Hariçten Gazel: Yasaklı Sayı

Page 1

HARIÇTEN GAZEL 11 Kasım 2016 Cuma, Yasaklı Sayı Haftalık, Elektrikli, Kültür Sanat Dergisi

Bir hademe ve üç öğretmen tarafından aylarca tecavüze uğramış, makatları yırtılmış ve travmalarına yayın yasağı getirilmiş 30 imam hatip öğrencisine...


Kimdir?

ORHAN VELI’NIN SOL ELI Sol eli için bile şiir yazabilecek inceliğe sahip, Dante gibi ortasındayken ömrün, henüz 35’inde kaybettiğimiz şair. En basit konuları bile şiirlerine malzeme eden ender şairlerden biri. SOL ELIM Sarhoş oldum da Seni hatırladım yine; Sol elim, Acemi elim, Zavallı elim!


Adıyaman’da bulunan Gerger İmam Hatip Lisesi’ndeki 30 erkek çocuğa; 1 hademe ve 3 öğretmenin 1 yıldan fazla süredir tecavüz ettiği öğrenildi. Haberiniz var mı? Yok! Çünkü yayın yasağı var. Yayın yasağından dolayı sizlere çocukların çoğunun makatlarının yırtık olduğunu söyleyemiyoruz. Yayın yasağından dolayı sizlere bu skandalı paylaşanlara, silmeleri için baskı yapıldığını da söyleyemiyoruz. Yine yayın yasağından dolayı sizlere bu haberi yayımlayan bir gazetede, mahkeme kararıyla haberin kaldırıldığını söyleyemiyoruz. Çünkü yayın yasağı var. Çünkü yasaklardan çok korkuyoruz.


Timur Şahiner

Yakın değiliz. Uzak sayılmamız için mesafeyi ölçmemiz gerek. Metreyle değil. Geçmişimizle. Çünkü aynı noktadan başlasak da hepimiz, hiçbirimiz aynı yerde değiliz.

BASILMAYAN ILANLAR ÜZERINE Beni tanımıyorsun. Biliyorum. Canının sıkıldığını, tıpkı benim gibi senin de bir hamster misali bu içinde koşturduğun tekerlekli kafesten çıkmak istediğini, kime gitsem, kime sorsam, kime karnım ağrıyor, başım zonkluyor, ben iyi değilim desen diye düşündüğünü, ve yüksek sesle düşündün; diyelim bağırdın hatta, sana dönen tek şeyin yine kendi sesin olduğunu.. Merak etme. Anlıyorum. Seni tanımıyorum. Ama ne fark eder. Hepimiz aynı gemideyiz. Başımızdaki kaptan, kara göründü diyor. Sen bunu merak bile etmiyorsun. Kamarandan kafanı çıkarıp pencereye bile bakmıyorsun. Sıkıldın çünkü. Anlıyorum. Çünkü o kadar sessiz ki bazen hayat. Dikkat edersek, nefes alış-verişlerimiz bile duyulacak. Benim nefes alışımda sorun var. Sigaradan. Senin nefes verişinde sorun var. Belki küçükken kırılan burnundan. Ne fark eder. Anlıyorum. Bu kez o kadar bıkkınız ki ikimiz de. Aramaktan vazgeçmişiz. Bulsana diyoruz çevremizdeki eşe, dosta yana yakıla. “Bana konuşacak birisini bulsana.” Aslını sorsan konuşacak halimiz bile yok. Pişman oluyoruz. Vazgeçiyoruz. “Kalsın kalsın ben başımın çaresine bakarım.” Halbuki ne kadar bak-

sak o kadar göremiyoruz. Hani o kadar göremiyoruz ki körleri bile hayran hayran izlettiriyoruz kendimize. Tekrar sıkılıyoruz. Yakın değiliz. Uzak sayılmamız için mesafeyi ölçmemiz gerek. Metreyle değil. Geçmişimizle. Çünkü aynı noktadan başlasak da hepimiz, hiçbirimiz aynı yerde değiliz. Sorun yok. Adını biliyorum. Adımı henüz bilmiyorsun. Hatta hiç bilmeyeceksin. Önemli değil. Hayat bir yerde zaten hep yanlış rol dağıtıyor. Farklı kişiler. Aynı hikayeler. Tesadüf değil. Kader hiç değil. Sadece tehlikeli bir oyun daha. Bazen uyanıyoruz ansızın. Saate bakmadan bir tahminde bulunuyoruz. 3’ü geçmiş olmalı. Insan bilmediği birisine nasıl adıyla seslenebilir. Adımı söylüyorsun sanki. Adımı duyuyorum bir yerlerde. Konuşmak istiyor canın. Dinlemek istiyorum. Çok konuştum.. Artık hep dinlemek istiyorum. Seni hiç dinlemediler biliyorum. Boşver. Bundan sonra otuzbeşyüzbin yıl konuşsan da dinlerim. O kadar nasıl yaşarız diye sorma. Yaşarmış gibi yaparız. Haydi başla. Dinliyorum.


