title.
AYLIK YAŞAM DERGİSİ SAYI 1 • OCAK 2011 www.titlemag.com
title. Hazırlayanlar Aren Arda Kaya, aren@titlemag.com Cansu Onomay, cansu@titlemag.com Emre Sağlam, emre@titlemag.com Özgü Öztuna, ozgu@titlemag.com Yağmur Çenberli, yagmur@titlemag.com Katkıda Bulunanlar Ayşe Naz Baykal, aysenaz@titlemag.com Ozan Soybakış, ozan@titlemag.com Kapak Kerem Güzel
title. Aylık Yaşam Dergisi Dergimizde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan izinsiz, kaynak belirtilmeden tam veya özet alıntı yapılamaz. Öneri ve şikayetleriniz için title@titlemag.com adresine mail gönderebilirsiniz.
buralar eskiden dutluktu Şimdilerde yazı ve resimlerle dolu olan bu sayfalar eskiden bomboştu. Boş demek yanlış olur, dutulktu buralar. Dutlar dallarda kendilerini göstermeye başladığı anda tırmanır toplardık ellerimizle. Tırmanıp toplamak adamı yormaya başlayınca biz de sallayıp düşürelim dedik. Günün birinde profesyonel öğrencilik yapan bizler bu dutluk alanı değerlendirmeye karar verdik. Dedik ki dutları koruyalım ama bir yandan da vatana millete faydalı bir iş yapalım. Bu yüzden de dutluktan dergi yaptık. Dut gibi bir dergi oldu. Şaka bir yana şuan “tıklamak” suretiyle sayfalarında gezineceğiniz dergimiz heyecanlı gençlerin ortaya koydukları bir çalışmanın eseri. Her ay yepyeni içeriklerle yaşamınızı renklendirmek için karşınızda olacak. Kültür sanat, sinema, moda, müzik, teknoloji ve gezi kategorileriyle başladığımız yayın hayatımıza sizlerin de desteği ile büyüyerek devam edeceğiz. Keyifli okumalar. Not: 22 Ocak tarihinde We’de lansman tadında bir parti düzenliyoruz ve hepinizi bekliyoruz! Ayrıntılı bilgi sosyal ağlar aracılığıyla sizlere ulaştırılacaktır. Aren Arda Kaya aren@titlemag.com
İÇİNDEKİLER 06 KÜLTÜR-SANAT
Frida Kahlo ve Diego Rivera Neden Tasarım, Neden Bienal? Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları Çarlık Rusya’sından Sahneler Kutluğ Ataman: İçimdeki Düşman
36 SİNEMA I am Love Burlesque The Misfortunes Megamind Ağaç Ayın Filmleri
44 MODA
Vintage ve 2. El Dükkanlar Galata Moda Festivali Tommy Hilfiger
64 MÜZİK
Witch House Salem Party Trash Blackbird Blackbird Drake REM Ayın Etkinlikleri
76 TEKNOLOJİ Kısa Kısa Haberler
OCAK 2011 / 1
82 GEZİ Budapeşte
KÜLTÜR SANAT Özgü Öztuna Ozan Soybakış
Sergi Frida Kahlo ve Diego Rivera 23 Aralık 2010 - 20 Mart 2011 10/ 5 TL Pera Müzesi Meşrutiyet Caddesi No:65 34443 Tepebaşı Beyoğlu / İstanbul Ziyaret Saatleri Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00 Pazar 12.00 - 18.00
Frida Kahlo ve Diego Rivera Pera Müzesi şu sıralarda, iki sanat ve düşün dahisinin eserlerine ev sahipliği yapmanın hareketliliğini yaşıyor. Frida Kahlo, tam adıylaysa Agdalena Carmen Frida Kahlo Calderon ve eşi Diego Rivera bu iki dahi. Onların idealist, aynı zamanda gerçekçi; ama bir o kadar da ulaşılmaz olan yolculuklarının gölgelerini barındıran Frida Kahlo & Diego Rivera sergisi; bize her şeyden önce bir insanın çok boyutlu yaşam öyküsünü, etkinin dönüştürücülüğünü, istekleri, sanatla politikanın zaman zaman çakışan fotoğrafını anlatıyor. Tüm bunları anlatırken kullandıkları araçlarıysa kara kalem, resim ve fotoğraflar oluyor. 20. yüzyılın sanat tarihine damgasını vuran Meksikalı ressam Frida Kahlo, 1907 yılında Mexico City’nin güneyindeki Coyoacan’da, Macar Yahudisi, fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales’in dört kızından üçüncüsü olarak dünyaya geldi. 6 Temmuz 1907 yılında doğmuş olmasına rağmen, kendisi doğum tarihini Meksika devriminin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 günü olarak ilan etmiş, yaşamının titlemag.com
title.
OCAK 2011
7
modern Meksika’nın olmasını istemişti.
doğuşuyla
başlamış
Altı yaşındayken geçirdiği çocuk felcinin sonucu olarak bir bacağı özürlü kalmış, kendisine “Tahta Bacak Frida” denmişti. Bu özrüyle başetmesini bilen Frida, gençkızlık çağında, dönemin en iyi eğitimini veren Ulusal Hazırlık Okulu’nda okudu. Bu okul, onu; sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlara yönlendirdi. İlerde Meksika düşün yaşamının önemli isimleri olarak anılacak olan Alejandro Gomez Arias, Jose Gomez Robleda, Alfonso Villa okul arkadaşları oldu. Güçlü bir kişilik oluşturmaya başladı. 18 yaşında geçirdiği bir trafik kazasıysa bütün hayatını değiştirdi. 17 Eylül 1925’de, okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu çok kişinin öldüğü kazada, trenin demir çubuklarından birisi Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden
8
OCAK 2011
title.
çıkmıştı. Kazadan sonra tüm hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçecek; omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşayacak, 32 kez ameliyat edliecek ve 1954’te çocuk felci nedeniyle sakat olan sağ bacağı kangren yüzünden kesilecekti. Tüm bunlara rağmen, yakın çevresine göre Frida çoğu zaman espri anlayışını sürdürmeyi başardı. Bir çok olaya mizahi bir gözle de bakabiliyordu. Bu onun sağlam kişiliğinin de bir aynasıydı aslında. Kazadan bir ay sonra hastaneden çıkan Kahlo, sıkıntıdan ve acıdan kaçmak için otoportreler çizdi. 2 yıl kadar sonra tekrar yürüyebilir hale geldi. Bu dönemde sanat ve politika çevreleriyle yakınlaşmaya başladı. Yine aynı zamanlarda yaptığı bazı oto-portre çalışmalarını Diego Rivera’ya göstermeye gitti. Bu randevu Kahlo
titlemag.com
için bir dönüm noktası oldu. Rivera ve Kahlo 21 Ağustos 1929 yılında evlendiler. İlişkilerindeki ilk önemli fikir ayrılığı ABD’deyken ortaya çıktı. 1930 yılında ABD’ye giden Kahlo ve Rivera bir süre orada kaldılar. Bu süre içinde Frida bir an önce Meksika’ya geri dönmek istiyordu. Rivera içinse bu düşünce bir hataydı. Ona göre sosyalizm ilk başta sanayileşmiş ülkelerde kendini gösterecekti; bu yüzden ABD’de kalıp mücadele etmeleri gerekiyordu. Frida Kahlo’ysa Diego’dan çok daha farklı düşünceler içindeydi. Yaşadığı yere, anılarına bir an önce geri dönme isteği, politik prensiplerine baskın geliyordu. O, politik duyarlılığını, Meksika’da daha iyi ifade edebileceğine inanıyordu. Aralarındaki bu büyük fikir ayrılıkları Meksika’ya döndüklerinde de devam etti. 1939 yılındaki ayrılıkları ve sonra yeniden evlenmeleri arasında
titlemag.com
geçen bir yıllık süreçte, birbirleri için ne kadar önemli olduklarını, _ zaten bildikleri bu gerçeği_ daha iyi anladılar. Diego Rivera, Frida Kahlo için su sözleri söyleyecekti: “ Frida Kahlo, yoğunluk ve derinlik bakımından Meksika’nın en büyük ressamıdır. Çağımızın en iyi ve en kapsamlı plastik belgelerinden ve en derin, gerçekçi insani belgelerinden biridir. Frida, kişiliğini, saç modelleriyle, kıyafetleriyle, pahadan çok tuhaflıkları ve güzellikleriyle dikkati çeken takıları bol bol kullanmasıyla ortaya koyar. Giyinişiyle ulusal ihtişamımızın canlı timsalidir. Ulusunun ruhuna ve kimliğine asla ihanet etmemiş, beraberinde New York ve Paris’e taşımış, eserleri oralarda ustaların takdirini kazanmıştır.” Frida Kahlo’ysa Rivera için şunları diyecekti: “Herhalde bazılarınız benden Diego’nun çok
title.
OCAK 2011
9
kişisel ve kadınsı bir portresini bekliyorsunuz, hikayelerle örülü, eğlenceli, şikayetlerle dolu, biraz dedikodu içeren, hani o her okuyucunun kendi garipliğine uygun olarak yorumlayıp kullanabileceği “efendi” dedikodudan. Belki insanın Diego gibi bir adamla yaşarken ‘ ne çok sıkıntı çektiğine’ dair sızlanmalar duymayı bekliyorsunuz benden. Ama ben, nehir akıyor diye kıyılarının sıkıntı çektiğine, yağmur yağıyor diye dünyanın sıkıntı çektiğine, enerjisini salarken atomun sıkıntı çektiğine inanmıyorum... Benim için her şeyin doğal bir telafisi vardır. Olağanüstü bir yaratığın müttefiki olarak üstlendiğim zor ve anlaşılması güç rolde ödülüm, kırmızı bir yığının içinde yeşil bir noktadır: Denge’dir benim ödülüm.” Pera Müzesi’nde, Gelman Koleksiyonu’ndan Alınarak Sunulan Bazı Eserler Hakkında Frida Kahlo’nun ve Rivera’nın bu sergide sunulan çalışmalarına baktığımızda, Rivera’nın Kahlo’ya göre daha az gerçek üstü ögeleri tercih ettiği anlaşılıyor. Frida Kahlo ona büyük destek olan Andre Breton gibi gerçeküstücülerle kişisel olarak yakın olsa da, sürrealizmi açıkça reddetti. Gerçek üstü ögeleri kullanmasındaki tek amacın, gerçeği daha çok yönlü ve daha sınırsız ifade edebilmek olduğunu açıkladı. Kahlo’nun resimlerine baktığınızda, Salvador Dali gibi önemli sürrealistlerden farklı olduğunu sezmek son derece mümkün aslında. Onun eserlerini verirken gerçek hayatta çektiği acı, bunalımlar, gerçekleşemeyen çocuk sahibi olma hayalinin burukluğu, Rivera’yla olan çalkantılı ilişkisi... Bunların hepsini esere baktığınızda, eğer Kahlo’nun hayatını biraz biliyorsanız görebiliyorsunuz. Belki de Kahlo, hayattaki gerçek duyguları ifade etmeye çalışırken duyguların irrasyonel yapısının en iyi gerçek dışı biçimlerle yansıtılabileceğini düşündü. Örneğin “Evreni Kucaklayan Aşk: Toprak” portresinde Rivera ve arasındaki çalkantılı ilişkisi, çocuk yapamıyor olmasının vermiş olduğu acı ve bununla birlikte gelen annelik metaphoru ( sol göğüs ucunda görülen süt damlacığı), hayat ve ölüm arasındaki ilişkide hayattan yana durma gayreti... Bunların hepsi gerçek hayattan
10
OCAK 2011
title.
titlemag.com
şeylerin farklı boyutlardan geçirilerek, aynı zamanda da tamir edilerek, yeniden üretilmiş halleri aslında. Benzer şekilde, “Düşüncelerimde Diego”da da Rivera’nın ona olan etkileri form değişikliğiyle tuval’e yansıyor. Frida Kahlo’nun oto- portreleri’nde çok sağlam bir kişiliğin enerjisini görebiliyoruz. Kahlo, bana kalırsa, oto-portreleriyle kendisini, hayatını ve ruhunu kendi toplumundan kopmadan evrenselleştirebilen çok nadir kişilerden biri: hatta belki de 20. yy daki yegane kişi. “Maymunlu Oto-portre”, “1941 Tuval Üzerine Yağlı Boya – Oto-portre”, “Kolyeli Oto-portre”, “Yatakta Oto-portre”, “Saçörgülü Otoportre” ve diğerlerine göre daha soyut ve gerçeküstü ögeli anlatımın yoğun olduğu bir bakıma ruhsal otoportre sayılabilecek, “ Evreni Kucaklayan Aşk: Toprak” sergide sunulan Frida Kahlo eserleri. Bu sergi’de Diego Rivera’nın, bana göre en dikkat çekici resimleriyse: “Natasha Gelman’ın Portresi, 1943”, “Ayçiçekleri, 1943” ve “Kala Çiçekçisi, 1943”dü. Natasha Gelman’ın Portresi’ndeki ustalık gerçekten yakınen görülmeyi hakkediyor. Bunun dışında, Diego Rivera’nın diğer sunulan eserleriyse, “Çıplak (Frida Kahlo)”, “Uzun Saçlı Çıplak (Frida Kahlo)” “Şifacı”, “Kaktüslü Manzara”. Sergi’de aynı zamanda Frida Kahlo’nun, aralıklarla on yıl kadar ilişki yaşadığı, Macar asıllı fotoğrafçı Nickolas Muray’ın çektiği Frida Kahlo portreleri de bulunuyor. Frida, 13 Haziran 1933 tarihli mektubunda Nick’e şöyle yazar, “Bana yolladığın harika resmimi aldım. New York’da beğendiğimden de çok beğendim onu. Diego, bunun bir Pierro de la Francesca olarak müthiş olduğunu söylüyor. Benim için bu daha da fazlası, bir hazine...Gönderdiğin için milyonlarca teşekkür.” •
titlemag.com
title.
