title. Nisan 2012

Page 1

SAYI 16 • NİSAN 2012

title.




Aren Arda Kaya, aren@titlemag.com Ayşe Naz Baykal, aysenaz@titlemag.com Cansu Onomay, cansu@titlemag.com Emre Temiz, emre@titlemag.com Yağmur Çenberli, yagmur@titlemag.com Katkıda Bulunanlar Deniz Ersan, Ecem Nida Dinçtürk, Nora Suren, Rachel Araz, Sarp Sayar, Simay Belür Kapak Günseli Sepici

title. Aylık Yaşam Dergisi Dergimizde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan izinsiz, kaynak belirtilmeden tam veya özet alıntı yapılamaz. Öneri ve şikayetleriniz için title@titlemag.com adresine mail gönderebilirsiniz.


taşınıyoruz İnternet dergisi olmanın getirdiği bazı sorumluluklar var. Bunlardan ilki ulaşılabilir olmak. Önceki haftalarda bu sorumluluğumuzu yerine getiremediğimizi düşünerek ufak bir adım atmaya karar verdik (aslında uzun zamandır aklımızdaydı). Artık title.’ı iPhone ve iPad’iniz üzerinden okuyabileceksiniz. Bunun için yapmanız gereken tek şey m.titlemag.com adresine girmek ve okumak istediğiniz sayıyı seçmek. Gelelim bu ayki içeriğimize... Müzikte On Your Horizon ile gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajı moda sayafalarındaki Gül Ağış ziyaretimizle sürdüryoruz. Ayrıca bu ay “Kendin Pişir Kendin Ye” ile moda sayfalarına yeni bir soluk geliyor. Uzun zamandır beklenen Titanic 3D ile sizleri karşıladığımız sinema sayfalarında İstanbul Film Festivali dosyası ile kısa bir yolculuğa davet ediyoruz. Oradan da şehrin gürültüsünden bir süre uzaklaşmanız için sizleri adalara yolcu ediyoruz. Şehre tekrar döndüğünüzde ise bu ay aramıza katılan mekan bölümümüzün tavsiye ettiği yerleri gezebilirsiniz. Hepinize keyifli okumalar. Aren Arda Kaya aren@titlemag.com Teşekkür: Bu ay kapak için Günseli Sepici’ye teşekkürler.


İÇİNDEKİLER NİSAN 2012, SAYI 16

08

16

48

MÜZİK ***

MODA ***

SİNEMA ***

On Your Horizon Röportajı

Kısa Haberler Gül Ağış Röportajı Ray-Ban Kendin Pişir Kendin Ye Nisan Kombinleri

Titanic 3D Yeraltı Mar The Raven Pazarları Hiç Sevmem Bir Ressamın Post-Apokaliptik Distopyası: 28 Days Later İstanbul Film Festivali Dosyası


70

88

96

KÜLTÜR SANAT ***

MEKAN ***

GEZİ ***

İki Kere Yabancı Mona Hatoum: Hala Buradasın Chuck Csuri: Zamanın Eskiz Defteri Dünyanın Çatısınıda Unutulanlar

Sensus Şarap Evi Cafe Bunka

Adalara Kaçış Yeni Keşif: Hike East


MÜZİK EMRE TEMİZ


• On Your Horizon • Son dönem yerli gruplarının en heyecan verici olanlarının başında gelen On Your Horizon, sürekli seyahat halinde olan müzikleri ile insanı bir şekilde içine çekiyor.


On Your Horizon son dönem yerli gruplarının arasındaki en heyecan verici grupların başında geliyor. Sürekli bir seyahat halindeki müzikleri insanı bir şekilde içine çekiyor. İçine çekmekle kalmıyor bir yerlere götürüyor. Ne yazık ki bu yolculuğunda bütün yolculuklar gibi bir sonu var. Hep bir sonraki yolculuğunu düşünerek ayrılıyor insan onların konserlerinden. Ve bir sonraki hiçbir zaman bir öncekinin aynısı olmuyor…

Rammy’nin tek kişilik projesi 2-3 yıllık bir süreç sonunda post-rock’ın ülke içindeki en önemli temsilcilerinden biri oldu. Genel olarak bir fikrimiz var ama bir de bu süreci sizden dinleyelim. Rammy: Bireysel olarak müzik algımın farklı bir noktaya evrimleşmekte olduğunu fark edebiliyordum. Üretme işini yaklaşık altı aylık bir nadasa bıraktıktan sonra, aynı gecede Clouds On Your Horizon, Something We’ve Been Chasing Around ve Feel Better Now? adlı parçaların çıkmasıyla başladı her şey basitçe. Bu parçaları sahnede bir grupla icra etme fikri de sanırım Tuğrul’dan parçalara bas gitar çalmasını rica etmemle oluştu.

10

NİSAN 2012

title.

Tuğrul: Rammy ile o dönemde farklı bir projeye kafa yorarken evde kaydettiği bu parçalardan bahsedip gidip bas çalmam ve işlerin bu duruma gelmesi, biraz sürprizdi benim için. Ama keyifli ve bir beklenti olmadan yapılan her iş karşılık buluyor diye düşünüyorum. Rammy: Bu noktada bir de davulcu gerekecekti tabi. Zamanın popüler sosyal ağı Myspace’deki ilanımızı o günlerde müziğimizi dinleyici olarak yine buradan takip eden Gülşah’ın görüp davulcu arkadaşı Ender’e bahsetmesi... Gülşah: Rammy’nin Myspace’e koymuş olduğu kayıtlara rastlamam müzisyen bir arkadaşımın vesilesiyle oldu. Dinlediğim ilk gün Rammy’e hemen bir mesaj attım. Mesajda parçalarını çok beğendiğim ve Eskişehir’den oluşuyla mutluluk duyduğum yazıyordu. Öyle hatırlıyorum. Devamında birlikte başka bir projede çalıştığımız Ender’e mesaj attım, OYH’nin bir davulcu aradığını, parçaları çok seveceğini, hemen mesaj atmasını vurguladım ve 2010 yılında ODTÜ’de ilk konserlerini birlikte vermelerine vesile olmuş

titlemag.com


oldum. ODTÜ konseri sonrası telefonla Ender’in beni arayıp grupta seni istiyoruz demesiyle bende dahil olmuş oldum. Böyle sürprizli, heyecanlı, beklenmedik bir buluşma oldu bizimkisi.

Post-rock’ın bir müzikal janr etiketinden ziyade bir duruş olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Sizin kendinizi konumlandırdığınız bir yer ya da “Bozmayız sakın!” dediğiniz bir duruşunuz var mı? T: Bir duruşumuz tabi ki var. Biz kendi istediğimizi hiç bir şekilde diretilmeden yapıyoruz ve insanlarla paylaşıyoruz. Bir paylaşım süreci bu. Bozmayız sakın dediğimiz duruşumuz bence major olarak nitelendirebileceğimiz plak şirketlerinden sakınmamız diye düşünüyorum. R: Felsefi ve politik bir duruştan bahsediyorsak, spesifik olarak ’90 sonrası rock müzikte bir bireyselcilik anlayışının hakim olduğunu düşünüyorum. Toplumsal meselelere artık doğrudan radikal bir muhalif tepki değil de, bu meselelerin bireyler olarak yaşadığımız etkileri üzerinden bir yaklaşımın sözkonusu olması gibi... Depolitizas-

titlemag.com

yon çemberinden geçmiş bir kuşak olmamızın da etkisi vardır tabi bu durumda ama mevzu o kadar da iç karartıcı değil. Çünkü, -aslında çağdaşlarımızdan çok da farklı olmayarak- siyasi bir propaganda algısıyla hareket etmek yerine, birlikte yaşadığımız evrene olan sorumluluk bilincimizle işimizi yapıyoruz. 20. yüzyıl modernizminin kaybettirmeye uğraştığı insani ve etik değerlerin farkındalığı galiba en kat’i ve bozmayız dediğimiz duruşumuz.

Roxy’ye katılıp bir üçüncülük elde ettiniz. Yerli temsilcisi pek olmayan bir tarzda müzik yapan bir grup için bu çok iyi bir başarı. Peki bir müzik yarışmasına katılmanın duruşu zedeleyen bir şey olduğunu düşünüyor musunuz? T: Bu konuyu da kendi aramızda baya sorguladık aslına bakarsınız. R: Öncelikle RMG’ne bir yarışma gözüyle bakmadığımızı belirtmek isterim. Başladığı dönemden bu yanadır, alternatif ve bağımsız müzik sektörüne pek çok değerli ismi kazandırmış ol-

title.

NİSAN 2012

11


ması, basit bir şekilde “yarışma” sıfatını yakıştırmamıza engel görünüyor. Bu bağlamda “iyi”ye hizmet veren bir organizasyonda, tam anlamıyla “biz” olarak yer almanın duruşumuzu zedeleyen bir şey olması pek mümkün değil gibi. Yine de, Tuğrul’un dediği gibi bu konuyu gerçekten sorguladık. Zor bir karardı.

Myspace sayfanızda kendinizi bir “astral seyahat grubu” olarak tanımlıyorsunuz. Sahnedeyken kendinizi bir astral seyahat halinde hissediyor musunuz? Gidip de çok sevdiğiniz yerler oldu mu? G: Sahneye her çıktığımda çok heyecanlı oluyorum, ellerim titriyor ve kalbim çok hızlı çarpıyor. Bir süre dinleyiciyle göz göze gelmemeye çalışıyorum, müziğimize odaklanmak için kendimi hazırlıyorum. İlk parçayı çalmaya başladığımız an herşeyi unuttuğumu söyleyebilirim. Ellerimi titreten o heyecanın yerini başka bir heyecan alıyor daha çok çalmak, daha çok müziği duymak, o anı daha çok yaşamak… Her konser tüylerimi diken diken yapan bir parçamız var ve komiktir her zaman ağlamak geliyor içimden, tuttuğum çok oldu. Sahip olduğumuz müziğe her birimizin farklı anlamlar kattığını düşünüyorum ama o farklı anlamlar bizi bir noktada birleştiriyor. Konser videolarını veya fotoğraflarımıza baktığımda çoğu zaman aynı yerde gözlerimizi kapattığımızı, heyecanlandığımızı, güldüğümüzü, uzaklara doğru gidip geldiğimiz gözle görülebiliyor. Hepimizi bir yerlere gidiyoruz ve müziğimiz yaparken ayaklarımızın yere basmadığı kesin. T: Untitled ‘da beni çok sürükleyen ve gözlerimi kapattığımda ıssız bir adada olduğumu hissettiren bir bölüm var. Garip!

İlla bir janr etiketi altında toplamak gerekirse sizi ve sizin gibi grupları bu post-rock olurdu sanırım. Müzikal olarak kendini tekrarlamaya çok açık bir tarz gibi geliyor bana. Sizin böyle endişeleriniz var mı? T: Post rock diyemeyiz diye düşünüyorum ben de aksine. Post-rock’u loop melodiler veya benzer gitar tonları diye anlamamak gerektiğini düşünüyorum. Müzikal olarak kendini tekrarlamak gibi bir endişem olmadı. Böyle bir durumla da

12

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



karşılaşmadık sanırım henüz. R: Etiketleme, plak şirketlerinin aynı tür altında grupları toplayıp daha kolay bir şekilde pazarlaması amacıyla yaratılmış bir mevzu olduğundan, elimizden geldiğince bir janra ait olmayı reddedip bundan kaçınacağız galiba. G: Aslında yeni besteler konser sırasında doğaçlamaya daha çok açık; dolayısıyla her konser bazı parçaları farklı armonilerde ve farklı biçimlerde çalıyoruz. Dolayısıyla kendini tekrar eden o müzik formundan uzaklaştığımızı düşünüyorum. Ama aynı zamanda bir dinleyici olarak kendini tekrar eden çoğu şeyi çok fazla severek dinlediğimi söyleyebilirim. Bence bunun da bir devamlılığı olmalı. R: Yapılan müziğin yapısını oluştururken, kullanabileceğimiz o kadar fazla seçenek var ki aslında. Olay tercihlerden ibaret kalıyor. Tekrarlayan

14

NİSAN 2012

title.

sesler veya ezgiler birer seçenek olabilirler. Belli bir form/formül tutturma hevesimiz hiç olmadı. Deneyselliğe açık bir müziğin kendini tekrarlıyor olması zor bir şey diğer yandan.

İlk albümünüzü ücretsiz olarak download’a açtınız ve sanıyorum hatırı sayılır bir kitleye ulaştınız. Bu böyle devam edecek mi? Genel olarak müziğinizin dağıtımı, insanlara ulaştırılması konusunda nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz? T: Evet böyle devam edecek gibi görünüyor. R: Samimiyetine güvendiğimiz bazı “plak şirketi olarak görmediğimiz plak şirketleri” ile ileride çalışabiliriz. Ancak şimdilik “Do It Yourself”.

Şu ana kadar çalmaktan en çok keyif aldığınız sahne neresiydi? Sizin için yeri ayrı olan bir konser oldu mu?

titlemag.com


T: Rock’n Coke’tur herhalde. Türkiye’de her müzisyenin böyle bir festivalde çalma ideali illa ki vardır. G: Son konserimizi verdiğimiz ODTÜ benim en unutamayacağım konserdir. Her ne kadar teknik olarak çaldığımız salonun imkanları sınırlı olsa da dinleyicinin yaymış olduğu sevgi ve enerji benim için çok değerli oldu.

Bundan sonrası için albüm dışında planlarınız var mı? Mesela yurtdışı festivallerinde sahne almak gibi. R: Aslında uzun zamandır yurtdışında çalma planlarımız var. Birkaç teklif de almadık değil açıkçası. Ancak zaman ve finans problemleri yüzünden kısa vadede zor görünüyor. Neticede öğrenci, çalışan veya farklı gruplarla da çalmakta olan kişileriz.

