SAYI 9 • EYLÜL 2011
title.
BURADA HERKESE
www.koseka
AİT BİR KÖŞE VAR!
apmaca.net
Aren Arda Kaya, aren@titlemag.com Ayşe Naz Baykal, aysenaz@titlemag.com Cansu Onomay, cansu@titlemag.com Emre Sağlam, emre@titlemag.com Özgü Öztuna, ozgu@titlemag.com Yağmur Çenberli, yagmur@titlemag.com Kapak Orkun Aziz Aksoy, azizorkun@gmail.com
title. Aylık Yaşam Dergisi Dergimizde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan izinsiz, kaynak belirtilmeden tam veya özet alıntı yapılamaz. Öneri ve şikayetleriniz için title@titlemag.com adresine mail gönderebilirsiniz.
pazar arabası değil okul çantası Eğitim aşkıyla yanıp tutuşan gençlerin beklediği an yaklaştıkça yaklaşıyor. Kokulu silgiler, kurşun kalemler ve rengarenk kalemtraşlar en sevdiğimiz çizgi kahramanla süslü kalem kutularına özenle yerleştirilmeyi bekliyor. Şimdilerde pazar arabası gibi çekçekli okul çantaları olsa da sırtımıza takıp okul yolunu tutacağımız günler geliyor. Hepinizden yıldızlı “pekiyi”ler bekliyoruz. O günleri özlemle ananların mezun oldukları okula gidip dönemim ilk “İstiklal Marşı”na eşlik etmekten başka çareleri yok. O yüzden en iyisi sizi bu ay bekleyen içeriğimizden bahsedelim. Rock müziğin ilahı Patti Smith ile sizleri içeri buyur ederken “Oyuncaklar” EP’si ile bizleri sevindiren Emre Temiz röportajımızı ikram ediyoruz. Kırmızı halı üzerinde asaleti ve zarafeti ön plana çıkaran kıyafetlerin altındaki isim olan Oscar de la Renta hakkında biraz dedikodu yaptıktan sonra Cannés’da otoriteleri sarsan Pieter Dirkx ile filmi hakkında sohbet edeceğiz. Kendisini uğurladıktan sonra enerjisiyle bizleri hayran bırakan yeni nesil tiyatrocu Aybike Esin Tumluer ile tiyatro üzerine ne var ne yok konuşacağız. Yaklaşık 2 yıldır Haymatlos’ta sanatlarını konuşturan Tiyatro Kalemi de bu ay bizlerle. Son konuğumuz ise “Bir Barbie Hikayesi”nin yazarı Ercan Doğan. Tatlı niyetine de sizlere bir porsiyon Dubrovnik ikram ederek kahveleri pişirmeye başlayacağız. Misafirperverliğimizden memnun kalmanız dileğiyle, keyifli okumalar. Aren Arda Kaya aren@titlemag.com Teşekkür: Bu ay kapak için Orkun Aziz Aksoy’a teşekkürler.
İÇİNDEKİLER EYLÜL 2011, SAYI 9
08
24
MÜZİK ***
MODA ***
Patti Smith Weekend Girls Balam Acab Crosses Jay-Z & Kanye West Active Child Emre Temiz Röportajı
Kısa Haberler Oscar de la Renta
34
48
72
SİNEMA ***
KÜLTÜR SANAT ***
GEZİ ***
Pieter Dirkx Röportajı Kaptan America Fright Night Karadedeler Olayı Friends with Benefits Saç Ayın Filmleri Box Office
That’s Fucking Awesome Aybike Esin Tumluer Röportajı Tiyatro Kalemi Röportajı Ercan Doğan Röportajı Arka Kapak
Dubrovnik
MÜZİK EMRE SAĞLAM, YAĞMUR ÇENBERLİ
Patti Smith “Jim Morrison’ı izlerken, ben de bunu yapabilirim duygusuna kapıldım. Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum. Böyle birşeyin olabileceğini aklıma getirecek bir deneyimim yoktu; ancak o özgüveni içimde hissettim.” (Çoluk Çocuk, Patti Smith) Rock’ın ilahı, tanrıçası, sanatçısı, vazgeçilmezi, kadını,… Ne derseniz deyin, Patti Smith rock’n roll tarihinin görüp görebileceği en etkili kadını. En son dilimize “Çoluk Çocuk” olarak uyarlanan “Just Kids” kitabıyla bizimle buluştu, geçtiğimizgünlerde de kitabın beyaz perdeye uyarlanacağı haberini verdi. Bu habere “müjde” de diyebilirdim ki çoğu çevrelerce müjde olarak karşılandı, demedim. Neden mi? Çünkü kitapta anlatılanlar benim için çok özeldi ve onların sinemanın karanlık salonunda bir kaç saate sığdırılıp sığdırılamayacağı konusunda pek emin değilim. “Çoluk Çocuk”u okuduktan sonra tanıdım aslında Patti Smith’i. Bu zamanlarıma kadar müziğin çok başka noktalarında gezinmiş ve kilometre taşlarına gereken değeri verememiştim. Rock’ın ila-
hı, beni düşünebileceğimden çok fazla etkiledi ve bunu paylaşmam gerektiğini düşündüm. Tavrı bir erkek çocuğu gibi, spot ışıklarının altında kalmak çok da fazla hoşlandığı bir aktivite değil ama iş sanata gelince onun için akan sular duruyor. İstemese de bütün ilgiyi üstünde topluyor. Şiirle içiçe geçen çokça zamanından sonra en nihayetinde işin müzik kısmına geçmeye ürkerek de olsa karar veriyor. Endişelerinin yersiz olduğunu anlaması uzun sürmüyor takdir edersiniz. Müziğin seyrini değiştiren tanrıça, U2, The Smiths, R.E.M’den Michael Stipe ve daha birçok rock sanatçısını, oyuncuyu, bizi etkiledi, değiştirdi, dönüştürdü. 1946’da doğan Patti’nin bugün 65 yaşında olduğunu düşünmek insanı fazlasıyla garip hissettirirken, onun ifadesinde hala zamanın 1970’ler
olduğunu ziyadesiyle görebilirsiniz. Sanatçı olma hayaliyle New Jersey’deki İncil ağırlıklı hayatından, beklenmeyen hamilelik dönemi sonrası, sıyrılıp 1967’de soluğu New York’ta aldı. O zaman aynı hayali içinde taşıyan Robert Mapplethorpe ile karşılaştı ve ikisi alanlarında çığır açacak yolculuklarına başladı. Yetenekleri sayesinde, bazen katlanılmayacak derecede zorlu süreçlerden geçtikleri zamanlar olsa da, sanat çevrelerine girişleri çok geç olmadı. 1974’te kurduğu grupla ilk teklisini yayınladı; “Hey Joe / Piss Factory”. Punk/rock’ın doğumuna neden olan albümlerden birini 1975’te yayınladı. Açılış şarkısı Van Morrison cover’ı “Gloria”ydı ve şarkıya “İsa birilerinin günahları yüzünden öldü ama benim değil” diyerek girdi. Robert Mapplethorpe’un finansal desteği ile
çıkan bu albümün kapak fotoğrafı yine Robert tarafından çekildi. Fotoğraf, rock müziğinin klasikleşen görsellerinden biri haline geldi. Üç yıl sonra 1978’de, Easter albümünü çıkardıve bu albüm sanatsal başarının yanında ticari başarı da getirdi. Bu albümün en çok öne çıkan parçası, Bruce Springsteen ile yazdığı “Because the Night” oldu. Patti, bağımsız olma halinin güçlü bir timsali gibi. O, istediğini istediği zamanda ve şekilde yapabilecek güce ve özveriye sahip bir kimlik çiziyor. Belki de bundandır rock tarihini değiştirirken, müzikte kendini nadasa bırakıp kendisini yuvasını kurmaya ve yaşatmaya adaması. O ne yaparsa yapsın, başta müziğe adım atmayı ertelediği
gibi, o zaman da müzikten uzak durmayı başaramadı ve hep içine doğru çekilmekten kendini alıkoyamadı. 1988’de “Dream of Life” albümüyle geri döndü. Uzun bir aradan sonra, 1996’da, “Gone Again” albümünü çıkardı ve içinde her zaman hayranlık duyduğu Kurt Cobain’e adadığı “About a Boy” şarkısına da yerverdi. Bu sıralar yeniden gündeme oturan ’27 Club’a üye birçok arkadaşı, hayranlık beslediği isim var Patti Smith’in. Robert Mapplethorpe’u kaybedişi, 1994’te önce eşini, sonra kardeşini kaybedişi Patti Smith’in en zor zamanlarından oldu. Patti Smith, sadece müziği değiştirmedi, onu bir kez olsun dinleyen herkesi değiştirdi. Bunu yazdığı sözlerle, tavrıyla, duruşuyla, sesiyle, kimliğiyle, kısacası Patti Smith her kimse onunla yaptı ve yıllar sonra bile yapmaya devam edecek. • YÇ
Weekend - Thursday 2011 yılı başında yayınladığı House of Ballons mixtape’i ile müzik dünyasına sıkı bir giriş yapan Weeknd, Toronto çıkışlı Abel Tesfaye’nin kişisel projelerinden biri. İkinci mixtape’i olan Thursday’i Ağustos ayının ikinci yarısında sunan Weeknd yazın en iyi R&B/ Soul albümlerinden birine imzasını attı. Drag tarzına yakın aksak üslubu ve ikili ilişkilere dair dramlarını dile getirdiği tarzıyla müzik dünyasındaki r&b yıldızları arasında en alternatif isimlerden biri olmayı da başarıyor. 9 ayrı parçayı bünyesinde barındıran Thursday mixtape’i House of Ballons’a göre çok daha hareketli. Mixtape kapağından da anlayacağınız türden bir durum var esasında. The Zone, Life of The Part ve Heaven or Las Vegas gibi birbirinden başarılı ve hit olmaya aday şarkıları barındıran mixtape’i sanatçının soundcloud sayfasından ücretsiz indirme olanağınız da mevcut! Yazın en güzel süprizi oldu Thursday. • ES
12
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
Girls - Father, Son and Holy Ghost Christopher Owens ve Chet “JR” White ikilisinin San Francisco temelli grubu Girls’ün üçüncü stüdyo albümü Father, Son and Holy Ghost 13 Eylül’de müzik marketlerdeki yerini alacak ancak önceden sızmasının keyfiyle bu albüm eleştirisini sizinle paylaşıyorum. Önceki albüme göre müzikal anlamda çok daha iyi yol kat ettiklerinin bir göstergesi oluyor yeni albümleri. Albümden çıkan ilk single’ları Vomit gerek müzikal altyapısı, gerek gitar solosuyla oldukça sıkı bir parçaydı. Klibi de bir o kadar başarılı olan single’ın ardından ikinci single’ları olan Honey Bunny’i yayınladılar. Albüm içerisindeki tüm şarkılar sizleri gerçekten yazdan söküp çıkartan ve dalgalı kumsal gecelerine sürükleyen türden. Şarkıların her biri ayrı ayrı alkol tüketimini olumlayan nağmeleri barındırması ise onların suçu değil. Christopher Owens and Chet “JR” White. Myma, How Can I Say I Love You, Just a Song gibi şimdiden tüm romantik indie filmlerinin soundtrackleri olabilecek şarkılara imzasını atan ikilinin son albümü kesinlikle kutsal. • ES
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
13
