Hasbelkader Fanzin Sayı: 5

Page 1

Sayı:5 | Kasım - Aralık 2017 | ₺3

HASBELKADER “Vakayı hangi devre koysanız yakışık kalır.”

“Bir insan hayalleriyle nereye kadar yaşayabilir?”

HASBELKADER FANZIN


HASBELKADER, iki ayda bir yayın yapan bir edebiyat, kültür, sanat ve şiir fanzinidir.

Feyzi Halıcı* | İhsan Oktay Anar* | Hasan Ali Toptaş* | Orhan Pamuk* Yusuf Karakurt | Kübra Seydioğlu | Esra Akşahin | Onur Uzun Taha Furkan Şahin | Zeynep Kübra Şengül | Şevval Şirin | Ümit Köksal

Emeği Geçenler o Altıncı sayımızda bize şiir, öykü, çizim, anı, gezi yazısı, kitap incelemesi vb. yazılar göndermek için,

Taha Furkan Şahin Sena Turgut Esra Akşahin Yusuf Karakurt

Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Karakurt

Editörler

o Önerileriniz, istekleriniz, şikayetleriniz için, o hasbelkaderfanzin@gmail.com hesabımıza bekliyoruz.

Taha Furkan Şahin Yusuf Karakurt

Bize ulaşın

o Altıncı sayımız için eser alım tarihlerini sosyal medya hesaplarından duyuracağız. Not: Bu biraz uzun sürebilir.

Konya’da bir yer.

Bizi takip edin @hasbelkader_f (twitter) @hasbelkaderfanzin (instagram)

HASBELKADER FANZIN

2


HASBELKADER FANZİN SANAT. EDEBİYAT. KONYA. SELÇUKYA. HUKUK. HAYAT. FANZİN. FANZİNE. MECMUA. DERGİ. ŞİİR. KASIM. ARALIK.

2017 Felicitatem esse functionem secundum virtutem, per acitones successus compotes. Bu sayı:

GÜZEL OLAN VE OLMAYAN AŞKLARA, HER AŞKA.

‫حسب القدر‬

‫פנזין‬ Repetitio est mater studiorum. HASBELKADER. FANZİN. KONYA.

HASBELKADER FANZIN


Yazgım Kübra Seydioğlu

Yazgım, Melun bir iç yangını ile beraber Oturur, söyleşir demlerce Yazgım, Otların usul hallerine bel bağlar Yayılır çimenlerin hâbına Remide, münkesir, lerzân Yazgım, Bana şiirli olmanın acısını öder, Dizlerime dünyayı koysalar Yine bir kağıt aralığından seslenir Bana üç mısra ödeyeeeecek! Remide, münkesir, lerzân Aşinadır dertlerime kanayan bir felek "Ve evlâa!" Bir soyut anlaşılma Şerlerin alınlarına yazılmış yazı Yazgım, Hasretlerin kuru gürültüsüne talib, Eyvâhlarım sineme ok gibi çakılır Vardiyam sabaha üç kala durur Yiter garib ellerde şarkılarım Remide bir kuş, yazgım Münkesir bir kalp, yazgım Lerzân bir ahu, yazgım Gelip geçmekte zaman…

