Sayı:2 | Mart – Nisan 2017 | ₺2
HASBELKADER “Vakayı hangi devre koysanız yakışık kalır.”
1
“Nerede buluşursak buluşalım sen yoksun”
HASBELKADER FANZİN
BU AYDA
HASBELKADER “Vakayı hangi devre koysanız yakışık kalır” Genel Yayın Yönetmeni1 Yusuf Karakurt
Editör Sümeyya Bağış
Şairler Taha Furkan Şahin Kübra Seydioğlu Nihat Şahin Rumeysa Çiloğlu Cemalettin Küçük Ayşenur Deveci Remzi Köpüklü Selim Faruk Tokgöz İbrahim Gülaçar Kübranur Başar Hacı Ahmet Eriş İbrahim Özbekler Yusuf Karakurt Sümeyya Bağış
Bir Şiir Yalnızlığı Yahu! Sevgiliye Haykırış Frezya Bir Sevda Çiçek Zengini Çocukluğum Sahi Şimdi Biz Yağan Karın Altında Yeni Bir Yaşam Hayali Harlanan Devinim Cam Fanusun İçinde Ölü Bir Bebek Yağmur ve Bir Hatıra Sevdiceğime Mektup Kokuyu Bırakmak - Bir İstanbul Eksikliği Eşyanın İhaneti
Yazarlar Sena Turgut Rukiye Çelebi Onur Uzun Ebiha Abak Osman Fatih Kaya Sena Dede Ramazan Birer Teslime Çiftçi
Dut Verir Gibi Güzel Rukiye Çelebi Karahindiba / Aforizmalar Sevmek Konuşmak Kalemle Kâğıdın Haşrı Topraktan Sanata Beş Yapraklı Yonca
Çizerler
Fotoğraflar
Burcu Togay Büşranur Tosun Meeko2 Sam Bridge3 Tooni Aruizhom Ayşegül Deveci Aykut Doğu
Sena Turgut Esra Akşahin Asuman Dilbeste Kantaş
1
İmtiyaz Sahipleri ve Sahibesi: Taha Furkan Şahin, Yusuf Karakurt ve Sümeyya Bağış
2
Sayfa dörtteki çizimler kendisine aittir. Arka kapak illüstrasyonu kendisine aittir.
3
HASBELKADER FANZİN
2
Başlamadan Evvel Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok!
Güzel günlerin anısına… İkinci sayımızın sayfalarından merhaba demek istiyoruz sizlere. Başlamadan evvel hemen belirtmeliyiz ki bizi en çok bu sayfa zorluyor. Hayır hayır, tasarım olarak değil. Bu sayfa bizi anlatıyor aslında. Siz sevgili arkadaşlarımıza ne desek de boş bir söz olmasın diye düşündük hep. En sona bıraktık bu sayfayı. İlk sayımızın ardında teşekkürlerimiz ve teessüflerimiz olacak elbette. İlk teşekkürümüzü bizi destekleyen ve eleştirilerini bizimle paylaşan arkadaşlarımızadır. Sizlerin destekleri ile varız. Teessüflerimiz ise bizi tanımadan bizi alaşağı edenleredir. Ne derler Anadolu’da: “Gönül sırça saraydır, yıkılırsa yapılmaz!” Çizimlerini bizimle paylaşan yabancı arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Bizi yabancı arkadaşlara yönlendirmek zorunda bırakan vatandaşlarımıza da teessüflerimizi sunuyoruz. İkinci sayımızla birlikte biraz daha büyüdük. Gönül isterdi ki bize gelen tüm yazıları yayımlayalım. Ama bu ne mümkün. Bizimle yazılarını paylaşan herkese gönülden teşekkür ediyoruz. Her zaman sadelikten yanayız. “Fazla mal göz çıkarmaz.” derler; bu belki doğru fakat lafın fazlası öyle değil, can bile çıkarır. Sözde de özde de sadelik. “Zannetme ki şöyle böyle bir söz / Gel sen dahi söyle böyle bir söz” Bu fanzinde yazılan her şey bizim için değerlidir. Hiçbir ideolojinin içinde değiliz. Soranlara her zaman cevapladığımız gibi amacımız mutlu olmaktır. Ve her zaman da söylediğimiz gibi her türlü eleştiriye açığız. “Maddeden sıyrılıp manaya inkılab etme işini öylesine ileri götürdük ki son derece parlak -üstelik cilalanmış, yani gösterme kabiliyeti artırılmış- aynanın karşısında bile görünmez olduk” demiyoruz. Böyle de bir havanın ve rüyanın içinde değiliz. “Kibri terk edip dilâ eyle tevâzu pîşesin Çün bilirsin kim binâsı haymenin gilden durur” Sözü fazla uzatmadan çırılçıplak bir sesle konuşabilmek adına, çırılçıplak bir gözle bakabilmek adına sizi fanzinimizin dördüncü sayfasına alalım. İyi okumalar diliyoruz. Sevgimiz ve saygımızkere selam olsun.
-
Hasbelkader Fanzin Genel Yayın Yönetmeni
HASBELKADER FANZİN
3
Eşyanın İhaneti Sümeyya Bağış
Çocuk kalmanın inceliğini paketlerken Kalbime takılıyor ihaneti anıların Duvarların, eşarpların, ipek şalların Eşyanın ihaneti okşuyor başımı İhanet camdan bir heykel, Duvara fırlatıyorum tüm ihanetleri. Bir akrabanın dişli gülüşü beliriyor duvarda Kalbim, neden bir karınca kadar güçlü değilsin? İkimizi aynı anda kabul etmez bir masa Ben üzücü bir durumum, bunu biri böyle yazsa Silgilerimi giysem ayaklarıma, gitsem Masa yalnızca sana kalsa Paklamaz beni bu isyandan yapılmış gökdelenler Bir tövbe bir kalbi kaç kez durdurabilir şimdi
HASBELKADER FANZİN
4
Kokuyu Bırakmak Yusuf Karakurt Bütün yemek kokusu odamda Sen yoksun Atlara kanat takmışlar Ne zamandan beri böyle şeyler oluyor Benim haberim yoktu Terk etti memleketi sıcak karlar Neden çareyi Gitmekte buldu İrrasyonel sayılardan nefret ederim Çünkü onlar kanatları olan atlara benzer Sonunda çareyi gitmekte buldu Neden Odayı havalandırsam Yemek kokusu gitse Sen gelsen Kanatları olan atlar Normal bir attan bin kat daha hızlı koşarmış Nefretin diğer adı ardına bakmadan Dörtnala yol almaksa Ata kanat takılmasını anlarım Ama yaptığın yemeğin kokusunu Anlayamam Ve böyle terk etsen de beni Ben seni hala seviyorum İrrasyonel sayılar dahil değil HASBELKADER FANZİN
5
Geçerdi Hep
Şan
Attilâ İlhan Geçerdi hep Pırıltılı kanunlar Neves gecelerden İhtimal buhranlı gecelerdi hep Yüreğinde yalnızlığın tortusu Vazoda yaseminler Ufukta yağmur kuşları Çözülmez bilmecelerdi hep Ansızın dalar Bir yorgunluğa uyanırdın Güneş çekilmiştir bahçelerden Lambalar çok erken yanmış Aldatılmak korkusu Sık sık bozulan yeminler Enfarktüs kuşkuları Sinsi bir kederdi hep Zaman zaman düşündüğün Aklına geldikçe güldüğün Şan şeref ve ün Beyhude şeylerdi hep
Şeref ve
Ün
Beyhude 6
Şeylerdi
Hep
HASBELKADER FANZİN
Yahu! Kübra Seydioğlu kutular duruyorlar boşlukta. -Yâhu ne diyorsun ? paradoksal anlatıma ihtiyacın yok senin! ve boşluk duruyor düzlemde. ,Yâhu ! hala devam ediyor... kaoslarla yutakları zenginleştiren halk kitleleri yaşıyor kutuların hapsinde. söylenmenin anlamsızlığı vasıfsız kaptan işçiliği! ünlemler çatmış şiirimin gövdesine. -kutular duruyor tarafsız yanlarda bu yıl Jurju askerlerini aç bırakıyor ellerim merhamet ağacının başını okşamakla müstağni gözlerim zeytin çekirdeklerinin ikiz kardeşi. kendimi kutuların bezirganbaşısı ilan etmekten çekinmiyorum kutuların emekçisi! ovalarda bekleşiyorum böyle yarı zamanlı işçi misali; babamın ecdadı görse bu halimi, eminim toprağıma toprak ekler elleriyle yuvamı örtbas ederdi. - Yâhu senin yazdıklarından hiçbir şey anlamıyorum iç sesim beni halatlamaktan kaçınmayan şira sakınmadım önüme geçeni vurdum sırtıma. ey Yuf! ey maksut! kutular duruyor köpekler vızıldıyor ve şafak beni üzüm yemeğe çağırıyor. belirgin olmanın esasına boğulmuş çadır gövdeliler gövdeler, kutular ... zenginleşmeyen söylenimleriyle küçük kısraklar ve dahi yabanlığımı ele veriyor zeytin çekirdeği gözlerim şimdi gidiyorum çamaşırları gramofon üstünde kurutmaya - Yâhu kutular duruyor ve göz bebeklerim hala ıslak!