Balam Acab- Wender/Wonder Drag türünün besleyicilerinden biri olan Balam Acab yeni albümü Wander / Wonder ile yine karşımızda. Witch house, elektronik ve deb step türlerini bünyesinde harmanlayarak epik vokaliyle müzikseverlerin kulaklarına sunan Balam Acab yine gölgede yürüyen nağmeleriyle ruhumuzu sarıyor. 9 şarkının bulunduğu yeni albümün ritmi genel olarak aynı ilerlerken bu türü seven dinleyicileri memnun edecek türden bir albüme imzasını atmış bulunuyor. Welcome adlı parçası ile dinleyenlerini selamlayarak içeri buyur eden albümün geneli dört dakika civarında dolanan şarkılarla devam ediyor ve daha hisli bir Balam Acab dinletisini sizlere sunuyor. Apart, Motion, Expect, Now Time gibi şarkı isimleryile hislerine politik doğrucu bir üslubu seçmeyi de ihmal etmiyor. Drag türünün tüm ilintileri ve sanrılarının barındığı vokallere daha çok dub-step türüne kaymış melodileri eşlik ediyor. Balam Acab ökültist duruşun gelecek vaadedenlerinden... • ES
14
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
†††(Crosses) - EP Kim bilebilirdi ki Deftones’un bağrı yanık vokali Chino Moreno’nun bir witch house projesine dahil olacağını? Ancak Chino bundan sonra müzikal kariyerine witch house yaparak devam etmek istediğini duyurdu sevenlerine ve ilk EP’lerini bir müzik kanalı aracılığıyla ücretsiz yayınladılar. †his is a †rick, op†ion ve †hhologhs†’in oldukça iddialı parçalar olduğunu belirtmeden geçmek olmaz. Witch House’un bol reverbli ve buğulu vokalinin daha azalttığı ve soft witch house olarak nitelendirebileceğimiz bir türe imzasını attığını belirtmemiz gerekir. Chino Moreno bu projesi ile ne denli başarılı olur bilinmez ancak birbirinden iddialı parçaları ile yaptığı müziği evrilterek böylesine bir transfer yapması Chino gibi tavrı olan sanatçılara yakışan bir duruş. Crosses’ın EP’sinin arından nasıl bir albüm bekler bizi henüz bilmiyoruz ancak tutkulu, erotik ve şiddetini eksik etmeyen ses tonuyla iyi bir EP’yi witch house severlere miras bırakıyor. • ES
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
15
Jay-Z & Kanye West Hip Hop dünyasının iki ilah ismi aynı albümde buluştu ve oldukça iyi bir albüme imza attılar. Watch the Throne adını verdikleri albüm ile Jay-z ve Kanye West ilk kliplerini de dahi klip yönetmeni Spike Jonze ile birlikte oldukça alışılası bir atmosferde çekerek hiç bir süpriz yapmadan şaşırttılar ki belki de en büyük süprizleri bu oldu. Özellikle Beyoncé ile beraber gerçekliştirdikleri Lift Off oldukça ses getireceğe benziyor. Özellikle deluxe edition’ın kapağı oldukça başarılı ve o jargonun bir nevi nişanesi olmuş durumda. Nigga in Paris, That’s My Bitch, Otis gibi parça isimleriyle de sansasyonlara yol açacak ikilinin ilk klibi Otis’e çekildi. Hip Hop dünyasını tekellerine aldıklarının bir tür manifestosu olan Watch the Throne 16 parçası ile oldukça sağlam bir müzik olayı olarak adını müzik tarihine altın harflerle yazdırdı. Yakın zamanda Lift Off’a klip gelmesi temennisi ile bu yazıya son verirken Beyoncé’nin Eylül ayında ekranlara gelecek videosu Party’e de Kanye West’in eşlik ettiğini belirtmekte yarar var. • ES
16
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
Active Child - You Are All I See Pat Grossi’nin dokunaklı projesi Active Child Ağustosun son günlerinde dijital ortamda ve müzikmarketlerdeki yerini alarak hayranlarını sevindirmeyi başardı. Daha önceki albümüne oranla tenor yanını daha çok ortaya çıkartan ve daha duygulu şarkılar ortaya koyan Active Child’ın yeni albümünün ismi; You Are All I See aynı zamanda albümün açılış parçası olma özelliğini taşıyor. Daha önceki albümüne göre öznel tavrını bir nebze olsun terkederek, günümüz trendlerine dair göndermeler taşıyan bir tür potpori. Albümde aynı zamanda How To Dress Well ile birlikte ürettikleri Playing House isimli parça oldukça iddialı. 12 parçanın bulunduğu albümde sonlara doğru dans ritimlerini hızlandıran Call Me Tonight ve Hanging On (White See Remix) sizleri sipirütel dans rutinlerine sevk edebilir. Active Child sizleri eskisine oranla daha da baskın çıkan sesiyle katedralinde ağırlamaya davet ediyor. • ES
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
17
• Emre Temiz • Çocukluk hayali şair olmak olan veya Sait Faik’in ölümünü kabullenemeyen kaç kişiyi tanıdınız? Büyük ihtimalle tanımadınız ama şimdi tanımak üzeresiniz. Emre Temiz, ilk albümü “Oyuncaklar”ı EP olarak yayınladı ve alışılmış kalıpların dışına çıkan müziğini bizimle paylaştı.
18
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
19
“Herkes kendi mucizesini yaratacak” diyor albüm ilk göz göze geldiğinizde. Emre Temiz Oyuncaklar adlı EP’sini çıkarmasıyla kendi mucizesine doğru ilk adımı attı. Çoğumuzda olduğu gibi o da lise yıllarında tanıştı müzikle ama çoğumuzun aksine o, devam etti müzik yapmaya. Birçok grupta çaldıktan sonra yoluna solo devam etme kararı aldı ve bu kararında aslında pek az kişi yanındaydı. A’dan Z’ye albüme ait her şeyle kendi ilgilendi, kendi üretti; söz, müzik, beste, vokal,… Ana akıma aykırı ama bir o kadar da ideal fikirleri, şairliğin aktığı sözleri ve insanı hikayelerin içine sürükleyen besteleri var. Deneysel pop ve trip-hop tadındaki “Oyuncaklar” mutlaka dinlenmeli ve dinlettirilmeli. Albüme ve şarkılara ücretsiz ulaşmak için bir tık: http://emretemiz.bandcamp.com http://www.myspace.com/emretmz http://soundcloud.com/emretemiz
20
AGUSTOS 2011
title.
EP çıkarmaya nasıl karar verdin? Benim EP çıkarma sürecim sıradan olsa da bana çok özel geliyor. Geçen seneye kadar grup müziği yapıyordum ve grup müziğine alışmıştım. En son grubum dağılınca istediğim grubu bulamadım ve müzik yapamayacak mıyım artık diye düşünmeye başladım. Ocak ayında silkelendim ve grup yoksa kendi müziğimi kendim yaparım dedim. Zaten çaldığım beste gruplarında şarkıları ben yapıyordum genelde.
EP’yi kaydetme süreci nasıl geçti? Ocak ayını demo kaydı almayı öğrenmekle geçirdim. Şubat ayında EP’nin içinde yer alan şarkıları yaptım ve demoları kaydettim. “Albatros Düşüyor” şarkısı hariç bütün şarkılarım şubat ayında çıktı. Akustik olan “Albatros Düşüyor” şarkım, iki yıl önce Charles Baudelaire şiirinden fena etkilenip yazdığım bir şarkıydı. Sonra kayıtlara baş-
titlemag.com
ladık. Akustik şarkıyı evde kaydettik tamamen, öyle bir havası olsun istedim. Normalde dört tane şarkıdan oluşacaktı albüm ama son anda akustik bir şarkı da eklemek istediğimi farkettim ve “Albotros Düşüyor”u ekledim.
EP’yi yayınladıktan sonra “yaptım” gibi bir duygu hissettin mi? Bir şey yapmışım gibi hissedemiyorum tam olarak, çünkü çok yeni ve henüz yeteri kadar insan duymadı, reaksiyonlar zamanla gelecek. Şu an afallama sürecindeyim. “Ben ne yaptım? Oldu mu?” gibi bir karmaşa yaşıyorsun kendi içinde ister istemez. Evet, müziğimi birilerine beğendirmek için yapmıyorum ama bir şekilde birilerinin bunları dinlemek gibi bir kaygısı var. O kaygı olmadan müzik yapmanın bi anlamı yok, varsa orada bir hata var. Dünyanın en iyi müziğini kendi odanın içine saklıyorsan, o dünyanın en iyi müziği olmuyor.
Müziğini nasıl tanımlıyorsun? Tanımlamanın dışarısında aslında. Bu müziği kim dinleyecek, kim sevecek, kaç kişiye ulaşacak gibi biraz derdim var. Çok sevdiğim bir işi yapıyorum, yaptığım müzik içime çok siniyor. En çok ben dinliyorum, çünkü böyle bir şeyin eksikliğini hissediyordum. Herkesin sevmesini beklemiyorum ki zaten çok kolay sevilebilecek bir tarz değil. Çok arada bir müzik, Türkçe benzer bir müzik duymadım daha önce, hem marjinal değil hem de ana akıma çok uzak bir tarafı var. Müziğim için en doğru tanım “arada kalmış” olur. İçinde deneysel pop barındırıyor, özellikle vokallerde baya pop bir taraf var. Elektronik müzikten çok fazla destek alıyorum, çok da seviyorum. Aynı zamanda genel olarak akustik bir yapısı var. Trip-hop ile pop/rock’ı harmanlamışım gibi bir tavır var ki bir arkadaşım söyledi, ben de bunu sonradan fark ettim.
Oyuncaklar EP’sindeki bütün vokaller de sana ait. Sesini nasıl buluyorsun? Doğru şarkı söyleme gibi bir kaygım yok, doğru da söylemeyeyim zaten. Bile bile detone olmalı şarkıcı. Benim için önemli olan dürüstlük. Fazla dürüst, fazla samimi gelebilir ama bir yandan da
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
21
kendi çapında bir prodüksiyonu var. Bu yüzden sevilmesinin zor olduğunu düşünüyorum ama ben çok sahipleniyorum yaptığım işi. Müzik bir yere gidiyor, bu benim için çok önemli.
Daha önce çaldığın gruplarda kayıt yapmış mıydınız? Her amatör grubun böyle bir hevesi olur. Yapmıştık ama daha yarışmalara yollama amaçlıydı bunlar ki bu tarz yarışmalara da karşıyım. EP benim için çok başka bir süreçti. Her şeye daha bütünsel bir anlamda bakabildiğim bir süreç oldu benim için.
Yarışmalara neden karşısın? Müzik yarıştırılamaz mı sence? Müziğin yarışması olmaz, sanatı yarıştıramazsı-
22
AGUSTOS 2011
title.
nız. Yeteneğin de çok yarıştırılabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Yetenek çalışmakla geliştirilebilen bir şey. Bu karar verilmesi çok kolay olan bir durum değil ki birçok yarışmada birinci olanların müziklerini bir yere taşıyamadığını görüyoruz. Zor bir şey istiyorum ama bunu gerçekleştireceğim. Solo bir müzisyen olarak hiçbir prodüksiyon desteği almadan, büyük şirketlerden para almadan, prodüktöre veya aranjöre sahip olmadan her şeyini kendim yaptığım bir müzik yapıyorum ve bu zaten yeterince özel bir şey benim için.