MÜZIK TÜRKIYE’DE BIR ENDÜSTRI DEĞIL Mary Jane Hits grubunun vokali Kaan Dinçer’in Karşıyaka’da bulunan kafesine gittik ve boş bir anında kendisini yakaladık ve çaylarımızı yudumlayıp sigalarımızı tellendirirken, yaptıkları ve dinledikleri müzik üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Ortaokul yıllarında, 13-14 yaşlarında, bir gitar aldım. Zaten ailemde birçok müzisyen var. Dedem keman çalıyor, kuzenlerimden birkaç tanesi aktif olarak müzik yapıyordu. Böylece bir şekilde küçük yaşta müziğe bulaşmıştım. Sonra kendi müzik altyapım şekillenince, net bir şekilde ne yapmak istediğime karar verip artık biraz daha pratiğe dökmeye başladım müzik zevkimi. Mary Jane Hits ile ilk sahne tecrübemiz, Aralık 2011’de Death & Pantera Tribute gecesi düzenlenmişti, Bornova’da. Orada sahne aldık. İzleyici kitlesi, İzmir’in genel bir metal dinleyici kitlesi var, aynı camia, arkadaşlarım diyebileceğim insanlar vardı, yaklaşık 100-150 kişilik bir gruptu herhalde. 5-6 şarkılık bir cover repertuvarı çalmıştık, Pantera ağırlıklı bir repertuvardı. İkinci albümümüzün kaydını tamamladık. Ama yayımlanması, bizim Label şirket kovalayıp kovalamamıza bağlı olacak. Belki ilk albüm gibi tamamen kendi dinamitlerimizle yayımlarız. Çünkü Türkiye’de endüstri olmadığı için ister istemez mesafeyle yaklaşmak durumunda kalıyorsunuz. Bence Türkiye’de müzik gerçek anlamda bir endüstri değil henüz. Belirli tekellerin elinde şuanda… Duyumsal anlamda Türkçeyi henüz He-

avy Metal’e adapte edemedim. Pratiğe dökmekte zorlanıyorum. Tabi kendi dilinde söz yazmak edebi anlamda ister istemez daha dolu ve daha somut sonuçlar doğuracaktır. Sonuçta kendi dilin, daha hakimsin. Ama kendi beklentilerim doğrultusunda bu tarzı İngilizce duymak hoşuma gidiyor. O yüzden İngilizce söz yazıyoruz. Bu aralar radyodan müzik dinlemeye gayret ediyorum, müzisyen ve grup dağarcığım gelişsin diye. Oradan sayabileceğim gruplar arasında, Samsara Blues Experiment, yakın zamanda ilgimi çeken gruplardan biri. Uzun zamandır Orange Goblin takipçisiyim. Motorhead çok severim, Lemmy Kilmister beni etkileyen müzisyenlerden biri. Pantera’yı sayabilirim, Down’u sayabilirim, Lamb of God… Sepultura’dan zamanında çok fazla etkilendim. Max Cavalera’dan da öyle. İlk etapta patır patır sayabileceğim yabancı gruplar bunlar sanıyorum. Onun dışında Türkiye’den Black Tooth, Pitch Black Process, Murder King, Soul Sacrifice severek dinlediğim gruplar. Kendi düşünce dünyanı başkası tarif edebilir mi çok emin değilim ama Trainspotting, Big Lebowski sevdiğim filmler. Yazar olarak da aslında “Şu yazarın kitabını okuyayım,” ya da “Bilmem kimin kitabı çıkmış,” gibi bir edebiyat takipçisi değilim. Bir kitaba başlıyorum, hoşuma giderse devam ediyorum. Ya da ilgi alanlarıma yönelik okumalar yapmaya gayret ediyorum.


O’na Mektuplar Bir Dost

Calibri Yazıları Eda Sağduyu

Seni sevmeyi çok isterdim baba. E. Seni zor durumda bıraktığım için üzgünüm. Ama yaşamamıza devam etmemiz için böyle olması gerekiyordu. Her şey çok güzel olacak. Cansu Gençliğimi sana harcıyorum, umarım değer. Rüya Bazı geceler sadece sabah olmasını istersin ya hani. Sabah gelsin, her şey bitsin. Sabah gelmiyor işte o bazı gecelerde. Aç Köpek Bana türkü dinlemeyi sevdirdiğin için teşekkür ederim. Tek bir türkü de olsa... Tek bir türkü, tek bir türküdür. “Soluğun açtırır gonca gülleri, Çağırır beni de bu aşka güzel.” Düşsüz Adam Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Bu yüzden anlıyorum seni. Kafan karışık. Ondan bu çekip gitmelerin. Olsun, aşığım sana hala. Ondan bu beklemelerim. Yıldız Rüyamda karşıma çıkıyorsun. Her şey hiç olmadığı kadar güzel. Her şey soyut, her şey aslında bir çok şey. Çok güzel. Bir yere kadar. Uyanınca üzülüyorum. Uykusuz