HASBELKADER FANZIN

4


Yukarıda Ay Var Şevval Şirin

B

u akşam yazın balkonda oturulan son akşamı. Annemden önce uyuduğum yaşlarıma geri dönmek istiyorum. Çünkü içim keder dolu. Uyanık kaldığım her dakika kalbim kırık. Bir günaha düştüm. Tüm bunları burada oturup duvara bakmak için mi yaşadım? Dünya orta yerinde duruyor cehennemin. Zamanım belli değil; ne ateşten öteyim ne insandan beri. Ben toprak mahsulüyüm, boynum bükülüyor. Yürürken kuşlar çarpıyor göğsüme. Önce ayaklarımı topluyorum yerden, sonra geceyi gökyüzünden. Daha çok nefes alıyor ses etmemeyi öğreniyorum. Zaman ikiye bölünüyor. Bütün denizler dalgasını karnına çekmiş gibi. Mümkünlüğün kıyısından öte bir adım atamıyorum. Hissediyorum; burası dünya. Vaktin geç olduğuna inandırmış beni duvardaki saat. Görüyorum ki yaralar kaşınmış, başlar öne düşmüş. Dünyanın dönüşüne şarkılar söyleyerek eşlik etmiş, koşup yetişirim sanmışım. Vardım sanmıştım oysa yerimden hiç kıpırdayamamışım, anladım. Şimdi bir kuyudayım. Gözlerimin bir körle aynı manzarayı gördüğü yerdeyim. Bu akşam kimseye belli etmeden yoruldum. Avutmayı bilmiyor gök. Bu dünyada sadece insan ölüyor, başka her şey telef oluyor. Gölgemi kaybedip gölgeye dönüşüyorum. Zaman geçerken biri hariç tüm çocuklar büyür. Çünkü birinin geçmişin yıkıntılarının nöbetini tutması gerekir. Ben zamanın ölü çocuğuyum. Bu yüzyılda yaşayamayacak gibiyim. Yusuf bana ellerini uzattığında tutmadım. Kafamın içinde kapıyı çarpıp defalarca kaçtım. 19 yaşında verem oldum. Kan kustuğum ilk gece sırtımı İstanbul’a dönüp uyudum. Şimdi sen söyle koca kavak; sen mi daha özgürsün yoksa ben mi? Sen kim bilir kaç yıldır toprağa bağlı kalmışken ben yürümüş koşmuşum. Senin dalların göğe ermiş, bulutları delmiş; ben başladığım yere geri dönmüş yorulmuşum. Göğsümde kuş barınmıyor. Ben yüzümü gökyüzüne kaldırmaya utanıyorum. Ama sen… Yukarıda ay var, belki bakmak istersin.

HASBELKADER FANZIN

5


Vardır Yusuf Karakurt

sokakta ne vardır? çocuklar vardır oyunlarla oyunlarla birlikte rengârenk gülüşler, neşeli kaçışlar vardır arabalardan, bisikletli çocuklardan sokakta insan vardır teyzeler otururken kapı önlerinde laf arasında unutulan günahlarla birlikte dedikoduların arasından sıyrılmak vardır ve ağaçların gülümseyen yapraklarında meyveleri vardır dallarında dalmak vardır lezzeti şişman dallara meyvelerin sahibinin sadece ağaç olmadığını öğrenince feryâd figan kaçmak vardır, ellerde dallarla 6

olsaydı kaçtığın bir şeyler, bir kaldırıma çıktığında hatırlardın hissederdin kalbinin göğsüne nasıl tosladığını çünkü insan vardır sokakta, hayat vardır oyunlarla birlikte masum koşuşturmacalarla yüksek kaldırımlarda rahatlamak vardır çıkıp kaldırıma bak senden uzunum demek vardır çay kaşığı sesleri tatlı yorgunluklar taşırırken avludan sokaklara arzularla süslü akşamlar vardır kırmızı çiçekler vardır serin yaz akşamlarının uykusunda dakikalarla savaşırken küçükler rüyalarında geçen hayatlar biten yıllar vardır büyüklerin başında beklemek vardır bir akşamüstü babayı elinde çikolatalarla, diğer çocukları kıskandırmak vardır “akşam ezanı okununca gelin” diyen baba beş dakika geçmeden “yemek hazır gelin” diyen anne vardır

HASBELKADER FANZIN


biraz büyüyünce aşk vardır beklemek vardır bir köşesinde sokağın ilk sevgiliyi ensendedir o vakit tenha pencerelerin ağzında bekleşen komşular akşam ezanıyla birlikte ayıplamalar vardır ve mavi bir rüyadan geçip uyanınca belki de yıllar sonra ama mutlaka o aynı çarpıntılı aşkla babayı beklemek vardır! ve şimdi dizeler hep bir insanın haysiyetiyle süslenirken var mıdır gerçekten hiç bitmeyen bir hayat hayallerin ötesinde? 7

HASBELKADER FANZIN


İmgeli Şiirler Taha Furkan Şahin

İmgeli şiirler düşünüyorum sana Dengesini bulamamış sularda Adın can kurtaranım oluyor Tutuyor ruhumun ellerinden. İmgeli şiirler düşünüyorum sana Adının verildiği bir sokakta Caddeler labirente dönüşüyor Gelmek istediğim zaman sana İmgeli şiirler düşünüyorum sana Bakarken karanlık bir duvara Ellerin beliriyor birden ardında Değiyor kalbimde açtığın yaralara İmgeli şiirler düşünüyorum sana İstanbul'da, Londra'da Yetmiyor hiçbir şehrin cümlesi Sana hasretimi anlatmaya İmgeli şiirler düşünüyorum sana Eksildikçe ömrümden bir nefesim daha..