HASBELKADER FANZİN
Y
A
H
U
!
7
Dut Verir Gibi Güzel Sena Turgut
B
ugün de apartman kapısını zor kapatarak adımımı attım dışarıya. Evvela kapının önünde oturan komşumuzla göz göze geldik. Ona içimden ufak çaplı kızdım. Biz ilk dut ağacıyla bakışırdık. Ama komşumuz bu oyunu bozmuştu. Üstelik aramızda selamlaşmayı engelleyen bir soğuk hava vardı ve bu soğuk rüzgarlar mevsimden değil komşumuzdan esiyordu. Daha fazla üşümek istemediğimden gözlerimi dut ağacına çevirdim. O güzel dutlarından eser yok şimdilerde. Eminim ki özlüyordur haziranı. Çocukların dutlara yetişmesi için yer çekimiyle küçük bir antlaşma yapıp dallarını var gücüyle aşağı indirmeye çalıştığı anları özlüyordur. Bir çocuğu mutlu etmek özlenir. Şüphe yok ki ağaçlar da özler. Bu dut ağacı yok mu bu dut ağacı, sadece çocukları özlemiyor. O, dünyada saniyelik güzel anlar vardır ya hani, onları zihnine kazıyor. Kanları deli akan gençlerin bisikletleriyle gelip yapraklarının hışırtısında huzur buluşlarını seyrediyor. Ellerinde pazar poşetleri, sırtlarında çocuklarının yükünü taşıyan anaların yorulup da onun gövdesine yaslandıkları anda nefes verişlerini dinliyor. Camiye giden dedelerin ellerindeki bastonlara takılıp kalıyor bazen gözleri. Eğer beni bir gün kullanacaklarsa baston yapsınlar diyor. İşe yaramak istiyor bizim dut ağacı. Üç günlük dünya dedikleri yerde birilerine faydalı olamamak can sıkıcı olsa gerek. Katılıyorum ona. Bazen imreniyorum da. Allah'ım bir gün beni de kullanacaklarsa baston yapsınlar diye dua edemiyorum ama Allah'ım bir gün ben de onlar için faydalı bir şeyler yapabilsem ya? Kuşların bende rızıklarını aramaları için ille de dallarım olmasına gerek yok. Ey insan müsveddesi diyorum kendime, eller en güzel rızık kapısıdır. Kuşlar için de senin için de. Dallarım yok diye neden tasalanırsın. Çocukları mutlu etmek için senden dut yetişmesine gerek mi var? Dut ağacının dallarından tutup aşağı indirirsen sade dallara yetişebilen çocukları değil, dut ağacını da yer çekimini de mutlu edersin. Anlayacağın sevgili kendim, bir ağaca imrenmek güzel şey. Ama bu imrenmenin sonunda meyve vereceksen.
HASBELKADER FANZİN
Dut
Verir
8
Gibi
Güzel
Bugün de dut ağacıyla bakışmamız uzun sürdü. Az evvel iç hesaplaşmalarımı duyduğuna inanıyorum. Yoksa bana bu denli güzel bakamaz. Tam oradan ayrılacakken dallarını oynattı. Dur mu dedi o? Evet evet dur dedi. Bir şeyi unuttuğumu söylüyor bu ağaç bana. Telefonum cebimde, anahtarlarım da işte burada. Cüzdanım, evet o da yanımda. Ben neyi unuttum? Ah! Az evvel kurduğum hayaller ne içindi; insanlara faydalı olmak, üç günlük dünya dedikleri yerde güzel yaşamak... Ben bunun için ilk adımı atmayı unutmuştum. Arkamı döndüm. Komşumuz hâlâ bana dik dik bakıyordu. Üşümeme aldırmadan o soğuk rüzgarları elimin tersiyle iterek selam verdim ona. Şaşkın bir şekilde selamımı aldı. Dut ağacına baktım sonra. Bana gülümsedi. Artık insan içine karışabilirdim. Güzel yaşamak için ilk adımı atmıştım. Selam adımların en güzeliydi ve bizi ısıtırdı. Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Not: Dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin yok olduğunu görürsünüz. İmam Şafi Hazretleri’ne, “Allah’ın varlığına dair delilin nedir” diye sorduklarında kendisinin “dut yaprağıdır” cevabını verdiğini biliyor muydunuz?
Fotoğraf:
Sena Turgut
9
HASBELKADER FANZİN
Bir Şiir Yalnızlığı Taha Furkan Şahin Bir şiir yalnızlığı var üzerimde Yazıyorum Kağıdın hamurundan belli eksikliğin Kafamda dolaşan cümlelerin sonu Edilgen çatılı yüklemlerim Yalnızlığımın başladığı şehre Doğduğum semte doğru En batıya yaklaştıkça doğuyor Her hikayenin başladığı yerde bittiğine olan inancım Bir şiir yalnızlığı var üzerimde Lakin rüzgar senden esiyor bugün Çizim:
Sam Bridge 10
HASBELKADER FANZİN
Topraktan Sanata Ramazan Birer
Ramazan’ın da ifade edeceği gibi Konya'mızda değerli zanaat meslekleri icra edilmektedir. Bu meslekler aynı zamanda son demlerini, son ustalarını yetiştirmektedir. Bunlardan bir tanesi Silleli Yaşar Usta'dır. Ramazan Birer çömlek zanaatının ustası ile kısa bir söyleşi yaptı. “Modern çağ elimizden her şeyi almadan önce bizler mazimizi unutmamak adına çalışmalıyız.” Ramazan Birer: Kendinizi tanıtır mısınız? Yaşar Usta: Ben Yaşar Bulut Sille'de doğdum. Sille İlkokulunu bitirdikten sonra çömlek atölyesinde çalışmaya başladım. Çömlek ustasının yanında iki sene çıraklık yaptım. Sonra Ankarada on iki yıl kadar çalıştım. Sille'de bulunan çömlekçi ustam çalıştığı dükkanı yaşlılık sebebiyle satmak istedi. Ben de talip oldum ve bu atölyeyi işletmeye başladım. Zanaata ne zaman başladınız ve zanaatınızı nasıl öğrendiniz? 1960 yılında başladım. Elli beş senedir bu zanaatla uğraşıyorum. Usta çırak ilişkisi ile öğrendim. Benim bulunduğum çevrede yakın akrabalarımızda çömlekçilik zanaatı bulunuyordu. Onların tavsiyesi ile başlamış oldum. Sille bölgesinde çömlekçilik çok yaygın bir meslekti. Hatta bir araştırmacı 1960 yıllarında çömlek ustalarını kitap haline getirmiş ve iki yüze yakın çömlekçi ustası çıkarmıştır.
