SAYI 11 • KASIM 2011
title.
Aren Arda Kaya, aren@titlemag.com Ayşe Naz Baykal, aysenaz@titlemag.com Cansu Onomay, cansu@titlemag.com Emre Sağlam, emre@titlemag.com Emre Temiz Yağmur Çenberli, yagmur@titlemag.com Katkıda Bulunanlar Efe Demiral, Larissa Araz
title. Aylık Yaşam Dergisi Dergimizde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan izinsiz, kaynak belirtilmeden tam veya özet alıntı yapılamaz. Öneri ve şikayetleriniz için title@titlemag.com adresine mail gönderebilirsiniz.
Aren Arda Kaya aren@titlemag.com
İÇİNDEKİLER KASIM 2011, SAYI 11
06
24
MÜZİK ***
MODA ***
Coldplay The Field Tycho Bill Frisell Mispis Röportajı Annie’nin Aydınlık Arayışı
Kısa Haberler Sonie Rykiel Kasım Kombinleri Son Durak 60’lar
52
64
70
SİNEMA ***
KÜLTÜR SANAT ***
GEZİ ***
Gezici Film Festivali Başlıyor! Zenne Bir Gün Footloose Tenten’in Maceraları Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Ayın Filmleri Box Office
İsimsiz Arka Kapak
İspanya
MÜZİK EFE DEMİRAL, EMRE TEMİZ
Coldplay – Mylo Xyloto Coldplay, sevenlerinin merakla beklediği yeni albümü Mylo Xyloto’yu ekim ayı sonunda çıkardı. Sevenlerinin fazlasıyla merak ettiği bu albümü ben pek merak etmiyordum, zira aşağı yukarı nasıl bir albüm olacağını kestirmek pek de zor değildi. Müzik eleştirmenleri ısrarla Coldplay’in albümleri arasındaki küçük sound değişikliklerini büyük dönüşümler şeklinde yorumluyorlar ama ben durumun böyle olduğuna kesinlikle katılmıyorum. Coldplay’in müziği hiçbir zaman sizi şaşırtmıyor, Bu stabilliği iyi bir durum gibi görenler olabilir ancak birileri bir grubu döneminin en yaratıcı gruplarından biri olarak adlandırmakta ısrar ediyorsa o yaratıcılığı bir şekilde dinleyicilerin de görmesi lazım. Mylo Xyloto da bu imajı zihnimize sokmakta yetrsiz kalıyor. Coldplay’in müziği yine fazlasıyla tahmin edilebilir ve sıkıcı. Sadece sound konusunda güzellikler var, ancak bu kadar büyük prodüksiyonlara sahip olan bir grubun bu konuda başarısız olması epeyce ayıp olurdu.
düşünmüştüm. İlk single Paradise biraz daha eli yüzü düzgün bir şarkı, ancak albümün tamamının sıradanlığı aşabildiğini söylemek çok zor. İlk eleştirelere bakarsanız Charlie Brown ve Princess of Chine gibi şarkıları öne çıkaranlar fazlaca olmuş. Bu albümde benim içime sinen tek şarkı ise “Us Against the World” oldu. Belki içinde bir Don’t Panic, Fix You havası gördüğümdendir… Rihanna ile düet yapan bir grup olarak Coldplay gözümde giderek müzik endüstrisinin fahişelerinden birine dönüşüyor. Eğer ana akım bir pop albümü dinlemek istiyorsanız Mylo Xyloto bunun için çok uygun; ancak gerçekten kendi içinde duruşu olan bir Coldplay özleminiz varsa Parachutes veya X&Y’ye tekrar dönüşler yapmak daha mantıklı olacaktır. •
Albümün ilk habercisi olan Every Teardrop is a Waterfall’un da overrated bir şarkı olduğunu
titlemag.com
title.
KASIM 2011
7
The Field – Looping State of Mind From Here We Go Sublime albümüyle hayatımıza giren Axel Willner’in minimal/tech-house projesi The Field, yeni albümü –yine çok başarılı bir isim seçimi- Looping State of Mind’ı çıkardı. İlk LP albümü From Here We Go Sublime çıktığı yıl olan 2007’nin en iyi albümlerinden biri olunca daha bir dikkatli gözlerle takip etmeye başlanan proje şimdiye kadar pek hayal kırıklığı yaratmadı. Willner, yeni albümde de beklentilere cevap vermeyi başarıyor. The Field şarkılarında insanı kendi içine çeken ve oraya hapseden bir tını var. Minimal müziğin doğasında da böyle bir yapı olması beklenir belki de ama bunu gerçekten başarabilen sanatçı sayısı pek fazla değil.
sokmayı başarıyor. Bir minimal müzik albümünü yorumlamak fazlasıyla zor, genel oalrak amaç minumum sesle bir “audio-universe” yaratmak olduğundan bunu kelimelere dökünce o havayı yakalayamıyorsunuz. Yazık oluyor yani… En iyisi elektronik müziğe ilginiz olsun olmasın ilk fırsatta bu albümü dinleyin. Ha bir de şey; Burned Out ve Then It’s White’ı daha bir dikkatli dinleyin. Mükemmel geçişlere rağmen şarkıların değiştiğini anlayabilirseniz tabii. •
Looping State of Mind ilk dinleyişte belki de savrukluk derecesinde rahat bir albüm. Ancak tekrar tekrar dinlediğinizde ayrıntılara ne kadar özen gösterildiğini ve müziğin katmanlarını keşfedebiliyorsunuz. Yedi şarkılık albümün üçüncü üyesi olan “Burned Out” endüstriyel denebilecek bir bas yürüyüşü üzerine kurulu ve aksak yapısına rağmen bir şekilde sizi moda
8
KASIM 2011
title.
titlemag.com
Tycho – Dive San Francisco’dan çıkma sanatçı Scott Hansen’in ambient/chillout projesi Tycho, kış mevsimine yeni albümü Dive ile güzellik katıyor. Past is Prologue ve Sunrise Projector albümleriyle büyük başarı kazanan müzisyenin bu albümdeki müziğini tanımlamak için yine en kolay etiket “easy listening” oluyor. Scott Hansen’in müziğini dinlemek gerçekten yormuyor insanı; aksine dinlendiriyor, gevşetiyor. Ancak birazcık daha dikkatli dinlediğimizde Dive albümünün önceki çalışmalarına göre daha karanlık ve sert bir albüm olduğunu farkedebiliyoruz. “Coastal Brake” ve “Hours” bu değişikliğin en çok göze battığı şarkılar. Özellikle Coastak Brake’in idm bir damarı da var. Tabii “Melanine” ve “Elegy” gibi şarkılarda hala bir Past is Prologue havası var. Hansen köklerinden kesinlikle kopmadan ufak değişiklikler ve ayrıntılarla daha derin bir müzik yapmayı başarmış. Tyco’nun en güzel yanı çalışırken dinlemenin epey iyi gelmesi. Bir albümü sıkıcı sorumluluklara fon müziği yapmak bir yanıyla acımasızlık olabilir ama ne yapalım işte; “modern zaman”. •
titlemag.com
title.
KASIM 2011
9
Bill Frisell – All We Are Saying John Lennon sever misiniz? Bu soruya cevabınız olumlu ise bu albüm sizi epey heyecanlandırabilir. Günümüz caz müziğinin en başarılı gitaristlerinden Bill Frisell, John Lennon ve Beatles şarkılarını yorumladığı bir albüm olan All We Are Saying’i çıkardı. Daha önce Tonny Bennett, Brad Mahldau gibi birçok önemli müzisyenden de Beatles şarkılarının caz versiyonlarını dinlemiştik; ama sanırım Bill Frisell’in bu çalışmasını diğerlerinden ayırmak gerekiyor.
çok zor. Ama hem orjinaline, hem The Smiths yorumuna hem de Fiona Apple yorumuna aşık olduğum –epey aşığım bıraksalar evlenirim o derece- Across The Universe, bu aşkın torpiliyle ilk sıraya yerleşebilir. Bakayım, evet yerleşti. “Jai guru deva om!” •
Frisell, All We Are Saying’de şarkıların orijinal hallerine fazlasıyla sadık kalmış. Kendi müziğinde de fazlasıyla sahip olduğu bu mütevazılık bu şarkılara çok yakışmış. Bu yetenekte bir gitaristin şarkıların altından girip üstünden çıkması beklenebilir. Ancak Frisell şarkıların ana hatlarına dokunmadan küçük dokunuşlarda bulunarak atmış imzasını. Özellikle sound konusunda kafayı kırmış olmasının etkileri bu albümde de görülüyor. Albüm sadece gitar soundu olarak değil genel olarak sound konusunda çok başarılı. Bu albümdeki bütün yeniden yorumlamalar çok başarılı, içlerinden birkaçını öne çıkarmak
10
KASIM 2011
title.
titlemag.com
• Mispis • İstanbul indie-underground piyasasında bir yer edinmeyi başaran İzmirli grup Mispis’le yaptıkları müzik üzerine konuştuk.
Zafer Sernikli Yaklaşık iki yıldır çeşitli festivallerde ve Peyote, Dogztar gibi mekanlarda verdikleri konserlerle İstanbul indie-underground piyasasında bir yer edinmeyi başaran İzmirli grup Mispis, Görkem Karabudak’ın prodüktörlüğünü yaptığı ik albümünün kayıtlarını tamamladı. Albümün çıkmasını ve takvimin yoğunlaşmasını beklemeye gerek duymadan bütün grubu bir arada yakalayıp havadan, sudan, sesten, tahtadan, binalardan falan konuştuk. Ama en çok da sesten…
serlere başladık zaten.
Kaç yıldır sürüyor bu tanışıklık durumları? Berk: Zafer ve ben 2002’de tanştık ve müzik yapmaya başladık. Sonra Birant’la 2005 senesinde beraber çalmaya başladık. Çağlar: 2004’ten beri tanışıyorduk biz de ama beraber hiç çalmamıştık.