HASBELKADER FANZIN

8


Benimle Git Esra Akşahin

Gemiler eskirken deniz eskirken * Seni severken yalnız seni sevmiyorum ben Çekingen ellerini de seviyorum Bir cam bilyeyim avuçlarında Sen bin mil uzakta Yabancı bir şehrin yabancı bir yerinde Döküldüm avuçlarından Sonra herkes bir uzak buldu Seni alıp ellerime kattım İyi ki bilmiyor kalabalıklar * Seni severken yalnız seni sevmiyorum ben Bir gölge gibi karışıyorum gövdene Yanağının kum sıcaklığını öpüyorum Üstelik hiçbir zarfa da sığmıyor bu * Aslında bunların hiçbirinden bahsetmeyecektim Şey diyecektim Ben şiir yazmasını bilmiyorum * Yürüyelim mi biraz?

HASBELKADER FANZIN

9


Dört Dakika Onur Uzun

K

um saatini ters çevirdi.

Az önce okumaya ara verdiği kitabı yerine yerleştirirken, gözüne ilişince eline alıp üzeri boş masanın tam ortasına bırakmıştı. İçerisindeki milyonlarca, belki de milyarlarca mor renkteki kum tanelerinin, orta kısımdaki incecik delikten altta kalan boş hazneye, mor bir ışını anımsatarak ve titreşerek dökülmesini izlemeye koyuldu. Alt kısma dökülürlerken, üst tarafta git gide azalan kumların tam ortasında girdaba benzeyen bir çukur oluşuyordu. Kendisini, kumlarla birlikte o girdabın çevresinde, yavaşça aşağı doğru süzülürken hayal etti. Gözlerinin önünde sessizce devam eden bu ufak hareketlilik ona bir şölen gibi geliyor, seyrederken nerdeyse hipnotize olmak hoşuna gidiyordu. Bir ara dakika sürüyordu. İki yıldan birkaç ay daha fazla bir süre önce arkadaşlarıyla birlikte girdiği hediyelik eşya dükkânından satın almıştı bu kum saatini. Okuduktan sonra kişisel kütüphanesine yerleştirdiği en son kitabın önüne koyuyordu onu. Böylece hem kitapların devrilmesini önlüyor hem de bir tür süs eşyası görevini üstleniyordu. O gün, hediyelik eşya dükkânına birlikte girdiği iki eski arkadaşını düşündü. Yüzlerini hayal meyal hatırlıyordu, isimlerini ise aklında tutmak yerine müsveddelere yazmışçasına çoktan unutmuştu. Buna benzer geçmişte kalan ve kendisine inandırıcı gelememiş tüm arkadaşlık ilişkilerini; o küçücük delikten bu kadar akışkan, sürtünmesiz, kolay ve hızlıca geçebilen kum tanelerine benzetti. Birçok insan, hayatına işte bu kadar kolay girmiş ve hızlıca çıkıp gitmişti. Hep böyle olduğunu bilmek, durumu benimsemek ve buna alışmak; çevresine karşı bir çeşit savunma mekanizması oluşturuyordu: “insanlar işte”.