Yazdığın sözler gerçekten anlamlı ve derin. Nelerden etkileniyorsun? Bu da belli bir alışkanlık meselesi olabilir. İlk, Lise 1’de elime gitarı aldığımda akordu bozuk gitarla tek sesten hiçbir şey bilmeden beste yapmaya
titlemag.com
çalışan bir adamdım. Çocukluk hayalim şair olmaktı. Orta okuldayken en büyük üzüntüm Sait Faik ile tanışamamış olmaktı, öldüğüne inanamıyordum. Albümde Cemal Süreyya’ya teşekkür var. Gerçekten, o olmasa belki de böyle olmayacaktı. İlham denen şeye inanmıyorum, bazıları da sözlerin çok kişisel olduğunu düşünüyor. Kişisel değil, elbette kişiliğinden bağımsız bir şey çıkaramıyorsun ama kendi yaşadıklarımın üzerinden hiçbir şey yazmadım, arkadaşlarımın yaşadıklarından etkilenip yazdığım oldu. Bunun da nedeni, kendi yaşadıklarıma çok net bakamıyorum, çünkü bir resme ne kadar yakın bakarsan o kadar flu görüyorsun. Yazdığım sözler benim için bir hikaye gibidir, başlar ve biter. O yüzden çok nakarat kullanmıyorum, kendini tekrar etmemeli. Söz yazmak benim için çok önemli ve ileride iyi bir söz yazarı olmak istiyorum. Söz yazmak, başkalarının çok gerzekçe bulduğu şeylere an-
titlemag.com
lamlar yüklemektir. Ben de o gerzekçe şeylere anlamlar yüklemeye devam edeceğim.
EP’den sonra ne yapmayı planlıyorsun? Şu an canlı performans için grubu topluyorum. Performans göstermek için birkaç mekanla görüştüm ve çok olumlu yaklaştılar. Zaten bu müziğin bir anlam kazanması için sahneye uyarlanması lazım. Bu EP iyi bir başlangıç oldu, içime de çok sindi ama müziğim bununla sınırlı kalmayacak. Daha yıkıcı şarkılarla insanların karşısına bir şekilde çıkacağım ama şu kadar yıl sonra şunu yapıyor olacağım diyemiyorum. Sadece şunu söyleyebilirim, müzik yapmaya ve bunu insanlarla paylaşmaya devam edeceğim.Birileri buna değerini verecek. • Röportaj YÇ Fotoğraf AAK
title.
AGUSTOS 2011
23
MODA CANSU ONOMAY, YAĞMUR ÇENBERLİ
“abbey dawn” Avril Lavigne, müziğiyle tüm gençlerin gönüllerini fethettikten sonra şimdi de tasarımlarıyla gönülleri fethetti. New York Moda Haftası’nda sergilediği “Abbey Dawn” adlı koleksiyonuyla punk-rock müzik tarzını tasarladığı kıyafetlere yansıttı. Ağırlıklı olarak siyah ve siyahın diğer renklerle olan kombinasyonun hakim olduğu koleksiyonda metalik renkli baskılı tişörtler ve pantolonlar, uzun kollu çizgili tişörtler, dar paçalı pantolonlar, kabarık etekler ve birbirinden farklı aksesuarlar bulunuyor. 50’den fazla ülkede satılan Abbey Dawn koleksiyonuna www.abbeydawn.com sitesinden ulaşabilirsiniz. • CO
Gaga ve Germanotta Sıradışı tarzını tüm dünyayla paylaşmak isteyen ünlü şarkıcı Lady Gaga, tasarımcılığa soyunuyor. Tüm dünyanın nefeslerini tutarak beklediği bu koleksiyonda Gaga’ya stilist olan kardeşi Natali Germanotta yardım edecek. Gaga’nın her seferinde giydikleriyle bizleri şaşkınlıklar içinde bıraktığını düşünecek olursak, bu koleksiyon ile Gaga yeni bir çığır açacak gibi gözüküyor. Bizlere bekleyip görmek kalıyor! • CO
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
25
3 Farklı Tarz 1 Koleksiyonda “Keeping Up with The Kardashians” adlı reality showlarıyla, magazin dünyasını fetheden Kardashian ailesi her hareketleriyle kendilerinden söz ettirmeyi başarıyor. Özel yaşantıları dışında giydikleriyle de herkes tarafından büyük ilgiyle takip edilen Kardashian’lar şimdi de yeni bir koleksiyona imza attilar. Khloe, Kourtney ve Kim Kardashian, Avusturyalı tasarımcı Bruno Schiavi’nin de yardımlarıyla the “Kollection” adlı koleksiyonu çıkardılar. Kim’in göz kamaştırıcı, vücudu ön plana çıkaran estetik tarzıyla, Kourtney’in klasik sofistike çizgisi ve Khloe’nin bohem tarzı bu koleksiyonda bir araya gelerek, modaseverler için çok çeşitli seçenekler sunuyor. • CO
Macy’s e Yeni Bir Tasarımcı Macy’s için tasarım yapan modacılara bir yenisi daha eklendi. Ünlü İtalyan tasarımcı Giambattista Valli’nin tasarımcıları 26 Ekim’den itibaren 225 Macy’s dükkanında modaseverlerle buluşacak. Uzun yıllar Ungaro Modaevi’nde çalışmış olan Valli, gösterişli ve büyük hacimli elbiseleriyle biliniyor. Macy’s için tasarladığı koleksiyon, kokteyl elbiseleri, ceket, etek, pantolon ve tişörtlerden oluşacak. Fiyat aralığı ise 50 ile 150 dolar arasında değişecek. • CO
26
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
IFW 2011 Beklenen gün geliyor! 7-10 Eylül tarihleri arasında İstanbul Moda Haftası Odakule’de yerini alacak. Katılacak olan modacılar: Atıl Kutoğlu, Aslı Güler, Bahar Korçan, Çiğdem Akın, Deniz Kaprol, Gamze Saraçoğlu, Gül Ağış, Hatice Gökçe, İpek Arnas, Jale Hürdoğan, Mehtap Elaidi, Nejla Güvenç, Niyazi Erdoğan, Özgür Masur, Özlem Süer, Özlem Kaya, Rana - Berna Canok, Şafak Tokur, Seda Zoroğlu Görür, Simay Bülbül, Studio Kaprol by Coke Design ve Tuvana Büyükçınar. Türk tasarımcıların uluslararası platformda tanıtıldığı bu organizasyona hepimiz destek olmalıyız. • CO
Karl Lagerfeld’in Kaleydoskobu: Karleidoskop Karl Lagerfeld yeni bir parfüm daha çıkarıyor. Kampanya yüzü olarak İtalyan manken Bianca Balti’yi seçen Lagerfeld, parfümünü Eylül ayında piyasaya sürecek. “Karleidoscope” adını verdiği parfümünün özünde patchouli, menekşe ve melek otu olacak. Ortaya çıkacak bu eşsiz koku için biraz daha sabretmemiz gerekecek! • CO
Oscar de la Renta Kırmızı halıda gözünüze çarpan asil ve zarif hatlara sahip kıyafetler genellikle Oscar de la Renta imzası taşır. Romantik, gösterişli ve çarpıcı hatlara sahip Oscar de la Renta tasarımları güçlü kadın algısının yansıması gibi. Modanın dev isminde, çabasız şıklık, salaş kıyafetler gibi günümüzün artık dillere pelesenk olmuş özentisiz stilini göremezsiniz. Şıklığı her tasarımlara ustaca yansıtılır ve o, özenin, zerafetin şıklığı olur. Dominik Cumhuriyeti’nde doğan Oscar de la Renta, 18 yaşında ülkesinden ayrıldı ve İspanya’ya taşındı. Tasarıma adım attığı Madrid’de bir süre sonra İspanya’nın en önemli moda evlerinden biri olan Balenciaga’da çalışmaya başladı. İspanya’daki tecrübelerinin ardından Paris’e Lanvin’de couture asistanı olarak çalışmaya gitti ama bu şehir de onun için geçici bir tecrübeydi ve 1963’te New York’ta soluğu aldı. Christian Dior ile Elizabeth Arden için kıyafet, aksesuar ve ayakkabı tasarladı. Oscar de la Renta’nın aklındaki her zaman hazır giyim koleksiyonları tasarlamaktı ve bunu gerçekleştirmek için 1965’te Jane Derby için çalıştı ve kendi markasını kurdu. Aynı yıl Jane Derby’nin hayatını kaybetmesiyle 28
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
Oscar de la Renta markanın bütün sorumluluğunu üstüne aldı. Artık moda dünyasında Oscar de la Renta çizgisi kendi varlığını göstermeye başlamıştı. Klasik ve elegan tarz üzerine kurulan koleksiyonlarıyla klasik tarzın ustası, tarihi boyunca kendini birçok markadan sıyırmayı başardı. Oscar de la Renta’nın yaratıcılığı ödülsüz kalmadı. Yedi yıl arayla, 2000 ve 2007’de, Council of Fashion Designers tarafından Yılın Tasarımcısı Ödülü’ne layık görüldü. 1990’da CFDA tarafından Ömürboyu Başarı Ödülü ile ödüllendirildi. 19731976 ve 1986-1988 yılları arasında CFDA’in başkanlık görevini üstlendi. 1993’ten 2002’ye kadar Balmain Modaevi için haute couture koleksiyonları hazırladı ve böylece Fransız Modaevi’ne tasarımlar hazırlayan Dominikli ilk tasarımcı oldu. Oscar de la Renta kariyerinin yanı sıra birçok
başka etkinlikte de önemli roller üstleniyor. Metropolitan Opera, Carneige Hall ve WNET (kamu eğitimi amacı güden ticari olmayan yayın organı) kurumlarının yönetim kurulu üyeleri arasında. New Yorkers for Children, the America’s Society gibi sosyal sorumluluk kuruluşlarının da yönetim kurullarında yer alırken, aynı zamanda Queen Sofia Spanish Instıtue’ün başkanlık görevini yürütüyor. 2012 Sonbahar-Kış kreasyonunda tasarımcı, kalpaklarla ve kürklerle süslediği tasarımlarına sert geçen Rusya kışlarının havasını vermiş. Gri ve siyahın hakimiyeti altındaki koleksiyonda bordonun ve koyu yeşilin de ağırlığı hissedilmekte. Kalın yün elbiseler, kürk başlıklı mantolar ve desenli takımlar koleksiyonun dikkat çeken parçaları ikenuzun, kuyruklu elegan gece kıyafetleri ise Oscar de la Renta’nın olmazsa olmazları. • YÇ
SİNEMA EMRE SAĞLAM
• Pieter Dirkx • Cannés’da bu yıl Bento Monogatari adlı filmiyle otoriteleri sarsan Pieter Dirkx sorularımızı yanıtladı.
Cannés 2011 kısa filmleri arasında öyle bir film vardı ki ne Harmony Korine’ın filmi ne de diğer kısalar onun kadar ses getiremedi. Japon popüler kültürüne dair çok ince işlenmiş senaryosu ile Bento Monogtari’nin yönetmeni Pieter Dirkx, title. Için sorularımı cevapladı. Film yaşlarını almış ancak hayatlarından memnun olmayan bir çiftin öyküsünü konu alıyor. Belçika’da yaşayan Yvonne, Otaku kültürüne merak sarmış animemanga aşığı bir teyzemizdir. Kocası Frank ise bu kültürden uzak olmasına karşın biseksüel ilişkilerde gözü olan gençlik sevdalısı bir amcamızdır. Yvonne her sabah beşte kalkarak eşi için Japon pop-art’ının bir parçası olan “bento box”lardan hazırlar ancak Frank bunlardan hiç memnun değildir ve hikaye gelişir. Cannés 2011’de fırtına gibi esen, afiş çalışmalarıyla ve diğer film festivallerinde büyük beğeni toplayan filmin yönetmeni Pieter Dirkx ile bir söyleşi gerçekleştirdim.
