’nin ortaya çıkışı,
Şark tiyatrosunda temsiller vermişlerdir. 1870
tehcir kanunu ve uygulanışı, nüfus sayımlarına
tarihinde Ermeni sanatkârlar, Türkçe tiyatro
bağlı olarak elde edilen istatistikler ve diğer
eserleri
devletler
Üsküdar’da Bağlarbaşı’nda, Beyoğlu’nda ve
gerekirdi
tarafından
fakat
bu
hazırlanan
raporların
karşılaştırılarak incelenmesi gerekmektedir. Prof. Dr. Nejat Göyünç’ün “Osmanlı İdaresinde Ermeniler” adlı eserinde Ermenilerin Türk kültürüne
yaptıkları
katkıları
şöyle
sıralamaktadır: “Edebiyat dalında: Anadolu’da Türklerin
çoğunlukta
olduğu
bölgelerde
Sahne
evinde,
oynamak
sanatlarında
bazen
üzere,
bir
ise;
Ermeni
Gedikpaşa’da,
Tophane’de açacakları tiyatrolar için devletten müsaade almışlardır.
11
Anlaşıldığı üzere,
Ermenilerin Osmanlı sosyal hayatı içinde önemli bir yere sahip olduğu ve Türk kültürüyle iç içe yaşadığı görülmektedir. Bu etkinin ise sadece
sosyal
yapı
ile
sınırlı
kaldığını
söylememiz ise yanlış olacaktır. Osmanlı
İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın sonunda Ermeni
toplantı yapılmıştır. Buna mukabil Ermeniler,
azınlıktan 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi,
Ruslardan aldıkları talimat üzerine hazırlıklarını
11
profesör
tamamlayarak, Kayseri’de 1914 Ocağında,
Bütün bunlardan dolayı,
Zeytun’da 1914 Ağustosunda, Erzurum’da
konsolos,
29
bulunmaktaydı. Ermenilere
paşa
12
ve 11
yaptıkları
hizmetten
ve
1914 Ekiminde sabotaj ve tedhiş hareketlerine 14
Bunlara bir de Sarıkamış
dostluklarından dolayı da “Millet-i Sadıka”
başlamışlardı.
denilmiştir.
faciasından sonra 1915 Ocak’ta Bitlis, Kayseri
Ermeni Meselesi’nin ortaya çıkışının birçok nedeni
vardır,
bunlar
şöyle
sıralanabilir:
Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan Avrupa Devletleri’nin
Ermenileri
kışkırtması,
1820’lerde bağımsızlığını kazanan Yunanistan ile birlikte imparatorlukta artan milliyetçi akımlar ve Ermeni Patrikliği ile birlikte açılan misyoner
okulların
faaliyetleri,
Ermenileri
etkilemiştir. Osmanlı Devleti ise bu süre zarfında 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları ile vatandaşları arasında ayrım yapmaksızın
eşitlik
arttırmıştır.
Bununla
sağlamış,
özgürlükleri
yetinmeyen
Osmanlı
Devleti, 29 Mart 1863’de “Ermeni Milleti Nizamnamesi” ni neşrederek bu halkın eğitim, kültür, din ve cemaat işlerini kendilerinin halletmeleri hususunda tanıdığı haklar, bir nev’i muhtar idare tarzını andırıyordu.
13
Buna
rağmen, Osmanlı Devleti üzerinde Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları temel gösterilerek Ermenilerin
yaşadıkları
bölgelerde
ıslahat
yapılmasına dair baskılar artmıştır.
ve Nisan’da Muş, Sivas, Diyarbakır ve Van’da isyan etmeleri üzerine Osmanlı Devleti, hem cephe gerisini sağlama almak hem de Ermeni vatandaşların can güvenliğini korumak için “Tehcir
Kanunu”nu
çıkarmıştır.
Kanun
çıkmadan önce ise İçişleri Bakanı Talât Paşa ile Milli Savunma Bakanı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa, Ermeni ileri gelenlerini ve Ermeni Patriği’ni
uyarmışlardır.
Genelkurmay
Başkanlığı İçişleri Bakanlığına bir yazı yazarak Türkiye’deki
ihtilâlci
Ermeni
komitelerinin
faaliyetlerinin yasaklanmasını ve merkezlerinin kapatılmasını istedi. 15 24 Nisan 1915’te İçişleri Bakanlığı bu talimatın gereğini yerine getirmiş, İstanbul’da yaşayan 77 735 Ermeniyi isyana teşvik eden 2345 militan Ermeni komiteciyi tutuklatmıştır. 16 Bugün bahsi geçen ve her 24 Nisan’da tartışılan konunun aslını bu olay oluşturmaktadır ve “Tehcir Kanunu” ile de bir bağlantısı
bulunmamaktadır.
Nitekim,
Mısır’daki İngiliz Askerî Ofisi’ne Dedeağaç üzerinden ulaşan bir bilgiye göre, “24 Nisan 1915 gecesi üç Ermeni din görevlisi, Ermeni
Osmanlı Devleti’nin 28 Ekim 1914’te savaşa
gazetesi Puzantion’un sahibi de aralarında
girmesi ile birlikte Ermeniler ile ilgili ıslahat
olmak üzere toplam 1800 Ermeni yakalanmıştır
antlaşmasını fesh etmiş ve savaş başlamadan
ve
önce
Tutuklananların 500’ü Taşnak, 500’ü Hınçak ve
de
İstanbul’da
Ermenilerin
ileri
gelenleriyle savaş sırasındaki durum hakkında
kalanlar
Ankara’ya da
Ramgavar
gönderileceklerdir. partizanlarıdır”
denilmektedir.
17
26 Mayıs 1915 tarihinde
olarak
toplam
1.140.563’dür.
Protestan
İçişleri Bakanlığı’na gönderilen talimatta ise
Ermeniler kaydedilmemekle beraber toplam
Ermenilerin
Protestan
Doğu
Anadolu
illerinden
sayısının
53.880
olduğu
Diyarbakır’ın güneyine Urfa ve Süleymaniye
bilinmektedir.
yakınlarına göç ettirilmesi kararlaştırılmış ve
eklenmesiyle
bunun uygulanması kısmında ise demografik,
ulaşmaktadır.
ekonomik ve sosyal yapıya dikkat edilmiştir.
Ermeni nüfusu, Protestan ve Katolik Ermeniler
Belgeler ve raporlar incelendiğinde birçoğunun birbiriyle uyuşmadığı ve aralarında uçurum denecek kadar fark olduğu görülmektedir. Anadolu’daki son grupların göç etmesiyle de ortaya bazı rakamlar çıkmaktadır. Adana’daki kalan
nüfusun
da
sevkedilenlerin
nakledilmesiyle
toplamı
438.758,
Halep’tekilerle birlikte iskân sahasına varan nüfus ise 382.148’dir.
18
Fakat göç sırasında
gerek kafilelere saldırılar olsun gerekse de salgın hastalıklar olsun can kayıpları meydana gelmiştir. Bu saldırıların da arka planına bakıldığı
zaman,
93
Harbi’nden
sonra
2.Abdülhamit tarafından bölgede güvenliği sağlamak için Kürt aşiretlerinden kurulan Hamidiye Alayları görülmektedir ama bunun nedeni de Kürt aşiretlerine önceden yapılan Ermeni saldırıları olmuştur. Osmanlı Devleti ise bunun üzerine bir tedbir almış ve kararın 21.maddesinde de göç edenlere yolculuk sırasında saldırı yapanları Askerî Mahkeme’ye göndereceğini belirtmiştir. Nüfus konusundaki çalışmalarda aynı şekilde farklılıklar göze çarpmaktadır fakat birbirine yakın sayıda sonuç veren araştırmalar da vardır. 1910/11 sayımına göre ise Ermeni nüfusu 1.050.513 Gregoryen ve 90.050 Katolik
Bütün Ermeni 19
Protestanların nüfusu
da
1.194.443’e
1914 sayımında ise, toplam
dahil 1.294.831 olarak tespit edilmektedir.
20
15 Kasım 1918 tarihinde Birleşik Devletler’den David Magie tarafından hazırlanan raporda, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermeni nüfus, 1.357.934 olarak belirtilmiştir. İngiliz elçisi James Watson Gerard ise Kasım 1922 tarihli raporunda 231.000’i Türkiye’de olmak üzere dünyada 3.004.000 Ermeni olduğunu yazmıştır. Bugünün Perdesinde Sahnelenen Dün Göç, tüm sosyal ve kültürel dinamikleriyle her zaman ve her yerde tarihi bir olgudur. Zira, farklı coğrafyaları farklı anlamlarla aynı potada eriten bir başka beşeri unsurun tahayyülü oldukça
güçtür.
Kategorilerle
anlatılması/anlaşılması kısmen mümkün olan “göç”ü periyodik olarak ve olay bazında değerlendirmek gerekir. Başka bir deyişle, her bir göç, diğer bütün göç ve göç dalgalarının sahip olduğu tipik özelliklerin yanı sıra kendine özgü atipik yönleri de barındırmakta; ardında yer alan siyasi, dini, etnik her tür toplumsal saikle tarihte farklı bir iz bırakmaktadır. Özetle, göç sui generis bir olgudur. Nefes aldığı her coğrafyada farklı sonuçlar doğuran göç, Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü iklimde de şüphesiz çeşitli açılımlarda
kendini göstermektedir. Nitekim, günümüzde etkilerini
çok
yakından
hissettiğimiz
Ukrayna’daki siyasi kriz ve Kırım meselesinde yaşanan etnik sorun; olimpiyatlarla bir kez daha gün yüzüne çıkan gerçekleriyle Soçi; daha kaç parçaya bölüneceği meçhul olan Balkanlar ve 100.yılını idrak ettiğimiz, kimilerine göre “soykırım”, kimilerine göre “Ermeni Tehciri” ve kimilerine göre de bir “sorun” olan Ermeni göçü.
REFERANSLAR 1) Taylan Akkoyun, Göç ve Değişme, İstanbul, 1979, s. 23. 2) Türk Ansiklopedisi, Cilt XVII, ; 459. 3) Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), -İkinci BaskıAnkara: Türk Tarih Kurumu, 2010, s.
Sonuç olarak, geçmişte yaşanan birçok olay
81.
bugünü etkilemektedir. Beyin göçü gibi ögeler,
4) Karpat, Ottoman Population, s. 67.
ülkemize önemli katkılar sağlamıştır. Örneğin,
5) “Papers Respecting. Accounts and
ülkemizin önemli tarihçilerinden Halil İnalcık ve
Papers, s. 4 (No:7)
ailelerin
6) Shaw, Stanford J. –Shaw, Ezel Kural,
çocuklarıyken; bir diğer değerli tarihçimiz
Osmanlı İmparatorluğu ve Modern
Kemal Karpat ise Dobruca doğumludur. Olumlu
Türkiye, II.Cilt, İstanbul 1983, s. 153.
İlber
Ortaylı,
Kırım
göçmeni
yanlarının yanı sıra siyasi krizlere de yol
7) Kemal
H.Karpat,
Osmanlı
Nüfusu
açmıştır. Yukarıdaki bahislerimiz ışığında, her
(1830-1914) Demografik ve Sosyal
göçün gömülü çeşitli anlamlar içerdiği siyasi;
Özellikleri,
dini; etnik güdüler; olumlu ve olumsuz yansıları
Çeviren: Bahar Tırnakçı, Tarih Vakfı
vardır. M. Kemal Atatürk’ün söylediği gibi:
Yurt Yayınları, İstanbul, 2003, s. 15-16.
“Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı
8) Mehmet Tanju Akad, “550 senelik
savaşlarda en geriye kalanlar, yani "Düşmanla
Rumeli 1 haftada kaybedildi”, NTV
sonuna kadar dövüşenler" çekilen ordunun
Tarih, Sayı 45, Ekim 2012, s. 30.
ri'cat hatlarını sağlamak için kendilerini feda
9) Mehmet Tanju Akad, a.g.e., s. 34.
edenler
kaçmak,
10) International Commission to Inquire
çekilmek nedir bilmeyenlerdir. Muhacirler
into the Causes and Conduct of the
kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır”.
Balkan Wars; Carnegie Endowment for
ve
düşman
karşısında
International
Peace.
Intercourse
and
Division
of
Education,
https://archive.org/details/reportofint ernat00inteuoft 17.05.2014]
[Alıntı
Tarihi:
11) Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe yay., İstanbul 1983, s.69-75. 12) Hasan Celal Güzel, “Ermeni soykırımı yoktur, Türk Milleti’ne yapılan katliam vardır”, (25.04.2014),http://www.sabah.com.tr /Yazarlar/guzel/2014/04/25/ermenisoykirimi-yoktur-turk-milletine-yapilankatliam-vardir,
[Alıntı
Tarihi:
17.05.2014] 13) Benjamin Braude and Bernard Lewis (eds), Christians and Jews in the Ottoman Empire. The Junctioning of a Plural Society, vol.1, New York 1982, s. 25; Uras, a.g.e., s. 156-171. 14) Mehmet Saray, Ermenistan ve Türk Ermeni İlişkileri, s. 53. 15) Belgelerle Ermeni Sorunu, ATASE Yay., Ankara 1983., s. 223. 16) Süslü, Azmi., Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara 1990. S. 134; Belgelerle Ermeni Sorunu, s. 223; Uras, a.g.e., s. 612. 17) UK ARCHIEVES, WO157/691/9: İngiliz Karargâhı Askeri İstihbarat Bülteni, 5 Mayıs 1915, Kahire. 18) Ermeniler: Sürgün ve Göç/ Hikmet Özdemir… [ve başk.]. -4.bsk.- Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2010, s. 92. 19) Stanford J. Shaw, “The Ottoman Census System and Population, 18311914”, International Journal of Middle Eastern Studies, No. 3, (September, 1978), s. 13.
20) Karpat, Ottoman Population, s. 189.
içinde en fazla oy almış olarak kazanan ilk isim
HERKESİ ŞAŞIRTAN ADAM: DONALD TRUMP
Son derece tartışmalı geçen seçim öncesi
Ahmet Duhan Kol
aslında Demokrat aday Hillary Clinton’un her
ahmetduhankol@gmail.com
halükarda kazanacağının sinyallerini veriyordu.
olsa da partinin başkan adayı olmayı başardı i.
En azından neredeyse tüm anketler böyle söylüyordu ve ABD seçimlerinde bu anketlere genelde güvenilir. Ancak tüm hesaplama ve tahminler boşa çıktı. Trump tüm o sivri dilli açıklamalara
rağmen
kağıt
üzerinde
kendisinden kat be kat daha fazla deneyimi olan rakibi Clinton’a seçici meclis(electoral collage)’te fark attı(306 ya 232). Öyle veya böyle seçim öncesinde Donald John Trump. Bu ismi 2016
yaşananlar seçim öncesinde kaldı. Şimdi asıl
yılından sonra gerek sosyal medyada, gerek
soru ‘’bundan sonra ne olacak?’’ Her şeyden
televizyonlarda, gerek gazete ve dergilerde sık
önce bilmemiz gerekiyor ki Trump bir iş adamı.
sık duyacağız. Sebebi ise sadece ABD başkanı
Yani kafası ticarete yatkın. Hem de öyle al
olması değil; öngörülemeyen bir başkan
gülüm ver gülüm ticareti değil, baya baya
olması. Ekonomi ile yakından bir bağınız varsa
uluslararası ticaret. Bir adama boşuna ‘’Emlak
veyahut ekonomi haberlerini takip ediyorsanız
Kralı’’ demezler. Başkan Trump, dünyaya ev
zaten
Pardon
satan büyük bir tüccar. Bu demek değildir ki
Başkan Trump diyeceğiz artık. Çünkü 8 Kasım
alır, satar bir şekilde geçindirir ülkeyi. Olaya
2016’da her ne kadar rakibinden az oy alsa da
biraz daha derinden baktığımızda çıkan tablo
oyunun kuralı gereği fazla koltuk avantajı ile
sizi de şaşırtacak cinsten. Önceki başkanları ele
beyaz
Başkan
alacak olursak, evet bir çoğu tahsilli, yol
Trump(kendisi orada yaşamayı çok istemese
yordam bilen kişilerdi ama ABD’nin ihtiyaç
de). Başkan Trump adaylığını açıkladığında
duyduğu bilgiye sahipler miydi? Aslında cevap
çoğu kişi bunu gülerek karşıladı. Televizyon
kulaklarımızda çınlar gibi oldu; ’’ekonomi’’.
programlarında dalga geçildi. İlk anketler
Başkan Trump diğer başkanların aksine dünya
açıklandığında da oldukça gerideydi. Trump,
ekonomisine
Cumhuriyetçi
danışmanlarına
partinin
Trump’ı
duymuşsunuzdur.
sarayın
yolunu
Partinin
kuruluşundan
tuttu
başkan beri
adaylığını,
daha
hakim.
sormadan
Olan
bile
biteni
anlayabilir,
delege
yorumlayabilir ve çıkarımlar yapabilir. Yani
çoğunluğunun oyu ile değil sadece adaylar
ekonomik olarak Trump’ı kandırmak veya ona
yalan söylemek pek mümkün olmayacak gibi
yaşadık.
duruyor.
otomotiv
Ortadoğu’da hem Asya’da hem de Avrupa’da
devlerine yaptığı siyasi baskı ile Amerikan
sık sık gerilime bazen savaşa bazen de barışa
ekonomisine
eden
sebep olagelmiştir. Zaten 750 milyar $’lık bir
yavaş
askeri harcaması olan bir devletin dünyaya
şekillenmeye başlayan kabinesine baktığımızda
sözünü geçirmesi değil geçirmemesi abeste
ise
kurulduğunu
olurdu. Yeni dönemde yeni başkanın bahsi
söyleyebiliriz. Bundan sonrası için Trump
geçen bölgelerle ilgili izleyeceği politika şuan
kabinesinde dünya büyük ve aç bir pazar
herkes için merak konusu. Lakin şunu biliyoruz
demek yanlış olmaz. Uzun yıllardır savaş
ki Başkan Trump ABD ordusunun yaptığı
ekonomisi ile beslenen ABD bundan sonrası
harcamalardan oldukça şikâyetçi. Ekonomideki
için daha büyük ticari girişimlerin bulunduğu ve
deliğin ordu harcamalarından kaynaklandığını
daha çok iş daha çok para diyen bir başkanlık
sert bir dille her fırsatta belirtiyor. Bu öğe ele
makamına sahip. Günümüze kadar ki süreçte
alınarak denilebilir ki; Trump askeri değil
dünya
ekonomik bir silahşor.
Şimdiden
ekonomistler iş
katkı
bazı
büyük
yaptığını
mevcut.
adamları
üzerinde
Yavaş
kabinesi
bir
iddia
savaş
ve
korku
hegemonyası kuran ABD, Başkan Trump döneminde bunu ekonomik üstünlük veya ekonomik hegemonya ya çevirebilmesi hiçte uzak bir ihtimal değil.
ABD’nin
Başkan
siyasi
Trump’ın
nüfusu
açıklamaları
hem
ile
göreve gelmeden bile bazı krizlere yol açacak söylemleri de yok değil. Örneğin İran ile yapılan nükleer anlaşması. Başkan Trump bu anlaşma
Ekonomi başlığı ABD için şuan da
için ‘’tarihin en kötü anlaşması’’ ii demişti. İran
hayati öneme sahip olsa da, alınan miras dış
lideri Hasan Ruhani ise cevaben; ‘’ Çok fazla şey
politika ve siyaseti bir kenara bırakarak
yapmak istiyor fakat yaptıklarının hiçbiri bizi
yönetilecek bir miras değildir. Bunca yıllık
etkilemeyecek. Sizce ABD Kapsamlı Ortak Eylem
birikim ve donanımı Başkan Trump’ta bir
Planı'nı yok edebilir mi? Sizce biz buna izin verir
kenara koymayacaktır. Fakat bunun nasıl
miyiz, milletimiz izin verir mi?’’ iiidiyerek kesin
yönetileceği ve alınacak sonuçlar açısından
ve net tavrını ortaya koydu. Eğer işler kızışırsa
hem Trump’ın ikinci dönem adaylığı hem de
ABD, Trump gibi sivri dilli bir başkan yerine
ABD ekonomisinin gidişatı açısından fevkalade
daha mütevazı olan Obama gibi bir başkanı
önem taşımaktadır. ABD ekonomisinin seyri ise
mumla arar hale gelir. Ortadoğu’nun hali
dünya ekonomisinin seyri için hayati önem
hazırda
taşımaktadır. Halk arasında aşina olduğumuz
IŞID/DAEŞ terör örgütü ile ilgili olarak verdiği
bir söz vardır; ‘’Amerika hapşırsa, Avrupa nezle
demeçlerde
olur’’. Bu sözün ne kadar geçek olduğunu en
gördüğümüz Başkan Trump; ‘’asıl sorunumuz
yakın olarak 2008 yılında hep birlikte gördük ve
Esad değiş Işıd’dir’’ iv diyerek şimdiye kadar hep
kanayan ise
bir faklı
başka
yarası
yönlere
olan
baktığını
Esad yanlısı olan ABD yönetiminden çok farklı
yabancı sivil toplum örgütlerine devletin mali
bir şekilde değerlendirme yaptığını ortaya
desteğinin kesilmesini öngören iki karara daha
koydu. Başkanlık makamına oturduğu ilk gün
imza
‘’Obamacare’’
Ticaret
gerçekleştirdiği ziyarette konuşan ABD Başkanı
Anlaşması’’nı iptal eden Trump;’’ Amerikan
Donald Trump, aylardır Amerikan kamuoyunda
Rüyasını Yeniden İnşa Edeceğiz’’ diyerek seçim
tartışılan "Meksika sınırına duvar örülmesi" ile
vaatlerinin aksine bir başkan olmayacağını
ilgili başkanlık kararnamesine imza attığını
göstermeye çalıştı. Özellikle Trans Pasifik
açıkladı. ABD-Meksika sınırına örülecek duvarla
Anlaşmasını iptal etmesi bir çok ekonomist
yasa dışı göçmenlerin, insan kaçakçılığının ve
tarafından şiddetle eleştirildi. Çin’in Asya
uyuşturucu ticaretinin önüne geçilmesinin
Pasifikteki etkinliğini kırmayı amaçlayan bu
hedeflendiğini
anlaşma, şuan Çin’i bölgede ticaret alanında en
bugünden itibaren sınırlarının kontrolünü geri
şanlı konuma getirmiş durumda. Asya Pasifik’e
alıyor" ifadelerini kullandı vii. Yaklaşık 3 bin 200
kıyısı olan 11 ülke ile yapılması planlanmış olan
kilometre
anlaşmanın iptali dünyanın en büyük ikinci
duvarın inşasıyla ilgili bütçenin öncelikle
ekonomisi olan Çin’i Amerika ile olan ekonomi
federal hükümet tarafından karşılanacağını
yarışında bir adım öne taşıyacağından şüphe
söyleyen
yok. Washington'daki Center for the National
hükümetinden tahsil edileceğini tekrar söyledi.
Interest adlı düşünce kuruluşunun başkanı
Karar hali hazırda tüm dünyada tepki ile
Harry Kazianis, Japonya ve diğer Asya-Pasifik
karşılaşmış olsa da Amerika ve Meksika
ülkelerinde kaygı yaratan TPP karşıtlığı ile ilgili
arasındaki bağların daha da gerileceği Meksika
"Trump'ın
güven
başkanı Enrique Pena Nieto’nun Çarşamba
vermek için başka yollar bulması gerekecek"
akşamı televizyonda yayımlanan konuşmasında
dedi v .