HASBELKADER FANZIN

10


Mor renklere dalıp gitmişken; bir yaz akşamı ağabeyi karşısında kapıldığı utancı hatırladı. İşten döndüğünden beri suratı asık olan ağabeyinin durumu, kendisi ve annesini de etkiliyordu. Akşam yemeğinin normal karşılanmayacak derecede sessiz geçmesi bu yüzdendi. Babaları mesleği gereği şehir dışında, kilometrelerce uzaklıkta çalıştığından ayda bir kez ancak eve dönebiliyordu. Yemekten sonra çaylarını akşam saatlerinin serinliği eşliğinde yudumlamak üzere balkona geçtiklerinde, sessizliği nasıl bozacağı ve ağabeyinin derdini nasıl öğreneceği konusunda hesaplamalar yapmaya başlamıştı. Daha önce ne babasıyla ne de ağabeyiyle dertleşmişti. Bir türlü soramamanın utancını suratında nasıl hissettiğini anımsayınca bir kez daha utandı. “Neyin var?” diye nihayet sorabildiğinde ise hoş bir ferahlamanın ardından, “Önemli bir şey değil… Aynı şeyler işte.” yanıtını almıştı. Ardından ağabeyi, bakışlarını elinde tuttuğu çay bardağından kaldırarak başka yöne çevirmişti. Böyle olduğu zamanlar üstelememek daha doğruydu. İnsanlar, bir klişeyi tekrarlamak istemediklerinde başlarını çevirip uzaklara bakarlardı. Bu, “hayat işte” demekti. Mor renk... Gözlerini bir an kum saatinden ayırıp masanın sağ tarafındaki en üst çekmeceye odakladı. Açmadı çekmeceyi. İçinde mor bir toka ve birkaç kumral saç teli vardı. Derken mor ojeli tırnaklar düştü hatırına. O tırnakların süslediği parmaklar, kendi parmaklarıyla birlikte aynı kitabın sayfalarını çeviriyordu bir zamanlar. Elleri düşündü sonra. Kendi ellerinin içinde neredeyse yok olan elleri. Şimdi, bu soğuk kış aylarında derisi kuruyup çatlayan kendi ellerine yakışıyor muydu hiç; o zarif ve pürüzsüz eller. O gittikten sonra kendi ellerine bir türlü çare bulamamıştı ki nereye koyacağını da nasıl ısıtacağını da şaşırmıştı hep. Sevilenin yokluğunu, kar yağdıktan sonra bastıran soğuktan insanın kendisini bir türlü koruyamamasına benzetirdi. İster anlatarak ucuzlaştırın meseleyi, ister daha büyük acıların varlığıyla avutun aldanmışlığınızı; olmuyordu, yarım kalmanın ağrısı tam da eksildiğiniz zaman “aşk işte” diyerek geçmişi bir türlü düşüncelerinin dışına yitememişti. Derken sokağa giren çöp kamyonunun gürültüsüyle irkildi. Kum saatine baktığında kalan bir tutam kum tanesinin de o küçük delikten geçtiğini gördü. Ardından kapı çaldı. Kum saatini yeniden kütüphanesine, kitaplarının önüne koydu. Gidip ağabeyine kapıyı açmalıydı.

HASBELKADER FANZIN

11


Tutunamayanlar, Oğuz Atay

Sonsuzluğa Nokta, Hasan Ali Toptaş

12

Kara Kitap, Orhan Pamuk

Amat, İhsan Oktay Anar HASBELKADER FANZIN


“… yaşamayı nefes almak gibi rahat sürdürenler de var. Onlar daha fazla yaşasın. Yaşasınlar inşallah. Beter olsunlar.”

“… ve ölümler yaşanır ölümlere bakarak, ölümler yaşama tutunarak, ölümler sevdaya adanarak, ölümler ayrılığa dayanamayarak ve kim bilir kaç mevsimi yüklenip geleceğe taşır trenler ve kaç mevsim, trenleri yüklenip bir sonraki mevsimin kıyılarına bırakır kim bilir…” 13

“Bir başkasının belleğini ağır ağır edinmekten başka neydi ki okumak?”

“Geleceği bilme konusunda en çok başvurduğu yol, bir kitabın rastgele bir sayfasını açtıktan sonra gözüne ilişen cümleyi okuyup bundan bir anlam çıkarmaktı.”