Unutulmaya yüz tutmuş bir zanaatla uğraşıyorsunuz, bu zanaatın geleceği hakkında neler söylemek istersiniz? Bizler çömlek zanaatının son kuşakları gibiyiz. Artık çok yetişen usta yoktur. Mesala ben on kişiye bu zanaatı öğrettim ama sonradan bıraktılar. Kimisi pasteneye girdi, kimisi polis okuluna yazıldı, kimisi dükkan açtı böylelikle bıraktılar. Konya civarında üç tane çömlekçi ustası kalmıştır. Bir tane kalfam bulunuyor. O da pazar günleri geliyor, kendisini yetiştirmeye çalışıyorum. Çömlek zanaatına başlamanız nasıl oldu? Sille İlkokulunu bitirdikten sonra erkek öğrenciler babası hangi mesleği yapıyor ise onun yanında çalışıyorlardı. Mesala babası duvar ustası ise babasının yanına gider duvar ustalığı öğrenirdi. Ben de ilkolunu bitirdikten sonra çömlek ustasının yanına üç arkadaşımla geldik, çalışmaya başladık. Onlar bıraktı, ben zanaata devam ettim. Zanaata öğrenmeniz usta çırak ilişkisi ile oldu dediniz, peki çıraklıktan kalfalığa geçerken veya kalfalıktan ustalığa geçerken çömlek geleneğinde var olan mükafat aldınız mı? Bizim atölyemizde bunlar yoktu. Biz zanaatı öğrenirken kullanım amaçlı ufak çömlekler yapardık. Ustamız bize “aferin afaerin” derdi. Zanaatı öğrendikten sonra ustalar seneye biz de çalışalım derlerdi. Çıraklık dönemlerinde ustamızdan para almazdık, kalfa olduğumız zaman haftalık almaya başlardık. Çömlek zanaatı ile babanız uğraşıyor muydu? Babam bu işlerle uğraşmış fakat ustalığı yoktu. Daha çok ticaret yani nakliyatçılık yapardı. Çömlekleri alır, at arabası ile
HASBELKADER FANZİN
11
köylerde satardı. Bir de ocağımıza at arabası veya merkeble dağlardan toprak getirirdi. Çömlek zanaatıyla ilgili bir efsane ya da halk hikayesi biliyor musunuz? Bir kişi ustasından ayrılarak ben artık kendi dükkanımı açacağım demiş, ustayım diye atölye açmıştır. Ancak çömleklerin sırrını çıkartamamış. Ustası çömlekleri çıkardıktan sonra üflermiş, işte işin özü de burdaymış. Tekrar ustasının yanına gitmiş "Usta ben senin yanında çalışacağım" demiş. Ustası da onu kabul etmiş tekrar çalışmaya başlamışlar. Çömlek zanaatında geçmişten günümüze hangi ürünler değişmiştir? İlk başladığım zaman kullanım amaçlı şeyler daha çok üretilirdi. Fakat daha sonra seneden seneye çeşit arttı. Mesela ilk zamanlarda testi, küp gibi şeyler yapılırdı. Herkes evlerde küplere pekmez ve yağ koyarlardı. Eskiden şebeke suyu yoktu. insanlar testilerle sokak çeşmelerinden eve su götürürlerdi. Şimdilerde ise atölyelerde daha çok süs eşyaları üretilmektedir. Çömlek zanaatıyla ilgili olarak evlerde kullandığımız testilerin yapımı hakkında bilgi verir misiniz? Öncelikle her toprak çömlek yapımında kullanılmaz. Testide suyu dışına nem verecek topraklar kullanılır. Ham madde olan toprağı getirdikten sonra toprağı elekten geçiriyorduk ancak şimdi kırıcı makinesi olduğundan buna gerek yoktur. Tezek halinde gelen toprak kırıcı makinesinden geçerek un haline döner. Sonra silindir makinesinden geçerek sıkıştırılır. Daha sonra ise helezon makinesinden geçerek sıkışmış çamur halinde cıkar. Artık buradan koparıp
koparıp çamura şekil vermekteyiz. Toprak testi şeklini yaptıktan sonra kuruma aşamasına geçer. Kuruma aşamasından sonra fırında pişirme olur. Fırında piştikten sonra testi sırrı bir şekilde gelir. Bundan sonra ise boyama işlemine geçilir. Boya da yapılır ve boyanın kuruması beklenir. Çömlek zanaatını icra ettiğiniz bu atölyeyi ne zamandan beri çalıştırıyorsunuz?
Bu atölye benim ustamındı. Ustama da babasından kalmıştır. İki yüz elli senedir çömlek atölyesi olarak kullanılmıştır. Çömlek zanaatından geçiminizi sağlayabiliyor musunuz? Şimdiye kadar çoluğu çoçuğu bu zanaattan geçindirdik, evlendirdik. 2003 yılında emekli oldum. Şimdi ise boş duramıyorum ve zanaatıma devam ediyorum. Zanaatınızla ilgili ne gibi sıkıntılar yaşamaktasınız? İnsan çalışırsa sıkıntı yaşamaz ekmeğini kazanır fakat ben tek olduğumdan dolayı taleplere yetişemiyorum. Mesala geliyorlar 45.000 tane testi istiyorlar ama ben yetişemiyorum. Malzeme sıkıntısı ise yaşamayız. Çünkü ana madde topraktır. Çömlek zanaatıyla ilgili gençlere neler söylemek istersiniz? Bu zanaatı öğrenseler iyi olurdu. Kişinin bir zanaatı olmuş olurdu. Talebeler gelsinler benim yanıma misafir olarak onları ağırlayayım. Zanaatı öğrenmek isteyenlere elimden geldiğince yardımcı olurum.
HASBELKADER FANZİN
12
Frezya Rumeysa Çiloğlu Yaşamak korkusu kadar soğuksun Frezya. Yanına gelemiyorum, Hep birileri. İçimde gülüşlerinin kışkırttığı korkmak derdi. Kaçıncı sevişim bu seni Ya senin kaçıncı sevilişin Çirkin dikenimin güzel çiçeği Kokusunu bilmediğim ellerinde Anlamımı taşıyorsun. Parmak uçların görüyor beni, Sen görmüyorsun Frezya. Yıllar var avuç içlerinde. Sana söyleyemediklerim var. Saat sekize gelirken, Köpekten korkuşum var köprü başında. Yanımda yine seni seven biri, Önümde sen varsın. Neden bu kadar sevildin sen? Ben artık korkmuyorum Frezya.
13
Çok büyüdük artık... Küçükken sen de sevmiştin beni. Yüzümü unut, Kendime batırdığım dikenimi unutma Frezya. Ben çürüyüp gideceğim. Sen Frezya, Seni bekleyen o güzel dikenlerden Birine git. Gülümse çiçeğim. Ben hep olduğu gibi, Başka yaşamlardan seni izleyeceğim.
Çizim: Meeko
HASBELKADER FANZİN
BİR SEVDA Cemalettin Küçük Hasbelkader bir sevda bizimkisi Kimsenin fark etmediği bir sevda Bizim bile Yıpranmış bir kağıda Bir şeyler karalamak misali Yarım kalmış gökkuşağı Renkleri daha soluk Yalancı güneş gibi Ne karları eriten Ne içimizi ısıtan Küçük bir kız çocuğu belki de Saçları ateşten Uçları biraz kırık Kalbi de öyle Ağlamaklı bir ifadeyle Titreyen dudakları Susarak haykırır Hasbelkader bir sevda bizimkisi Kimsenin fark etmediği
HASBELKADER FANZİN
14
Kalemle Kağıdın Haşrı Sena Dede Kelimelerin süsü, kalbîn küsünden peydah olduğundan beri adına şiir denen bir furyanın ve duyguların hülyalı tasarımının bekçisi oldu insanoğlu. Kaçak göçek yaşadıkları ne varsa ve en çok da aşikâr olanlarının içinden taşan muvakkat rahatlamasıyla kalemle kâğıdı bir dost bir düşman eylediler. Görünmez bir hüviyetin ardına saklananlar eğer alt alta yazdıklarıyla dokundularsa içimize onlara şair dedik, her noktanın ardından yükseldiyse harflerinin boyu ve kısıldıysa sesleri onlara da yazar dedik. Dimağlarda leziz kalsa da mecmualardan dökülen damlalar, en çok kalbe yakıştı okumak. Lakin kalbin kulakları vardı da dudakları yoktu. O yüzden onlarca ve hatta yüzlerce eseri olan şairler, yazarlar dahi hep eksik göçtüler bu dünyadan. Kalbin dudaklarından dökemedikleri için kelamlarını, kelimeler yazacaklarına yetmedi. Kalemlerinin boynu hep bükük kaldı. Ancak sanmayın ki sayfalarca yazdıkları dalgasız bir denizi andırsın. Kendi rüzgârlarının önünde savrulan bir yaprak hüznüyle ve yine kendi cihetlerinin sorumluluğu altında ciğerlerinden sökercesine kelimeleri öyle yazdılar. Ne diyordu Samuel Johnson “Yazana zorluk vermeyen yazı, okuyana da zevk vermez.” Ölümün elinden bir şeyler koparmak olarak nitelendirilen bu durum illaki yazana acı verecek ki rotası her daim okuyucunun kalbine giden yolda olsun. Bütün dikkat ve tecessüsüyle satır aralarında vuzuhlu sözlerden yani bir okunuşta anlaşılacak ifadelerden tatmin olmayarak bambaşka tesirlerin kaynağını sorguladılar. Zaten bu yüzden her aynanın ardındaki sır aynıdır da her gözün ardındaki sır bir değildir. Bakıştan bakışa aklın işlediği nakıştaki farkın amili de buradandır. Labirentlerin en çıkmaz noktalarına dalınan bir eylemdir de aynı zamanda. Düşünün ki kendi çelişki denizinizin ortasında dalgalarla boğuşan bir gemidesiniz. Kah miçosunuz, acemiliğinizden güvertede bir oraya bir buraya koşturuyorsunuz kah kaptansınız, bilginizden ve deneyiminizden titriyor mürettebatınız. Ve hedefiniz de o açık denizin sonunda içinizdeki yabancıya ulaşmak.