Anlaşma iptali konusunda hiç hız
Trump’ın hamlesini kınamasıyla kesinleşmiş
kesmeyeceğinin sinyallerini veren Trump 22
oldu. Ülkesinin duvar için para ödemeye niyeti
yıldır yürürlükte olan Kuzey Amerika Serbest
olmadığını tekrarlayan Nieto, Salı günü Beyaz
Ticaret
müzakere
Saray’da Trump’la görüşmesi içinse “ABD’nin
etmek üzere Kanada Başbakanı Justin Trudeau
duvar örülmesini devam ettirme yönündeki
ve Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto
kararını esefle karşılıyor ve kınıyorum. Yıllardır
ile bir araya gelmesi planlanıyor.
bu duvar bizi birleştirmektense bölüyor.
ve
Asya'daki
‘’Trans
Pasifik
müttefiklerine
Anlaşması(NAFTA)’yı
Ancak
Trump
da
sadece
iptalleri
imzalamıyor. ABD'nin yeni başkanı, 23 Ocak günü ayrıca kamu sektöründe memur alımının dondurulmasını
ve
kürtaja
destek
veren
attı
vi
ve
İç
Güvenlik
belirten
uzunluğunda
Trump,
bu
Bakanlığı'na
Trump,
olması
paranın
"Amerika,
öngörülen
Meksika
Meksika duvarlara inanmıyor. Daha önce de söylediğim gibi, herhangi bir duvar için para ödemeyeceğiz” dedi viii. Başkan Trump’in inadı ‘’ödeyeceksiniz’’ diye devam ederse Meksika ile olan diplomatik ilişkilerde sarpa sarabilir.
Amerika’nın
yıllardır
süregelen
Meksika
üretim bazında dünyanın fabrikası haline gelen
uyuşturucu kartelleri ile olan mücadelesi
Çin, ekonomi kozu ile hem Amerika’ya hem de
Trump’ın başkanlık döneminde artık doğrudan
dünya ya meydan okuyor. İşte bu meydan
olarak Meksika hükümeti ile mücadeleye
okumaya en açık şekilde ABD başkanı Donald
dönüşebilir. Kuruluş yıllarından beri Amerika
Trump karışık veriyor. Bakalım Trump’tan
Birleşik Devletleri dünyanın en sıkı güvenlik
cesaret alabilen bir Avrupa devleti çıkacak mı?
önlemleri alınmış sınırı ile(Meksika Sınırı) en
Öte yandan Trump’a göre anlamsızlaşmış olan
kontrolsüz en güvenliksiz sınırı(Kanada Sınırı)
NATO’da ABD tarafından müzakere edileceğe
arasında bir bocalama yaşıyor. Bu bocalama
benziyor. Eğer Trump NATO’yu pasifleştirip,
Trump’ın
dünya kamuoyunda itibarını sarsmaya devam
başkanlık
döneminde
iyice
hissedileceğe benziyor.
ederse muhtemelen Avrupa, Rusya karşısında
Dış politikada ise ekonomi temelli olarak baş düşmanı Çin olan Trump, yönünü tamamen Asya Pasifik’e çevirdi diyebiliriz. Çin mallarına büyük bir vergi uygulayacağını defalarca
dile
getiren
Trump,
üretimi
Amerika’da yaptırmak için elinden geleni yapacak ve tüm yaptırım kozlarını oynayacak. Başkan Trump’a göre, küreselleşme süreci sermaye
transferi
nedeniyle
Amerikan
ekonomisinin altını oyarken, Çin’in gücüne güç katıyor. Çin elde ettiği bu avantajı askeri gücünü artırmak ve bölgesel hegemonyasını tesis etmek için kullanıyor ix. Aslına bakarsak son yıllardaki ekonomik büyümesini altı yapı ve silah
ticareti,
harcayan
Çin,
üretimi Trump’ın
ve
geliştirmesine
öngörülerini
ve
tahminlerini bir bir çıkarmaya başlayacak gibi duruyor. Uzun yıllardır nüfus politikaları ve haklın temel ihtiyaçlarının giderilmesi ile uğraşan Çin, artık iç düzenini oturtmuş(ya da öyle gösteriyor) ve dış politika yapacak, hakimiyet gösterecek, hegemonya inşa edecek duruma geldi. Direkt olarak satışını yapmasa da
güvenliğini sağlayabilmek için yeni yollar aramaya başlayabilir. Avrupa ile ilgili en kötü senaryo ise olası bir ABD-Rusya yakınlaşması. Başkan Trump’ın seçilmesinin hemen akabinde ise 35 Rus diplomatının Başkanlık seçimlerinde seçime müdahale etmesi gerekçesi ile ABD’de ‘’Persona non Grata’’ (istenmeyen adam) ilan edilmesi x , tüm ABD-Rus işbirliğini
ilk başta
darmadağın edecek gibi görünse de, Rusya Federasyonu
Başkanı
Vladimir
Putin’in
Rusya’daki Amerikalı diplomatları ‘’Persona non Grata’’ ilan etmeyeceğini açıklaması üzerine, Trump ‘’onun zeki biri olduğunu başından beri biliyordum’’ xi diyerek tüm korkuları bertaraf etti. Trump vizyonunda Çin’den hemen sonraki düşman, “radikal İslam.” Kendisine İslam’ı doğrudan hedef almaması gerektiği söylenince Trump “sorunun adını doğru koymazsanız onunla
baş
edemezsiniz”
diyor.
Göreve
başlama konuşmasında da “radikal İslami terörizmi” yeryüzünden silmeyi vadetti. Trump bu sorunla baş etmek için okunmasını tavsiye ettiği kitabın yazarını kendisine Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atadı. Michael Flynn bu
kitabında
doğrudan
İslam’ı
hedefleyen
Trump’ın pek de sağı solu belli bir başkan
düşüncelerini ifade ediyor; İslam’ı bir “siyasi
olmaması.
ideoloji” ve “kanser” olarak tarif ediyor.
yüzümüze vururcasına Reagan’dan daha ilgisiz,
Trump’ın ve göreve getirdiği ekibin doğrudan
Clinton’dan daha yumuşak, W. Bush’tan daha
İslam dinine atıfta bulunan bu söylemi şimdiye
sert bir başkan olabilir. İslâm ve Çin konusunda
kadar Bush dahil hiçbir Amerikan başkanı
birden bire kendisinin de radikalleşmemesi
tarafından kullanılmamıştı. Bundan önceki
imkansız değil. Yani size dolar ile nişan almış bir
başkanlar
ABD
terörizmle
İslam’ı
ayıran
bir
Yukarıda
başkanı
yaptığımız
varken
tahminleri
birden
karşınızda
söylemle, terörizme karşı savaşın İslam’a karşı
Raptorları xiv görebilirsiniz. Tüm bunlar bir yana
değil
birisi
teröristlere
karşı
olduğunu
ifade
etmişlerdi xii.
Trump’ın
adresini
kapatmalı ve onu sosyal medyadan uzak
İç politikaya baktığımızda ise Trump çok şanslı diyebiliriz. Senato ve Temsilciler Meclisi arasındaki uzlaşmayı sağlamak genelde ABD başkanlarının en zor ve temel görevi olmuştur. Muhtemelen Başkan Trump bunun için fazla mesai yapmayacak. Çünkü seçim sonuçlarına
Başkan
göre
senatoda
51’e
47
tutmalı. Neden mi? Neredeyse hakkında yapılan tüm eleştirilere yanıt vermeye kalkan bir adam olan Trump, başkanlık makamına geçtiğinde bir önceki gecenin tv şovunda kendisine
yapılan
eleştiriyi
Twitter’den
kötülerken kapıda Rusya Başkanı Putin’in beklemesi pekte hoş sonuçlar çıkarmaz.
Cumhuriyetçiler, Temsilciler meclisinde ise 236’ya 192 yine Cumhuriyetçiler çoğunluktu xiii. Bu demek oluyor ki Başkan Trump yasa yaparken senato veya temsilciler meclisinde takılma konusunda çokta yorulmayacak. Trump’ın
liderliğindeki
ABD
yürüteceği büyük bir ihtimal. Bundan sonra ile
masaya
oturan
- http://amerikabulteni.com/2016/11/09/ongorulmeyen-birbaskan/ i
http://www.ydh.com.tr/HD14921_trump-vesuriye.html iii http://www.dw.com/tr/iran-trumpın-nükleeranlaşmayı-feshetmesine-izin-vermeyeceğiz/a36655668 ii
yönetiminin ticaret naraları atarak politika ABD
References:
devletlerin
diplomatlarının ekonomi bilmesi farz gibi gözüküyor. Çünkü Başkan Trump döneminde silahlar, bombalar ve mühimmatlardan çok ticari ilişkiler konuşulacak. Dünyayı silahla idare eden Amerika, dünya para ile idare edilebilir diyen bir başkanlar yoluna devam ediyor. Fakat ihtiyatlı olunması gereken konu ise Başkan
https://www.quora.com/How-is-Donald-Trump-planning-tosolve-ISIS-problem iv
v
http://www.businessht.com.tr/ekonomi/haber/13 66109-tpp-iptali-cine-yaradi vi http://www.dw.com/tr/trump-trans-pasifikortaklığından-çekildi/a-37245658 vii http://www.aljazeera.com.tr/haber/trumpmeksika-sinirina-duvar-insasini-onayladi viii http://www.aljazeera.com.tr/haber/trumpmeksika-sinirina-duvar-insasini-onayladi ix http://www.aljazeera.com.tr/gorus/trumpamerikan-dis-politikasini-degistirebilecek-mi
http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya38462117 xi https://twitter.com/realdonaldtrump xii http://www.aljazeera.com.tr/gorus/trumpamerikan-dis-politikasini-degistirebilecek-mi x
http://amerikabulteni.com/2016/11/09/beyaz-saray-senatove-temsilciler-meclisinin-ucu-de-cumhuriyetcilerin/ xiii
xiv
http://lockheedmartin.com/us/products/f22.html
uğraşırken, kimileri krizi ciddiye bile almamış,
ÇEVRE KRİZİ
başka konuları gündeminde tutmuştur.
Naz Ekin Çora
Gerek sosyal gerekse görsel veya işitsel
cora.eurosima@gmail.com
medyada tüm dünyada süregelen krizle ilgili birçok haber bulunabilir. Almanya’nın Berlin ve Bonn kentlerinden 30 farklı dilde yurtdışına radyo, TV ve internet üzerinden yayın yapan medya kuruluşu Deutsche Welle (kısaca DW)’in dünyanın yaşanılabilir bir yer olmaya devam etmesi için 5 sorun ve çözümünü yayınladı. DW’ye göre bu beş sorun gezegendeki insanlar
Günümüzde çevre krizi bir “felaket alarmı” olarak otoritelerin basın ve medya yoluyla bireylere aktarmaya çalıştığı, gerek gündelik yaşama gerekse ulusal meselelere ve uluslararası ilişkilere yansıyan boyutuyla her bireyin farkında olduğu giderek ciddileşen bir
ve diğer canlılar için yaşamı tehlikeye sokuyor, acilen çözülmesi gerekiyor. Bu sorunları şöyle sıralayabiliriz: hava kirliliği ve iklim değişikliği, ormanların tahrip edilmesi, türlerin soylarının tükenmesi, toprak degradasyonu ve aşırı nüfus artışı. 1
sorun, bir “felaket” haline gelmektedir. Her İlk olarak dünyadaki hava kirliliği ve
ülkenin en büyük sorunlarından biri olan bu kriz, küresel olması sebebiyle uluslararası boyutlara
iklim
ulaşmıştır. Günümüzde ülkeler küreselleşmenin
Öncelikle bu kirliliğe ve değişikliğe sebep olan
etkisiyle
dünya
etmenleri inceleyelim. Artan nüfus ve gelişen
pazarlarında rekabetin artması gibi konulardan
sanayi ile 19.yüzyıldan itibaren sürekli artış
birbirinden uzaklaşsa ve kutuplaşsa da çevre
gösteren fosil yakıt kullanımı, şehirleşme ve
krizi her ülkeyi aynı derecede ilgilendiren bir
ormanlık alanların tahribi ana sebepler olarak
konu
piyasaların
entegrasyonu,
değişikliğini
detaylı
inceleyebiliriz.
bu
konuda
alınabilir. Tüm bu sebepler doğal sera etkisini
olmaya
ihtiyaç
kuvvetlendirir, sera gazı emisyonlarını artırır,
duymaktadır. Yapılan anlaşmalarla, düzenlenen
küresel karbondioksit konsantrasyonlarını artırır
konferans ve kongrelerle birçok ülke bu konuda
ve dünyada sıcaklık artışına- başka bir deyişle ise
birlikte hareket etmeye başlamıştır. Kimi liderler
küresel ısınma- sebep olur. Meydana gelen iklim
çevre
değişikliklerinin
olduğu
örgütlenmeye,
krizini
için
ülkeler
birlik
önemseyip
çözümleri
için
atmosferdeki 1
(www.dw.com), Deutsche Welle. "Dünya'nın en büyük beş sorunu | YAŞAM | DW.COM | 15.10.2016." DW.COM.
etkilerini
yok
karbon
etmek
ve
dioksit
http://www.dw.com/tr/d%C3%BCnyan%C4%B1nen-b%C3%BCy%C3%BCk-be%C5%9F-sorunu/a36040525.
konsantrasyonlarındaki artışı normal seviyeye
azaltarak
getirmek emisyonlar durduktan ancak 1,000 yıl
gösterilebilir.
sonra
yılların
Devletleri Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (US
sonundan itibaren karbon ve sera gazı
National Aeronautics and Space Administration-
emisyonlarındaki artışa bağlı olarak dünya
NASA) ile Alman Hava ve Uzay Merkezi (German
gitgide daha çok ısınmış, her yıl bir öncekinden
Aerospace Center- Deutsches Zentrum für Luft-
daha sıcak olmuş ve küresel sıcaklık rekorları
und
mümkün
kırılmıştır.
2
olacaktır.
1980’li
üretim 5
sürecini
iyileştirmek
Öte yandan, Amerika Birleşik
Raumfahrt
e.V-
DLR)
tarafından
Yükselen Dünya ısısı ile deniz
Yerçekiminin Yeniden Yapılanması ve İklim
seviyesi yükselmekte, buzullar erimekte ve iklim
Deneyi kapsamında uzaya robot uydular
değişiklileri, değişkenli ve aşırı hava durumları
gönderilmektedir. Mart 2002’de başlatılan bu
görülmektedir. BBC’nin haberine göre Dünya
proje ile iklim değişiklikleri etkisiyle eriyen buz
Kaynakları
yapılan
kütlelerin yer değişimine paralel olarak değişen
araştırmada önümüzdeki 15 yılda dünya
yer çekimi kuvveti hakkında uzaydan global
çapında sellerden ve taşkınlardan etkilenen
bilimsel ölçümler yapılması amaçlanmaktadır.
insan sayısının şimdikinin 3 katına çıkacağı
Dünya ağırlık merkezinin değişimi ile küresel
öngörülüyor. Bu artışın en büyük sebepleri ise
boyutta jeolojik sarsıntıların ve depremlerin
iklim değişikliği ve hızlı nüfus artışı.3 Ne yazık ki
artması da incelenmektedir. 6
Enstitüsü’nce
(WRI)
kendi yaşadığı gezegendeki hava kirliliği ve iklim değişikliğine
sebep
olan
insanların ta kendisidir. olarak
fosil
yakıt
4
birincil
etmen
Bu soruna çözüm
kullanımını
azaltarak
yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını yaygınlaştırmak, ağaçlandırma yapmak, tarımda ve endüstriyel üretimde karbon emisyonlarını
2
Türkeş, Murat, Utku M. Sümer, ve Gönül Çetiner. "Küresel İklim Değişikliği ve Olası Etkileri." https://mgm.gov.tr/FILES/iklim/iklimetkileri.pdf. 3 "2030'da küresel düzeyde sellerin etkisi üç kat artacak BBC Türkçe." BBC News. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/03/15 0305_seller_artacak?ocid=socialflow_twitter. 4 Baykal Hülya ve Tan Baykal. "Küreselleşen Dünya'da Çevre Sorunları." Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2008. http://sbed.mku.edu.tr/article/view/1038000510/ 1038000299 5
(www.dw.com), Deutsche Welle. "Dünya'nın en büyük beş sorunu | YAŞAM | DW.COM |
İkinci sorun olarak ormanların tahribini ele alalım. Ormanlar içerdiği canlı türleri, oluşturdukları
vahşi
yaşam
alanları
ve
sağladıkları oksijen ile dünyanın yaşanabilir olmasında büyük bir katkıya sahiptir. Ne yazık ki insanlar bu doğal yaşam alanlarını yakacak
15.10.2016." DW.COM. http://www.dw.com/tr/d%C3%BCnyan%C4%B1nen-b%C3%BCy%C3%BCk-be%C5%9F-sorunu/a36040525. 6 Taner, Ahmet Cangüzel. "Dünya Karbondioksit Emisyonları Yok Edilmesi Teknolojileri Uygulamaları ve Yasal Düzenlemeleri Gelişmeleri Işığında Olası BM 2015 Paris İklim Anlaşması." http://www.fmo.org.tr/wpcontent/uploads/2011/07/D%C3%BCnyaKarbondioksit-Emisyonlar%C4%B1-Yok-EdilmesiTeknolojileri-Uygulamalar%C4%B1-ve-YasalD%C3%BCzenlemeleri-Geli%C5%9FmeleriI%C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1ndaOlas%C4%B1-BM-2015-Paris-%C4%B0klimAnla%C5%9Fmas%C4%B1.pdf.
olarak kullanmak ve gitgide artan nüfusa konut
Toprak degradasyonu, yani toprağa
sağlamak için yeni inşaat alanları oluşturma
çeşitli yollarla zarar verilmesi ise başka bir
amacıyla tahrip etmeye başlamıştır. Son 30 yılda
sorundur. Aşırı otlatma, monokültür tarım,
orman tahribatında azalmalar görülse de
ormanların tahribatı sonucu ortaya çıkan
azalmalar yeterli değildir, bu durum hala önemli
erozyon gibi insani faktörler ise toprak
boyutta küresel ekolojik bir sorundur. 7 Orman
degradasyonunu
tahribatının çözümü ise henüz dokunulmamış
etmenlerden
orman
toprakların 12 milyon hektarlık bir kısmının her
alanlarını
korumak
ve
yeniden
ağaçlandırma yapmaktır.
türlerinin yok edilmesidir. Soyları tükenme tehlikesi altında olan vahşi hayvanlar çeşitli amaçlarla insanlar tarafından öldürülmekte ve kullanılmaktadır. Kimisi derisi, kimisi dişi, kimisi eti için avlanılmaktadır. Sadece karada değil, denizde de aynı problem söz konusudur. Gittikçe vahşileşen avlanma teknikleri ile sualtı yaşam çeşitliği yok olmaktadır. Canlı çeşitliliği ve çeşitliliğin devamlılığı gezegendeki biyolojik denge ve yaşam için gerekli bir etmendir. Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği'nin (IUCN) Kırmızı Liste’sine sürekli nesli tükenme olan
birkaçı.
Dünyadaki
getiren ekilebilir
yıl ciddi zararlar gördüğü Birleşmiş Milletler
Bir diğer ve üçüncü sorun ise canlı
tehlikesinde
meydana
yeni
canı
türleri
eklenmektedir. Bu sorunu çözebilmek için sadece doğal yaşam alanlarını korumak yeterli olmaz, yasadışı avlanma ve canlılar üzerinden yapılan ticareti engelleyecek yaptırım gücü yüksek kanunlar getirilmelidir. Bu konuda ulusal
(BM) tarafından da degradasyonuna
getirelecek
çözüm
doğal
olarak tarımı, besinleri yani topraktan beslenen tüm canlıların sağlığını da etkileyeceği için nöbetleşe ekim, taraçalandırma gibi toprağa zarar vermeycek, aynı zamanda tüm dünyada adil
olacak
çözümlere
başvurulmalıdır.
Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) ortaklık ettiği “Orman Manzarası Restorasyonu” (FLR), orman tahribatı ile ekolojik işlevleri bozulan toprağa işlevini geri kazandırmak, günümüzdeki ve gelecekteki arazi kullanımı ihtiyacını karşılamak gibi amaçlara sahiptir. Bu amaçlar doğrultusunda tarım, korunan vahşi hayat rezervleri, işlenilen plantasyonlar, nehir bitki örtüleri gibi arazi kullanımlarını içinde barındıracak yeni ağaç dikimleri, yönetilen doğal yenilenme, geliştirilmiş arazi yönetimi gibi birtakım süreçler vardır.
ve uluslararası boyutta organize çalışılması, birlik olunması, örgütlenilmesi gerekiyor.
belirtilmiştir. Toprak
8
Bir diğer ve aslında neredeyse tüm sebeplerin altında yatan faktör ise Sanayi
7
Baykal, Hülya ve Baykal, Tan "Küreselleşen Dünya'da Çevre Sorunları." Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2008. http://sbed.mku.edu.tr/article/view/1038000510/ 1038000299
8
"Forest landscape restoration." IUCN. 10 Ocak, 2017. https://www.iucn.org/theme/forests/ourwork/forest-landscape-restoration.
Devrimi sonrassı aşırı nüfus artışı. Sürekli
kazanılmamak üzere tüketilmiş olur” (Akova,
görülen, en çok ise Afrika kıtası, Güney Asya ve
2008:
Doğu Asya’da görülen bu artış, yeryüzündeki
kazanılamaması sonucu atıkların havaya, suya
enerji kaynaklarının aşırı kullanılmasıyla zarar
ve toprağa karışmasıyla, radyoaktif maddelerin
görmesinde büyük rol oynamaktadır. Yaşamın
yayılmasıyla ve titreşimlerin yarattığı gürültüyle
devam
gerek
doğada kirlilik meydana gelir. Yaratılan bu kirlilik
duyulmaktadır. Yeryüzünde yaşam başladığında
hem insanların kendi yaşamı için hem de
enerji ateş ve hayvan gücü gibi basit yollarla
hayvanlar ve doğa için bir tehdittir. İnsanlar
elde edilirken, zamanla kömür, petrol ve
daha çok enerji kullanmaya devam ettikçe
doğalgaz (doğalgaz önceki çağlarda bilinmesine
doğaya kalıcı zarar bile verebilirler. 10 Ayrıca
rağmen yararsız bir enerji kaynağı olarak
karbon salınımları sonrası karbonun yeraltındaki
görüldüğünden kullanılmamıştır, günümüzde
akiferlere depo edilmesi şu an için oldukça
enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılmaktadır)
yüksek bir maliyete sahiptir.11
edebilmesi
için
enerjiye
1).
Enerjinin
tüketimim
ve
geri
gibi fosil yakıtlar ve dalga enerjisi, rüzgar enerjisi, güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmiştir. Bazı ülkeler ve bölgelerde yenilenebilir enerji kullanılmaya başlanmış olsa da hala en çok kullanılan enerji kaynakları doğal gaz ve petroldür.
9
Küresel
çapta fosil yakıt kullanımı %80 i aşmaktadır. Fosil yakıtlardan çevreye en az zarar veren, en
Nüfusu fazla olan ülkelerde endüstriyel faaliyetlerin
yoğunlukta
olduğu
gelişmiş
ülkelerde karbon emisyonları daha fazladır. Çin, Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan bu konuda ilk üçü oluştururlar 12 . 2013 Küresel Karbon Projesi’nin raporuna göre Hindistan Çin ve Amerika Birleşik Devletleri emisyonlarda artış gösterirken, Avrupa Birliği emisyonları %1.8
temiz olanı doğal gazdır.
oranında azaltmış durumdadır. “Evrendeki başlangıcından
beri
enerji, mevcut
zamanın ve
sabittir.