Hiç sıkılmadınız mı birbirinizden? Önce sıkıcı kısımları atlatalım. Grubun oluşumu nasıl oldu? Berk: İstanbul’da öğrencilik ve ev faslıyla başlıyor Mispis. İlk kadrosu aslında bu değil. 2008’de ben, Zafer ve Alp Alptekin şeklindeydi grup. İlk baştan beri cover değil de beste üzerine çalışmalarımız vardı. Bir sene sonra Birant da üniversite kazanıp aramıza gelince klavyecimiz de oldu. Sonra bir anda Çağlar damlayıverdi Alp’in özel sorunlarından dolayı. Ondan sonra da zaten sahneler falan çağlarla başladı temel olarak. İki buçuk senedir falan kadro böyle. Sonra da kon-
14
KASIM 2011
title.
Grup: Çok sıkıldık (gülüşmeler vs) Çağlar: Ne kadar yakınlaşıyorsan o kadar itiyorsun birbirini bazen. Belli dönemlerde birbirimizi ittiğimiz oluyordu doğal olarak ama birbirimizi itmekten de sıkılmadık henüz. Birant: Grup zaten zor bir hayat. Herkesin farklı farklı hayatları var. Onların bi kesişimini alıyosun. Berk: Bir de bizim bu süreçte sıradan bi gruptan ziyade ev hayatında fazla iç içe olduk. O yüzden bazı şeyler güzelleşti bazı şeyler kötüleşti ama aynı zamanda dostluk da yoğunlaştı.
titlemag.com
Berk Sivrikaya
Sürekli birliktesiniz galiba. Sürekli müzik çıkıyor mu peki? Zafer: Evde çıkıyor. Zaten evde sürekli bi çalma ortamı var. Sürekli ortada olan bi gitar. Onun üzerinden çıkıyor bir şeyler. Berk: Biz bunu bi proje olarak değil de bi hayat görüşü olarak benimsiyoruz. Kendiliğinden oluşuyor. Evde gitar birimizin eline geçiveriyor ve biri onun üzerine bir melodi söylemeye başlıyor. İhtiyaç üzerine doğmuş bişey aslında. Samimi yani.
Kendi içinde özgün bir müziğiniz var. Kimlerden etkilendiniz?
Berk: Beatles severiz, The Doors severiz. Herkes Pink Floyd sever. Zafer: Bundan sonra ayrılır ama. Herkesin müzik zevki farklılaşır.
Bu farklılaşmalar çatışma yaratıyor mu? Zafer: Tam tersi oluyo aslında. Zıtlıkların birleşiminden daha özgün bişey çıkıyor. Berk: Adınızı biz koyamıyoruz. Zafer: Müzikal zevklerin ortak paydası değil de tüm herkesin sevdiğinin toplamı gibi. Herkesin hissettiği şeyler olunca daha enteresan işler çıkıyo ortaya.
Mispis ismi neyin kafası peki? Zafer: Ben bi müzisyenin dinlediği hiçbir şeyden etkilenmeme durumu olduğuna inanmıyorum. Dinlenilen her şeyden etkileniliyor. Bu çay bardağının sesinden bile. Müzikal açıdan etkilendiğimiz çok fazla grup var. Çünkü müzik zevklerimiz çok aynı değil. Herkes farklı şeyler dinliyor. Herkes farklı stilde işler yapıyor. Çağlar: Hepimiz Radiohead severiz.
titlemag.com
Berk: Mispis gerçekte olmayan bişey. Yabancı dillerde anlamı varmış ama sonradan öğrendik. Ben zamanında şiir karalarken mispis diye bi sözcük kullanmıştım. Bu süreçte de İzmir’de eski bi projemiz vardı. İstanbul’a geldiğimizde proje değişikliği, sound değişikliği, ruh değişikliği, yaşam tarzı değişikliği ile beraber yeni bir grup
title.
KASIM 2011
15
Birant Göçeli ismi üzerine de gitmeye başladık. Sonra ben mispis sözcüğünü önerdim. Mispis siyah-beyaz bi sözcük; içinde zıtlık burunduran bi sözcük. Hem temiz hem kirli bişey. Bizim yaşam tarzımızda da zıtlık ve birliktelik vardı. Benimsedik sonra da. Benim için şiirde kullandığım anlam grup içinde benimsenen anlamdan farklıydı. İlk anlamı biraz “adult” olacak ama: “Bir sevişme sırasında kadın adamın sırtını tırmaladığında tırnaklarının arasında kalan et parçaları mispistir,” demiştim ben. Çünkü sevişmek güzel bişey ama oradaki et parçaları kirli bişey. Ama dediğim gibi grup içitam olarak bu anlam değil. Zafer: Ama çok da uzak bi anlam değil. Genel olarak güzel diye çirkin diye tanımlanabilecek şeylerin bir arada olduğu bir iş.
Mispis nelere karşı olan hassasiyetini müziğine yansıtıyor? Berk: Öncelikle rutinlere karşı sanırım. Bazı tepkisellikler var. Yani bir şeylerden rahatsız oluyoruz. Bu sadece bir duvarın rengi de olabilir, düzenin kendisi de olabilir. Ya da bir kadın– erkek,
16
KASIM 2011
title.
erkek-erkek veya kadın-kadın ilişkisi de olabilir. Her türlü tepki verilebilecek şeylere olan tepkiler. Sadece tepki olmasına da gerek yok mispis biraz müzikal kaygı içeren biey aslında. Bir de içinde bulundğumuz toplumun müzikal anlayışı yozlaşmakta olduğu için her ne kadar bunu tepki olarak görmek istemesem de bu da kendiliğinde olan bi tepki aslında. Müzikal kaygı. Birant: Farklı bir şey yapma isteği de yozlaşmaya karşı bir şey sonuçta. Çağlar: Bizdeki tepki kaygı değil genel olarak. Hatta bi dönem çok fazla şarkı çıktı; ard arda dizdik “Hacı siz tüketin biz üretiriz!” gibi oldu. Bu tüketme kafasına karşı bir şey olabilir. Berk: Absürd ve avantgarde şeyleri de seviyoruz aslında. Biraz anlaşılmaz ya da zor tüketilir şeyler üretiyoruz bazen. Şarkı sözlerimiz ilk dinlediğinde “Ha bunu demek istemiş,” diyebileceğiniz cinsten sözler değil.
Sözlerinizde bi bilinçakışı kafası var mı? Eğer yoksa kullandığınız uyuşturucuları saymanız gerekecek.
titlemag.com
Çağlar Kutlu Berk: Fazla haşır neşir değiliz uyuşturucu konusunda. Ama bir serbest çağrışım kafası bazı şarkılarda var. Ama onun dışında tek bir şey üzerine odaklanan şarkı sözleri de var. Uyuşturucu konusuna gelince farklı bi zamanda farklı bi ülkede yaşasaydık çok acayip uyuşturucular kullanabilirdik. Ama bulunduğumuz düzende kafayı güzel etmek için uyuşturucuya gerek yok.
Haydarpaşa yandıktan sonra şarkı yaptınız, çalarken de moda giriyormuşsunuz fazlaca. Orada “idam ettiler paşayı” geçiyor. Mealini almak istesek? Berk: O biraz politik bi durum. Haydarpaşa’nın otel yapılması üzerine bazı projeler vardı. Sonrasında her nasıl oluyorsa çatıda yanıcı madde kullanıldı ve üstüne bi yangın çıktı. Ben bir kasıt aramak istedim sözleri yazarken. Haydarpaşa “Seni yeneceğim İstanbul”un başlangıç noktası. Protest bir hareketin başlangıç noktasıdır ve o yüzden suçludur. İdam edilmesi gerekir. Zafer: Şarkı biraz ironik bir şarkı. Haydarpaşa’nın yanışını yan diye bağırarak ve seyirciye göbek
titlemag.com
attırarak anlatıyoruz. Aslında daha hüzünlü bi yana çekip eski türk filmlerindeki hüzne çekip yakıyoruz.
Albüm kayıtları bitti sanırım. Nasıldı süreç? Berk: Gayet verimli geçti. Zafer: Toplam iki ay sürdü ama aralıklar oldu tabii. Berk: Albüm sürecinde yanımızda olan, prodüktörlüğümüzü ses mühendisliğimizi yapanlar da bizle aynı frekansta olduğu için dostane eğlenceli bizi geliştiren bi süreç oldu. (Albüm kaydı 3K1A 3kulaklı1adam stüdyosunda Ercüment Subaşı ses mühendisliğinde ve Görkem Karabudak prodüktörlüğünde yapıldı.) Birant: Pek iş gibi değildi birlikte takılıyoduk aslında. Berk: Şu an şirket görüşmeleri var. Sonrasında mastering ve çıkış.
Sayıca fazla grup albüm yapıyor. Nitelikleri başka bir tartışma konusu elbette. Bu koşullarda kendi albümünüzden beklentiniz ne?
title.
KASIM 2011
17
Berk: Mesela yurtdışındaki festivallere başvurmak için sizin elinizde albümünüzün olması gerekiyor. Çünkü oradaki insanlar burada olduğu gibi myspace linkini değil albümünü yolla diyor. Yolluyorsun ve çalıyorsun. Orada muthiş adamlarla tanışıp müthiş bi etkileşime giriyorsun. Bunun dışında bi ego tatmini yanı var. İnsan bazen yaptığını görmek ve kendine bir statü kazandırmak istiyor olabilir. Mesela bir albüm yapmadan önce amatör yaptıktan sonra profesyonel müzisyensin. Mesleğin sorulduğunda “Müzisyenim” diyebilecek lükse sahip oluyorsun.
En son okuduğunuz kitap ve izlediğiniz film? Çağlar: Nasıl Aptal Oldum / Martin Page Kaybedenler Kulübü Berk: Halikarnas Balıkçısı / Mavi Sürgün The Thing Birant: Kafka / Dönüşüm - Otomatik Portakal Zafer: Ece Temelkuran / Muz Sesleri - Star Wars 2 • ET - AAK
18
KASIM 2011
title.
titlemag.com
Annie’nin Aydınlık Arayışı Annie Clark’ın -nam-ı diğer St. Vincent’in- müziğiyle tanışıklığım bu yılın ilk aylarına dayanıyor. Marry Me adını taşıyan ilk albümündeki Paris is Burning parçasının bir performans videosunu izlememle yeni, büyük ve gerçekten ‘müziğe yakın’ bir müzikle karşılaştığımın farkındaydım. Annie Clark’ın kapalı bir yerde tek gitarla çalıp söylediği bu performans bana hiçbir zaman dinlemeye doyamadığım canlı bir kayıt olan Jeff Buckley albümü Live at Sin-é’yi hatırlattı. Bu anımsama sadece bir singer-songwriter işinden ibaret olmasa gerek ki etkisi aylardır sürüyor. Müzisyen icracılığı ve sahne hakimiyeti bir yana, her iki performanstaki derinlik ve adını koyamadığım incelik sanırım bu müzikleri özel kılan şeylerden bazıları. İşte bu barok etkileşimli multienstrümanist noise hanımefendisi, Marry Me (2007) ve Actor (2009)’dan sonra bu yıl, üçüncü stüdyo albümü Strange Mercy’yi 4AD etiketiyle piyasaya sürdü. Actor albümünde olduğu gibi albümün prodüktörlüğünü de Xiu Xiu, Explosions in the Sky, Modest Mouse gibi grupların da prodüktörlüğünü yapan John Congleton ile birlikte yapıyor.