Son olarak teker teker en son okuduğunuz kitap, izlediğiniz film ve dinlediğiniz albüm? T: Müzik Felsefesi - Aaron Ridley Demirhan Baylan - Sinyal Açlık Oyunları G: En son geçmişten günümüze popüler sentez teknikleri üzerine Ufuk Önen ve Teoman Pasinlioğlu’nun yazmış olduğu Synthesizer Teknolojileri ve Programlama kitabını ve Samual Beckett’in Proust adlı kitabını okudum. Son zamanlarda çok film izledim ama en çok önemsediğim Project Nim oldu. Uzun zamandır ısrarla dinlediğim grup The Future Sound of London ve Morton Feldman. R: Geçen hafta Hedwig and the Angry Inch’i seyrettim. Cinsiyet kavramı üstüne gayet makul ve insani bir hikayesi olan film/müzikal. Oldukça beğendim. Bir süredir birkaç kitabı bir arada okumaktayım, ağır ağır: Nick Cave’in “Bunny Munroe’nun Ölümü” ve Mehmet Rifat’tan “Dilbilim ve Göstergebilimin Çağdaş Kuramları” bunlardan ikisi. Son olarak, Kafabindünya’nın Obi’si ve çok sevdiğim bir arkadaşım sayesinde tanıdığım Warpaint’in The Fool albümünü dinliyorum. •

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

15


MODA CANSU ONOMAY, RACHEL ARAZ, YAĞMUR ÇENBERLİ


Hermes’ten Leather Forever Hermes 175. yaşına özel, Londra’da bulunan 6 Burlington Gardens’ta bir sergiye imza atıyor. Modanın mihenk taşlarından biri olan Fransız devinin çantaları, Leather Forever adlı bu sergide bir araya geliyor. Hermes’in 19. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar süren ve sürmeye de devam eden hikayesi modaseverlere anlatılıyor. Leather Forever’da çantalar kuru kuruya sergilenmeyecek. Tasarımları dünyayla buluşturan ustalar da 6 Burlington Gardens’ta yeni çantalar yaparak değişik bir performansa isimlerini yazdıracaklar. Ücretsiz gezilebilecek olan sergi, 8-27 Mayıs tarihleri arasında açık olacak. •

Doğa Tutkunları Buraya! Adidas, yepyeni bir fotoğraf yarışması düzenliyor. 31 Mayıs’a kadarwww.terrex-experience. comadresine gönderilecek fotoğraflarda sadece iki basit şart aranıyor: Adidas ürünleriyle doğa sporu yapıyor olmak ve markanın üç bandına ithafen üç parmak işareti yapmak. Kullanıcılar tarafından en çok oyu alan fotoğraflar çok özel isimlerden oluşan jürinin huzuruna çıkıyor. Jüride, ünlü dağcı Sasha DiGuilian, Reinhold Messner, doğa sporu fotoğrafçısı Michael Meisl ve kayakçı Sam Sutton bulunuyor. Yarışmayı kazanan üç kişi, İsviçre’nin Zermatt kasabasında bulunan Alpine Center Zermatt’ta dört gün boyunca trekking yapma imkanı bulacak. •

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

17


Diane Von Furstenberg Rüzgarı Harvey Nichols ve Brandroom mağazalarında Diane Von Furstenberg rüzgarları esiyor. Markanın özgürlükçü kadınlara ithaf ettiği 2012 İlkbahar/ Yaz Koleksiyonu raflardaki yerini aldı. Koleksiyonu tasarlarkenkreatif direktör Yvan Mispelaere, “Işığın ortaya çıkmasıyla her şey değişiyor” sloganını ilham perisi olarak seçti.Enerjik, renkli ve bol desenli bu koleksiyon, Brandroom Nişantaşı mono brand mağazası, Brandroom Suadiye, Brandroom Adana ve Harvey Nichols mağazalarında. •

Bir American Idol ve Tommy Hilfiger İşbirliği Amerikan’nın ünlü televizyon yarışması American Idol, bir imaj danışmanı olmadan yola devam edemeyeceğini anlamış olsa gerek ki, Tommy Hilfiger’ı stil danışmanı olarak göreve atadı. Perakende satışta dev bir isim olan Kohl sayesinde satışa sunulacak koleksiyonda, Amerikan ruhunun birebir hissedildiği pantolonlar ve tişörtler yer alacak. Koleksiyon Haziran itibariyle online satışa sunulacak. •

18

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


Büyüleyici Bir Haber Daha! Louis Vuitton-Marc Jacobs sergisi, Paris’te moda tutkunlarını bekliyor. Marc Jacobs’ın hayal gücünün engin denizleriyle Louis Vuitton’ın yaratıcılığı, Les Arts Decoratifs Müzesi’nde buluşuyor. Kurulduğu günden bugüne kadarki Louis Vuitton tasarımlarının yer aldığı sergi, 16 Eylül’e kadar devam edecek. Yolunuzun Paris’e düşmesi için bundan daha cazip bir neden olamaz galiba. •

Yeni Arzu Nesnemiz Isabel Marant, spor ayakkabı dünyasına yeni bir soluk getirdi. Üç adet cırt cırtı ve boğazlı modeliyle bu ayakkabılar sıradan durabilir; ama öyle bir detay var ki, yeni bir çılgınlık yarattı. İçindeki gizli topuk, spor ayakkabıyı arzu nesnesine dönüştürmeye yetti de arttı bile. Bu çılgınlığa siz de davetlisiniz. •

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

19


İngiliz Sporcuların Arkasındaki İsim: Stella McCartney Londra 2012 Olimpiyat Oyunları için geri sayım yaparken, Stella McCartney kendi ülkesinin sporcuları için hazırladığı koleksiyonu görücüye çıkardı. McCartney, Adidas ile işbirliği içinde yaptığı çalışmadan ne kadar gurur duyduğunu gizlemiyor. Tasarımlar, basketbol oyuncusundan yüzücüsüne,30 farklı sporcunun modellik yapmasıyla ortaya çıktı. Stella McCartney, projenin en keyifli yanının sporcularla birlikte çalışmak olduğunu söyledi. •

Andy Warhol Kozmetik Diyarında Kozmetik dünyasının en önemli markalarından biri olan Nars, yeni koleksiyonunu Andy Warhol’e adıyor. The Andy Warhol Foundation ile beraber hazırlanan koleksiyonda, pop-art’ın duayenini yansıtacak renkler kullanılacak. İthafı Warhol’e yapılan koleksiyon ile önümüzdeki kış mevsiminde buluşacağız. •

20

NİSAN 2012

title.

titlemag.com




• Gül Ağış •


Gül Ağış, önce modanın kalbinin attığı Milano’da moda eğitimi aldı. Ardından, Costume National için çalıştı. Daha sonra Türkiye’ye dönüş yaptı ve gittikçe büyüyen bir tasarımcı ve marka yarattı. Birçok marka için tasarımlar hazırlarken, 2010’da kendi markası Lug von Siga’yı (marka adını, Gül Ağış’ın tersten yazılışından alıyor) kurdu. Bütün bunlara kocaman bir artı olarak, İstanbul Teknik Üniversitesi FIT (Fashion Institute of Technology New York)’te Fashion Art and Design dersini veriyor. Ağış, hem farklı, hem çağdaş, hem de bizim olanın peşinde. Orijinallik ve sanatsallık, tasarımlarının en temel unsurlarından. Durmak nedir bilmeyen tasarımcıyla ile keyifli bir röportaj yaptık. Şöyle buyurun;

İtalya’da çok iyi bir moda eğitimi aldıktan sonra Türkiye’ye geri döndünüz. Neden böyle bir tercih yaptınız? Ben Milano’da yedi yıl kaldım. Önce eğitim aldım, sonra çalıştım. Dönmemin nedeni, annemin vefatıydı. Zaten dönecektim, ama süreci

24

NİSAN 2012

title.

hızlandırmış oldu.

İki yıl önce Lug von Siga’yı kurarken koymuş olduğunuz hedeflere bugün ulaştığınızı düşünüyor musunuz? 2009’da ilk koleksiyonumu çıkardım, daha sonra 2010 yılında Lug von Siga’yı kurdum. İstediğimden daha hızlı bir zamanda yol kat ettim. O yüzden, benim için çok sevindirici bir şey. Türkiye’deki tasarımcılardan daha farklı bir şey yapıyorum. Herkesten farklı bir lezzetim olmasının beğenilmemde çok etkili olduğunu düşünüyorum. Bu da bana hız kazandırdı. Tabiki hedeflerim çok büyük, bu yüzden hedeflerimin daha başındayım. Bir süre şeye ulaştım, ama bir süre şeye de ulaşmadım. Bu bir yolculuk. O yolculuğa başladık, hızla yol alıyoruz.

Tasarımlarınızı oluştururken giyilebilir olmaları mı, yoksa sanatsallıklarını mı ön plana çıkarmayı seviyorsunuz?

titlemag.com


İşin sanat tarafını çok önemsiyorum. Bir moda tasarımcısı olarak sanatla besleniyoruz. Sanat, tarih gibi kollardan etkileniyoruz. Her moda tasarımcısı bir elbise yapıyor, ama önemli olan onun arkasındaki hikayedir. Onun için, mümkün olduğunca bir hikaye oluşturmaya çalışıyorum. Bu, farklı şeylerin kontrastı olabilir. Sadece bir konu değil, bir sürü konuyu farklı şekilde işlemeyi seviyorum,hamamda yaptığım defile gibi. Hamamda hiç defile yapılmamıştı. Bu bir ilkti Türkiye’de.

Hamam fikri nasıl oluştu? Modern sanat kitaplarından birinde Ingrid’in tablosunu gördüm. O meşhur, kadınların çıplak hamamdaki resimleri çok hoşuma gitti. Oradaki çıplaklığı çok asil buldum. Buradan yola çıkarak araştırma yapmaya başladım. Ondan sonra, zaten derinlemesine indi. Hamamı, tarihini, ritüellerini araştırdım. Kadınların hamamda sadece bedenlerini değil, ruhlarını da temizlediğini öğrendim. Bufikir, böyle gelişti. Sonunda defileyi

titlemag.com

Galatasaray Hamamı’nda yaptık.

Tasarımlarınızda sanatın yanı sıra günlük hayattan izler de yansıtmayı tercih ediyor musunuz? Tabiki. Sonuçta ticari bir iş yapıyoruz, satabildiğiniz sürece varsınız. İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki öğrencilerime de bunu söylüyorum; satış çok önemli. Bir ürünün satılabilir olması gerekir. O yüzden, dengeye dikkat edilmeli. Ara ara sıradışı parçalar sergileyebilirsiniz, ama o koleksiyonun matematiğini ve dengesini çok iyi kurmanız lazım. Hem satılabilir ürün hem rahat ürün sergilemeniz lazım. Hem çok yaratıcı parçalar hem çok giyilebilir parçalar tasarlıyorsunuz. Dolayısıyla ikisini çok iyi dengelemek gerekiyor.

Sizce Türkiye’de dengeleniyor mu? Yaratıcılık anlamında biz neredeyiz? Yaratıcı işler gördüm İstanbul Fashion Week’te. Bu seferki moda haftasına katılmadım, çünkü ti-

title.

NİSAN 2012

25


cari olarak geri dönüş olmuyor maalesef. Daha yeni bir oluşum. Buyer’ların ve yurtdışındaki basının gelmesi bir süre alıyor. Tek tük geliyor, dolayısıyla fazla geri dönüş olmuyor. Böyle olunca, sponsor desteği görmeden her defasında kendi cebinden harcıyor olmak yorucu olmaya başlıyor. Şov tarafı güzel, ama bunların paraya dönüşmesi lazım. IFW gelişiyor tabiki, daha da gelişeceğine inanıyorum. Beş-altı kere yapılmış bir organizasyon, 60-70 kere yapılıyor olması lazım.

Türkiye hangi aşamaları geçtikten sonra trendsetter konumuna gelebilir? Çünkü geçtiğimiz moda haftasında var olan trendlerin yorumlarını gördük. Trendsetter olabilmemiz için çok fazla malzeme var elimizde zaten. Çok zengin bir kültürümüz var, ancak şu ki, bizde hep bir yabancı özentiliği de var. Çağdaş bir yorum katabilirsiniz. Ne Doğu’yuz ne Batı’yız, ikisinin karışımı var bizde. Benim hamamda defile yapmamdan yabancı basın çok etkinlendi ve dendi ki, “Türk tasarımcılarından bunu bekliyoruz zaten”. Hamamda yaptım ama şile bezi giydirmedim,çağdaş bir görünüm sundum. Bence bunu yapmak önemli. Bir de alt yapı sorunumuz ve sanayide ciddi açıklarımız var. Bizim tasarımcılarımızın kumaş bulma gibi çok büyük bir problemi var. Ben bir kumaşçıya gittiğim zaman “Bu kalmadı”, “Bu renkten üretmedik”, “Bundan üç metre size veremeyiz” şeklinde yanıtlar alıyoruz. O kadar kılı kırk yararak bazı şeyleri yapmaya çalışıyoruz ki tasarımcı olarak tek başımıza, inanın, on katı zor. Türkiye’de tasarımcı her şeye kendi koşmak zorunda. Yaratıcılığını ve enerjisini bunlara da harcamak zorunda kalıyor.

Son zamanlarda televizyon kanallarında moda yarışmaları revaçta. Sizce giyinmenin bu programlarda iddia edildiği gibi belli normları var mı ve böyle bir öğretici rolünü üstlenebiliyorlar mı?

rin bir de dönüp kendisine bakması gerektiğini düşünüyorum. Ben olsam, böyle bir programa çıkmak yerine, daha bilir bir kişiden tavsiye almayı yeğlerdim.

Özel yaşamınızda neleri takip ediyorsunuz? Ne dinliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz? Ritüel öğretilerle ilgileniyorum. Hindistan’a giderim. Sri Lanka’ya, Buddha’nın doğumuna gittim. Kitap okumayı çok seviyorum, haftada iki-üç kitap okurum. Araştırmayı seviyorum. Yoga yaparım. Bir yandan punk-rock da dinlerim. Kendi kokteylimi kendim hazırlarım. Bir sürü kültürden beslenmeyi, seyahat etmeyi seviyorum. Renkler, kumaşlar çok hoşuma gider. Bir şeyi beğendiysem mutlaka dokunmak isterim.

Asla giymem dediğiniz bir parça var mı? Evet, var. Koyu kahverengini sevmem. Triko etek giymem. Şişman gösterir ve tüyleniyor. Çok mantıklı bulmuyorum tasarım anlamında. Sürekli oturup kalktığın bir parçanın trikodan yapılıyor olması pratik gelmiyor bana. Kürk asla giymem.