harictengazel.com twitter: harictenfalan facebook: harictenfalan instagram: harictenfalan yazı, çizi ve önerilerizi harictenfanzin@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. online dergi: issuu.com/harictengazel

BILINMEZIN ACISI Çanlar çalıyor Toplanıyor kalabalık Doluyor etraf Düşüncelerle doluyor Tıkanmış kulaklar Bandajlı gözler Ne duyan var Ne gören Bilinçli bilinçsizler Dağılmış etrafa Yıkanmış beyinler Kirlenmiş yıkandıkça Susturulan düşünceler Acı çeken zihinler Konuşamadıkça Biriken öfkeler Kimi bilir, kimi bilmez Kimi acı çeker, kimi izler Kimi öldürür, kimi ölür Ancak biri elbet görür Ne yazıktır ki cihanda Bir bilmeyen egemen Bilen acı çekiyor Bilinmezlik hoşa gelen


Hayalet Kadına Mektuplar Fahri Küçük

AVUÇLARIM SU DOLU GEL ISLAT SAÇLARINI Mektubumun karşılıksız kalması aslen beni hiç gücendirmedi. Lakin beni senden bir haber bırakan ulak Outlook’a bir sitem etmesem olur olmadık yerde birinin kalbini kırabilirim diye korktum. Tanışıklığımız olmadığı için benden ürktüğünü biliyorum gizli gizli. Sohbetimizin soğumaya durmaması maksadıyla bir tutam gizemin sakıncadan ziyade faydalı olacağını düşündüğüm için kimliklerimiz hususu başta olmakla beraber zihni ve ruhi bütün etiketleri düşürdüm. Faydasız kavramları düşürmeye o denli meyilliyim ki tinsel hiç sancım yok. Yanına varılacak henüz ilk çağlarındaki bir kadına yelken açmak emin ol ki üç okyanusu yüzerek geçmekten daha meşakkatli. Fakat cezbeden yanın da bu değil mi?

Biliyorum ki “bu adam bana yürüyor” diye geçiriyorsun kalbinden. Hâlbuki yanılıyorsun. Yürümek ne kelime koşuyorum. Hatta gardının düştüğünü görsem topyekûn işgal edeceğim seni. Kelimelerimin sahte olduğunu düşünmeni anlıyorum. Çünkü karşılıklı bir çift sözümüz dahi maalesef yok. Fakat güvencem ismim ve burcumdur. Onurlu bir balık Büyük Okyanusta neyse ben de oyum küçücük dünyamızda. Kim bilir, bu denli açık konuşmam densizliktir belki de. Lakin sırların ördüğü surlardan düşmüşlüğüm var benim. Yeryüzünde sudan daha çok beni cezbeden hiçbir varlık yoktur. Çünkü güzel nehir, su şeffaftır. Cesur bir haddini bilirlik vardır onda. Şırıl şırıl şarkılarıyla dinlendirir. Teniyle serinletir. Bir garip göçmen 20.12.2015


Yalnızlık Üzerine Öyküler Efrahim Aslan

Ölüler de âşık olur. Bu söylediğim dikkate alınırsa asrın itirafı olarak kabul görebilir. Belki de bütün mezarlık girişlerine bu sözü yazarlar. Ne cennet ne de cehennem… Sadece aşk! Öldükten sonra bile. Hiç bir iskeleti siktin mi, sayın programcı?”

KALBI DELIK OROSPU ÇOCUĞU “Hatta bir dinleyici var,” dedi sayın programcı. “İyi geceler,” dedim. İsmimi sordu, ‘Kalbi Delik Orospu Çocuğu’ dedim. O güldü, ben bir sigara yaktım.

diri, sağlıklı olsun da, dediler.”

“Bu gecenin teması, itiraflar, sayın kalbi delik,” dedi öbür programcı. “Bize bir sırrınızı itiraf eder misiniz?”

“Peki, sayın kalbi delik, hiç âşık oldun mu?” diye sordu öbür programcı.