20
KASIM 2011
title.
titlemag.com
St. Vincent’ın önceki albümlerini dinlemiş ve sevmiş olanlar Strange Mercy’deki enstrümantasyon ile karşılaştıklarında önceki albümlere göre büyük farklılıklar görecekler. “Neo-baroque” diye tabir edilen türü, şarkı yazımlarındaki melodik hat ve madrigal kilise korolarını andıran vokal yazımı ile daha önceki albümlerine yansıtmıştı kendisi. Bu alışılmadık türe sarmalanan fuzzy gitarlar, nefesliler ve jazz-rock etkileşimli groove fikirleri ise bizleri mest etmeye yetti. Strange Mercy koral partisyonlardan kopmamış ve daha ‘hazırlıklı’ diyebileceğim bir albüm oluvermiş. Bu hazırlıklı olma durumu müziğin akışından ve içeriğinden çok canlı performanstaki radikal değişiklikler ile ilgili. St. Vincent Marry Me ve Actor albümlerinin canlı performanslarında dinlediğimiz, Evan Smith, Daniel Hart, Bill Flynn ve McKenzie Smith yerine, davul (Matthew Johnson), moog synthesizer (Toko Yasuda) ve klavye (Daniel Mintseris)’den oluşan kadrosuyla, indie-
22
KASIM 2011
title.
pop, art-rock bir yönelimden çıkarak synth-pop, dance-pop gibi bir türe daha çok yaklaşmış. Bu dağılımla beraber Annie Clark grupta daha geniş roller üstleniyor ve bunu kendi tercihi olduğunu belirtiyor. Vokal yaparken çalması çok ters gitar partisyonları neredeyse her parçada mevcut. Önceki canlı performanslarda yaptıkları koral ve orkestral müzik yerine artık daha keyboard tabanlı bir müzik mevcut. Pitchfork’tan ‘yeni en iyi müzik’ etiketiyle 10 üzerinden 8.5 alan bir albümden sonra (Actor) yine aynı tipte bir albüm çıkarma fikri kendisine hiçbir heyecan vermemiş olmalı ki böyle büyük radikal değişikliklere gidilmiş. Yeni albümün canlı performanslarında fark ettiğim bir diğer şey de kendisinde gördüğüm özgüven artışı. Bu sefer bütün parçalar kendisi tarafından yazılmış ve bestelenmiş. Grup, canlı performanslarda gayet ciddi ve şık giyiniyor, sanki müziği tamamlar gibi. Bu altı boş görüntüsel bir durum değil, değişiklik her yönüyle
titlemag.com
görülebiliyor. Buna Annie Clark’ın St. Vincent için aradığı bir kimlik de diyebiliriz, bu yüzden Strange Mercy farklı bir albüm olmuş. Değişiklik de işe yaramış olmalı ki 2 yıl sonra gelen yeni albüme Pitchfork bu kez 10 üzerinden 9 verdi. Aynı zamanda All Music, BBC, Consequence of Sound gibi siteler albümden nitelikli övgülerle bahsediyor. Albümün açılış parçası ‘Chloe in the Afternoon’ ismini 1972 yapımı Eric Romer filmi Love in the Afternoon’dan alıyormuş. Film, Chloe adında bir bayanın Frederic adında evli bir adama karşı duyduğu durdurulamaz hisleri ve onu baştan çıkarma isteği çevresinde dönüyor. Chloe, Frederic’in hayatında iki kadın varken hissettiklerini merak ediyor. Clark, şarkıda bunun bayat bir cinsel çekimden öte iyileştirilmeye muhtaç ama umutsuz bir aşk olduğunu anlatıyor. Bütün albüm bu hissi taşıyor, albümdeki bütünlük söz-
titlemag.com
sel ve duysal olarak da bu hissin etrafında konumlanmış. Albümün bu bağlamda kişisel olduğu söylenebilir, kimi çevrelere göre albümdeki his bütünlüğü Clark’ın kendi özel yaşamıyla ve yaşadıklarıyla da ilgiliymiş. ‘Surgeon’ parçasında kullandığı “Best finest surgeon. Come cut me open,” sözlerini ise Marilyn Monroe’nun günlüklerinden almış ve bunu hayatındaki türlü depresif dönemleri en iyi açıklayan cümle olarak gösteriyor. Albümdeki soğuk ama aslında oldukça cesur ve yeni duruş kendisinin de bir yeniliğe ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Albümün kapanış parçası ‘Year of the Tiger’ı 2010 yılı için yazdığını söylüyor. Birçok arkadaşıyla 2010 yılı hakkında konuştuğunda, hayatlarının en kötü yıllarından biri olduğunu söylemişler. Clark ise bu şarkıyı geride kalmış o kötü yıl için yazmış. Karanlıkla kuşanmış ama aydınlığa uzanan albüm diyelim. Albümdeki favori parçam ise Surgeon. • ED
title.
KASIM 2011
23
MODA CANSU ONOMAY, YAĞMUR ÇENBERLİ
Pierre Hardy, Hermes’i ışıl ışıl parlattı! Eşsiz bir tasarımcı olan Pierre Hardy, şimdi de tasarladığı yeni koleksiyonunu Hermes’in ellerine teslim etti. 14 parçadan oluşan koleksiyon takdir edersiniz ki biraz pahalı ama derler ya bir ömür kullanılabilinir, bu koleksiyon da aynen öyle. Hermes’in sembolleri haline gelen atlardan esinlenerek toynak ve kırbaç figürlerine yer veren Hardy, kadınları asil ve modern göstermeyi bir kez daha en iyi şekilde başarmış. • CO
Bath & Body Works Türkiye’de! ABD’nin en prestijli kişisel bakım markalarından Bath & Body Works Türkiye’ye geliyor. Ekim ayında Türkiye pazarına giren Bath & Body Works, ilk mağazasını İstinye Park’ta, ikinci mağazasını ise Bağdat Caddesi’nde açacak. Koku ürünleri ile ön plana çıkan Bath & Body Works’te vücut bakım ürünlerinden ev kokularına, aromaterapi özelliğine sahip bitkisel yağlardan spa performanslı ürünlere kadar her şeyi bulmak mümkün. • YÇ
titlemag.com
title.
KASIM 2011
25
Yılbaşı için elbisenizi şimdiden almaya ne dersiniz? Uzun zamandır beklenen oldu. Giambattista Valli, Karl Lagerfeld’den sonra Macy’s için tasarladığı koleksiyonunu görücüye çıkardı. İtalyan tasarımcının canlı renkleri ve sıklıkla kullandığı hayvan desenlerini straplez ve tek omuzlu elbiseler, etekler ve grafik baskılı tişörtlerle birleştirdiği koleksiyon sınırlı sayıda üretildi. O yüzden elinizi çabuk tutmanızı öneririz! 50 ile 150 dolar arasında değişen uygun fiyatlı tasarımlar, 225 Macy’s mağazasında ve internet üzerinden satılmakta. • CO
Chanel’in Bizans Aşkı Karl Lagerfeld’in Chanel için hazırladığı çok ses getiren Paris Byzance koleksiyonu, sadece kostümlerle sınırlı kalmadı. Koleksiyonun ilham kaynağı, makyajı da etkisi altına alarak 2011 Sonbaharı’nın kozmetik trendlerini belirledi. Chanel’in Makyaj Kreatif Direktörü Peter Philips, Lagerfeld’in görkemli koleksiyonuna yakışır bir makyaj koleksiyonu hazırladı. Philips, dönemin mimarisinden ve ışıltısından oldukça etkilenmişe benziyor. Koleksiyondaki renkler, tahmini zor olmasa gerek, altın sarısı ve kırmızı tonlarından oluşuyor. Görkemli tavırdan korkmayanlar mutlaka denemeli. • YÇ
26
KASIM 2011
title.
titlemag.com
Aktivist Westwood Punk’ın kraliçesi Vivienne Westwood, The Ethical Fashion programının da desteğiyle, Nairobi ve Kenya’da, geri dönüşümlü malzemelerden çantalar tasarladı, fakat bu çantaların açlık sınırında yaşayan kadınlar tarafından üretilmesi sağlanarak birçok kadına iş imkanı sunulmuş oldu. Juergen Teller’ı da yanına aldığı bu yolculuğunu daha sonra bir belgesel haline getiren Westwood, koleksiyonunu internet üzerinden satışa sundu. • CO
Portakal Kokulu Stiletto Galiba, bu dönem parfüm çıkarmayan markaların koku dünyasına giriş dönemi. İlk parfümünü sunmaya başlayan markalar kervanına Nine West de katıldı. Ayakkabılarıyla gönlümüzü fetheden Nine West, şimdi gözünü parfümlere dikmiş durumda. İlk parfüm “Love Fury”, portakal, mandalina, kehribar ve misk kokularını taşıyor. Şişenin şekli mi? Konu, Nine West olunca parfüm şişesinin şekli de stilettonun topuğu oluyor doğal olarak. • YÇ
titlemag.com
title.