Merhaba Pieter, öncelikle filmin ardındaki görsel ilham kaynakların hakkında bize biraz bilgi verebilir misin? Selam Emre, öncelikle yıllardır beni etkileyen Japon kültürüne ait filmlerden yıllardan beri ilham aldığımı belirtmek isterim. Beni esas etkileyen şey ise filmlerden çok bu filmleri meydana getiren özneler oldu. Esasında filmi asıl şekillendiren etmenler de bunlardı. Yosujiro Ozu’nun işlerindeki o direkt ve basit anlatım ile işlerine yansıtması ve Kenji Mizoguchi’nin içinde çeşitli elementleri barındırdığı o sihirli gerçekçi üslubu ve tabiki Kurosawa’nın karakterlerindeki bizi çokça etkileyen o dramatik tavrı... Zaten filmin başrolünde gördüğün karakterler de Japon kültürünün bir parçası olarak sunuluyor. Tabi bunların yanı sıra popüler kültürün de elementlerini barındırdığı da doğru. Ancak bu pop kültüre dair
esas ilham kaynaklarım kesinlikle “Akira” ve Neon Genesis Evangelion” adlı animelerdir.
Filmin görselliğindeki güçten ötürü seni tebrik ederim. Bento Monogatari fikri aklına nereden geldi? Çok teşekkür ederim öncelikle, beğenmen beni mutlu etti. Aslında bu fikir birden ortaya çıkmış bir fikir değil ve aşama aşama katettiğim bir proje diyebiliriz bunun için. Bir şekilde yıllardan beri Japon kültürü ile ilgili bir şeyler yapmak istediğimi biliyordum ancak sinemasının en çok beni etkileyen şey olduğunu daha sonra anladım. Bir gün “Face Food” adında bir kitap buldum ve kitap “charaben” adı verilen japon beslenme/yolluk çantası hazırlama ve yemek süsleme/karakterize etme sanatı ile ilgiliydi. Sevdiğiniz çizgi film karakterlerini nasıl yemeğinizle resmedebilece-
ğinize dair güzel bir kaynaktı. Esas olan bu kadar zahmet harcayarak yapacağınız şeylerin bir kaç dakika içerisinde yiyerek bitirecek olma fikriniz de sanatsal açıdan bana çok ilginç geldi. Bento Box fikri kafamda bu şekilde şekillenirken kendi dünyalarından kaçan iki insanı işin içine katma fikri geldi fakat bunu yaparken içine yerleştireceğim elementleri Japon folklorik kültüründen ve Japonya’dan kullanmak çok istemediğimden popüler kültürüne sığındım diyebiliriz.
Biraz da casting aşamasından bahsedebilir misin? Casting aşaması gerçekten biraz zaman alan bir süreç oldu benim açımdan. Çünkü rollere doğru insanları bulmam gerekiyordu. Filmde oynayan üç karakter de aslında birden bire filme dahil oldu. Bea Duchateau bana öğretmenim olan Patrice Toye tarafından önerildi. Daha önce ka
mera karşısına geçmemiş olan bu kadın kamera önünde oldukça iyi bir performans sergiledi ve bunu başardığı için büyük gurur duyuyorum. Bram Van Outryve, Frank’in iş arkadaşı da aynı tesadüflerle gelişen bir isimdi ve kendi duruşu ile bu role uygun olduğunu bildiğim bir şüpheli tavrı vardı zaten.
Uzun metraja geçmeyi planlıyor musun peki? Bu benim için aslında uzun zamandır düşünülmüş bir şeydir. Ancak uzun metraj için gerçekten gereken bütçeyi kendimin karşılayabileceğini düşünmüyorum. Şu andan itibaren biraz hikayeden uzaklaşmaya ihtiyaç duyuyorum, çünkü yeni şeylere kanalize olabilmek adına.
Bir yönetmen olarak Japon pop-art’ına yakınlığın ne ölçüde? Aslında üzerinde çalıştığım her şeye yakın olup olmamam gerektiği konusunda bir yönetmen olarak hiç emin olamıyorum. Gerçi bu film için durum böyle olmadı. Çünkü zaten Japon pop kültürü benim hayatımın bir parçasıydı. Çokça anime izleyen, Japon video oyunlarını elinden düşürmeyen ve manga fanatiği biri olarak zaten bu kültürün doğaçlama olarak yaşam tarzımla içinde olmam şaşırtıcı değil. ‘Neon Genesis Evangelion’ benim en sevdiğim anime hikayesidir ve gerçekten anlattığı şeyle de bana çokça yaptığım şeyleri sorgulatan ve öğreten bir anime olmuştur. Bir şeyi anlamaktan çok hissetmenin önemli olduğunu o animeyi okuduktan sonra anladım. Hayatta iki türlü ekol olduğunu varsayıyorum. Bir tanesi hayat hakkında konuşmak üzerine, diğeri ise hayattan kaçmak üzerine. Ben sanırım ikinci ekolden geliyorum ve kendimi onda daha rahat hissedebiliyorum. Bir şeylerden kaçma çabası aslında senin hayatında pek çok şeyi inşa ediyor, çünkü sen o çaba sırasında bütün problemleri karşına alıp yüzleşiyorsun.
Bento Box’ın çekimleri ne kadar sürdü peki? Bütçe yetersizliğinden ötürü işlerimi hemen halletmem gerekiyordu ve çok iyi bir planlama yapmak durumundaydım. Bütün bunları hemen titizlikle planlayıp ardından çekim aşamasına geçtim ve bir hafta içerisinde çekimleri tamam-
F
ı
ın teaser’ Filmin k için izleme . tıklayın
ladık ki bu aslında bizim için zorlu ve çok yorucu bir süreç oldu. Ancak her şey planlandığından bir aksama ile karşılaşmadık.
Filmin çekimleri nerde yapıldı? Filmdeki yapılar Japon mimari stiline oldukça yakın görünüyor. O apartman sahneleri Belçika’nın bir şehri olan Antwerp’te yapıldı. Biraz Ozu’nun stiline yakın “pillowshot”lar yapmak istedim ve lokasyonun da bunun için biraz asya tarzında olması gerekiyordu. Bunun için de bulunduğum yerleşkedeki en Japon tarzı yapıyı seçmem ve bulmam gerekti ki bu Antwerp’te mevcuttu.
Bizleri bekleyen yeni projelerin var mı? Şu an üzerinde çalıştığım bir kaç projem var ancak üzerine kanalize olduğum tek bir projem var. Bento Monogatari’den de oldukça farklı olacak üstelik. Sana hatta ilk kez ipucu da vermek isterim bununla ilgili. Küçük bir adadaki saykedelik trajediye odaklanacağım. 1900’lerde insanların halisünasyon hapları yapmak için binlerce yavru kaplumbağayı katlettiği bir ada hikayesini anlatmak istiyorum. Bunun yanı sıra New York’lu bir indie müzik grubu olan Clap Your Hands Say Yes için bir video klip çektim ve yakında yayınlanacak. “The Improbability of Turtles”ın senaryosunu bitirmek için uğraşıyor olacağım ve yeni müzik klipleri de çekmek istiyorum. •
Kaptan Amerika Mervel Comics’in 2011’de önce Spider-Man’i afro Amerikan gey karakter olarak değiştirmesinin ardından yeni ticari uyarlaması olan İlk Yenilmez: Kaptan Amerika’yı Eylül ayının ilk haftasından itibaren vizyonlarda görebiliriz. Düşmanları arasında bugüne dek; Hitler, Naziler, Baron Zemo ve Red Skull gibi isimleri gördüğümüz Kaptan Amerika’nın başlangıç hikayesine odaklanıyor olacağız bu kez. Fiziki şartlarının elverişsizliğinden ötürü askere alınmayan Steve Rogers ismi Kaptan Amerika olan çok gizli bir transformasyon deneyine dahil olur. Adamantiyum - Vibranyum maddelerinin vücuduna eklenmesi ile vücuduna belediye izniyle üç kat çıkılan Steve Rogers artık ülkesinde meydana gelen ve dünyayı tehdit eden tüm tehlikelere karşı savaşmayı bir borç bilmiştir. Chris Evans , Samuel L. Jackson, Hugo Weaving gibi isimleri başrollerinde ağırlayan filmin yönetmeni Jumanji, Jurrasic Park II gibi filmlerin tanınmış yönetmeni olan Joe Johnston.
Markus imzalı senaryo fragmanı ile alışılageldik süper kahraman beklentilerimizi değiştiremeyeceğe benzese de ilk kez beyaz perdeye uyarlanmış bir süper kahramanı da merak etmiyor değiliz. Yazın etkisini bolca hissettireceği Eylül ayında vantilatör niyetine gidilesi bir aksiyon. İdeolojik açıdan filme yaklaşacak olursak şayet geldiği sosyo ekonomik duruma ve elitist duruşun içerisinden soyutlanışı ile insanlık için bir şeyler yapma çabası takdirle karşılanası bir duruş olsa da orduyla beraber hizmet veriyo olması bir yandan militarizmi şakşaklayan bir tavır ve bu tipik Amerikan rüyası vakalarında çokça başımıza gelen bir oksimoron. Bakalım ilk yenilmezimiz nasıl bir macera ile sevenlerinin karşısına çıkacak. •
Joss Whedon, Stephen McFeely ve Christopher titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
41
Fright Night Sonbahar atmosferini salonlarda yaratmak isteyen yönetmenler korku filmlerini fırından peşi sıra çıkartarak havayı iyiden iyiye soğutacaklar. Eylülün üçüncü haftasında vizyona girmesi planlanan Fright Night (Korku Gecesi) de bunlardan biri. Mr. Woodcock, Lars and the Real Girl gibi filmlerin ünlü yönetmeni Craig Gillespie’nin bu kez romantik komedileri terk ederek korku filmi çekiyor olması hayranlarını oldukça heyecanlandırıyor. Korku Gecesi’nin hikayesine gelecek olursak; Son sınıf öğrencisi Charlie Brewster istediği her şeye sahiptir. Lisenin en güzel kızıyla birliktedir ve popüler arkadaşları vardır. Hatta o kadar havalıdır ki en yakın arkadaşı Ed’i bile küçük görmektedir. Charlie’nin esrarengiz yabancı Jerry ile komşu olmasıyla birlikte belâ kapasını çalar. Jerry, ilk etapta harika biri gibidir ama onda bir tuhaflık vardır.
dıramayan Charlie, canavardan kurtulmanın bir yolunu bulmak zorundadır. Anton Yelchin, Colin Farrell , Christopher Mintz-Plasse’in başrollerinde yer aldığı filmin senaryosunu Tom Holland yazdı. 120 dakika süren bu korku/komedi filmini izlemek isterseniz şayet 23 Eylül’e kadar beklemeniz gerekmektedir. İngilizce ve Japonca’nın bolca harmanlandığı film Gişede umduğunu bulabilir mi bilmiyoruz ancak Karadedeler Olayı’na karşı gerek kadrosu gerek sinopsisi ile iddialı bir salon rakibi olacağı kesin. Amerikan-İngiliz ortak yapımı filmin poster çalışmaları ile Twilight serisi öncesi kana susayanların bir süreliğini görsel açlığını kapatacak nitelikte gibi duruyor. •
Alışılmadık şeylere şahit olan Charlie çok doğru bir sonuca varır: Jerry, mahallede avlanan bir vampirdir. Doğruyu söylediğine kimseyi inan42
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
Karadedeler Olayı Eylül ayının gelmesi ile beraber sinema salonlarında Türkiye filmleri atağı başladı ve ardı ardına yeni filmler giriyor. Bunlardan bir diğeri 16 Eylül tarihinde vizyon bulacak olan Karadedeler Olayı. Türk işi bir Blair Witch Project ile karşı karşıyayız. Ancak hikayenin politik bir duruşu da olması sebebiyle oldukça ilgi çekici görünüyor. 1989 yılının ocak ayında gazeteler bir köyde yaşanan garip olaylar hakkında yayınlanan bazı haberler, genç gazeteci H.B’nin ilgisini çeker. Köye giden gazeteci, oldukça korkmuş ve gergin köylülerden gece köyün çevresinde dolaşan yaratıklar olduğunu, köyün bir şekilde cinler tarafından basıldığını öğrenir. H.B., birkaç hafta köyde kalır ama olağanüstü bir şey görmeyince kamerasını köydeki bir gence emanet ederek İstanbul’a geri döner. Üç gün sonra ise köyün jandarmaları tarafından gözaltına alınır: kamerasını emanet ettiği genç de dâhil olmak üzere köyden 7 kişi parçalanarak öldürülmüştür.