Son anda belli olan bir doğumgünü partisine ne giyip gidersiniz? Salaş ve rahat giyinmeyi seviyorum. Giyinir ve çıkarım. İlla doğumgünü diye çok şık olmam gerekmiyor. Güzel bir makyaj yaparım, birkaç tane entel dantel takılarımdan takarım. Onun dışında çok fazla bir efor sarf etmem. Normalde de giyinmeye aşırı zaman ayırmam. Öyle bir yeteneğim olduğunu düşünüyorum. “Mix & match” yapmayı çok seviyorum. Çocukluğumdan beri böyleyim. Annemle babam “Hadi, hazırlan” derlerdi, gider giyinirdim ve herkesten daha şık olurdum. Dolayısıyla, nasıl yapıyorum bilmiyorum. Uzun uzun düşündüğüm zaman giyinemiyorum. Bir kere özenerek giyinmeyi denedim, ama olmadı. Beş-on dakikada hazırlanırım. •

İnsanlara farkındalık kazandırmak, elbette güzel. Herkes giyinmeyi bilecek diye bir şey yok. Herkes zevkli olacak diye de bir şey yok. Dolayısıyla, böyle programların yararlı olabileceğine inanıyorum, yapıcı olduğu müddetçe. Yalnız, dalga geçer boyuttaki tavırları sevmiyorum. Bunu basit buluyorum. Bunu yorumlayan kişile-

26

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



Ray-Ban Sokakta en fazla karşılaştığımız Ray-Ban 1937 yılında Bausch&Lomb tarafından kurulmuş Amerikan gözlük markası. 1999 yılında Luxottica Group’a satılan bu marka, en çok tercih edilen gözlük markası olarak yoluna devam ediyor. 1936 yılında Teğmen John A. Macready’nin bir balon macerasından döndükten sonra gözlerinin zarar gördüğünü ve Bausch&Lomb’a bunun için bir güneş gözlüğü üretmelerini söylemesi üzerine ilk Ray-Ban’ler üretilmeye başlanıyor. Kızılötesi ve ultraviolet ışıkları filtreleyen ve çok hafif çerçeve ağırlığına sahip olan bu gözlükler Amerikan Ordusundaki pilotlar tarafından çok tercih ediliyor. General Douglas MacArthur, 2. Dünya Savaşı’nda Filipinlere gözünde Ray-Ban Aviator modeliyle indiğinde pek çok fotoğrafı çekiliyor ve ardından o dönemlerin en popüler

28

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



güneş gözlüğü oluyor. 1952 yılında Raymond Stegeman, bir diğer çığır açan Ray-Ban Wayfarer modelini tasarlıyor. Pek çok farklı renkte plastik çerçeveleriyle herkes tarafından büyük beğeniyle karşılanıyor. Ray-Ban güneş gözlükleri 1982-1987 yılları arasında yaklaşık 60 film ve televizyon şovunda görüldü.Tom Cruise’un Riskli İş filminde taktığı Wayfarer modeli bir fenomen haline geldi ve o yıl 360.000 adet satıldı. 1990’larda yavaş yavaş popülaritesini kaybetmeye başladı fakat çerçevesi küçültülerek ve daha az açılı hale getirilerek tekrar tasarlandı ve Ray-Ban şöhretine kaldığı yerden devam etti. 20. yüzyılın moda ikonu sayılan bu Ray-Ban modellerinden sizde kaç tane var? •

Aviator

30

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



Wayfare

32

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



Kendin Pişir Kendin Ye Yazın gelmesiyle birlikte en çok sevindiğim şeylerden biri, babet giyebilecek olmak. Rengarenk plastik babetler gerçekten favorim. Kendi babetinizi, zevkinize, hayal gücünüze göre süslemeniz de aslında çok kolay. Geçen yaz aldığım düz beyaz bir babeti, kendi ad ve soyadımın baş harfleriyle süsleme fikri gerçekten benim hoşuma gitti. Umarım sizin de gider. İhtiyacınız olan şeyler; keçe siyah kumaş ve zevkinize göre seçeceğiniz renkte boncuklar.

34

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


İstediğiniz bir/iki harfi seçtikten sonra keçe kumaştan düzgün bir şekilde kesebilmek için bilgisayardan harflerin çıktısını alabilirsiniz.


Keçe kumaş üzerine kağıt harfleri bir iğne yardımıyla tutturun. 36

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


Makas ve falçata yardımıyla seçtiğiniz harfleri keçe kumaştan kesin.


Seçtiğiniz renkteki boncukları sırayla üzerine işleyin. Sağlam olması için misina da kullanabilirsiniz. 38

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


Kestiğiniz harfleri tamamen boncukla kapladıktan sonra, sağlam bir yapıştırıcı yardımıyla babetlerinize yapıştırın. Size özel babetleriniz hazır. • RA


r i k i f e r Sizle inb m o k verecek ık. Göz ad l r ı z a h ler ğa a k o s n atmada yın. çıkma

40

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


Ayakkabı: Kelsi Dagger Çanta: Zara Küpe: Ilena Makri Kemer: Dsquared2 titlemag.com

Elbise: Wilfred Victoire Makyaj Malzemeleri: Chanel

title.

NİSAN 2012

41


Üst: bankfashion.co.uk Cicekli Pantolon: axparis.co.uk Küpeler: Kenneth Jay Lane Ayakkabı: Kelsi Dagger 42

NİSAN 2012

title.

Çanta: Valentino

titlemag.com


Üst: Lanvin Şort: republic.co.uk Ayakkabı: wetseal.com Çanta: Dolce&Gabanna titlemag.com

Bileklik: Zadig&Voltaire Gözlük: Dries Van Noten

title.

NİSAN 2012

43


Bluz: Marni Etek: Nina Ricci Loafer: Topshop Çanta: Nine West 44

NİSAN 2012

title.

Saat: Swatch Far: Nars

titlemag.com


Elbise: glamboutique.co.uk Espadril: Toms Clutch: Mad Imports Y端z端k: baublebear.com titlemag.com

K端pe: LK Designs Oje: Nars

title.

N聴SAN 2012

45


Gömlek: republic.co.uk Şort: Marni Ayakkabı: Nine West Çanta: Zac Posen 46

NİSAN 2012

title.

Güneş Gözlüğü: Tortoiseshell Parfüm: Marc Jacobs

titlemag.com



SİNEMA ECEM NİDA DİNÇTÜRK, SARP SAYAR

Bilgilendirme Mart ayında vizyona girmesi beklenen ve bizim de geçtiğimiz ay yer verdiğimiz filmlerden ‘Şahane Misafir’ 6 Nisan’da, ‘Can’ ise 11 Mayıs’ta vizyonda olacak.


Titanic 3D Gelmiş geçmiş en romantik filmler arasında klasikleşmiş olan Titanic 15 yıl sonra, üstelik batışının 100.yılında, tekrar vizyonda. Fakat bu defa 3 boyutlu. 1997 yılında vizyona girdiğinde tüm dünya tarafından hayranlıkla karşılanmış, hatta 2009 yılına kadar dünya üzerinde en yüksek hasılat yapmış film olarak tarihe geçmişti. Gerek gerçek Titanic öyküsü, gerek anlattığı imkansız aşk hikayesi ile de birçok sinemaseverin vazgeçilmezleri arasında yerini almıştı. Büyük bir hayran kitlesine sahip olduğu bilinen yapım, 3 boyutlu sinemanın sadece bir hayalden ibaret olduğu yıllarda çekilmişti. Fakat şimdi geliştirilen yeni teknikler sayesinde görüntüleri 3 boyuta dönüştürüldü ve hayranlarının karşısına bir de 3 boyutlu haliyle çıkartılmak istendi. Kim bilir, belki de senelerce elinde tuttuğu “en yüksek hasılat” rekorunu bir 3 boyutlu filme kaptırmış olması bu fikri ortaya çıkartmıştı. Titanic, yapıldığı yıl itibariyle inşa edilmiş en büyük gemiydi ve sağlamlığı konusunda kimsenin şüphesi yoktu. Aslında bu büyük bir yalandı ve tüm bu sarsılmaz inanç, ilk sefer öncesinde yürütülen başarılı reklam çalışmasının ürünüydü. Ve Titanic, henüz ilk seferini gerçekleştiriyorken, 15 Nisan 1912 tarihinde trajik bir şekilde

titlemag.com

Atlantik’in soğuk sularına gömüldü. 1514 kişinin hayatını kaybettiği geminin enkazı ise ancak 73 yıl sonra, 1985 yılında bulunabildi. Titanic efsanesinin filmleri daha önce de yapılmıştı ama 1985’te enkazın bulunması efsaneyi tekrar gündeme taşıdı ve 1997 yılında James Cameron 200 milyon dolarlık bir bütçeyle yeni bir Titanic filmi çekti. Bu film, sinema dünyasının karşılaştığı en gerçekçi filmlerden birisiydi. Filmin çekimlerinin büyük bir bölümü devasa havuzlarda ve gerçeğini aratmayacak boyuttaki gemi replikaslarıyla gerçekleştirildi. Bu trajik öykünün içinde bir de, iki farklı toplumsal tabakadan olmalarına rağmen birbirlerine aşık olan Jack ve Rose’un aşkları yerleştirildiğinde, ortaya kitlelerin hayranlığını kazanacak bir yapıt çıktı. -Malum, imkansız aşk öyküleri senelerden beri prim yapabilen iyi bir malzemedirTitanic, Oscar tarihinde 1950 yapımı All About Eve’den sonra 14 Oscar adaylığı ile ‘en fazla Oscar adaylığı’ almış ikinci film olmasının yanı sıra; 11 dalda ödül alarak da ‘en fazla Oscar kazanan’ üç filmden biridir. Başrollerini Leonardo DiCaprio ile Kate Winslet’ın paylaştığı film, 6 Nisan’da ikinci defa, bu kez 3 boyutlu haliyle, beyazperdede yerini alacak. • END

title.

NİSAN 2012

49


Yeraltı Henüz proje aşamasındayken konuşulmaya başlanan ve çekimlerin başladığı günden bu yana heyecanla beklenen Yeraltı, vizyon tarihi konusunda sinemaseverlerin canını açıkçası çok sıkmıştı. Önce 2011 yılında, sonra geçtiğimiz Ocak ayında vizyona gireceği açıklanmıştı ama gerek festivaller gerek türlü aksilikler, tarih sürekli ileri atılmıştı. İlk açıklanan vizyon tarihi için dahi sabırsızlanılırken aylar süren bu gecikme, sinemaseverlerin sabrını taşırmak üzereydi. Fakat şimdi sakin olun ve derin bir nefes alın. Yeraltı, bu ay vizyona giriyor. Bu sefer gerçekten giriyor. Karşımızda bir Dostoyevski uyarlaması endam ediyor. Ama Demirkubuz uyarlamaları alışık olduğumuzdan farklı bir yapıda ilerler. Ne kitapta okuduğunuz öyküyü anlattığını iddia edebilirsiniz ne de sadece öyküdeki durumlardan esinlendiğini iddia edebilirsiniz. Zeki Demirkubuz, bir kitabı uyarlıyorsa anlatmaya değer bulduğu ve kendi tarzıyla bezeyebileceği iyi bir öykü yakalamış demektir. Bu nedenle tek derdi kitapta geçen olayları filme aktarmak değildir. Olayları anlatır fakat çoğu yönetmenin düştüğü hataya düşerek, birebir anlatma kaygısıyla filmi çöpe atmaz. Duyguları verir ama aslında kitapta karakterin çözümleme fırsatı yakalayamadığımız yanlarını anlatır. Bunu da kendi süzgecinden geçirip aktarıyor olmasıdır uyarlamalarının se-

50

NİSAN 2012

title.

vilmesi. Bilenler bilir, Camus’un Yabancısı’ndan uyarladığı Yazgı, aslında kitabın anlatımını tamamlayıcı bir rehber niteliğindedir. Dikkat edilesi bir başka nokta, olay odaklı hikayelerden ziyade karakter odaklı hikayelerin peşinde oluşudur. En temel, en üryan haliyle insan’ı kovalar durur. Yeraltı’nda da durum böyle. Bu arada, usta yönetmen son dönemlerde yeni yeni keşfedilen Ankara’nın sinematografik yapısına kapılarak çekimleri Ankara’da gerçekleştirdi. Başkalarını bilmem ama, kendi adıma film için heyecanlanma gerekçelerimden birisi de bu mekan seçimiydi. Gerçi yalnız yaşayan bir memurun öyküsü için de başka bir şehir düşünmek mümkün değildi sanırım. Başrolünde komedilerde severek izlediğimiz ama Vavien’le bu aşina algıyı kırmaya başlayan Engin Günaydın’ı gördüğümüz Yeraltı’nda en az Günaydın kadar bizi güldürmesine alıştığımız bir başka isim olan Nihal Yalçın ve Murat Cemcir’in yanı sıra Serhat Tutumluer ve Serkan Keskin gibi usta isimlerle de karşılaşıyoruz. Yeraltı, 13 Nisan’da vizyonda. Bu sefer gerçekten. • END

titlemag.com


Mar Bu yıl vizyona girmesi merakla beklenen ve başarısına inanılan yapımlardan birisi Mar. Genç yönetmen Caner Erzincan’ın ilk filmi. Öncesinde, ilk belgesel çalışması Buzlar Kırılırken ile adını duyuran Erzincan, bu defa kurmaca çalışmasıyla arz-ı endam ediyor beyazperdede. Fakat Mar’ın şansı, Caner Erzincan’ın önceki yapımları kadar yaver gitmedi festivallerde. Hatta 2011 Altın Koza’da hakkının yendiğini söylemek, mübalağa olmaz. Beraber yarıştığı yapımlarla karşılaştırıldığında birkaç adım önde duran bir çalışma olduğu çok aşikardı, bu yüzden ödüller açıklandığında büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Yine de Mar’ın hakkı Malatya’da teslim edildi, jüri özel ödülüne layık görüldü. SİYAD’da ise ‘en iyi film’ ödülünü alırken Volga Sorgu’ya da ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülünü kazandırdı. Bunların dışında Almanya’da birçok film festivalinde özel gösterimlerde yer aldı ve festival yolculuğu hala sürüyor.