HASBELKADER FANZIN


Hasbelkader Fanzin Kitap Köşesi Cevdet Bey ve Oğulları / Orhan Pamuk

C

evdet Bey ve Oğulları, Orhan Pamuk’un Nişantaşılı bir ailenin ‘üç kuşak hikâyesini’ anlattığı, Milliyet Yayınları Roman Armağanı ve 1983 Orhan Kemal Roman Armağanı ödüllerine sahip ilk romanıdır. Yirmi iki yaşında yazmaya başladığı bu romanı Orhan Pamuk, yirmi altı yaşında bitirmiştir. Bu sebeple o günün edebiyat çevresi, “Olur mu canım, babası yazmıştır.” gibi sözler söylemekten geri durmamıştır. Bu açıdan bakıldığında da cüretkâr bir ifadeyle Cevdet Bey ve Oğulları, kişiye roman yazma ilhamı ve isteği veren bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. Romandaki karakterlerin derinlikleri veya sığlıkları, zamanın akıp gidişi karşısında insanın umursamazlığı ve hayatın gelip geçiciliği karakterler üzerinden çok usta bir şekilde işlenmiştir. Okuyanı da düşündürmeye teşvik eden bir kitap. Ki en basit bir misalle bir karakterin acısı veya ölümü, okuyucuda kişinin kendi yakınını kaybetmişçesine üzüntü yaratabiliyor. Mekân tasvirlerinde, Orhan Pamuk, o zamanlar genç yaşına rağmen oldukça başarılı bir anlatım sergilemiş. Bu bağlamda Meşrutiyet döneminden, ta yetmişlere kadar İstanbul’un bilhassa Nişantaşı ve çevresinin nasıl değiştiği, devletin yönetildiği Ankara’nın bohem dolu sokakları ve aile hayatı ve Kemah’ın uçsuz bucaksız toprakları ve güzellikleri de okuru sıkmadan ama bir ayrıntı uzmanlığı ile sade ve akıcı bir biçimde anlatılıyor. Bu romanda aslında her tip insana dair bir eleştiriye rastlamak mümkündür. Dönemin burjuva insanlarının yaşadığı modernleşme heyecanından tutun da batı özentiliği, cumhuriyetin hiç de düşünüldüğü gibi devletin işleyişinde net değişmeler getirmediği, kadın-erkek ilişkileri ve arayışları, “hayatta ne yapmalı?” gibi felsefi sorular, yeni gelen kuşakların geçmişe olan kayıtsızlığı ve karakterlerin yaşadığı kişisel bunalımlara kadar birçok duygu çok iyi anlatılmıştır. İkinci kez okunmayı hak eden bir romandır. Karakterlerden ayrı ayrı bahsetmek istemiyorum. Çok fazla detaylı bilgi verip heyecanınızı söndürmek istemem. Orhan Pamuk hakkında ön yargısı olanlar için, Cevdet Bey ve Oğulları bir an önce alınıp okunması gereken bir kitap. Benim de her Türk okurunda olduğu gibi Pamuk ve

HASBELKADER FANZIN

14


kitapları hakkında çok fazla ön yargım vardı. Fakat bizler sanata ve edebiyata yönelik bakmalıyız diye düşünüyorum. İçeriğe isteyen katılır istemeyen katılmaz. Bu sebeple, çokça düşünerek, yeri geldiğinde yadırgayıp karşı çıkarak, bazen katılarak, bazen gülerek bu kitap okunmaya, Işıkçı ailesi ise tanınmaya müsaittir. Kitaptan alıntılar: "Türkiye'de resim yapmak insanın bağıra bağıra konuşması gereken bir ülkede dilsizliği seçmek gibi bir şey."

“Eğer denge denen şey hayatın akışına kendini bırakmaksa... Eğer kolay mutlu olmaksa denge, biraz dengesizleştim galiba...”

“- Niye aramızdaki ayrılıkları büyütüyorsun? - Büyütmüyorum! Bu sağlam bir beraberlik olsun istiyorum. İlkesiz, eleştirisiz bir birlik hemen çözülmeye mahkumdur!”

“Eskileri bir bütün içinde sanmak, eskiler kadar eski bir yanılgıdır.”

“... Üstelik bizim memlekette dik başlı olmak, kendi kendine karar vermek hoş bir şey değildir ki! İnsan her zaman daha iyi bilen, daha iyi düşünen birine kendini emanet etmeli, birisine bağlanmalı, bir inancı benimsemeli.”

HASBELKADER FANZIN

15


Feyzi Halıcı (1924 – 2017) “Feyzi Halıcı’yı sevgi ve rahmetle anıyoruz.”