lunur; kayıplara karışır. Tüm bu esrarengiz süreç boyunca kameralar kayıttadır. İnternette olay ile ilgili aslında doğuda bir köyde yaşanmasından ötürü rutin bir askeri baskın sonucu yanlışlıkla öldüğü yönündeki iddialar da şu sıralar basında yer alan film haberleri arasında geçiyor. Amerika ve Türkiye’de ard arda kısa filmler çekerek isimlerini duyuran Erkan ve Erdoğan Bağbakan kardeşler’in ilk uzun metraj çalışması olan Karadedeler Olayı İslami korku sinemasına da Hasan Karacadağ dışında yeni bir alternatif üretilmesi heyecan verici bulunsa da giderek muhafazakarlaşan bir topluma İslami korku üretmek, toplumun diğer kesimleri için gerçek hayat adına korku toplumuna sevk eden edebi doğrucu bir sanat eseri sunduğu gerçeğini de ortaya çıkartıyor. •
H.B ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılır ama bütün eşyaları ormanda terk edilmiş olarak butitlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
43
Friends with Benefits Justin Timberlake’in Social Network’te yakaladığı sinema oyunculuğu başarısının ardından Saturday Night Live ile iyi de bir televizyon yıldızı olduğunu kanıtladı.Social Network’ten etkilenmiş olacak ki hemen ardından Myspace’i satın alması filmdeki rollerine ne denli kendini kaptırdığının kanıtı. Yeni filmi Friends with Benefits isminden de anlaşılacağı gibi tek gecelik ilişkilerin daha sonra veya önce partner ile arkadaş kalınması hali. İlişki düzeylerini sadece fiziksel boyutta tutan çift sonraları daha fazlasını istediklerini fark ederler durumu yani bir nevi. Mila Kunis, Emma Stone , Justin Timberlake’in başrollerinde yer aldığı filmin senaryosunu ve yönetmenliğini üstlenen isim daha önce de Easy A’in prodüktörlüğünü yapmış olan Will Gluck. Özellikle değişen yüzyılın hayatımıza soktuğu en yeni kavram olan Friends With Benefits aynı zamanda bir nevi sosyolojik bir çokaşklılık durumu.
şimdiden bilinmez ancak swinger(eş değiştirme), tek gecelik ilişki ve benzeri tüm yeni ilişkilenme biçimlerini destekleyici bir olgu olduğu söylenebilir. Woody Harrelson, Patricia Clarckson, Rashida Jones ve Richard Jenkins gibi isimlerin yan rollerinde bulunduğu film oyuncu kadrosu ile oldukça iddialı ve aynı zamanda televizyon yıldızlarının beyaz perdedeki çıkarması olarak da nitelendirilecek türden. 109 dakikalık süresi ile Justin Timberlake’in hunk vücudunun tadını çıkartmanıza olanak sağlayan Friends With Benefits ülkemizde benimsenmesi görünürlükte zor ancak hayatımızda çoktan varolan ve görmeye alıştığımız bir kavram olarak girmiş görünüyor. •
Poligaminin daha modernist dünya anlayışı ile törpülendiği ve evriltildiği hali olan bu durumun gebe olacağı yeni sosyolojik oluşumlar ne olur 44
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
Saç Geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nde beni çok rahatsız eden film saç olmuştur. Tayfun Pirselimoğlu’nun Rıza ve Pus’un ardından izleyici ile buuşturduğu hikayenin kısa bir özetini vermek isterim öncelikle; Hamdi yalnız yaşayan, dükkânında yatıp kalkan bir perukçudur. Kanser hastasıdır ve öleceğini bilmekte, ölümü beklemektedir; bir gün dükkânına gelen Meryem’i asosyal kişiliğinin yarattığı yalnızlık ve hastalığının kötücül döngüsüyle kendi saplantılarına ekler. Hikaye de evli olan Meryem’in Hamdi olan ilginç ilişkisi ile evrilir. Ancak olay şudur ki Hamdi Meryem’i takip etmektedir. Bu bir süre sonra kocasını takip edip öldürmeye kadar uzanır. Sorunum da tam bu noktada. Hikayenin o aşamasında Meryem’in kocası hamama gitmiştir ve Hamdi de onu orada yıkanırken dakikalarca izlemiştir. Ardından gittiği yeri adım adım takip eder, sigarasını yakar, meyhaneye giden adamın peşinden gider ve masasına oturur. Tam bu noktada adam ona “sen ibne misin lan?” diye sorar ve salon homofobinin kucağına oturarak kahkahalara boğulur. titlemag.com
Film biter ve soru cevap kısmına gelinir. Sorusu olan var mı diyen IKSV görevlisine karşılık elimi kaldırıp alırım miktofonu ve sorum yok ancak sorunum var diyerek biz bu ucuz güldürüleri yemeyeceğimizi ifade ederim. Ardından yönetmen bana sadece “ sen yanlış anlamışsın der ve susar.” Çünkü ben yanlış anlamadım o yanlış yaptı. Dakikalarca Hamdi ve adam arasında homoerotik sahneleri peşisıra koyan yönetmen kaçar, cevap veremez. Arından başka bir soru gelir oyuncuların sürece nasıl hazırlandığı ile ilgili. Başroldeki kadın oyuncunun cevabı: “minimal sinemada biz hazırlık yapmıyoruz” şeklinde olmuştur. Minimal sinema? Minimal sözcük anlamı olarak “context” demek değil midir ki? Sanırım eline kamerayı geçiren ve biraz kültür bakanlığı kapısında uyuyan film çekiyor. Dileyen izlesin, yorum sizin. •
title.
AGUSTOS 2011
45
Ayın Filmleri
BOX OFFICE 1) Arabalar 2 171.152 izleyici 293 salon / 1. hafta 2) Şirinler 727.891 izleyici 184 salon / 3. hafta 3) Maymunlar Cehennemi: Başlangıç 197.442 izleyici 102 salon / 3. hafta 4) Patrondan Kurtulma Sanatı 62.616 izleyici 56 salon / 2. hafta 5) Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 2 763.861 izleyici 114 salon / 6. hafta 6) Her Yerde Aşk 7.832 izleyici 25 salon / 1. hafta 7) Saklı Ruh 25.950 izleyici 52 salon / 2. hafta 8) Transformers: Ayın Karanlık Yüzü 626.190 izleyici 68 salon / 8. hafta 9) Suikast 3.422 izleyici 25 salon / 1. hafta 10) İncir Reçeli 239.994 izleyici 32 salon / 28. hafta 46
AGUSTOS 2011
title.
Kovboylar ve Uzaylılar
Afrika Kedileri
Harry Potter’ın son filmin gittiğimde fragmanı ile beni hayal kırıklığına uğratan film. Nedeni ise fragmanın Türkçe dublajlı olması ve hatta dublajdaki kültürel çakışmalardı. Iron Man’in yönetmeni Jon Favreau’nun yönetmenlik koltuğuna oturduğu başrollerini Daniel Craig, Harrison Ford ve Olivia Wilde’ın paylaştığı Kovboylar ve Uzaylılar (Cowboys&Aliens) 16 Eylül’de vizyona giriyor. Roberto Orci’nin senaryosunu yazdığı filmi orjinal dilinde izlemek belki keyif verici olabilir ancak fragmanında dahi tüm salon dublajla dalga geçerek filme başlamadan notunu verdi! Kovboyları ve uzaylıları buluşturan bu postmodernist cyber-punk için 16 Eylül’ü beklemeniz yeterli.
Disney’den Aslan Kral’a dair gerçekçi bir saygı duruşu! Disney’in yeni oluşumu Disneynature’ın görücüye çıktığı bu belgesel iyi bir başlangıç yapmışa benziyor. Afrikadaki iki kedi ailesini inceleyerek, vahşi doğaya muhteşem görüntülerle birlikte ışık tutan bir doğa belgeseli. African Cats, iki kedi ailesinin yeni doğan yavrularını büyütme çabasını, avlanmayı ve vahşi hayatı öğretmelerini konu alıyor. Bu büyüleyici belgesel büyük kediseverleri ve doğa hayranlarını hayli memnun edecek gibi görünüyor. Samuel L. Jackson’ın yönetmen koltuğuna oturduğu bu yapım Amerika’da vizyona girdiği Haziran ayında oldukça ses getirdi. 89 dakika süren bu görsel şöleni kaçırmamanızı öneriyoruz!
title. puanı 6.8
title. puanı 8.4
Fragman
Fragman
titlemag.com
Başvekil: Son 24 Saat
Bir Zamanlar Anadolu’da
Şeytan’ın İni
Yakın Türkiye tarihine karşı iddialı bir belgesel 17 Eylül günü vizyona giriyor. Filmde, Başbakan Adnan Menderes’in idam sürecindeki son 24 saati geriye dönüşlerle anlatılıyor. İdama hazırlanışı, gördüğü psikolojik ve fiziksel işkenceler, iki oğlunun ölümü inceleniyor, idamından günümüze kadar olan süreçte hangi zengin ailelerin ortaya çıktığı tek tek işleniyor. İsmet İnönü’nün idamlara bakış açısı ve yürüttüğü politika, Celal Bayar’ın durumu ve darbeyi hazırlayan gizli güçler de filmde ayrıntılı bir şekilde işleniyor. Dizi yönetmenliğinden gelen Olgun Özdemir’in yönetmenliğini üstlendiği film bakalım ne tür tartışmalara gebe olacak.
Nuri Bilge Ceylan’ın Cannés 2011’de özel jüri ödülüne layık görülen ve merakla beklenen filmi Bir Zamanlar Anadolu’da Eylül ayının son haftası vizyonda! Kasabalarda hayat, bozkırın ortasında sürdürülen yolculuklara benzer. Her tepenin ardında “yeni ve farklı bir şey” çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar...‘Bir Zamanlar Anadolu’ bir doktorla savcının bir gecede geçen gerilimli hikayesini anlatıyor. Muhammet Uzuner, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel başrollerinde yer aldığı film 150 dakikalık süresiyle de dikkati çekiyor. Bakalım Avrupa’dan tam not alan film anadolu topraklarından geçer notu alabilecek mi?