sürdüren ve farklı kuşaklara ait üç farklı erkeğin ekseninde dolaşıyor. Bu üçlünün buluştukları nokta ise yalnızlık. Öksüz iki kardeş ve babalarının hayatla mücadelelerinin anlatıldığı yapım, yönetmenin kendi yorumuyla, duygusal bir anlatım tarzı belirlemiş durumda. Gerçi bu duygusal yapının yanında genç bir gözün ruhsal çözümlerine de erişme şansı yakalıyoruz. Kaygılar, arayışlar ve gelecek planları. Bir de parçası oldukları toplumsal yapının, kahramanların ruhlarındaki yansıması. Fakat küçük sınırları içinde, ufak hayallerin yolcusu olan bu insanlar için hayat her zaman pek de iyimser davranmıyor. Başrollerinde Volga Sorgu, Yılmaz Şerif ve çocuk kahramanımız Raşit Saraç’ın yer aldığı filmde; Begüm Kütük, Mahmut Gökgöz ve Güray Kip gibi sevilen isimlerle karşılaşıyoruz. Bir ‘ilk film’ için beklentileri yükselten Mar, 20 Nisan’da sinemalarda yerini alacak. • END

Konya Selçuk Üniversitesi mezunu olan Caner Erzican, ilk uzun metraj filminin çekimlerini de Konya’da gerçekleştirdi. Küçük bir ekiple, küçük bir zaman diliminde tamamlandı film. Yalnızca 40 kişi ve altı haftalık bir süreç. Mar, bir taşra öyküsü. Anadolu’da yaşamlarını

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

51


The Raven V for Vendetta gibi başyapıt niteliğinde bir filmi sinema dünyasına kazandıran James McTeigue, şimdi beyazperde de Poe rüzgarları estirmeye hazırlanıyor. Gotik edebiyatın babası, Edgar Allen Poe’nun uzun senelerdir hayranlıkla okunan şiiri Raven oluşturuyor filmin iskeletini. The Raven, bir Poe uyarlaması değil ama Poe’dan büyük ölçüde ilham almış bir metnin ürünü. Hatta Poe, filmin aslında kilit karakterlerden biri. Zira film, Poe’nun öykülerindeki cinayetleri birebir tekrarlamaya çalışan bir sapkının öyküsünü anlatıyor temel olarak. Üstelik bu öyküler de Poe’nun senelerden beri beğeni toplamış, kült gerilim öyküleri. Bu nedenle öykü seçimlerinde de nokta atışı yapıldığını söylemek doğru bir ifade olacaktır. Film, Poe’nun yaşadığı dönemde, 19.yüzyıl Amerikası’nda geçiyor. Poe’nun filme bir karakter olarak dahil olması ise, öykülerinin işlenen cinayetlere ilham verdiğinin keşfedilmesiyle başlıyor. Cinayetler karşısında çaresiz kalan polisler; malum öykülerin yazarı olarak Poe’ya haddinden fazla ‘bilirkişi’ muamelesi yapıyorlar ve katili yakalayabilmek için Poe’dan yardım istiyorlar.

Law Landers’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve fazla Poe okumaktan kafayı sıyıran bir cerrahın hikayesinin anlatıldığı aynı adlı film, yapılmış Raven varyasyonlarından en bilinenidir. Bu da aslında Poe’nun bunca başarılı yapıtı arasında Raven’in diğer örneklerinden ne kadar sıyrıldığını ve ön plana çıktığını kanıtlıyor. Üstelik bu etkinin onlarca sene tükenmeden sürmekte olduğunu da gözler önüne seriyor. The Raven’i merak edilir kılan, James McTeigue’nun gözünden aktarılan bir Poe anlatısı olmasının yanı sıra Edgar Allen Poe’yu John Cusack’ın oynuyor olması. Poe’ ya benzerliği düşünüldüğünde başarılı bir cast çalışmasının sonucu görünüyor Cusack’ın Poe rolü. Filmde Cusack’a Luke Evans, Alice Eve ve Brendan Gleeson gibi isimler eşlik ediyor. Modern dünyaya, yeni bir gözle aktarılan yüz yıllık bir hikaye The Raven; izleyenlere lezzetli bir Edgar Allen Poe anlatımı için 27 Nisan’da gösterimde olacak. • END

Malumdur ki aslında, Raven şimdiye kadar birçok sinema yapıtına konu olmuştur. 1935 yılında

52

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


Pazarları Hiç Sevmem Nisan ayının ‘ilk filmler’inden biri daha: Pazarları Hiç Sevmem. Rezzan Tanyeli’nin ilk filmi. Ve bir kadın filmi olarak, Türk sinemasının sevilen birçok kadınını bir araya getiriyor. Biraz da bu yüzden beklenenler arasında yerini alıyor. İsmiyle duygulara tercüman olan, bu nedenle adıyla da ilgi çeken film; biraz Ege, biraz da bir İstanbul filmi. Çekimlerin bir kısmı Tire, Ödemiş, Gökçen ve Birgi kasabalarında gerçekleştirilirken, bir kısmı da İstanbul’da gerçekleştirildi. Sinopsiste “insanlık halleri, cenazeler, düğünler, eski arabalar ve vasiyetler üzerine bir film” cümlesiyle ifade edildiği gibi, konusunu bir çerçeveye sıkıştırmanın mümkün olmadığı bir film Pazarları Hiç Sevmem. Genel olarak bir şey söylemek gerekirse de, malum pazarlar kasvetli ve sıkıntılıdır, zorlu dönemlerden geçen insan hikayeleri ve insanların bu süreçte birbirlerine destek olma çabalarını anlatıyor. Bu süreçte başlarına gelen acı-tatlı olayları da, doğal ve sempatik bir üslupla izleyiciye aktarıyor.

Müziklerinde Nil Karaibrahimgil’in keyifli tınılarına rastlayacağımız film, az rastlanır bir oyuncu kadrosuna sahip. Ayrı ayrı, yer aldıkları her projeye can üfleyen bu isimler, Pazarları Hiç Sevmem’de buluşuyorlar. Melisa Sözen, Ezgi Mola, Hasibe Eren ve Şebnem Dilligil’i bir araya getirdiği yetmezmişçesine Ayşen Gruda’yı senelerden sonra beyazperdede izleme şansı veriyor Pazarları Hiç Sevmem. Bu sevilen kadınların yanı sıra, Umut Kurt, Edhem Dirvana ve Kenan Demirok gibi isimlere rastlamak da mümkün. Az önce de belirttiğim gibi, bir ilk film olan ve buna rağmen oldukça umut vaat eden Pazarları Hiç Sevmem, pazarları sevmeyişimize ortak olmak veya bize artık pazarları sevdirebilmek için 27 Nisan’da beyazperdede yerini alacak. • END

Filmografisinde reklam filmi yönetmenlikleri görünen Rezzan Tanyeli, filmin senaryosuna da imzasını atıyor. Ve reklam filminden sinemaya yaptığı bu geçişle, henüz izleyici karşısına çıkmamış olmasına rağmen gerçekten umut vaat ediyor.

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

53


Bir Ressamın Post-Apokaliptik Distopyası : 28 Days Later George A. Romero’nun ‘b filmi’ içinde yarattığı zombi fenomeni 60’lı yılların sonundan günümüze kadar sürdü. 80’lerden sonra, çerez gibi tüketilen slasher ve zombi türleri artık ölü sayılıyordu. Zombi filminin ölü sayılması; b filmlerinin seyircisinin azınlık fan kitleleri olması ve türün içerdiği bir takım formüllerin (ölünün canlanması,mezarından çıkması) artık işlememesi-inandırıcılıktan uzak olması gibi nedenler söyleyebiliriz. 2002 yılında ise İngiliz yönetmen Danny Boyle, Christopher Nolan’ın Batman’e yaptığını yapıyodu. Bu türü, 2000’lere yakın bir geleceğe uyarlayıp olasılığı yüksek olan ‘enfeksiyonlu şehir distopyası’ yaratıyordu. Bu distopya; İngiltere’nin

54

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



yoldan bağlantılı. Danny Boyle; filme ‘evrim teorisi’ algısından da bakılabileceğini net biçimde söyleyip, ‘insan/insanlık’ çerçevesini bu şekilde sorguluyor. Günümüz de, gerçekten Amerika’nın bu çeşit bir virüs-enfeksiyon çıkarıp,panzehiri de bende Bu ideolojik boyutun dışında filmin felsefik bo- oyunu yapmayacağını kim idda edebilir? Kimse.. yutunun da dolu olduğunu düşünebiliriz. Filmin prolog kısmında; bize bütün bu enfeksiyonun se- O yüzden filmin korku hattı, tam da kıyamet sonbebini ‘maymun’ olarak gösteren yönetmen, bü- rası denilen post-apokaliptik zemin üzerine inşa tün filmi maymundan başlayan enfeksiyonun baş edilmiş. Bu korkunun ötesinde, enfeksiyonlu inkarakterimizin metaforik zombileşme sürecine sanların dışında filmde mekansal olarak; kilise ve kurmuş durumda. Film, bize en başından ‘evrim askeriye göze çarpıyor. Bu mekanları, müthiş bir teorisi’ni tekrar inşa ediyor. Zaten ana çekirdekte, ışıkla ‘gotiksel’ hale getiren yönetmen bu meenfeksiyon geçirmiş insanların ortaya çıkışından kanları ve kurumları sert bir dille eleştiriyor. Film ziyade, o insanları öldürmek zorunda olan müca- bir korku filminden ziyade, ‘korkunun ötesinde ki dale içinde ki normal olan insanların ‘zombileş- paranoya’ olarak yeni bir doku kazanıyor. mesi’ hakkında. Bu da baş karakterimizin içinde olduğu,enfeksiyon bulaşmamış olsa da normal Renklerin müthiş anlam kazandığı filmde, Boyle olan bir insanın gözlerini soğukkanlı bir biçimde bir ressam gibi her kadrajını örgüye ve türe bağlı oyacak kadar cani olduğu climax sahnesiyle direkt olarak boyayıp anlamlandırıyordu. Bunu da tabiki ‘hükümete,orduya ve dine olan güvensizliğiniparanoyasını gözler önüne seriyordu.Bu tam da 1997’de ‘kuş gribi’ adı altında çıkan virüsün 5 sene üstüne geliyordu ki bu bir tesadüf değildir..

56

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


muazzam bir sanat yönetmenliğiyle gerçekleştiriyordu..İngiltere’nin en işlek yeri olan Londra’yı, kıyameti andıran sarımtırak hardal rengiyle takdim eden Boyle, askeriyeyi loş ve soğuk buz mavisiyle boyuyordu. Böylece mekanları ve insanları filmde kategori haline getirerek herkesi ayırıyordu. Çünkü böyle bir dünya da herkes kendi ışığıyla ve renkleriyle varolabiliyorlar. Burda yönetmen kıyamet filmlerinde kurtarıcı olarak bir insan yerine ‘kırmızı’ rengi seçip o renkte umut arıyor. Filmde tek bir kurtarıcı yerine ‘kırmızı’ üzerine toplanan üç karakter oluyor. Üç karakter de (siyah kadın,küçük kız ve baş karakterimiz) kırmızı giysiyle filmde kurtarıcı ve insanlık umudu oluyorlar. Kırmızının ‘kan’ olarak anlam kazandığı konvansiyonel sinema da, Danny Boyle böylece bir tezatlık yaratmış da oluyor. Bütün bu lafların ardında kesinlikle bir yönetmen başarısı olduğu yadsınamaz bir gerçek. Danny

titlemag.com

Boyle İngiliz sinemasının yetiştirdiği; biçimsel açıdan üst düzey bir yönetmen. Kaldı ki Boyle bir korku otörü ya da yönetmeni değil, İngiliz’lerin başarısı da aslında her türe muntazam bir çalışma harcayarak ‘biçimsel’ filmler verebilmek. Bunun en bariz örneklerini zaten Ridley Scott’dan biliyoruz. Boyle’un bu filmde esas başarısı; ‘zombi’ türünü A sınıfa geçirerek, post-apokaliptik zeminde günümüzde ki paranoyalardan yararlanarak bir korku başyapıtı çıkarmasıdır. Bu filmden sonra gelen 28 Weeks Later, Rec serisi, I am Legend ve hatta Romero’nun bile 2000’lerde zombi türüne geri dönüşü bu filmi özel bir yere konulması gerektiğini ve önemini gösteriyor. 28 Days Later; son 10-15 yılın en önemli korku filmlerinden biri olup zombi türüne (daha doğrusu enfeksiyonlu post apokaliptik film ) yepyeni bir soluk getiriyor ve adeta ‘ölmüş olan bir türü mezarından çıkarıyor.’ • SS

title.

NİSAN 2012

57



İstanbul Film Festivali Bu yıl 31.si gerçekleşen İstanbul Film Festivali’nin programını incelediğimizde her kategorinin ayrı bir tat olduğunu gördük. Bu nedenle genel bir film seçkisi yapmaktan ziyade her kategoriden bir film anlatmayı daha uygun bulduk. Festival, İstanbullu için baharın müjdecisidir. Bu yüzden keyfe keyif katar. Birbirinden ‘lezzetli’ çalışmaların izleyiciyle buluşmayı beklediği festivalde güneşli günler ve iyi seyirler dileğiyle! • END


Sinemada İnsan Hakları

Gelecek Uzun Sürer

reddütsüzce dolaşan Gelecek Uzun Sürer, insanlığa dair kaybedilmiş ve unutulmuş birçok şeyi (değeri, duyguyu, belki de özveriyi… hangi tanımı uygun görürseniz artık) anımsatıyor. Bunu biraz sert bir dille yapıyor. Tanığı olduğumuz halde göz yumduğumuz olayları ya da kulak tıkadığımız ağıtları şimdi beyazperde vasıtasıyla duyuruyor, gösteriyor Alper. Gelecek Uzun Sürer’i geçtiğimiz aylarda vizyonda izleme şansı yakalamışken, şimdi kendisine festivalin ‘Sinemada İnsan Hakları’ kategorisinde, başarılı bir örnek olarak rastlıyoruz.