Feyzi Halıcı: Şair, yazar, antolog. Erzurumlu bir ailenin çocuğudur. Konya’da Mevlâna Türbesinin yanındaki Celal sokağında doğdu. Çocukluğunu ney sesleri ve tennureler doldurdu. Sevdiği ve örnek aldığı şairler Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Mehmet Akif idi. Sonra bunlara Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Kutsi Tecer, Arif Nihat Asya, Zeki Ömer Defne, Mustafa Seyyit Sütüven, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim eklendi. 16

Konya’daki bütün kültür ve sanat hareketleriyle ilgilendi ve bir kısmını kendisi başlattı. Çağrı dergisini çıkarttı. “Çağrı” Türkiye’nin en uzun ömürlü ve her ay aralıksız çıkan ikinci edebiyat dergisidir. Şiirlerinin bir kısmında Fezai mahlasını kullandı. 1951 yılında kurulan Konya Gazeteciler Cemiyeti’nin kurucularındandır. 1957 yılında Türk Dil Kurumu üyesi olmuştur. 1959'da Konya Turizm Derneğini kurmuştur. Milletlerarası Yemek Kongreleri düzenlemiştir. Bu bile adının ölümsüzleşmesi için yeter de artar.

Feyzi Halıcı der ki: “Gerçek sanatçı, zamanın her anında güzelin, faydalının, doğrunun, sevginin sabırlı araştırıcısı ve yorumcusu olmalıdır.

HASBELKADER FANZIN


Yok mu, Hep Seni Düşündüm Feyzi Halıcı Neler umdum yıldız yıldız nelerden, Yok mu dün akşam hep seni düşündüm Bakmadın bir kere pencerelerden Yok mu dün akşam hep seni düşündüm Sen yeterdin vuslatın olmasa da; Gittin de kalbimi koydun tasada. Yapayalnız bir perişan masada Yok mu dün akşam hep seni düşündüm Düşler salkım salkım, düşler alaca, Hep aynı vuslatı duydum yıllarca. Bir kere daha oldum paramparça Yok mu dün akşam hep seni düşündüm Tüttü gözlerimde mahmur hallerin, Avucumda gibiydi pamuk ellerin. Kayboldun burcunda ihtimallerin Yok mu dün akşam hep seni düşündüm Kayısılar gibi dallarda ergin, Çıkıp gelir misin acaba bir gün? Oldum gayri hasretinle tedirgin Yok mu dün akşam hep seni düşündüm Aşk dendi mi gözlerin bir dalardı, Ufkun burcu burcu hatıralardı. Kanat kanat kaybolacak ne vardı? Yok mu dün akşam hep seni düşündüm Bir mavi geceydi ay dilim dilim, Tekmil hasretinle doldu mendilim, Hayatım, bir tanem, gülüm, sevgilim Yok mu dün akşam hep seni düşündüm.

HASBELKADER FANZIN

17


Ziyanlar Senfonisi Zeynep Kübra Şengül

B

ugün ruhumun fonunda “bir kız bana emmi dedi” var. Karacaoğlan’dan. Koskoca yiğide emmi deyip sakallarını cımbızla yoldurmalık yapmışlar. Ayıp! Benimle dinleyenler, ‘köylüce’ buldukları için ‘emmi’ kısmına gülüyorlar. “Karacaoğlan’ın derdi ne?” diye sordular. Adamın derdi türkü olmuş, derdi üzerine söyleyebileceklerinin ifade edeceği anlam belki bir tüy kadar. Ben de şöyle bir gülmenin açtığı kaçış yoluna sığınıyorum. Savaşa kaçış. Tanklardan tüfeklerden kaçıp, bilmediğin diyarlarda mülteci olmanın dışındaki, bir de içimizden taşan tanklar, bizi kendi içimizde, aklımızda ve kalbimizde yaşatmayan savaşlar var. ‘Biz’ derken, uykusuz uyanmaların, kahvaltı yapmadan dışarıya çıkmaların, bizi her yere götürüp de yolumuzu bir türlü içimize çıkaramayan gündelik telaşların sahibi ‘biz’ler. Ben olamayan, beni tanımayan, bedenleri her daim mülteci, ruhlarda savaş olan bizler. Kof bir telaş, bir ıstırap. Marx’ın yabancılaşma teorisi tıkır tıkır işliyor. Birsen Tezer geçiyor Karacaoğlan’ın yerine. ‘Seni sevdiğimdendir gelirim ben bu yere’ diyor. Sevdiğimden değil de sırf yan yana dizilmiş ilgi çekici kelimeler bütünü olsun diye “nereye gidiyorsam seni sevdiğimdendir” diyecektim oysa ben. Gece gündüz gözlerimizi ayırmadan okuduğumuz o kitaplar, evimizin muhakkak bir odasını ayırdığımız o kütüphaneler bir işe yarasın değil mi yahu? Şöyle ‘wow’ dedirten bir iki cümle kuramayacaksak, dost meclisinde kimsenin bilmediği aforizmalarla kendimizi bilgimizle pazarlayamayacaksak, bizi içimize yürütmeyen bir kitabı niye okuyalım? Sevgi mevgi de artık sokak çocuklarının işi. Altına oturup şiirler okuyacağımız, gölgesinde peynirli ekmekli piknikler yapacağımız ağaçlarımız, açtığımızda kulaklarımıza kuş cıvıltıları, ciğerimize temiz hava dolduran pencerelerimiz olmadı. Varsa yoksa yanımızdaki boş arsaya yapılan yeni binanın makinalı -çekiçli sesleri, üç kuruşa beş saat