Eylül ayındaki korku kervanına bir yeni film de Kevin Smith’ten. Senaristliğini ve yönetmenliğini kendisinin üstlendiği film Eylül ayının en iddialı korkularından biri oluyor! Üç lise öğrencisi genç, bir kadınla buluşmaya giderler. Ancak gittikleri yerde onları büyük bir tehlike beklemektedir: Yaşayış tarzlarını onaylamadıkları insanlara ayinleri sırasında türlü işkenceler yapmakta olan gizli bir tarikat. Tuzağa düşen gençlerin kurtulma çabaları bir dizi olayı tetikleyip, insanın içindeki kötülüğün sınırlarını teste tabi tutacaktır. 88 dakika süren filmin başrollerinde Michael Angarano, Deborah Aquila, Nicholas Braun yer alıyor. Bakalım film klasik klise destekli korku öykülerinden biri olmadan özgün bir korku imzası taşıyabilecek mi?
title. puanı 7.4
title. puanı 8.5
title. puanı 6.8
Fragman
Fragman
Fragman
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
47
KÜLTÜR SANAT ÖZGÜ ÖZTUNA
Sergi That’s Fucking Awesome 17 Eylül - 22 Ekim 2011 Galerist Hasköy İplik Fabrikası Kırmızı Minare Sok., 7-11, Piri Paşa Hasköy / İstanbul (Koç Müzesi Karşısı)
That’s Fucking Awesome MentalKLINIK, İstanbul’dan Yasemin Baydar ile Birol Demir’den oluşan kötü şöhretiyle ün salmış bir sanatçı ikilisidir. İkili aynı zamanda süreç, üretim, roller, kavrayış ve sunumu yeniden şekillendiren açık bir laboratuar formuyla tanınırlar. 2000’de birlikte çalışmaya başlayan ekip, yaratıcı fabrikalarına hayat vererek yola devam ettiler... Bir retrospektiften ziyade introspektif olan bu sergi ilk defa 10 yıllık çalışmanın doruk noktasını sunuyor. Bu proje bir disko topu gibi, sanatçıların evrene çok yönlü ve çok yüzeyli yaklaşımlarından bir seçki sergiliyor. Sanatçıların tek bir sözcük dağarcığının veya tarzın sınırlayıcı etkilerine direnen dünyaları, göz kamaştırıcı bir şenlik gibi deneyimlenebilir. Ancak aynı zamanda daha yakından bakıldığında parti sonrası kötü bir deneyimi (bad-trip) veya sonun ürkütücü başlangıcını ima eden altta yatan şiddeti keşfetmek şaşırtıcıdır da. İşleri duygusal tavırlar ile robotik olanlar arasında gidip gelir. Sahte mi, gerçek mi; yoksa hepsi tahrifat meselesi mi? Bunun gerçekleri belli etmemeye çalışan yüz ifadeleri ve titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
49
tavırlarıyla mı bir ilgisi var yoksa yalanları gerçeğe veya sahteyi gerçeğe dönüştürme simyasıyla mı? Başlangıç olarak oyunları birkaç oyuncu gerektirir; böylelikle KLİNİK diziselliğin minimalist bir ideolojisiyle etkileşime girer. Bazı işlere dilimleyerek veya keserek başlanır; bu sayede sanatçılar bir sanat metaforu olarak bir tehlike unsurunu sunarlar. Diğer işleri ise, robotlar ve ‘Sliver’lar gibi insani niteliklerden arındırılmış çalışmaların aksi çağrışımlarla duygusal olarak doldurulmuştur. Bu serginin isminde de olduğu gibi, “That’s Fucking Awesome”, :mentalKLINIK, işlerinde sık sık içinde birbirine tamamen zıt kavramlar barın-
dıran bir dil kullanır; (Mide bulandıracak kadar yakışıklı bir adam / Korkunç güzel bir kız) bu hayatın kaçınılmaz paradoksu üzerine bir düşüncedir… Yoksa ölümün mü? MentalKLINIK MentalKLINIK, 1998 yılında, sanatçı ikilisi Yasemin Baydar ve Birol Demir tarafından kurulmuştur. İçinde bulunulan zamanın tüm parçalarını çalışmalarının malzemesi haline getiren :mentalKLİNİK; ses, eylem, nesne, yazı ve form gibi birçok araçla güncel gerçekliğe işaret eder. Disiplinlerarası çalışma biçimlerinin sınırlarını zorlayarak, tüketim ve üretim alışkanlıklarımızı yeniden yorumlayan bu ikili, kalıplar ve onları var eden ilişki biçimlerini sorunsallaştırır. Sanatçılar, gündelik yaşamdan koparılmış materyal-
leri bulundukları bağlamdan uzaklaştırarak sergi mekânında eğreti, yabancı ve tekinsiz kabul edilebilecek yeni bir estetik form yaratırlar. Jerome Sans Jerome Sans güncel sanat üzerine konuşan, sunan ve sergileyen öncüllerdendir. Dünya çapında bir çok uluslararası kişisel sergiye küratörlük yapan Sans, Lyon, Taipei ve Venedik Bienali gibi önde gelen uluslararası bienallerde küratörlük yapmıştır. Jerome Sans, 2000 yılında ortağı Nicolas Bourriaud ile Paris’de Palais de Tokyo’yu kurdu. Mart 2006’da Birleşik Krallık’ın Newcastle şehrinde Baltic Programı’nda yöneticilik görevine atandı. Görevi, Baltic’i Avrupa’nın en yaratıcı enstitüsü haline getirmekti. Jérôme Sans; Şubat 2008’den bu yana Çin’in ilk özel enstitüsü olan Ullens Centre for Contemporary Art (UCCA)’ın yöneticiliğini yapmakta. •
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
51
• Aybike Esin Tumluer • Yeni nesil tiyatrocu Aybike Esin Tumluer ile tiyatro üzerine konuştuk.
52
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
Tumluer’e tiyatroya nasıl başladığını sorduğumda şöyle açıklıyor: “Orta okuldaydım. Okulda bir oyun oynanacaktı ben de katılmak istedim. Katıldım. Okul hayatımda dersler konusunda aslında oldukça tembel biriydim. Basketbol oynuyordum. Tiyatroya gidiyordum. Lisede Büyükçekmece Kültür Merkezi’nde dört sene kadar tiyatro yaptım. Bir süre de 6- 12 yaş arası gruplara eğitmenlik yaptım. Öyle devam etti. Sonra Haliç Üniversitesi Konservatuar’da tiyatroya devam ettim. Son derece eğlenceli zamanlardı benim için. Tiyatro adına güzel bir eğitimden geçtim.” Aybike Esin, “İlk Küçükçekmece’de başladığımda, sahneye çıkmadan provalar sırasında karar vermiştim. Ne yapmak istediğimi biliyordum.” diyor. “Bir de şöyle bir şey var. Kendini sen ge-
54
AGUSTOS 2011
title.
liştiriyorsun. Öz disiplin çok önemli bir şey tiyatroda. Yani dikte etmeyle yapılabilinecek bir şey değil.” diye ekliyor. Tumluer’e göre, “Tiyatroda dekor önemli değil boş bir alan ve güzel bir fikir iyi bir tiyatro yapmak için yeterli aslında. Tiyatro mobilya sanatı değil sonuçta.” Yine, tiyatroda kategorileri kabul etmekle birlikte, tiyatroyu kategorilerle düşünemediğini de şöyle ifade ediyor: “Elbette dram oyuncuları, komedi oyuncuları var. Böyle kategoriler var ama ben böyle göremiyorum. Dramı dram oyuncuları komediyi komedi oyuncuları oynasın gibi bir söylem benimsemiyorum. Çünkü hepsi iç içe bence. Şöyle de bir şey var; çok klişe ama doğru bir şey: İnsanları güldürmeyi seviyorum.”
titlemag.com
Tiyatroda doğaçlamayı konuşurken de, kalıplardan hoşlanmadığını açıkça belli ederek, “Doğaçlama, tiyatro’da mutlaka olması gereken bir şey. Metne bağlı kalmalı insan evet, metnin özünü kaybetmemeli. Ama doğaçlama olmadan da bu işi yapmak çok zor” diyor. Tiyatro isteğinin ergenliğin maymun iştahlılığından çok daha fazlası olduğu anlaşılınca yakın çevresinden ilk başta tepki almış. Bu durumu kendine özgü mizahi diliyle şöyle anlatıyor: “İlk aşamada çok karşı çıkan oldu. Özellikle ailemden... Aileler “aç kalacak ilerde” korkusu yaşıyorlar. Ama aileler konusunda şöyle bir şey de var: Seni sahnede gördükten sonra destek oluyorlar.”
Türkiye’de tiyatro yapmak isteyen birinin yaşadığı diğer bir sorunsa, sanatın hobi ya da ikinci sınıf görülmesi. Tumluer bu durumu şöyle anlattı: “Bir de aşağılanan bir meslek oyunculuk Türkiye’de. Biri bir yalan söylüyor: Artistlik yapma oğlum. İyi oyuncusun! gibi bir cevap geliyor karşıdan.” Söz çalışmalara geldiğindeyse “Bireysel bir proje olarak Alice Harikalar Olmayan Diyarı’ndayı oynadım geçen sene. Bir kara mizah oyunuydu” diyor. Gelecek planı olarak da, Vala Thorsdottir’in “Çatıdaki Yarasa” adlı oyununun adı geçiyor: “Oyun ülkelerin kendi yaşadığı olaylara göre güncellenebilen bir oyun. Orjinalinde İzlanda’nın sistemine göndermeler var. Türkiye’ye olan uyarlamasında tabii ki güncellemeler olacak. Ka-
sım sonu gibi “Çatıdaki Yarasa”yla sezonu açalım diyorum ben.” (gülümseyerek). Planlardan bahsederken Comedy Del Arte’den açılıyor söz: “İtalya’ya Comedy Del Arte’ye gitme durumum beş yıllık bir süreç aslında. Üniversite 1. sınıftayken okulca Antonio Fava’nın oyununa gittik, bir Comedy Del Arte oyunuydu. Çok beğendim. “Nasıl içinde olurumu” düşünmeye başladım. Ama o sırada çok uzak geliyordu bana Comedy Del Arte. Üç sene boyunca bir daha Antonio Fava’yla görüşebileceğimi hiç düşünmemiştim. Ama kafamda kaldı bir şekilde. Comedy Del Arte’nin temel özelliği seyirciyle iletişime geçerek oyun oynuyorsun. Benim asıl hoşuma giden de buydu. Oyunun seyircinin enerjisine göre şekilleniyor olmasıydı. Bu sene, Antonio, İstanbul’a Comedy Del Arte atölyesi için geldi. Ben de hemen heyecanla referanslarımı aldım ve atölyeye başladım. Fava’ya, ‘Comedy Del Arte’ye çok gitmek istediğimi ve beni beğenir-
seniz lütfen alın. ‘ dedim. O da bakalım izleyelim dedi. Sekiz saat maskelerle, çeşitli karakterle dolu bir çalışmaya girdik. Sonra da mailden kabul edildiğime dair cevap attı bana. Benim için çok önemliydi bu.” Tumluer Türkiye’de tiyatronun geleceği için umutlu olan tarafta görüyor kendini: “Bence özellikle son dört beş senedir oyunlar fazlalaştı. Bir sürü grup var. Bu da hareket getiriyor. Son zamanlarda bir de şu söz konusu: Öteki’ye dokunan çok fazla grup var. Tabii ki ötekinin görünürlüğü çok önemli. Ama burada şöyle bir korkum var: Öteki’yi işlemenin bir moda haline gelmesinden kokuyorum. 23 yaşındayım ve tiyatronun geleceği için çok olumlu düşünüyorum. Diğer önemli noktaysa şu: “Tiyatro para için yapılmıyor ama para olmadan da yapılmıyor. Mesela turneye çıkmak başlı başına para gerektiriyor.” • Röportaj ÖÖ Fotoğraf AAK
• Tiyatro Kalemi • Tiyatro Kalemi rastlantılarla, karşılaşmalarla, arkadaşlıklarla her yerden, her sesten her alandan tiyatro yapmak isteyen birbiriyle uyumlu bir tiyatro ekibi.