OCAK 2011
13
Sempozyum Neden Tasarım, Neden Bienal?
Neden Tasarım, Neden Bienal? “Neden Tasarım, Neden Bienal?” sorusunu sormadan önce, tasarımın tarihçesine bakmakta fayda var. Tarih’in sayfalarına göz gezdirdirmemiz bile “tasarım” denilen şeyin son derece karmaşık ve aynı zamanda da çok boyutlu kökleri olduğuna dair kanıt bulmamız için yeterli kaynak sunuyor bizlere. Latince de “signum” sözcüğünden ileri gelen “design” kavramı 18 yy’ a kadar sadece sanat, spesifik olarak da resim alanının içinde bir yer tutuyordu. 18. yüzyıl sonlarına doğruysa “tasarım”Avrupa’da hem endüstri icadı hem de sanat icadı haline geldi. Endüstri devrimi bu durumu pekiştirdi. Yine bu süreçlerin sonucunda ortaya çıkan “Fine Arts” kavramı; tasarımın, endüstri ve sanatın ortak paydası haline gelmesi durumunun somut bir ürünü niteliğindeydi. Aynı zamanda tasarımın ortaya çıkmasıyla, ihtiyaç ve arzu arasındaki gerilim çözülebildi ve endüstri ve sanatın birbiriyle olan yolculuğu bu çözümle birlikte tüm evrelerini tamamlayarak yıkılmaz bir düzleme girdi. 14
OCAK 2011
title.
titlemag.com
İşte tüm bu konuları irdeleyerek, daha somut fikirsel sonuçlara sahip olabilmemiz amacıyla, 2012 yılında gerçekleştirilecek Uluslar arası İstanbul Tasarım Bienali’nin ilk ön etkinliği olan İstanbul Tasarım Sempozyumu, 2-3 Aralık 2010 tarihlerinde Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü’nde düzenlendi. “Neden Tasarım, Neden Bienal?” başlığını taşıyan sempozyuma, hem Türkiye’de hem de yurt dışında tasarım alanında öne çıkmış isimler katıldı. Tasarımın etkileşimde olduğu insan, çevre, kültür, politika, ekonomi, eğitim, teknoloji ve bilim gibi alanlarla ilişkisi tartışıldı. Ayrıca, farklı sektörlerden isimlerin de sunumları sayesinde, İstanbul özelinde tasarım ve kent konusu da irdelenme şansı buldu. Bu çerçevede “Neden Tasarım, Neden Bienal?” sorusunun da gündeme taşındığı sempozyum
16
OCAK 2011
title.
4 ana bölüm içeriyordu: Tasarım ve Genetiği, Tasarım ve Mikro-bileşenleri, Tasarım ve Makrobileşenleri, Tasarım ve Kent. Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyesi, sosyal bilimci, aynı zamanda da şehir ve bölge plancısı olan İlhan Tekeli, Tasarım ve Genetiği ana başlığı altında yaptığı sunumunda, kentsel tasarımın olanaklarını ve sınırlarını sorguladı. İnsan aklının evrimleşme sürecinde, hangi noktada tasarım sorusuna dikkat çekildiğinin sorusunu soran Tekeli, “ Simetrik çift yüzlü bir taş baltanın yapımı ilk tasarım ürünü.”diyerek sorunun cevabını somut bir örnekle açıkladı. Diğer bir sorunsala geçerek, “İyi tasarım destekler, kötü tasarım köstekler.”den yola çıkarak iyiyi kötüden ayıracak mekanizma ne diye soran Tekeli, cevap olarak piyasa ve siya-
titlemag.com
set noktalarına vurgu yaptı. Tasarımın kendisi değil karşıtlarının tanımlanması durumundan söz ederken, oluşumu, var oluşun kendisini ya da diğer bir değişle, doğayı tasarımın ana karşıtı olarak tanımlıyor ve şöyle diyor: “ Var etme süreci insan içindir. Var edilen nesne çığ gibi çoğalır.” Koleksiyon Mobilya’nın kurucusu, aynı zamanda da baş tasarımcısı olan Faruk Malhan da doğayı tasarımın karşıtı olarak yorumladığı konuşmasında, “ Doğa biraz kaybedecek, insan biraz kazanacak.” diyor. Bununla birlikte rönesans’tan Avrupa’daki savaş dönemlerine kadar olan süreçlerde “tasarım” üzerine olan bakış açılarındaki kırılmalardan ve değişimlerden bahsetti.
Bülent Tanju’ysa, sunumunda, “tasarım” olgusunu, tüketimi besleyen ana unsurlardan biri olarak sayıyor. 2010 yılında Hong Hong Politeknik Üniversitesi Tasarım Okulu’ndan, Tasarım Kürsü Profösörü olarak emekliye ayrılan John Heskett, tasarım politikasının hükümetler ve şirketler için ne kadar önemli olduğunu vurgularken; Bahçeşehir Üniversitesi, Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü’nden Mehmet Asatekin’se, Vestel Klima reklamı üzerinden Endüstriyel tasarım ve sanat ilişkisini gündeme getirdi. Endüsriyel tasarımın sanat olup olmadığı tartışmalarına değindi; bu tartışmaların tasarımcıları ve tasarımı geliştireceğini nedenleriyle birlikte açıkladı. •
Yazar, eleştirmen, küratör ve Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Bölümü öğretim üyesi olan
titlemag.com
title.
OCAK 2011
17
Sergi Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları
Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları Osmanlı Devleti’nde saray ve kamu binalarının inşaatlarını yönetmekle görevli Hassa Mimarları Ocağı kadrosunda gayrimüslim mimarlar da bulunurdu. Bunların arasında bir dönem Ermeni mimarların da yer aldığı biliniyor. Bilindiği gibi, Tanzimat ve Islahat’ın getirdiği batılılaşmayla birlikte yeni tip binalar Avrupalı ya da Avrupa’da eğitim görmüş, batılı mimariyi bilen mimarlar tarafından yapılmaya başlandı. Özellikle yeni mimari anlayışta yapılan bu binaların önemli bir bölümü Ermeni mimarların yönetiminde hayat buldu. İstanbul’un mimari siluetinin oluşumuna ortak olan Ermeni mimarlar, geçmişten gelen birikimleriyle Batı mimarisini harmanladı, bunu yaparken de Avrupa tarzını İstanbul’a taşıdı. İstanbul Modern’in ev sahipliğini yaptığı “Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları” isimli sergi de, işte tam bu gerçekliğe ayak basıyor ve unutulan mimarların yeniden hakkettikleri şekilde saygıyla anılmalarına ön ayak olmaya çalışıyor. Bunu yaparken de görsel ağırlıklı 18
OCAK 2011
title.
titlemag.com
çalışmalarla çıkıyor izleyicilerin karşısına. Sergi de ağırlıklı olarak 19. yy olmakla birlikte; 18, 19 ve 20. yüzyılda İstanbul’da çalışmalarda bulunmuş Ermeni mimarların yaptıkları binalar deşifre ediliyor ve resmi mimarlık tarihinin çoğunlukla üstünü örtmeye çalıştığı, sözünü etmekten kaçındığı bir gerçeğin üzerine gidiliyor ve şu mesaj veriliyor: “İstanbul’da Ermeniler her zaman vardı ve onların üreticilikleri şehrin binalarında hala vücut bulmayı sürdürüyor.”
20
OCAK 2011
title.
Sergide, 40 Ermeni mimar tarafından inşa edilmiş 100’ü aşkın eserin fotoğrafları yer alıyor. Aynı zamanda, Ermeni mimarlar, hayatları ve yaptıkları çalışmaları konu edinen iki kısa film de izleme imkanı bulunuyor. Sergi’nin Kürator’u Hasan Kuruyazıcı’nın; Kurtuluş, Pangaltı, Taksim, Cihangir, Tarlabaşı, Tünel, Galata, Eminönü ve Mahmutpaşa’da sokak sokak gezerek yaptığı taramalarla oluşan çalışma İstanbul’u İstanbul yapan üreticiliğin, yeteneğin ve emeğin adını koyuyor.
titlemag.com
Artin Macaryan: Taşçiyan Köşkü/ Kınalıada Mihran Azaryan: Büyükada İskelesi Isdepan İzmirliyan: Ermeni Evangelist Klisesi/Gedikpaşa Ohannes Kalfa: Eski Darüşşafaka Lisesi/ Çarşamba. Kevork Aslanyan: Surp Pırgiç Hastanesi Klisesi/ Yedikule Isdepan Hamamcıyan: Dilsizzade Han/ Sultan Hamam Levon Nafilyan: Agopyan Han/ Bahçekapı titlemag.com
title.
OCAK 2011
21
Balyan Ailesi Balyan ailesi mimarları, zaten daha baştan beri sarayın inşaasını gerçekleştiriyorlardı. Yüzyılın ilk yarısından itibaren İstanbul’da padişahların yaptırdığı camilerin büyük kısmı onların eseriydi. Sarkis Balyan: Harbiye Nezareti, İstanbul Üniversitesi Rektörlük binası, Akaretler/Beşiktaş, Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Maçka Karakolhanesi, Sadabad Camisi Garabed Amira Balyan: 2. Mahmud Türbesi/ Çemberlitaş, Surp Asvadzadzin Klisesi/ Beşiktaş, Bezm-i Alem Valide Camisi/ Dolmabahçe Senekerim Balyan: Beyazıt Kulesi Krikor Amira Balyan: Nusretiye Camisi/ Tophane Nigoğos Balyan: Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu • 22
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Sergi Çarlık Rusyası’ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu’ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri 4 Kasım 2010 - 20 Mart 2011 10/ 5 TL Pera Müzesi Meşrutiyet Caddesi No:65 34443 Tepebaşı Beyoğlu / İstanbul Ziyaret Saatleri Salı - Cumartesi: 10.00 - 19.00 Pazar: 12.00 - 18.00
Çarlık Rusyası’ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu’ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nin ev sahipliği yaptığı bu sergi biz sanatseverlere Rus gerçekçi resim sanatının örneklerini tarihsel bir anlatım ile sunuyor. İstanbul’da ilk kez sergilenen bu sergi, İlya Repin’den Venetsianov’a, Pavel Fetodov’dan Nikolay Yareşenko’ya nice ünlü Rusya realist ressamlarını ağırlıyor. Dönemin toplumsal yapısını sanat kalıplarıyla işleyen ressamlar, boya kullanan sosyologlar olmuşlar ve çarlık Rusya’sının analizlerini en “soğuk” renklerle gerçekleştirmişlerdir. 1860’lı yıllardan sonra Rus ressamlarında gerçekçi eğilim baş gösterir bunun sebebi de toplumsal adaletsizliklerin daha görünürleşmesidir. Rusya’da köylülerin bir mülk olarak görülmesi (1861’e kadar özellikle), çocukların çalıştırılması, kadınların tarihin pek çok döneminde (!) olduğu gibi hor görülmesi ve en belirgini yoksulluğun artması… Toplumsal adaletsizliklerin artışı sanatçıları gündelik konuları eserlerine taşımlarında etkili olmuştur, “olanı olduğu gibi ama gereken bir çarpıcılıkla anlatmak gerekliliği” de genel anlayışları olarak şekillenmiştir. 24
OCAK 2011
title.