İnsanlık
doğanın
kaynaklarına
Kullanılan enerjinin her bir dönüşümünde
güvendikçe ve bilinçsizce kullandıkça yeni bir
başlangıçta var olan enerji bir daha geri
tehlikenin altında giriyor: çevre suçları. Bu
9
"T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı - Temiz Enerji." Enerji.gov.tr. http://www.enerji.gov.tr/trTR/Sayfalar/Temiz-Enerji. 10 Doğan, Mesut. "Enerji Kullanımının Coğrafi Çevre Üzerindeki Etkileri." Marmara Coğrafya Dergisi, January 2011, 36-52. 11 Taner, Ahmet Cangüzel. "Dünya Karbondioksit Emisyonları Yok Edilmesi Teknolojileri Uygulamaları ve Yasal Düzenlemeleri Gelişmeleri Işığında Olası BM 2015 Paris İklim Anlaşması." http://www.fmo.org.tr/wpcontent/uploads/2011/07/D%C3%BCnya-
Karbondioksit-Emisyonlar%C4%B1-Yok-EdilmesiTeknolojileri-Uygulamalar%C4%B1-ve-YasalD%C3%BCzenlemeleri-Geli%C5%9FmeleriI%C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1ndaOlas%C4%B1-BM-2015-Paris-%C4%B0klimAnla%C5%9Fmas%C4%B1.pdf. 12 "Global Carbon Atlas." CO2 Emissions | Global Carbon Atlas. http://www.globalcarbonatlas.org/en/CO2emissions.
suçlar
zaten
kırılgan
olan
gezegenimizin
Crutzen’in terimi bilimsel bir konferansta 14
kırılganlığını arttırmaktadır. Bu suçlardan en
kullanmasıyla tartışmalara sebep olmuştur.
zarar verici olanlar orman tahribatı (50.7-152
Antroposen çağı kısaca insanoğlunun gezegene
milyar dolar kayıp) ve yeraltı kaynakların
fosil yakıt kullanımı, aşırı nüfus artışı, salınan
yasadışı çıkarımı (12-48 milyar dolar kayıp) ve
sera gazları ile zarar vererek etkilediği yeni bir
ticaretidir. 2016 yılında çevre suçlarından
jeolojik devir olarak adlandırılabilir 15.
toplam kayıp ise 91– 259 milyar dolardır.13
Çevre krizine neden olan etmenleri ve
BBC’nin haberi: Almanya’daki bilim
etkilerini inceleyip çözümlerine değindikten
insanları karbon salınımı nedeniyle, bir sonraki
sonra, çözümlerini daha detaylı inceleyebiliriz.
buz çağının en az 50 bin yıl gecikebileceğini
Kriz küresel boyutlara ulaştığı ve tüm ülkeleri
bildirdiler.
Haberde
Nature
etkilediği için bu bağlamda çözüm için çeşitli
yayımladığı
araştırma
sonuçlarına
dergisinin göre,
oluşumlar baş göstermiştir. Bunları projeler,
dünyanın yörüngesinin şu andaki şeklinin yeni
konferans ve kongreler ve örgütler olarak
bir buz çağına girilmesine uygun olduğu, ancak
sıralayabiliriz. Bunlardan bazıları şunlardır :
havadaki karbondioksit miktarının çok fazla
Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN), Doğal
olduğu
Hayatı Koruma Vakfı (WWF), Doğal Hayatı
belirtiliyor.
İnsanlar
artık
jeolojik
oluşumların zamanını bir hayli etkileyebiliyor.
Koruma
Haberde atmosferdeki karbondioksit oranının
Uluslararası Kuşları Koruma Konseyi (Birdlife
18.yüzyıldaki gibi kalmış olsa bile buzul çağları
International), Kraliyet Botanik Bahçeleri (KEW),
arasındaki sıcak evrenin 20 ile 50 bin yıl arasında
Durrel Doğal Hayatı Koruma Birliği (DWCT),
uzamış olabileceği de belirtiliyor. Londra
Kyoto Protokolü, Stockholm Çevre Bildirgesi,
Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Chris Rapley
Çevre ve Kalkınma Konusunda Rio Bildirgesi,
bu
CITES sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi, Basel
durumun
Antroposen
çağına
girildiği
Derneği
Greenpeace,
yönündeki savları desteklediğini belirtiyor.
Antlaşması,
“Antroposen” terimi ilk olarak biyoloji porfesörü
Sözleşmesi ve Montreal Sözleşmesi.
Eugene F. Stoermer tarafından türetilmiş, daha sonralarda ise 1995’te Nobel ödüllü Paul
13
Nellemann, C. (Editor in Chief); Henriksen, R., Kreilhuber, A., Stewart, D., Kotsovou, M., Raxter, P., Mrema, E., and Barrat, S. (Eds). 2016. The Rise of Environmental Crime – A Growing Threat To Natural Resources Peace, Development And Security. A UNEPINTERPOL Rapid Response Assessment. United Nations Environment Programme and RHIPTO Rapid Response–Norwegian Center for Global Analyses, www.rhipto.org
Bern
(WCS),
Sözleşmesi,
Marpol
Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) : Uluslararası Doğa Koruma Birliği, hem 14
Gürbüz, Esra. "Jeolojik İmzamız : Antroposen." Bilim ve Teknik, Mayıs 2013, 74-77.
15
Amos, Jonathan. "'Bir sonraki buz çağı gecikecek' BBC Türkçe." BBC News. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/16 0114_buz_cagi.
hükümet hem de sivil toplum kuruluşlarından
uluslararası platformda türlerin korunması için
oluşan bir kuruluştur. Halka, özel kuruluşlara ve
harekete geçilmesini sağlamaktır. 16
sivil toplum örgütlerine insan ilerlemesinin, ekonomik kalkınmanın ve doğayı korumanın aynı anda ilerlemesini aşılayacak bilgiyi ve araçları sağlar. 16,000 uzmana sahip olan kuruluş, 6 alt birim şeklinde organize edilmiştir. Bu alt birimler; türlerin soyunun devamı, çevre kanunları, koruma altına alınan alanlar, sosyal ve ekonomik politikalar, ekosistem yönetimi, ve eğitim ve iletişimdir. Aynı zamanda Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) Birleşmiş Milletler Gözlemevi statüsüne sahip olan tek çevre örgütüdür.
Doğanın
korunması
ve
sürdürülmesinin uluslararası boyutta yüksek bir sesi olmasını sağlar.
IUCN’e üye kuruluşlar,
Geçmişten beri çevre ile ilgili sorunlarda küresel boyutta birçok sözleşme de imzalanmıştır. Stockholm
Konferansı
uluslararası
çevre
hukukunun oluşmasında bir dönüm noktası niteliğindedir, çünkü bu konferansla ilk defa uluslararası boyutta bir konferansta çevre sorunlarından Konferansı, sözleşmenin
bahsedilmiştir. ilerleyen
Stockholm
süreçte
imzalanmasını
birçok harekete
geçirmiştir. Bu sözleşmeler genellikle bölgesel niteliktedir. Sözleşmesi,
Basra
Körfezi
Karadeniz’in
için
Kirlenmeye
Kuveyt Karşı
Sözleşmesi gibi örnekler verilebilir. 17
küresel çevre koruma gündemindeki konulara
Rio’da yer alan Birleşmiş Milletler Çevre
kararları çerçevesinde oy vererek demokratik
ve Kalkınma Konferansı’nda imzalanan Birleşmiş
bir süreçte bulunurlar. Her dört yılda bir bir
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
araya gelerek IUCN Dünya Koruma Kongresi
‘nde amaç, atmosferdeki sera gazı emisyonunu
kapsamında
programını
zararsız bir düzeyde durdurmaktır. Sözleşmenin
düzenler ve önceliklerini belirlerler. Şimdiye
yükümlülüğü 2000 yılına kadar sera gazı
kadar IUCN Kongreleri, Biiyolojik Çeşitlilik
emisyonlarını 1990 seviyesinde tutmak olarak
Sözleşmesi
Türlerde
belirlenmişti. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Uluslararası Ticaret Sözleşmesi (CITES), Dünya
Çerçeve Sözleşmesi Mart 1994’te 50 ülkenin
Mirası Sözleşmesi ve sulak alanlar ile ilgili
onay belgesiyle yürürlüğe girmiş, bu zamana
Ramsar sözleşmesi gibi bazı temel uluslararası
kadar ise sözleşmeyi 186 ülke ve topluluk
çevre anlaşmalarını iher mzaladı. Aynı zamanda
onaylamıştır. Daha sonralarda ise 1997 yılında
IUCN Kırmızı Listesi her yıl nesli tükenme
sözleşmedeki
tehlikesi altında olan canlıları listeler. Bu liste
azaltılması
dünyadaki en kapsamlı olandır. Amacı ise
bulunmadığı için 2000 yılı sonrasını ele alan
kamunun ve politikacıların dikkatini çekerek
Kyoto Protokolü imzalanmıştır. Protokolde
16
17
birliğin
(CBD),
çalışma
Tehlikedeki
"International Union for Conservation of Nature." IUCN. https://www.iucn.org/.
sera
gazının
yönündeki
emisyonunun
hükümler
yeterli
Kılıç, Selim. "Uluslararası Çevre Hukukunun Gelişimi Üzerine Bir İnceleme." Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Dergisi, 131-149.
önerilen
2008-2012
emisyonlarını
1990
yıllarında
sera
yılındakine
göre
gazı %5
azaltmaktır. 18 başlayan
sulak
alanları
koruma konusundaki girişimler ise 1971 yılında Ramsar Sözleşmesi ile somut hale gelmiştir. Sözleşmenin amacı yerel, bölgesel ve ulusal faaliyetler ve uluslararası işbirliği ile sulak alanların korunmasıdır. Sözleşme, 1982 yılında Paris Protokolü ve 1987 yılında Regina ile
düzeltilmiştir.
1987’deki
düzeltmelerle sözleşme aktif işler hale gelmiştir. 19
edilen
“Paris
İklim
sonuçlanmıştır.
1960’larda
Düzeltemesi
12 Aralık 2015 gecesi tüm taraflarca kabul
Günümüzde ise Ramsar Sözleşmesi ile ilgili bir
gelişmeye şöyle örnek gösterebiliriz: HindistanBurma Ramsar Bölgesel Girişimi (IBRRI). Haziran 2016’da Ramsar Sözleşmesi Daimi Komitesi’nin
emisyonlarının
Anlaşması”
Dünyada etkisiyle
sera
ile gazı
oluşan
küresel
ısınmanın durdurulması için çabalar uzun zamandır sürmekteydi ancak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında uzlaşma sağlanamıyordu.
Dolayısıyla,
1997
Kyoto
Protokolü’nden beri küresel çapta yeni bir anlaşma
sağlanamamıştı.
Bu
sebepler
doğrultusunda 2015 Paris İklim Zirvesi için ciddi ve sıkı çalışmalar yapıldı. 2011 yılındaki 17. Taraflar Konferansı’nda ise 2020 yılı sonrasını içerecek küresel çapta bir anlaşmaya Paris İklim Zirvesi’nde
varılmasının
kararı
“Durban
Platformu”nda alınmıştı.
52. Toplantısında 4 adet yeni Ramsar Bölgesel
Paris Anlaşması’nın içeriğini inceleyecek
Girişimi onay aldı. Kamboçya, Lao PDR,
olursak ileriye dönük ve küresel boyutta ciddi
Myanmar, Tayland ve Vietnam temsilcileri ise 9
önem
Aralık 2016’da Bangkok’ta ilk koordinasyon
söyleyebiliriz.
toplantısını aldı. Hint- Burma Ramsar Bölgesel
emisyonda azaltmaya gitmesi, hatta 2050
Girişimi’nin
Ramsar
yıllında gelişmiş ülkelerin sıfır emisyon (carbon
toplantılarında Hint- Burma bölgesine daha
neutral) sağlayabilecek duruma gelmesi kabul
güçlü bir ses vermek ve uygulamaları daha etkili
edilmiştir. Elbette ki bu azalma için uzun süreli
kılmaktır.20
sabit bir rakam konması beklenemez. Gelişen
(IBRRI)
Günümüzde
amacı
çevre
ise
krizine
ilişkin
çalışmalardan en önemlisi ise Paris İklim Zirvesi’dir. İki hafta boyunca devam eden zirve
18
Türkeş, Murat, and Gönül Kılıç. "Avrupa Birliği'nin İklim Değişikliği Politikaları ve Önlemleri." Çevre,Bilim ve Teknoloji,Teknik Dergi, 35-52. 19 Arı, Yılmaz. "Ramsar Sözleşmesi'nin Doğa Koruma Yaklaşımına Eleştirel Bir Bakış." Doğu Coğrafya Dergisi, 275-302.
teşkil
eden İlk
kararlar
olarak
tüm
alındığını ülkelerin
endüstriyel faaliyetlerle her geçen yıl sera gazı ve
karbon
emisyonlarının
gitgide
arttığı
düşünülerek tüm ülkeler her 5 yılda düzenli olarak daha fazla azaltımla yükümlendirilmiştir.
20
"Indo-Burma Ramsar Regional Initiative (IBRRI): New initiative to strengthen implementation of Ramsar Convention in lower Mekong countries." IUCN. December 26, 2016. https://www.iucn.org/news/indo-burma-ramsarregional-initiative-ibrri-new-initiative-strengthenimplementation-ramsar.
Sanayi Devrimi’nden bu yana 1c ‘e varan yerküre
boyutta
ısınması, bu ısınma buzulların erimesiyle deniz
boyuttadır.22
seviyelerinin yükselmesi, iklim değişiklileri gibi birçok olumsuz etkiye sahiptir. Paris İklim Zirvesi’nde bu ısınmanın 2c altında, 1,5c civarlarında sabitlenmesinde karar kılınmıştır. Ayrıca ülkelerin emisyon azaltımları konusunda yapacağı faaliyetler, alacakları kararlar ve yürütecekleri
politikalar
şeffaf
ve
hesaplanabilecek şekilde olacaktır. Kaydedilen gelişmeler ise denetlemeye tabii tutulacaktır. Aynı zamanda gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere emisyon azaltımında finansal destek sağlayacaktır. 2020 yılına kadar rakam 100 milyar $ olarak belirlendi. 2025 yılından sonra ise bu rakam baz alınarak bir artış gerekiyor. Gelişmiş ülkeler
finansal desteğin yanında
teknolojik destek ve kapasite geliştirme desteği de sağlayacaklar. Böylece gelişmekte olan ülkeler daha kolay “düşük-karbonlu ve iklime dirençli” kalkınma sağlayabilecekler. Dahası, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en çok savunmasız gelişmemiş ülkeler etkilendiğinden, Paris İklim Zirvesi’nde üstünde durulan iklim koşullarına adaptasyon konusunda gelişmemiş ülkelere de destek sağlanacaktır. 21 Çevre krizi konusunda bir dönüm noktası niteliğinde olan
kabul
görmesi
açısından
tarihi
Peki bu denli önemli kararlar alınan bu zirve, halkın gündeminde neden çok uzun süre kalamadı? Halk neden telefona baktığında krem rengi mi mavi mi olduğu tartışılan elbise fotoğrafına gezegendeki yaşamın devamını sağlayacak kararların alındığı bir zirveden daha çok ilgi gösterdi? Kimi vatandaşların zirveden haberi dahi yok. Medyada en az ilgi çeken haberler ise yine çevre ile ilgili. Bunun iki ana sebebi vardır diyebiliriz. İlki, insanların çevreye verilen zararın artık geri alınamaz olduğunu düşünmesidir. Tamamen haksız bir düşünce değildir, endüstri her geçen yıl daha da gelişmektedir, insanlar doğaya zarar vermeye devam edecektir ama verilen zararın en aza indirgenmesi yönünde izlenilen politikaların halk tarafından da desteklenmesi gerekir. Bu konuda halkı bilinçlendirmekteki büyük pay ise liderlere düşüyor. Ama ne yazık ki çevre krizi konusundaki duyarsızlığa neden olan ikinci etmen liderlerle de ilgili. Kimi liderler çevre sorunlarını saçmalık olarak görüyor ve başka sorunları
örtmek
amacıyla
kullanıldığını
düşünüyor.
Paris İklim Anlaşması, 46.sı kutlanan “Dünya Günü”nde 175 ülke tarafından imzalanmıştır. Anlaşmada belirtilen ısınmayı azaltma hedefi çevre örgütlerini memnun etmese de, küresel
21
Karakaya, Etem. "Paris İklim Anlaşması: İçeriği ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme." Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1-12.
22
"Tarihi iklim değişikliği anlaşmasına 175 imza BBC Türkçe." BBC News. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/04/16 0422_paris_iklim_anlasmasi_imza.
RECONSIDERING POLITICAL PHILOSOPHY IN THE 21ST CENTURY: HOW MODERN PHILOSOPHY COULD BE USED TO UNDERSTAND THE INTERNATIONAL ARENA ALI BERK İDIL aliberkidil@gmail.com
“Men fear thought as they fear nothing else on earth -- more than ruin, more even than death. Thought is subversive and revolutionary, destructive and terrible, thought is merciless to privilege, established institutions, and comfortable habits; thought is anarchic and lawless, indifferent to authority, careless of the well-tried wisdom of the ages. Thought looks into the pit of hell and is not afraid... Thought is great and swift and free, the light of the world, and the chief glory of man.” Bertrand Russell, Why Men Fight 1) INTERNATIONAL ARENA AND ITS VAGUENESS BOTH AS A CONCEPT AND AS A PHYSICAL REALM International arena has been described in many ways before by many philosophers, international relations experts, politicians, military officers and other people of various professions. One sole mystery to all of the ongoing debates and discussions was the
vagueness that all these definitions brought to the table all along themselves. Yes, indeed social sciences do have the privilege (sometimes the weakness) of defining concepts quite arbitrarily however none of the terms and their definitions that have been defined so far does not seem very cogent. That is the main reason why there are different theories that are great in number exist, to explain the international arena and in general to describe what it is and what it is not. Since no single theory is enough to establish it we are only able to define it through different theories combined or through inter-theoretical references to the conceptual framework of our own ideas. The bitter consequence is that, international arena is, conceptually, vague. We do not have a concrete foundation to build upon. However, this is not something to be condemned at once and I want to clarify that vagueness in this context is expected and something to be carefully examined. It is not my claim that the international arena is vague or ambiguous due to empirical and logistic incapability of verifying or falsifying a certain hypothesis or a theory, but rather it is vague due to linguistic restrictions. For a linguistic element (a word, a sentence, a symbol etc.) to be literally significant in a context where it is used it requires to be generally or unanimously accepted by its users and it needs to be defined in a way that it should not be confused with another element. Let us investigate these criteria through an example which shall involve concepts about international relations. For example, when we use the term “interest of a state” or use even a much more specific term “the interest of the state A”; what do we mean by this? To what do we refer? We refer nothing more than the personal view of an interest combined with a notion of a state or a situation of specific country, in our example state A. In a socialist
perspective the “interest” could be defined in terms of equality whereas with a more capitalistic view, “interest” could be very well defined in terms of profit or efficiency. Do we really have a line to distinguish what is objective and what is subjective when it comes to values or do we simply have to practice international relations through a referential and everchanging paradigm. The answer is not a simple one surely, yet in this article I will try to examine the issue a little further. It can be said -and in many occasions it is already being said so- that the vagueness of the terms stems from the vagueness of the subject matter in the physical realm and even though there exist a great amount of subterfuge that is aided by such a vagueness, the only way to practice international relations is to make the best of the given circumstances. This view is in many ways plausible yet it is not very satisfying. I do still believe that, although there are many cases of ambiguity that could be observed in the subject matter of the international relations, it is still a matter of dedicated description process that could save us from both the vagueness and the ambiguity.
2) IN SEARCH OF CERTAINTY
“Limits of my language is the limits of my world.” Ludwig Wittgenstein, Tractatus-LogicoPhilosophicus Certainty comes from words and words are also the limits of one’s world. Therefore, I see no reason to conclude that, certainty is beyond reach of any single individual. A certain thought about a certain field of scientific inquiry could and should be produced by any individual, given the proper conditions. The certain thought
which will be the product of the individual would be stronger than any other ambiguous thought due to two reasons: First it would transcend all daily and pragmatic concerns of our lives and our personal opinions. Secondly, since it will be common and certain; it would be debatable and it will be possible to alter it whenever it is necessary. This is what I tried to emphasize by quoting Bertrand Russell above. If thought is supplied and provided that it arrives with empirical data and factual content, it should be unstoppable. Its effects should not vary from person to person, from state to state. A precise thought should be enough to define the current situation at hand. It is important here to differentiate the theoretical and purely scientific endeavor of international relation studies and practice of international relations on the field. The former is the area of inquiry of this paper, I certainly do not have anything to say, relative to the topic, about the ongoing debate of practicality and ethics on international relations. However, as Russell thoroughly suggests it, thought is not subject to the criticism of others’ minds. Thought is immune to all that is going around. Fact is also the same. Hence, we do have the task of revealing and unveiling the truth in its purest form, available to us. Personally, I do not think that it requires immense ingenious effort to be accomplished. Only thing we do need to do is to think beyond and regardless of our daily lives. Phenomena cannot be studied through phenomena themselves only. The most essential characteristic of scientific knowledge is its consensus-based yet objective property. Let us consider what is “peace” for example. Indeed, there is a slight and weak consensus of what is in general “peace”, however it is obvious that it is not enough to be used within a scientific context.
Scientific knowledge is universal not only because it is agreed by everyone but also because it is open and accessible to everyone. Therefore, if a word is to be used in every situation related to the topic in a common way, it needs to be defined. In more aggressive words, it needs to be cleared from all effects of ideologies, personal or collective opinions and any interests. A real scientific thought does not need a context any other than its variables. This comes with another conclusion: For what do we want the scientific knowledge for? It is once again obvious that every single individual, institution and state do have their own interests, therefore it is needless to say that these actors will naturally seek those interests and they will be in search of any opportunity to realize them. After a certainty has been reached, it is more convenient for the scholars, politicians and people of different professions to adapt this knowledge to their plans rather than trying to adapt the “knowledge” to their interests. The latter is not only impossible but I think it is unethical in means of a sound epistemology. 3) IN DEFENSE OF RELATIVITY AND PRACTICAL CONCERNS It is only natural to assume that every actor in international relations will search for its best interest and I understand the reasoning behind it, even though some may not be very sympathetic about the idea. I personally defend a relativism which allows for different sides to have different intentions and views on international relations, as long as it does not interfere with the objective value of knowledge. It is well-known that it cannot make such an interference however it may create the illusion as such. Nevertheless, neither of them would be acceptable. Therefore, what do I understand from practical concerns is an industrious effort where actors work in means of achieving their best interest. For example a debate on United
Nations could be done on hundreds of different opinions about “peace” and “harmony” but every single of them should be on a consensus about what “peace” and “harmony” is and what they refer to. This, in my opinion, would be a milestone for the future debates of international relations by which the discussions within it will go beyond rhetoric, and eloquence; and by which its content would be more objective and suitable for common sense. We have tried many methods so far to maintain peace all around the world, thus it would not be a total waste of an effort to try this one as well.
security of the countries must always be
A BRİEF LOOK AT THE ENERGY POLİCİES OF SOME COUNTRİES AND WAYS OF ENERGY SECURİTY Özgür Ertürk erturk.ozgur@metu.edu.tr
satisfied. What is energy policy? There are some issues like distrubution, transducing of energy, storing energy, ensuring non-stop energy supply. Each government has both unique and common policies and solutions for these issues and these policies are called energy policies. Policies generally depends on plans for the next five,ten years or countries have a target year and they try to achieve their target up to that year. Energy policy is like an insurance for a country. Energy is an indispensible life source for the economy and development of the modern
Electricity was discovered in 600 BC. , by Thales. He discovered that there is some kind of energy transmission between amber and some fur, which is static electricity tranmission. Until 17th century, these sparklings and attractions were not considered to be much important. But now because of electricity, our world took a big leap
countries1. Such a strong source needs good policy. That's why, energy policy is important. Another reason for energy policies' importance is the environmental problems. Environment problems like climate change, global warming are also an issue for the world and certain policies are developed around them.
at technology. Computers, telecommunations, lighting systems and much more technology
These energy policies can be seperated
depends on electricity. After the rise of
into two main factors. One is national energy
electricity, energy sources around the world are
policy and the other one is foreign energy policy.
being used with so much efficiency.Electricity is
First one is about how to make their energy
the most effective way to transmit energy for
sources be more efficient and how to make a
now, and its distrubution around the countries is
good
also
countries have
an
important
issue.