HASBELKADER FANZİN
15
Yaşamın kendiliğinden sonucudur; insan içinde bir yabancı barındırır. Yazmak işte o yabancıya ulaşmaktır. Peki insan onu daimi bir istihfafla karşılayan ve inkisarlarıyla yüzleşmek zorunda bırakan o yabancıya neden bu kadar ulaşma hedefindedir hiç düşündünüz mü? Siz düşünmeden önce Sait Faik’in o meşhur iç muhakemesini hatırlayalım; “Söz vermiştim kendi kendime. Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kağıt kalem aldım oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım." Kişinin içindeki sesiyle kavgasının ve yürek burkan tesirsiz dertleşmelerinin ardından yorulma hali değil de nedir bu? Kağıdın şahitliği yetmemiş olacak ki tütüncüye koşmuş evvelinden. Çünkü tütün aşikardır yangına. Ve aşikar olanın şahidi vardır da yüklenir yangının kıvılcımını. Dumanın; buğusunda ve siyahla beyazın birbirlerine diş geçiremez hale gelip anlaştıkları o gri renginde karar kılar pek çok yazar gibi. Ve ne acıdır ki o yazı devam eder; “… yazdım … ama yine de fayda etmedi.” 16
Eyvallah etmek; başağın dolmuşluğundan eğilen başıyla içimizin ağırlığından koyuverdiğimiz dünya hali arasındadır. Yaşamanın vazgeçilmez kuralıdır eyvallah edip sineyi dağlamak. Ve yazmak da var olmanın tezahürüdür. Kah bir kartpostal arkası kah sayfalar dolusu olsun. Yazmak konuşmaktan daha somut bir eylemdir ve insanı geçmişte de bugünde de gelecekte de var eder. Çünkü hayat nasıl geçiyorsa dur durak bilmeden, kelimelere dönüşemeyen ne varsa geçer gider. Düşüncelerin dillerimizde ve dudaklarımızda bıraktığı o izlerin tadına varmak yahut bir diğer değişle kalemle kağıdın hasretini nakşetmek dileğiyle… Hayata bir eyvallah daha…
HASBELKADER FANZİN
Karahindiba / Aforizmalar Onur Uzun *Ahh benim bir şey olup aklıma düşüşüne kanaat etmelerim. Bir de senin, kim bilir nerelerin sevildiğini bilmezlerine gına gelmelerin. *İnsan insana imtihandır ancak, uçurumdur. Zor bir imtihansa, yüksek bir de uçurumdur. Çok yüksekten düşmemeli. *Kişi kendisine benzettiğini sever mi bilmem. İnsan faktörü araya girdiğinde dağılıyorum ben. Karahindibaları seviyorum. *Hayat, önceliklerinizi doğru hesap edebildiğiniz sürece ‘yaşamak’ anlamı kazanıyor. Yalnızca mutlu olmak isterken, bir anda güçlü olmanız gerekirse biliniz ki bir şeylerin sırasını şaşırmışsınız. *İçimdeki acının bir dili var. Anladığım fakat konuşamadığım ikinci bir dil. *İnsan, hayatında unutamayacağı ağırlıktaki sözleri dinlerken, ayağının bastığı noktaya mıhlanıp kalıyor sanki. O an bir kaldırımda duruyorsanız, kontrolünü kaybedip üzerinize gelen bir araçtan kaçmazsınız gibi. *İnanmak, sevgili cahilliğim; kırpmamaya zorladıkça sulanan bir çift göz. *Kalanları gidenler ilgilendiriyor. Gidenleri ise başkaca gidenler. Ne mutlu hoşça kalabilene. *İnsan, çok vakitler sonra yeniden ve gerçekten sevmeyegörsün. Artık her aynaya baktığında yakın tarihte ölmesi muhtemel birini görüyor. Mutlu mu? * Zaten insan dediğin kemiği kırıldığında sesini çıkarır. Kalbi kırıldığında değil. * Ne demiş bir küçük söz: -Yaşanınca öykü olacağım.
HASBELKADER FANZİN
17
Yağmur ve Bir Hatıra Hacı Ahmed Eriş Gökten yere doğru beyaz damlalar döküldü Beyaz perdelerde kızıl ışıklar görüldü Birden sulara gömüldü dam sokak ve arsa Yağmur korkutup kaçırdı sokakta kim varsa Gri taşlar ıslanıp kahverengiye döndü Bir şemsiye altında iki insan göründü Acaba bu çift neden yavaş yürüyordu Titrek kalplerini hangi ateş bürüyordu Sessizce yürüdüler yağmur boyunca Ve sustular kelimeler anlamsız kalınca Erkeğin kolları düşmüş, yüzü yaralıydı Kadın 'Hep seveceğim' dese de yalancıydı Kadın dönüp gitti şemsiyeyi de alarak Adam öylece durdu saçları ıslanarak Kısa bir aşktı, geç başlamış, bitmişti erken Arkasına dönüp bakmadı bile giderken Belki derman olur dedim içimdeki derde O taş döşeli sokaktayım şimdi, aynı yerde Kaç yıl oldu unuttum, değişmiş o sokaklar Bizden başkalarıyla dolmuş caddeler parklar Damağımdaydı hep seninle gezmenin tadı Bunları düşünürken yine yağmur başladı Canlandı gözümde ayrılığın saniyesi İşte, görülmüş en kötü tiyatro sahnesi Sanmayın dünyada sadece kadınlar ağlar Gökten yere doğru birden döküldü damlalar
HASBELKADER FANZİN
18
Sevgiliye Haykırış Nihat Şahin Sen açık denizlerde kopan bir fırtınaydın Ben o fırtınaya kaptırdım kendimi Sanki bilinmezliğe giden bir yola koyuldum İçimde sensizliğin çaresizliğin çekilmez çilesi Kıyıya vuran dalgalar misali Anlamsızca savruldum sensizliğin girdabına Ey sevgili ben sana ne yaptım ki İçimdeki aşk ateşini neden korlaştırıyorsun Sensiz geçen gecelerdeki çığlıklarımı duy Ağlamaktan yoruldum yoruldum artık Tükendi göz pınarlarımdaki yaşlar Hayatın yükünü taşıyamaz oldum Aldığım her nefes zul oldu bana Ey sevgili güzeller güzeli gel artık Çizim: Büşranur Tosun Karanlığımı aydınlat bir güneş gibi Ben sana zarar vermedim ki Unut diyorsun nasıl unuturum ben seni Aldığım her nefeste Baktığım her yerde sen varsın Sana bakan gözümden kıskanırım seni Sana gelecek zarar bana gelsin Yeter ki sen üzülme dünyalar güzeli
Sevdiceğime Mektup İbrahim Özbekler Bakmaya kıyamadığım o masum gözler, Uzanıp da dokunamadığım tel tel ak saçlar, Heyecandan tutamadığım o yorgun eller, Yılların hüznüne karşı hala ayakta olan o çehre, Aman Allah’ım; Bu nasıl bir güzelliktir ki hepsi benim annemde...