titlemag.com
St. Petersburg Rus Devlet Müzesi’nden seçilen bu eserler, konularına göre konumlandırılmışlar ve bu konular da çalışma, yoksulluk, çocuklar, halk eğlenceleri, savaş ve ölüm ile kent soyluları şeklinde biçimlenmiştir. Sergiye başlarken İlya Repin’in “Volga Kıyısında Burlaklar” eseri daha girişte gerçekliği yüzünüze bir tokat gibi vuruyor. Çalıştırılan her bir burlağın yüzündeki acı, yorgunluk, susuzluk, sitem ve nice pek çok duygu kuşku bırakmayacak şekilde resmedilmiş. Aralarındaki açık tenli, resmin odak noktasını taşıyan genç erkek kayışını rahatlatmaya çalışmaktadır ki elinizden gelse dokunup onu gevşeteceksinizdir. Ona acırsınız çünkü acı çektiğini kuşkusuz anlarsınız. Savaşlar olur… Savaş, Rus toplumunun gerek
26
OCAK 2011
title.
tarihsel gerekse sosyo-kültürel konumunun oluşmasında büyük rol oynamıştır. Tüm Rus genç erkekleri savaşın yolunu tutarlar, aileleriyle vedalaşırlar. Ağlayan kadınlar, durumdan habersiz çocuklar ve hayvanlar resimdeki yerlerini alırlar. Resimleri incelerken, çerçevelerden soğuk gelir. Öyle resmedilmişlerdir ki Rusya’nın soğuğu müzenin klimalarını yerle bir eder, üşürsünüz. Savaşa giden erkeklerin pek çoğu geri dönemez. Dul kadınlar ve çocuklar yoksullukla savaşan en önemli toplumsal aktörler olurlar. Yoksulluk okadar büyür ki ölüm kaçınılmaz olur. 1870’lerle beraber resimlerdeki bu olumsuz hava yavaş yavaş diner, çekilen acılar unutulmaya çalışılır çünkü artık halk ezilen değildir, Rusya’da özne haline gelmiştir. Doğa ve Folklor birden resimlere girer. Suçlamaların ve adaletsizliklerin gösterildiği resimler yerini artık tahlillere bırakır. Bu noktadan sonra her ressam birer sosy-
titlemag.com
olog edasıyla fırçalarını konuşturmuşlardır. Ivan Şişkin’le beraber Rusya’dan doğa manzaraları çıkar karşımıza. Fırtına öncesini anlattığı eserini öyle bir resmetmiştir ki çalıların hışırtısını, soğuk rüzgarları ve şimşek seslerini duyarsınız. Gerçekçi bakış açısı seyirci de bir illüzyon yaratır. Rusya’nın manzaraları üzerinize sinen olumsuz atmosferi biraz olsun yıkar. Popov’un “köyde sabahı” işlediği eseri de en az Şişkin’inki kadar başarılıdır. Eserlerin bir diğer başarısı da şu ki resimleri incelerken bir Gogol ya da Dostoyevski veya Turgenyev okuyormuşsunuz gibi gelir. Öyle ki dönemin pek çok ressamı bu büyük yazarlardan çok etkilenmişlerdir. NikolayYareşenko’nun “Tolstoy Portresi” bu izlenimin oluşmasında epey yardımcı oluyor zaten. Çocuklar da üstünde durulması gereken bir diğer nokta. On sekizinci yüzyıla kadar Batı resminde çocuklara yer verilmedi. Lakin Rus gerçekçi resminde özellikle çocuklar çok büyük bir yer işgal ediyor. İşgal kelimesiyle kötü bir anlam çıkarılmasın, bu işgal Rus toplumsal gerçekliğinin anlaşılmasında, fakirliğin ne derecede olduğunun anlaşılmasında önemli bir göstergedir. Sosyoekonomik ayrışmaların netliği bu çocukların toplum sahnesinde oynadıkları roller ile dikkat çekici hale getirilmiştir. Zorla evlendirilen Rus kızlarının tablolarından tutun da Rusya manzaralarına kadar bir dönemin hikayelerini dinliyorsunuz ve izliyorsunuz sergi boyunca. Yangından kaçan köylüleri birkaç tablo ötede eğlenirken buluyorsunuz. Bir yanda hüzün ve acı varken bir yanda eğlence devam ediyor. “Hayat devam ediyor yine de” diye bağıran figürler, Rus köylüleri… İşte Rus Devrimi’ne giden yol da haliyle bu tablolardan geçiyor. Çıkmadan önce son bir kez daha Repin’in “İşte Enginlik” eserine bakılmalı. Azgın dalgalara rağmen, elbiselerinin ıslanacağını bile bile, elele yürüyen hatta gülen, kahkahalar atan genç çift bir mesaj veriyorlar: “Ne kadar zor da olsa bir amaca ulaşmak, güçlüklere karşı cesur olmak, ümitleri yitirmemek gerek.” Repin resmederken böyle bir alegori kullanmış mıdır bilinmez ama bu duyguyu seyirciye hissettirdiği kesin. •
titlemag.com
title.
OCAK 2011
27
Sergi Kutluğ Ataman: İçimdeki Düşman 10 Kasım 2010 - 6 Mart 2011 12/ 6 TL İstanbul Modern Meclis-i Mebusan Cad. Liman İşletmeleri Sahası Antrepo No:4 Karaköy / İstanbul Ziyaret Saatleri Salı – Pazar: 10.00 - 18.00 Perşembe: 10.00 - 20.00
Kutluğ Ataman: İçimdeki Düşman En son, Avrupa Kültür Vakfının (ECF), Hollanda Prensesi Margriet onuruna verdiği ‘2011 Princess Margriet Routes Ödülü’ne layık görülen Kutluğ Ataman on üç yıllık yurt dışı kariyerinin ardından İstanbul’a dönüyor. Son projesi olan “İçimdeki Düşman” retrospektifinin İstanbul Modern’e gelmesi aynı zamanda İstanbul doğumlu sanatçının eve dönüş kutlamasını sembolize eden bir orta kariyer sergisi olarak tasarlanmış. Sergiye gittiğimde ilk dikkatimi çeken şey, projelerin düzenleniş şekli oldu. Her çalışmanın belli bir simetri ve mantıkla dizayn edilmiş olması izleyicilerin ruh ve düşünce dünyasında ciddi izler bırakacak estetikliğe sahip. Sergi alanına girer girmez ilk karşıma çıkan ürün, “Bu Bir Fasit Daire” başlıklı çalışmaydı. Bu projede, yere bir daire şeklinde konumlandırılmış on iki ekran ve bu ekranlara aynı zamanlı olarak konuşlandırılmış Berlin’de yabancı olarak yaşayan Jamaikalı bir göçmen vardı. Göçmen olmanın zorluklarını paylaşırken içinde bulunduğu toplum hakkında genelleştirmeler 28
OCAK 2011
title.
titlemag.com
yapması, şikayet ettiği ırkçılık kısırdöngüsüne aslında kendisinin de girdiğini açığa vurur. Böylece kimliklerimiz üzerinden söylem üretirken ve kendimizi tanımlarken aslında geri kalanları ötekileştirdiğimiz gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir ve içimizdeki düşman deşifre edilir. Sergi’deki ikinci çalışmaysa, “Türk Lokumu”. Bu proje, sanatçının göründüğü ilk performans ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Altın pullu, parıltılı bir dansöz kostümüyle dans eden Ataman; burada, kadın ve erkek arasındaki ötekileştirmeye dikkat çekerek, ‘öteki’ni tanımlarken kullanılan kemikleşmiş klişeleri, bunlardan biri olan göbek dansı teması üzerinden ele alıyor. Sergi’de beni en çok etkileyen çalışma, “Peruk Takan Kadınlar”dı. Ataerkil toplumun normları, farklı tiplerde de olsa tüm kadınlara aynı mesajı
30
OCAK 2011
title.
veriyordu: “İstediğin gibi yaşayamazsın!” “Peruk Takan Kadınlar” adlı video gösterisi, 90’ların Türkiye’sinde bastırılmış kimliklerini gizlemek ve dönüştürmek için ortak bir araç olarak peruğu kullanan dört kadını bir araya getiriyor. Dört ekranlı entalasyondaki videolar bu kadınların peruk takma nedenlerini tek tek yansıtırken, ortaya çıkan büyük resimse Türkiye’nin yakın tarihinin kimlik sorunlarını tüm çıplaklığıyla fotoğraflıyor. Seçilen dört kadından ilki 70’lerin Türkiye’sinde siyasi faaliyetlerinden dolayı saklanarak yaşamak zorunda olan ve bu nedenle senelerini kılık değiştirerek geçiren Melek Ulagay. İkinci ekranda görünen Nevval Sevindi isimli kadınsa, kemoterapi yüzünden dökülen saçlarını gizlemek, kadınsal görüntüsünü tekrar kazanmak için, kuaförüne neden peruk takmak zorunda hissettiğini anlatıyor. Üçüncü ekrandaysa aslında hala çok sıcak olan bir kimlik sorunsalı
titlemag.com
karşımıza çıkıyor: Baş Örtüsü. Kimliğini gizlemeyi tercih eden ve tamamen siyah bir ekranın ardından konuşan üçüncü kişi, Üniversite’ye girebilmek için perukla örtüsünü saklamaya çalışmasını ve yaşadığı zorlu süreç hakkında konuşuyor. Dördüncü kadın ise, 90’ların başında Beyoğlu’nda travesti yasağı sırasında bir çok işkenceye maruz kalan Demet Demir’di. Demir, polis tarafından saçları kesilen transseksüel ve travesti topluluğunun aktivistlerinden biri olarak o dönemde neler yaşandığını tüm gerçekliğiyle ortaya döküyordu. Dört kadının hikayelerini dinledikten sonra ortaya çıkan büyük resim Türkiye’nin nasıl bir kimlikler sorunsalıyla karşı karşıya olduğunu meydana çıkarıyor. Bu da Türkiye’nin benliğine tümör gibi saplanmış tek tipçi zihniyetin ne noktada olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.
titlemag.com
Peruk Takan Kadınların etkisini üzerimden atamadan “Veronica Read’in 4 Mevsimi’yle” karşılaştım. Veronica Read, burada, dört ekranlı video enstalasyonda adeta saplantılı bir şekilde hayatını adadığı Hippeastrum çiçek soğanlarını anlatmakta. Her mevsimin bir ekrana yansıtıldığı düzenlemede bitkilerin ve Read’in senelik döngüsü ele alınıyor. Veronica’nın kendisini tamamen çiçek soğanlarındaki değişiklikler üzerinden tanımlaması, sabitleşmiş kimlik saplantılarına temel bir örnek aslında. Aidiyetlerimizin boşluğa düştüğü yerde saplantıların baş göstermesi kaçınılmazdır. Veronica Read’in dört mevsiminin anlattığı şeyde işte tam olarak bu olsa gerek. Veronica Read’in dünyasından çıkıp “99 Ad” isimli yine saplantı halini konu alan bir alana adım attığımda; belirli açılarda konumlandırılmış beş ekran ve bu ekranlarda gözleri kapalı biçimde
title.