That's
why,
international energy transmission needs strong policies, strong relationships and also energy
1
energy
development.
Most of
the
5 and 10 year energy policy
Goldthau, Andreas. The Handbook of Global Energy Policy. Chichester, West Sussex: Wiley-Blackwell, a John Wiley & Sons,, Publication, 2013. (2. Sayfa)
plans or a target year which the country will try
Turkey, Denmark, France. Another well known
to accomplish its target. Denmark try to make
example is Kyoto Protocol. This protocol's main
their energy consumption 100% fossil-free at a
purpose is to decrease the CO2 emissions to
target year 2050 for example.
1990 CO2 levels. Some countries have good amount of
Second one is the foreign energy
energy sources like fossil fuels which are natural
policies. Of course most of the countries are not
gasses, oil, coal types, some countries are good
sufficient enough for themselves in providing
for renewable energy sources like solar energy,
energy. The demand for electricity across the
wind energy, tidal power and some countries
world force the countries to have a good
almost fully depend on the foreign countries to
working foreign policy. So they satisfy their
provide energy. First let's have a look at Asian
meets with treaties with other countries. Let's
countries
give an example to that. Turkey satisfies most of their energy and electricity consumption by buying natural gas from Russia or Iran. But this does not bode well for Turkey. Because of their dependency only on these two countries, they are now looking for alternative ways to provide 2
energy which is nuclear energy . There is also environmental issues like climate change, global warming.
Because
of
excessive
use
of
unsustainable energy sources like coal, oil, global warming is an issue now and countries are trying to get together and establish some organizations or pacts to prevent environmental issues.
For
example,
International
Energy
China is a major country of Asia continent . According to CDIAC(Carbon Dioxide Information Analysis Center) China is the world's larger emitter of carbondioxide3 . The reason behind for being the most carbondioxide emitter is that China is also the largest coal producer and largest user of coal based electricity. But also China has low per capita CO2 emission rate4. China had enough coal sources to both satisfy their counrty's demand of electricity and export until the mid 1990's. But with heavy industry's development and increase in demand by consumers , had an impact on energy policy and raised the country's import dependency.5
Agency(IEA) is an organization which aims to give clean, efficient energy for its member
3 CDIAC. "World's countries ranked by 2013 total fossil-fuel CO2 emissions ." Accessed January 14, 2017. http://cdiac.ornl.gov/trends/emis/top2013.tot.
countries. It has 29 member countries like
4
2
5
"Nuclear Power in Turkey." Nuclear Power in Turkey | Nuclear Energy In Turkey - World Nuclear Association. Accessed November 23, 2016. http://www.world-nuclear.org/information-library/countryprofiles/countries-t-z/turkey.aspx
Rosen, Daniel H., and Trevor Houser. China Energy A Guide for the Perplexed. PDF. Washington, D.C.: Peterson Institute for International Economics, May 2007. Goldthau, Andreas. The Handbook of Global Energy Policy. Chichester, West Sussex: Wiley-Blackwell, a John Wiley & Sons,, Publication, 2013. (392. Sayfa)
Now because of this great demand in coal,
decrease their crude oil imports to to lowest
China's air is in a bad shape. Air pollution in
since 19887.
China does not need research, it can be seen with naked eye. China still tries to lower their Netherlands is a member of the IEA.
carbon dioxide emissions but air pollution is still an issue. Unlike its fellow Asian country, China, Japan's energy consumption mostly depends on oil and petroleum. Japan's is an consumer country for the energy policy, rather than production. They are the world's largest liquefied natural gas importer, second largest coal importer after China, and their own energy sources supplies only 9% of their energy consumption. The main reason behind this low supply is that because of the nuclear energy meltdown in Fukushima in 2011. This much need for oil has an effect on their international policies. As you know Middle East is a region where it is famous for its conflicts between
With the help of the their observer IEA, Netherlands
tries
to
make
their
energy
consumption depend on renewable energy much more. But this efforts seems to be fallen short. Netherlands's 5.4% of total energy supply depends on the renewable energies in 2014. Because of that Netherlands imports most of their renewable energy usage from Norway. In 2008, Netherlands and Norway established a undersea electricity cable between them called "NorNed". The electricity which comes from that connection is fully based on clean energy which is built in Norway. These two country have very good policies between them because of their high energy imports.
countries, terrorist organizations and rebellions,
As a member of IEA, Denmark is a
and a good supplier of petroleum. This
leading country in the world for the usage of
unstability in the region is no good for Japan's
wind energy sources. In 2015 42.1 % of
energy policy and Japan tries to make some
electricity
endeavors to make the situation better6. Apart
supplied by wind energy sources which is a
from these efforts, Japan also tries to lower its
world record8. The Government have a plan to
oil imports. Surprisingly, the country managed to
make this number 50 % until 2020. They also
consumption
of
Denmark
was
have a energy policy to make their energy 7
6
Aso, Taro. "Middle East Policy As I See It." Speech, An Address by H.E. Mr. Taro Aso, Minister for Foreign Affairs, Hotel Okura, Tokyo, February 28, 2007. Accessed January 15, 2017. http://www.mofa.go.jp/region/middle_e/address0702.html.
"Japan Oil Imports Fall to Lowest Since 1988 as Demand Drops." Bloomberg.com. Accessed November 25, 2016. http://www.bloomberg.com/news/articles/2016-01-25/japan-oil-importsplunge-to-lowest-since-1998-as-demand-weakens. 8 Euractiv. "Denmark breaks its own world record in wind energy." EurActiv.com. January 15, 2016. Accessed January 15, 2017. http://www.euractiv.com/section/climate-environment/news/denmarkbreaks-its-own-world-record-in-wind-energy/.
supply 100% fossil-free until 2050. But this is no
learn about energy security. According to the
easy job of course. Nowadays Denmark gets 80%
IEA, energy security is defined as providing
of energy supply from oil, natural gases and coal.
nonstop energy sources at an affordable price10.
The wind energy is a good way to kill these fossil
Yergin argues that in the last decade energy
based energy sources but it is still not enough.
security focused on two dimension: the
Another reason for this to be a hard job is that
globalization of energy system and need to
renewable energy sources are more expensive
protect the energy supply chain11. According to
than fossil fuels, but this costs will decrease in
Balgat, thanks to 1973-1974 oil embargo, energy
the future with the expansion of renewable
security was seriously threatened for global and
energy sources.
energy markets. With the shortage of petroleum
United States of America, is one of the largest consumer and producer of energy sources. In the year 2010, USA was the largest natural gas, oil and nuclear power consumers and one of the largest producers of these energy sources. That's why their both national and foreign energy policy must be very carefully developed. Despite the fact that USA has a very
supply, oil consumer countries were forced to make plans and measures to resist to energy supply chain distruptions. These actions can be exampled as storing petroleum, making more energy
conservation
between
consumer
countries and also forming the IEA12 and thus we can say that energy security of countries have proved to be important with this crisis.
good amount of energy sources within their
Energy security threats beginning to
lands, in the total the country still depends on
happen more frequently in the late 20th
the other countries. In year 2015, according to
century. 1973-1974 oil embargo was not the
statistics USA still imports 24 % of their oil
first crisis, after that in 1979 and 1990 two more
demand. But in the last decade according to the
oil crises happened, and in the early 21th
EIA(U.S. Energy Information Administration),
century, natural gases, nuclear meltdowns, or
USA has steadily decreased their imports for
electricity and energy outrages caused by
energy. Especially, crude oil and natural gases
internal factors were among the threats. Of
has taken quite a boost to their production9.
course environmental issues like global warming
Now that we have an idea about the energy policies of countries worldwide, let's
10
Internatinal Energy Agency. "Energy security." What is energy security? Accessed January 02, 2017. https://www.iea.org/topics/energysecurity/subtopics/whatisenergysecurity/. 11
Yergin, Daniel. "Ensuring Energy Security." Foreign Affairs, March & April 2006, 69-82(76. Sayfa) 9
December2016 MonthlyEnergyReview. PDF. Washington, D.C.: U.S. Energy Information Administration, December 22, 2016.
12 Bahgat, Gawdat. Energy security: An Interdisciplinary Approach. Chichester, West Sussex, U.K.: Wiley, 2011.
and overuse of fossil-fuel energy supplies were
against these countries and declared that they
proven to be an energy security threat. IEA's first
had cut of the oil which goes to these countries.
purpose was to maintain oil energy security for
Price per a barrel of oil went from 3$ to 12$ in
its member countries and the world but within
U.S. The stock market in U.S took a huge hit with
years they expanded their work of field from oil
this embargo. Most of the gas stations were
to every kind of energy supplies. Now they are a
closed on certain days to decrease oil
respected organization in the world in the field
consumption, even some of the car races were
of energy market. There are also some other
cancelled. This embargo was a critical point in
organizations like OECD, OSCE which tries for a
energy security policies of the countries. These
secure energy supply chain.
embargos proved that governments must give
Energy security is maintained by two threats. First one is the short-term energy security. IEA argues that,
short-term energy
security exist to give an good reply to sudden changes in energy supply-demand market13. This threats mainly comes from three energy sources which are petroleum, natural gas and nuclear
countries, and they are more careful nowadays. For example, IEA has a policy that its member country should have at least 90 days of oil reserves so it provides the country can give a quick and safe reaction to sudden energy supply or demand problems. If a country have lots of different types
power. Most of the petroleum sources in the world, 2 out of 3, are in OPEC countries like Iran, Saudi Arabia, Nigeria. That's why secure supply of petroleum mostly happens around the OPEC countries. Other 33% of sources mostly depends on Russia, US, China, Canada and Mexico. As we stated before there were a petroleum supply embargo in 1973 by the OPAEC( OPEC countries alongside with Egypt and Syria). US and some other countries were supporting Israel Yom Kippur war. OPAEC countries took an action 13
much more attention to energy security of their
Internatinal Energy Agency. "Energy security." What is energy security? Accessed January 02, 2017. https://www.iea.org/topics/energysecurity/subtopics/whatisenergysecurity/.
of providing energy, its energy security is high, This fact's importance is especially understood after the oil embargo in 1973. Because of this, countries
expanded
their
investment
in
alternative energy production. Neutral gas became an important energy source after the embargo. But its effect on energy security is weak compared to oil because of its problems in transmission and storing and other things. Bahgat argues that, even in its rise in usage after the 1973 Arab embargo, natural gas distrubution were regional because of problems in its
transmission 14 . But these conditions changed
Different from these two mostly used
after the discovery of liquefied natural gas(LNG).
sources, there is nuclear power. It can be said
Natural gas is turned into liquid in a liquefaction
that nuclear energy is the cleanest energy of
plant,
distance
them all in carbondioxide releasing after than
transformation of natural gases 15 . With this
wind energy17. But it has some downsides as
improvement natural gas can be transmitted
radioactive nuclear waste and of course nuclear
globally now. As for today, Russia exports most
meltdowns.
of their natural gas to the European countries.
radioactive wastes proved to cause no harm
According to EIA, more than 75% of the natural
under safe methods. Nuclear waste has a half
gas export of Russia went to Europe in 201516.
life which means the time for it to lose half of its
As we stated before that natural gas was a way
radioactivity and because of this effect nuclear
for the countries to increase their energy
wastes lost their hazardous condition within
securities by diversification of energy sources.
time18. But still despite the very very low chance
But because of the fact that natural gas
of a nuclear outbreak, nuclear meltdowns cause
transmission is still a problem that limits the
international disasters, such as Chernobyl
range of delivery most of the EU countries
disaster, tsunami in Fukushima which damaged
(including Turkey) imports their gases from
reactor plants.
which
provides
long
Russia. The irony is that natural gas production still does not much provide secure energy because EU depends mostly on Russia on gas import.
For
exapmle,
a
political
conflict
happened between Russia and Turkey in 2015 when a Russian jet were shot down. The citizens and authorities of Turkey were worried that Russia would apply an embargo against them and cut their natural gas export. The country looked for other ways to supply them energy. 14
Bahgat, Gawdat. Energy security: An Interdisciplinary Approach. Chichester, West Sussex, U.K.: Wiley, 2011.
With
today's
technology
this
Energy sources also face long term threats to their security. These threats mostly includes running out of fossil sources like coal, crude oil, natural gas and global environment effects. According to Ecotricty, with this rate of use oil reserves will be depleted in 2052. Natural gas reserves will end in 2060 and coal reserves will end in 208819. There is a solution to this 17 "Comparison of Lifecycle Emissions of Energy Technologies." LifeCycle Emissions Analyses - Nuclear Energy Institute. Accessed January 15, 2017. https://www.nei.org/Issues-Policy/Protecting-the-Environment/LifeCycle-Emissions-Analyses/Comparison-of-Lifecycle-Emissions-ofSelected-Ener.
Energy Information Administration. The Global Liquefied Natural Gas Market: Status & Outlook. Report. Washington, DC: Energy Information Administration, 2003. 3.
18 "Radioactive Waste Management." Radioactive Waste Management | Nuclear Waste Disposal - World Nuclear Association. Accessed January 14, 2017. http://www.world-nuclear.org/information-library/nuclear-fuelcycle/nuclear-wastes/radioactive-waste-management.aspx.
16
19
15
"U.S. Energy Information Administration - EIA - Independent Statistics and Analysis." Russia - International - Analysis - U.S. Energy Information Administration (EIA). Accessed January 04, 2017. https://www.eia.gov/beta/international/analysis.cfm?iso=RUS.
Ecotricity. "The End Of Fossil Fuels." The End Of Fossil Fuels - Our Green Energy Ecotricity. Accessed January 12, 2017. https://www.ecotricity.co.uk/our-green-energy/energy-independence/theend-of-fossil-fuels.
problem which are renewable energy sources.
dioxide is taken from the atmosphere and will
Most used are wind power, solar energy,
return there which means in the long run
biofuels, geothermal energy and hydropower.
density of carbon dioxide is not affected. All
Hydropower uses the energy of high flow waters
these sources' usage must be increased so that
like rivers or stored water in reservoir.
when fossil fuel sources are depleted in the
Hydropower is the most used renewable energy
future, humanity will still continue to provide
source worldwide which is 85% of renewable
energy. That is why most of the 1st world
electricity sources in the world and 16% of world
countries have a policy that decreasing their
electricity20. Wind energy is the cleanest energy
fossil fuel consumption and increasing the
source in carbondioxide emission but has a low
renewable and clean energy production. But it
rate of production of electricity. Solar energy is
takes time of course because of the settled
also a very well known clean energy source
system of fossil fuels.
which uses sun's light to create energy. According to IEA, solar energy's growth rate leads in renewable energy generation
21
.
Geothermal energy is the energy generated by earth. Hot springs can be an example to geothermal energy. According to Armstead and Christopher, total heat content of the earth in its crust is 5.4 x 1021 MJ which is very high compared to world energy generation but of course technology is not enough to exploit these sources and exploration of these sources is very high. Biofuel is created by biomass. Biomass consists of plants and animals. Energy created from biofuel is called bioenergy. Biofuel also creates carbon dioxide but it does not create threat to environment because this carbon 20
IEA. "Hydropower." Renewables. Accessed January 12, 2017. http://www.iea.org/topics/renewables/subtopics/hydropower/. 21
Medium-Term Renewable Energy Market Report 2015 - Market Analysis and Forecasts to 2020. 2015. Accessed January 12, 2017. https://www.iea.org/publications/freepublications/publication/medium-termrenewable-energy-market-report-2015---market-analysis-and-forecasts-to2020.html.
Given all these information it can be concluded that, energy policies of the countries must be behaved as a matter of life and death. In today's world we can see science-fiction movies or tv series which takes the concept of an apocalyptic world. Most of these worlds include the matter of power blackouts in the whole world or no more electrical energy transformation and the effects after that can be seen such as lose of the governance systems worldwide. These plots can be seen far away from our world but imagine what would happen if we run out of oil and natural gas in the future. We will use coal as a energy source but just depending on coal would deplete it also very quickly and this coal usage will definitely raise the carbon dioxide levels on the atmosphere as can be seen from the example of China's air pollution. That means renewable sources is the key to a secure future. And that's why of course
energy policy and energy security is a very important issue for the world to go on. We need to push on national and foreign energy policy more.
yerleştiren bir masal örneği olarak Uyuyan
MASALLARDA TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ VE CİNSİYETSİZ ÇOCUK EDEBİYATI Didem Özay didemozayy@hotmail.com
Güzel ele alındı ve karşı masal örnekleri ile edebiyatın olumlu örneklerine değinildi. Siyah Pelerinli
Kız,
Bu
Masallarından söylemlere
Senin
Değil yer
Bildiğin
kitapları
Peri
kalıplaşmış
vermemesi
ile
klasik
masallardan ayrılırken, Bu Beden Benim kitabı edebi bir metin değil öğretici metin özelliği taşımakta, alanında yeni bir patika açmaktadır. TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ Tıp, bireyi dişi veya erkek olarak kendine
özgü
cinsiyetlerle Yeni tulumun
doğan
ünitesinde,
giydiğimiz
başlıyor
toplumda
rengiyle
oynadığımız rolleri. Çocuklukta öğreniyoruz nasıl yaşamamız, konuşmamız, giyinmemiz, davranmamız gerektiği ve daha nice nasılları. Yazılı olmayan, katı ve oldukça detaylı bir kılavuz gibidir toplumsal cinsiyet. Bu
çocuklara
öğretilmesinde
bir
cinsiyet
sınıflandırır.
tanımladığı
Doğumla
gelen,
fiziksel veya biyolojik bir ayrımdır. Dişi ve erkek birbirinden farklıdır; fark burada negatif anlam taşıyan bir kelime olarak yer almaz. DNA dizilimlerinde,
vücutlarında
gerçekleyen
kimyasal durumlarda yaşanan aynı olmayışı ifade eder. Toplumsal cinsiyet ise gündelik hayatın
çalışmada,
kıstaslarla
pratiklerinde,
toplumsal
yaşamda
tanımlanan rolleri ifade eder. Kadınlar ve
olan
erkekler arasındaki ruhsal, kültürel toplumsal
masalların satır aralarına, yaygın kültürün ve
farklara göndermelerde bulunur. Cinsiyete ve
iktidarın
bunun mensubu bireylere, davranış kalıpları,
rollerinin
ideolojisinin
nasıl
araç
yerleştirildiği
incelendi. Masalların toplum tarafından kabul
sorumluluklar,
görmesi için kanıksanmış kültürün izlerini
temele dayanan nesnel ölçütlerden değil,
taşıması
kutuplaştırma ve tipleştirmelerden ibarettir.
gerektiği
üzerinde
durulmuştur.
Toplumsal kültürün tanımı ve yaşamlara etkisi ile başlayan çalışmada masalların bu kültürü yayma ve yeniden üretmedeki katkısına ve bunu
üzerinden
yaptığı
kimi
arketiplere
değinildi. Klasik masal tanımına uyup satır aralarına güçlü kültür ve iktidarın söylemlerini
ayrıcalıkları
tanır.
Bilimsel
Gözyaşı üretme ve sıvı salgılama konusunda, biyolojik olarak iki cinsiyetin de farkı olmamasına rağmen erkeklere “Erkekler ağlamaz.” etiketinin yapıştırılması, kadınların “sulu göz” tanımlamalarıyla karşılaşması fiziksel bir
durumu
değil,
toplumun
cinsiyetlere
bakışını yansıtmaktadır. Bu algının oluşması
ve dünyayı algılama biçimini oluşturan ilk
uzun, detaylı bir süreçtir ve çocuğun yeni
unsurlardandır.
doğan ünitesinde giydiği tulumun rengiyle başlar.
Kız
çocuklarına
pembe
tulum
MASALLARDA TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ
giydirilirken, erkek çocukları mavi giyer. Çocuk
Çoğu zaman edebi bir tür olduğu
görme ziyaretlerinde kız bebeğe hediye olarak
dikkate dahi alınmadan, eleştirel gözle bakmak
oyuncak bebekler getirilirken erkek çocuklarına
yerine hoşça vakit geçirme aracı olarak
arabalar, silahlar, tamir aletleri, askerler verilir.
görünen
Kız çocuklarına evde evcilik oynamak, bebek
görünmezliği”nden
bakmak, ev temizlemek, yemek yapmak ile ilgili
verili kültürün değerleriyle işbirliği yapar hem
oyunlar öğretilirken; erkek çocukları sokakta
de bunu masum bir kisve altında gizler.
top oynayarak büyür. Kız çocukları okul
“Entelektüeller için bile eleştirel dikkatten uzak
çağlarına geldiğinde kadınlara ait olduğu
kalan masal, hoşça vakit geçirme anlamıyla
düşünülen öğretmenlik, hemşirelik, hosteslik
sınırlandırılır ve gerçeklerden alabildiğine ayrı
mesleklerine; erkek çocukları mühendislik,
bir yaşantıymış gibi boş hayaller ya da yalanlar
askerlik
beceri
için kullanılan ‘masal anlatma’ deyiminde de
gerektirdiğine inanılan mesleklere yönlendirilir.
olduğu gibi masum bir tanımlamayla çocukça,
Yapılan ayrım, kanser hücresinin tüm vücudu
bazen de niteliksiz bir sahtekârlık olarak
sarması gibi en ufak alanlara dahi nüfuz
nitelendirilir.”2
gibi
daha
fazla
zekâ,
etmiştir. Bütün hepsinin temelinde ise kız çocuklarının içeriye, eve ait alana hapsedilmesi, erkek çocuğunun dışarıda, toplumsal alana katılması işaretleri bulunur.
masal,
“Masallar,
“göz 1
önünde
olanın
yararlandığı için, hem
çocukların
zihinsel
entelektüel olgunluğa ulaşmadan önce onların imgesel
dünyalarını
oluşturan
temel
biçimlerdir. Anne-baba ya da çevre tarafından
“Ağaç yaşken eğilir.” atasözünün büyük
çocuğa aktarılan çeşitli masallar, çocukların
hürmet gördüğü coğrafyalarda, toplumsal
hayal
cinsiyet motifleri, küçük yaşlarda çocuğun
biçimlerini de aynı ölçüde etkilemiştir.”3
hayatına yerleştirilmeye başlanır. Masal bu işlevin temelinde yer alır; çünkü çocukluğun en az sorgulanan, çocukların zihinsel olgunluğa, sorgulama yetisine sahip olunmayan dönemine ait unsurdur. Henüz okuma-yazma bilmeyen ve kendi
başına
uyumadan
kitap
önce
okuyamayan
anne-babası
ve
çocuğa,
tarafından
anlatılan masallar gelecekte yaşayacağı hayatı
dünyalarını
ve
dünyayı
algılama
Masalların toplumsal cinsiyetle ilişkisini inceleyen yetkin çalışmalardan biri olan Melek Özlem Sezer’in Masallar ve Toplumsal Cinsiyet isimli kitabında altını kalın kalemlerle çizdiği gibi; masal, halk kültürüne dayandığı ve 1
(Sezer, 2016: 12) (Sezer, 2016: 16) 3 (Boynukalın, 2015) 2
etmesi,
figürü masallarda üvey anne rolüyle karşımıza
yaygınlaştırmasından aldığı için yaygın kültürle
çıkar. Kendi iradesine sahip çıkar, başkalarını da
işbirliğinde bulunması kaçınılmazdır. Bir yandan
bu iradeyle kontrol etmeye çalışır, tek erkekle
kültürü yansıtan halk bilimi öğesi olduğu gibi
ömrünü geçirmek yerine ikinci bir evlilik
diğer yandan bu kültürü kuşaktan kuşağa
yapmıştır,
aktaran bir araçtır. ‘Klasik masalsa bilinçaltı
sahiplenir, korur.