“Edebilirim sanırım,” dedim. “Babamın kim olduğunu bilmiyorum. Yani, aslında biliyorum, ama bazen tanıyamıyorum. Annem nasıl katlanabiliyor, bunu da bilmiyorum. Kötü bir babanız varsa iyi bir insan olmazsınız, iyi bir taklit olursunuz ve daha kötü bir insan. Sonra daha kötü, çok daha kötü, daha daha kötü ve kıyamet… Ama daha var, dünyada yalnızca bir baba kalana dek kıyamet kopmayacak, bunun garantisini verebilirim. Nereden mi? Philip K. Dick’in kitaplarını Kürtçe’ye çeviren ilk kişi benim. Bırakın da o kadarını bileyim yani...”

“Size bir şey daha itiraf edeceğim sevgili programcılar. Ölüler de âşık olur. Bu söylediğim dikkate alınırsa asrın itirafı olarak kabul görebilir. Belki de bütün mezarlık girişlerine bu sözü yazarlar. Ne cennet ne de cehennem… Sadece aşk! Öldükten sonra bile. Hiç bir iskeleti siktin mi, sayın programcı?”

“Bu bir itiraf mı?” dedi sayın programcı.

“Mezarlıklar ceset siken insanlarla dolu, yetkililer dinliyorlarsa lütfen bu işe bir el atsınlar. Her neyse, ben bir kıza âşığım. Alın, bu da size başka bir itiraf. Fakat ismini soracak olursanız, inanın bana, ben de bilmiyorum. Mezar taşında ‘fu’ yazıyordu. Kimsesizler mezarlığında… Adının kalanı zaman içerisinde silinip yok olmuş. Ama toprağı hala mis gibi kokuyor. Bu arada

“Bu bir itiraf değil geri zekâlı, sadece afili bir giriş yapmak istedim. İtirafa gelecek olursak, ben aslında ölü doğmuşum. On sekiz yaşıma kadar fark etmemişler, sonra bir doktora götürmüşler, acaba bir şeyi mi var, diye. O gün anladık işte. Doktor, bunun kalbi delik, dedi. Annem bir tedavi yolu sordu, ilaç milaç... Ama doktor, bu çocuk zaten yaşamıyor ki hanımefendi, deyince ikna oldular. Ölü ya da

“Ha? Yok, hayır, sayın kalbi delik.”


Fatih Dalcı onu hiç görmedim sayın programcı. Belki mezarını kazıp cesedini çaldılar, belki de yüzyıllar önce oraya gömüldü ve yıllar önce çürüdü gitti. Aslında belki de orası sadece ayırtıldı. Evet, büyük ihtimalle orası önceden ayırtıldı. Öldükten sonra onu o mezara gömecekler. Sayın programcı, çok teşekkür ederim!” “Neden?” dedi sayın programcı. “Yaşama amacımı buldum, bu ölü halimle. Biliyor musunuz, belki de eksik parçam odur. Kalbimdeki delik. Bunu kapatacak olan odur belki. Aslında hepsi birbiriyle bağlantılı şeylerdir. Onun öleceği günü bekleyeceğim. Tam orada bekleyeceğim, mezarının başında, elimde çiçeğimle. Onun öldüğü gün açacak olan bir çiçekle, taptaze bir çiçekle, tıpkı onun gibi olan. Bu arada sayın programcı, bir mezarım olsaydı onunla komşu bile olabilirdik. Ama hala inandıramıyoruz anneme, ölü olduğumu. İnanmak istemiyor. Yoksa çoktan bir mezarım olurdu. Dayanamıyor kadın. Cenaze töreni falan, dayanamaz yani, biliyorum.” “Huzur içinde yat, sayın kalbi delik,” dedi öbür programcı. “Şu sayın lafını falan kaldırabiliriz artık,” dedim. “Rahat olun, bana orospu çocuğu diyebilirsiniz.” “Peki, orospu çocuğu… Özletme kendini, olur mu?” dedi sayın programcı. “Arada ziyaretime gelin. Henüz bir mezarım yok. Ama bir süre onun mezarının oralarda olacağım. Gelirseniz sizi bulurum, merak etmeyin. Gitmeden bir şarkı isteyebilir miyim?” “Tabii,” “Haberin Var Mı?” “Kimden?” “Ahmed Arif’ten olsun da, isterse taştan olsun.”

YANGIN göz çeperlerimden süzüldü katıksız kayıtsızlık. kıyısından geçmediğim serbest düşüş boşlukların tasviri yüz hatlarımda gizlidir ki kayıpların kayıtları sol cebimde saklıdır sokak tabelalarında asılsın tüm berduşların hayata dair hatıratları niçin varım? ve işte bir diğer akortsuz gayda bunlar da geçsinler kayda sevmiştim başta, yaşamayı. lakin dayanamıyorum artık. tiksiniyorum. evren şairlerinin mavralarından, abartılı bıyıklarından tiksiniyorum. ucundayım uçurumların. düşmeye tek piyanist kamburu boşlukların ardından gelen tok sesli sık çığlıklar yankılı yardım çağrıları ve kahverengi yapraklar. zihnimdeki zehirli kıymık cevabım hazır; ben paçavrayım. tok sesli şairler ve dik sesli kafirler okusun andımı süt dolu fincanım, mağlubiyete teşneyim. ulaşamayacaklarına niyetlenenlerin dilinde keşkeyim. ben istemeden oldum ve ait değilim bir yere, yok bir şeyim.