OCAK 2011
31
oturmuş, zikir halinde öne arkaya sallanan bir figür çıkıyor karşıma. Figürün zikir halinde gitgide biriktirdiği ruhsal gerginlik sonunda adeta taşar. Kimliğin yaşadığı bu kısa süreli git- gel, yeniden başlama veya kurma gibi döngüleri beraberinde getirir. Stefan’ın Odası’na geçtiğimdeyse saplantılı kimlikler zincirinin üçüncü bölümündeydim. Stephan’ın Odası, saplantıların, ruhumuzda ve aidiyetlerimizde ne gibi sonuçlar yaratabileceği gerçeğini o kadar somut bir şekilde açığa vuruyor ki ister istemez ürperiyorsunuz. Beş ekranlı video düzenlemesi, form olarak boşlukta asılı kalmış bir odaya benzer. Beş ekrandan birinde Stephan kendi hikayesini anlatırken, diğer ekranlarda evinde ürettiği ve titizlikle muhafaza ettiği 30 bin güve ve kelebeğin renkli görüntüleri yansıtılır. Kutluğ Ataman’a göre bu koza benzeri yapı, kendini böyle bir yapının içine kapa-
32
OCAK 2011
title.
mak zorunda hisseden Stefan’ın başka bir şeye dönüşme arzusunun metaforudur. Stephan’ın sürekli kendisini tekrarlayan sabit dünyasından, Kutluğ Ataman’ın “Dilenciler” ine ilerliyorum. Ataman’ın İstanbul’da gerçekleştirdiği son eseri olan “Dilenciler”, diğer birçok videolu projeden farklı olarak sesin yer bulmadığı bir çalışma. Yedi ayrı dilenciden her birinin farklı ekranlarda belirdiği bu çalışmada, tüm dilencilerin ana ortak yanı hepsinin el açıyor olmaları. Buradaki diğer önemli noktaysa dilencilerden bazılarının oyuncu, bazılarının gerçek hayattan olmasıdır. Ama bunun izleme sırasında fark edilemiyor oluşu, gerçek olanla olmayan arasındaki ayrımın ne kadar silik olduğunu işaret eder. “Dilenciler”de, Ataman’ın “Türk Lokumu”, “Bu Bir Fasit Daire” ve birazdan bahsedeceğim Ruhuma Asla çalışmalarında da olduğu gibi, kendi içinde kurgu ve gerçeğin birbirine girdiği çok
titlemag.com
katmanlı kimlik figürü işlenmiş. Dilencilerin ustaca videolanmış donuk hikayelerinden, kendisini Türkan Şoray’la özdeşleştirmiş bir Travesti’nin öyküsüne, “ Ruhuma Asla”nın dünyasındayım. Ruhuma asla kelime olarak hepimizin Türk dizilerinden hatırladığı bir numaralı klişe kelimelerden biridir: “ Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla!” tabirinden gelir. “Ruhuma Asla” da çalışmanın merkezinde kendisine Türkan Şoray süsü veren bir travesti yer alır. Travestinin gerçek hayatı klasik Türkan Şoray filmlerinin melodramatik konularına yakınen benzerlik göstermektedir. Efemine olduğu için çocukluğu boyunca asker babasından dayak yemiş, cinsel “sapkınlığının” tedavisi için on üç yaşındayken bir psikiyatra götürülmüş ve daha sonra da İstanbul’da kötü şöhretli bir emniyet müdürünün işkencelerine maruz kalmıştır. Şimdi de Lozan’da, böbrek yetmezliği yüzünden diyaliz makinasına
titlemag.com
bağlı bir hayat sürmektedir. “Ruhuma Asla”nın merkezindeki karakter olan Ceyhan isimli travesti, üç saat uzunluktaki bu videoda kendine yeni kimlikler yaratabilmek için akla gelebilecek bütün yöntemleri kullanır: Makyaj masasının üzerindeki aynada duran ikonik bir Türkan Şoray fotoğrafı, takma kirpikler, peruk, makyaj, kıyafet, bacaklarına uyguladığı kıl dökme yöntemi ve hormonla göğüs büyütme terapisi bunlardan sadece bazılarıdır. Video’yu izledikçe her anında ayrı bir role bürünen Ceyhan’ın hayatı bir kurgu olarak planlamaktaki kararlılığı gözler önüne serilir. “Ruhuma Asla”daki kimlikler düzleminden bir başka kimlik düzlemine yol alırken iyi bir ara metin olarak tasarlandığını düşündüğüm “Tanıklık” isimli çalışmaysa tamamen gerçek hayatın içinden çıkmış bir ürün. Evde sıradan
title.
OCAK 2011
33
bir günde çekilmiş bu video’da Kutluğ Ataman ile dadısı yer alıyor. Ataman ailesinin evine bir bebek olarak gelen dadının Ermeni kimliği, ilk günden beri kendisi ve başkaları tarafından sır olarak saklanmıştır. Dolasıyla da gerçek kimliği bir tabuya dönüşmüştür. Video’da Ataman, dadısının içselleştirdiği bu durumu, yine dadısının konuşmaları üzerinden deşifre ediyor ve bizzat da tanık oluyor. Ataman’ın Ermeni dadısının konuşmalarından sonra, yine “aile” vurgulu “fff” isimli on ekranlı bir video entalasyonu geliyordu. Çalışma ismini “ bulunmuş aile kayıtları anlamına gelen “ “found family footage”in kısaltmasından alıyor. Görüntülerse el kamerasıyla çekilmiş iki İngiliz ailenin kayıtlarının bir toplaması. “fff” in diğer bir özelliğiyse, Ataman’ın İngiliz toplumuna dışardan bakan biri olarak, eklemlendiği kül-
titlemag.com
türün anlamını yeniden inşa etme ve kendine ait hale getirme denemesi olması. Ataman’ın retrospektifinin sonundaysa “Cennet” var: Video entalasyonunda, Güney Kaliforniya’nın oldukça popüler ve zengin bir bölgesi olan Orange County’de yaşayan yirmi dört bireyin, yaşadıkları yer ve hayat tarzıyla özdeşleştirdikleri “ yeryüzündeki cennet” kavramından yola çıkılıyor. Her konuşmacının ayrı bir ekrandan _dairesel bir düzen içinde_ sunulduğu projede, videolardaki karakterler, yaratmaya çalıştıkları düşsel hayatlarını yaşadıkları bölge üzerinden tanımlıyarak bir “cennet” kurguluyorlar. Kutluğ Ataman’a göre, bu çalışma, bireylerin toplumsal bir kültür oluştururken aslında nasıl kendi kişisel kimliklerini de bu tahayyüle göre şekillendirdiklerini açıkça gösteriyor. •
title.
OCAK 2011
35
SİNEMA Emre Sağlam
I am Love Tilda Swinton’un 2009 yılından itibaren beklenen filmi nihayet Ocak ayı içerisinde gösterimde. Melissa P.’nin ünlü yönetmeni Luca Guadagnino bu kez İtalyan aristokrasisine kafa yoruyor. Recchi ailesi Tancredi ve oğulları Eduordo Jr. arasında bölüştürmeyi planladıkları hisselerin yarattığı etki ile değişir. Ancak Eduardo Alejandro’sunu bulmaya çalışır ve aile işlerini elinin tersiyle iterek Antonio ile beraber bir restoran açmaya karar verir. Antonio’nun gördüğü talep bununla da sınırlı kalmaz. Rusya’dan göçmen olarak gelen ve İtalya’daki yaşama uyum sağlamaya çalışan Emma’nın hayatı ise Antonio’yu görmesi ile değişir. Bu tutkulu aşk hikayesi bir anda bütün ailenin düzenini değiştirecektir. Tilda Swinton’ın oldukça ses getiren performansı ile adını kulaktan kulağa yaymayı başaran I Am Love, Berlin ve Sundance başta olmak üzre yoğun ilgi ile karşılandı. Yasak aşk kavramına dikkatleri çeken filmde Tilda Swinton canlandırdığı karakterle A Single Man filmindeki Charley (Julianne Moore) ile benzer karakterde bir kadın ve aynı dönemde çıkmış iki titlemag.com
filmin karakterleri olması sinemada yeni kadın temsilleri konusunu gündeme getiriyor. İtalyan yeni dalgasının ardından 21. yüzyıl sinemacıları bakalım sinemada kadını kameranın neresine koyacaklar. Zira Türk filmlerinde hala yeni doğmuş birer panda sevgisine maruz kaldıkları için bu kıyaslamaya girmekten yana değilim. Filmin oyuncuları arasında; Tilda Swinton, Flavio Parenti, Edoardo Gabbriellini, Alba Rohrwacher yer alıyor. Film içerisinde yer alan John Adams müzikleri ise filmi güzel kılan bir diğer özellik. Film içerisinde. İngilizce, İtalyanca, Rusça’yı sıkça duyarak kulaklarımızda şenlik yaşatacak olan I Am Love Luca Guadagnino, Barbara Alberti, Ivan Cotroneo, Walter Fasano’nun ortak senaryo çalışmaları ile hayata geçirilmiş bir yapım. Amazon’da DVD ve Blu-Ray versiyonları satışa sunulmuş olsa da hazır 14 Ocak’ta vizyona girecekken görmekte fayda olduğunu hatırlatıyoruz. 14 Şubat bunalımı hazır yaklaşadursun bu stresli dönemi atlatmak için iyi bir egzersiz. • title.
OCAK 2011
37
Burlesque Evet sonunda Hollywood “Roaring Twneties” kavramına geri mi dönüyor dedirten bir yapım ile karşı karşıyayız. Hem de oldukça klasik bir konuyla ve Singing In The Rain’den tutun da daha pek çok filme göndermeleri ile ses getirecek bir yapım olan Burlesque Ocak ayında nihayet vizyonda. Los Angeles’ta Ali adlı genç bir kızın Burlesque adındaki müzikal revüye yaptığı iş başvurusunun ardından Burlesque’in sahibi ve aynı zamanda süperstarı olan Tess tarafından işe alınması ile başlıyor. Burlesque’in görkemli dekorları ve ihtişamlı sahne kostümlerinden oldukça etkilenen Ali günün birinde burada çıkmak için Legally Blonde filmlerinden hatırlayacağımız türden bir yemine imza atıyor. Ali barda başladığı kariyerine dansçılarla kurduğu ilişkilerin ardından sahneye doğru yol alır. Elbette her star’ın yükselişinde olduğu gibi onun önünü tıkamaya çalışan veya ona destek olmak isteyen çokça insan olacaktır.
yeni kıvılcım Ali’nin içinde mi yatıyordur? Bunu 21 Ocak 2011’den itibaren izleyerek göreceksiniz. 6.Oktava basabilen nadir ünlülerden olan Christina Aguilera ve yeniden doğuşu için bu işi seçerek ben daha ölmedim diyen Cher başrolleri paylaşan iki önemli star. Klip yönetmenliğinden sinema filmi yönetmenliğine hızlı bir geçiş yaparak Hollywood’a ben de burdayım diyen Steve Antin’in Burlesque’i tamamiyle bir gövde gösterisi niteliğinde. Yönetmenin müzik işin içerisine girdiğinde kamerayla nasıl seviştiğini gösterme arzusu adeta. Cher’i görmek bana estetik operasyonlarda tıp camiasının geldiği noktayı hatırlatmak adına önemli gelmiş olsa da onun iyi bir yüz olduğu şüphesiz. 119 dakika boyunca sizlere dansı ve eğlenceyi vaadeden Burlesque Chicago’dan sonra Roaring Twenties için yapılmış önemli saygı duruşlarından biri gibi görünüyor. Oscar adaylığı ile de oldukça konuşulan film bakalım 68. Akademi ödüllerinde umduğunu bulabilecek mi? •
Günden güne eski ihtişamını kaybetmeye başlayan Brulesque Lounge’ı canlandıracak olan 38
OCAK 2011
title.
titlemag.com
The Misfortunes Esas ismi De helaasheid der dingen olan ve 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Şeylerin Boktanlığı olarak gösterime giren The Misfortunes uzun isim krizinin ardından ülkenizde Ocak ayı içerisinde Çölde Kutup Ayısı olarak vizyona gireecek. Oscar’ın Belçika adayı olan bu film kendini yeni keşfeden Gunther’in cehaletin dibine vurmuş üç amcası, babannesi ve babası ile aynı evde geçen serüvenine tanıklık ediyor. Gunther’in içinde bulunduğu bu evde küfür, alkol, kimilerine göre uygunsuz olarak adlandırılabilecek pek çok durum her yeni günün rutinleri adeta. Gunther filmde her ne kadar irite edici ve “Apaçi” olarak nitelendirilebilecek bir saç kesimine sahip olsa da aslında içerisinde sevgiyi ve ilgiyi bekleyen klasik bir Kemalettin Tuğcu hikayeleri dramatikliğine sahip. Aile içerisinde yaşanan bütün trajedi olağan “AÇIKLIGIYLA” gözler önüne seriliyor. Temasına bakacak olursak bir komedi ve İstanbul Film Festivali’nin bir yarışma filmi olmuş olmasına bakarsak hiç fena sayılmaz. 2000 yılından itibaren 4. yönetmenlik tecrübetitlemag.com
sini yaşamış olan Felix Van Groeningen, yıllar geçtikçe daha da başarılı işlere imza atacak gibi görünüyor. Film bana kalırsa ödüle layık görülen I Killed My Mother’dan daha başarılı değil ancak kesinlikle yabana atılması gereken filmlerden de değil. Kaç kopya ile vizyona gireceği ise merak konusu. Filmde kulaklarımıza çok aşina olan bir de sanatçı ve klasikleşmiş eseri bulunuyor. Roy Orbison- Oh, Pretty Woman bahsettiğim eser elbette. 108 dakika süren filmin başrol oyuncuları arasında; Kenneth Vanbaeden, Valentijn Dhaenens, Koen De Graeve, Wouter Hendrickx ve Johan Heldenbergh yer alıyor. İsmi vizyona girene dek ne hal alır bir fikrim yok ancak Ocak ayı içerisinde izlenilmesini şiddetle tavsiye ettiğimiz yapımlar arasında üst sıralarda yer alıyor. •
title.