varlığını
toplumun
masalı
kabul
simgelerini ve genetik hafızayı kullanarak, görünür hikâyenin altına bambaşka bir hikâye, iktidara hizmet eden ideolojik bir ileti düzeni kurar.’ Sezer’in çift dillilik olarak tanımladığı görünenin altında mesaj verme işlevi ile görünenin altında başka bir hikâye, iktidara hizmet eden ideoloji düzeni kurar. Bu yolda kullandığı belli başlı tiplemeler, metaforlar,
cinselliğini
ve
“Masallardaki
bağımsızlığını
cadı
figürüne
bakıldığında bedensel içgüdülerle, zihni ve mantığı devre dışı bırakarak davrandıklarını görürüz. Fiziksel dürtülerine karşı koyamayarak yani akıl yoluyla bedeni ehlileştiremeyerek başka
bedenleri
tüketme
arzusuna
bürünmüşlerdir.”4
klasik
“Erkekler ise, çoğunlukla kral ve ya
masallarda sıkça rastlanan bu imgeler üzerinde
kahraman olarak masallarda belirirler. Yakışıklı
duracağız.
prenslerin uyuyan prensesleri onların iradesi
imgeler
vardır
ve
bu
çalışmada
dışında öpmesi ve ya kurtardığı kız ile
Kadın Erkek Figürleri
evlenmesi gibi durumlar kimseyi rahatsız
Melek Özlem Sezer’in de eserinde incelediği
etmez. Bunun nedeni masalın resmettiği kadın
gibi, toplum mağdur olanı yücelttiği için
ve
masallardaki kadınlar da zor durumdadır.
uyuşmasıdır.”5
Kadınların
mağduriyeti
ise
erkeklerdeki
kahraman olma arzusunu ön plana çıkarır. Heraklitos’un felsefesinde de üzerinde durduğu gibi, her şey zıttıyla var olur. Mağdur olan kadını iyi olarak tanımlayan masallar da, bu kadınların değerini anlatmak için kendine bir ‘öteki’ bulma gayesindedir. Edilgen kadının karşısına güçlü, bilge, bağımsız kadını koyar.
erkek
kimliklerinin
geleneksel
olanla
Toplumsal Cinsiyet erkeklere hizmet etmektedir;
çünkü
günümüz
toplumunda
avantajlı doğan erkek cinsidir. Kadının üzerinde bir otorite kurması meşru görülür, çoğu kadın bu cinsiyetçiliği içselleştirir erkek otoritesine boyun eğmeyi kadın olmak olarak tanımladığı için erkek egemen söylem ve hareketleri yeniden üretir. Karşı çıkmaz, isyan etmez,
Bağımsız kadın tiplemelerine olağan
kısaca yoldan çıkmaz. Bu otorite ilişkisinin
alanın sınırlarında değil, olağanüstülüklerde
temel sebebi ekonomik özgürlük meselesi
rastlarız. Sihir, büyü ile doğaya hükmetmeleri yaygın görülen özellikleridir ve bağımsız kadın
4 5
(Boynukalın, 2015) (Yüksel, 2011)
olduğu kadar kültürel normlardan da gelir, bu
şiddet, zorla evlendirilme konularına değinen
yüzden ekonomik olarak özgür olan bir kadın
“Siyah
dahi erkek egemenliğine olan biatını devam
bahsedilecektir.
ettirir.
aktif olan, etkin olandır. Pamuk Prenses ve Uyuyan Güzel’in irade beyan etme durumunda bulunmadığı pasif durumlarında prenslerin istek,
arzu
düşüncesinden
ve
bir
dahi
ölüyü
öpme
tiksinmeyecek
şehvetleriyle prensesleri öpmeleri, kadının edilgenliğini
yansıtan
örneklerdir.
Gerçi
masaldaki kadın figürleri fikrini belirtmek için gerekli yaşam fonksiyonlarına sahip olsa dahi sonucu
değiştirecek
hareketlerde
bulunmamaktadır. Uyandıkları anda onları öpüp
masumiyetlerine(bekaretlerine)
sahip
olan prenslere ilk görüşte âşık olmakta ve evlenmek için can atmaktadırlar. Aksi örnekleri görebileceğimiz, Melek Özlem Sezer’in karşı masal olarak tanımladığı örnekler de ana akım masalların
sayısına
oranla
az
olsa
da
bulunmaktadır; fakat yazının başında da belirttiğimiz gibi masal, sözlü kültüre dayanan bir anlatım türüdür ve yaygınlık kazanabilmesi için halkın kabulünü kazanması gerekir ve ancak hâkim ideolojik kültürün normlarına uyan masallar devamlılık kazanabilir. Yine de yazının ilerleyen kısımlarında masalın geçtiği zamanın geleneklerine aykırı da olsa evleneceği prensi kendi seçmek isteyen prensesin masalını anlatan, Sheri Radford’a ait bir karşı masal örneği
Kız”
masallarından
Kadının Güzellik İmgesi Kadın edilgen temsil edilirken erkek
kendi
Pelerinli
olan
“Bu
senin
Bildiğin
Peri
Masallarda sık rastlanan bir diğer figür, güzelliğin iyi baht getirmesi ve güzellerin iyi olmasına rağmen kötü karakterlerin daima çirkin olmasıdır. Güzellik algısı ise ince, uzun, beyaz
tenli
pazarladığı
olmakla
standart
yani
güzellik
kapitalizmin algısıyla
eş
değerdir. “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalında iki kadın arasındaki güzellik savaşı, küçük okuyucuya “en güzel sen değilsen, hiçbir şey değilsin” mesajı vermektedir. Külkedisi masalında ise, balo haberi ülkeye yayıldığı andan itibaren anne kızlarını rejime sokar, güzelleştirmek için türlü yolları denemeye başlar. Baloya genç kızlar davetlidir ve güzellik zayıf,
genç
kadınlara
özgülenmiştir.
Bu
durumda zayıf, genç, uzun boylu olmayan kadınlar
karakterlerine
hiçbir
önem
verilmeksizin toplum dışına itilmiştir. Anne, bu cinsiyetçiliği
yeniden
üreterek
kızlarını
kapitalizmin standartlaştırdığı kalıba sokmaya çalışırken “Haydi yavrularım sizleri göreyim birinizden
birisi
mutlaka
baloda
prensin
gönlünü çalsın.” 6 sözlerini sarf ederek güzel olmanın da yetmediğini, en güzel olmak gerektiğini vurgular ve kızlarını yarıştırmaktan geri durmaz. Yukarıda bahsedildiği gibi “güzel” kadınların hep mutlu sona ulaşanlar olması da bu mesajı destekler niteliktedir. Ataerkil
Masallarından Değil”; Pınar Selek’in aile içi 6
(Grimm Kardeşler, 2016)
toplumlarda kadınların tutturdukları “beyaz atlı
Klasik masalın iletisini küçük okuyucuya
erkeği beklemek” söylemi veya evliliğin genç
iletirken sıkça başvurduğu bir yöntemdir
kızlar için tek önemli hayal olarak belirtilmesi
yoldan çıkma metaforu. Kaderlerine razı
de bu anlayışla paraleldir. Küçük okuyucuya
olmayan, mevcut duruma isyan eden kızların
verilen mesaj çok açıktır, “bir kız için en önemli
başına daima kötü şeyler gelir. İyi kızlar
başarı iyi bir evlilik yapmaktır.”7
evlerinde hor görülse, eziyet edilse, en ağır
Evlilik, üvey anne ve kardeşlerle olan sorunların çözülmesi örneğinde olduğu gibi, sorunların çözülmesini sağlıyor görünür. “Masallardaki
güzellik
işleri yapsa dahi hapsoldukları kulelerden ya da evlerden çıkmayı akıllarına getirmezler. Evlilik dışında evden çıkan ya da bulunduğu yoldan ayrılan kızların durumu tam da böyle bir isyan
üzerinden
olarak
görünür.
Yoldan
saparak
ormana
yürüyen kadınlık öğretisi genellikle ikiye ayrılır:
girmeleri ve sonucunda başlarına uğursuzluklar
Masum güzel ya da zeki güzel. İki özellik çok
gelmesi, herkesin yürüdüğü yolu terk etmeyi
nadiren aynı kadında bulunur. Eğer söz konusu
simgeler.
masum güzelse mutlu son kaçınılmazdır ancak
metaforunu kullanarak, bu durumu şu şekilde
söz konusu femme fatale ise bu kötü olan
özetler; “Yol, herkesin gittiği bir ve tek yoldur.
kadındır ve mutsuz olup cezalandırılmaya
Bu yoldan birisinin çıkması herkesin gittiği
mahkûmdur.
güzellik
yoldan gitmemesi, topluma ters düşmesi
birleştiğinde masumluk yok edilir ve kadın,
anlamına gelir. Çünkü bu yolu inşa eden,
zekâsıyla
toplumun kendisidir. Bu yolun tasları toplumsal
Çünkü
zekâ
ve
irade sahibi olduğu
için özne
durumundadır.”8 “Üvey
annenin
her
gün
aynanın
olduğunu öğrenme isteği aslında toplum
göstergesidir.
Gün,
yoldan
çıkma
ahlak kurallarıyla döşenmiştir ve üzerlerine
karşısına geçip dünyanın en güzel kadını
tarafından
“Berna
beğenilmek Aynanın
istediğinin görüşü
bir
aslında
toplumsal cinsiyet rolleri kazınmıştır.” Bu anlamda, halk arasında kullanılan “yoldan çıkmak” deyiminin, kızlar için, cinsel ahlaka aykırı
bir
harekette
bulunmak
anlamına
gelmesi de rastlantı değildir.”10
toplumun görüşünü yansıtmaktadır. Toplumun
Cinsellik
de,
masallarda
iktidarın
bakışı ise ataerkil kodlarla şekillendirilmiş bir
konuştuğu dille yasaklanmıştır. Prensesler,
bakıştır.”9
prensleri onları bulana dek cinsellik arayışında
Yoldan Çıkma Metaforu
bulunamazlar. Cinsellik kötülük aracıdır, kötü insanlara özgülenmiş, masum ve saf prensesler bu alanın dışında tutulmuştur. Aynı şey
7
(Yüksel, 2011) 8 (Artun, 2012) 9 (Artun, 2012)
erkekler için elbette ki geçerli değildir. Erkek 10
(Yüksel, 2011)
güzel bulduğu bir prensesi ölü ya da uyuyor
aynı zamanda güzel olan ve baştan çıkarıcı
olması engellerine aldırmadan, rızasına gerek
cazibesi olandır.
duymadan öpebilir, karısından ayrılabilir, ölen
özelliklere sahipse üvey anne o kadar kötüdür.
karısının yerine yeni bir evlilik yapabilir. Hatta
Burada verilmek istenen mesaj kadının ikinci
ikinci evliliğini yapmış babalar çok sevecen,
evliliğinin toplum tarafından yadırganması,
ılımlı insanlar olmalarına karşı üvey annenin
kabul görmemesidir. Kadın her zaman ilk
zorlamalarıyla bazı hatalar yapar. Hansel ve
evliliğini
Gretel, Sindrella masallarında üvey anne
sürdürmelidir;
tarafından
davranmaya
“yuvayı dişi kuş yapar” söylemleriyle yetişirler
zorlanan baba figürlerini görürüz. Nedense,
ve bu yuvayı sürdürmesi gereken dişi kuştur.
Hansel ve Gretel masalında erkek kardeş yola
Yuvayı devam ettirme yükünü taşıyan kadın
çakıl taşları döşeyip eve dönüş yolunu bulan,
yuvaya girmeden önce başka bir evlilik yaptıysa
yani mantığı ön plana çıkanken, baba masalın
ya da evlilik dışı bir birlikteliği olduysa kadının
sonunda üvey annenin zoruyla hata yapan
toplum gözünde değeri düşer.”12
çocuklara
kötü
masum ve saf bir adam rolü ile aklanır.
ne
Kötü
Öz anne ne kadar iyi
pahasına çünkü
olursa
toplumdaki
kadınların
bir
olsun kadınlar
diğer
özelliği
Masallarda, ikinci evliliklerini yapmış
erkeklere ait olan öfke, intikam duygularına
kadınlar onaylanan karakterler olarak çıkmaz
sahip olmaları, kaderlerine boyun eğmeyip onu
karşımıza. Kötülüğün vücut bulmuş halleridir.
değiştirmeye çalışmalarıdır. Ezildiği halde sesini
Cinsellikten haberdar olmayan saf ve masum
çıkarmak yerine bir köşede ağlayan kızların
kızlara eziyet eder, zarar verirler. “Üvey
tersine güçlüdür ve hakkını arar. Kadınların bu
anneler erkeği cinselliğini kullanarak baştan
bağımsız karakterle giriştiği olaylar masalın
çıkarır, çocuklara kötü davranır ve zengin olma
sonunda cezalandırılır.
hayalleri kurar. Bekâretlerini kaybetmiş bu kadınlar çirkin ve kötü olmaya mahkûmdur. Ancak masalın kahramanı olan güzel prensesler her
zaman,
hatta
aklından
cinselliği
geçirmeyecek kadar, iyidir. Kısaca kadına yasaklanan cinsellik, ancak evliliği dâhilinde ve kocasına
hizmet
etmesi
doğrultusunda
meşrudur, ikinci bir erkekle birlikte olan kadın ise masallarda lanetlenmiştir.”
11
“… eve
sonradan gelen, huzur ve düzen bozan, üvey olan, kötü olan, kıskanç olan, cadı olan fakat 11
(Yüksel, 2011)
“Cadılar ev hayatını seçmedikleri, soru sordukları ve merak ettikleri için kötüdürler. Bu yüzden
çocuk
değiştirmek,
yemek, insanlara
insanların çeşitli
seklini
felaketler
getirmek gibi gücün kötüye kullanılmasıyla ilgili her türlü eylem masallarda cadılara atfedilir. Onlar kurban rolünü oynamayı reddederler ve aksine kendi hikâyelerini yaratmayı isterler. Masallarda ise cadıların kendi hikâyeleri yoktur ve kötü olan her şey onlara atfedildiği için
12
(Artun, 2012)
sonları da kötü olur. Yani gerçek hayatta gücü
mutlu sonla ödüllendirilirken kötü karakterler
elde etmeyi isteyen kadınların cezalandırıldığı,
her daim cezalandırılır.
toplum
dışına
itildiği
ve
ötekileştirildiği Pamuk Prenses kendi sarayında ev
arketiptir cadılar. Bu yüzden toplumun dışında, korkulan
ve çekinilen ormanda yasarlar.
Topluma herhangi bir aidiyet hissetmezler ya da toplum onlara bu aidiyeti bağışlamaz. Cadılar masallarda güzel olarak tarif edilmezler. Çünkü
güzellik
masallarda
ancak
boyun
eğmekle bağdaştırılabilecek bir durumdur. Boyun eğmeyen kadın-cadı da kötüdür ve
işleri yaptığı yetmezmiş gibi ormanda kaybolup karşısına çıkan bir eve girerek de temizlik yapar. Kırmızı başlıklı kızın ninesi şapka örer, Uyuyan Güzel sarayda dolaşırken iğ ile iplik eğiren bir kadın görür. Bu noktada, Ayşin Altun’un sorduğu sorulara bir göz atmakta fayda var, cevaplar hâkim ideolojiye hizmet etme kapısına çıksa da… “O güzel kurabiyeleri
çirkindir.”13
annesi değil de babası yapsa olmaz mıydı? Eve Bağımlı Kadın İmgesi
Büyükannesini ve kırmızı başlıklı kızı kurtaran
Ataerkil sistem, kadını özel olarak adlandırdığı evin içine mahkum eder. Kadın geceleri dışarı çıkmaz, ev işleriyle meşgul olur. Kendini kocasına adayarak ev işleri ile günlerini geçiren
bir
kadın
tipi
aşılanmaya
çalışılmaktadır. Külkedisi’nin gece 12’den önce eve dönme zorunluluğunda olması, geç kaldığı takdirde cezalandırılması kız çocuklarına bir mesaj verirken erkek çocuklarına da kız kardeşlerini, ablalarını, sevgililerini bu durumda
kahraman köylü erkek değil de kadın olsaydı? Kalede kilitli olan prens olsaydı ve Rapunzel prensin uzun sakallarına tırmanıp prensi kurtarsa
olmaz
mıydı?
Pamuk
Prensesin
annesinin tek sorununun güzellik olması garip değil miydi? O da her kadın gibi akşam yemekte ne yiyeceklerini düşünmez miydi? Evin temizliğiyle ilgilenmez miydi? Yedi Cüceler madende çalışırken Pamuk Prenses evini temizlemek, yemeklerini yapmak yerine onlarla birlikte çalışmaya gitseydi? Hep birlikte çalışıp
cezalandırma hakkı tanımaktadır.
evi de hep birlikte temizlerlerdi belki. Pamuk Evin dışında gördüğümüz kadınlar ya kovulmuşlar,
da
olmasa da mesela Pamuk Prensesin kız
kadın
arkadaşı olsa, öpüp uyandırsa Pamuk Prensesi,
tiplemeleridir ki, üvey anne, cadı gibi kötü
sonra da birlikte hayatlarına devam etseler?
karakterleri oynamak ya da peri kostümü giyip
Külkedisinin kız kardeşleri de Külkedisi kadar
olağanın sınırlarından kovulmak zorundadır.
güzel olsa olmaz mıydı?” 14
bağımsızlığına
ya
kaybolmuşlardır.
sahip
çıkan
güçlü
Ya
Prensesi uykusundan uyandıran yakışıklı prens
Evde kalıp rollerini oynayan kadınlar daima
13
(İçöz, 2008)
14
(Altun, 2011)
Kadınlar, kurulan sistemin tanımladığı
üzerine henüz dilekte bulunmamış bir başka
mükemmelleştirilme kalıbına sokulmakta, aynı
peri prensesin iğne batmasıyla ölmemesini, yüz
zamanda zayıf, güzel, çekici, seksi olmaya
yıl sürecek bir uykuya yatmasını ve onu bulacak
zorlanmakta; evde yemek, temizlik, çamaşır,
bir prensin öpücüğüyle uyanmasını diler.
dikiş işleri üzerine yüklenmekte, buna rağmen
Nitekim kralın ülkedeki tüm iğneleri toplatarak
evin dışında kendine rol bulamamaktadır.
felaketi önleme çabasına karşın masal tam da
Kadın eve bağımlıyken, erkek dışarıdaki işlere
bu şekilde gerçekleşir.
yönelir. Cüceler çalışırken evde kalıp temizlik
güzelleşmiş, on altı yaşına gelmiştir. Büyük
yapan Pamuk Prenses, ormanda hiçbir geçerli
saraylarını gezinirken iğ ile iplik eğiren bir yaşlı
sebep olmaksızın macera arayan prense
kadın görür. Ne hikmetse tüm ülkede iğneler
rağmen kulede uzun saçlarıyla kurtarılmayı
toplatılmış
bekleyen Rapunzel, Kırmızı Başlıklı Kız’ın cesur
odasında iğ ile iplik eğiren kadın muhafızların
avcısı gibi. “Bu tiplemeler dışarıda hiç bir tehdit
gözünden kaçmıştır. Daha önce görmediği bu
almaksızın
herkesle
ilginç nesneyi tanımak isteyen prensesin eline
konuşabilmekte ancak; kadının yabancılarla
iğne hemen batar, uykuya dalar, onunla birlikte
konuşmaması,
tüm hizmetkârlar, bahçedeki köpek bile uykuya
özgürce
dolaşarak
özellikle
geceleri
sokakta
olmasına
ormandan geçen bir prens şatoyu bulur, içeriyi
15
geçtikten
bir
yere
defalarca
yıl
sarayın
dalar.
gelmesi
yüz
rağmen
kalmaması, dikkatli olması ve çabucak gideceği gidip
Aradan
Prenses büyüdükçe
sonra,
Kız,
gezmeye başlar. Bu noktada sorgulamamız
annesinin yabancılarla konuşmaması sözünü
gereken prensin canlı yaşantısı görünmeyen bir
dinlemeyip
şatoya hırsızlık dışında hangi amaçla gireceği
tekrarlanmaktadır.”
Kırmızı
kurtla
Başlıklı
konuştuğu
için
olması gerekirken, uyuyan güzeli bulması ile
cezalandırılmıştır.
dikkatler başka yöne çekilmektedir. Prens, Bir Klasik Masal Örneği: UYUYAN GÜZEL Masal, bir kral ve kraliçenin yeni doğan çocukları
için
diyardaki
organize
tüm
ettiği
perileri
eğlenceye çağırdığının
anlatılmasıyla başlıyor. Bütün periler bebek hakkında bir dilekte bulunmaktadır. Buna rağmen davet edilmeyen bir peri vardır ve bu duruma sinirlenen peri eğlenceye gelerek prensesin on altı yaşına geldiğinde eline batacak bir iğneyle ölmesini diler. Bunun
hareketsiz uyuyan bir insanı gördüğünde telaşlanması, sağlığından şüphe etmesi ve gerekirse ilk yardım teknikleri kullanması gerekmesine rağmen uyuyan bir kadını öpmeyi tercih eder. Masalın ilk versiyonunda ilk temasın masum bir öpücük değil tecavüz olduğu yazar ki bu da mutlu sona engel değildir. İradesi dışında öpülen prenses ilk görüşte prensine âşık olur, görkemli bir düğünle evlenirler, sonsuza dek mutlu yaşarlar. (Uyuyan Güzel’de olduğu gibi, Pamuk Prenses
15
(Artun, 2012)
ve Yedi Cüceler’de de prenses onu kurtarmaya
gelen erkekten başka seçeneği olduğunu
Kara Peçeli’nin resimlerini yapar, hangisi daha
düşünmez.)
çirkinse en çok onu beğenirdik.” denilerek klasik masallardaki çirkin cadı imajına da
CİNSİYETSİZ EDEBİYAT Klasik
masallar
gönderme yapılır. toplumsal
cinsiyet
“Geleneksel
rollerini erkek ve kız çocuklarına küçük yaşta öğretip
bu
amaçlarken,
kalıpları feminist
yeniden literatür
değerlere
uymayan
kadınlar cadılaştırılmış, cadılaştırılan
üretmeyi
kadınlar
çocuk
yerin
yaşatılarak
edebiyatına farklı bir soluk getirmektedir.
yedi
kat
diğer
dibinde
kadılardan
yalıtılmıştır.”17
Örnekler çoğaltılabilse de burada yalnızca iki masal ve bir eğitici kitap üzerinde durulacaktır.