Orkan Dal

INTIHAR GÜNLÜKLERI IV Bir amacım olmayarak geldiğim karşı kıyıya, ayakbastım. Okuduğum cümle, beynimde uzun süre önce başlayan ve şiddetini kat be kat artırarak devam eden fırtınaya karşı koyabilen, bir fırtına kuşu gibiydi. Binlerce düşünce arasından büyük bir zariflikle uçuyordu. Gitmekte olduğu yerin fırtınanın tam ortası olduğunu anladığı sırada, ani bir manevrayla geri döndü ve uzun saatler boyunca, kanat çırpmadan uçtu. Yürümekten yorulduğum sırada, bir bar evi gördüm ve içeriye girdim. Yüksekçe olan bar sandalyesine çıkarak, oturdum. Barmen bana yöneldiği anda “Rom,” diyerek, “sek olsun.” gibi oldukça kaba bir istekte bulundum. Barmen, asık bir yüz ifadesiyle geldiğinde, şişeyi istedim; getirdi. Şişenin, yarısına geldiğimde, o cümle; ava çıkmış ve az sonra avını yakalayacak bir hayvan gibi hazırlanıyordu. Bunun üzerinden yarım saat kadar bir vakitten sonra, şişenin sonuydu ve o cümle; grup rengi bir zeminin üzerinde zifiri kara bir si bemoldü. Sızmışım. Bar kapanırken, barmen fovist bir ressamın darbeleri kadar keskin dokunuşlarla ayılmamı sağladı. Cebimden biraz para çıkardım ve barın üzerine koydum. Yalpalayarak bardan çıktım. Bir sağa ve bir sola baktım. Hangi yönden gideceğimi bilmiyordum. Bir süre sonra, barmen çıktı dışarı. Sen hala burada mısın, dedi. Cevap vermedim. “Bir taksi çevirelim sana, evin nerede?” Diye sordu. Sarhoşluğun verdiği ağız yuvarlaklığında “Karşıda” diyebildim. “Öyleyse, burada ne arıyorsun be adam!” Arabasına bindi ve kapısını, sanki suratına kapatmak istediği; fakat kapatamadığı kişilerin hıncını alırcasına, sertçe çekti. Yanımdan geçerken durdu. “Bu halde karşıya geçemezsin, atla” dedi. Yapacak hiçbir şeyimin olmayışı ve dışarıda kalmak istemem neticesinde, tereddüt etmeden, arabaya bindim. Bar tipi yerler işletenler için müşterilerinin sıhhati önemlidir. O yüzden aldığını düşündüm. Lafa girdi. “Bu saatte seni evine götüremem, burada kalacak birin yoksa bu gece benim evimde kal, yarın dönersin” dedi. Onaylayacak ya da reddecek halim yoktu. “Tamam” anlamına gelen bir kafa işareti yaptım.

Hareketlerimi, alkol aldığım için normal bir insanınki kadar iyi kontrol edemiyordum. Boyun omurlarımın çıktığını hissetmiştim, bu kafa işaretini yaparken. 15 dakika kadar sonra bir apartmanın önünde durduk, arabadan zorla indim. Barmenin de desteğiyle evine kadar gittim. İçeri girdiğimizde; “Kanepeye uzan, şimdi yastık, yorgan getiririm” dedi. Uzandım. Sonrasını hatırlamıyorum. Bir daha sızmışım. Sabah, daha doğrusu öğleye yakın bir saatte yine uyandırıldım. Başımın ağrımasından çok, gözlerimin yanması rahatsız ediyordu. Barmen bir birayla geri döndü. Tereddüt etmeden aldım birayı. Sigaram bitmişti. Sigaran var mı diye sordum. Kâğıt ve tütün getirdi. Bir de kanepenin altından bir poşet çıkardı; ot doluydu. Tütünle karıştırarak, sabahın iğrençliğinde bir babil kulesi inşa ettik. Öğleden sonra 4 gibi evden çıktık. Tanımadığım biriyle, eski dostların ilişkilerine benzer bir durum içerisindeydik. Otun etkisi de olabilirdi bu. Bara geldiğimizde; hoşça kal, dedim ve ayrıldım. Yıllardır süren arkadaşlık burada bitmişti. Yine, yalnızdım. Karşıya geçmek için dün geldiğim iskeleye tekrar yürüyerek gittim. Saat 6 seferine bindim. 5 vapurunu kaçırmıştım ve buçuk olan saatlerde takıntılarım yüzünden seyahat etmiyordum. Dünkü gibi üst kata çıktım. Gözlerim birini arıyordu; kimi aradığımı da bilmiyordum. İçgüdüsel bir şeydi bu. Dün gördüğüm kadın yine aynı yerde ve aynı pozisyonda oturuyordu. Tereddüt etmeden yanına doğru yöneldim. Deli bir rüzgar vardı. Yanına geldiğimde, “Evet, burası boş,” kitabına dönerek “ve oturabilirsin.” dedi. Gülümsedim. Gerçekten gülümsemiştim. “Her gün işe gidiyor olmalısın.” güldü ve ekledi; hayır, denizde olmak hoşuma gidiyor, bu sert rüzgarı yemek biraz da olsa beni kendime getiriyor. Kitaba baktım ve yine aynı cümleyi gördüm. “ İntihar, muazzam bir cesaret ve disiplin gerektirir.”