OCAK 2011
39
Megamind
40
Dreamworks yeni animasyon harikası ile huzurlarımızda. Amerika Box Office’ini alt üst eden yapım Megazeka okulların yarıyıl tatilinde ülkemizde. Dünya ile aynı anda kavramına yaklaştığımızı umsam da bazen böyle ticari kaygılar komik olmuyor değil. Megamind inanılmaz derecede narsist bir karakterdir ve yıllarca ele geçirmeyi planladığı MetroCity’i tekrardan ele geçirmeye çalışmaktadır.
Dünyanın en zeki adamı kendi elleriyle “yenilmez” olarak tasarladığı bu canavarın karşısında durabilecek midir veya durmak isteyecek midir? Konusunun farklılığı bakımından küçük yaştaki izleyiciler için farkındalık yaratması oldukça iyi. 3D kervanına katılan filmlerden biri olması ise bana artık 3D olmayan ancak başarılı senaryoların geleceğinin ne şekilde evrileceği hususunda düşündürücü bir hal almaya sevk ediyor.
Ancak Megazeka’nın her girişimi kahraman stereotiplerinin en olabilecek olanı Metroman adındaki bir süper kahraman tarafından hüsranla sonuçlandırılır. Ancak bir gün yanlış bir hamlenin sonucunda Metroman’i öldürerek ortadan rakibini kaldırır. Ancak artık hayattan tat alamadığını anlar. Bu güne kadar yapılmış bütün superhero filmlerinin aksine Megazeka çok daha farklı bir metaforla karşımıza çıkıyor. Kendini amaçsız hissederek Titan adında kendine çok daha güçlü bir düşman yaratma işine koyulur ve Titan’ı geliştirir. Ancak Titan dünyaya hükmetmek değil onu yok etmek ister. İşte tam bu aşamada Megazeka bir karar vermeye mecbur kalır.
Tom McGrath’ın yönetmenliğini üstlendiği filmi seslendirenler arasında; Brad Pitt, Tina Fey, Jonah Hill ve Will Ferrell bulunuyor. Tina Fey bence filmi kurtaran seslerden biri. SNL’den beri komeid dünyasına adını kazıyan Fey’in Megazeka performansı da kesinlikle dublajlı izlenilmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Mavi adamların ön plana çıkmaya başladığı animasyon dünyasının bu komik adamı 14 Ocak’tan itibaren vizyonda. Oldukça yüksek bir hasılat beklentisinde olacak olan Megazeka bakalım film bitiminde salondaki seyircileri mutlu kılabilecek mi? •
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Ağaç Filmekiminin ardından sonbaharın sona ermesiyle birlikte Filmekimi’nde göremediğimiz filmler vizyona patır patır damlamakta. Bunlardan biri Filmekimi sırasında oldukça ses getirmiş olan Tree (Ağaç). Julie Bertuccelli’yi ilk filmi olan “Otlar Gittiğinden Beri” ile hatırlayacaksınızdır. İkinci filmi Tree de yine aynı duygusallıkta bir yapım. Ocak ayının Oscar ayına ön hazırlık olması sebebiyle festival filmlerinden en damar olan yapımların bu yolla seyirci ile buluşması bence hoş. Filmin konusuna dönecek olursak şayet: Babasını kaybetmiş olan sekiz yaşındaki Simone annesi ile beraber yaşamaktadır. Babasını yeni kaybetmiş olan Simone bahçelerindeki dev ağaç ile arkadaşlık eder ve bir süre sonra ağaç’tan fısıltılar geldiğini farkeder. Esasında fısıltılar ağaç aracılığı ile babasından gelmektedir. Ancak mevsimler geçer acılar unutulur, mevsimler geçer yapraklar dökülür ama Simone’un çocuk kalbi böyle değildir. Annesinin bir başka erkek ile beraber olmasını kalbinden su verdiği ağaca karşı ihanet olarak görecektir.
titlemag.com
Oidipus kompleksini bir tür ağaçta bulacaktır Simone. Annesini öldürüp ağaçla yatacaktır. Alegorik bir eser olması filmin cazibesini arttırıyor. Bresson’un Mouchette’i gibi olamamıştır Simone. Daha nafi kalmıştır, çünkü o bir Bertucelli kızıdır ve yansıttığı persona bu sertliğe müsade etmez. Nietzsche’nin isyanı vardır esasında burda Simone acı ile yaşayamaz ve sığınacak bir baba bir erk’e ihtiyaç duyarak gerçek hayattan uzaklaşır. Işık kullanımının yumuşaklığı söz konusu tema olan “çocuk kalbinin yumuşaklığı” adına çokça temaya sadık. Filmin oyuncuları arasında; Charlotte Gainsbourg, Marton Csokas, Morgana Davies yer alıyor. 100 dakika sürecek olan bu dram Cannes Film festivalinde kapanış filmi olmuştur. Filmekimi’nde de kapalı gişe oynayarak oldukça ses getiren bu yapım 21 Ocak 2011 tarihinde vizyona girmesi bekleniyor. Prensesin Uykusu beklenen ilgiyi göremedi bakalım benzer bir konunun başka versiyonu aradığı ilgiyi box office’de bulabilecek mi? Julie Bertuccelli gibi İstanbul’da üçüncü bir köprü için ağaçsız kalmasın! • title.
OCAK 2011
41
Ayın Filmleri
BOX OFFICE 1) New York’ta Beş Minare 3.444.083 izleyici 137 kopya / 8 hafta 2) Av Mevsimi 1.726.645 izleyici 404 kopya / 4 hafta 3) Turist 340.954 izleyici 110 kopya/ 3 hafta 4) Narnia Günlükleri: Şafak Yıldızının Yolculuğu 202.039 izleyici 144 kopya / 3hafta 5) Çakallarla Dans 125.635 izleyici 147 kopya / 2 hafta 6) Teslimiyet 4.328 izleyici 4 kopya / 2 hafta 7) Başımıza Gelenler 58.762 izleyici 72 kopya / 2 hafta 8) Çakal 37.972 izleyici 74 Kopya / 2 hafta 9) Ateşle Oynayan Kız 6.822 izleyici 27 kopya / 2 hafta 10) Memlekette Demokrasi Var 70.731 izleyici 27 Kopya / 4 hafta
42
OCAK 2011
title.
Ayı Yogi
Güzel Bir Hayat Düşlerken
Hanna-Barbera selüloid filmi olan Ayı Yogi 21 Ocak’ta vizyonda. Eric Brevig’in yönetmenliğini üstlendiği filmde Jellystone parkı eski ilgisini kaybetmiştir ve parkın sahibi artık araziyi kapatarak bu ilgisizliğini nakte çevirme kararını almıştır. Bu parkın manevi ev sahibi olan Yogi ve Boo Boo ise bu durumdan oldukça şikayetçidir ve parkın eski canlılığına kavuşmasını arzu etmektedirler. Parkı kurtarmak için Boo Boo ve korucu Smith ile beraber bir plan yaparlar ve ortalama zekası ile Yogi bu planın uygulanabilirliği için uğraşacaktır. Filmin seslendirenleri arasında; Anna Faris, Justin Timberlake, Dan Aykroyd yer alıyor. 3D olarak vizyona girecek olan yapım Megamind’ın yanında çok daha vasat bir yerde.
Avrupa yeni sinema hareketinin Bosna’lı temsilcisi Danis Tanovic’in yenisi Circus Colombia 7 Ocak itibariyle vizyonda. 1991 yılında geçen olayda, savaşın hemen ardından Divko, Almanyadaki yirmi yıllık sürgününün ardından evine döner. İlk hedefi ise kendisi Almanya’ya sürüldüğü sırada kendisini bu yolda yalnız bırakan eski eşi Lucija’dır. Evine yepyeni bir Mercedes, yeni bir kız arkadaş ve uğursuz olarak ötekileştirilmiş kara kedisiyle beraber evine geri döner. Divko 20 yaşındaki oğulları Martin ile ilişkilerini kurmaya çalışırken, Hırvatistan ve Yugoslavya arasındaki savaş da kendini iyiden iyiye hissettirmektedir. Filmin oyuncuları arasında; Miki Manojlovic, Boris Ler, Mira Furlan ve Jelena Stupljanin. Ivica Djikic’in romanından uyarlanan 2010 yapımı bu 113 dakikalık yapım görülmeye değer.
title. puanı 4.1
title. puanı 6.8
titlemag.com
Tron Efsanesi
Biutiful
Love and Other Drugs
Artık sinemalar için olmazsa olmaz bir hal almaya başlayan 3D teknolojisinin ulaştığı son hal Ocak ayının son haftası vizyonda. Disney stüdyolarında çekilen Troy: Legacy’den bahsediyorum elbette! Dünyaya damgasını vurmuş olan bilgisayar oyunu tasarımcısıKevin Flynn’in kaybolmasının ardından ortalığı kaplayan gizemi çözmek için 27 yaşındaki oğlu Sam Flynn yola koyulur ve bir şekilde babasının hapsolduğu dünyaya girmenin bir yolunu bulur. Bu dünya hayal bile edemeyeceğimiz türden cyber punk’ın sınırlarını zorlayan bir mekan. Ancak elbette her disney yapımında olduğu gibi kötü bir adam yine bizleri beklemektedir. Joseph Kosinski’nin yönetmenliğini yaptığı ve Adam Horowitz, Richard Jefferies, Edward Kitsis’in senaryosunu hazırladığı Tron Efsanesi Ocağın son süprizi.
Javier Bardem bu kez karşımıza Uxbal adında illegal işlere abesle iştigal eden ve bunu babalığın verdiği sorumluluk ile yapmaya çalışan bir adamın hikayesinde hayat buluyor. Çocuğuna karşı sorumluluk ve sadakat duygusu oldukça gelişmiş olan Uxbal’ın yasadoşı işleri zorunlu yapıyor olmasının nedenlerine yaklaştıkça suçluyu sorgulamak konusunda şüpheleriniz oluşacak. Meksikanın çıkardığı en iyi yönetmenlerden biri olan ve 21 Gram, Babel, Ameros Perros gibi filmlere imzasını atmış Alejandro González Iñárritu’nun 2010 yapımı filmi Ocak ayı içerisindeki en iddialı yapımlardan biri. Filmde Javier Bardem’e Maricel Álvarez, Hanaa Bouchaib eşlik ediyor. Alejandro González Iñárritu’nun senaryosunu yazdığı bu film yeni yılın en iddialılarından! Bizden söylemesi.
Hollywood 14 Şubat’ı bir ay erkene çekti. Edward Zwick karşımıza alışılmış aksiyonununu kenara itip bir aşk filmi ile çıkıyor. Maggie birinci dalga feminizmden etkilenmiş özgürlü ruhlu bir kadın karakterin izlerini taşıyan tatlı su feministlerinden biridir ve aşka olan inancı oldukça düşük düzeydedir. Tıbbi ilaçları hastane hastane dolaşıp pazarlayan Jamie ile tanıştığında düşüncelerinin tamamen değişeceğini hiç beklemiyordu. Jamie de Maggie gibi aşka aynı perspektiften bakan bir insan evldıydı. Ancak zaman geçtikçe birbirlerine bağımlılık duymaya başarlar. İkilinin ihtiyaçları olan aşk, onları ne gibi serüvenlere sürükleyecektir.112 dakika süren filmde senaryo Edward Zwick imzalı. Title okurları aşkın kimyasını ilaçların doğasında bulmaktan memnun kalacaklar mı?
title. puanı 6.8
title. puanı 7.2
title. puanı 6.5
titlemag.com
title.