Damatlara zarar vermeyi alışkanlık edinen
Siyah Pelerinli Kız ve Bu Senin Bildiğin Peri
cadıyı, abisine saldırması üzerine aramaya
Masallarından Değil masal, Bu Beden Benim
girişir Yosun; fakat cadı yalnızca erkeklere
için çocuklara farkındalık kazandırmak ve
görünmektedir ve Yosun bir kız çocuğudur.
bilinçlendirmek için hazırlanan eğitici bir
Bilindik,
kitaptır.
prensesi
için
ormanlarda
macera peşinde koşan, ejderhalar ve
SİYAH PELERİNLİ KIZ16
devleri yenen prenslerin aksine bu masalda damatlar acizdir ve Kara Peçeli
Masal, Midye Adası’nda geçer. On iki yaşındaki
Cadı’dan dayak yerler. Klasik masalın
Yosun’un köylerine ezelden beri dadanmış olan
kadın erkek ilişkileri ile düğün tipine bir
çirkin cadıyı anlatmasıyla başlar. Cadı yerin
darbe indirilmiştir.
altında yaşayıp köylüye musallat oluyor, evleri yıkıyor, balıkçıların ağlarına zarar veriyor hatta
Yine de yılmaz, aramalara başlar. Günler, aylar
bir doğal afet olan kuraklığı dahi o yaratıyordur.
süren aramaların sonunda ailesi Yosun’un
Peki, ama neden bütün cadılar gözden uzak,
ulaşılmayacak
yerlerde
yaşıyordur? Neden hepsi kadındır ve çirkindirler?
cadının peşinde olduğunu fark eder ve onu engellemeye
“Bugün
oğlan çocuğu gibi…” bile demiştir. Annesi
Yosun’a
uyması
gereken
cinsiyet rollerini hatırlatmıştır. Klasik
çok mutlu bir köy olduğu için Yosun’un köyünü
masalda Yosun bu söyleme uymayacağı
seçmiştir. Cadı tüm kötülüklerin anası olarak
zaman cezalandırılır, başına bir felaket
tasvir edilir, hatta “Biz çocuklar hayalimizdeki
(Selek, 2012)
Annesi
çıkmayacaksın. Evde oturacaksın. Ne o öyle
İnsanları mutsuz etmek en büyük amacıdır ve
16
çalışır.
17
(Dumanlı, 2015)
gelir. Kırmızı Başlıklı Kız örneğinde
genç, uzun siyah saçları olan bir kadındır; fakat
olduğu gibi.
sırtına saplanmış anlam veremediği için bıçak
Annesinin
küçük
dalgınlığından
kardeşiyle
yararlanan
ilgilenirkenki
Yosun
ormana
vardır. Cadı, alışılagelmiş cadı tiplemesinden
kaçmanın bir yolunu bulur ve cadıyı aramaya
farklıdır.
devam eder.
tırnakları yoktur, kucağında bir bebeği
Yosun, kadınların korkması ve uzak
Gençtir,
güzeldir,
uzun
şefkatle tutmaktadır.
durması gereken ormana girmekte
Aklına ilk gelen, çocuğu kaçırmış olduğu olur;
tereddüt
“Aynı
oysa meşe bebeğin Siyah Pelerinli Kıza ait
korkusunu yenip
olduğunu söyler ve meşeden Siyah Pelerinli
etmemektedir.
zamanda orman,
ormanla
Kız’ın hikayesini öğrenir. Siyah Pelerinli Kız’dan
bütünleşen kadının güçlenip çıktığı bir
Kara Peçeli Cadı yaratan süreç oldukça
yerdir.”18
tanıdıktır.
ormana
adım
atan
ve
Bu sırada konuşan bir meşe ağacına rastlar,
Siyah Pelerinli Kız’ın annesi sekizinci kardeşini
ağaçların konuşabildiğini bilmemektedir; çünkü
doğururken
onlara böyle güzellikler değil yalnızca Kara
yaparak büyümüş. Buna rağmen deli dolu,
Peçeli Cadı’nın korku hikâyeleri anlatılmaktadır.
saatlerce yüzen, balık avlayan, komşu adalara
Yosun,
değil
dek yüzen hayat dolu bir kızmış. Geceleri
konuşarak onu ikna etmek ve kötülükten
denize girer, karanlıkta korkusuzca yüzermiş.
vazgeçirmek için aradığını söyler.
Güzelmiş de, adadaki pek çok erkeğin gözü
cadıyı
intikam
almak
için
Ataerkil kültüre ait intikam amacının aksine, fiziksel güçle değil sözleriyle cadıyı ikna etmek amacı gütmesi hikâyede ikinci bir kırılma noktası yaratmakta, bir yandan da klasik masallardan önemli bir imgeyi alt üst etmesiyle farklılaşmaktadır.
ondaymış;
ölmüş,
fakat
kardeşlerine
kızın
kalbi
annelik
yoksul
bir
balıkçıdaymış. Babası ise onu para karşılığı zengin bir arazi sahibi ile evlendirmiş. Bunun üzerine Siyah Pelerinli Kız kaderine boyun eğmek yerine saçlarını kısacık kesmiş, dilini düğümleyip tek kelime etmemiş. Yoksul balıkçı ise kayığına atlayıp adadan ayrılmış; fakat bir gün bu kız adanın kenarında kayıklara el
Meşe, Yosun’a cadıyı bulması için yardım eder,
sallayarak
Yosun cadıyı yerin altındaki bir mağarada
Sinirlenen arazi sahibi kocası iki bıçağı kızın
kucağındaki bir bebeğe ninni söyleyip onu
sırtına saplamış, öldü zannedip onu ormana
emzirirken görür. Beklediğinden çok daha
sürüklemiş.
18
(Dumanlı, 2015)
sevdiğinin
adını
haykırıyormuş.
Siyah Pelerinli Kız, küçük bir kız
senin içine, bıçaklarla birlikte nefreti de
çocuğuna biçilen kalıba sıkışmak yerine
sokmuş.” demiş orman perisi.
cesareti, özgüveniyle kendi istediği hayatı
yaşamaktadır.
Cadılar pek çok masalda kötülüğün
Geceleri
kaynağı iken ve üvey anneler çocuklara
yüzmekten korkmaz, kamusal alana
kötü davranmaları ile tanınırken, bu
katılmaktan çekinmez. Yeri geldiğinde
masalda cadı iyi kalpli bir öz annedir,
tepkisi belli etmekten geri durmaz,
maruz kaldığı erkek şiddetinden ötürü
asidir, isyan eder, klasik masallara göre
bu
yoldan çıkmıştır. Vurgulanılmak istenen
“Meşenin
yapılan
buraya
mağdurla
anlattığı
Meşe aynı zamanda Siyah Pelerinli Kız’ın
bilgiler
köylülerin
ve
masalın
geriye
kalan
başına
gelen
felaketleri
kurgusu, ataerkil namus anlayışını
yaratmadığını, yalnızca damatları dövdüğünü
sorgulatacak
onu
kurtaran
iyileştirmiş;
ve
alt
üst
edecek
bir fakat
orman
cadısı
sırtındaki
olmuş, bıçakları
büyümüş, bir gün bir çocuk doğurmuş; fakat sırtındaki bıçaklardan dolayı çocuğuna süt veremiyormuş. Orman cadısının söylediğine göre çocuk asla büyüyemeyecek, Siyah Pelerinli yaşlanmayacak
ve
çocuğu
asla
besleyemeyecekmiş, bu büyüyü ancak bir insan bozabilirmiş; çünkü bıçakları saplayan bir insanmış. “Sırtında iki tane gibi görünen onlarca bıçak sapı var. Her birinin üstünde sadece evlendiğin adamın değil, babanın, sevdiğinin,
kardeşlerinin,
komşularının
ve
arkadaşlarının ellerini görüyorum. Bu eller (Dumanlı, 2015)
da
tüm
kızların
kendi
gibi
zorla
evlendirildiğini sandığı için yaptığını anlatmış.
çıkarmamış. Derken Siyah Pelerinli Kız’ın karnı
19
içinde
Meşe ağacının bundan sonraki vereceği
niteliktedir.”19
asla
dayanışma
bulunulmasıdır.
ataerkil namus anlayışıyla örtüşür.
Onu
İnsanın
edilen, erkek şiddetinin anlaşılması,
teşebbüstür.
kadar
yaşamaktadır.
göstermesi gereken sevgi ile kast
esas nokta ise kadının kocası tarafından öldürülmesine
durumu
Masal, bu aşamada seyir değiştiriyor. Yosun, cadının sırtındaki bıçakları çıkarıyor, onu iyileştiriyor, büyü bozuluyor. Pelerinli Kız memelerinden akan sütle çocuğunu besliyor; fakat yaşadıkları gücünü yitirmesine neden oluyor.
Bu
yardımıyla
yüzden birlikte
çocuğunu adanın
çok
Yosun’un sevilen
marangozu Ağaç Baba’ya bırakıyor ve kendi ortalıktan kayboluyor. Ağaç Baba, eskiden balıkçılık yapan ve uzun yıllar ortadan kaybolup sonra geri dönen, Yosun’un asla gerçeği öğrenememesine rağmen Pelerinli Kız’ın ilk sevdiği olduğunu düşündüğü kişidir. Bebeğin adını Mucize koyarlar, Pelerinli Kız’ın bıraktığı hediyelerle adadan çok uzaklaşmadığı bellidir ve Yosun bir gün bebeğine, sevdiğine döneceği inancını taşır.
Bundan sonra adada Kara Peçeli Cadı’nın
korkusu
değil,
renkli
üzerine atarak aklanan babalara bir
masallar
göndermede bulunuluyor. Eğer baba hata yaparsa, her sözüne körü körüne
anlatılmaya başlanır.
uymak şart değildir. Aynı zamanda
Ve Pınar Selek’in yazdığı karşı masal
ataerkil aile yapısında sözü kanun kabul
Siyah Pelerinli Kız böylece sona erer. Melek
edilen
Özlem Sezer’in anlatımıyla karşı masal, cinsiyet
boyun eğmeyen, isyan edebilen bir
sorgulamasını
prensestir ve klasik masallarda yaşasa
amaçlar.
karşılaşacağı cadı damgasının aksine bu
Masal,
klasik
masalın
kadını
haliyle
ötekileştiren diline karşı çıkan öğelerle dolu olduğu gibi, babaların kızlarını istemediği insanlarla
masalda
prensesle karşı karşıyayız. Kaderine
yıkma ve okuyucuyu klasik masal metinlerine iletilerini
aksine
babasına karşı çıkma cesaretinde bir
rolleri üzerine odaklanır, kemikleşmiş yapıyı
yabancılaştırarak
babaların
evlendirmesi,
kocaların
eşlerini
öldürmesi ve kimsenin ses çıkarmaması gibi
prensesliğini
sürdürebilmektedir. Prenses Candi’nin annesi kindar bir büyücü tarafından turşuya çevrilmiştir.
toplumsal sorunlar hakkında da düşündürmeyi
Bu
da
kralın
ikinci
bir
evlilik
amaçlıyor.
yapamayacağı, üvey annenin masalın kötü kahramanı olmayacağı, Candi de
BU SENİN BİLDİĞİN PERİ MASALLARINDAN
klasik masalın masum prenses algısına
DEĞİL20
uymadığı için masum ve femme fatale
Kitap, ilk cümleden sıra dışı bir peri masalı
karşıtlığını bu masalda görmeyeceğimiz
olduğunu belli ediyor. Başkahraman yine bir
anlamına geliyor.
prenses; fakat alışılagelmiş prenseslerin aksine matematikten hoşlanan ve boş zamanlarında matematik problemleri çözen bir prensestir. “… yaşlı bir prensin, hele de (tabii ki kral olan) babasının onun için seçtiği herhangi bir şeyin ona uygun olmadığını bilecek kadar akıllıydı. Babası prens seçmekten ne anlardı ki? Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı” der masal. Hata yapmaz kabul edilen, yaptıkları hataları ise üvey anne ya da cadıların 20
(Radford, 2016)
Masal,
kralın
bir
büyüden
dolayı
biraz
salaklaştığını söyler; fakat Candi’nin buna rağmen onu hep çok sevdiğini vurgular. Bu sıfatı Hansel ve Gretel’in, Güzel ve Çirkin’in baba figürleri için de söyleyemez, hatta masallardaki
baba
figürüne
genelleyemez
miyiz? Ataerkinin
sembolü
olan
babaya
yapılan salak tanımı, Candi’nin sıradan ataerkil
bir
ailede
büyümediğinin,
babanın
tartışmasız
boyunduruğu
dememiştir; fakat prensi babasının seçmesi fikrini aptalca bulmaktadır. Bütün ömrünü
altında bulunmadığını göstergesi. “Kral giyeceği kıyafeti bile kendi seçmemişti, kaldı ki kızının hayatı boyunca âşık olacağı, değer vereceği, falan filan yapacağı prensi
birlikte geçireceği prensini kendisi seçmek konusunda ısrarcı davranır, şaşırılmayacağı üzere babası da mırın kırın etse de kabul eder.
seçmek umrunda olmazdı. Kral kıyafet seçmek,
Candi’ye, turşu olan annesi nasıl koca bulacağı
yemek pişirmek ve savaş açmak gibi sıkıcı işler
konusunda yardım edemeyeceği için prenses
için binlerce (ya da onlarca, her neyse işte)
masallardan prens bulma yollarını araştırır. İlki
hizmetkâra bağımlıydı.”
tüm prensleri bir ejderha ya da devi boğmaya
Kralın
klasik
masalda
kadınlar
tarafından görülen işlerinin burada hizmetkârlarca
yürütüldüğünün
söylenmesi ve bu ilişkinin bir bağımlılık olduğunun işlerini
vurgulanması
halledemediği
acizliğinin
gündelik
için
vurgulanması
kralın
anlamına
geliyor. Bu işleri yapamamak maharet değil, hizmetkârlardan üstün değil ve hizmetkârların bahsedilmiyor. olabilirler. masalın
cinsiyetinden Pekâlâ,
Aynı
erkek
zamanda,
cinsellikten
uzak,
de klasik
masum
prenses algısına rağmen, prenses Candi cinselliğin
kadınlar
için
de
var
olduğunun kabullenildiği bir masalda yaşamaktadır.
göndermektir; çünkü başaran kişide koca vardır. Sonuç başarısızdır. İkincisi bir kurbağa bulmak ve öpmektir, yine aradığını bulamaz. Masaldakinin aksine öptüğü ilk kurbağa prens olmamış, kurbağa kalmaya devam etmiştir. Sonrasında prense dönüşen kurbağa ise kendini beğenmişin tekidir ve Candi onu öpmüş olmasına yani bekaret simgesi bozulmuş olmasına rağmen kendini onunla evlenmek mecburiyetinde hissetmez. Hatta prense “Bir kurbağayken senden daha çok hoşlanmıştım.” der. Candi’nin bir diğer yöntemi bir sürü şekeri aynı anda yemek, hastalanmak ve bir prens öpücüğüyle
iyileşmektir.
Buna
rağmen
uyandığında bir prens yerine doktorla karşılaşır. Son yöntem ise bir iyilik perisi bulmaktır. Annesini
turşuya
dönüştüren
büyücüden
yardım ister. Büyücü bir zamanlar çok başarılı
Yazar, masalın eski zamanlarda geçtiğini,
olmasına rağmen eski ihtişamlı günleri geride
Candi’nin akıllı bir kız olduğunu ve babasına
kalmıştır; çünkü saatini bir poker masasında
boyun eğmek zorunda olduğu sıradan bir
kaybetmiştir,
ataerkil aileden gelmediğini, yine de çok genç
zamanında yetişemez. Zamanında gösteriye
yaşta
gidemeyen
evlenen
insanların
yaşadığı
çağda
saati
olmadan
büyücünün
yaptığı
gösterilerine
matematik
olduğumuz hatırlatmasında bulunur. Candi,
hesaplamaları ve sihirlere duyulan güven de
babasının
yitirilmiştir.
evlendirme
teklifine
hayır
Fakat bir sorun vardır. Büyücü, Candi’ye kralın
bulmaması, toplumsal cinsiyet standartlarının
kızı olduğunu öğrendikten sonra yardım etmek
güzellik,
istememiştir, bu yüzden bir anlaşmaya varırlar.
eleştirmektedir.
Candi’nin matematik problemiyle meydan okuması üzerine, Candi kazanırsa annesi turşu olmayacak ve Candi bir iyilik perisine sahip olacak. Büyücü kazandığında ise Candi’yi turşuya çevirecek. Bir matematik düşkünü
cesaret,
erkeklik
tanımlamalarını
Bu aşamada, iyilik perisi ile de istediği prensi bulamayan Candi, prensi ile kendi arasındaki her
türlü
‘sihir’i
ancak
kendinin
yaratabileceğine karar verir.
Candi, büyücüyü matematik bilgisiyle yener ve
Candi, artık turşu olmayan annesi ve zeki
dilekleri gerçekleşir. Candi’nin iyilik perisi,
babasıyla
Külkedisi’ninkinin aksine buruşuk yaşlı bir
Ebeveynleri onun evlenmek için çok küçük
kadındır. Kitabın bu kısmında Sindirella’ya bir
olduğuna karar verirler, Candi matematik bursu
atıf yapılır, Candi’nin Sindirella’yı tanımadığı
alıp üniversiteye gider. Orada kendi gibi
anlaşılır. Klasik masallarla büyümeyen bir kızdır
matematik okuyan birine aşık olur, bir yıl sonra
ve bağımsız karakterini de büyük ihtimalle
evlenirler.
toplumun kendine ataerkil ideolojiyi dikte etmesine
fırsat
bulamamasına
borçludur.
Candi, periden kusursuz bir prens ister. “Candi’nin
önünde
duran
prens,
yani,
kusursuzdu. Yakışıklıydı; ama yapay görünecek kadar değil. Uzun boyluydu; ama Candi’nin tepesinden bakacak kadar değil. Hafifçe çilek, yavru köpek ve ılık yaz günleri gibi kokuyordu.” Üstelik
Candi’ye
ilk
gördüğü
anda
âşık
olmuştur; fakat matematiğin sıkıcı olduğunu düşünüyordur ve bu Candi’nin canını epeyce sıkar. Hoşnutsuzluğunu periye gösterir ve kusursuz dediği prensin bu mu olduğunu sorar. Prens ise “Hem bir ejderha hem bir devi doğradım. Büyü yapılmış bir prensesi öperek hayata döndürdüm ve bütün bir yazı kurbağa olarak
geçirdim.”
prenslerinin
diyerek
tiplemelerinin
klasik
masal
kusursuzluk
tanımına ironik bir göndermede bulunur. Bir yandan da akıllı prensesin bu prensi kusursuz
mutlu
bir
yaşantıya
başlar.
Ve, “Herkes becerebildiği kadar uzun süre mutlu yaşadı.” diye gerçekçi bir bakışla bitiyor Sheri Radford’un karşı masalını. GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞTÜ Masallar, çocukların dünya algılarını, hayata bakışlarını oluşturan ilk unsurlardandır. Klasik masallar,
egemen
yerleştirmek,
kültürün
normlarını
yaygınlaştırmak
amacıyla
anlattığının altında derin anlamlar da taşır. Masalların çift dilli yapısının zararları, çocukları bu masallardan uzak tutmaya çalışarak değil, bu
öğelerin
farkında
olup
çocukları
sorgulamaya iterek azaltılabilir. Bu amaçla yapılan karşı masal çalışmaları ve pedagogların hazırladığı eğitici kitaplar, klasik masallarla paralel
bir
okutulmalıdır.
şekilde
çocuklara
okunmalı,
Çalışma,
egemen
ideolojilerin,
kültürlerin
yayılmasını istediği unsurlar üzerinde durduğu gibi buna ait bir masal örneğini tartıştı, yaygınlaşmaya başlayan karşı masallar ile klasik masalların karşılaştırmasını yaptı. Sonuçta, gökten üç elma düştü. Boyu, cinsi, türü, içindeki kurdu okuyucunun hayal gücüne bırakılarak…
KAYNAKÇA ALTUN, A. (2011). BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ : CADI MASALLARI
KADIN .
VE
HTTP :// WWW.ALTUST .ORG /2011/11/ BİR VARMİS-BİR -YOKMUS-CADİ-MASALLARİ -VE -KADİN /
(10 KASIM 2011) Artun, İ. (2012). Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılması. http://iletisim.ieu.edu.tr/karine/?p=265. (29 Şubat 2012) Boynukalın, N. (2015). Açlık, Fakirlik, Çocuk İşçi, Yamyamlık Ve Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Hansel
ve
Gretel.
Mavi
Atlas.
Sayı
5.
Dumanlı, E. (2015). Karşı Masal: Siyah Pelerinli Kız. http://bianet.org/biamag/sanat/168611-karsimasal-siyah-pelerinli-kiz. (24 Ekim 2015) Grimm
Kardeşler.
(2016).
Grimm
İstanbul: Remzi Kitabevi
Masalları. İçöz, F.
(2008). Masalda Cadı: Ötekinin Arketipi. Yüksek Lisans
Tezi.
Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı. Selek, P. (2012). Siyah Pelerinli Kız. İstanbul: Özyürek Yayınevi Sezer, M.Ö. (2016). Masallar ve Toplumsal Cinsiyet. İstanbul: Evrensel Basım Yayın Radford,
S.
(2016).
Bu
Senin
Bildiğin
Peri
Masallarından Değil. İstanbul: Güldünya Yayınları Yüksel,
Ö.
(2011)
Bilinçaltımızdaki
Masallar:
Masallardaki Toplumsal Cinsiyet Rollerine Erich Fromm’la Bakma. Dipnot. Sayı 7. (Ekim - Kasım Aralık 2011)
Parti’nin kurulmasına kadar tek parti düzeninde
ALİ FETHİ OKYAR, SERBEST
devam etmiştir.
CUMHURİYET FIRKASI NASIL
1880 yılında günümüz Makedonya
DOĞDU, NASIL FESH EDİLDİ?
sınırları içinde bulunan Pirlepe’de doğan Ali
Mustafa Emre Selek mustafaemreselek@gmail.com 1
Fethi Okyar 1898 yılında Harbiye Mektebine girdi, 1904’de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Selanik’te bulunan üçüncü ordu emrine verildi. Burada İttihat ve Terakki Cemiyetine katılarak
Yayına Hazırlayan: Nermin Kırdar, İstanbul , 1987
1908 ihtilalini hazırlayan kadrolar arasında yer aldı. 1909 yılında Paris Askeri Ataşesi olarak atandı. Ardından 1911 yılında Trablusgarp harbinde Enver ve Mustafa Kemal paşalarla beraber müdafaa kuvvetlerinde görev aldı.
Uzun yıllar cereyan eden Harb-i Umumi’nin
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına
nihayete ermesinden sonra kurulan Türkiye
kadar kurmay başkanlık, elçilik ve vekillik
Devleti’nin yönetim şekli ‘Cumhuriyet’ olarak
görevlerinde bulundu. TBMM’nin açılmasından
belirlenmiştir. 1923’de bizzat Mustafa Kemal
sonra
tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası
ilanından
devletin ilk partisi olmuştur. 1923 yılında
başbakanlık görevlerinde bulundu. Ve en
kurulan bu idarenin ilk muhalefet partisi ise yine
nihayetinde
aynı yıl kurulan Terakkiperver
kapatılmasından sonra Paris büyükelçisi olarak
Cumhuriyet
dahiliye
nazırlığı
sonrada
ve
meclis
cumhuriyetin başkanlığı
Terakkiperver
atandı.
cereyan eden Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra bu
talimatıyla vatana dönen Fethi Okyar Serbest
fırka lağvedilmiş ve 1930 yılına kadar tek partili
Cumhuriyet Fırkasını kurdu. Lakin yaşanan bazı
düzen devam etmiştir. Cumhuriyet’in ikinci
hadiselerden mütevellit partiyi lağvederek
önemli muhalefet partisi ise 1930 yılında
tekrar büyükelçi olarak yurtdışına gitti. Çeşitli
Atatürk’ün talimatı üzerine Ali Fethi Okyar’a
diplomatik
kurdurulmuştur. Lakin yaşanılan gelişmeler
Bakanlığı yaptı ve bu görevi 1941 yılına kadar
üzerine Ali Fethi Bey partiyi kurulduktan yaklaşık
devam ettirdi. 1943 yılında İstanbul’da vefat etti.