Özcan Alper’in ikinci uzun metraj filmi, adı konulmamış bir savaşın kurbanlarına saygı duruşunda bulunuyor. Kurguyla gerçeğin harmanlandığı, yer verdiği arşiv ve söyleşi görüntüleriyle belgesel tadında bir çalışma. Bir ağıtın ardından düşülen yollar, varılan yerler, anlatmaktan nasır tutmuş diller, ağlamaktan körelmiş gözler. Alper’in acımasız gerçekçiliği, beyazperdede sessiz bir fırtına kopartıyor bu filmde. Başrollerinde Gaye Gürsel ve Durukan Ordu’nun yer aldığı yapıt, amansız bir festival yolculuğunun ardından birçok ödüle layık görüldü. Güneydoğu’nun kanlı topraklarında te-

Türkiye Sineması

lerinden birisi olan Lal Gece; hedef göstermeden derdini anlatıyor. Yer yok, zaman yok, isim yok, mezhep bile yok. Sadece bir kız çocuğu ve yaşlı bir adam var. 25 yıl sonrasında İlyas Salman’a başrolde oynama şansı vermesiyle de sinema izleyicisini heyecanlandıran filmde Salman’a; çekimlerin gerçekleştirildiği Ardahan’da yaşayan kız çocukları arasından seçilen Dilan Aksüt eşlik ediyor. Prömiyerini gerçekleştirdiği Berlin Film Festivali’nden de ödülle dönen Lal Gece, Türk izleyicisiyle ilk defa festivalde buluşuyor.

Lal Gece Filmografisinde Hoşçakal Yarın ve İnat Hikayeleri gibi başarılı yapımlara rastladığımız Reis Çelik’in son filmi Lal Gece; Türkiye’deki çocuk gelinlerin dramını getiriyor izleyici karşısına. Çocuk gelin sorunsalı aslında sadece Türkiye’ye ait bir utanç değil. Dünyada hala rastladığımız ülkeler var fakat birçoğu yaşıtları olan ‘çocuk damatlarla’ evleniyorlar. Bu tabii ki hafifletici unsur değil. Sadece kız çocuklarının kendilerinden onlarca yaş büyük adamlarla, rızasızca evlendirilmeleri acının boyutunu bir tırnak daha yukarı taşıyor. Bu yıl Türk sinemasına kazandırılan cesur filmlerin en iyi örnek-

60

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


çekiyor Refiğ. Üstelik film, Cüneyt Arkın, Ayhan Işık, Filiz Akın, Sevda Ferdağ ve Hüseyin Baradan gibi Yeşilçam’ın unutulmazları arasında yer alan birçok kült ismi bir araya getirmiş olması açısından da değerine değer katmaktadır. 60’lı yılların henüz bina çöplüğüne dönüşmemiş İstanbul sülietlerine ev sahipliği yapmasıyla da bir sinema şenliği kıvamında olan Gurbet Kuşları, yapıldığı yıl itibariyle esasında bir Halit Refiğ- Metin Erksan çekişmesine konu olmuştu. Bilenler bilir; Erksan’ın da aynı yıl çekilmiş, aynı adlı bir filmi bulunmakÖzel Gösterim tadır. Lakin Refiğ’in elinden çıkan Gurbet Kuşları, Gurbet Kuşları Erksan’ın rejisine göre daha çok ilgi çekti. Bundan Festivalin her yıl, özlediğimiz bir başka yapıtla 50 yıl önce izleyiciyle ilk buluşmasından bu yana buluşmamıza vesile olan Özel Gösterim kategori- büyük izler bırakan Gurbet Kuşları, festivalin bu sinde bu sene Gurbet Kuşları’nı görüyoruz. Orhan yılki Özel Gösterim tercihi olarak; kendisine duyuKemal’in usta kaleminden esinlenmiş bir başka lan hayranlığı tazelemek üzere karşımızda olacak. Türkiye gerçeği. 1964 yılında Halit Refiğ’in gözünden sinemaya aktarılan ve Türk sinemasından ilk kez Altın Portakal’a layık görülen bu yapıt, aslında çok başarılı bir ‘öngörü’ örneği. Henüz İstanbul’un nüfusu milyonu bulmamışken, Maraş’ta geçim sıkıntısı çeken bir ailenin İstanbul’a uzanan yollarını anlatarak; ilerleyen yıllarda büyük bir Türkiye sorunu haline gelecek olan göç olgusuna dikkat

Akbank Galaları

Azrail’i Beklerken Persopolis’le hayatımıza bomba gibi bir giriş yapan başarılı yönetmen Marjane Satrapi’nin ikinci filmi, Azrail’i Beklerken; festivalde gösterimi heyecanla beklenenler arasındaydı. Satrapi, çizgiroman düşkünlüğünden bu filmde de vazgeçmiyor. Kendi çizgiromanından aktarılan bu canlı çekim filmde, yine kendi hayatından bir kesite ışık tutuyor. Keman virtüözü olan dayısı, Nasser Ali Khan’ın trajik öyküsünü anlattığı film, 1958’in Tahranında geçiyor.

dalını da yitiren Nasser ölmeye karar verir. Biz ise Nasser’in öyküsüne bu noktadan itibaren şahit olmaya başlarız. Nasser’in Azrail’idir bize öyküyü anlatacak olan. Ölümü bekleme sürecinde, hayatının dönemeçlerini ve kırılma noktalarını ikinci defa yaşayan Nasser; öyküsüne son noktayı koyacak kişi tarafından anlatılır seyirciye. Başrolde, Kelebek ve Dalgıç’ta bir ‘yarı ölü’yü başarıyla canlandırdığına şahit olduğumuz; Mathieu Amalric’i Nasser rolüyle görüyoruz. Yer aldığı birçok yapıma fantastik profiliyle renk katan Amalric’in varlığı, film için heyecan duymanın bir başka sebebi. Her ne kadar filmleri Fransız yapımı olsa da, kökeni ve hikayelerini anlatırken sırtını hiç dönmediği ülkesiyle Satrapi; İran sinemasının zaten doruk noktasında olan çıtasını daha da yükseğe taşıyor. Yurtdışından ödüllerle dönen Azrail’i Beklerken; Akbank Galaları kategorisinde Türk izleyicisiyle ilk kez buluşacak.

Kemanı kırıldıktan sonra, yaşama tutunduğu tek

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

61


NTV Belgesel Kuşağı

Büyülü Krallık Bir gölde ne kadar ilginç, ne kadar fantastik hayvana rastlayabilirsiniz? ‘Büyülü Krallık’, festival izleyicisini akıl almaz bir dünyaya götürmek üzere geldi bu yıl NTV Belgesel Kuşağı’na. İki küçük çocuğun gözünden dahil olduğumuz bu dünya bizi, rüyalarda ve fantastik yapıtlarda görmeye alışık olduğumuz cinsten kahramanlara benzerlikleriyle hayret uyandıran bir sürü harika hayvanla bir araya getiriyor.

kasız meslek, ortaya başarılı ürünler çıkartabilir. Fakat bu başarılı ‘karma’yı yakalamak ciddi bir deha gerektirir çoğu zaman. Daha önce Mikrokozmos ve Yaratılış: Büyük Sır belgeselleriyle soluklarımızı kesen biyolog sinemacılar Claude Nuridsany ve Marie Perennou’nun yeni filmi Büyülü Krallık; bahsettiğim harmanlara dahil en başarılı ürünlerden birisi. Mikroskop altında iyili kötülü, birbirinden farklı birer masal kahramanına dönüşen hayvanlar için görüyoruz ki yaşadıkları flora gerçekten büyülü bir krallık. Hayatımıza birçok başarılı ve hayret uyandırıcı belgesel kazandıran NTV Belgesel, bu sene de belgesel seçkisinde gerçekten ilgi uyandırıcı çalışmalara yer veriyor. Büyülü Krallık ise bahsettiğim ilgi uyandırıcı çalışmaların en başarılı örneklerinden birisi olarak title.’ın belgesel seçkisinde yer alıyor.

Birbirinden çok farklı meslekler olmalarına rağmen kilit bir nokta yakalandığı zaman birçok ala-

Aşk Perisi

lantı. Aşk Perisi; küçük bir motelde gece resepsiyon görevlisi olan Dom’un sıradan geçeceğini beklediği bir gecede içeri giren bavulsuz ve ayakkabısız bir kadının peri olduğunu söyleyip, bir de üstüne Dom’a üç dilek hakkı sunmasıyla başlayan ve durduğu yerde durmayan bir hikaye. Dom ile –malum perimiz- Fiona’nın birbirine âşık olduklarını anladıkları nokta ise işlerin çığırdan çıktığı nokta. Durumlar Dom ile Fiona için karışmaya devam ettikçe, izleyici için de film giderek eğlenceli bir hal alıyor. Aşk Perisi, sinema severlere gerçek anlamda, ‘yerden göğe’ eğlence vaat ediyor.

Festivalin, bir başka deyişle ‘ruhu güzelleştirme’ kategorisinde yer alan Aşk Perisi; son dönemlerde karşılaşabileceğimiz en keyifli aşk hikayelerinden birisine şahit ediyor bizi. Baştan aşağı fantastik öğelerle bezenmiş filmin isminde de başarılı bir gönderme söz konusu. Bilenler bilir, malum bir içkinin aşırı tüketilmesi halinde, bünyede yeşil perilerin görülmesine neden olan halüsinojen bir etki uyandırdığı rivayet edilir. Aşk Perisi’nde alkolik bir durum söz konusu olmasa da, yaşanan olayların absürtlüğü karşısında kendilerince böyle bir göndermede bulunuyor olmaları hoş bir bağ-

2009 yılındaki festivalde, keyifli ve oldukça cümbüşlü filmleri Rumba ile izleyici karşısına çıkan Dominique Abel, Fiona Gardon ve Bruno Romy üçlüsü; Aşk Perisi’nde de hem yönetmen koltuğuna sığışmaya çalışıyor hem de kamera karşısında rol kesiyorlar. Aşk Perisi, bu sıra dışı ekibin en az önceki işleri kadar ‘çatlak’ bir iş. Sinema dünyasında zoru başararak kritik görevleri bir arada yürütebilme özverisi yetmezmişçesine oyunculuğunu da yapma becerisine sahip olmaları, üstelik gözle görülür başarılar elde etmeleri de en ilgi çekici özellikleri.

Antidepresan

62

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


de boynuzun kulağı geçmesi bekleniyordu. Ama Le Quin öyküsü uyarlamak zaten başlı başına bir riskti. Şimdi karşımızda boyunun ölçüsünü almış, daha temkinli çalışan bir Miyazaki duruyor. Bu yüzden festival izleyicisi, her hata ikinci bir şansı hak eder, dercesine merakla ve umutla bekliyor Tepedeki Ev’i. Canlandırma Sineması

Tepedeki Ev Anime dünyasına Yürüyen Şato ve Ruhların Kaçışı gibi şaheser niteliğinde çalışmalar miras bırakan Hayao Miyazaki’nin oğlu Goro Miyazaki, ikinci çalışması Tepedeki Ev ile festivalin animasyon seçkileri arasında yerini alıyor. Ursula K. Le Quin’in efsanevi serisi ‘Yer Deniz Öyküleri’nden uyarladığı aynı adlı filmi ile animasyon dünyasına giriş yapmıştı Goro Miyazaki. İlk film olmasından mıdır yoksa yeteneğin genetik olmayışından mıdır bilinmez, sinemaseverleri biraz hayal kırıklığına uğratmıştı. Kim bilir, belki

Baba Hayao Miyazaki tarafından bir mangadan uyarlanan öykü, festival tarafından “yaşamdan bir kesit” olarak nitelendiriliyor. Kore savaşı sırasında babası kaybolan Umi, bir umudun peşinden giderek hergün deniz kenarındaki evlerinden bir çift flama sallamaktadır. Bu arada kendini okuldaki öğrenci hareketinin orta yerinde bulacak, bu da yetmezmiş gibi Jun’a aşık olacaktır. Babasının izinden giderek aşka, savaşa ve umuda dair sıcak bir hikaye anlatmak için yola çıkan Goro; bu haliyle de merak uyandırıyor.

iki haftalık zaman dilimini; devrimin kahramanları üzerinden anlatıyor. Bu gerçek zamanlı öykü, sosyal paylaşım sitesindeki ‘like’ butonundan başlayıp kitleleri meydanlara taşıyan o coşkunun köklerine iniyor. Savona’nın Tahrir’den geçen Arap Baharı ve Tahrir’in ‘özgürlük meydanına’ dönüşmesinin hikayesini gerçek görüntüler ve devrimin kahramanları ile yapılan söyleşilerle anlattığı ‘TahrirÖzgürlük Meydanı’, festivalde izlenebilecek en Devrimin Filmini Çekmek ilgi çekici çalışmalardan birisi. Basın tarafından Tahrir zaman zaman sansürlenen ya da maniple edilen Tahrir, Arap dünyasında pek de alışık olunmayan haberlerin karşısında bir belgeselci objektifinden bir isyanın şahidi oldu. Yüzbinler, senelerdir dik- devrimi izlemek; şüphesiz ki değerli bir deneyim tası altında yaşadıkları yönetime baş kaldırdıkla- olacaktır. rında onları bir araya getiren şey tabii ki özgürlük tutkusuydu. Bu nedenle, Stefano Savona’nın son belgesel çalışması ‘Tahrir- Özgürlük Meydanı’ aslında festivalin bu yılki belgesel kategorilerinden birisi için isim kaynağı oldu: ‘Devrimin filmini çekmek’. Savona, ‘Arap Baharı’ olarak tarihe geçen, tüm baş kaldırı sürecinin patlak verdiği nokta olan o

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

63


Uluslararası Yarışma

Albert Nobbs Glenn Close’a Oscar adaylığı kazandıran Albert Nobbs, 19. yüzyıl İrlandası’nda çalışabilmek adına erkek kılığına giren bir kadının trajikomik hikayesi. Ünlü İrlandalı yazar John Banville’in romanından uyarlanan senaryosu ile bizlere keyifli bir dönem filmi anlatıyor Rodrigo Garcia.