Olası Ütopyalar Üzerine Şiirler

Görsel Notlar

GECE ŞARKISI Karanlıktır rengi, sonsuz bir gölgesi Soğuktur vakti, tez bir fırtına

Efrahim Aslan

Fatih Ayvalı

Ellerim kuru, tıpkı yüreğim gibi Yıldız yok bu gece, ruhtan yoksun beden gibi

Tıpkı hayat gibi Tıpkı yaşamak gibi

talgxya

Dar sokaklar, yanmayan ışıklar

Burak Arslanata

Siyah bu gece, çok fazla siyah


Perşembe Günü Öyküleri Kadir Gürdemir

Bana yol boyunca yalnızlığını ispatlamak için kurduğu cümlelerin sonuna geldiğinde, lunaparktaki çarpışan arabalardan sorumlu, gişe görevlisine göğsünü kabartarak, “Kamuran Abi, iki araba çalıştırsana bize,” demişti.

KAMURAN ABI’NIN SATTIĞI JETONLAR VE PIÇ’IN YALNIZLIĞI Yalnızlığın ne olduğunu bir fahişeler bilir, bir de kimsesizler. Kimsesizlerle fahişeleri birleştirense, ikisinin de ortak noktası olan para ve cinsel organların alışveriş yapması olur. Birbirlerini ayıran noktaysa, bir tarafın alışkanlığına karşın diğer tarafın o alışkanlığa, gözünün kapalı olmasıdır. “Eee... Yeter ulan, sikeceksen sik. Yoksa ver paramı, ben siktir olup gidiyorum.” Üçüncü kere de vurunca, daha fazla dayanamadım. Benimle ilişkiye girmeyip böyle fanteziler yapması, korku seviyemin doruklara çıkmasına neden oldu. Etrafımdaki insanlara da güvenemedim, sonuçta kaç kadın ölürken yanındakiler yardım etti ki? Oysa suçlu bendim, yalnızlığını bahane edip kendini acındıran bu Piç’in teklifini, “Paramı ver de gerisi beni ilgilendirmez” şeklinde kabul etmemem gerekirdi. İşimin reklamını yaptığım, köşe başında beklerken gelmişti yanıma. Yüzündeki salakça utangaçlığı görün-

ce, “Çok fazla yoramaz beni” diye düşünmüştüm. Bu sefer paraya kolay ulaşacağımı beklerken, müşterim bir türlü konuşmaya yeltenememişti. “İyi akşamlar, siz şeysiniz galiba. Ben sizi... Nasıl desem? Ben çok yalnızım da, rica etsem sizi para karşılığında yanımda gezdirmek istiyorum.” Söylediği her kelime sonrası batacak güneş rengine dönen Piç’e, “Olur tabii, yavru ceylan. Sen pembe renkte para vermeyi kabul edersen, her zaman olur,” demiştim. Hemen cebinden para çıkarmaya çalışınca, “İşimiz bittikten sonra ver, erkeklik böyledir,” diyerek yanağından öpmüştüm. Koluna girdikten sonra kendine güveni gelmiş gibi, “Ağzınızda sakız olmayınca, ilk başta yanınıza gelmeye çekindim,” demişti, tebessüm ederek. Bu kadar salak birini yanımda gezdirmek istemezdim ama