HASBELKADER FANZİN
19
“Başkalarının aklıyla yetinmek hoşumuza gidiyor. Alışmışız buna!” Suç ve Ceza, Dostoyevski
“Sen bir işi tamamladıktan sonra elde ettiğin başarıda değil, o işi yaparken buluyorsun mutluluğu.” Martin Eden, Jack London
“Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişi güzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır.” Tutunamayanlar, Oğuz Atay
“Her insanın bir diğeri için engin bir muamma oluşu, üzerine kafa yorulması gereken şaşırtıcı bir gerçektir.” İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickens
“Bir gün kendisinin de ölme ihtimalini... Dünyada üç saniyelik bir misafir olduğunu, bu misafirliğin böyle dertli ve acı şeylerle berbat edilmesinin ne kadar yazık ve zahmete değmez sıkıntıları bulunduğunu düşündü...” Eylül, Mehmet Rauf
"Hayat böyledir işte. İnsana hep en iyi dostları çelme takar" Notre-Dame'ın Kamburu, Victor Hugo
HASBELKADER FANZİN
20
“İnsana kendi yaşamı bile büyük geliyor kimi zaman; ne yapsa, kimi sevse, kimlerce sevilse, hangi işlerle uğraşsa ve nerelerde gezip dolaşsa, bir türlü dolduramıyor.” Sonsuzluğa Nokta, Hasan Ali Toptaş
“Zamanı dünyevileştirdiğimiz için, ne kadar erken kalkarsak kalkalım, bir türlü yetişemiyoruz meleklerin dağıttığı rızka. O rızıktan nasiplenecek iç rahatlığına da, şükür duygusuna da yer kalmadı bedenimizde..” Kovulmuşların Evi, Ali Ayçil
“Bir söz, güzeldir diye doğru kabul edilemez. Güzel söz başka, doğru söz başka! Ben doğru söylemeyi tercih ederim, her ne kadar vezinli kafiyeli olmasa da...” Suskunlar, İhsan Oktay Anar
“Sesi ne rahat emir veriyor. Acaba aktörlüğü var mı? Hayır, bu aktörlük değil, başka şey. Hayatı benimsemiş, hiç mağlup olmamış!” Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar
“Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni anlarsa değil, sen onu anlarsan bir şeyler olacak.” Alemdağ’da Var Bir Yılan, Sait Faik Abasıyanık
HASBELKADER FANZİN
21
Sahi Biz Şimdi Remzi Köpüklü -Konya Yusuf'u kuyudan muhakkak çıkaracak bahsindedirinsanlık şafağın sancısında bekliyor kara bir dumanı aşınmış torbalarda gizemli ayakucu basışları saklı ben bilirim kimlerin hangi vakitlerde pusatlandığından da haberim var fakat dilim kopsaydı da dilimde tüy bitmeseydi inadına söylemekten halkıma anlaşılır gelecek mi bilmiyorum ölümün vaki oluşu ama Allah var ya yine o Allah var ya bilir yapacağını siz petrol uğruna vurulduğunuzla kalmayacaksınız kahır toprakta biten nasırla vuruşur mu vuruşur hesabımız bu sefer şaşmazsa şaştıklarına istisna olarak rüyaya yerleşen büyü cama sırnaşan buğunun hayretiyle ıslanır bankaların mesai saatlerini şadırvana ayarlı işletmedikleri soğuk yüzlü bir iş başvurusunda gürlek mühürlerle onaylandı AB'yle uyum süreci kapsamında yolları ayrıldı aşkların da elma desek de armut desek de Yusuf sakın çıkma kuyudan avurtlarımızda şişkin yüzlü adamların işkencesine dayanılır senin kız vardı hani feminist olan değil anarşist olan değil işleri yola koyana kadar dindar kesilen de onun da adı çıkmış patikalarda çamurlar içinde patronlarla cebinde sarı kağıttan şiirini bulmuşlar -günahına kefaret niyetineyapacağını bilen Allah tövbesini kurşunlayan kullarını sevmez sevmedi çoğu zaman da uykusunu ırmağa bırakanları o bunu çokça söylerdi ayrılığın gürültüsü kulaklarını sağır etmiş duymadın bu sebepten feminist olan kızdan bahsetmiyorum yahu laftan anla biraz son baskısı tükenmiş bir zulüm say gidenleri son baskı diyorum raflarda değil göz göz zindanlarda uluorta
HASBELKADER FANZİN
22
Orta Doğu'da iş işten çoktan geçmiş işin yoksa ayıkla pirincin taşını sahi nerde kalmıştık bir uyku tam ortasına biraz mesafeli olarak bölünürken yine de sığınıp kaldığımız Allah'ın adaletinde mi sığınıp kaldığımız diyorum sızıp kalmak aklının ucundan bile geçmesin anarşist olandan bahsetmiyorum yahu hiç yapar mıyım öyle şey hazır durulmuşken bir yumruğa sarılmak senden geçti hadi topla o saçındaki beyazları da öl bir an evvel kıl kadar ince kollarla hayata tutunmak düşman çatlatır kimsenin burnumuza tüttüğü falan yok çaktırma dört gözle beklediğimiz yönünde çıkan rivayetlere okkalı bir cevap olsun diye gözlüğümüzle geçerdik çarşılardan hatırla ama Yusuf'u oraya da biz atmadık ya canım kuyudan sarkan başlar bildiler bu elma-armut işi değil tövbesini kurşunlayan kullarını sevmeyen Allah bilir ya yapacağını evet kağıtta öylece kalakalan karalama şiirden bahsediyorum bir Yakup sabrıyla usanmadan anlatıp durdum sana hadi söyle iş olacağına varır biz bizeyiz dökül bakalım sahi biz şimdi aynı yaşta aynı şiire mi sevdalanmıştık
HASBELKADER FANZİN
23
Sevmek Ebiha Abak
Ç
ok şey mi istedik, sevsin işte diyorsunuz. Sevmek az şey mi? Gökten ar etmek gibidir sevmek. Başının üstünde akıtan damdan esirgemektir yârin saçının telini. Parmaklarını dikene kurban etmektir, gül uğruna. Bir kokusu, al kırmızısı, yâr gamzesi uğruna kanatmaktır ellerini. Bir gülzâr için, bin dikenin yetişmesine göz yummaktır. Ondan gayrısı için zâyi ettiğinde gözyaşını, kırk gece tövbeler etmektir sevmek. 'Yâr için biriken yaşlarım heba oldu. Nice olur halim?' demektir. Bir şehri, bünyesindeki tüm insanlarıyla kucaklamaktır sevmek. Bir mektup zarfının içerisine karanfiller iliştirmektir; yâre kelimelerin kokusu hoş gelsin diye. Yorgunluğu merhametle karşılayıp, divana buyur ederek tüm meşakkatleri sindirmektir. Bir çeşm-i siyah uğruna, bin renkten caymaktır sevmek. Bir gülzâr için, bin dikenin yetişmesine göz yummaktır. Bir sokak çıkmazına tüneller açmak, bir balkondan sardunya sarkıtmaktır. Geçerken uğramaktan ziyâde, uğradığında kendinden geçmektir sevmek. Güneşten sarılar biriktirmektir, yârin saçlarına taç kondurmak için. Gökteki kuşa, yerdeki taşa saz çalmaktır. Yârdan gayrı kelâma itibar etmemektir sevmek. Sevmek, yeryüzündeki tüm zalimliklere rağmen sevmek. Sonlu cihanda, bâki izler bırakacak kadar kudret sahibi olabilmektir. Sevmek; kaldırımda çiçekler yetiştirmek, sahrada su kuyusu icra edebilmektir. Az şey mi sevmek? Tüm dünyayı bir kalem ucuna sığdırırken, bir çift nazarı yere göğe sığdıramamaktır. Kalktığın sofraya minnet beslemek, aşını içtiğin ocaktan himmet beklemektir. Gözünü yardan, sözünü sahih lâftan ayırmamaktır. O ne ulvi uğraştır ki; sevmek, bir ozanın dilinde yuvarlanıp, yüreğinde doğrulmaktır şüphesiz. Az şey değil sevmek, öyle ceffelkalem iş değil. 'Seviyorum' kelimesine sığdıramayacak kadar, bir eleminde caymayacak kadar metanet gerektirir sevmek. Hülâsa, yirmi birinci yüzyılın icadı olamayacak kadar safderûndur sevmek.