Dolaştığı onlarca festivalin ardından İstanbul Film Festivali’nde de Uluslararası Yarışma bölümünde gösterilecek olan Nobbs, gerek oyuncuları gerekse makyajları ve kostümleri ile merak edilen bir çalışma. Öte yandan dünya çapında hayranlık duyulan yazar Gabriel Garcia Marquez’in oğlu, Rodrigo Garcia’nın yönetmen koltuğunda oturuyor olması bu yapıt için daha çok heyecan uyandırıyor. Zira Garcia’nın önceki işleri, Albert Nobbs kadar güçlü sinematografik yapıya sahip filmler değillerdi. Albert Nobbs, Türk izleyicisyle bu yıl ilk kez festivalde buluşuyor.

Dünya çapında birçok ödüle aday gösterilen film, özellikle makyajlarıyla ön plana çıkmıştı. Fakat festivallerden genellikle Glenn Close ve Janet McTeer ödüllerle döndü.

Onur Ödülleri

At Ali Özgentürk’ün Hazal ile sinemaya başarılı bir giriş yapmasının ardından, yoluna emin adımlarla devam ettiğini/edeceğini gösteren filmi At, festivalin bu yılki en güzel sürprizlerinden.

ezildiklerine ve zorda bırakıldıklarına şahit eder. Hüseyin sadece bir örnek teşkil eder. Aslında birçok göç insanının aynı sıkıntılardan müzdarip olduğunu görürüz. Bu noktada At’ı diğer göç filmlerinden ayıran şey, göç sinemasının demir başı haline gelmiş olan “düşene bir de sen vur” mantığının yokluğudur. Hüseyin, Türk trajedilerinden aşina olduğumuz gibi, dünya üzerinde görülmemiş bir talihsizlikle karşılaştığı her insandan kazık yemez. Dünyada iyiler de vardır. Özgentürk bu yaklaşımıyla gerçeğe dokunur. Türk Sinemasının ‘Bisiklet Hırsızları’ olarak da anılan film, gösterildiği yıl Türkiye’de olduğu kadar dünya çapında da birçok ödüle layık görüldü. Başrollerinde Genco Erkal ile Güler Ökten’i görmenin onur olduğu bu film, bu yıl festivalin de ‘Onur Ödülleri’ kategorisinde gösterilecek.

Oğlu Ferhat’ı okutabilmek pahasına köydeki hayatından vazgeçen ve evini ipotek ettirip İstanbul’a taşınan Hüseyin’in hikayesi At. Bir yok oluş öyküsü. Hem maddi hem manevi... 80’li yıllar İstanbulunda geçmekte olan öykü, bizi o yılların İstanbul sokaklarına da götürür. Ufak tefek işler yaparak ayakta kalmaya çalışan, küçük insanların nasıl

64

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


nitelendirmek mümkün Priscilla, Çöller Kraliçesi’ni. Uzun süredir beyazperdede göremediğimiz Hugo Weaving ve Guy Pearce’ı ise bu harika filmle tekrar izleme şansı gerçekten paha biçilemez. Tabii işin içinde dans olduğu müddetçe müzikten uzak durmak mümkün değil. Müziklerde de Gloria Gaynor’dan Abba’ya, Village People’a kadar muhteşem bir yelpaze ile karşımıza çıkıyor film. Zaten İKSV’nın 40. yıl konseptinde yer almasını da bu mükemmel müzik seçkisine borçlu. İKSV 40. Yıl: ‘Sinema ve Müzik’

Gösterildiği yıl birçok ödülü toplayan, sinema tarihinin en keyifi yapıtlarından birisi olarak hafızlaAvustralya sineması ve 90’lı yıllar.. Birçok sinema ra kazınan Priscilla, Çöller Kraliçesi; beyazperdeotoritesine göre, bahsedilen dönemin iki başya- yi tekrar dünyanın en güzel renklerine bulamak pıtından birisi olan Priscilla, Çöller Kraliçesi; sine- üzere festivalde olacak. ma tarihindeki en iyi LGBT örneklerinden birisidir. Baştan aşağı şenlikli olan bu film, dansçılık yapmakta olan üç ‘drag queen’ in, bir otelden iş teklifi almaları ve bu işin peşinden eflatun rengi otobüsleriyle Avustralya’yı geçiş serüvenlerinin öyküsüdür.

Priscilla, Çöller Kraliçesi

Filmografisini çok kalabalıklaştırmak fikrinden uzak duran Stephan Elliott’un en başarılı işi olarak meye çalışan Lvov ve Leopold’un hikayesidir izleyeceğimiz. Lağımda aralarında iki küçük çocuğun da olduğu bir grup Yahudiyle karşılaşan Leopold, onları bir ücret karşılığında saklamayı kabul eder. Bu anlaşma, karşılıklı varılmış basit bir kararken zamanla ölüm-yaşam kovalamacasına dönüşür. Geri adım atmaksızın gelmekte olan ölüm, bu çaresiz insanları önüne katmış, acımasızca ilerlemektedir. Yıllara Meydan Okuyanlar

Karanlıkta Kalanlar

Holland, bu buhran dönemi filminde insanlığa dair birçok duyguya ve yaşam savaşı gibi hassas konulara parmak basmaktadır.

Bu yılki en iyi yabancı film dalında Polonya’nın adayı olarak gördüğümüz Karanlıkta Kalanlar, Karanlıkta Kalanlar, yılların eskitemediği usta bir Agnieszke Holland’ın son filmi. 64 yaşındaki yönetmenin son yapıtı olarak Türk izleyicisiyle bu Holland’ın hala daha formundan düşmeden kali- yıl festivalde ilk kez buluşacak filmler arasında. teli işler çıkartabiliyor olması, onu bu yıl festivalin ‘Yıllara Meydan Okuyanlar’ kategorisine soktu. Polonya’nın Nazi işgali altında olduğu dönemlerde, halk arasında korkunç bir sefalet ve güvensizlik hüküm sürmektedir. Herkes birbirine her an ihbar edebilir/edilebilir gözüyle bakarken bu huzursuzluk ortamında lağım işçiliği yaparak geçin-

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

65


rini bir araya getirmenin tek umudunu ise Koichi bir dilek tutmakta bulmuştur. Bu dilek için kardeşiyle birlikte, zıt yönlerde giden iki trenin teğet geçtiği anı yakalamaları gerekmektedir. Bir Dilek Tuttum, iki kardeşin dilek tutmak için bu fırsatı bekleyişlerinin öyküsüdür.

Dünya Festivallerinden

Özlediğimiz duygusal hikayeleriyle geri dönen Koreeda, iki kardeşin öyküsünü anlattığı Bir Dilek Tuttum’da gerçek hayatta da kardeş olan iki çocuğa rol verdi.

Bir Dilek Tuttum

Birçok festivalde gösterilmiş olan ve festival yolJapon sinemasının sevilen ismi Koreeda’nın, ha- culuğu süren Bir Dilek Tuttum, yolculuğu esnasınyaller peşinde koşan naif hikayeler anlatmasına da İstanbul’a da bir uğrayacak ve festival izleyiciçok alışkınızdır. Son dönem filmleri olan Kimse sini ihya edecek. Fark Etmiyor ve Şişme Bebek’te bu aşina algıyı biraz kırmış olsa da, şimdi tanıdık alanlara geri dönüyor ve iki çocuğun gözünden bir yaşam öyküsü anlatıyor. 12 yaşındaki Koichi ve kardeşi Ryunosuke’nin anne ve babası boşanmıştır. Bu ayrılık nihayetinde kardeşler de hayatlarına iki farklı şehirde devam etmek zorunda kalmıştır. Parçalanmış aileledavranılan Arşiye için yolculuk giderek tuhaf bir hal almaktadır. Hatta yolculuk, giderek karakterlerin kendi içlerine doğru almakta oldukları yolların metaforu haline gelmek üzeredir.

Genç Ustalar

Yas

Festivalin ödüllü filmlerinden olan Yas, alegorik mesajlarla dolu, yer yer kara mizah öğeleri barından taze ve başarılı bir yapıt. Farshbaf, Kiarostami’den öğrendiklerini başarılı ve kendine has tarzıyla filmine yansıtırken akıllara ‘acaba boynuz kulağı geçer mi’ sorusunu da getirmiyor değil. Yas, Türk izleyicisiyle ilk kez festivalde buluşacak.

Genç Ustalar kategorisinde ilk uzun metraj filmiyle gerçek bir usta karşımıza çıkıyor: Morteza Farshbaf. Hocası Abbas Kiarostami’nin yolundan gidip, insan hikayeleri anlatmayı yeğleyen Farshbaf; bir çocuğun gözünden insanlığın zor hallerine ışık tutuyor. Arşiye, anne ve babasının yaşadığı şiddetli bir tartışmanın nihayetinde; bir geceliğine misafir edilmek üzere akrabaları Karman ile Şerare’nin yanına gönderilmektedir. Arabanın arka koltuğunda olmasına rağmen genellikle arabada yokmuş gibi

66

NİSAN 2012

title.

titlemag.com


Mayınlı Bölge

bulunmadan ve kimseyi suçlama amacı gütmeden anlatıyor hikayeyi. Çoğu zaman Michael’in gözünden şahit olduğumuz bu öykünün merkezi de haliyle Michael oluyor. Dikkatli anlatımın hayati önem taşıdığı aşikar olan bu çalışmada Schleinzer; sadece anlatmak istemiş. Tepki uyandırmak isteseydi bunu çok iyi yapardı ama o tercihi izleyeni bırakmayı yeğlemiş. Michael, pornografiye kaçmayan yapısıyla dikkatleri dağıtmıyor ve hiçbir şey görmeden, duymadan suça ortak olmuşçasına izleyicisini sarsıyor.

Michael

Cesaretiyle dikkat çeken Schleinzer, daha önce Bir ‘ilk’ film olmasına rağmen gerçekten cesur bir sıklıkla Michael Haneke ile çalışmıştı. Yönetmeniş olan Michael; Mayınlı Bölge’de yer almayı so- liğini yaptığı ilk filmiyle de birçok ödülü kucakladı. Michael de Türkiye galasını festivalde yapacak nuna kadar hak ediyor. Markus Schleinzer’ın Cannes’da Altın Palmiye için değerli eserlerden. yarışan filmi; toplumun dokunulmazlarından birisine tereddütsüzce el uzatıyor. 10 yaşındaki Wolfgang’ın, kendisini kaçıran pedofil Michael’le geçirdiği son beş ayı anlatan film, bakış açılarındaki başarılı objektiflik ile dikkatleri çekiyor. Zira soğukkanlılığı korumanın gerçekten güç olduğu bu durum karşısında, kesin yargılarda ğumuz bu öykü, dengelerin alt üst olmasıyla değişen hayatlara ayna tutuyor. Alfred, hızlı arabalara ilgi duyan bir adrenalin bağımlısıyken kardeşi Jurek; sorumluluk sahibi, ailesi bahis olduğunda risk almaktan çekinmeyen bir karakterdir. Karakterlerinin ayrıklığı üzerinden hayatları şekillenmişken Jurek kötü bir saldırıya uğrar. Alfred, belki de hayatında ilk defa, elini taşın altına koymak zorunda kalacak ve bu adım hayatını sonsuza dek değiştirecektir. Aile İçinde

Kieslowski sinemasından aşina olduğumuz tarzda, dingince akmakta olan bu hikaye aslında sesFestival bu yıl, birçok ustanın yetişmiş öğrencile- siz bir gürültü. Geçtiğimiz yıl katıldığı yarışma ve rini görme şansı vermesi açısından da yüz güldü- festivallerde hatırı sayılır ödüller kazanan Cesarüyor. Greg Zglinski, Kieslowski’nin en parlak öğ- ret, aile ilişkilerine alternatif bir bakışla festivalde rencilerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor. İkinci izleyici karşısında. uzun metraj çalışması olan Cesaret ise çok derin konulara aile içinden bakma cüretini göstermesiyle festivalin Aile İçinde kategorisinde yerini alıyor.

Cesaret

Klasik bir Hitchcock filmini anımsattığı ifade edilen Cesaret, ahlak ve kader üzerine bir öykü. Farklı uçlarda yaşayan iki kardeşin hayatına şahit oldu-

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

67


ramların peşinden koşardı. Kumpanya da modern sinemaya bırakılmış yenilikçi ve özgün bir başyapıt olarak arz-ı endam ediyor filmografisinde. Bir tiyatro kumpanyasının Yunanistan’da ve tarihte yaptığı yolculuk üzerinden 13 yıllık iç savaş dönemine tanık ediyor bizleri.

Anılarına

Kumpanya

1975 yapımı olan film, çekildiği yıl ülkesinde ve Avrupa’da birçok değerli ödülü evine götürmüştü. Angelopoulos’u özlemekte olduğumuz ve daha çok özleyeceğimiz bu günlerde festival, özlemimizi Kumpanya ile dindirmeye çalışacak.

Yeni yılın ilk ayında talihsiz bir şekilde vedalaşmak zorunda kaldığımız, Akdenizli usta maalesef ki bu yıl festivalin Anılarına kategorisinde kendine yer edindi. Ölümü sinema dünyası adına büyük bir kayıp olan Angelopoulos, festivalde bu yıl Kumpanya filmiyle anılıyor. Doğu Avrupa sinemasının üç büyük yönetmeninden birisi sayılan Angelopoulos’un tarzı her zaman modern ve simgesel olarak nitelendirildi. Öykülerini şiir okur gibi anlattığı filmlerinde tarih, birey, özgürlük, yalnızlık ve sevgi gibi ‘ham’ kav-

68

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



KÜLTÜR SANAT DENİZ ERSAN, NORA SUREN


Sergi İki Kere Yabancı 24 Şubat 2012 - 30 Nisan 2012 İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü Kurtuluş Deresi Cad. Yahya Köprüsü Sok. No: 1 Dolapdere Beyoğlu / İstanbul

İki Kere Yabancı Sergi, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Anemon Yapım tarafından ortak bir çalışmayla düzenleniyor. Sergi açılışı, yazar Bruce Clark ve Profesör Roger Zetter (Oxford Üniversitesi Mülteci Çalışmaları Merkezi)’in katılımıyla gerçekleşti. İki Kere Yabancı, 20. yüzyılda milyonlarca insanı vatanlarından ayrılmaya zorlayan, büyük, zorunlu göç hareketlerini konu alan bir multimedya sergisi. Sözlü video kaydı tanıklıklarına, nadir film ve fotoğraf arşivlerine dayanan bu proje, izleyicileri ve ziyaretçileri, zorunlu göç travmasını yaşayan ve hayatta kalan kişilerle buluşturuyor. Üzerine çok konuşulan, filmler çekilen, kitaplar yazılan 1923 Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesinin gerçek karakterlerinin gözler önüne seriltitlemag.com

title.