Kamer Yıldız, tiyatro kalemi için şöyle diyor: “Bir tiyatro merkezi, görsel sanatlar topluluğuyuz biz. Tiyatro Kalemi adı altında bir araya geldik. Yaklaşık iki yıldır Haymatlos Bar’da bu işi yapıyoruz, barda tiyatroyu. Bizim çıkış alanımız barda tiyatro yapmak. İnsanlara günlük hayatları sırasında, bira içerken, günlük keyiflerinin yanında böyle bir şey de sunabilmek. Toplumun yanaşmak istemediği, var olunmasını istemediği yerlerde var olabilmek aslında amaç. Tiyatro her yerde yapılabilir. Biz de buradan yola çıktık bu amaçla ilerliyoruz…” Tiyatro Kalemi: Rastlantılarla, karşılaşmalarla, arkadaşlıklarla her yerden, her sesten her alandan tiyatro yapmak isteyen birbiriyle uyumlu bir tiyatro ekibinin ismi… Benim üç tane gözlemlediğim şey vardı onları farklı yapan: Birincisi ötekileştirilene dokunmaktan çekinmemeleri, ikincisi her yerde tiyatro yapılabilineceğini savunmaları
60
AGUSTOS 2011
title.
ve bu sebeple de barlarda tiyatro oyunları sergilemeleri, üçüncüsüyse çok farklı yerlerden gelip ortak bir üretim alanı bulabilmeleri, ekip çalışması yapabilmeleriydi. Ekibin ilk oyunu ‘Karaktersizler’; hayat kadınlarının, travestilerin, uyuşturucu bağımlılarının hayatını ele alıyor. Dışlanmanın, ötekileştirmenin, çarpık genel ahlak anlayışının bir eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor karaktersizler. İkinci oyunları “Kıpti”yse Çingenelerin hayatını konu edinmiş. Oyunun adının neden “ Kıpti” olarak seçildiğiniyse Kamer Yıldız “ Özal dönemine kadar Türkiye’de çingenelerin din hanesine Kıpti yazılması” durumundan esinlendiklerini” belirterek açıkladı. Kıpti’de Sevinç Kumaş, Habib Turan, Burak Türker, Murat Şevki Çoban ve Gizem Ertürk oynuyor. Koreografını Selen Çavuşçuoğlu’nun üstlendiği Kıpti’de Reji Asistanı
titlemag.com
Nihan Ekitöz. Oyunun senaryo yazarı ve yönetmeni olan Kamer Yıldız, Kıpti’yi şöyle özetliyor: “ Bazıları gözlerini bir trajedinin içinde açar, mutluluksa hiç kimseye böylesi yakışmamıştır.”
zırlandığı İkircikli Kalbim’in senaryo yazarı Umut Demirci. Yönetmeni Kamer Yıldız, koreografı Selen Çavuşoğlu. Oyuncularsa; Burak Türker, Habib Turan, Sevinç Kumaş ve Özge Gönan.
“Tiyatro Kalemi’nin diğer bir projesiyse tiyatronun bakış açısını sinemaya yansıtmak.” diyor Kamer Yıldız. “Pantolonunuzu indirir misiniz?” ve “ Sabra “ adında iki tane kısa film çıkmış ortaya bu projenin ürünü olarak. Sabra’nın senaryosunu yapan Kamer Yıldız yönetmenliği Öner Saygın Çağlar’la paylaşıyor. Görüntü yönetmeni Öner Saygın Çağlar olurken, yönetmen yardımcıları da Selen Çavuşoğlu, Adar Bozbay ve Sevinç Kumar... Set fotoğraflamasını Kemal Kasapoğlu yaparken oyuncular Burak Türker, Habib Turan, Faruk Ömer Yıldırım ve Sevinç Kumaş.
Umut Demirci oyunun senaryosunu yazdığı sıradaki durumunu şu şekilde anlatıyor: “Bazen bir yüze takılır gözler, o yüzde bir hatırayı bulup çıkarır. Kalem yazmaya başlar içinizde, hisler kelimelere dönüşür, kelimeler birbirleriyle konuştukça içinizde bazı kahramanlar dirilir. Sonra bir gün bu konuşmaları ömrünün değerli vakitlerini bir varoluş öyküsüne can verecek olan oyuncularla tanışırsınız. Kendi öyküsü içinde pencereler aralayabilen izleyiciler oyuncularla buluşup içinizde bir vakitler işlemiş kalemi nefese dönüştürür. Bir yazar işte o an diliyle dişini okşar ve yitirdiklerini anımsadığı o güne döner. Bu karmaşık duyguların birbirine karıştığı andır. Yazarın orada ağlaması gayet doğal karşılanmalıdır. Çünkü
Tiyatro Kaleminin son projesiyse, “İkircikli Kalbim”. Afişinin Kemal Kasapoğlu tarafından ha-
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
61
62
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
içinden taşan kahramanlar gibi taşar yazar da. Ne güzeldir ki; sahnede canlanan öyküyü izlerken hayat hepimiz için tam da orada akmaya devam etmektedir. O gün de içimizden öylece akıp gitmektedir. Ömrün o anında bizi buluşturan her şeye şükranlarımı sunmak isterim.”
bim” in ilk oyununu, 20 Eylül’de saat 9 buçukta, Haymatlos Bar’da izleyebilirsiniz. • Fotoğraf: Kemal Kasapoğlu
Kamer Yıldız’sa “İnsana dair, kadın ve erkeğe dair bir komedi oyunu” olarak tanımlıyor İkircikli Kalbimi. Şu anda provaları devam eden “İkircikli Kal-
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
63
• Ercan Doğan • “Bir Barbie Hikayesi”nin yazarı Ercan Doğan ile kitabı hakkında konuştuk.
64
AGUSTOS 2011
title.
titlemag.com
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
65
Kitabın ismi “Bir Barbie Hikayesi”. Kitaba isim veriliş sürecinin bir öyküsü var mı? Kitap küçük ama gerçek bir öyküye adandı. Hayatıma giren ve Barbie bebekleri olan birinin yaşadığı sarsıcı bir hadise... Onunla tanıştığımda bana Barbie bebeklerle ilgilenmek gibi bir hobisi, daha doğrusu tutkusu olduğunu söylediğinde bunun ne tür bir şey olabileceğine dair bir fikrim yoktu. Uzun saçlı, sakallı biri Barbie bebekleri seviyordu. Onları temizliyor, saçlarını tarıyordu. Kendimi hayatımda karşılaşabileceğim her şeye hazırlamıştım, sıra dışı şeylere bile. Onu öylece kabul ettim. Babasının nerede olduğunu hiçbir zaman öğrenemediğim bu adamın benden önce hayatında sadece annesi vardı. Onun bu tutkusundan ötürü eşcinsel olabilme ihtimalinden korkan ve buna rağmen ona Barbie bebek alacak kadar onu seven bir annesi. Ona eşcinsel olduğunu hiç söylememiş. Bir gün gelecek anlayacak ve buna hiç şaşırmayacak nasıl olsa de66
AGUSTOS 2011
title.
miş. Bana o küçük ama gerçek hikayeyi anlattı. Kendisi gibi bebek tutkusu olan birine bir bebek hediye etmiş. Çocuk hasta ve kimsesiz. İçinde gizlediği hastalığıyla bir evde bir başınaymış. Kendisine hediye edilen bebek o vakitten sonra onun en güzel bebeği oluvermiş. Kendisine bebek hediye ettiği çocuğu günler sonra tekrar ziyaret eder. Çocuk kucağında Barbie bebeğiyle ölmüştür. Artık yaşamıyordur. Dinmek bilmeyen gözyaşlarıyla anlattı bu hikayeyi bana. Beni her ne kadar sarsmış olsa da, eşcinsel temalı bir kitabın içinde geçmesi gereken bir konu bana altın tepsiyle sunulmuş gibiydi. O ana kadar yazmış olduklarımı hiç düşünmeden silmiştim. Buruk bir sevinçti bu doğrusu, ancak ben hikayeyi olduğu gibi yazmadım, yazamazdım. Her okuduğunda ona yaşadıklarını hatırlatamazdım. Meselenin derinlerinde sevgisizlik vardı ya… hayatında kendisine hiç bebeğim denmemiş bir kimsesizin bu sevgiyi bebeklerde aramasıdır bu dedim, öyle tahayyül ettim. Ve bu “Bir Barbie titlemag.com
Hikayesi”dir dedim.
Romanı bastırma aşamasında “eşcinsel temalı“ bir kitap olduğu için basım evleri tarafından negatif bir ayrımcılıkla karşılaştınız mı? İlk baş vurduğum yayın evi bu isteğimi kabul etti. Olması gereken de buydu. Muhafazakar dahi olsa (kendi yayın evim için demiyorum) bir yayın evinin eşcinsel temalı olduğu için bir kitabı reddetme hakkını kendinde görmemesi gerektiğini düşünüyorum. Tüccar zihniyetiyle bu işi yapmadıkları sürece prestij meselesi olarak görmeleri çağın ötesinde kalmamaya gayret eden bir toplum için onur kırıcı sayılırdı. Yayın evinin para kazanma hırsından ötürü reddedilmediğim olasılığı da insanın canını acıtıyor gerçekten. Kitapların neden yazıldığı, neden okunduğu meselesini derin bir içgörüyle algılayabilmek çok önemli. Bir kitabın içeriğine karşı tutumu toplumun dini inanç olsun, siyasi görüş ya da cinsel titlemag.com
yönelim konularındaki hassasiyetlerini gözeterek şekillendirmenin ne adil bir tarafı ne de akıllıca bir açıklaması olabilir. Kitaplar keşifler için vardır.
Aslında temel olarak “Bir Barbie Hikayesi“ni yazmakta sizi en çok motive eden şey neydi? Bu kitabın üstleneceği bir misyonu olmalıydı. Eşcinselliğin tercihten çok bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Bunu sivri dillilik olarak düşünmeyiniz. Eşcinselliğin hastalık gibi değerlendirilmesi ve eşcinsel bireylerin, gaylerin ya da lezbiyenlerin heterosexuellere karşın daha güçsüz oldukları, irade zayıflığına sahip ve de daha mazbutluktan uzak oldukları kanısı (ahlaksızlık olarak değerlendirilmesine değinmek bile istemiyorum) gibi zırvalar çoktan alabora edilmesi gereken acımasızca üretilmiş şehir efsaneleriydiler.Aksine hayata iki farklı cinsiyet gözüyle bakabilmenin yaratacağı başarının kanıtlanabilir title.
AGUSTOS 2011
67
bir tarafı olduğu da açıktır. Bunun dünya üzerinde örnekleri var. Öte yandan eşcinsel temalı bir kitap yazınca aşkın ne olduğu, olabileceği sorgusuna girmek gerekiyordu. Henüz cevabı bulunmamış bir soruydu aşkın ne olduğu. Bu açıdan düşününce eşcinsellik hakkındaki katı düşünceleri de pasivize etme olanağı bulunabilinecekti. Benzer jargonlar içinde kendisine sağlam savunma yeri bulmuş olacaktı. O halde ana fikir şu olmalıydı. Bir erkek başka bir erkeği sevebilir, ona aşık olabilir. Aynı erkek bir dağın zirvesine tırmanmayı başarıp çetin soğuklara dayanabilir. Çıktığı minderde rakibini yerden yere vurabilir. İyi futboluyla göz doldurabilir. Tek yumrukla diğer boxörü devirebilir. Aynı erkek nihayetinde bir barbie bebeği sevebilir. -Aşkın sınırlarını reddetmenin olumlu yanlarını- böyle bir hayatın içine sığdırabilir… Bu şey beni baştan beri kitabı bitirmem gerektiği konusunda sürekli uyardı. Bir eşcinselin yapabilecekleri konusunda sınırlar koymanın yanlışlığını anlatmaya çalışma gereği artık elzemdi. İnsanların aklındaki kalp kıran soruları yumuşatmaktan ve bu anlamda tabuları bir nebze olsun yıkabilme olanağının olmasından daha motive edici ne olabilirdi ki?