OCAK 2011
43
MODA Cansu Onomay Yağmur Çenberli
Eskilere nur yağdı Eskilerin kıymete bindiği yeni bir dönemde yaşıyoruz. Modern çağın ürünlerini şimdiki zamana uyarlıyoruz. Belki de eskiye duyulan özlemi gidermeye çalışıyoruz bu sayede. Bilim adamları zaman makinesini henüz icat edememiş olsalar da eski bayramlar, eski adetler, eski filmler, eski kitaplar geçmişe yolculuğun anahtarları gibi. Son yıllarda yeni bir anahtarımız daha var: Vintage ve ikinci el kıyafetler. Her biri geçmişe dair bir iz barındırıyor. Hikayesi olan bu kıyafetler günümüzün hızlı moda anlayışını tekrar sorgulamamıza neden oluyor. Acaba bugün giydiklerimiz de onlar gibi 50-60 yıl sonra aynı güzelliklerini koruyabilecekler mi sorusunu canlandırıyor zihinlerimizde? Vintage’ın asıl anlamı bağbozumu. Şarabın yıllandıkça değerlenmesi gibi moda da yıllandıkça değerleniyor. Vintage olmak öyle kolay değil ama! 5 yıl, 10 yıl yıllanmak yetmez. Yaklaşık 30 yaşına gelmiş ve belli bir dönemi yansıtan kıyafetler ancak vintage sayılabılır. Onun dışında 3 yıl önce alışveriş merkezinden alınan yünlü kazak olsa olsa ikinci el olur. O yüzden bu iki kavramı karıştırmamak çok ye-
titlemag.com
rinde bir davranış olur zira sadece vintage satan bir butiğe girip ikinci el ürün var mı sorusu karşısında ters bakışlarla karşılaşma ihtimali çok yüksek (tecrübe ile sabit). Vintage ve ikinci el kıyafet anlayışı ülkemizde çok yeni. Tektipleşmeden bıkanların ve sokakta seri sonu üretim gibi görünmek istemeyenlerin tercihi genellikle bu yönden yana. İkinci el ve vintage satan dükkanların hemen hepsi Taksim’de veya Çukurcuma’da bulunuyor. Her birinden ya 1 ya 2 tane bulabileceğiniz bu ürünlerin çoğu yurtdışından temin ediliyor. Hiç kullanılmamış vintage ürünler bulabileceğiniz gibi ikinci el vintage ürünler de bulmak mümkün. Tabi farklı olacağım diye baştan ayağa vintage giyinmenize de gerek yok. Bu sene çok moda olan bir kıyafeti vintage bir aksesuarla tamamlayarak farkınızı gösterebilirsiniz. Yeni’ye küsmenin de bir anlamı yok tabi bu noktada. Eski ile yeninin sentezinden doğan bu moda anlayışı anneannelerimizin ve babaannelerimizin dolaplarını kıymete bindiriyor. İyisi mi vefalı torunlar olup büyüklerimizi sık sık ziyaret edelim! •
title.
OCAK 2011
45
Second Chance
Bereketzade Mah. Camekan Sok. No: 1 Galata, Beyoğlu / İstanbul Ahu Yağtu, “Second Chance” adını verdiği butiğiyle Türkiye’deki vintage algısını geliştirdi. Dışarıdan bakıldığında bile gelenleri 40-50 yıl öncesine götüren bu butik Galata’da bulunuyor. Second Chance 50’lerden 80’lerin sonlarına kadar lüks markaların dönem kıyafetlerini ve aksesuarlarını bir araya getirmiş. Fiyat aralığı 50-2000 TL arası olan
46
OCAK 2011
title.
titlemag.com
ürünlerin çoğu New York’tan geliyor. Ürünler eğer vintage dükkanlardan alınıyorsa bakımını kendileri yapıyor, ama eğer kişiler getiriyorsa tek tek kuru temizlemeye gönderiliyor. Bulabileceğiniz markalar arasında Marni, Hermes, Christian Lacroix, Versace, Chanel, Prada, Yves Saint Laurent var. Not: Hiçbir ücret talep etmeden dükkana verilen ürünlerin geliri ANAÇEV’e (Anadolu Çağdaş Eğitim Vakfı) gönderilerek burslu öğrencilerin okutulmasına katkıda bulunabilirsiniz.
titlemag.com
title.
OCAK 2011
47
Şey-Mel
Turnacıbaşı Sok. Anabala Han No: 13 Kat: 1 Daire 101, Beyoğlu / İstanbul Yasemin Genç tarafından acılan Şey-Mel, 2007’den beri diğer butiklerin aksine biraz daha uygun fiyatlarla bizleri vintage ve ikinci el ürünlerle buluşturuyor. Genelde 60’lar, 70’ler ve 80’lerin bulunduğu ŞeyMel, ürünleri toplamak için küçük bir ekiple çalışıyor.
48
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Fiyatlar 5 TL ile 650 TL arasında markalara göre değişiyor. Yasemin Genç’e ait olan şapka koleksiyonunu Şey-Mel’in duvarlarında görebilirsiniz. (ama maalesef koleksiyon satılık değil) Ayrıca butik ilke olarak gerçek kürk satmayarak hayvan haklarına karşıda bir duruş sergilemekte. Butiğin en ilginç ürünü ise Yasemin Genç’in anneanesine ait olan 40’lardan kalma Chanel elbise.
titlemag.com
title.
OCAK 2011
49
Pied de Poule
Faik Paşa Yokuşu No:19 Çukurcuma, Beyoğlu / İstanbul Naftalin kokan çanta yığınları ve elbise poşetlerinden sıyrılarak girilen Pied de Poule, Şelale Gültekin tarafından 2003 yılından beri işletiliyor. 16 yaşından beri aksesuar ve kıyafet biriktiren Şelale Gültekin, işe önce anneannesinin 40’lara ait olan kıyafetlerini biriktirmekle başlamış. Daha sonra Vakko’daki işinden ayrılarak Çukurcuma’da Pied de Poule’ü açmış. Ürünlerin kesinlikle ikinci el olmadığını, hep-
50
OCAK 2011
title.
titlemag.com
sinin vintage olduğunun altını sık sık çiziyor. Pied de Poule’un yanı sıra Japonya, Milano ve ABD’deki bazı butikler için şapka tasarlıyor. 40-50-60’lara ait çantalar tek tek bez torbalarda deforme olmadan sarılarak saklanıyor . En pahalı ürünün fiyatı yaklaşık 2000-3000 euro arasında olan1800’lerde kalma bir elbise. Bunun dışında diğer elbiseler 300-500 TL’den, çantalar ortalama 120 TL’den başlayarak değişiyor. “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” ve “Türkan” adlı dizilere kostüm veren Pied de Poule’ün müdavimleri arasında Eda ve Indhira Taşpınar var.
titlemag.com
title.
OCAK 2011
51
by Retro
İstiklal Cad. Suriye Pasajı No: 166/C Beyoğlu / İstanbul Kapıdan girer girmez eski film afişleriyle karşılıyor gelenleri By Retro. Ürünlerin çoğunun yurtdışından toplandığı bu mağazada gözlüklerden, çantalara, kürklerden, yıllar öncesine ait gelinliklere kadar her
52
OCAK 2011
title.
titlemag.com
şeyi bulmak mümkün. İçerisi o kadar büyük ki her köşesinden çok farklı bir parça çıkıyor. Mağazanın öne çıkan parçaları ise kostümler. Türk televizyonları da mağazanın bu nimetinden bolca faydalanmışlar. Aşk-ı Memnu, Hatırla Sevgili, Öyle Bir Geçer Zaman ki, Ezel gibi daha birçok diziye kostüm kiralamış By Retro. Fiyat aralığı ise çok geniş bir yelpazede, 10 tl ile 1000 tl arasında değişiyor.
titlemag.com
title.
OCAK 2011
53
Tabe Kıyamet
Firuzağa Mah. Bostanbaşı Sok. No: 17 Galatasaray, Beyoğlu / İstanbul Galatasaray ve Nişantaşı’nda mağazası olan Tabe Kıyamet vintage ürünlerden oluşuyor. Burada hiçbir
54
OCAK 2011
title.
titlemag.com
ürün 2.el değil. 2009’da kurulan Tabe Kıyamet’te fiyatlar da oldukça makul. Üstler 40 tl-90 tl, elbiseler 100 tl-300 tl, ayakkabılar 60 tl-210 tl, saatler 20 tl-130 tl, aksesuarlar 15 tl-60 tl arasında değişiyor. Farklı kıyafetler arayanlar için şehirdeki en uygun adreslerden birisi de Tabe Kıyamet. •
titlemag.com
title.
OCAK 2011
55
Galata Moda Festivali Moda Tasarıcımları Derneği’nin Beyoğlu Belediyesi’yle beraber düzenlediği 10. Galata Moda haftası 22-26 Aralık tarihleri arasında modaseverlerle buluştu. Özgür Masur, Zeynep Erdoğan Gamze Saraçoğlu, Simay Bülbül, Bahar Korçan, Özlem Süer, Mehtap Elaidi ve Cem Lokmanhekim gibi 31 tasarımcı Galata Moda’daydı. Sabah saat 10’dan akşam 9’a kadar açık olan bu etkinlikte çeşitli tasarımcılar farklı konulardaki sohbetleriyle moda takipçileriyle buluştu. En çok ilgimizi çeken Gamze Saraçoğlu’nun ve Mehtap Elaidi’nin konuşmasıydı. Sokak modası konulu konuşmasına moda öğrencileri, bloggerları, moda PR’cıları ve tasarımcıları katarak bir tartışma ortamı yarattı. Konuşmacılar Türkiye’deki sokak modasını farklı bakış açılarından değerlendirdi. Moda PR’cıları sokak modasının kalbi olan Londra ve Paris gibi ülkelerdeki stil ve tarzı İstanbul’da henüz göremediklerini belirtirken moda bloggerlarıysa sokak modasının çok yavaş bir şekilde gelişmekte olduğunu belirtti.
56
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Daha önceleri hep bir akımı yansıtan sokak modası günümüzdeyse sadece moda olanın giyilmesi şeklinde devam ediyor. Sokak modası, 60’larda özgürlükçü akım “Hippi”yi, 70’lerde aykırı duruşu simgeleyen “Punk”ı, ve zencilerin oluşturduğu “hiphop” kültürünü yansıtıyordu. Bugün farklı akımları yansıtan sokak modasından bahsetmek pek mümkün değil. Konuşmaya katılanların birleştiği ortak nokta da bu oldu. Bahar Korçan, bu sorunun “Ben Kimim?” sorusuna cevap verilerek çözülebileceğini söyledi. İnsanların “Ben kimim? Ne okuyorum? Saçlarım nasıl? Bedenimle mutlu muyum? Ülkenin hangi kesimine aidim?” gibi sorular ve özellikle “Beni ne mutlu eder?” sorusunu sormalarının daha doğru olacağının altını çizdi. Galata Moda’da aslında insanlara bir çok farklı seçenek arasından kişilerin kendilerini mutlu edecek şeyleri seçme özgürlüğünü veriyor.
58
OCAK 2011
title.
Bahar Korçan’ın bahsettiği bir diğer nokta ise, Türkiye’de özellikle de İstanbul’da farklı semtlere göre farklı giyim tarzlarının ön plana çıktığıydı. (tipik Nişantaşı kadınını veya tipik Taksim genci gibi) Sokak Modasına bir başka bakış açısıda Niyazi Erdoğan’dan geldi. Modanın sokaktan başladığını ve bir farklılaşma aracı olduğunu belirtti. Türkiye’de erkeklerin muhafazakâr olduğunu ama bir yandan da büyüyen “apaçi” kültürüyle saç şekilleri ve renklerle çok cesur olduklarını vurguladı. 7 senedir moda tasarımcılığı yapan Gül Ağış, sokak modasının merkezleri olan Londra ve Paris gibi moda kentleri dışında Japonya’nın ve Tokyo’nun da artık bir moda merkezi haline geldiğine değindi. Gençlerin, evden çıktıktan sonra cafelerde, restorantlarda yanlarında
titlemag.com
taşıdıkları bavullardaki kıyafetlerini giyip, renkli kirpikler takıp, tütüler giyip, yıllarca bastırdıkları duygularını ifade ettiklerini ve sonra eve girerken her şeyi bavulları geri koyarak nasıl sokak modasını oluşturduklarını anlattı. Son olarak Gamze Saraçoğlu’nun sokak modasının aslında modaya karşı alınan bir tavır olduğunu belirtmesinin ardından dinleyicilerden bir soru geldi: “Renkli giyinmekten korkmayın cesur olun diyorsunuz ama hepiniz siyah giyinmişsiniz?” Herkesi kahkahaya boğan soruya da bir o kadar komik bir cevap geldi Bahar Korçan’dan, “Mesleki deformasyon!”. Sokak modasının yanı sıra “Tasarımın Modası” adlı konuşmasında, tasarımların diğerlerinden ayrışması, kaliteli olması, iyi bir tanıtımı yapılması ve doğru bir şekile pazarlanması gerektiği olarak tasarımların dört ayaklı olduğunu belirt-
titlemag.com
ti Mehtap Elaidi. Tüm bunların yanı sıra doğru iş ortaklarının önemini ve halkla ilişkilerin kalitesinin ne kadar önemli olduğunun üzerinde durdu. Galata Moda’nın varolan değerleri ortaya çıkardığını, piyasada olan eksiklikleri kapatarak her müşterinin memnun olarak ayrılmasıyla bir marka haline geldiğini belirtti. Bizim ilgimizi çekenler nelerdi? Zeynep Erdoğan’ın birbirinden ilginç tasarımları, Ümit Aybek’in takıları ve Özgür Masur’un çarpıcı ve kadınsı elbiseleri... Türk tasarımcıları daha iyi tanımak ve takip etmek için Galata Moda çok iyi bir fırsat. Eğer bu seferkini kaçırdıysanız, bir sonrakini kaçırmamanız dileğiyle. •
title.