HASBELKADER FANZIN

18


çalışmalar, akşam eve gelince yorgun olup çocuklarımıza ‘nasılsın’ diye soramamalar… Sevmeye imkân, zaman mı var ki? Ervah-ı Ezel’den bir tıngırtı: “herkes dosta yazmış arzuhalini, benimkini ürüzgâra yazmışlar.” Bu sözler sohbetlerde anlatılamayan esrarlı bir derdin cilvesi. Bizim hayat karşısındaki somut yüklerimizin ötesinde, rüzgâra içindeki ‘ben’i anlatan birileri varmış bir zamanlar. O rüzgâr bizim semtlere uğrayamaz, zira dışımızdaki çoğulluktan korkumuz, her köşe başına bir özel güvenlik koyduruverdi. Gece uyurken kapıların kilitlenmediği devirden, gündüz gözüyle koruyamadığımız bedenlerimize güven için diktiğimiz başka bedenlerin devrine. Rüzgâra kurşun sıkmaktan, e kedi de değil ki bu dokuz canının hiç değilse biriyle yaşayıversin. Üzgünüm Sayın Mevlâna. ‘ben’e giden yolu aramamaktan, ne olduğumuzu bulamamaktan, olduğumuz gibi de görünemedik. Doğrusu, bize ait bir şeyler de bırakmadılar etrafta. Bir oturma grubu alacaksan yan komşununkinden olmalı, bir kitap okuyacaksan herkesin okuduğundan olmalı. Şimdi şu filmi herkes izliyor, sorsalar izlemedim diyemezsin, izledim desen muhabbete giremezsin. Bu kış yeşil moda, kırmızı giyecek olsan günah işlemişsin gibi gelir. Felekten bir gün çalacağın zamanlarda, içimizde bir karşılığı olduğundan türkü dinleyesin geliyor, kalabalıkta bir karşılığı olmadığından türkülerden de vazgeçiyorsun. Ne zaman ‘ben’e ait bir şeyler yapmaya çalışsak dışarıda kabul görmedi. Ortak beğenilerin pençesinde birbirimize ve kendimize ‘ben’ olabilmeye izin vermiyoruz. Sadece bana ait bir kitap, bana it bir film, bana ait bir tarz yok. Kendimizden gurbetli, ‘ben’li mülteci, hastalıklı kalabalığa, sanki sağlıklı olmanın bir ölçüsüymüş gibi, iyi eklemlenmiş ‘biz’lerin; savrulmak için rüzgâra, görünmek için ‘ben’e ihtiyacı kalmadı artık. Kendi kendimize yabancılaşmanın yollarını bulduk. Mesnevi’ler raflarda sen kadimsin diye dizili. Hem de Konya’da, senin şehrinde. O halde, “dur” diyebilmek de var. İçimize kulak vermek; zevklerimizi, beğenilerimizi, isteklerimizi, giydiklerimizi, okuduklarımızı, hatta paylaştıklarımızı, cesaretle, içimizdeki ‘ben’e göre şekillendirmek de var. Önce “bu benim” diyebilmek, sonra o ‘ben’ i şekillendirebilmek.