KASIM 2011
27
Sonunda Tom Ford Nişantaşı’nda! Harrod’s mağazasının içinde kendi butiğini açan Tom Ford, Türkiye’deki parfüm lansmanı sırasında Nişantaşı mağazasının müjdesini vererek hayranlarını mutluluktan havalara uçurdu. Ocak 2012’de herkesin Nişantaşı’nda toplanacağından hiç süphemiz yok! • CO
MAC Yine Sıradanlıktan Uzak Makyaj deyince aklımıza gelen ilk markalardan biri olan MAC, yeni bir koleksiyonla karşımıza çıkıyor. Bu koleksiyonda tasarımcı Gareth Pugh ile anlaşan ünlü kozmetik firması, alışılageldik görünümlerden uzak bir seri yarattı. Gareth Pugh koleksiyonunda, krem ve mor renklerine ağırlık verdi. Baş köşede ise yaldızlı ojeler var. Gösterişli makyaj için en doğru tercih, bu sezon MAC. • YÇ
28
KASIM 2011
title.
titlemag.com
David Beckham ve H&M İşbirliği Futbol kariyerinin yanına modayı da ekleyen David Beckham, bu sefer de H&M ile işbirliği yaparak özel iç çamaşırı koleksiyonu hazırlıyor. Beckham, ilk olarak Sevgililer Günü’ne özel 2 Şubat 2012’de satışa sunulacak koleksiyonla 40 ülkede 1800 mağaza üzerinden tüm erkeklere ulaşacak. • CO
“Bir sırrım var, ve onu size göstermek istiyorum.” Rihanna’nın reklam kampanyasında söylediği şarkının şarkı sözleri bunlar. Armani Jeans ve Emporio Armani iç çamaşırı ve 2011-2012 sonbahar-kış ürünlerini tanıtan Rihanna, seksi, sofistike pozları ve sarı peruğuyla dikkatleri çekti. Steven Klein’ın New York’ta çektiği siyah beyaz kareler büyük beğeni topladı. • CO
titlemag.com
title.
KASIM 2011
29
Sonia Rykiel “Kendimi moda tasarımcısından çok, bir yazar gibi hissediyorum.” Bu sözler, örgü giyimi modanın en hit trendi yapan tasarımcısına ait; Sonia Rykiel. Aslında onu dünya çapı tasarımcı yapan, en klasik cümle ‘her zaman içimde bir yaratma isteği vardı’ değil. O, moda dünyasındaki kariyerine duyduğu bir ihtiyaç sayesinde başladı. Hamileliği esnasında hem şık hem de bedenine uygun kıyafetler bulamadığından yakınan Sonia Rykiel, çareyi kolları sıvamakta bulur. Daha önce hiç tecrübesi olmamasına rağmen yün kıyafetler tasarlayarak hayallerindeki gebelik kıyafetlerine kavuşması, modanın görkemli dünyasının kapılarını onun için aralar. Rykiel, yeteneğini kendine saklamak yerine eşinin sahibi olduğu Laura adlı butikte tasarımlarını satmaya başladı. İşte bu nokta, Sonia Rykiel için bir dönüm noktasıydı. Beklediği ilgiden çok daha fazlasıyla karşılaşınca kendini dev tasarımcıların arasında buluverdi. Poor Boy Sweater’ını ELLE dergisi kapağına taşıdığında ise, şöhret ayağına kadar geldi. 30
KASIM 2011
title.
titlemag.com
Kızıl saçları ve kahkülleriyle bir ikona dönüşen Sonia Rykiel, kendi adını taşıyan markasını kurdu ve örgü imparatorluğu yükseliş dönemine geçti. Yün kazaklar, çizgili trikolar onun sembolü haline geldi. 1967’de Amerikalılar ona “Örgünün Kraliçesi” dedi. Bu övgü yetmedi, Chanel’in geleneğini başarıyla devam ettirdiği için bir ara “Coco Rykiel” lakabına bile layık görüldü. Bu da hayranlarını tatmin etmedi. Paris’in meşhur mekanı Café de Flore, sandviçine Sonia Rykiel adını verdi. Örgü örerken birçok renk biraraya getirilir, Sonia Rykiel’in kökenleri de adeta bu yünler gibi. Onun renkleri ise; Polonyalı anne, Romanyalı baba ve Paris’te başlayan bir hayat. Hayatında bu kadar fazla renk olmasına rağmen onun tek bir favorisi var, siyah. Ailesini ise tam bir burjuva olarak tanımlar. Bir röportajında ailecek edilen sohbetlerin sıkça sanat, politika ve resim arasında geçtiğini söyler. Ona, tıpkı sarı ile maviyi karıştırdığında yeşili
titlemag.com
elde etmek gibi hayattaki güzel şeylerin farkına varmayı öğreten kişinin ressam amcası olduğunu yine verdiği röportajlardan birinde anlatır. Sonia Rykiel’e kadar kıyafetlerin dikişleri bir ayıpmış gibi saklanırdı. O, dikişleri kıyafetin dışında sergileyen ilk isim oldu. İnterlok kenarların kullanılmasını icat eden ilk tasarımcı yine o’ydu. Örgünün Kraliçe’sinin kadın koleksiyonlarının yanı sıra çocuk ve erkek koleksiyonu ve bir parfüm markası da var. Şimdilerde ise Sonia, yarattığı dev markayı kızı Nathalie’nin ellerine teslim etmiş durumda. Annesinden aldığı mirası katlayarak devam ettirse de Nathalie, moda dünyasında çok şeyi değiştirmiş olan Sonia’nın tavsiyelerini es geçmiyor. 2009’da Sonia Rykiel’in 40. yılını kutlamaları şerefine, modanın bir numaralı tasarımcıları Sonia için tasarladı ve sundu.
title.
KASIM 2011
33
Annemizin ve büyükannelerimizin örgü şişlerini başka boyuta taşıyan bu ikonik kadın, sadece kendi markası için değil, kendinden sonraki tasarımcılara ve hayranlarına da uzun yıllar ilham olmayı sürdürecek. • YÇ Karşınızda Sonia Rykiel 2011 Sonbahar/Kış Kreasyonu:
34
KASIM 2011
title.
titlemag.com
Kasım ir e l n i b kom m a h l i e r e l z i s e l z ız. mi r ı z a h n i ç i k e k e m verm r i d n e l l i k e ş i z ö g a Stiliniz r a al f y a s u için b atın!
38
KASIM 2011
title.
titlemag.com
Elbise: H&M Manto: Marni Ayakkabı: Yves Saint Laurent Çanta: Chanel Şemsiye: Lulu Guinness Birdcage titlemag.com
title.
KASIM 2011
39
Kazak: Sonia Rykiel Pantolon: Victoria Beckham Parka: Rag&Bone Loafer: Topshop 40
KASIM 2011
title.
Çanta: Victoria Beckham Yüzük: Alexandre McQueen Kulaklık: Owl You Doin’?
titlemag.com
Tişört: Amor&Psyche Trençkot: Thread Social TüvitCeket: Nina Ricci Etek: GiambattistaValli titlemag.com
Ayakkabı: Vionnet Clutch: Diane Von Furstenberg Bere: AlbertusSwanepoel Eldiven: Prada title.
KASIM 2011
41
Şapka: Rag&Bone Küpe: Betsey Johnson Deri yelek: Ash Amelie Yün üst: Lager Cone 42
KASIM 2011
title.
Çanta: Stella McCartney Bot: Kurt Geiger
titlemag.com
Üst: APC Pantolon: True Religion Deri ceket: J.Crew Çanta: Stella McCartney titlemag.com
Ayakkabı: JC PAAenny Şal: Bruuns Bazaar
title.
KASIM 2011
43
Şal: Opening Ceremony Bilezik: Miss Selfridge Üst: H&M Ayakkabı: Nelly 44
KASIM 2011
title.
Kürk: Spoiledbrat Pantolon: AX
titlemag.com
Son Durak 60’lar Son birkaç sezondur zaman tüneline girmiş gibiyiz. Bazen 1980’lerin fosforlu taytlarında kendimizi buluyoruz, bazen de 1950’lerin kabarık puantiyeli etekleriyle dev alışveriş merkezlerinde geziniyoruz. 2011 sonbaharındaki durağımız ise 1960’lar. Paris Moda Haftası, 2011 sonbaharının hit parçası olarak A kesim düz elbiseleri seçti. İlk kez Dior’un kullandığı A kesim, 1960’lı yıllara damgasını vurmuştu. Bu trendin en önemli temsilcisi de dünyanın ilk süper modeli Twiggy idi. Twiggy’nin gözlere vurgu yapan makyajı, kısacık boyish saçları ve A kesim elbisesi dönemin özgürlük ve eşitlik temasını moda ile birleştiriyordu. Maskülenlikle feminenliği orta noktada buluşturan bu parça sadeliği, seksiliğin en önemli unsuru olarak karşımıza çıkarıyor. A kesim düz elbiseyi bu sezon için kullanan en önemli tasarım markaları arasında Louis Vuitton, Yves Saint Laurent, Celine, Stella McCartney ve Giambattista Valli bulunuyor.
titlemag.com
title.
KASIM 2011
47
1960’ların popüler kültürünün hit parçası olan A kesim elbiseler vakt-i zamanında Dior’un adını Paris’in sokaklarına altın harflerle yazdırdı. Bu hit elbisenin şanını yürütenler; First Lady Jacqueline Kennedy, Twiggy, Edie Sedgwick ve Jean Shrimpton oldu.
Kombinlemesi ve farklı tarzlarda kullanılması zor gibi görünse de, doğru kadınla ve doğru parçalarla birleştiğinde bu elbise ile eklektik bir tarz yaratmak çok kolay. A kesim elbiseler, ince yapılı ve uzun boyunlu kadınlar için birebir. Ortaya çıktığı zamanlarda, kabarık saçlar ve babetlerle tamamlanırken şimdilerde yüksek stilettolar, fönlü saçlar ve ‘neredeyse makyajsız’ bir görünümle tamamlanabilir. Aksesuar olarak da, kutu veya postacı tarzı çantalar ve mokasen, espadril ayakkabılar şiddetle önerilir. •
SİNEMA EMRE SAĞLAM
Gezici Film Festivali Başlıyor! 2-18 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek festival, bu yıl temasını “Arap Direnişleri” olarak belirledi. Festivalde ayrıca Türkiye Sineması 2011 bölümü, Zeki Demirkubuz’un ‘Amerikan Sineması Seçkisi’, Dardenne Kardeşler Toplu Gösterimi, Dünya Sineması bölümü, Aki Kaurismaki kısa filmleri, Finlandiya kısa filmleri ve çocuklar için filmler yer alacak. Festivalin bu yılki kitabı ise sinemada, edebiyatta ve kültürde sınıf kavramının ele alındığı ‘Sınıf Kitabı’. Ankara Sinema Derneği tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenecek Gezici Festival 17. yaşını kutlamaya hazırlanıyor. 2-18 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek festival her yıl olduğu gibi Ankara’dan başlayıp farklı şehirleri ziyaret ederek yoluna devam edecek. Festival bu yıl Ortadoğu ve Arap coğrafyalarında yaşanan direnişi perdeye yansıtan önemli eserlerle ve seçkin bir programla sinemaseverlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
titlemag.com
title.