HASBELKADER FANZİN
24
Sırça Fanusun İçinde Ölü Bir Bebek Kübranur Başar Pusmuş gecenin koynuna seher Yalnızlık etekleri zil çalarcasına Çekmiş hüznü üzerime Plakta, En ağır gecelerden seçme senfoniler Çerçevelerde zamanı seyreden bir kadın Sığacak mı dört köşeli yalnızlık, kainata? Ağırlaşmış demek Dalları yere değecek Kalsak, gitsek, gidemesek Gitsek, dönsek, dönemesek Yalnız ağaç epey büyüyecek Çözülmedi dilim Susmaktı zahirde Görünen maharetim
25
Kelimeler ciğerimden taşardı Ben; sevmeye alışmış, kalmaya alışmış Dipdiri bir deli Sen; bencilce Sırça fanusun içinde Sakladın, sakladın beni. Plak ve biz, biz ve plak Ayrılamadık son ezgi Çalıyor, bak Fanusun içinde kalıp duraksayarak Son kez yüreğime Gece, Nasılsa her şey yavaş yavaş Maziye karışacak. Çizim: Meeto HASBELKADER FANZİN
Nabi'nin Görmüşüz Redifli Gazeline Tahmis Veysel Öksüz Şair Nâbi’nin, yüzyıllar önce yazmış olduğu "Görmüşüz" redifli gazele, Yahya Kemal Beyatlı yüzyıllar sonra bir nazire yazmış. Daha Sonra da Veysel Öksüz de Yahya Kemal'in bu gazeline, üçerli mısralar ekleyerek tahmis yapmıştır: Rengi yâkut, lemsi âteş gonce femler görmüşüz Yâre dert, ağyâre dermân çok sanemler görmüşüz Mest olur yâdıyla yârân, özge demler görmüşüz Hayli şeb encümden efzûn câm-ı Cemler görmüşüz Bezm-i Cemden sonra subh-i muhteşemler görmüşüz
Aşağıdaki şiirde, son iki mısra Yahya Kemâl'e, diğer üçlükler de Veysel Öksüz'e aittir. Zaten teknik olarak tahmis, şiirin aslına (yani Yahya Kemal'in, Nabi'nin şiirine yapmış olduğu nazireye) üçerli mısralar eklemektir. Veysel Öksüz:
Seyrederken gül görüp gülşende lâl olmuş hezâr Besteler nakletti hûblar meclisinden rûzigâr Teşnedir bir lâhza ayrılmaz çemenden cûy-i bâr Hüsn ü Aşk iklîminin feyziyle sermest-i bahâr Reng ü bûy eksilmeyen bâğ-ı İremler görmüşüz Binde birdir tâ gönülden yâr için zâr eyleyen Kendisin inkâr eder hep aşkı inkâr eyleyen Ehl-i dil olmak gerekdir meyl-i dildâr eyleyen Meyle Hâfız, neyle Mevlânâ’yı tezkâr eyleyen Pür-terennüm kişver-i Rûm ü Acemler görmüşüz Duymuşuz gurbette sensiz canhırâş feryâdlar Çâresizlikden içip berbâd olan âbâdlar Zâhiren şen, bâtınen âh eyleyen nâ-şâdlar Şûh Şîrinler yüzünden dağ delen Ferhâdlar Aslıhanlardan yanan âşık Keremler görmüşüz Gül niyaz eylerse âşık andelîb olmaz mı lâl Keşf-i esrâr eylemek ey dil mehabbetsiz muhâl Aşkı anlatmazsa Öksüz, bunca tahmîs kîl ü kâl Zikre lâyık bahsi ancak zevkıdır ömrün Kemâl Gerçi tâli’den nihâyetsiz sitemler görmüşüz
HASBELKADER FANZİN
1927 senesinde Konya'nın Yarma nahiyesinde dünyaya gelen Veysel Öksüz, 1993 senesinde vefat etmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra Meram sanayisindeki atölyesinde pulluk imalatı ile uğraşmış buna karşın, kendi imkanlarıyla sanat alanında gayret göstermiş ve son dönem divan edebiyatında yer edinebilmiştir.
26
Yağan Karın Altında Yeni Bir Yaşam Hayali Selim Faruk Tokgöz Karın altında bedenim Toprağa muhtaç bir halde kıvranırken Ve zihnim yılgınlıklar doğururken Her sabah yeniden Kalbim, bir faslın bitip Başka bir faslın başlamasını arzuladı Ki bu istek sarıp sarmalayınca bedenimi Yağan kar yüzüme bir sıcaklık bahşetti Öfkeler hücum edince suratıma Ve çaresizlik olağan bir hal alınca Benim olağan yaşamımda Bir devri bitirip, başka bir devri başlatmak Şart oldu, bu genç yaşımda Lakin bir dağ gibi içimde duran karanlık Bana yeni korkular, yeni tereddütler verdi Ve ben bu genç yaşımda Hafakanlara maruz kaldım Gerçeğin ve hayalin müphem sınırları arasında Ama o kadar da ümitsiz değilim elbet Çünkü bir aşk gülünce bir insana Karanlığın bedeni ışıklarla delinir Ve sevgilinin yüzü, bir güneş gibi doğar Bütün ümitsiz yaşamların üstüne
HASBELKADER FANZİN
27
Harlanan Devinim İbrahim Gülaçar Sen gözleri karanlığı yırtan Güneş gibiydin. Ufukta belirirken ilk çizgin Ben içimden söküleceğimi bilemedim. Sen Batıdan doğana kadar ben Ağlayacak mıyım? *** Ağıtlar kuş gagalarına yerleşti Bana bir karanfil uzat Cehennem kaygısını unutturacak kıyamet Elbet sönmek sonrası Belki gelecek Mızrak Sırası Bir Işık gibi Ağıtlar revaklara yerleşti *** Kıvrımlı gün dolusu mağara Şehri çağırır yetim figanlar Dağın suskun hali korkutur içlerimizi Sen Sustun mu depremler mi olurdu? *** Kıvılcımların suçu yoktu Bilmem kaç bin hektar orman yanarken Senin de suçun yoktu Ufacık bir kıvılcım olmak için gelirken Yanmaya niyet etmek Ateşe sarılmakmış. *** Bekleyen günün Ardında, Zamanın içinde, vaktin çengelindesin Diz çöküp oturduğun ayların dibinde Yayılırken anıların rengine Anılar sadece neden sana büründü? HASBELKADER FANZİN
28
29
"Benim değişme gücüme kimse inanmadı. Sonunda ben de inanmadım. İşte böyle can sıkıcı biri oldum sonunda gerçekten. Ne yazık: siz beni gerçekten bir adam, ne bileyim, sizler gibi kişilik sahibi biri sandınız. Alışkanlıkları olan, çatalı şu şekilde tutup, filan yemeği falan yemekten önce yemesini seven, yatakta belirli bir yatış biçimi alan, itiraz eden, bazı anlarda kimseyi görmeye tahammülü olmayan ve daha bir sürü özellik... Ben de kaçtım, ihanet ettim. Bütün bu olamamak, yapamamak ve daha bilmem neler, başka türlü bir kişilik, başka türlü bir kalıplaşma... Ne haliniz varsa görün."
Tutunamayanlar, Oğuz Atay
HASBELKADER FANZİN
İstanbul Eksikliği Yusuf Karakurt "İstanbul eksikliği" var içimde düşünemiyorum gözlerim kapalı çamlıca nerededir bilmiyorum boğazın havasından ziyade boğazımızdan geçecekleri biliyorum. iki zeytin bir ekmek hayal meyal anılarımız hali pür melal sayıklıyor gözlerde aşina değilim ben şu aşka virane şehirde ellerimiz titrek ne varsa almış götürmüş İstanbul saklamış bütün imgeleri kendisine martılar terennüm ederken vapurun gür sesine inat bir musiki var denizde bu gürültüyü dindiren ve ansızın gülümsemesiyle karşımda yeşil kubbe hayali sona erdiren yamalı semtlerin şirazesi kaymadan aramız olmadan şekerrenk kat İstanbul bizim de yüreğimize biraz güzellik biraz renk "İstanbul eksikliği" var yüzümüzde her yanımız bastan başa yalnızlık. aşk koksa da üstümüz b/aşımız nisan yağmuru gibi güzel dersaadeti andıran bir şehirde gözlerine yanışımız.