OCAK 2011
59
Tommy Hilfiger: 25. yılında da eğlence modayla buluştu “Tommy Hilfiger” markasının yaratıcısı Thomas Jacob Tommy Hilfiger 24 Mayıs 1951’de New York’ta doğdu. Ailesi mühendis olmasını beklerken, 18 yaşında bir mağazada çalışmaya başladı. Daha sonra doğup büyüdüğü Elmira bölgesinde “The People’s Place” adlı ilk dükkanını açtı. Fakat 1976’da iflas ettikten sonra, kafasında daha büyük planlar kurarak yoluna devam etti. 1984 yılında “The Murjani Group”un desteğiyle erkek giyim koleksiyonlarını içeren “Tommy Hilfiger Corporation” kurdu. 1992 yılındada koleksiyonları halka sundu. Kısa zamanda hızla yükselerek 1997’de yılın en iyi erkek giyim tasarımcısı seçildi. “Giyinmek bir eğlencedir.” sözüyle yola çıkan Tommy Hilfiger şu sıralar 25.yılını kutlamakla meşgul. Amerikan kültüründen ve yelkencilikten beslenen marka, 1985’ten bu yana rahatlığı ve şıklığı birarada arayanların vazgeçilmezleri arasında. 25 yıl önce erkek giyim markası olarak moda dünyasında yer edindi Tommy Hilfiger, ardından 1993’te çocuk koleksiyonu ve 1996’da kadın koleksiyonu geldi. 60
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Tommy Hilfiger’ın renklerini oluşturan mavi, kırmızı ve beyazdan da anlaşılacağı üzerine markanın felsefesi Amerikan kültürü üzerine kurulu ve gücünü de buradan alıyor. Ancak Hilfiger salt geleneksel Amerikan giyim tarzını kullanmadı, ona yeni bir bakış açısı da getirdi. Özellikle 2004’te sunduğu H by Tommy Hilfiger ile spor giyimi daha sofistike bir alana taşıdı. Hilfiger bununla yetinmedi ve 2005’te Karl Lagerfeld ile işbirliği yaptı. Bu müthiş atılım sonrası Tommy Hilfiger markası artık klasik spor giyim markası olmaktan tamamen çıktı. Gündüzden geceye hem rahat hem şık ve trendy bir görünüme kavuşmanın imkansız olmadığını tüketicilerine kanıtlamış oldu. Pazarlama dahisi olarak anılan Tommy Hilfiger amacının, genç insanlara giyim konusunda alternatif yaratmak, jeanin üzerine giyilebilecek
62
OCAK 2011
title.
ve herkesin zorlanmadan ulaşabileceği şeyler tasarlamak olduğunu vurguluyor. 25. yılında Tommy Hilfiger Tommy Hilfiger yeni sezon için hazırladığı koleksiyonda, herkesin dolabında olmazsa olmazları farklı şekillerde tekrar yorumluyor. 1960 yıllarındaki değişim ve keşfetme isteğinden esinlenerek yapılmış bu koleksiyondaki ağırlıklı renkler: Siyah ve beyaz, camel, koyu mavi, kırmızı, altın sarısı, haki, krem, gri ve çivit mavisi. Koleksiyondaki parçalar mevsimlik süveterler, ekose desenleri, dikiş detayları, kısa blazer ceketler, dar pantolonlar, jarse bluzlar, kalın tüylü kapanlar, denim gömlekler,tüvit paltolar, yüksek belli pantolonlardan oluşuyor. Detaylara değinmek gerekirse ekose desenleri, hippi siluetler, modern pililer, yumuşak dokular göze çarpıyor. •
titlemag.com
titlemag.com
title.
OCAK 2011
63
MÜZİK Emre Sağlam Yağmur Çenberli
Witch House Müzik dünyasında artık dans denildiğinde akla gelen elektronik müzik kendini çok farklı bir kimliğe bürüme gayretinde. Özellikle türeyen yeni akımlar arasındaki yarış oldukça belirgin bir hale gelse de daha marjlarda gezinen müzik türlerinin belirginliği diğerlerine oranla çok daha fazla. Witch House’da işte tam bu türlerden bir tanesi. Sisin, hayaletlerin, ağır synth’lerin kendini alacakaranlıkta dolunayın etkisiyle ortaya çıkardığı bu akımın kökeni adını süründürmek, sürüklemek kelimesinden alan Drag. Drag’da kendi içerisinde Witch House, screwgaze veya crunk shoegaze olarak kendini müzik dünyasında varedebiliyor. Drug için herhangi bir türün veya ritmin önemi yok. Bir Drake şarkısı da onun için çok iyi bir hedef olabilir bir Sammi Smith şarkısı da. O şarkılar Sabuha’laşıp süründükçe Drag can buluyor. Sesler interseksüel bir özellik kazanıyor. Bu esasında felsefik de bir duruş. Şarkılardaki dönüşümlerin yarattığı bitmezlik hissiyatından hareketle şarkılar vokellerin transformasyona uğramış sesleriyle de oldukça ayırt edicileşiyor. Bu türde özellikle remake titlemag.com
title.
OCAK 2011
65
yapmak işin raconu olarak adlandırılabilecek bir performasyon. Drag eline geçirebildiği her şeyi ağırlaştırırken kendine çok şey katmayı da biliyor. Çünkü yapılan iş eklektik becerisi gerektirdiğinden; tüm türlerle haşır neşir olmak bu konuda usta olma yolunda önemli bir avantaj. Remake’leri ile müzik otoritelerince bu konudaki en yeni ve önemli temsilcilerden görülen Party Trash kesinlike yaptığı Alicia Keys’in Unthinkable ve Doesn’t Mean Anything coverları ve Ciara’nın Deuces cover’ı ile bu türde biz de varız diyorlar.
66
OCAK 2011
title.
Party Trash özellikle bandcamp dışında şarkılarını release etmemeleri, twitter sayfalarını 17 follower bulunması ve facebook sayfalarındaki 4 üye ile müzik dünyasının burjuva çocuklarından olduklarını vurgulamış oldular. Bu türün öncülerinden olan Salem ise 2008 yılında yayınladıkları EP’den bu yana geldikleri noktada, çıkardıkları King Night albümü ile türüm öncüsü olduklarını güzel bir saygı duruşu ile göstermiş oldu. Adını Boston yakınlarındaki Massachusetts kasabasından alan Midwest çıkışlı
titlemag.com
üçlü, isimlerindeki gizeme benzer müzikleriyle de günden güne sesini perili evlerde duyurmaya devam ediyor. Salem kasabası, kasabada yaşanan hayaletli evleri ve vampir rivayetleri ile ün salmış kasabalardan biri. Party Trash ve Salem dışında bu türün ileri gelen grupları, projeleri ve oluşumları arasında; oOoOO, Balam Acab, White Ring, Hype Williams ve Rrritualzzz bulunuyor. Çığlık çığlığa vokaller, bir anda ruhunuzu saran dumanlar ve ritimlerdeki acının realistliği terkedip naturalizm ile tepki
titlemag.com
verme isteğinizi ateşleyecek Witch House müzik dünyasında ben de burdayım diyor. Akımın ilerleyen yıllarda daha pop bir hal alacağı rivayetler arasında yer alsa da ;Young Cream, Mater Suspria ve Modern Witch gibi gruplar buna pek müsade edeceğe benzemiyor. Ancak Dub ve Hip Hop’un bu türden ayrılmaması gereken unsurları olduğu da aşikar. Bakalım cadı kazanında kaynayan çorbanın tadı damaklarda nasıl bir tat bırakacak, bekleyip görelim. •
title.
OCAK 2011
67
Ayın Albümleri
68
OCAK 2011
title.
Salem Drag akımının öncülüğünü yaparak 2008 yılında yayınladıkları EP ve Skeeter Davis’in country’de mihenk taşı olarak akıllara kazıdığı “The End of The World” yorumlarındaki dram yüklü screw onların başarısını ve bu türün gelişimini ateşleyen eylemlerden sadece biri Salem. King Night adını verdikleri albümleri ile müzik severlerin karşısına çıkıyor bu kez. Albümleri King Night kesinlikle kralın gecesine yakışır bir ağırlıkta olmuş. Özellikle Asia şarkıları bu türün kitsch eseri olmaya aday gibi görünüyor. Üç üyeden oluşan grup Midwest merkezli. Salem 2008’den bu yana Drag türündeki süründüren tavırla şehrin içerisindeki karmaşaya karşı kendini perili köşke hapseden cadı dostlarına sesini duyurmaya çalışıyor. İnternete 50’ye yakın demoları sızan grup bu günlerde Dazzed and Confused için çektikleri mini video ile de adından sıkça söz ettirenler arasında. •
titlemag.com
Party Trash Onların kim olduklarını kimse bilmiyor. Bence Witch House ve Drag türünün belki de en yeni ama en iyi temsilcileri. Part Trash 85 follower’lı twitterları olan ve kendilerine ait bilgileri paylaşmaktan huzursuz olan iki burkalı hayalet. Yaptıkları Alicia Keys ve Ciara Cover’ının ardından geride bıraktığımız Aralık ayının son haftası çıkardıkları yeni Steven Battles remake’leri ile napster’ların yeni göz bebeği olmaya aday gibi görünüyor. Party Trash videolarının yanı sıra özellikle albüm görselleriyle de güncel görsel sanat camiasının odağında. Bandcamp’tan parçalarını satışa sunan grubun REMIXES adını verdikleri albümünde Alicia Keys’in Doesn’t Mean Anything ve Unthinkable remake’leri oldukça dikkat çekici. Yeni sızan remake’leri Gotta Go Through The Darkness ile rüştünü ispat eden grubu CD formatında arşivlemek isterseniz şayet Disaro’da sizleri bekleyen sürizler olacaktır. Bakalım ilerleyen günlerde ne gibi remake’ler ile gecelerimiz şenlenecek. •
titlemag.com
title.
OCAK 2011
69
Blackbird Blackbird Bu kadar cadılardan söz etmişken konuşulabilecek en naif gruplardan birinin yeni EP’sinden bahsedeceğiz bu kez. Blackbird Blackbird Summer Heart adlı albümlerinin ardından yeni yıla yepyeni bir EP ile merhaba dedi. California çıkışlı bu shoegaze, psychedelic ve pop ögelerini içinde barındıran grup yeni EP’leri Fade To White ile 2010’da çıkarttıkları albümlerinin surf tahtalarından alarak ev partilerinin sıkışmış ortamında, kıpırdamaya davet ediyor. Yeni EP’lerinde Emily Reo’nun eşlik ediyor olması Fade To White’ı daha da çekici kılıyor. Fade To White dışında bir de Lettin Go adlı parçaları bulunan grubun Fade To White parçasına bandcamp’ten ücretsiz olarak erişmeniz mümkün. Summer Heart albümlerindeki Hawai parçasındaki kadar sizlere yaz neşesi vaad etmese de surf tahtalarını yazlıkta bırakıp sizi yepyeni bir havaya sokma konusunda başarılı olabiliyor. •
70
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Drake R&B dünyasında kalıcılıktan bahsetmek çok zor. Bir anda parlayan isimler bir anda sönüyorlar. Son dönemlerde parlayan bir isimse Drake. Lil Wayne’nin kol kanat gerdiği Kanadalı aktör ve şarkıcı Drake, yine Lil Wayne’nin sahibi olduğu Young Money Entertainment ile anlaşma yaparak 2010 Haziran’ında ilk stüdyo albümü Thank Me Later’ı çıkardı. Devamında Kanye West, Eminem, Lil Wayne ve Rihanna gibi sanatçılarla düet yaparak kendini hatırlatmayı sürdürdü. Rihanna ile düet yaptığı What’s My Name şarkısının üstünden çok geçmeden geçtiğimiz aralık ayında Jamie Foxx ile beraber Fall For Your Type şarkısını seslendirdi. Şimdilerde ise mart veya nisan ayında çıkarmayı planladığı 2. stüdyo albümüne hazırlanıyor. Drake, Take Care adını verdiği albümde Justin Timberlake ile işbirliği yapmanın yollarını arıyor. Umalım ki, önceki örnekler gibi Drake’in parlamasıyla sönmesi bir olmaz. •
titlemag.com
title.