KASIM 2011
53
Sinema Perdesine Yansıyan Direniş
daha kanıtlamış olacak.
“Arap Baharı” daha önce eşi benzeri görülmemiş bir direniş olarak 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayıp tüm Arap coğrafyasını sararak tarihteki yerini aldı.
Gezici Kitaplığı’nda Yeni Bir Kitap: Sınıf
Gezici Festival de bu yılki temasını “Arap Direnişleri” olarak belirleyerek direniş temalı filmlerden oluşan önemli bir seçkiye yer verecek. Festival süresince gerçekleşecek panellerden birinde “Arap Baharı”, önemli düşünür, akademisyen ve sinemacılar tarafından masaya yatırılacak. Zeki Demirkubuz Amerikan Sinemasının Yeraltında Festivalin bu yılki en büyük sürprizlerinden biri Zeki Demirkubuz’un hazırlayacağı “Amerikan Sineması” bölümü. Amerikan sinemasının farklı dönemlerinden Zeki Demirkubuz’un en çok sevdiği filmler seyirciyle buluşacak. Sinemaseverleri Amerikan sinemasının “yeraltına” götürecek olan Zeki Demirkubuz; bu önemli seçkide filmlerin gösteriminden önce sunumlar gerçekleştirerek Ankara’ya ve festivale verdiği önemi bir kez
54
KASIM 2011
title.
Gezici Festival, geçen yıl kültür ve sanatta taşra imgesini irdeleyen ve önemli bir boşluğu dolduran “Taşra’da Var Bir Zaman” kitabını yayınlamıştı. Festival, bu yıl yayımlayacağı yeni bir kitapla son 20-30 yılda kültürden sanata, siyasetten felsefeye tüm alanlarda ihmal edilmiş, yok sayılmış bir kavramı masaya yatırıyor: Sınıf. Editörlüğünü Tül Akbal Süalp, Aslı Güneş ve Nedim Süalp’in üstlendiği; Ankara Sinema Derneği ve Bağlam Yayınları işbirliğiyle yayımlanacak kitapta sinemada, edebiyatta, kültürde ve ekonomide sınıf kavramı çeşitli boyutlarıyla ele alınacak. Birbirinden önemli yazarların, eleştirmenlerin ve akademisyenlerin yazılarıyla katkı sunacağı kitap, Aralık ayından itibaren satışa sunulacak. Öteki Avrupa’nın Soğuk Kamerası: Dardenne Kardeşler Avrupa Sineması’ında Sınıf kavramına yeni anlamlar yükleyen ve her filmlerinde eşitsizliği görünür kılan Dardenne Kardeşler; kusursuz sinemalarıyla öteki
titlemag.com
Avrupa’yı, hayatın zorluklarını ve sıradan insanın yaşam mücadelesini perdeye yansıtıyor. Gezici Festival bu yıl Dardenne Kardeşler toplu gösterimiyle Belçika sinemasının bu büyük yönetmenlerinin filmlerine yer verecek. Belgesellerle sinemaya başlayan ve filmleriyle kısa sürede önemli bir yol kat eden Luc ve Jean Pierre Dardenne, Cannes başta olmak üzere önemli festivallerden büyük ödüller aldılar. Göçmenlerin zorlu hayatlarını, Avrupa’nın öteki (karanlık) yüzünü, yoksulluğu ve iktidarın baskısını “belgeselvari” kameraları ve kendilerine has sinematografileriyle perdeye yansıtan Dardenne Kardeşler, çağımızın karanlığını bıkmadan göstermeye devam ediyor.
son dönemdeki en iyi örneklerini bir araya getiren “Türkiye Sineması 2011” yer alacak. Sinemaseverler galalarda film ekipleriyle buluşma ve sorularına cevap alma fırsatı bulacak. Cannes başta olmak üzere dünyanın önemli festivallerinde gösterilen ve ödüller alan yılın filmleri de Gezici Festival’de seyirciyle buluşacak. Finlandiya Sinemasına Kısa Bir Yolculuk
Festivalde Yeni Keşifler
Festival, kısa film tutkunlarını da oldukça mutlu edecek bir programla bu yıla hazırlanıyor.Dünya sinemasında kendine has filmleriyle büyük bir yer edinen ve işçilerin, tutunamayanların sinemacısı olarak görülen Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismaki’nin 1982-2002 yılları arasında çektiği dokuz kısa film sinemaseverlerle buluşacak.
Gezici Festival’in yeni keşiflere olanak sağlayan yarışmalı bölümü bu yıl ilk kez Ankara’da gerçekleşecek. Birbirinden önemli filmlerin seyirci karşısına çıkacağı bu bölümde, dünyanın önemli festivallerinde gösterilen ve merakla beklenen filmler yarışacak.
Bu bölümün yanı sıra bir de Kaurismaki’nin küçük ve sakin ülkesinin sinemasına kısaca giriş niteliği taşıyan “Kısaca Finlandiya” bölümü de kısa film severleri oldukça sevindirecek gibi görünüyor. Bu yıl da çocukları unutmayan festival, çocuk filmlerine de yer verecek. •
Festival programında ayrıca Türkiye sinemasının
titlemag.com
title.
KASIM 2011
55
Zenne Eşcinsel olduğu gerekçesiyle aracında vurularak öldürülen ve üç yıl geçmesine rağmen katili yakalanamayan Ahmet Yıldız’ın gerçek hikâyesinden uyarlanan ‘Zenne’, Doğulu muhafazakâr bir ailenin çocuğu olan Ahmet, zennelik yapan Can ve Alman fotoğrafçı Daniel’in hikayesini anlatıyor. Film, bu üçlünün öyküsünü; aile baskısı, töre, 2008 yılına kadar eşcinsel erkeklere evrensel insan haklarına aykırı şekilde uygulanan askerlikten muafiyet prosedürleri üzerinden ele alıyor. Geride bıraktığımız günlerde, Altın Portakal ödül töreninden beş ödülle ayrılan Zenne, Türkiye’de milyonlarca öteki olma halinin de ötekisi olan eşcinseller üzerinden toplumu vicdana çağıran önemli misyon üstlenmiş filmlerin başında geliyor. Zenne için Kültür Bakanlığı’ndan destek alamamış olması ise, halen daha Kültür’ün töreler üzerinden üretilen ve toplumun ötekilerinin sesinin duyurulmadığı bir film olduğu görülmektedir.
Arvaneh, Erkan Avcı ve Tilbe Saran yer alıyor. 101 dakikalık süresi ile izleyenleri vicdanıyla yüzleştirerek nefret cinayetleri konusunda düşünmeye ve harekete geçemeye davet eden bu film, aynı zamanda LGBT bireyleri de cesaretlendiren bir başyapıt. Dürüstlüğün insanları öldürebileceği savı üzerinden temellenen filmin senaryosu Caner Alper’e ait olsa da, Ahmet Yıldız cinayetine dayanan film umuyoruz ki nefrete daha fazla kurban verilmemesi konusundaki önemli misyonunu izleyici ile buluşturabilir ve vizyonda çok geç olmadan yerini alır. Kasım, Aralık, Mart gibi vizyon tarihleri spekülatif bir biçimde yayınlanan Zenne, umuyoruz ki pek çok salonda çokça gösterimde ayakta alkışlanacağı seanslara kavuşur. ‘Nefretleri sevgimizi solduramayacak, töreleri bizi çıldırtamayacak’ diyerek Zenne’yi salonlara uğurluyoruz. •
Caner Alper ve Mehmet Binay tarafından yönetilen filmin başrollerinde; Kerem Can, Giovanni titlemag.com
title.
KASIM 2011
57
Bir Gün Ekim ayının son haftasında vizyona girerek Kasım ayı izleyecilerini heyecanlandıran ve Anne Hathaway’in başrolünde yer aldığı yeni roman uyarlaması film, Bir Gün vizyonda! Roman uyarlamalarındaki klasik cümle, elbette salona girmeden önce herkesin ağzından çıkacaktır; ‘romandan aldığımız hazzı filmden alamıyoruz’. Esasına bakacak olursak görüntü yönetmenliğini oldukça başarılı bulduğum ve istisnasız her filminin görüntü kalitesi kusursuz olan Focus prodüksyonu olması sebebiyle izleyiciden geçer not alacağını düşündüğüm film, konu akışı sebebiyle aynı etkiyi veremiyor. Kronolojik olarak bir flashback üzerinden ilerleyen film, uzun bir periyoda tekabül etmesi sebebiyle izleyende algı kayması yaratabiliyor. Şöyle ki: her seneden bir sekansla ayrılan senaryo, izleyicide o sene olabilecek tek bir olaya yönlendirilmesi sebebiyle salondakileri olaya dahil etmekte güçlük çekiyor. Klişe ilerleyen metinlerin yanı sıra beklenen sonun şaşırtmayışıyla birlikte Bir Gün, vakti bol ve romanslı sahnelerin hayalini kuran sinemaseverlerin ilgilisine hazır ve nazır. 58
KASIM 2011
title.