Türkiye
1
Cumhuriyeti
1945’de
Demokrat
İstanbul Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi A.B.D Yüksek Lisans Öğrencisi
yılında
görevlerinin
Mustafa
Fırka’nın
fırkasıdır. Lakin kuruluşundan iki yıl sonra
üç ay sonra feshetmiştir. Bu fesihle beraber
1930
ve
ardından
Kemal’in
Adalet
Eseri hazırlayan Ali Fethi Bey’in kızı Nermin Kırdar’ın da belirttiği üzere Ali Fethi Bey
Serbest
Fırka
hakkındaki
anılarını
ve
Ali Fethi Bey 22 Temmuz 1930
değerlendirmelerini yazmaya başladığında Fırka
senesinde
henüz feshedilmişti, on gün olmuştu. Dolayısıyla
vatanına iki aylık izin müddetini geçirmek üzere
bahsi geçen hadiseler sıcağı sıcağına kaleme
ailesiyle birlikte gelir. Gelir gelmez o esnada
alınmıştır. Ali Fethi Okyar’ın ailesi – zevcesi ,
Reis-i Cumhur olan Gazi Mustafa Kemal’i ziyaret
oğlu ve kızı – zat-ı muhteremin Serbest Fırka’ya
etmek
dair evrakını biyografisini hazırlamakta olan
haşmetmeaba iletir. Gazi’yi ziyaretinden sonra
Cemal Kutay’a vermiştir. Eseri hazırlayan
kaldığı otelde Rize mebusu Fuat beyle karşılaşır
Nermin Kırdar önsöz kısmında bu duruma şu
ve kadim dostları Kılıç Ali Bey ve Recep Zühtü
sözlerle değinmiştir “ Elimizdeki Serbest Fırka
Bey
evrakını, babamın bir biyografısını hazırlamakta
hükümetinden şikayetçi olduğunu görür. Esasen
olan değerli tarih yazarı Cemal Kuntay’a verdik.
Paris’te
Bu eser, “ Üç Devirde Bir Adam” başlığı altında
Ankara’dan Paris’e gelenlerden alıyordu ancak
evvela tefrika, sonra kitap olarak 1980’de çıktı.
burada bizzat şahit olmuş oldu. Fuat Bey ile
Bu kitabın otobiyografi şeklinde yazılmış olması
İsmet Paşa hükümeti hakkında hasbihal ederken
yanlış anlamalara sebep olmuştur. Bu gibi
Fuat Bey’den kendisine muhalif bir fırkanın
anlamaları
teşkili için bir teklif alacağı haberini alır. Lakin,
önlemek
bakımından,
açıkça
Türkiye’nin
isteğini
gibi
Fuat
bir
telgraf
Bey’in
bulunurken
tip
vasıtasıyla
İsmet
Paşa
havadisleri
kitabın diğer kısımları Fethi Okyar’ın kaleminden
şikayetlerin gerekse kendisine yapılacak böyle
değildir.” Bu sözden de rahatça anlaşılacağı
bir teklifin Gazi Mustafa Kemal nezdinde hiçbir
üzere elimizdeki eser - “Serbest Cumhuriyet
makes bulmadığına emindir.
metin eski Türkçe olarak yazıldığı için bazı noktaların
idrakı
vakit
alabilmektedir.
Günümüze göre ağdalı olan diline rağmen olaylar gayet anlaşılır ve açık bir şekilde nakledilmiştir. Doğası gereği hatıratlar kendini müdafaa etmek maksadıyla kaleme alınır. Lakin Fethi bey kendini savunmak ve övmekten ziyade kendisini
anlatma
çabasındadır.
Olayları
Mustafa Kemal Paşa’nın tutumu açısından ele almaktadır.
hükümeti
iken
gerek
Fethi Okyar’ın kaleminden çıkmıştır. Öte yandan,
Paşa
bu
de
sefiri
belirtmeliyim ki Serbest Fırka olayı dışında,
Fırkası Nasıl Doğdu, Nasıl Fesh Edildi ? – bizzat
İsmet
Fransa
hakkındaki
Gazi hemen hemen hergün sofrasında devlet adamlarını toplar, onlarla muhabbetten büyük keyif alırdı. Yine böyle bir akşamın ertesinde Ali Fethi Bey’den ve Samsun Valisi Kazım Paşa’dan kalmalarını istemiştir. Vali Kazım Paşa’dan memleketin bir valisi olarak vaziyet-i ahvalı nasıl gördüklerini sorar. Vali Bey’de halkın İsmet Paşa hükümetinden müşteki olduğundan, mahkemeye işi düşenlerin işlerini halledemediğinden bahseder. Bunun üzerine
Gazi
Hazretleri
bu
durumlara
hükümetin bilerekmi sebep olduğunu sorar ve hayır cevabını aldıktan sonra tatbikatta bazı
hataların olabileceğini zikreder. Esasen burada
Fırkası içinden bir muhalif grubun peyda
açıkca görülmektedirki Mustafa Kemal Paşa
edilmesi fikrini ortaya atar ancak bu fikir İsmet
memleketin bir valisinden gelen bu eleştiriyi
Paşa tarafından derhal reddedilir ve aynı parti
örtbas etmek istemiş ve bu tip tatbikattan
içinde muhalif bir grup oluşturmanın uygun
kaynaklı
düşmeyeceğini söyler.
durumların
her
zaman
cereyan
edebileceğini belirtmiştir. Bu noktada hükümeti kuran Cumhuriyet Halk Fırkası’nın reisinin halen Gazi Mustafa Kemal olduğunu hatırlamak gerekir. Ardından aynı suali memleketin bir hariciyecisi olan Ali Fethi Bey’e yöneltir. Fethi Bey
de
hükümetin
bazı
hususlardaki
politikalarının eksiklerinden bahseder ve Gazi de bunu destekler nitelikte bir kısım mebusun yapılan
yanlışları
gördükleri
halde
ses
etmediklerinden şikayet eder ve buna çare olarak muhalif bir fırka teşkil etmenin lüzumunu açıklar. Ardından kurulacak muhalif bır fırkanın başında Ali Fethi Bey’i görmeyi istediğini belirtir. Ali Fethi Bey İsmet Paşa ile karşı karşıya kalmak istemediğini zikretsede Paşa Hazretleri bahsi kapatır. Ertesi gün İsmet Paşa Yalova’ya gelmişlerdir
ve
akşam
Reis-i
Cumhur’u
konağında ziyaret eden Ali Fethi Bey orada İsmet Paşa’ya tesadüf eder. Gazi Mustafa Kemal derhal
muhalif
fırka
mevzusunu
açar.
Konuşmalarından anlaşıldığı üzere hükümet
Esasen
muhalif
fırkayı
kurma
arefesinde Fethi Bey’in iki çekincesi vardır. Bunlardan birincisini Fethi Bey’in şu sözlerinde bulmak mümkündür: “ İsmet Paşa’nun suret-i haktan görünerek, bir entrika ile aleyhimde manevra
çevirmesi
ihtimali
mütemadiyen
zihnimi işgal ediyordu”. Diğer bir çekincesi ise muhalif partinin peyda olmasından sonra Reis-i Cumhur olarak tarafsız kalması beklenilen Paşa hazretlerinin hem Cumhuriyet Halk Fırkası reisliğini hem de Reis-i Cumhurluğu aynı anda götürmesi
halinde
muhalif
partiye
olan
tutumunun nasıl olacağıdır. Ancak Gazi’nin şu sözleri Ali Fethi Bey’i mütmain kılar: “ Bu fırkalar benim iki evladım gibi olacak ve ben sizin babanız olacağım. Bir baba iki öz evladına nasıl müsavi muamelede bulunuyorsa, ben de aynı veçhile bu iki fırkaya muamele edeceğim. Bundan emin olunuz.Bu teşebbüs memleket için çok hayırlı neticeler verecektir”
reisi İsmet Paşa bu fikri destekler konumdadır
Bütün bu girişimler, fikir teatileri,
ancak İsmet Paşa’nın samimiyetine asla itimat
tartışmalar neticesinde nihayetinde Serbest
etmeyen Ali Fethi Bey muhalefete tahammülün
Cumhuriyet Fırkası kurulur. Lakin ilk pürüzler
güçlüklerinden,
henüz kuruluş mektubunun
yapılacak
muhalefetlerden
cevaplanması
kaynaklanacak muhtemel şahsi dargınlıkların
meselesinde peyda olur. Bu mektupta Gazi
olabileceğinden bahseder. Fethi Bey’in bu
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet Halk Fırkası’nın
konuşmalarına
Kemal
reisi olduğu gerekli gereksiz her fırsatta
kararında kesin olduğunu her fırsatta belli eder.
yinelenmiş, Mustafa Kemal’in partiyle olan
Bunun üzerine Fethi Bey Cumhuriyet Halk
derin münasebeti her seferinde tekrar edilmiştir.
rağmen
Mustafa
Ali Fethi Bey çekincelerini tekrar gündeme
edilmesine karar verilir. Bu bitaraflığın bir
getirmiş lakin Gazi Hazretleri önceden de
beyanname ile duyurulması kararlaştırılır ve
belirttiği
bunun üzerine bir müsvedde yazılır. Lakin bu
üzere
tarafsızlığını
muhafaza
müsveddeye Gazi Hazretleri tarafından ne bir
edeceğine dair sözlerini tekrarlamıştır. İlerleyen zamanlarda Mustafa Kemal’in tarafsızlığını muhafaza edememesi ve belkide İttihat ve Terakki’nin devamı niteliğini taşıyan Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan kopamaması Ali Fethi Bey’i rahatsız etmeye devam eder. Bir
kabul nede bir red verilir. Bu belirsizlik bir süre daha devam eder ve Ali Fethi Bey ile Gazi Mustafa Kemal arasında yapılan konuşma neticesinde Serbest Cumhuriyet Fırkası 17 Teşrin-i Sani 1930 yılında fesih edilir.
akşam Gazi Mustafa Kemal birkaç mebusla
Eserin ana kısmını Serbest Cumhuriyet
hasbihal ederken Kütahya mebusu Nuri Bey’e
Fırkası’nın kuruluşundan kapanışına kadar
dönerek İsmet Paşa’ya muhalefet ettiklerinden
geçen olayların Ali Fethi Bey tarafından
mütevellit İsmet Paşa’nın onları paçavraya
anlatılması ve değerlendirilmesi oluşturur.
çevireceğini, İsmet Paşa’ya karşı gelenlerin
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasıyla
akıllarına şaşdığını ve en nihayetinde Serbest
biten ana kısmın sonuna “Notlar” başlığı altında
Cumhuriyet Fırkası’nı Fethi Bey’e teşkil ettirenin
hatıratta geçen bazı olayları detaylı olarak ele
kendisi olmadığını bilakis Fethi Bey’in bunu
almak için bir kısım eklenmiştir. Hatıratın
kendi arzusuyla gerçekleştirdiğini söylemiştir.
sonuna eklenen diğer bir kısım ise Ali Fethi
Nihayetinde
Bey’e
Bey’in bazı gazetelere verdiği mülakatlardan
naklolunmuş ve Mustafa Kemal Paşa Nuri Bey’e
oluşan “Fethi Bey’in Nutuk ve Beyanatları”dır.
şaka yaptığını iletmiştir. Anlaşılan o ki Gazi
Eklenen son kısım ise 25 Eylül – 15 Kasım 1930
Mustafa Kemal Paşa bu konuşulanların Ali Fethi
tarihleri
Bey’e gitmeyeceğini düşünerek böyle sözler
tutulan zabıtlardan oluşan “T.B.M.M Zabıt
sarfetmiş idi. Bütün bu nahoş vaziyetlere
Cerideleri” adlı kısımdır.
bu
konuşma
Fethi
rağmen Ali Fethi Bey parti adına çalışmalarına, Mustafa Kemal Paşa da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın desteklemeye devam eder hatta kardeşi Makbule Hanıma Serbest Cumhuriyet Fırkasında görev alması için talimat verir.
Fırkası’na
karşı
aldığı
T.B.M.M
oturumlarında
Eserin önsözünde de belirtildiği gibi Ali Fethi Bey hatıralarını eski yazıyla yazmıştır. Eseri yayına hazırlayan Ali Fethi Bey’in kızı Nermin Kırdar dayısı Sadi Eldem, Dr. Fethi Tevetoğlu ve Ethem Eldem beylerin de yardımıyla eseri yeni
En nihayetinde hükümetin Serbest Cumhuriyet
arasında
açık
yazıya çevirmiştir. Şüphesizki bu yıllarda kaleme alınmış
eserlerin
günümüz
Türkçe’sine
aleyhdarlık hakkında Gazi Mustafa Kemal’le
çevrilerek yayınlanması günümüz gençlerinin o
görüşülmesi ve tekrardan Reis-i Cumhur
devirleri daha iyi anlamasına vesile olacaktır.
Hazretlerinin bitaraflığının teminine davet
Hatırat sahibi Ali Fethi Okyar beyfendiyi
rahmetle anıyor, eseri yayına hazırlayan ve bizlerin o dönemlere bizzat şahit olmuş bir kimsenin hatıratını okumamızı sağlayan Nermin Kırdar’a şükranlarımızı sunuyoruz.
kapasitesine
de
sahip
olmak
gerektiği
KÜRESEL GÜÇ AÇMAZI : ÇİN
vurgusudur. Günümüz koşullarında bunun
Burak TIRAŞ
karşılığı, jeopolitik çıkarların belirlenimi altında
buraktiras93@gmail.com
dünyanın farklı noktalarında askeri üslere ve yine aynı amaçlar doğrultusunda çok sayıda uçak gemisine sahip olmaktır. İkinci koşul, dış müdahalelerden asgari ölçüde etkilenecek bir ekonomik yapıya sahip olmak, bunun da ötesinde bu yapıyı uluslarası düzlemde hakim kılacak kurumlar yaratabilme becerisine sahip olmaktır. Elimizdeki son verilere1 baktığımız vakit Amerika’nın bu alanda da üstünlüğü koruduğunu görüyoruz, ancak yine son yirmi yılın
rakamlarına
bakacak
olursak
bu
üstünlüğün mutlak olmadığını da belirtmekte Küresel güç tanımlaması, görece yeni bir kavram olup, gerçek anlamıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin Soğuk Savaş sonrası elde ettiği üstünlüğünü
tanımlamak
üzere
zihin
coğrafyamızda vücuda gelmiştir. Dünyanın, esas itibariyle teknolojik ve fiziksel şartlardan ötürü bu kavramla uzunca bir süre tanışması zaten mümkün değildi. Bu gerekliliklerin daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle “Küresel güç olmak ne demektir?” sorusuna kabaca bir cevap vermemiz yerinde olacaktır.
fayda var. Aynı zamanda IMF, World Bank ve benzer
finansal
Amerika’nın
kuruluşların sancaktarlığını
da
hepsinin üstlendiği
neoliberalizmin ürünü olduklarını hatırlamak gerek. Üçüncü koşul, söz konusu ülkenin enerjide dışa bağımlı olmaması, ya da enerji güvenliğini elindeki araçları kullanarak temin edebilmesidir.
Dördüncüsü,
enformasyon
edinebilme araçlarına sahip olma ve bunları etkin kullanabilme becerisidir. Son bir asırdır teknolojide
deneeyimlediğimiz
gelişmeler
sayesinde söz konusu bilgi edinme yolları artık insan unsuruyla sınırlı değildir. Bazı uzmanlar
İsminden de anlaşılacağı gibi, küresel güç haline gelmiş bir devletin her şeyden önce zor kullanma
kapasitesini
küresel
ölçekte
yansıtabilmesi gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu zor gücüne sahip olmaktan daha önemli olanın bu gücü kullanabilme
bunu istihbarattaki esas unsurun insandan biliişime kaydığı yönünde yorumlasalar da bu oldukça hatalı bir çıkarımdır. Hangi yoldan edinilirse edinilsin, son kertede bilgiyi diğer verilerle
değerlendiren,
doğrulayan,
risk
analizini yapan yine bu alanda yetişmiş kişilerdir. Bu anlamda teknoloji ne kadar ileri
giderse gitsin insan unsuru her daim istihbarat sanatının edecektir.
odak
noktası
Bununla
olmaya beraber
devam mevcut
gelişmelerin oyunu ne denli değiştirdiğini görmek için Çin’in son on yılda yoğunlaştırdığı siber saldırılara2 bakmak yeterli olacaktır. Uzmanlar bu saldırıların önemli bir bölümünün ekonomik istihbarat elde etmek amacıyla gerçekleştirildiği noktasında hemfikirdir. Altıncı koşul, bilimsel alanda başı çeken kurumlar aracılığıyla kaliteli bireyler yetiştirebilmek ve bunun devamlılığını sağlayabilecek kaynaklara sahip olmaktır. Yedinci ve bence en önemli koşul ise tüm bu kaynakları seferber ve kanalize edebilecek bir küresel güç vizyonuna
Küresel gücün çalakalem bir tarifini yaptığımıza göre esas üzerinde durmamız gereken soruya yoğunlaşabiliriz: Çin bir küresel güç adayı mıdır? Bu başlık yeni bir tartışma konusu olmasa da Çin’in son yirmi yıldır devam eden ve geçtiğimiz on yılda daha kesif bir hale bürünen önlenemez yükselişi bu alanda daha ciddi akademik mesailerin harcanmasına neden olmuştur. Çinli sosyal bilimciler bu konuları ciddi olarak tartışmakta; riskler, fırsatlar ve sorumluluklar
çerçevesinde
üretmektedirler.
Peki
ama
analizler Çin
yukarda
saydığımız gerekliliklerin kaçını sağlamaktadır ?
sahip olmaktır. Mevcut göstergeler3 doğrultusunda Çin’in ilk Amerika Birleşik Devletleri bir küresel güçtür çünkü bu yedi koşulun hepsini de bütün yönleriyle
sağlamaktadır.
Devletleri
bir
küresel
Amerika güçtür
Birleşik
ancak
bu
adlandırmanın onun ayrıcalıkla konumunu tanımlamak
için
yeterli
olduğunu
düşünmüyorum. Söz konusu devlet aynı zamanda bir “küresel hegemon”dur da. Küresel güç ile küresel hegemon arasındaki fark en basit ifadesiyle rıza unsurunu üreten kültürel cazibeden kaynaklanmaktadır. Bugün, dünya halklarının önemli bir bölümü için Amerikan kültürü bir imrenme unsudur ve bunun da ötesinde Amerika’nın temsil ettiği düşünülen değerler varılması gereken bir istasyon olarak görülmektedir.
koşul bakımından Amerika’nın üstün konumu için ciddi bir tehdit arz etmediğini görmekteyiz. Askeri parametreler açısından Çin bütün alanlarda
Amerika’nın
zamanda
gerek
gerisindedir.
nükleer
silah
Aynı
bakımında
gerekse askeri üslerinin jeopolitik konumunun dominantlığı
ölçüsünde
Amerika,
kendini
yarışın bu alanında bir süre daha güvende hissetmek için meşru sebeplere sahiptir. Çin’in nükleer
kabiliyetinin
sınırları
tam
olarak
kestirilemese de, henüz deniz aşırı hiçbir noktada herhangi bir askeri üsse sahip olmayışı, niyetili olduğunu varsaydığımızda bile, onu mevcut
askeri
potansiyelini
yansıtmaktan
alıkoymaktadır. Cibuti’de inşası devam eden üs4 bu açıdan bir ilk olma özelliğini taşıyor. Ancak Çinli politikacıların söylem ve duruşlarını
dikkate aldığımızda, bu üssün bir küresel güç
ciddi bir rekabet halindedir. Her ne kadar insan
olma
Afrika’daki
unsurunu küresel çapta etkin olarak kullanma
çıkarlarını5 korumaya yönelik aldığı bir başka
becerisinden yoksun olsa da -ki bu durum
önlem olduğu okuması bir adım öne çıkıyor.
bölgesel ölçekte tam tersidir- haiz olduğu göreli
İkinci koşul olarak kabul ettiğimiz ekonomide
teknolojik üstünlük sayesinde enformasyan
ise işler biraz kızışıyor. Dünya Bankası’nın
edinebilme noktasında herhangi bir sıkıntı
yayınladığı GDP 2015 istatistiklerine6 göre Çin
çekmemektedir. Tam aksine, Çin sahip olduğu
ile Amerika
bu göreli üstünlüğü kullanarak şimdiden
arzusundan
çok
Çin’in
arasındaki makas kapanmaya
edilen7
devam etmektedir ve eğer öngörüler doğru
Amerika’yı
çıktığı takdirde 2025 itibariyle Çin listede birinci
zararlara
sıraya yerleşmeye aday olan tek ülkedir. Tabii
yandan bunun tam aksi durumlar yaşanmaması
bu öngörülerin diğer bir çok değişkeni sabit
için de azami dikkati gösteriyor. Uluslararası
kabul
sularda
ederek
hesaplandığını
aklımızda
milyon
dolarla
uğratabildiğini
seyretmesine
ifade
görmekteyiz.
rağmen,
Çin
Öte
bazı
tutmakta fayda var. Hatırlamamız gereken bir
Amerikan gemilerini belli mesafeden sonra
başka nokta ise Çin’in dünyanın en büyük dolar
çeşitli yollarla taciz etmeye başlıyor. Uzmanlar
rezervine sahip olduğudur. Her ne kadar son
bunun sinyal istihbaratı toplanmasına karşı
yıllarda7 bu rezerv yuanın değer kaybını telafi
alınan bir önlem olduğunu düşünmekteler.
etmek adına bir miktar erişimiş olsa da, hala
Amerika ise bu tacizleri uluslarası hukuka aykırı
Çin merkez bankasının (PBOC) envanterindeki
olduğunu
en önemli silah olarak varlığunı sürdürmektedir.
İstihbarat birimleri açısındansa Çin’in rakibi
Üçüncü koşul olan enerji güvenliği noktasında
Amerika gibi küresel düzeyde mobil ve
Çin’in
yaşamadığını
operasyonal bir örgüte sahip değildir ve
gözlemlemekteyiz. Gerek kendi topraklarından
bilindiği kadarıyla böyle bir çalışma içerisinde
çıkardığı kaynaklar, gerekse Çin menşeili
de değildir. Çin istihbaratı daha çok bölgesel bir
şirketlerin uluslarası yürüttüğü yatırımlar bunu
gücün karakteristik özelliklerini sergilemektedir
doğrular niteliktedir. Aynı zamanda Çin’in
ve
Cibuti’de kurmakta olduğu askeri üssün de
görünmektedir.
özellikle bu çıkarları muhafaza etme çabasıyla
üniversiteleri ve think-tank tarzı kurulaşları
yakından ilişkili olduğunu belirtmek önemli. Çin
kapsamaktadır. Çin son dönemde bu anlamda
bu yeni askeri varlığını, kendi ticaretine zarar
da ciddi atılımlar yapmaktadır, hele son on
veren korsanlık faaliyetlerini önlemek gerekçesi
senede kayda değer bilimsel içerik üreten
üzerinden meşrulaştırmaktadır. Küresel güç
üniversite sayısındaki artış hiç de azımsanacak
olmanın
olan
kadar az değildir. Bununla beraber ülkenin bu
kabilyetleri
anlamdaki en büyük problemi beyin göçü
noktasında Çin, mevcut süper güç Amerika’yla
dediğimiz olgunun önüne geçmek ve eğer
pek
bir
dördüncü
enformasyon
sorun
önemli
edinebilme
koşulu
bir
belirtip
süre
kınamakla
daha Altıncı
böyle koşul
yetiniyor.
olacak
gibi
daha
çok
mümkünse tersine çevirme sorunsalıdır. Ülke
meselelerin hepsinde Amerika’nın aksine sorun
bu anlamda da ciddi adımlar atmış ve akademik
çözücü bir rol oynamaya gayret etmektedir.