HASBELKADER FANZIN

19


Türkülere yol açmak, kimsenin okumadığı kitaplara fırsat vermek, ‘ben’ e ait olan şeyleri bulup çıkarabilmek. Bambaşka ‘ben’lerin zahir olmasıyla ortaya çıkabilecek devasa külliyat, ‘ben’lerdeki savaşların kahramanı olur, bizi içimizdeki yurdumuza döndürür, bedenlerimizi kurtarır mülteci olmaktan. Neşet Ertaş’ın rengine kandığı dünya içimizdedir belki.

20

HASBELKADER FANZIN


Güzellikten Sızan Yabancı Ümit Köksal Dikenin sol gözü hapşırmak üzereyken gülümsedin Gönül kapım aydınlığın etkisine alışkın değil İçim linç ediliyor karanlığın kalbinde Çirkinliklere küs duygular doğuyor Kelimeleri sulayan fikirler Mevsim gözlerini filizlendiriyor tahayyülümde Yardım et ey şifa veren... Bilmiyorum bu sihiri, bilmiyorum yüzmeyi Gözlerine dalıyor adım adım boğuluyorum İnsan neden boğulmaktan korkar ki? Çekirgenin taaccübü, laboratuvar sırrı, ertelenen nefes Neden diye sorular neden cevapsız kalıyor? Biliyorum susacaksın, yalan; pamuktan yapılmayan şeker mi? Kokun şah damarıma sinecek, kanıt; saatler sana ayarlı diyecek. Mürekkep damlarken beyazlayan bir bakış belirecek Efektler solmuş dudağı düzeltmeye çalışsa Saçların korkuyu boğmak için yeterli değil mi ? Kaf dağına uçuşan İpek kanatlı hüzün sesleniyor Gökyüzünün perdelerini yıkayan özlem bulutları Seni görmediğimde göz çeperlerimi kana batıracak Yokluğunu dahi yok etmek düşüncesi belirecek Nice ah'ı kuş dilimden işitecek Bir ip bir sandalye bir de böcek En uzun gecede olaylara şahitlik edecek...

HASBELKADER FANZIN

21


Attilah İlhan / Şehnaz

cam yeşili bir kız çok kirpikli saçları nasıl karanlık bir kızıl örtülü bir güzellik benzeri olamaz dudaklarındaki kan etkiliyor asıl duyarlığı alıngan gönlü ikircikli ne yazsam ona tutsak / adı şehnaz belki kadın belki çocuk iyice kuşkulu hangi tutku buğulamış camlarını bazen ne çok var bazen ne kadar az kan kırmızı yaşayıp yaz akşamlarını okşaması boğulmak öpmesi uğultulu sabah olsam ona tutsak / adı şehnaz

devamı şiir kitabında.

HASBELKADER FANZIN

22


OKU – İZLE – DUR – DÜŞÜN – KENDİNE GEL Kitaplar: -

Harfler ve Notalar, Hasan Ali Toptaş Cevdet Bey ve Oğulları, Orhan Pamuk Coşkuyla Ölmek, Şule Gürbüz Bozkırda Altmışaltı, Mustafa Çiftci Peri Gazozu, Ercan Kesal Şeffaflık Toplumu, Byung – Chul Han Kısa Türkiye Tarihi, Kemal H. Karpat Can Veren Pervaneler, Hayati İnanç Medeni Usul Hukuku, Baki Kuru

Filmler: -

Kırmızı Keman, 1998 (The Red Violin - Le Violon Rouge) En İyi Teklif, 2013 (The Best Offer - La Migliore Offerta) İngiltere Kralına Hizmet Ettim, 2006 (I Served the English King) Bir Ayrılık, 2011 (A Separation) Gemide, 1998

Şarkılar: -

Teach Me Tiger, April Stevens Anywhere On This Road, Lhasa de Sela Dance Me To The End Of Love, Leonard Cohen Tu Vas Me Detruire, Notre Dame de Paris Bulamazsın, Zeki Müren Gönül, Fikret Kızılok Larena, Ennio Morricone Died İn Your Arms, Cutting Crew

Tiyatro:1 - Bit Yeniği - Fatih (Bizans Düştü) - Dördüncü Ay

1

Konya Devlet Tiyatrosu oyunlarıdır. Dikkat! Biletler 13 gün önceden satışa çıkar. 3 gün içinde tükenir.

HASBELKADER FANZIN

23


24

“İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.”

HASBELKADER FANZIN


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.