Filmde Emma rolüyle karşımıza çıkan Anne Hathaway’e eşlik eden Jim Sturgess’in, filmin başlangıcından itibaren paçalarından iticilik damlatan Dexter karakterini, filmin sonunda acıdığınız için evleneceğiniz evinizin her şeyine dönüştürmesi sebebiyle ayrı bir kitsch’lik abidesi olarak değerlendirebiliriz. Geçtiğimiz yıl An Education ile izleyiciye güzel bir seyirlik yaşatan Lone Scherfig, ne yazık ki Bir Gün ile aynı hazzı izleyiciye yansıtamıyor. Salondan çıkan seyircilerin yüzlerindeki, ‘keşke Paranormal Activity 3’e gitseydik’ ifadesini silemeyen Bir Gün’ün en efektif sahnelerinden biri, şüphesiz flashback’in nihayete erdiği sekanstı. 107 dakika süren filmin başındaki 13 yaş seksüel uyarısı ise, filmde neredeyse hiç bir sevişme sahnesinin olmamasına karşın hayretlere düşürmedi değil. •
titlemag.com
Footloose 1984 yılındaki versiyonunun yeniden çevirilmişi olarak vizyona girmeye hazırlanan Footlose, Amerikan gençlik tarihine dair önemli müzikallerden biri olma özelliği taşıyor. Ren MacCormack (Kenny Wormald), Boston’dan küçük bir güney kasabası olan Bomont’a yerleşince büyük bir kültür şokuyla karşılaşır. Birkaç sene önce topluluk, bir gece eğlencesinde beş gencin ölmesiyle sonuçlanan trajik bir kaza ile sarsılmıştır. Bomont Meclisi üyeleri ve Aziz Reverend Shaw Moore (Dennis Quaid), çareyi yüksek sesli müziği ve dans etmeyi yasaklamakta bulur. İlk versiyonun yönetmeni olan Steel Magnolias’tan tanıdığımız Herbert Ross, yerini bu kez Hustle and Moan ile tanınan yönetmen Craig Brewer’a bırakıyor. Sinematografik açıdan oldukça başarılı olan ve 1984 versiyonuna kıyasla yönetmenin neler koyabildiğini ortaya koyan Footloose’u, 25 Kasım 2011 tarihinden itibaren vizyonlarda görebileceğiz.
lişmiş Avrupa ülkelerinde film çekme sistemi Footlose’ta da kendisini göstererek 2010 yılında Gürcistan’da çekimlerini tamamladı. 14 Ekim tarihinde Amerika’da gösterime giren film, 15 milyon dolarlık açılış haftasıyla beklenen ilgiyi yakaladığı söylenebilir. 113 dakikalık süresiyle kendisini izleten film, Amerikalı eleştirmenlerden pozitif reaksiyonlar alarak yönetmenin ve filmde emeği geçenlerin yüzünü güldürdü. Kenny Wormald, Julianne Hough, Dennis Quaid’in başrollerinde yer aldığı filmin senaristi, filmin 1984 yılındaki çekilmiş ilk versiyonunun senaristiyle aynı isim olan Dean Pitchford. Ekranlarda bir süredir görmediğimiz müzikal türünün yeniden vizyonlarda olmasının sevinciyle izleyebileceğimiz Footlose, güncellenmiş versiyonu ile karşımıza çıkıyor. •
Amerikan sinema sektörünün yeni kar amaçlı yöntemlerinden biri olan, nispeten az getitlemag.com
title.
KASIM 2011
59
Tenten’in Maceraları Belçika’nın ünlü çizeri Georges Prosper Remi veya tanınan adıyla Hergé’nin dünyaya bahşettiği çizgi serisi Tenten sinemaya uyarlandı! Fransız ekolünde büyük bir sükseye sahip bu çizgi romanın sinema versiyonu, Steven Spielberg tarafından senaryolaştırıldı ve yönetmenliği gerçekleştirildi. Steven Spielberg’in yönettiği, Peter Jackson’ın ise yapımcılığını yaptığı macerada Tenten, Snowy isimli köpeğiyle birlikte Kaptan Haddock’a ait kaybolmuş bir hazineyi bulmak için yola koyulur... Buradaki önemli kısım ise öncelikli olarak, Tenten’in köpeğinin isminin değiştirilmiş olması. Bu hususta yönetmenden ve senaristten, kısacası Steven Spielberg’den, herhangi bir açıklama henüz gelmiş değil. Hergé’nin yazdığı çizgi roman versiyonunda bulunan köpek karakterin ismi Milu’dur, ancak filmdeki isim seçiminin globalizasyon bir illüzyondan ibaret durduğu açık. Daniel Craig, Jamie Bell ve Simon Pegg’in başrollerini seslendirdiği animasyon filmin gösterim tarihi, 4 Kasım 2011 olarak belirtiliyor.
60
KASIM 2011
title.
IAMX 3D, Real-D 3D ve 3D olarak izleyebileceğiniz filmin gişeden beklentisi büyük gibi görünse de, vizyona girdikten sonra gerçek notunu verebileceğimizi umuyorum. Munich’in ardından Indiana Jones filminin yönetmenliğini yapan Spielberg, Munich ile sinema dünyasını ümitlendirse de blockbuster film yapma arzusundan vazgeçmeyeceğini bu yolla göstermiş oldu. Indıana Jones serisinin son filminin ardından Tenten’in maceralarıyla sinemaseverlerin karşısına çıkacak olan Spielberg, yıl içerisinde gösterime çıkması beklenen yeni filmi War Horse için de şimdiden tanıtım çalışmalarına başladı. Art arda iki film ile birlikte karşımıza çıkan Spielberg bakalım salonlardan umduğunu bulabilecek mi? •
titlemag.com
Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Twilight’da kitap sektöründe tutunan her modern klasik gibi son kitabı iki bölüm halinde beyaz perdeye uyarlayarak veda etme geleneğinden vazgeçmiyor ve son kitabın ilk bölümünü Kasım ayının 18. gününde vizyona sokuyor. Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti’nde Bella ve Edward evlenirler ve Bella hızlı ilerleyen hamileliği nedeniyle güçsüz durumdadır. Bella’nın hayatını kurtarmak için Edward’ın fetüsün çıkarılması gerektiği ile ilgili ısrarına rağmen Bella gittikçe daha da çok sevdiği bebeğinden vazgeçmez. Ardından Bella, kızları Renesmee’yi dünyaya getirip ölmek üzereyken Edward ona zehrini enjekte edip vampire dönüştürür. İsmi Irina olan bir vampir Renesmee’yi görür ve “ölümsüz çocuk” olduğuna dair Volturi’ye haber verir. Cullen’lar cocuğun ölümsüz cocuklardan olmadığını doğrulamak icin tanık toplarlar ve Renesmee’nin vampirlere ve onların sırlarına karşı tehlike oluşturmayacağına dair Volturi’yi ikna ederler, ama huzurları kaçmıstır ve olaylar gelişir.
titlemag.com
Bu sinopsis ile ilerleyen filmin görselliğine bakıldığında bolca erkek kası göreceğimizin garantisini vererek izleyicileri sevindirmek istiyorum. Çok fazla Yeşilçam aksiyonlu sahnelerin geliştiği ve triplerinin benimsendiği film içerisinde en önemli kısımlardan biri de, merakla beklenen soundtrack. Christine Perri’nin A Thousand Years adlı parçası şimdiden listelere düştü. 8 Kasım itibariyle satışa çıkacak olan albümde ilk filmin soundtrack’iyle gönüllerde taht kuran Iron and Wine yine karşımıza çıkan isimlerden biri. Film 85 dakikalık süresi ile izleyiciye uzun bir aksiyon vaat etmese de, kısa sürede çok şey anlatacağının garantisini veriyor. Kristen Stewart, Robert Pattinson ve Ashley Greene’in yeniden başrollerde göreceğimiz filmin yönetmeni, Bill Condon. Kana susama kavramının yalnızca vampir hikayelerinde göreceğimiz bir olgu olması dileğiyle. •
title.
KASIM 2011
61
Ayın Filmleri
BOX OFFICE 1) Paranormal Activity 3 37.469 izleyici 116 salon / 1. hafta 2) Conan 27.060 izleyici 130 salon / 1. hafta 3) Salgın 26.261 izleyici 79 salon / 1. hafta 4) Bir Gün 68.521 izleyici 62 salon / 2. hafta 5) Üç Silahşörler 71.199 izleyici 157 salon / 2. hafta 6) Çelik Yumruklar 93.571 izleyici 107 salon / 3. hafta 7) Bendeyar 45.627 izleyici 142 salon / 2. hafta 8) Çılgın Aptal Aşk 90.215 izleyici 71 salon / 3. hafta 9) Hayat Sana Güzel 31.127 izleyici 46 salon / 2. hafta 10) Felaket Henry 7.764 izleyici 33 salon / 1. hafta 62
KASIM 2011
title.
Beni Unutma
Gelecek Uzun Sürer
11 Kasım 2011 tarihinde vizyona girecek olan Özer Kızıltan filmi merak uyandırıyor. Olcay (Açelya Devrim Yılhan) iş hayatında başarılı, genç ve bekar bir kadındır. Ciddi bir ilişki yaşadığını düşündüğü sevgilisi Hakan’ın (Kenan Ece), kendisini aldattığını acı bir şekilde öğrenmesinden bir gün sonra Sinan’la (Mert Fırat) tanışır. Olcay’ın ilişkisinin bittiği gün, Sinan da ani bir kararla nişanlısı Ebru (Tuba Ünsal) ile evlenmekten vazgeçer. Olcay ve Sinan aşka inançlarını kaybettikleri bu günlerde tanışırlar ve bu tanışma, planladıklarından çok farklı şeyler yaşamalarına neden olur. Birbirlerinden etkilenirler ve yoğun bir duygusal ilişki yaşamaya başlarlar. Mert Fırat , Açelya Yılhan , Tuba Ünsal ve Kenan Ece’nin başrollerinde yer aldığı film, 100 dakikalık süresiyle izleyiciye ilişkiler üzerine bir seyirlik vaat ediyor.
İstanbul’da bir üniversitede müzik araştırmaları yapan Sumru, ağıt derlemeleri ile ilgili yaptığı tez çalışması için ülkenin güneydoğusuna yolculuğa çıkar. Hayatının en uzun seyahatine dönüşen yolculukta Sumru’nun yolu, Diyarbakır sokaklarında korsan DVD satan Ahmet, yıkık dökük kilisenin bekçisi Antranik Amca ve bölgede sürmekte olan savaşa tanıklık eden diğer karakterle kesişir. 11 Kasım 2011 tarihinde vizyona girecek olan filmin başrollerinde Gaye Gürsel, Durukan Ordu, Sarkis Seropyan ve Osman Karakoç yer alıyor. Özcan Alper’in yönetmenliğini üstlendiği ve senaryosunu da kendisinin yazdığı film, 108 dakikalık süresi ile sinemaseverlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
titlemag.com
Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi
Entelköy Efeköy’e Karşı
Dedemin İnsanları
Türkiye sinemasında ‘yapacağı işler merakla beklenen yönetmenler’ arasında başı çeken isimlerden Onur Ünlü, ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’nde klişeleri ters yüz eden etkileyici üslubunu sürdürüyor. Onur Ünlü, daha önceki filmlerinde etrafında dolandığı ‘aile’ kavramını bu defa hikayesinin merkezine alıyor. Ailesi, Celal Tan’ın 65. yaş gününü kutlamak için kendisine sürpriz bir doğum günü partisi düzenler, fakat kutlama öncesi yaşananlar tüm ailenin hayatını sonsuza dek değiştirecektir... 95 dakika süren filmin başrol oyuncuları arasında Selçuk Yöntem, Ezgi Mola ve Tansu Biçer yer alıyor.