HASBELKADER FANZİN
30
31
HASBELKADER FANZÄ°N
Konuşmak Osman Fatih Kaya
K
onuşmak, kendini ifade edebilmek; ilk başta sıradan ya da günlük yaşantıda nefes almak kadar doğal ve hayati ihtiyaç gibi rutinleştiği için kıymetini ve derinliğini kaybeden bir insani davranış şekline bürünmüştür. Ağız, lehçe, şive, Fransızcadan dilimize geçmiş diksiyon derken aslında farkında olmadığımız ya da unuttuğumuz boyutu olan konuşmanın tarihsel gelişimi başlı başına bir destandır. Kendimizi ifade etme konusunda bir nevi ihtiyaç giderme ve sinaptik nöronların kimyasal patlaması sonucu bilimin bile açıklamakta zorlandığı ama bizim sığ bir düşünce ile tek kelimeye sığdırdığımız ve adına "Duygu" dediğimiz yetileri dışa vurma biçimi olan konuşma sadece dille olmuyor. Konuşma diyoruz, anlattıklarımızdan ziyade karşıdakinin anladığı kadardır söylediklerimiz diyoruz. Peki sığıyor mu duygular kelimelere ya da anlamsız aaa'lamalar eee'lemeler ile hecelere... Dil (Temel, yan, mecaz anlamlar fark etmeksizin) ve ondan dökülenler aslında anlatmak istediklerimizin yüzde yirmisini oluşturmaktadır. Yüzde sekseni ise beden dilidir. Peki biz yüzde yirmiyi yüzde kaç ile besliyoruz? İlk tanışmalarda olsun, konferansta sunum yapanlar, okulda öğrencilerine ders anlatan öğretmenler... Yüz üzerinden kaç oranla kendimizi ifade ediyoruz da karşımızdakini baymadan kendimize odaklayarak ifade ediyoruz. Biliyoruz ki bilinçaltı, kendi bağımsızlığında yaşayan başına buyruk bir cumhuriyet. İstemsiz yansımaları ile bedende vuku bulan sonuçlarla yüzde yirmiyi karşılıksız besleyen bu bonkör cumhuriyet, aslında okunduğu takdirde bir Cemal Süreya'nın Süreyya iken uğruna şiirler yazdığı Muazzez hanım için girdiği iddia sonucunda soyadından attığı "y" harfi kadar anlamlı ve kıymetlidir. Çünkü değerine kattığı maden özü doğruluğun ya da gerçekliğin kendisidir. Bilinçaltı hareketler sığ düşünceler ve boş konuşmaları boyutlandıran ve derinlik katarak belki de torba olmayan ve büzemediğimiz ağızları en azından susturamasak da dinlenilebilirliğini artıran bir yardımcıdır. Bilincin üstü yani sistemli ve istekli hareketler, jest ve mimik dediğimiz harfsiz hecesiz, dile bir çığlık etkisi yaparak yüzde sekseninin yüzde yüzüne yakınını doldurma konusunda hayır sahibi bir olgudur. O yüzden diyoruz ki “10000 sms'ler” çıktı mertlik bozuldu. Çünkü duygular mesajdan ücretsiz de olsa vergiye tâbi olmasa da gitmiyor. (Hımmm, acaba ne demek istedi? Tam bir muallak. Muallak çatışmaya, o da karmaşaya derken tam bir kaos.) Tesla bile bu konuda çaresiz. Ama bu çaresizlik bir nebze emojilerle hafifletildi ve taksiri ortadan kaldırıldı. Konuşmak ve yazmak kıyası yapacak değiliz kesinlikle. Bizim tepkimiz mesajlaşma ile insanlar arası iletişimin hantallaştırılmasına dikkat çekmek. Çünkü Dünya'nın en derin noktası olan ve Büyük Okyanus'ta Guam Adası'nın güney batısında Japonya ve Endonezya'nın aşağı yukarı tam ortasında yer alan Mariana
HASBELKADER FANZİN
32
çukurundan4 bile daha derinlik katsak da mesajlaşmaya, konuşmanın yanında kırk santimetrelik çocuk havuzu gibi kalmaktadır. Yıllarca yazılan şiirlerde acaba şair hangi ruh haliyle bu yazıyı yazdı ki deniliyordu? Nerval'in teyzesine "Bu akşam beni bekleme, çünkü gece kara ve ak olacak." mısralarını içeren son şiirinde acaba nasıl bir ruh halinde olduğunu ve onun kendisini kravatıyla sokak lambasına asacağını kim bilebilirdi ki? Tabi Nerval'in şiirinin sonuna eliyle emoji çizecek hali de yoktu o zaman. (Moda kavramı ve emoji akımı gibi olgulardan yoksunluk) Velhasıl O'nu görmeye gelen şairler, asılmış bedeni karşısında saygı duruşuna geçerler. (Temsili) Nerval son duygularını yazı yerine sözlerle ifade etseydi teyzesine, gerçi "Sonunu düşünen kahraman olamaz." der Polat reis. Peki konuşmanın ehemmiyetine ne demeli bu noktada? O yüzden biz konuşalım, telefondan olur, ses kaydı olur, mümkünse yüzde seksen destekli olan iletişimden yararlanalım yani yüz yüze görüşelim ve ne olursa olsun ses tellerimizi titretelim. (Gerçi yüzde yirmi kotayı bile dolduramayanlar var. Onlar artık kotasız internetlerinde Twitterlardan ahkam kessinler gönüllülük esasına göre) Yazmayı da hakkıyla, konuşmayı da layığıyla icra etmek dileğiyle... Geçmiş ve günümüz yazarlarına ve yazmayı bilen usta kalemlere saygılar olsun. Çizim: Meeko
33
4
Derinlik: 10994 metre HASBELKADER FANZİN
Çiçek Zengini Çocukluğum Ayşenur Deveci Küçük bir kızdım, Ceplerimde çiçekler olurdu. 'Çiçek Zengini' derlerdi bana. Şimdi çiçekler soldu. Acının zenginiyim, büyümek icabında. Küçük bir kızdım, Saksıda çiçekler yetiştirirdim. Toprağı sevgiyle okşardı çocuk ellerim. Şimdi kurutmak için koparıyorum çiçekleri Masumluğumu yitirdim. Küçük bir kızdım, Oyuncakçıların önünde diz çöker, Ağlardım. Şimdi kendi önümde diz çökmüş, Bu oyuncak edilmiş dünyaya ağlamaktayım.
34
Küçük bir kızdım, Hüzünlü bir papatya gibiydi içim. Büyüdüm, Başkalarının kuruttuğu papatyaları, Hüzünlerime denkleştirdim.
Çizim: Ayşenur Deveci
HASBELKADER FANZİN
Serçe Kanadında Bir Durak Rukiye Çelebi
T
elefonun alarmı çaldıktan tam sekiz saniye sonra bu gürültüye bir son verdi. Gözlerindeki sızı adeta kalbindeki sızıyla yarışıyordu. Ne galip var, ne mağlup... Biraz sonra ovuşturmayı bırakacağı gözlerini tavana dikti. Düşünceler kafasının içinde koşuşmaya başladı. Uyumak bir işkenceye dönüşmüştü. Her gün kalbindeki sızıyla yeni güne uyanmanın ağırlığını taşımak acı veriyordu. Rüya hangisi, gerçek hangisi idrak edemez hale gelmişti. Bu düşünceleri kendinden uzaklaştırmak istercesine, bir hızla yatağından indi. Ses çıkarmamaya gayret ederek hazırlanıp çıktı. Uyandığının, evden çıktığının hiç kimse farkında değildi. Farkedilmeden yaşayıp gidiyordu. Kendinden uzaklaştırmayı bir türlü beceremediği düşünceleriyle yola koyuldu. Her sabah bu yoldan yürür; kaldırımını, adımını, kafasındaki düşünceleri bile bir gün olsun değiştirmezdi. İnsan alışkanlıklarından kolay kopamıyor en nihayetinde. Yürüdüğü parke taşlarının onun ayaklarını hiç öpmediğini düşünür, üzülürdü. Buradan her geçişinde onun karşısına çıkacağı anın hayalini kurardı. Elinden tutup hoşgeldin diyecekti. Sonra bir kaldırım taşına oturup uzun uzun susacaklardı. Onun dalgın gözlerini izleyecek, nereye baktığını kestirip oraya bakacaktı. Hayır hayır. Gözlerini ondan hiç ayırmayacak, her ayrıntıyı hafızasına kazıyacaktı. Düz, parlak, siyah saçlarının rüzgarda savruluşunu izleyip, gözlerinin rengini iyice belleyecekti. Yanından hızla geçen bir serçe onu bu hayallerinden çekip almıştı. Dönüp o minik serçenin havada süzülüşünü izledi. Serçe gözden kaybolunca o da yoluna devam etti. Her köşeyi onunla karşılaşma ümidiyle dönüyor, ardından gelen her adımın ona ait olmasını diliyordu. Adımlar hızlanacak bir el kolundan tutup onu yolunun aksine çevirecekti. İşte o an tüm insanlığın en mutlu anı olacaktı. Ama her seferinde adımlar bir yabancı olup, yanından geçip gidiyordu. Yol üzerindeki çiçeklere belli belirsiz tebessüm etti. Ensesine yapışan saçlarını havalandırıp adımlarını hızlandırdı. Adımlarını bir yere yetişmek için mi, ona kavuşmak için mi hızlandırdı bilmiyordu. Hiçbir zaman aynı şehirin havası dolmamıştı onların ciğerlerine. Ama ümidini yitirmeden yaşamaya gayret ediyordu. Bir gün bu sokaklardan beraber geçeceklerini hissediyordu.