NİSAN 2012

71


diği İki Kere Yabancı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde sergilenmeye başlandı. Serginin tarihe ışık tutması, o zor dönemleri ve çekilen sıkıntıları yansıtabiliyor olmasının yanısıra, bir diğer önemi ise, bu nüfus mübadelesini yaşayan iki ülkenin yakınlaşmasında önemli bir adım olarak değerlendirilmesi. “İki Kere Yabancı” adlı sergi, Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, milyonlarca insanın hayatının nasıl değiştiğini gözler önüne seriyor. Anadolu’daki 1 milyon 200 bin Rum ve Yunanistan’daki 400 bin Müslüman’ın değişimini öngören bu mübadelenin, ne kadar ciddi sonuçlar doğurduğu hep göz ardı edilmişti.Serginin organizatörlerinden Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Profesör Doktor Ayhan Aktar’a göre, bu serginin açılması mübadeleye dair tabuların yıkılmakta olduğuna ve konuya gereken önemin verilmeye başlandığına işaret ediyor.

72

NİSAN 2012

title.

Sergide aynı zamanda, sergiyle aynı adı taşıyan ve yönetmenliğini Andreas Apostolidis’in yaptığı bir belgesel film gösteriliyor.Bu filmde, Türkler ve Rumlar arasında olduğu gibi 20. yüzyılın diğer zorunlu göçlerinden örnekler veriliyor. Bu belgeselde dikkat çeken diğer bir nokta ise, yönetmenin belgeseli hazırlarken 105 kişiyle söyleşi yapmış olması. Tabi, bu 105 kişinin ortak deneyimi, mübadele nedeniyle eşlerinden, dostlarından, topraklarından ayrılmak zorunda kalmaları. Apostolidis’in açısından bakıldığında, mübadele bir bakıma, Yunanlarla Türkleri birbirine yakıştıran bir ortak paylaşım olarak kabul edilebilir. Mübadelenin en çarpıcı sonuçlarından biri, yaşanan bu olayın etkisinin uzun yıllarca devam etmesi ve gelecek kuşaklara bile aktarılacak olması. Apostolidis’in de dediği gibi, “İki taraftan da insanlar, bugün yaşadıkları yere değil; ama 60 yıl önce, 100 yıl önce ailelerinin yaşadıkları ülkelere yurt diyor”. • DE

titlemag.com



Sergi Mona Hatoum: Hâlâ Buradasın 17 Mart 2012 - 27 Mayıs 2012 Arter İstiklal Cad. No:211 Beyoğlu / İstanbul Ziyaret Saatleri 11:00-19:00 Salı - Perşembe 12:00-20:00 Cuma - Pazar Pazartesi günleri kapalıdır.

Mona Hatoum: Hâlâ Buradasın Mona Hatoum kimdir? Mona Hatoum, 1952’de Beyrut’ta Filistinli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi; şu an Londra-Berlin arası mekik dokuduğu bir hayatı var. Mona Hatoum, ilk olarak 1980’lerde, bedene yoğunlaşan performansları ve video işleriyle tanınmaya başladı. 1990’larda ise, daha çok büyük ölçekli yerleştirmeler ve heykel alanında üretimlere yöneldi. Sanatçı, Orta Doğu’daki kadın kimliği, aile, cinsellik, cinsel kimlik ve beden gibi konular üzerine kafa yoran ve üreten, günlük hayatın nesnelerine ve bedene tekinsiz, tehditkâr ve kimi zaman tehlikeli anlamlar yükleyen çağdaş sanatın en önemli isimlerinden biri. Aralarında Venedik Bienali (1995 ve 2005), 74

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



Sydney Bienali (2006) ve İstanbul Bienali’nin (1995 ve 2011) de bulunduğu pek çok uluslararası sergiye katıldı. ‘Hâlâ Buradasın’ nasıl bir sergidir? Mona Hatoum’un sanat hayatının son yirmi yılına detaylı bir bakış atmamızı sağlayan ‘Hâlâ Buradasın’ adlı sergi, Hatoum’un evinden yurdundan edilme; yakınlık ve mesafe; kayıp ve ayrılık; bizleri sürekli kontrol eden ve gözetim altında tutan iktidar yapıları gibi konular içeren çalışmalarından seçtiği parçaları bir araya getiriyor. Sergide çeşitli görsel ve biçimsel öğeler, günlük hayattan aşina olduğumuz cisimler beklenmedik şekillerde ve boyutlarda karşımıza çıkıyor.

76

NİSAN 2012

title.

Arter’deki sergi, başlığını Mona Hatoum’un yapıtlarından biri olan Hâlâ Buradasın’dan ödünç alıyor. 1994 tarihli bu yapıt 2006’da Arap harfleriyle tekrar üretilmiş olsa da, her iki versiyonunda da bir duvar aynası üzerine kumlama yöntemiyle aynı cümle yazılıdır. Sergide gözüme çarpanlar Bunker (2011), çelik kutu profillerden yapılmış yirmi iki adet modülden oluşan bir yerleştirme. Sergide bu parçalardan altı tanesi sergileniyor. Bu mimari biçimli modüller, her yerde rastlanabilecek enkaz halindeki binaları andırsalar da aslında Hatoum’un doğup büyüdüğü şehir olan Beyrut’taki iç savaş sırasında hasar görmüş binalaragönderme yapıyor.

titlemag.com


titlemag.com

title.

NİSAN 2012

77


Shift (2012), sergi için özel olarak İstanbul’da üretilen işlerden biri. Sarı sismik halkalarla kaplı bir dünya haritasını gösteren bu yün halı günümüzün küresel anlamda tehdit oluşturan çevre felaketlerini çağrıştırmasının yanısıra, bütün dünyayı her an yok olabilecek potansiyel bir hedef tahtası olarak gösteriyor. Globe (2007), kafesi andıran bir küre. Ortalama insan boyunda olan bu heykel, birbirine örülmüş çelik çubuklardan oluşuyor. Hatoum, içinde yaşadığımız küreyi gözümüzün önünde ancak bir kişinin sığabileceği bir hücreye ya da bir kafese dönüştürüyor. Daybed (2008)ve Grater Divide (2002), sanatçının pek çok işinde görebileceğimiz gündelik nesnelerin insan boyutlarına büyütülüp tehlikeli heykellere dönüştürülme yönteminin kullanıldığı çalışmalardan. Grater Divide, aslında Viktorya Dönemi’ne ait sıradan bir peynir rendesiyken,

78

NİSAN 2012

title.

gerçek bir paravan büyüklüğüne getiriliyor ve birdenbire sürrealist bir etki kazanıyor. Daybed ise, yine bir peynir rendesiyken bu kez gerçek bir yatak boyutuna getirilip rahat bir uyku yerine rahatsızlık ve acı veren bir cisme dönüştürülüyor. Worry Beads (2009), taneleri gülleye benzeyecek şekilde büyütülmüş bir tespih. Birçok dinde dua ve meditasyona eşlik etmek, ya da zihni dinlendirmek için kullanılan bu nesne, Hatoum sayesinde görkemli bir boyuta ve ağırlığa ulaşıp savaş ve yıkıma dair çağrışımlarda bulunuyor. Havaların güzelleştiği, baharın nihayet kendini hissettirdiği bu günlerde yolunuz İstiklal Caddesi’ne düşerse Arter’e bir uğrayın derim. Sergide sizleri bildiğiniz ancak alışkın olmadığınız boyutlardaki nesneler bekliyor olacak. Onları fazla bekletmeyin derim zira Mayıs’ın 27’sinden sonra onları orada bulamayacaksınız. • NS

titlemag.com



Sergi Chuck Csuri: Zamanın Eskiz Defterleri 20 Mart 2012 - 10 Mayıs 2012 Kasa Galeri Sabancı Üniversitesi Karaköy İletişim Merkezi Bankalar Caddesi No: 2 Karaköy/ İstanbul

Chuck Csuri: Zamanın Eskiz Defterleri Kasa Galeri’nin Leonarda Electronic Almanac, Ohio State University ve Goldsmiths College işbirliğiyle düzenlediği yeni sergisinde Charles Csuri’nin en yeni sanat eserleri, animasyonları ve çizimlerinin yanısıra, klasik eserleri de izleyiciye sunuluyor. Charles Csuri’nin bilgisayar ve yazılım arasındaki ilişkiyi sanata çevirebilme yeteneği, bu sergiyi görülmeye değer kılan ayrıntılarının en başında geliyor. 2011 yılında “ACM SIGGRAPH Dijital Sanatta Yaşamboyu Başarı Ödülü”nü kazanan sanatçı ilk dijital eserini 1963 yılında vermiştir. O tarihten günümüze kadar dijital sanata kazandırdıkları, Londra’daki Victoria and Albert Museum ve New York’taki Museum of Modern Art gibi müzelerin özel koleksiyonlarında sergilenmektedir.

80

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



Sanatçı 1971 ve 1978 yılları arasında The Ohio State University’deki profesörlüğü sırasında dijital sanat ve bilgisayar animasyonunun gelişimine adanmış birçok araştırma ve uygulama merkezi kurdu. Sanatçı, aynı zamanda dünyanın ilk bilgisayar animasyonu prodüksiyon şirketlerinden olan Cranston/Csuri Productions’ın da kurucu ortaklarından. Teknik ve sanatın çok güzel harmanlanabileceğini gösteren ve biraz da bu nedenle, geleneksel sanat çevresinin tepkisini toplayan bir sanatçı Chuck Csuri.

82

NİSAN 2012

title.

Müzenin daha çok klasik bir anlayışı yansıtması ve sergilenebilirlik kavramının klasik, eski ve ulaşılamaz olana ait olması nedeniyle modern sanatın müzelerde sergilenmeye başlaması biraz çizgidışı olarak algılanmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Charles Csuri’nin dijital temalı sergisi klasik bir müze anlayışının dışına çıkması sebebiyle ziyaretçilerde farklı bir tat bırakıyor. Sergi, günümüzde bilgisayar grafiği, bilgisayar animasyonu ve dijital güzel sanatlar alanlarının gelişmekte olduğunu bir kere daha hatırlatıyor bizlere. • DE

titlemag.com



Sergi Dünyanın Çatısında Unutulanlar 22 Şubat 2012 – 9 Mayıs 2012 Fransız Kültür Merkezi İstiklal Caddesi, 4 Beyoğlu / İstanbul

Dünyanın Çatısında Unutulanlar Dünyanın Çatısında Unutulanlar sergisi, çok fazla bilinmeyen Türkçe konuşan bir göçebe topluluğu olan Kırgız göçebelerinin, dünyanın en ıssız köşelerinden birinde Afganistan’da Wakhan geçidinin sınırlarındaki hikayesini ve günlük hayatını anlatıyor. Dünyanın en yüksek dağ zincirinin kenarında bulunan, yerden 4200 metre yükseklikteki Küçük Pamir, coğrafi konumu nedeniyle “Dünyanın Çatısı” olarak adlandırılıyor. Fotoğrafçı Matthieu Paley 2000 yılında bir zamanlar İpek Yolu’nun güzergahında olan bu bölgeden geçerken Afgan Kırgızları ile ilk kez karşılaşıyor. Sanatçı daha sonra 2008 ve 2011 yıllarında oraya tekrar gidiyor ve bu kez oradaki halkın yaşam mücadelesini fotoğraflarıyla ölümsüzleştiriyor. 84

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



Sergideki fotoğraflar sayesinde, her yerde göremeyeceğimiz,İpek Yolu kervanlarının tanık olduğu muhteşem manzaralara bizler de tanık olabiliyoruz. Paley, eşsiz fotoğraf kareleriylebize göçebelerin son derece zorlu gündelik hayatlarının yanı sıra geleneklerini de aktarıyor. Fotoğraflar güçlü ve köklü bir halkın direncini yansıtıyor. Sergide dikkatimi en çok çeken fotoğraf ise, kıpkırmızı yanaklarıyla 7 yaşındaki Marbet’in portresi oldu. Bu portre sayesinde hava şartlarının (-25 C) Afgan Kırgızları için ne kadar ağır olduğunu anlamak mümkün hale geliyor. Marbet, kırmızı yanaklarından anlaşıldığı üzere, bu kare çekilmeden biraz önce aşırı soğuk hava şartlarında hayvanları ağıla geri getiriyor.

sayılan Matthieu Paley’in çalışmaları sıklıkla jeopolitik olarak hassas bölgelerde uzaklaşma ve yalnızlık temalarını işlemekte. 12 yıl boyunca Asya’da yaşayan Fransız fotoğrafçı, yakın zamanda İstanbul’a yerleşti. Géo ve National Geographic gibi aylık coğrafya ve gezi dergileri için çalışmakta. Paley halen 2012 Kasım ayında yayınlanacak olan Dünyanın çatısında unutulanlar kitabının hazırlıklarını sürdürmekte. Paley imzalı fotoğraflara doymayanlar, sadece bir sergisiyle yetinmek istemeyenler için bir de Masalsı Dünyadan Fısıltılaradlı fotoğraf sergisi mevcut.10 Nisan’a kadar Linart Gallery’de sizleri bekliyor olacak. • NS

Daha yakından Matthieu Paley Birçok ödüle layık görülen aynı zamanda 21. yüzyılın önde gelen gezgin fotoğrafçılarından

86

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



MEKAN SİMAY BELÜR


Sensus Şarap Evi Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. No.5 Kuledibi, Beyoğlu / İstanbul T: 0212 245 56 57 W: sensuswine.com

Sensus Şarap Evi Galata Sensus Şarap ve Peynir Evi; 400’den fazla yerli şarabıyla Beyoğlu Kuledibi’nde şarap tutkunlarına hizmet veriyor. Burası İstanbul’un sadece Türk şarap ve peynirlerine adanmış ilk şarap evi. Dışarıdan bakıldığında ara sokakta yer alan küçücük bir mekan gibi gözükse de içerisi oldukça geniş ve huzurlu. Mahzen edasında olan, duvarları taşlarla örülü Sensus’ta etrafınız şarap şişeleriyle çevrili. Çok bilinen ya da hiç duymadığınız, onlarca şarap markası ve çeşidi, burada gayet uygun fiyatlarla satılıyor. Sensus’a gelip istediğiniz şarabı ve yanında peynir bölümünden şarabınıza uygun peyniri alıp gidebilirsiniz. Eğer yolunuz buraya düşmüyorsa veya sıcacık evinizden çıkmak zor geliyorsa, internet sitesinden yapabileceğiniz alışverişle evinize servis imkanına da sahipsiniz. Şüphesiz bu metitlemag.com

title.