Metropolde yaşamanın yarattığı keşmekeşten kurtulup, hep hayalini kurdukları doğayla baş başa bir yaşam sürmek isteyen bir grup ekolojist, Ege’de bir komün köyü inşa ederler. Kentli ekolojistlerin köylerine yerleşmelerinden dolayı çok memnun olan köy halkı, artık hiçbir işe yaramayan kıraç tarlalarını ve eski evlerini değerinden fazla fiyata aldıkları için aktivistleri büyük bir sevgiyle karşılar. Her şey yolundadır, ta ki bölgeye kurulması gündemde olan termik santral kararı onaylanana kadar… Termik santral ile birlikte eski köylüler ile köyün yeni sakinleri aktivistler arasında ilginç bir süreç başlar ve olaylar karşılıklı protestoyla tam bir komediye dönüşür. 25 Kasım’da vizyona girecek olan filmin, yönetmeni ve senaristi Yüksel Aksu.
Babam ve Oğlum’dan sonra Prensesin Uykusu ile bekleneni yakalayamayan Çağan Irmak, yeni filmiyle izleyicinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Dedemin İnsanları, küçük bir kasabada yaşayan on yaşında bir çocuğu ve çocuğun dedesi aracılığıyla, bir ailenin ve bir ülkenin geçirdiği büyük değişimi anlatıyor. Kalabalık ve sıcak Ege insanlarının hikâyesini izlerken, mübadeleye, öteki olmaya, nereye gidersen git bir yere ait olamamaya, iki yakaya, çok sayıdaki azınlığa, ihtilallere bir defa daha, ama bu kez farklı bir yerden bakacaksınız. Çetin Tekindor, Yiğit Özşener ve Mert Fırat’ın başrollerinde oynadığı film, Babam ve Oğlum’la oldukça benzer özellikler taşıyor. Film, 25 Kasım 2011’de vizyonda!
titlemag.com
title.
KASIM 2011
63
KÜLTÜR SANAT LARİSSA ARAZ
İsimsiz Şapkalı, değişik kesim kazaklı, renkli pantolonlu ve gözlüklü hipster gençlerine içimden selam verdikten sonra beni neyin beklediğini bilmeden antreponun kapısından içeri daldım. İnsanlara “Bienal nasıldı?” diye sorduğumda çoğunlukla “iyi, fena değil” gibi cevaplarla geçiştirilmeye çalışıldım. Anlatmaları için onları zorladığımda ise pek bir şey anlamadıklarını itiraf etmişlerdi. Bu yıl Bienal’in anlatmak istediğini anlamakta kararlıydım ve bu yüzden rehberli anlatıma katıldım. Rehberli anlatımın tek olumsuz yanı rehberin eserler hakkında fazlaca bilgi vermesi ve ziyaretçiyi düşünmeye sevk etmeyişi. Bienal’i anlamanız için Küba asıllı Amerikalı sanatçı Felix Gonzales-Torres hakkında bilgi sahibi olmanız gerek. Çünkü bütün tema başlıkları (“İsimsiz” (Soyutlama), “İsimsiz” (Ross), “İsimsiz” (Pasaport), “İsimsiz” (Tarih) ve “İsimsiz” (Ateşli Silahla Ölüm)) Gonzales-Torres’infarklı yapıtlarına gönderme yapıyor. Bienal’de herkesi etkileyecek kadar sanat eseri mevcut. En akılda titlemag.com
title.
KASIM 2011
65
kalıcı yapıtlardan biri ise solak birinin sağ eliyle yazdığı Marx’ın “Komünist Manifesto”su ile tarih algılayışının ne kadar göreceli olduğuna değinilmesiydi. Bende iz bırakan bir başka çalışma ise Cemal Süreyya’nın karısı tarafından çekilen Anadolu fotoğraflarıydı. Kendisi Anadolu’yu fotoğraflayan ilk kadın olarak zamanın bütün dayatmalarına karşı çıkmış ancak bu küçük isyanı fazla uzun sürmemiş. Fotoğrafları yurt dışında merak uyandırsa da Türkiye’de ilgi görmemiş ve kendi66
KASIM 2011
title.
si vesikalık fotoğraf çekmeye geri dönmüş. Bienal’in “İsimsiz” (Ateşli Silahla Ölüm) bölümüne girdiğimde ilgimi çeken ilk şey karşımda duran altın sarısı mermi kovanları oldu. Değişik biçimlerde işlenmiş, her birinin üzerinde çiçek desenleri ve değişik kabartmalar bulunan milyonlarca mermi kovanı… O sırada merak edip soruyorum kendime: “İnsanlar savaşa giderken nasıl oluyor da bu kadar özenle mermi kovanı yapabiliyor?” •
titlemag.com
A R K A
Walter Isaacson: Steve Jobs
Jean Paul Sartre: Varlık ve Hiçlik
“...Ama bu işi yapmak istememin tek sebebi şu: dünyanın Apple’la daha güzel bir yer olacağını düşünüyorum.” Steve Jobs, tekrar Apple’a dönmesi için yapılan teklifi değerlendirirken...
Varlık ve Hiçlik, hiç şüphesiz Jean-Paul Sartre’ın “başyapıtı”dır. Sadece Fransız felsefesi açısından değil genel olarak felsefe tarihi açısından da son büyük ontoloji denemesini temsil eder. Dolayısıyla önemini ve güncelliğini hâlâ korumaktadır ve hiç şüphesiz daha uzun yıllar korumaya devam edecektir. Çünkü, insan, ilk defa bu yapıtta, özgür olmaya “mahkum” edilmiştir... •
Çok satan Benjamin Franklin ve Albert Einstein biyografilerinin yazarı Walter Isaacson, Apple’ın kurucularından Steve Jobs’ın, kendisiyle tam işbirliği içinde yazılmış tek biyografisini sunuyor. Jobs’la iki yıldan uzun süre boyunca yapılan kırktan fazla röportajın -ayrıca yüzden fazla akrabasıyla, arkadaşıyla, hasmıyla, rakibiyle ve iş arkadaşıyla yapılan görüşmelerin- temel alındığı bu kitap, kusursuzluk tutkusuyla ve azmiyle altı endüstride (kişisel bilgisayarlar, animasyon filmler, müzik, telefonlar, tablet bilgisayarlar ve dijital yayıncılık) çığır açmış yaratıcı bir girişimcinin inişli çıkışlı hayatını ve güçlü kişiliğini anlatıyor. •
68
KASIM 2011
title.
titlemag.com
K A P A K
A R K A
K A P A K
İskender Pala: Od
Umberto Eco: Prag Mezarlığı
Her yazdığı romanla yüz binlerin kalbini feth eden İskender Pala yeni romanı ‘Od’ ile yeniden okurlarını selamlıyor. Od bir Yunus Emre romanı. Gök kubbemizin her zaman parlayan ve hep çok sevilen, şiirleri gönülden gönüle dolup dilden dile dolaşan Yunus Emre, bu kez OD’un ana kahramanı. İskender Pala’nın ilim ve kültür adamı olmasının yanında, yazar kişiliğinin imbiğinden geçirilerek aşkın tahtına bir kez daha oturtuluyor. 13. yüzyılın her bakımdan kavruk ve yanıp yıkılan ortamına Yunus Emre’nin gelişi tarihi atmosfer içerisinde hakiki anlamına kavuşturuluyor. Yıkıntılar ve yangınlar içinden bir gönül ve bir insanlık anıtının inşa edilişi cümle cümle anlatıyor ve elbette kalbe dokuna dokuna yol alıyor. Romanın her sayfasında Yunus’un hamlıktan saflığa geçişi okunuyor.. •
19. yüzyılda Paris: Komün Günleri; hançer darbeleri; absent dumanları arasında hazırlanan cinayetler; kanalizasyonda yatan cesetler; patlamalar; isyanlar; takma sakallar; sahte noterler; düzmece vasiyetler; satanist örgütler; kara ayinler; cinsellikle pek fazla ilgilenmeyen, hastalarının rüyalarına burnunu sokmamaya kararlı bir Doktor Froïde Torino, Palermo, Paris şehirlerinde dolaşan histerik bir satanist; iki kez ölen bir rahip; masonlara karşı entrikalar kuran Cizvitler; rahipleri kendi bağırsaklarıyla boğan masonlar; çarpık bacaklı raşitik bir Garibaldi; bir sahte belgenin Siyon Bilgelerinin Protokollerine dönüşmesi...
titlemag.com
Umberto Eco, 2010 yılında İtalya’da yayımlanır yayımlanmaz çoksatarlar arasına giren romanı Prag Mezarlığı’nda, çok renkli, çok katmanlı, çok kişilikli bir dünya sunuyor bize. Hitler’in Yahudi soykırımının gerekçesini oluşturduğu iddia edilen Siyon Bilgelerinin Protokolleri’nin ortaya çıkışını ele alıyor bu eserde. Okurları tam bir karnaval bekliyor. •
title.
KASIM 2011
69
GEZİ AYŞE NAZ BAYKAL
İspanya Balkanlar’daki gezimi bitirdikten sonra Fas’a geçmek için İspanya’ya uçtum ve bu güzelim ülkenin başkentini gezme fırsatı buldum. İspanyol kültürüne hayranım diyebilirim. Dilleri, liberallikleri, müziği, yemekleri, eğlenceleri ve yaşam tarzlarıyla insanı büyülüyor adeta İspanya. Nasıl Vize Alınır? Eğer başka bir ülkeden Schengen vizeniz yoksa İspanya’dan almalısınız. Levent’te, Kanyon’a yakın metronun civarında bulunan İspanya Konsolosluğu bu iş için doğru yer olacaktır. Ne yazıkki İspanya Konsolosluğu’nda bir randevu sistemi yok. O yüzden sabahın köründe, hatta daha konsolosluk bile açılmadan gidip sıraya girmeniz gerekiyor, yoksa işinizi halletmenize imkan yok. Ayrıca size listelerde sunulan evrakları tam olarak götürdüğünüzden emin olun, çünkü ektitlemag.com
title.