HASBELKADER FANZİN
35
Saatine baktı ve adımlarını hızlandırdı. Köşedeki dergi ve gazete satan minik büfeyi döndüğünde dizlerinin titrediğini hissetti. Soluk alıp vermekte zorlanıyor, hayatında ilk kez yutkunamıyordu. Gözleri bir çift gözde takılı kaldı. Yıllardır kurduğu hayali gerçekleşiyordu. Bu planlanmış bir buluşma değildi. Bu bir tesadüf değildi. Bu yıllar öncesinden yazılan bir kavuşmaydı. Ağır ağır birbirlerine doğru yürümeye başladılar. Sanki ağır çekimde bir film oynuyor, o kısacık mesafe bitmek bilmiyordu. "Ne kadar beklediğimi bilseydin varlığından utanırdın" dedi önündeki -ona doğru uzayan- yola. Elini uzattı, ellerine dokundu. Sıcacıktı işte, biliyordu ellerinin sıcacık olduğunu. Yanılmamıştı. Birbirlerine kavuşmuş bu ellere baktı. Onun kemikli elleri arasındaki ellerine daldı gözleri. "Ellerim ne kadar da güzelmiş, ne kadar da çocuksu..." diye geçirdi içinden. Elleri sadece onun avucundayken böylesine güzel görünebilirdi zaten. Ağlamaya başladı. Gözlerinden yaş yerine çiçekler dökülüyordu. Kemikli eller yüzüne gidip bu minik, beyaz çiçekleri topluyordu. "Tüm bunlar ne demek Allah'ım?". Yüzünü kaldırıp yüzüne bakmak istedi. Ama bir boşlukla karşılaştı gözleri. Ellerine baktı tekrar. Onun ellerinin çiçek çiçek avucuna ve yerlere düşüşünü izledi. Telefonun alarmı çaldıktan tam sekiz saniye sonra bu gürültüye bir son verdi. Gözlerindeki sızıyı ve yanaklarındaki ıslaklığı hissetti. 36
Fotoğraf: Asuman Dilbeste Kantaş HASBELKADER FANZİN
Beş Yapraklı Yonca Teslime Çiftci
B
ir bayram sabahıydı. Ama ortada ne kolonya şişesi ne şeker kâsesi ne de bayramlıkları içinde cıvıldaşan çocuklar vardı. Sevince dair tek bir alâmet yoktu. Takvim bugünü bayram olarak gösterdiği için bayramdı. Bayramlar hastanelere neden uğramazdı?... Hayat yoldaşına refakat etmek için oradaydı. Öyle ya, bir ömür refikası olmaya söz vermişti evlendikleri gün. Nice hasta yakınının gözyaşlarını bağrına basmış eski bir koltukta oturuyordu. Gözlerinden belliydi günlerdir ağladığı. Fakat garip olan bir şey vardı; yüzündeki tebessüm. Gülmek değildi bu, ağlamak değil. Adı yoktu yüzündeki ifadenin. Lügat acizdi ona denk bir kelime sunmaktan. Rıza çiçekleri açmıştı kalbinde. Gölgeleri yüzüne vuruyordu. Yalnızken gözyaşlarıyla sulardı bu çiçekleri. İsyan değildi elbet, çaresiz bir acziyet… Kocası kanserdi. Durumu ümit verici değildi lakin hiç Allah'tan umut kesilir miydi! Biraz sonra kocası girdi salona, şişmiş ayarlarıyla ağır ağır yürüyerek. Belki onu görüp acısını hafifletmek belki de ölmeden bir kez daha görmek isteğiyle ara ara geliyordu yanına. Kadın bütün gücünü toplayıp ayağa kalktı, yine mütebessim. Diz dize oturdular. Elini tuttu kadın, kalbi ellerindeydi. Adam susuyordu. Bedeni gibi kelimeleri de tükenmişti. Hem ne denirdi ki? Kimse görmeden ağlıyordu adam, içine doğru. İçiyle eşlik ediyordu kadın. Kadın...Teselliden ibaretti. Sevgiden ve şefkatten. Hâlini hatırını sordu yormadan. Ağlamaktan kızaran gözlerine, cayır cayır yanan kalbine rağmen baştan ayağa serinlikti kadın. Taş olsa ağlardı, kadın ağlamıyordu. Adam soruları kısaca ve yorgun bir hâlde cevapladı. Karısına dönük değildi yüzü. Bakmıyordu. Baksa, gözü gözüne değse bir tufan kopacaktı sanki. Ah bir baksa, yüzünün her ayrıntısını özlemişti. Daha fazla dayanamadı ve kaçamak, kısacık bir bakış bıraktı refikasının gözlerine. Yandılar. Hem yandılar hem söndüler. Kadın, şişen ayaklarını ovalamaya başladı. Kadın, şefkatten ibaretti; merhemden ve şifadan. Bugün bayramdı. Yalnız değillerdi bu diyarda. Üç oğul büyütmüşlerdi birlikte. Onlar geldi az sonra, yüzlerinde buruk bir tebessüm. Bayramdı ya hani, bayramlaştılar. Hepsi ağlamaklıydı ama hiçbiri ağlamıyordu. Tek bir vücut gibiydiler, beş yapraklı bir yonca gibi... Bilmek üzüyordu, ayrılacak olmak yakıyordu. Fakat onlar şuna inanıyorlar ve sığınıyorlardı; bir gün yine kavuşacaklardı. Asıl ve ebedî bayram da buydu. Varsın o güne kadar bayram olmasındı...
HASBELKADER FANZİN
37
Karikatür:
Aykut Doğu
SHERLOCK HOLMES KÖŞESİ
HASBELKADER FANZİN
38
İZLE – DİNLE – OKU – KEŞFET Film: -
Kış Uykusu Yedi Yaşam Prestij Le Passe
Kitap: -
İhsan Oktay Anar, Suskunlar Jack London, Martin Eden Ali Ayçil, Yenilgiden Dönerken Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü Kurşunlu Mahzen Katibi Hamamcı Musa Efendi, Tezakirü’l Mücrimin
Dizi: -
Sherlock Merlin5 Breaking Bad Person Of İnterest
Müzik: -
Sultan Abdülaziz, Gondol Şarkısı Buhurîzade Mustafa Efendi, Neva Kâr Sultan IV. Murad, Uzzâl Peşrev Balmorhea , Remembrance Sagopa Kajmer, Birçok Kez Öldüm İsmail Dede Efendi - Ey Büt-i Nev Edâ Olmuşum Müptelâ Giuseppe Donizetti - Mecidiye Marşı Notre Dame De Paris, Belle
Keşfet: 5
Çatalhöyük, Çumra Dara Mezopotamya Harabeleri, Mardin Fasıllar Anıtı, Beyşehir Karapınar Çölü, Karapınar Kilistra, Meram Kasimiye Medresesi, Mardin
İngilizceye yeni başlayanlar için anlaşılır bir İngilizcesi var. HASBELKADER FANZİN
39
40
“Düşünmek hayatı ne karmaşık biçime sokuyor.”
HASBELKADER FANZİN