Kitap çıktıktan sonra çevrenizden gelen tepkiler nasıldı? Böyle bir kitap yazdığınızda kaçınılmaz olarak eşcinsellerin desteğini cebinizde bilmek insanı üzüyor doğrusu. Bununla yetinemezdim. Bir heterosexuelin sizi tebrik etme, elinizi sıkma gi68
AGUSTOS 2011
title.
rişimini görmemeniz sizi ister istemez başarmadığınız kaygısına itiyor. Öyle bir durumda sihirli değnek arama ihtiyacınız baş gösterebiliyor. Çok manidar gelen bir şey var. Toplumda yanlış kanıların karşısına dikilip, heterosexuel sevgisi gibi eşcinsel sevginin de bir bebeği sevmek gibi tertemiz bir duruş olduğunu gözlemlemek ve bunu içselleştirmek bana gelen en güzel eleştirilerden biriydi. Bir armağan gibiydi, teselli edici. İşin başında olan heyecanlı biri için umut vericiydi.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Menfaat peşinde koşan biri gibi görünmek hiç hoşuma gitmeyecek bir şeydir. Sesimizi duyurmak konusunda elde edeceği küçük bir başarı için bu hikayenin beyaz perdeye taşınmasına yönelik kalbimden istekler geçmiyor değil. Menfaatse bile böylesine başarı odaklı bir menfaatin arkasında durmaktan kendimi hiç alıkoymayacağım… Bir şey daha… Eşcinselliği somut olarak entellektüel ortamda yaşayabilmek ve savunabilmek oldukça zorken, kırsal kesimlerde, varoşlarda, arka mahallelerde bunu yapabilmenin zorluğunu tahmin bile edemiyorum. Buna katkısı olması açısından eşcinsel edebiyatın sahip olması gereken dili çok iyi seçmek gerektiğini düşünüyorum. Saklanmış ve herkesten korkuyla gizlenmiş bir yaşam alanının bu edebiyattan yararlanması gerekir diye düşünüyorum. O nedenle yalın olmakta fayda var… • titlemag.com
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
69
70
A R K A
Zülfü Livaneli: Serenad
French Oje: Erkek Dedikodusu
Roman okumak istiyorsanız… Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i karşılamasıyla başlar. 1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir. Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor. •
Derin ve Pera, birbirini tanımayan iki kadın, ortak bir arkadaşlarının düğününde “bekârlar masası”na düşerler, bu talihsizliklerini sohbetle bastırmaya çalışırken, koyu bir muhabbet başlar. Derin ve Pera’nın birbirlerine anlattıklarını, sırlarını, güldüklerini, ağladıklarını dinlerken masadaki 3. kişi olarak sizin de sohbete dâhil olmamanız mümkün değil. Her türlü dedikodunun döndüğü bu masaya davetlisiniz, bakalım Derin ve Pera neler anlatacak? Neler yaşayacaklar?
AGUSTOS 2011
title.
Birbirinden Resul Balay ve George Michael, Küçük Ceylan ve Chris Martin, Cindy Crawford ve Kaddafi kadar farklı olan kızlar, erkek dedikodusu konusunda kendilerini bile şaşırtacak kadar uyumlu çıktılar. Bütün kızların kendi aralarında dönen erkek dedikoduları bir kurgunun içinden gizli gizli erkeklere gülümsemeye başladı. •
titlemag.com
K A P A K
A R K A
K A P A K
John Verdon: Aklından Bir Sayı Tut
Chuck Palahniuk: Ölüm Pornosu
Bir adam, posta kutusuna bırakılmış imzasız bir mektup alır. Mektupta şöyle yazmaktadır: “Aklından herhangi bir sayı tut. 1 ila 1000 arasında herhangi bir sayı.” Adam öylesine 658 sayısını tutar. Not şöyle devam etmektedir: “Sırlarını nasıl bildiğimi göreceksin... Küçük zarfı aç.”
Palahniuk’un hayal dünyasına hoş geldiniz! Yoksa kâbuslarına mı demeliydik? Palahniuk bu defa romanının odağına başka bir “marazi” karakteri, porno kraliçesi Cassie Wright’ı oturtmuş; ama bir nesne olarak. Çünkü her ne kadar konu, onun, efsanevi kariyerini kameralar önünde art arda 600 erkekle seks yaparak kıracağı bir dünya rekoruyla taçlandırmak istemesi olsa da, bu rekoru kırmasında ona yardımcı olacak tali oyuncuların, yani “damızlık erkekler”in anlatımıyla şekilleniyor roman. Sıranın kendisine gelmesini bekleyen Bay 72, Bay 137 ve Bay 600’ün gözünden aktarılıyor bu tarihi an. Ve bununla birlikte, onların trajikomik hayat hikâyeleri de, bir rekordan ziyade ölüm pornosuna dönüşecek çekimler sırasında bir bir dökülüyor ortaya. •
“Aldıklarını geri vereceksin Vermiş olduklarını aldığın zaman. Biliyorum ne düşündüğünü, Ne zaman uyuduğunu, Nereye gittiğini, Nereye gideceğini. Seninle bir randevumuz var, Bay 658.” Sıradanlıklara meydan okuyan, anında başınızı döndürecek ve ilgi çekici karakterlerinin kalp atışlarını tüm gerçekliğiyle hissedeceğiniz bir kitap “Aklından Bir Sayı Tut” kolay kolay unutmayacağınız bir roman. •
titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
71
GEZİ AYŞE NAZ BAYKAL
Dubrovnik Dubrovnik Balkanlar gezimdeki durakların en adı ünlüsüydü. Karadağ’dan otostop çekerek ulaştığım ve bu sırada çok tatlı bir Hırvat çiftle yolculuk ettiğim Dubrovnik’le ile ilgili detayları öğrenme fırsatı yakaladım. Şehrin sakinleri Dubrovnik’te yaşamaktan çok da mutlu değil çünkü onlara göre şehir en fazla 3 ay gelir getiriyor ve 9 ay yapacak iş bulamıyorlar. Tatil kentlerinin de laneti bu olsa gerek. Hırvatistan’da Hırvatça ve Dalmaçyaca denilen bir dil konuşuluyor. Bu dilin ise en komik tarafı merhaba kelimesinin “Bok!” olması. Kent 90’larda savaşın tam ortasında kalmış ve duvarları kanlarlarla sulanmış. Her ne kadar savaştan çok bahsetmek istemeseler de gözlerinden acı dolu yıllar yaşadıkılarını anlayabiliyoruz. Kente girerken şehri kuşbakışı görmek olağanüstü. Eski kent çok iyi korunmuş durumda ve titlemag.com
title.
AGUSTOS 2011
73
çok da şaşaalı. İlk yapılacak aktivite kentin dışında duvarları takip ederek yürümek olmalı. Tarihi duvarların yanındaki doğal güzellikler de şehrin tamamlayıcı özelliklerinden. Eski kentin içine girdiğinizde ilk olarak şehrin bir sanat şehri olduğunu anlıyorsunuz. Ressamlar tablolarını yaparken bir yandan satışlar oluyor, sokak müzisyenleri de kulağınızın pasını siliyor. Ancak Dubrovnik’te tek başına amatörce müzik yapan kimseyi görmedim. Özellikle akşamları sokakta bir jazz grubu çalıyor ki bütün insanlar lokantalardan çıkıp meydana bu grubu görmeye geliyor. Herkes dans etmeye başlayınca da gitarist 74
AGUSTOS 2011
title.
şapkasıyla para toplamaya başlıyor. Eski kentin içerisinde gezilebilecek bir sürü yapı var. Stradun yani şehrin meydanı her zaman dopdolu ve canlı. Papağanla şov yapan sanatçı gerçekten de çok dikkat çekiciydi. Ayrıca buraya çok yakın olan saat kulesi de geçerken görülebilecek şahane yapılardan biri. St. Blaise’s Kilisesi Stradun’un sonunda yer alan ve içindeki onlarca sanat eseriyle görülmeye değen bir kilise. Sanat ile ilgilenenler ve Dubrovnik’in eski tarihini merak edenler Şehir Müzesi’ni de sevebilir. Deniz araçları ve teknelere ilgi duyanlar ise Maritime titlemag.com
Müze’sini gidilecek yerler listesine eklemeliler. Eski tarihten çok yakın tarihle ilgilenler için “War Photo Limited” sergisine gitmelerini şiddetle öneririm. Savaş fotoğraflarının bulunduğu modern müzede genellikle Yugoslavya’nın parçalanması sırasında çekilen fotoğraflar sergileniyor. Dubrovnik’ten bahsedip de sahillerden bahsetmemek hiç olmaz. Dubrovnik’in kumsalları dünyanın en güzel ve en özel kumsallarından bir kaçı. Dalmaçya Adaları manzarasıyla denize
girmek çok ama çok keyifli. Denize girilebilecek en güzel yerlerden biri Lapad Körfezi. Oteller ve restoranların çokca bulunduğu bu kumsalda otellerde kalmıyorsanız bile rahatça denize girebilirsiniz. Eski kente en yakın kumsal ise Banje. Bu plaj şehrin kapılarından birinin hemen dışında. Plajlardan kano kiralayıp eski şehrin duvarlarını bir de deniz kıyısından gezmek çok eğlenceli bir fikir olabilir. Tabii ki dikkatli olmak kaydıyla. Bu plajların dışında yapılacak en güzel şey feribotlarla adalara geçmek olabilir. Gitmesi yaklaşık 20 dakika süren Lokrum Adası tatilcilerin günlerini geçirdikleri bir plaja sahip. Bu adada
bir de çıplak plaj bulunuyor, ilgilenenlere duyurulur. Adalardaki plajları tercih etmezseniz de tekne turlarında çok iyi vakit geçirebilir en mavi koylardan denize girebilirsiniz.
vizeye ihtiyacı yok ama öğrendiğime göre Hırvatistan çok yakında Avrupa Birliği’ne girecek. O yüzden eğer vizesiz seyehat etmek isterseniz elinizi çabuk tutun derim.
Nasıl Gidilir?
Nerede Kalınır?
Türk Hava Yolları’nın Zagreb ve Dubrovnik’e uçuşları mevcut. Onun dışında Hırvatistan Hava Yolları sizin için daha ekonomik bir seçim olacaktır.
Dubrovnik için en ucuz konaklama yolu pansiyonlar. Bence pansiyonunuzu gidince bulun çünkü diğer türlü ararken saatlerce kaybolabilir veya internete güvenip şehirin içinde diye dağ başında bir yerde konaklayabilirsiniz. Temiz ve güzel bir pansiyonun kişi başı konaklama bedeli iki kişilik odalarda 30 TL civarında olacaktır.
Para Birimi? Hırvat Kunası’na hakim olmak çok da kolay değil. 1 TL yaklaşık 3 Hırvat Kunası’na denk geliyor. Elinize gelen para bol olduğundan kontrolü kaçırabiliyorsunuz dikkatli olun. Vize Nasıl Alınır? Türk vatandaşlarının Hırvatistan’a girmek için
Nerede Yenir? Wanda Restoran en iyi en güzel ve en temiz akdeniz yemeklerini tadabileceğiniz bir restoran. Bunun dışında eski kentin içindeki pizzacılara da şans verin derim. Şehrin denize bakan arka kapısından çıktıktan sonra ise Dubrovnik’in en iyi dondurmacısı var. •
title.