KASIM 2011
71
sik evrak problemi çıkarsa aynı sırayı bir daha çekmek zorunda kalıyorsunuz. İçeri girdiğinizde insanlar çok sevecen değil, hazırlıklı olun ve güler yüzünüzü korumaya çalışın. Nasıl Gidilir? İspanya’ya birçok hava yolu uçuyor. Direkt Türkiye’den gitmek isterseniz fiyatlar biraz daha artıyor, ancak aktarmalı uçuşlarda çok uygun fiyata bilet bulabiliyorsunuz.
72
KASIM 2011
title.
Madrid İspanya’nın başkenti olan bu güzel şehir bence, Avrupa’nın en büyük eğlence merkezlerinden biri. Uçağım Madrid’e indiği andan itibaren bir an olsun bile sıkılmadım. Sanki bu şehirde hayat daha da bir akıcı, daha da bir hızlı. İspanyollar çok neşeli ve herkese karşı güler yüzlü. Bir dükkana girdiğiniz zaman “Hola!” demezseniz garip karşılanıyor. O yüzden olsa gerek, oradayken kendimi herkesi İspanyolca selamlarken buldum. Her yürüdüğünüz sokaktitlemag.com
ta, hatta ara yollarda sokak sanatçılarıyla karşılaşıyorsunuz. Enstrüman çalandan, bebek taklidi yapanlara (ki bu hayatımda gördüğüm en tüyler ürpertici şeydi), canlı heykellerden, ressamlara birçok sanatçı yollara renk katıyor. Havada uçan canlı heykeller yoldan geçen herkesin dikkatini çekip,” Nasıl oluyorda bu adam uçuyor ?“ sorusunu herkesin yüzüne kazımıştı.
Diego Velázquez ve Goya gibi sanatçılarının önemli eserlerini bünyesinde bulundurmakta. Diğer önemli bir müzede, Reina Sofia Müzesi. Picasso’nun en önemli ve görkemli eserlerinde “Guernica”yı barındıran müze de, aynı zamanda Dali eserleri de var. Son olarak ‘sanat görmekten sıkılmam’ diyenler Thyssen Bornemisza Müzesi’ne uğrayabilir.
Şehirde gezilmesi mutlaka gerekli üç tane sanat müzesi var. Bunların en ünlüsü Prado Müzesi. Bu müze, Avrupa’nın en önemli müzelerinden biri sayılıyor. Mutlaka gidilmesi gereken müze,
Bunlar dışında, Madrid’deki Kraliyet Sarayı’nı da gezmeyi unutmayın. Eski Madrid’e çok yakın bulunan sarayın hem çevresi hem içi gezmeye değiyor.
titlemag.com
title.
KASIM 2011
73
Madrid’e gidince tabiki kentin eski kısmını görmek gerek. Benim önerim nerede kalıyorsanız kalın, gezmeye “Sol“ meydanından başlayın. Herşeyin odak noktası olan bu meydan, aynı zamanda birbirinden leziz dondurmacı ve lokantalara da giden önemli bir yol. Eski Madrid’in en önemli ögeleri, meydanları. Bunların hepsine sabırlıca gidin, çünkü her gittiğiniz meydanda ayrı bir şey keşfedeceksiniz . Plaza Mayor bu meydanların “Sol”e en yakın olanı. Bu iki meydanın arasında bir kurabiyeci var ki akıllara durgunluk verecek lezzette kurabiyeler yapıyor. Plaza Mayor arnavut kaldırımlarıyla döşenmiş, etrafı tavernalarla çevrili güzel bir meydan. Tam ortada duran II. Felippe Heykeli size sinir sinirli bakarken meydanda oturup sangrialarınızı yudumlayabilirsiniz. Mayor’un sol kapısından çıktığınızda hemen solda inanılmaz güzel kapalı bir pazar göreceksiniz. Burada insanlar sadece yemek yemiyor, aynı zamanda sosyalleşiyor.
titlemag.com
İspanya’nın simgesi haline gelmiş “tapas”ları yerken aynı zamanda şarabınızı içebileceğiniz, bunun yanında birbirinden taze meyvelerle de üstüne cila çekebileceğiniz bir yer burası. Burada Garn Via’ya çıkabilirsiniz. Burası Madrid’in en büyük ve şık caddelerinden biri. Bu caddeyi Sol meydanına bağlayan cadde, aynı zamanda Madrid fahişeler sokağı olarak da biliniyor. Neden olduğunu geçerken anlayacağınıza emin olun! Bunların dışında, tarihi bina ve kilise görmek isterseniz de gidecek çok yer var.Kiliselerin en önemlileri; San Nicolas de Bari Kilisesi (en eski dini yapı), San Pedro el Real Kilisesi,San Jeronimo el Real (gotik mimari) ve Barok mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan San Isidro Kilisesi. Eğer zamanınız varsa Madrid’in farklı noktalarında olan bu kiliselere metro yardımıyla ulaşabilirsiniz. Bunun dışında içine girmeseniz de olur ama dışardan büyüleyici diyebileceğim title.
KASIM 2011
75
yerler ise Cisneros Evi, İspanya Bankası, Maudes Hastanesi,Victoria Kapısı. Bunlar genellikle 10-15 Euro giriş ücreti alınan ama inanın ki dışı içinden çok daha heybetli olan yerler. Madrid’de yapabileceğiniz bir entellektüel aktivite de operaya gitmek. Şehrin ana opera binası Kraliyet Sarayı’na çok yakın bir yerde bulunuyor. Bu güzel şehri iki sene önce ilk kez ziyaret ettiğimde restorasyon için kapalı olan bina, şimdilerde tüm görkemiyle işlevini yerine getiriyor. İspanya deyince aklımıza gelen ilk şeylerden biri de, boğa güreşleri ve flemenko. Flemenko gösterilerini kaldığınız yere sorarak rahatça bulabilirsiniz. Çok güzel kadınların danslarıyla süslenen bu güzel ezgiler, müzik severlerin kulağının
78
KASIM 2011
title.
pasını silmeye yetecektir. Boğa güreşlerine ise, ben şahsi görüşlerimden dolayı ilgi dahi göstermedim. Gittiğim bir restoranda televizyondan izlediğim kadarıyla da bilinenden bile vahşi olduğu söylenebilir. Gitmek isteyenler kendileri araştırmakta özgürdür! Madrid’e gidip de güzeller güzeli park Retiro’ya gitmemek olmaz. Retiro, doğanın tüm güzelliklerini birleştiren bir koşu ve piknik alanı gibi. İsteyenler piknik yaparken, isteyenler koşuyor, uçurtma uçuruyor ya da gölde kayıklara biniyor. Ancak bu parkın imzası sayılabilecek aktivite ise paten kaymak. Ustalaşmış gençlerin yanı sıra yeni başlayan acemileri de seyretmek bir o kadar zevkliydi.
titlemag.com
Madrid’in gece hayatı ise şu ana kadar yaşamadığım kadar eğlenceliydi. Gece kulüpleri ve pubların yanı sıra insanların sokakta eğlenme kültürü, tüm şehri etkisi altına almış durumda. Gece, çok geç başlıyor ve çok da geç bitiyor. Saat 23:00 gibi akşam yemeklerini yiyen İspanyolların, kulüplere gitme saati 02:00’yi buluyor. Bunun öncesinde ve sonrasında ise hep sokaklarda içiliyor, söyleniyor ve dans ediliyor.Gerçi, ne yazıkki İspanyollar biraz fazla rahat. Sokakta bu kadar zaman geçirip aynı zamanda kadın, erkek her yere çiş yapmaları zaman zaman biz turistler için kültür şoku yaratabiliyor. Bu arada unutmayın, marketlerden içki almak için 22:00’ye kadar vaktiniz var. 22:00’den sonra içki satışları duruyor. Her yerde eğlenilecek güzel yerler bulabilirsiniz, ama biraz daha farklı bir yer isterseniz yolunuz mutlaka Chueca’ya düşsün. Avrupa’nın gay ve lezbiyen gece hayatının kalbinin attığı bu bölge, cuma ve cumartesi için dünyanın en eğlenceli noktalarından biri.Ancak haftaiçi giderseniz pek bir şey yok.
Nasıl Gezilir?
Nerede Kalınır?
Orange Cafe uygun fiyatları, çılgın müşteri kitlesiyle gece kulübü arayışında olanlar için doğru adres olabilir. Bunun dışında Irish barlar, gene dans etmek isteyenler için ideal. Sangria barlarını da unutmamak gerek. Bunlar dışında Chueca’ya gidebilirsiniz. •
Açıkcası rezervasyon yaptırmadan gitmek en iyisi. İnternette verilen fiyatlar çok yüksek. En güzeli hostellerde kalmamak ve güzel pansiyonlar bulmak. Madrid’e gittiğiniz de ilk durağınız Sol Meydanı olsun. Orada çevreyi biraz dolanıp kişi başı 15 Euro’ya iki kişilik odalar bulabilirsiniz.
titlemag.com
Madrid’de metro sistemi çok rahat. İlk başta karışık gibi görünse de rahatça anlayabilirsiniz. Ne Yenir? Paella İspanya’nın özel pilav yemeği. Deniz ürünlüsünü tercih edin! Sangria içmeyi unutmayın! Birbirinden güzel tapasları tatmayı sakın unutmayın! Madrid kurabiyelerinden yemeyi unutmayın! Bunlar dışında İspanya’nın simgesi haline gelmiş ve özellikle Madrid’de bolca görebileceğiniz “Museo de Jamon”lara gidip bir bira eşliğinde et yiyebilirsiniz. Domuz eti yemeyenler olabilir, ama bu gerçekten ayrı bir kültür. Bence denemeli! Gece Nereye Gidilir?
title.
KASIM 2011
79
title.