NİSAN 2012

89


kanın müşterilerine sunduğu en güzel seçenek, herhangi bir üzümün dört ayrı markadaki tadım setinin peynir galeta ve meyve eşliğinde denenebiliyor olması. Aynı zamanda kör tadım yapmak da mümkün! Kör tadım yapmak istediğinizde şarapların sıraları söylenmiyor, siz tadıp yanında notlar alıp ne içtiğinizi tahmin etmeye çalışıyorsunuz. Ben yeterince şarap bilgim olduğuna inanmıyorum diyorsanız, size verilen önerilerle şarabınızı seçip barda keyifle yudumlamak en iyisi. Mekanın en ilgi çeken ve müşterilerine yarar sağlayacak özelliklerinden biri ise duvarlarda asılı olan, şarap tadımıyla ilgili küçük tüyolar veren notlar. Neden sadece Türk şarabı? Mekan sahipleri şarabın anavatanı olan bu topraklarda dünyanın en güzel şaraplarının üretildiğine inandıkları ve kendi şaraplarımızın, kendi insanlarımız tarafından tam olarak bilinmesini istedikleri için yalnızca Türk şarabına yer verdiklerini söylüyorlar. •

90

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



Cafe Bunka İstiklal Cad. (Fransız Kültür Merkezi arkası) Ana Çeşme Sok. No:3 Beyoğlu / İstanbul T: (0212) 293 32 49 / 251 15 80/81 W: japonkultur.com

Cafe Bunka Taksim’de bulunan Japon Kültür ve Enformasyon Merkezi’nin giriş ve alt katında hizmet veren Japon restoranı Cafe Bunka leziz yemekleri, kendinizi Japonya’da hissettiren ambiansı, her daim gülümseyen Japon garsonları ve mükemmel müşteri memnuniyetiyle İstanbul’un en iyilerinden olmaya aday bir mekan. Cafe, Doma odası, Tatami odası ve sushi bar olmak üzere üç farklı konsepti barındırmaktadır. Doma geleneksel Japon bahçesi demektir. Bu bölümde normal masalarda yemek yenmektedir ve ayakkabılarla oturulmaktadır. Tatami(hasır) odalarında ise yer masalarında oturulmakta ve ayakkabılar çıkartılmaktadır. Ayaklarınızı masaların altındaki boşluğa uzatarak rahatça yemek yiyebilirsiniz. Bu bölüm Shooji’den yapılmış (kağıt sürme kapı) kapılarıyla, Tatami’li (hasır) oturma yerleriy92

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



le, Tokonoma (Japon köşesi) köşesiyl, camların önündeki Bonsai ağaçlarıyla gerçek bir Japon odasıdır. Eğer her iki bölümde size cazip gelmediyse ve ben sushimin nasıl hazırlandığını görmek istiyorum diyorsanız sushi bar kısmında da yemeğinizi yiyebilirsiniz. Burada Japon sushi şefi sushileri önünüzde hazırlamakta ve sunmaktadır. Şefin sushileri nasıl sardığını görebilir ve önünüzdeki vitrin buzdolabından balıklarınızı seçebilirsiniz. Cafe içersinde yapılan sushilerin hepsi birbirinden lezzetlidir, sushilerin tamamını bizzat Japonya’dan gelmiş olan ustalar hazırlamaktadır. Ayrıca içeceğiniz tüm yeşil çay türleri de yine Japonya’dan gelmektedir. Çaylar porselen fincanlarda servis edildiği için tadı ayrı bir güzel gelmektedir. Nefis yeşil çaylı profiterolü ise şiddetle tavsiye ederim. Cafe Bunka’da paket servisi mevcuttur fakat evlere servis yapılmamaktadır. •

94

NİSAN 2012

title.

titlemag.com



GEZİ AYŞE NAZ BAYKAL


Adalara Kaçış Aylardan geldik nisana. Bizleri yoran ve evlerimizde oturmaya mahkum eden soğuk havalardan kurtulmaya az kaldı. Baharın o güzel kokusu ve parlayan güneşi yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladı. Artık haftasonlarında ufak ada kaçamakları yapmanın tam sırasıdır. İstanbul’da Prens Adalarıve Ege’de Bozcada sizleri bekler.

titlemag.com

title.

NİSAN 2012

97


Büyükada İstanbul’daki Prens Adaları’nın en büyüğü olan Büyükada haftasonu kaçamakları için biçilmiş kaftan. Ada adeta temiz havası, bol yeşil alanı ve muhteşem yapıları ile şehirden kaçtığınızı sizlere anlatacak. Otelinize yerleştikten sonra deniz kenarında bir yürüyüşe çıkmanızı öneririm. Hava güzelse iskelenin yanındaki enfes dondurmacılardan bir top dondurma ile keyfinize keyif katabilirsiniz. Büyükada’da yapmanız gereken en öenmli şey faytonla ya da bisikletle ada turu yapmak. İster büyük turu ister küçük turu seçin manzaradan memnun kalacaksınız. Eğer turunuzun yorgunluğunu güzel bir yemekle atmak isterseniz iskeleye yakın balıkçılarda enfes lezzetler bulabilirsiniz. Büyükada’da bol miktarda eski yapı var. Genellikle 1800’lü yıllarda yapılan yapılar adaya tatlı bir ahşap kokusuyla birlikte eskiliğin tatlı hissini

98

NİSAN 2012

title.

kazandırıyor. Gezmek için gittiğiniz her yer de adanın çok kültürlü ruhunu daha da iyi anlıyorsunuz. Gitmeniz gereken ilk yer Aya Yorgi Manastırı. Bin yılı aşkın bir tarihi olduğu söylenen bu eski yapı Bizans zamanının bir mirası. Büyükada Rum Yetimhanesi iseFransızlar tarafından otel olarak inşa edilmiş ama ruhsat alınamayınca Kilise tarafından alınarak yetimhane yapılmış. Bunların dışında Hamidiye Camii, Hased le Avraam Sinegogu, Surp Astvazazin Verapohum Ermeni Kilisesi, Panayia Kilisesi, Ayios Demetrios Kilisesi gibi bir çok dini ve tarihi yapı var. Her bir köşesinden tarih akan Büyükada’da her sokakta haşmatli eski köşklere de rastlamak mümkün. Nerede Kalınır? Marine House Boutique Hotel beklentilerinizi karşılayacak çok tatlı bir otel. Eşyalarıyla fazla yürümek istemeyenler için birebir çünkü iskeleye çok yakın.

titlemag.com



Burgaz Adası Burgaz Adası’na motorla giderken Aya Yorgi Kilise’sinin güzel mizacını seyredin ve farkli bir haftasonu geçireceğinizi bilerek adaya ayak basın. Adayı gezmeye deniz kenarlarından başlayabilirsiniz, sahile inin gün batımına karşı bir kadeh şarap için. Denize yakın bir restoranda balık yiyin ve keyifli bir uyku çekin. Sabahın erken ışıklarıyla ,mis gibi yeşilin ve denizin kokusuna uyanacaksınız. İsterseniz çam ormanlarında bir yürüyüş yapabilir ve sonra adanın tarihi değerlerine bir göz atabilirsiniz. Aya Yani Kilisesi gidilecek başlıca yerler arasında. Şu an gezebileceğiniz kilise 1896’da , orjinal kilisenin kullanılamayacak hale gelmesinden sonra inşa edilen kilise100

NİSAN 2012

title.

dir. bUndan önceki kilise İmparatoriçe Theodora tarafından ünlü sürgün din adamı Methodius`un yıllarca mahkum edildiği hücrenin üzerine yapılmış. Bunun yanında Hristos Manastırı’na ve Aya Yorgi Kilisesi’ne bir göz atmayı da unutmayın. Gidebileceğiniz bir yer de Sait Faik Abasıyanık Müzesi. Ünlü edebiyat üstadının son yıllarını geçirdiği bu evde çok sayıda el yazması, mektup ve not bulunmakta. Nerede Kalınır? Küçük apartlar şeklinde konaklama imkanları sunan Villa Mimosa denize 10 dakika uzaklığında eski bir villa. Eski bir ada evinde kalmak size geçmişi olan bir yerde bulunduğunuzu daha da hatırlatacak. titlemag.com



Bozcaada Mükemmel ada tatili diyince Türkiye’de akla ilk gelen yer Bozcaada. Adaya ilk gittiğinizden itibaren güzel bir kekik kokusuyla esen tatlı rüzgarı, insanı, enfes şarapları ile karşılıyor insanı. Cennetten bir parça tadında ve hala bakir olan sahilleri, irili ufaklı koylarıyla denizseverlere selam duruyor. Eski dokusunu kaybetmeden sizlere modern tatil imkanları tutan bu güzel adada keyfinize keyif katacaksınız. Adada yapılacak ilk iş, sokaklarda yürümek olmalı. Nostajik sokakları birer birer keşvederken, hem Rum hem Türk mahallelerine uğramayı unutmayın. Sokakların güzel dokusuyla büyüle-

102

NİSAN 2012

title.

nirken bir kafede oturup yerel şaraplardan tadın. Bozcaada şarap kültürüyle yoğrulmuş bir adadır. Eşsiz bucaksız bağlarında, tadına doyulmaz şaraplar üretilir. Bağ ve şarap fabrikası gezileri yapmak mümkün. Eğer doğru zamana denk gelirseniz Bozcaada Bağbozumu Festivaline, Şarap Tadım Günlerine ya da Yunatçılar Yıldönümüne gitmeyi unutmayın. Adada gerçekleşen ve baş rolü enfes şarapların oynadığı bu üç etkinlikten de memnun ayrılacağınızı garanti ederim. Bozcaada’nın en yüksek bölgesi olan Göztepe’de güneşin batımına karşı şarap eşliğinde minik bir piknik yapmanızı şiddetle öneriyorum. Ada sadece lezzetli şaraplar üretmekle kalmıyor, mutfağıda bir o kadar damağa hitap ediyor. Deniz ürünlerinden seçkiler sunan mutfağının bir diğer

titlemag.com



öne çıkan yemeği de tavşan yahnisi. Haziranın ilk hafta sonu Bozcaada’ya yolunuz düşerse Yerel Lezzetler Festivali’nde kendinizi yemeklere kaptırıp şişkince bir göbekle evlere dönmek de mümkün. Bozcaada’nın ihtişamlı kalesini farketmeden geçemeyeceksiniz. Türkiye’nin en iyi korunmuş kalelerinden biri olan Bozcaada Kalesi’nde aynı zamanda ada etrafından çıkarılmış anforalarda sergileniyor. Kale dışında gezilecek görülecek yerler listesinin başında Ayazma Manastırı, Meryem Ana Kilisesi ve Köprülü Mehmet Paşa Camiisi bulunuyor. Adanın tarihini merak edenler Bozcaada Müzesi’ne de uğrayabilirler. Bozcaada aynı zamanda sanatçıları da kendine çeken bir mekan. Tatiliniz boyunda çeşitli sanat galerinde sergiler gezebilirsiniz. Büyükada’nın denizi ve kumsalları sizlerin deniz tatili standartınızı yükseltecek. Bakir koylarına tertemiz bir deniz eşlik ederken kumsallarda bu

104

NİSAN 2012

title.

güzel manzarayı tamamlıyor. Bu güzel koylaraminibüsle ulaşmak mümkün. Ayrıca Bozcaada önemli dalış merkezlerinden biri. Dalış turları da sizleri bekliyor olacak. Nerede Kalınır? Sizlere gerçekten çok ama çok özel bir mekan tavsiye edeceğim; Maya Pansiyon- Kafe. Şef Selçuk Aykan’nın mucizeler yarattığı mutfağında yemek yemek adeta sizleri ayrı bir dünyaya sürükleyecek. Maya’nın ve Selçuk Şef’in en önemli özelliği ekmeklerini, reçellerini, peynirlerini kendisi yapıyor olması. Her sabah kahvaltıda oraganik sebzeler eşliğinde kendi ekmek,peynir, reçel, pekmezini ve taze otlarla yapılan böreğini sunan Maya’da, her gün yediğimiz katkılı besinlerden kurtulup sağlıklı yemekler yiyebiliyoruz. Öğlenleri italyan üsülü pizzalarımızı mideye indirirken akşam yemeğinde de tam bir ziyafet çekiyoruz. Daha ayrıntılı bilgi için; www.mayabozcaada.com •

titlemag.com



Yeni Keşif: Hike East Türkiye’yi gezmenin rehberini sonunda buldum. Bedava olarak dağıtılan kitapçık Hike East sizlere sadece gideceğiniz yerler hakkında bilgi vermekle kalmıyor, aynı zamanda size uygun kalacak bir yer de öneriyor. Üstüne üstlük eğer bu kitapçığı yanınızda taşırsanız, bir çok indirim ve promosyon da kazanabilirsiniz. Hike East Türkiye’yi boydan boya gezmenize yardımcı olacak. Kitapta aynı zamanda iyi bir gezgin olmanın ve rahat seyahat etmenin ipuçları da bulunuyor. Eğer ekonomik ve macera dolu bir tatil geçirmek istiyorsanız hemen bir tane edinin. Detaylı bilgiyi ve online kitapçığı www.hikeast.com ‘da bulabilirsiniz. • 106

NİSAN 2012

title.

titlemag.com




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.