Necip Fazıl Say parası vardı. Suratına karşı yaptığım yalancı gülümsemeden onun da haberi vardı fakat beni sevimli Pinokyo’ya benzetmiş gibi davranıyordu. Bana yol boyunca yalnızlığını ispatlamak için kurduğu cümlelerin sonuna geldiğinde, lunaparktaki çarpışan arabalardan sorumlu, gişe görevlisine göğsünü kabartarak, “Kamuran Abi, iki araba çalıştırsana bize,” demişti. Ben lunaparkın tenha köşelerinde işimize başlayacağımızı düşünürken, Kamuran Abi’nin göğüslerime bakarak hazır hale getirdiği arabanın içinde bulmuştum kendimi. “Gaza bassanıza, haydi,” deyince, alacağım paranın hatırı için verdiği emri yerine getirmiştim Piç’in. Arabaya oturur oturmaz gözünü üzerime dikip, vahşi kaplan gibi arabasıyla gaza basmıştı. Arabama çarpınca sarsılmam, gözlerinin göğüslerimde dolaşmasına sebep olmuştu. Bütün erkekler ve Kamuran Abi gibi. İçim o an kuşku ile dolmuştu. Kamuran Abi’nin de beni iştahla süzdüğünü görünce arabadan kalkıp gitmek isterken, ikinci darbeyi de almıştım. Etraftaki insanlar bize bakıyordu, sanki “Gidin işinize başka yerde halledin,” der gibiydiler. Biraz önce yediğim üçüncü darbe, bardağı taşıran son damla oldu. Sonrasında verdiğim tepkiye sitem etmeye başladı Piç. Siteminin işe yaramayacağını anlayınca, “Özür dilerim, ben sadece... Gitme ne olur,” dedi. “Siktir git, orospu çucuğu! Seni öldürteceğim, kendine kaçacak delik bul,” diyerek, arabadan hızla inip koşmaya başladım. Arkamdan duyduğum tek ses, Piç’in, “Kamuran Abi, sen bana iki jeton daha ayırsana,” demesi oldu.

YANSIMALAR Ellerinde bir hayat sakla Öyle tut küçük çocukların ellerinden Bir karanlık taraf bırak kendinde O karanlık tarafın aydınlatsın bu dünyayı Kansızlığın iktidar olduğu bu devirde Sen kan veresin diye radyolar kan anonslarını sıklaştırır Ben ise kan vermekten korkarım Sanırım ki putlar benim kanımla dirilecek Mumyalar çözülecek, İsa Meryem’i yalanlayacak Ben kan verirsem sen beni seveceksin Bu yeni bir kitap indirtecek Tüm insanların sorgulamadan inanacağı Özgürlüktür, esaretin sende olan hali Memur beyler bizi birbirimize tutuklasınlar Gücüme giden yoluna asfalt döktürdüm Her attığın adım beni yeniden doğuruyor Ve kaldırım taşları Ve yolların üzerinde ki şeritler Seni ne kadar seviyorsam o kadar çoğalıyor Asgari ücretli işçiliktir seni sevmek Bir maden ocağında canını hiçe sayarak Seni sevmek eve gelince önüne yemek beklemektir Gelmiyorsunuz bir türlü ikinizde Ne kadar çok şairden bahsediliyorsa O kadar şiir yoktur o devirde Ne kadar sana sevdamdan bahsetmiyorsam O kadar yerin çoktur gönlümde Dedim ya asgari ücretli işçiliktir seni sevmek Yani seni sevmeye devam Güzel günlere paydos


Tuvalet Kağıdına Notlar Deniz Öztaş

Güzel dostlarıma iyi davranmam gerektiğini, yoksa taşşağıma tekmeyi yiyeceğimi biliyorum ve bunun için Tanrı’ya ihtiyacım yok.

KIRIK ÇEMBER’IN KIRILMASI Didier ve Elise, bir mağazada tanışırlar, ilk görüşte aşık olurlar ve evlenirler. Müzisyen olan Didier’in grubunda solistlik yapmaya başlayan Elise, bir süre sonra hamile kalır... Çocuk yapıp yapmama konusunda epey tartışan çiftin sonunda çocukları olur. Derken trajik bir şekilde kızları Maybelle hastalanıp bu dünyadan göçer. Çift, birbirlerini, kendilerini ve Tanrı’yı suçlamaya ve yargılamaya başlar... Bir şeyi suçladığımızda, yargıladığımızda, kendimizi o şeyden ayırıyoruzdur. Bunu fark ettiğimiz zaman, anlarız ki konu ne olursa olsun dualite, ayrılık, bölünmüşlük vardır. Tüm sıkıntıların temelinde, zihnin kendini tamamen bağımsız bir birey gibi görüp, kendini izole etmesi yatar. Zihin, bu dünyada ölmekten korktuğu için, devamlı bir güvence arayışındadır. Diğer tüm korkular, ölüm korkusundan türemiştir. Bu dünyada güvence bulamayan bakış açısı, kendine öbür dünya isimli bir hayal alemi yaratmıştır. Tüm dinlerin, öğretilerin özünden uzaklaşıp, kendini kurtaracak bir otorite yaratmıştır: Tanrı... Bu yarattığı sistemde bile birçok ikilik vardır.