çalışmalar için hatırı sayılır burslar vermeye
Muhataplarına bir takım doğrular dayatmak
başlamıştır. Ayrıca yurt dışından gelecek
yerine onlara eşit, egemen ülkeler olarak hak
araştırmacılar için kalıcı oturma izni şartlarını
ettikleri saygıyı göstermektedir. Buyurganlık
kolaylaştırmış
taslamak, tabir yerindeyse abilik taslamak
ve
minimuma
bürokratik
indirmek
süreçleri
için
çalışmalar
yerine
tecrübelerini
paylaşmaya
çalışıp
yürütmüştür. Ne yazık ki tüm bunların batı
meseleye çok da dahil olmamaktadır. Birçok
yönlü beyin göçünün yönünü manipüle etmede
ülkenin Çin’in bu nezaket misali tutumunda
henüz
alabileceği önemli dersler olduğu kanısındayım.
tam
anlamıyla
başarıya
ulaştığı
söylenemez. Ancak daha geniş bir çerçevede düşündüğümüzde bile Çin’in bu konuda bir irade ortaya koymuş olması dikkate değer bir öneme sahiptir. Ve vizyon. Küresel güç olmanın en elzem ve katalizör unsuru. Bu konuda Çin’in ve dünyanın akademik çevrelerinde hala ateşli tartışmalar
yürütülmektedir.
Batı,
Çin’in
gizliden gizliye ve bazen de açıktan açığa böyle bir vizyonun peşinden koştuğunu ileri sürse de, içerdeki
tartışmalar
bu
kadar
keskin
ilerlememektedir. İşin açığı, Çin hala reformist lideri Deng Xiaoping’in benimsediği “düşük 8
profilli” dış politika anlayışnın mirasçısıdır ve ufak tefek değişikler hariç hala bu politikalarını bu çerçevede şekillendirmektedir. Başka bir deyişle, kendi çıkarları tehidit edilmediği müddetçe pek etliye sütlüye karışmama siyaseti
dış
politikasının
omurgasını
oluşturmaktadır. Yine de bu durumun da dönüşüme açık olduğunu Xi’nin hırslı dış politikasında gözlemleyebiliyoruz. Xi’nin gerek
Benim kişisel görüşüm, ne Çin’deki karar alıcıların, ne de Çin halkının böyle bir vizyonu yüklenmeye hazır olduğu yönünde. Bir kere böyle bir vizyonu inşa etmek için görece stabil bir siyasi iklim ve uzun bir barış süreci gerekmektedir. Çin henüz kendi iç sorunlarını çözebilmiş bir ülke konumda değlidir, tam aksine
günümüz
modern
devletlerinin
vazgeçilmezi olan demokrasi konusunda da ciddi kaygı ve eleştirilerin odağı konumundadır. Basın özgürlüğü ve insan hakları ihilalleri bakımından
sınıfta
kalan8 ülke,
şeffaflık
konusunda da pek iyi bir karneye sahip değildir. Ayrıca başta Doğu Türkistan, Hong-Kong ve Taiwan gibi ulusal açıdan kritik birkaç meseleyi de hala müzakere ve hukuk zemininden çok uzak bir bakış açısıyla çözmeye çalışmaktadır. Tüm bunlar geliştirilicek potansiyel bir küresel vizyonun içeriğinde ve uygulamasında ölümcül sakatlıklara yol açabilecek yaralardır.
Afganistan, gerek Pakistan, gerekse Suriye
Sonuç olarak, yukarda saydığımız yedi faktör
meselelerindeki görece aktif katılımı kısıtlı bir
önemlidir ve her biri aday ülkeyi taşıyacak
değişim
kolonlar
olduğunun
göstergeler.
Burda
atlanmaması gereken fark, Çin dahil olduğu
niteliğindedir,
ancak
yedincisi
olmadan ilk altısının bir önemi yoktur. Bana
kalırsa Çin örneğinde temel açmaz burdan çıkmaktadır.
Çünkü
daha
önce
de
vurguladığımız gibi, ilk altı faktörün ifade ettiği kaynaklar, bu kaynakları doğru ve verimli şekilde kullanacak siyasi irade ve vizyon olmadığı sürece bir işe yaramamaktadır. Benim görüşüm Çin’in bu potansiyele ve kaynakalara sahip anacak henüz böyle bir konumdan uzak olduğu yönündedir. Mevcut uluslarası sistem sürdüğü
takdirde,
Amerika’nın
öngörülen
düşüşünden faydalanabilecek tek aday ülke Çin’dir. Ancak şunu da vurgulamakta fayda var ki, Çin muhtemelen hiçbir zaman kendi kültürünü
rızanın
getiremeyecek
ve
üretim bir
aracı
küresel
konumuna yükselemeyecektir.
haline
hegemon
References : 1. http://databank.worldbank.org/data/downloa d/GDP.pdf 2.http://www.reuters.com/article/us-usacyber-navy-idUSKBN13J001 3.http://www.globalfirepower.com/countrieslisting.asp 4.http://www.wsj.com/articles/china-buildsfirst-overseas-military-outpost-1471622690 5. http://journal.georgetown.edu/misconception s-about-chinas-interest-in-africa/ 6.http://data.worldbank.org/datacatalog/GDP-ranking-table 7.http://www.forbes.com/sites/douglasbulloch /2016/10/25/why-chinas-falling-exchangerate-undermines-their-reserve-currencyambitions/#30a9c0958743
8.https://rsf.org/en/china
DIŞ POLİTİKA ENSTİTÜSÜ BAŞKANI SEYFİ TAŞHAN İLE DIŞ POLİTİKA VE GÜNDEM ÜZERİNE Ekin Su Yılmaz
nedenle 1974 Dış Politika Enstitüsünü kurdum. Kurucu kadromuzda Fahir Armaoğlu, Suat Bilge, Altemur Kılıçgibi isimler vardı. Bir de tabi ki o zaman Türkiye’de böyle bir kuruluşun olmaması böyle bir kuruluşun ihtiyacını gösteriyordu. Biz de enstitümüzle bu ihtiyacı bir nebze doldurmaya çalıştık.
ekinsuyilmaz@gmail.com
Bu ihtiyaç günümüzde başta Amerika olmak üzere çeşitli dünya ülkelerine kıyasla sayıca daha az bu kuruluşlara ev sahipliği yapan ülkemizde, günümüzde de geçerliliğini koruyor değil mi? Türkiye’de sayıca bu kadar kısıtlı olan düşünce kuruluşlarının pasifliğini ve artmayışını hangi nedenlere bağlıyorsunuz? 1974 yılında Türk Dış Politika Enstitüsü’nü (DPE) kurarak Türkiye’yi ilk defa “political think tank/siyasi düşünce kuruluşu” kavramıyla tanıştırdınız. O dönemin de koşullarını göz önünde bulunduracak olursak sizi DPE’yi kurmaya ve hala 30 yılı aşkın bir süredir DPE’nin faaliyetlerine liderlik etmeyen iten etmenler nelerdir? Aslında çalışmalarımız 1971 yılında başladı. 1971yılında ben Dış Politika adlı Türkçeİngilizce bir dergi yayınlamaya başladım. O zamanlarda Türkiye’de sağ-sol çatışmaları çok artmıştı. Merkezde makul bir görüşme, bir fikir geliştirilmesi pek mümkün olmuyordu. Merkez, sağa ve sola çekiliyordu. Türkiye büyük bir çatışma içerisine gidiyordu. Nitekim 1971 darbesinden sonra da bu çatışmalar artıp kendini günlük hayatta da göstermeye başladı. Biz de Türkiye’ye dünyadaki dış politika hakkında tarafsız bir görüş koymak, Türkiye hakkında da nispeten tarafsız bir görüşü dünyaya aksetmek amacıyla mütevazı bir teşebbüs olarak dergiyi çıkardık. Fakat kısa zamanda gördük ki, dergiyi arkasında bir enstitü olmadan çıkarmak, yapacağı çalışmaları yavan ve yetersiz kılacak. Bu
Soğuk Savaş sırasında DPE tek enstitüydü, o yüzden ihtiyaç kesin bir gerçekti. Fakat Soğuk Savaş sonrası bu tür dergilerde heves ve enflasyon görüldü. Devam etmeye gelince ise Fakat çoğu kuruluş yarı yolda pes etti. Böyle devamı için gerekli olan desteği iş dünyasından göremezler, göremediler de. İş dünyası sadece kendi çıkarları için piyasa araştırmaları yaptırır, siyasal araştırmalara ihtiyaç duymaz Günümüzde de bu tarz piyasa araştırması yapan birçok kuruluş vardır. Türkiye’de bu tür kuruluşlara vakıflardan da destek gelmez. Türkiye’de vakıf dağılımı genelde İslamidir çünkü. İslami olmayan vakıflar ise siyasi kuruluşlara, dergilere değil ihtiyaç sahiplerine yardım üzerine yoğunlaşır. Üniversitelerde bizim çalışmalarımıza benzer çalışmalar vardır ve olması lazımdır, fakat üniversite çalışmaları esasında akademiktir, siyasal değildir. Bugün Türkiye’de o furyadan geriye sağ kalmış pek az enstitü vardır. Kalanlar bizim gibi yoğunluklu şahsi emeğe devletin kısmi desteğine ve sahip olanlardır. Biz de aldığımız bu kısmi desteği Türk Dış Politikasını
yorumlamaya, yeri geldiğinde eleştirmeye ve kamuoyuna bu doğrultuda bir düşünce havuzu sunmaya kullanıyoruz.
Bu anlamlandırma ve değerlendirme çabalarınız doğrultusunda, 2011 yılında VIP Diplomat Dergisi’ne verdiğiniz bir röportajda Türkiye tarihinde belli başlı ülkelerle çözümlenemeyen sorunların Türkiye’nin ilerlemesinde bir engel oluşturduğunu belirtmişsiniz. Sizce bu sorun günümüzde de geçerli mi? Günümüz Türk Dış Politikasını değerlendirecek olursanız, çeşitli aktörlerle ilişkimizin bir sorun yaratmaya devam ettiği kanaatinde misiniz? Bu konudaki kanaatim 2011 yılından itibaren maalesef güçlenmiş bulunmakta. Günümüz Türk Dış Politikasının çok ciddi problemleri var. Bu problemlerin başı günümüzde anlamı değişen Güvenlik kavramına dayanıyor. Soğuk Savaş sırasında temel güvenlik Sovyet tehdidi esası üzerine kurulmuştu. Şimdi tehdidin çeşitleri değişti. Terörizm yeni bir tehdit haline geldi. Kıbrıs ve Ege gibi eski itilaflar çözülemediği gibi, bunun yanına Suriye ve Irak gibi yeni itilaflar eklendi. Türk Dış Politikası “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” politikasından ayrıldı. Türk Dış politikasında karar alma mekanizmaları da değişti. Eskiden karar alma mekanizmaları daha ziyade Dış işleri bakanlığı ve askeriye ağırlıklıydı. Şimdi bu ikisinin rolü iyice azaldı ve nihai karar merci cumhurbaşkanı oldu. Bu durumda, Dış İşleri bakanlığı politika üretmek yerine politika uygulayan bir kuruluş haline geldi. Bizlerin de, düşünce kuruluşlarının da rolü azaldı. Büyükelçiler de iletişimin ve ulaşımın güç olduğu devirlerde iki ülke ilişkileri arasında çok önemlilerdi, cumhurbaşkanını temsilen gittikleri ülkelerde karar alırlardı. Şimdi büyükelçilerin karar almasına gerek kalmadı.
Uluslararası ilişkiler üzerine verilen kararlardan yola çıkarak, 24 Kasım 2016 tarihli Türkiye ile müzakereleri dondurmayı öngören Avrupa Parlamentosu kararını ve beraberinde Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini nasıl yorumlarsınız? Sizce Türkiye’nin AB üyeliği süreci son gelişmeler yüzünden ne derecede yıkıcı bir darbe aldı? Hiçbir gelişme gökten inmez. Son olayların birkaç nedeni var ve bu nedenleri anlamak için AB-Türkiye ilişkilerini tarihsel çerçevede incelemek gerekir. Temelde, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin başı Güvenliktir. Türkiye’nin Avrupa ile bu ilişkiyi ne şekilde kurduğuna bakmak istersek, 1949 yılına gitmemiz gerekir. Türkiye’nin Avrupalılığı 1949 yılında Avrupa Konseyine katılmasıyla başlar. Biz Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olmasak da, ilk 10dan sonra hemen Konseye Yunanistan’la beraber üye olarak katıldık. O dönemde Avrupa’nın Türkiye’ye güvenlik açısından ihtiyacı vardı. Soğuk Savaş sona erdikten sonra ise bu ihtiyaç ortadan kalktı. Fakat buna rağmen biz, 1963 yılında Avrupa Birliği yolunda ciddi bir adım attık. 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile imzalanan Ankara Anlaşması’dır bu ciddi adım. Her ne kadar yürürlüğe girmesi iki taraf için fayda öngörse de bu süreçte başta AB olmak üzere iki taraf da yükümlülüğünü yerine getirmemiştir. Özal dönemine gelindiğinde ise, Türkiye 1987 yılında Avrupa Birliği adaylığına başvurmuştur ve 1989 yılında ret cevabı almıştır. 1992 yılında ise bu sefer Avrupa’dan Türkiye için Gümrük Birliği’ne gitme kararı alındı ve müzakerelere başlandı. 1995 yılında Gümrük birliğine girildi, fakat aynı yılın Aralık ayında Madrid’de Avrupa Birliğinin sınırları çizildi ve Türkiye alınan kararlar doğrultusunda AB’nin bir üyesi değil, bir “stratejik partneri” olarak adlandırıldı. Türkiye’nin devam eden ısrarları sonucu 1999 yılında Türkiye Avrupa Birliği’ne aday oldu. Bu adaylık Avrupa’nın siyasi bir
adımıydı çünkü Avrupa Birliği o zaman zaten kurulmuş ve yürüyordu. Türkiye ise bu sürece kadar zaten Avrupa Konseyi üyeliğiyle ve Avrupa İnsan Hakları gelen bir takım sözler vermişti. Bu sözler, kuvvet ayrılığını, özgür basını, insan haklarına saygıyı, adil seçimi ve siyasi hakları kapsıyordu. Adaylığın kabulünden sonra müzakere süreci başladı. Önü açık olan bu müzakere sürecinin kararı da açıktı, ortada bir kesinlik yoktu. Bu bakımdan Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin biz istediğimiz sürece gelişeceğini düşünüyorum. İsteğimizin en belirgin görüntüsü de Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile olan anlaşmasında taahhüt ettiği maddeleri yerine getirmesidir, yani demokrasisini sağlam bir esasa koyması ve piyasasını serbest piyasaya geçirmesi, iyi ve sağlam bir demokrasiye sahip olmasıdır. Fakat günümüze baktığımızda maalesef hükümet işlememiz ve seçim kanunumuz gerçek demokratik olmadığını görüyoruz. Türkiye, Avrupa Birliğine laikliğini gözden çıkararak İslam devleti olarak gireceğini söylüyor, bu da ilişkileri ve adaylık sürecini zora sokuyor. Peki, sizce Türkiye’nin AB yerine alternatif başka örgütlere üyeliği değerlendirmesi Türkiye için ne derecede daha avantajlı olacaktır? Türkiye bu doğrultuda ne yapmalıdır? Mesele Türkiye için Avrupa Birliği değil, olmamalı. Mesele; Atatürk’ün ortaya koyduğu yeniliklerle, geneli Avrupalı ve Batılı olan dünyadaki çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak olmalıdır. Avrupa Birliği’ne yaklaşmamız, çağdaş ve modern bir devlet olmamız ve o normları paylaşmamız için gereklidir fakat bizim Avrupa’ya ihtiyacımız ekonomiktir. Eğer biz bu ihtiyaçları duymazsak sadece ekonomik faaliyeti sağlamak üzere yönelebileceğimiz farklı örgütler tabii bulunmakta.
Türkiye’de Demokrat Parti iktidarı ile başlayan ve son 20 yılda güçlenen devletin dini anlayışı, eğitim sisteminin çağdaşlıktan uzaklaşması Türkiye’yi de batıdan uzaklaştırıyor. Bu doğrultuda bana kalırsa, Türkiye’nin birincil olarak çağdaş medeniyet için yapması gereken akıl yönetimini öne çıkarmasıdır. Dış politikamızı eski rayına oturtup tarihten gelen, eski itilaflarımızı çözmeliyiz. Batı’nın sahip olduğu, bizim de Atatürk ile beraber kabul ettiğimiz çağdaşlık ve modernleşme yoluna geri gitmemiz lazım. Avrupa’nın yanı sıra batının bir diğer yüzü de son günlerde iç politikasıyla gündemde olan Amerika. Siz Amerikan seçimlerini, Trump başkanlığını ve bu gelişmelerin Türkiye üzerindeki olası etkilerini nasıl yorumlarsınız? Sizce Trump başkanlığındaki Amerika’nın Türkiye başta olmak üzere dış politikaya etkisi nasıl olacak? Öncelikle Amerika halkı son derece aklı başında, mültecilerden oluşan bir halktır. Karşılıklı dayanışmasını, birbiriyle iş birliği yapmasını bilir. Bölünmeler olsa da bu bölünmeler neticede büyük toplumu çok fazla sarsmaz. Devlet, laik olduğu için bölünmeler ya ırk esasına göredir ya da din esasına göredir. Fakat devlet, bunlardan etkilenmez. Amerikan hükümetleri daima Amerikan halkını korumak ve onların menfaatini sağlamak sözüyle iktidara gelirler. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki iç politikadaki siyasi farklılıklar dış politikada kendini o kadar göstermez. Dış politikada temel olan Amerikan çıkarlarıdır, Amerika’nın menfaatleridir. Bu çıkarların ve Amerikan halkının isteklerinin en başında ise Amerika’nın dünyada bir numaralı devlet olarak kalması gelir. Hükümetler de kararlarını bu menfaat doğrultusunda akılcı olarak almaya çalışır. Amerika Türkiye’ye yalnız bir Türkiye olarak bakmaz. Amerika Türkiye’nin bu bölgede Amerikan menfaatlerini ne derecede
koruyabileceğine de bakar. Türkiye’den menfaatlerine karşı gitmemesini ister. Türkiye’nin NATO’ya girmesi ve Kore Savaşı’na asker göndermesiyle başlayan Türk-Amerikan dostluğu, 1953’te Celal Bayar’ın ziyareti ile de bir hayli güçlenir. Benim de çevirmen olarak bulunduğum büyük bir ikram olan bu ziyarette Celal Bayar el üstünde tutulur. Soğuk Savaş sırasında Amerika Türkiye’nin iç işlerine pek karışmadan, Türkiye’ye bir hamisi olarak iyidir. Soğuk Savaş sonrasında, Amerika’nın Ortadoğu’ya olan ihtiyacının kalkmasına rağmen, Türkiye Sovyet tehdidine karşı önem kazanıp bölgede tampon görevi görmeye başlar. Amerikan’ında önemli bir aktör olduğu Suriye meselesinde Türk dış politikasının büyük etkisi olur. Ben ise Trump’ın bu meselede Rusya’yı destekleyeceğini düşünüyorum. Muhalif güçlere desteği katiyen kaldıracaktır ve Suriye yakın zamanda temizlenip birleşecektir. Türkiye’de böylelikle bölgeden geri çekilecektir. Sözlerinizden yola çıkarak; Türkiye’deki son durum, Amerika’da Trump’ın siyasi söylemleri ve Avrupa’da Suriyeli mültecilere karşı her geçen gün artan tepkilerle başlayan ve İngiltere’nin AB’den çıkmasıyla devam edip gözleri Fransa ve Almanya’daki seçimlere yönelten gelişmeleri nasıl yorumlarsınız peki? Siz de günümüzde birçok kişi tarafından kabul edilen ve bu gelişmelerin dünyada sağ kanadın güçlenmesinden kaynaklandığını savunan teze katılıyor musunuz? Dünya politikasının sağ sol ilişkisi çerçevesinde gerçekleştiği söylenir. Sol başa gelir, ekonomik dağılmayı yapar. Servetin halka doğru yayılmasını sağlar, çalışma saatleri azalır fakat sol yönetimlerde ekonomi durgunlaşır. Sağ yönetimlerde bu gelir dağılımı dengesi bozulur fakat sermaye destek bulur, yatırımlar artar ve ekonomi yükselişe geçer. Bu yükselişin bozduğu gelir dengesinin tepkisiyle sol tekrar
iktidara gelir. Dikkat edildiğinde, bu ilişkinin özellikle Avrupa’da böyle gelip gittiği görülür. Günümüzde sağ-sol koalisyonuyla yönetilen Almanya’da her ne kadar statükocu talepler artsa da, Almanya ilerleyen günlerde sağa kayacaktır. Fransa’da da durum böyledir. Bu döngü böyle devam eder ve edecektir. Amerika’da da durum benzerdir. Amerika’da Demokratlar nispeten solcudur. Şimdi, Amerika’da bir eskilik başladı. Havaalanları, yollar eskidi ve pek bir inşaat yapılmıyor. Trump da Amerika’da bu sektöre yönelik bazı tasarruflar yapacaktır. Sayın Taşhan, gündem ve Türk Dış Politikası üzerine yaptığımız bu kısa söyleşi için size çok teşekkür ediyorum. Son olarak, 30 yılı aşkın bir süredir içinde bulunduğunuz Dış Politikayla ilgilenen ve kariyerlerini bu alanda şekillendirmeye hedefleyen Hariciye okuyucularına söylemek, önermek istediğiniz bir şey var mıdır? Lisan bir numara, Dış Politika Türkçe yapılmaz, uluslararası ilişkiler eksik kurulmuş olur. Bunun yanı sıra henüz mezun olmadan, iş alanlarına yönelmek gerekli. Benim bu doğrultuda önereceğim alan ekonomidir. Hariciyede bir kariyer için ise uzun yıllar çalışmak ve beklemek günümüz Türkiye’si için kaçınılmazdır.
writings and autobiographies opened a way for
MOM & ME & MOM
more black people in the literature. Also, Caged
Ceren Çevik
Bird made an undeniable influence on the
cevikceren@yahoo.com
increase of the feminist writings in 1970s.
Nothing so frightens me as writing, but nothing so satisfies me. It's like a swimmer in the [English] Channel: you face the stingrays and waves and cold and grease, and finally you reach the other shore, and you put your foot on the ground—Aaaahhhh! Maya Angelou Maya Angelou was born in St. Louis, Missouri on 4 April 1928. It was a very hard time for people of colour. She was a poet, memoirist and a civil rights activist.
The book that made me inspired by her was Mom & Me & Mom. She published this book in 2013, at the age of 85 and that was her seventh
One of her most important and widely-known
autobiography so far. However, Mom & Me &
book is I Know Why the Caged Bird Sings which
Mom especially focused on her relationship
was published in 1969 and made a huge
with her mother, Vivian Baxter. She gives very
influence in the memoir world. It made a big
delicate details about her early childhood which
impact as this was among the first books whose
she spent most of it with her grandmother.
publisher was an African-American women
Then, when she met with her mother. I think
discussing her very personal life. Those times
the most important part of the book was the
were considered as very tough both for women
first impression when she met with her mother.
and people of colour. However, this did not stop
She describes her mother as the most beautiful
Angelou to raise her voice against inequalities
and elegant person she has ever seen.
of the world. Her autobiographies made her "without a doubt, ... America's most visible black woman autobiographer" 1 Moreover, her
1
Braxton, Joanne M. (1999). Maya Angelou's I Know why the Caged Bird Sings: A Casebook. Oxford University Press. p. 4
I think that everybody that loves to read autobiographies should read this book.
İLETİŞİM Orta Doğu Teknik Üniversitesi Dış Politika ve Uluslar arası İlişkiler Topluluk Odası 06531 Ankara/Türkiye Telefon: 0312 210 30 56 hariciyedergisi@gmail.com