Dideir’in seyircilerine yaptığı söylevde insanların korkudan Tanrı’yı yarattığını belirtirken, muhtemelen değiştirilmiş bir kavram haline gelen kendi dinini eleştirir: “Kime acıyorum biliyor musunuz? Darwin’den sonra sonra zamanını biyolojiye ayırmış bilim adamlarına. Bu müthiş dünyayı anlamaya ve anlatmaya çalışan, araştırma yapanlara. Hayatını zor şartlarda çalışmaya harcayanlara. Ve hala evrim teorisini sorgulayanlara acıyorum ben. Çünkü


Tanrı her şeyi altı günde yarattı. 4.5 milyar yılda değil. Bu sizi kusturmaya bile yeter. Embesiller! Ama size bir şey söyleyeyim. Eski yazıtlardaki Tanrı, dünyanın %80’inin tapındığı Tanrı, edebiyattaki en kötü varlıktır. İncil’e bakın. İyi Okuyun. Manipüle eder, sadistir, katildir, ırkçıdır, misoginisttir, homofobiktir, cahil kafalıdır ve bencildir ve sadece etnikleri önemser. İnsanların inancını test etmek için çocuğunu kurban etmesini ister. Cennet ve cehennemi ve insanları, önünde diz çökülsün ve ona tapınılsın diye yaratmış biridir. Tüm şarkıların adına adanmasını ister. Ben bunun için yaratılmadım! Öyle bir Tanrı’dan emir almayacağım! Bundan daha iyiyim. Ben bir maymunum. Ve korkuyorum. Güzel dostlarıma iyi davranmam gerektiğini, yoksa taşşağıma tekmeyi yiyeceğimi biliyorum ve bunun için Tanrı’ya ihtiyacım yok. KORKTUĞUMUZ IÇIN YARATTIK TANRI’LARI! Korkudan, cahillikten! Bugün biri çıkıp yıldırımların Tanrı’nın öfkesi olduğunu söylese ne dersiniz? Suratlarına gülerdiniz. Bir Tanrı daha kaldı. Yalnızca bir Tanrı. Tek bir Tanrı. Kızım Maybelle... Küçük kızım öldü... Çünkü bazı deneyler, dindar toplum tarafından etik bulunmadı. Ama bu yanlızca küçük br detay. Her yıl milyonlarca insan ölüyor. Çünkü Papa denilen gerizekalı, seks yaparken kondom kullanmamanız gerektiğini söylüyor! Tarihten bir detay bu sadece. Ama benim için değil. Benim için değil!” BIR OLMAK Din kelimesinin İngilizcesi religion, Latin kökenli olup re-ligare kelimesinden türemiştir. Bunun anlamı tekrar bağlanmak, yani bir olmaktır. Sufizmdeki bir olmak ile aynıdır. Yunus Emre’nin “Bir ben var bende, benden içeri” sözü, onun bu konudaki bakışını dile getirir. Kura’an’da, “Allah, insanı Rahman suretinde yarattı” diye belirtilir. Taoizm’de tao, tao değildir... Onu isimlendirdiğiniz anda Tanrı olmaktan çıkar, çünkü onu katılaştırmış, ve kişinin kendi fikirleri ile tanımlamış olursunuz. Tanrı, tanımlanabilir mi? Tanrı her yerde değil midir? Onun suretinden yaratılmadık mı? İnsanları kontrol etmek ve korkak egolarından faydalanmak için kullanılan inanç sistemlerinden nasıl özgürleşebiliriz? Eğer tanımlamadığı-

mız, dile getirmediğimiz, sözcüklerle kısıtlamadığımız Yaradan her yerdeyse, tüm zamanlardaysa, biz insanlara ruhundan üflediyse, biz sonsuz varlıklar olmaz mıyız? Sonsuz bir varlık için korkulacak ne vardır? Dünya da, Güneş de bir ölecektir... Birlik mertebesinde ise bu alemin çok ötesinde, korkudan eser kalmayacaktır. İnsan, Dünya, Güneş, Evren... Hepsi sistemlerden oluşur; bu sistemleri anladığımızda bağımsız bireyler olmadığımızı görürüz. Tüm edindiğimiz maskeler, kimlikler, inançlar sorgulandıkça yalanlar erimeye başlar; geriye sadece hakikat kalır. Acaba sormamız gereken ilk soruyu sorduk mu? Ne olduğumuzu biliyor muyuz?


Puxa Vida! Şubat

Sabah olsun abi. Sabah olsun. Sabah hep olur, Gece hep biter yani, Bu böyledir. Olur, sabah olur. Sabah olur.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.