OCAK 2011
71
REM Losing My Religion şarkısıyla bilinçaltımıza işleyen 30 yıllık alternatif rock topluluğu REM 2011’de beklenen yeni albümünü çıkarıyor. 8 Mart 2011’de çıkacak 15. stüdyo albümünün adı Collapse Into Now. Grup, son albümü Accelerate’i 2008’de piyasaya sürmüştü ve Billboard Top 200 listesinde Kanada, İngiltere, İrlanda, Danimarka, Norveç ve İsviçre’de 1 numaraya yerleşmişti. Accelerate’in devamı niteliğini taşıyan Collapse Into Now’ın prodüktörü de grubun yine son albümde birlikte çalıştığı Jacknife Lee. Collapse Into Now’da Pearl Jam’den Eddie Vedder, Patti Smith ve Peaches konuk sanatçı olarak yer alıyor. Albümün çıkmasına daha aylar varken, albümden 2 şarkı çoktan internete düştü: It Happened Today ve Discoverer. Collapse Into Now hakkında tüyo veren şarkılar, REM’in bizi hayal kırıklığına uğratmayacağının güçlü sinyalleri. •
72
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Ayın Etkinlikleri
74
OCAK 2011
title.
Cem Adrian
EZ3kiel
10 Ocak 2011 34 / 28,5 TL
14 Ocak 2011 28 / 23 TL
Lgbtt camiasının yeni gurur kaynağı Cem Adrian 5. Stüdyo albümü “Kayıp Çocuk Masalları” nı İstanbullu müzik severlerinin beğenisine sunuyor. Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde gerçekleşecek olan etkinlik Adrian’ın eşsiz sesini bir kez daha kulaklara sunuyor.
Love and War albümleri ile dünya çapında bir üne ulaşan EZ3kiel nihayet İstanbul’da.15 Ekim’de gerçekleşmesi planlanan ama ertelenen Ez3kiel konseri 14 Ocak 2011 tarihinde gerçekleşecek. Salon İKSV’de düzenlenecek olan etkinlik için yerinizi şimdiden ayırtın.
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Bahariye Cad. No: 39 Adliye Yanı Kadıköy / İstanbul
Salon İKSV Sadi Konuralp Caddesi No:5 Şişhane / İstanbul
titlemag.com
Oi Va Voi
Girlschool
Hype Williams
19-20-21 Ocak 2011 55.5 / 77 TL
22 Ocak 2011
23 Ocak 2011
Londralı altı genç müzisyenin kimlik arayışlarının dahiyane sonucu olarak ortaya çıkan Oi Va Voi Digital Folklore ve Laughter Through Tears albümleri ile Çingenelerin dünyasına bambaşka bir kapıdan girerek dünya çapında büyük bir ün kazandı. Sevilen grup Oi Va Voi yoğun istek üzerine Burn sponsorluğunda 3 gece üst üste Babylon sahnesinde! Babylon’un sessizlik politikası bakalım ne durumda olacak.
İngiltere listelerinde ilk sıralardaki yerini sürekli koruyan heavy metal grubu olan Girlschool nihayet Türkiye’de. 1978’te temelleri atılan Girlschool, 1979’da ilk albümlerini piyasaya sürdü. Kurulur kurulmaz Lemmy’nin (Motörhead) ilgisini üzerine çeken Girlschool dönemin birçok büyük grubu ve müzisyeni tarafından desteklendi. tarafından desteklendi. Old School Rock Bar’da sahne alacak olan grup sizleri Heavy Metal’e doyuracak.
Drag ve Witch House müzikten bahsetmişken yakınlarında yüzen temsilcilerinden birini kanlı canlı görmeden olmaz. Anadolu yakasını konserler için en cazip hale getiren Arka Oda Ocak ayının en iddialı konserini Hype Williams ile gerçekleştirecek. Bant dergisinin oluşumu olan Kulaktan kulağa etkinliği çerçevesinde sahne alacak olan Hype Williams 23 Ocak gecesi sizleri bekliyor olacak.
Babylon Şehbender Sokak No:3 Tünel Asmalımescit Beyoğlu / İstanbul
Old School Rock Bar Atıf Yılmaz Cad. No:17/A Kat: 2 Beyoğlu / İstanbul
Arka Oda Kadife Sokak No:18/A Kadıköy / İstanbul
titlemag.com
title.
OCAK 2011
75
TEKNOLOJİ Aren Arda Kaya
Kısa Kısa Haberler iPad’i bu yıl almak için 10 neden Brett Arends, Wall Street Journal gazetesinde “Noel hediyesi olarak neden iPad istemem” sorusuna yanıt aradı. 1) Apple, 2011’de iPad2’yi piyasaya sürecek. Bu durum eskisinin fiyatının düşmesine neden olacak. 2) iPad2’de daha iyi bir ekran ve video konferans gibi özellikler olacak. 3) Apple lüks bir marka. Geçen yıl şirketin karı yüzde 41 oldu. Neden başkasının karını arttıracaksınız ki? 4) Şu an tek ciddi rakibi Samsung Galaxy Tab’ın satışları hiç de kötü değil. Mart’a kadar rakip sayısı daha da artacak. 5) Dizüstü bilgisayar veya PC’de bedava klip izleyebilirsiniz. Ancak iPad’de bu pek de mümkün değil. Genellikle “Adobe Flash”a gereksinim duyuyorsunuz. 6) Ortalama 499 dolara (yaklaşık 773 TL) satılan iPad’lerin hafızası 16 GB ve sadece evde veya Starbucks gibi yerlerde internete girmenize olanak veriyor. Gittiğiniz heryerde iPad’inizi kullanmak istiyorsanız 3G data modelini alıp ekstra masraf yapmanız gerekiyor. 7) Oyunlar muhteşem ancak bağımlılık yapabiliyor. 8) Dünyada oyunlardan sonra en çok kaybedilen zamanın internette kaybedildiğini düşünüyorum. 9) Biliyorsunuz bu yılın totemi olan önümüzdeki yıl önemini yitirebiliyor. İnsanlar her yeni şeyden çok çabuk sıkılıyor. 10) Bütün bu Apple kültürü beni sıkmaya başladı. • titlemag.com
title.
OCAK 2011
77
Dell’den masaüstü tablet Dell, çoklu dokunmatik özelliğe sahip multimedya monitörünü ABD’de piyasaya sürdü. 21.5 inç boyutundaki Dell ST2220 yatay veya dikey olarak kullanılabiliyor. 1920x1080 çözünürlüklü Full HD monitörün en büyük özelliği tamamen yatay konumda da rahatlıkla kullanılabilmesi. Dikey konumda ise 65 derece eğime kadar farklı açılarda konumlandırmak mümkün. Multimedya kullanıma odaklanan monitörün görüş açısı 178 derece. HDMI dahil hemen her türlü bağlantıyı destekleyen mönitörde dahili hoparlaörler de mevcut. Monitörün ABD satış fiyatı 310 dolar. •
Çin’in dijital seddi 2010 yılında 350 milyon “zararlı içerik barındıran” web sitesini kapatan Çin, internet sansüründe dünya lideri konumunda. Çin’de devletin kontrol mekanizması 2010 yılında milyonlarca web sitesine engel koydu. Çin propaganda Bakanlığı’ndan Wang Chen tarafından yapılan açıklamaya göre 2010 yılında ülkedeki servis sağlayıcıları yoluyla 350 milyondan fazla web sayfasına ülke çapında erişim engellendi. Çin’de Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlara da erişim kapalı bulunuyor. Son olarak internet üzerinden ücretsiz görüşmeyi sağlayan Skype ülke çapında engellenmişti. Ülkede bu hizmeti sadece Çinlilerin verebileceğine dair çıkan karara Skype itiraz edeceğini bildirdi. •
78
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Phone 4 yedek parçalarındaki ince ayarlar GlobalDirectParts elde ettiği iPhone yedek parçalarını orijinal iPhone 4 parçaları ile karşılaştırarark aralarındaki farkları gösteren bir video yayınladı. Parçalar arasında büyük farklar olmasa da yapılan ince ayarların oldukça fazla olduğu görülüyor. Anten ayarlamalarında yapılan değişikliklerin iPhone’un ünlü anten sorununu gidermek için veya antenlerin farklı frekanslarda çalışmasını sağlamak için yapıldığı düşünülüyor. Ön kamera boşluğunun kaldırılması ve SIM slotunun eklenmesi gibi ayarlamalar da göze çarpan diğer ayrıntılar. GlobalDirectParts dışında SmartPhone Medic’in de benzer değerlendirmelere sahip olması bu bilgilerin doğruluğunu arttırıyor. •
Galaxy Tab 4G Samsung, iPad’e rakip olarak çıkarttığı ve kısa süre içerisinde 1 milyon adetlik satış rakamına ulaşan Galaxy Tab’i geliştiriyor. Amerika bu yıl 4G’ye geçiş için ürün tanıtımlarına son sürat başladı. Yenilenen Galaxy Tab’in en büyük özelliği de 4G destekliyor oluşu. 4G’li Galaxy Tab 1.2 GHz işlemci gücüne sahip ve ön tarafta bulunan 3 megapiksellik kamera 4G kalitesine uyum sağlaması amacıyla 5 megapiksele çıkarılmış. Bu yılın ortalarında piyasaya sürülmesi beklenen Galaxy Tab’in serinin ikinci modeli olmadığı, sadece ilk modelin 4G’li hali olduğunu hatırlamakta yarar var. •
titlemag.com
title.
OCAK 2011
79
PS3’ün şifresi kırıldı Berlin’de düzenlenen 27. Kaos İletişim Kongresi’nde fail0verflow isimli hacker PS3’ün şifresini kırmayı başardığını açıkladı. Sony’nin PS3 oyun konsolu için programları çalıştırmakta ve yazılım yüklemekte kullandığı özel güvenlik anahtarını girmeyi başaran hacker, korsan oyunların oynanabilmesi için bir yol açmış oldu. Sony’den bir kaynak ise bu gelişmenin üzerine, güvenlik şifresinin kırılmasıyla PS3’te orijinal olmayan herhangi bir programın rahatlıkla çalıştırılabileceğini, Blu-ray diske yazlan PS3 oyunlarının orijinal oyun gibi açılabileceğini bildirdi. Geçen yıl Nintendo’nun oyun konsolu Wii’yi de hackleyen grup, korsan oyuna karşı olduklarını ve kırdıkları şifrelerle ilgili özel bir program yayınlamayacaklarını açıkladı. •
Apple iPad Türkiye’de! iPad, Apple Türkiye distribütörü Bilkom tarafından 25 Aralık’ta Türkiye’de satışa çıkarıldı. Temmuz 2010’da stoklarla sınırlı olarak Migros raflarına 2 bin 290 liradan giren iPad, Koç Grubu şirketi Bilkom ile birlikte resmi satışa başladı. Bilkom’a bağlı Apple mağazalarında satışa sunulan iPad’in Wi- Fi’lı modeli 1000 TL, 3G’li modeli ise 1300 TL’den başlayan fiyatlarla alıcılarıyla buluştu. 9.7 inçlik dokunmatik ekranı bulunan iPad’in, şarjı yaklaşık 10 saat gidiyor. Türkiye iPad ile 9 ay gecikmeli olarak tanışsa da dünya şimdiden yenisini beklemeye başladı. 2011’in ilk aylarında gün yüzüne çıkması beklenen iPad 2’nin daha ince ve hafif olmasının yanında, görüntülü görüşmeye de imkân vermesi bekleniyor. •
80
OCAK 2011
title.
titlemag.com
Microsoft Touch Mouse Microsoft, Apple’ın dokunmatik faresi Magic Mouse’a rakip olarak piyasaya Touch Mouse’u sürdü. Daha önce Touch Arc modeli ile dokunmatik fare piyasasına giren Microsoft bu sefer klasik tasarıma sahip bir model seçmiş. Microsoft Touch faresinin yüzeyi tamemen dokunmatik. Üzerinde sağ ve sol kısımları ayıran kısa bir çizgi bulunuyor ve tıklama işlemleri dokunma şeklinde yapılıyor. Bir, iki ve üç parmak ile dokunarak farklı işlemler yapmaya olanak sağlayan Touch Mouse bağlantı birimi olarak bluetooth yerine mini USB verici kullanıyor. Windows 7 ile tam uyum sağlayan farenin piyasaya çıkış tarihi Haziran olarak açıklandı. Öngörülen satış fiyatı ise 79 dolar. •
Mashable’ın en iyisi Fizy Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Mashable ödüllerinin sonuçları açıklandı. Türkiye çıkışlı Fizy. com en iyi müzik keşfetme kategorisinde birinciliği aldı. 1.3 milyonun üzerinde adayın katıldığı ve oy kullandığı Mashable ödülleri bu sene fazlasıyla çekişmeli geçti. Ülkemizden de bir sitenin yarışmada yer alması sebebiyle yakından takip edilen Mashable ödüllerinin sahipleri belli oldu. En iyi müzik keşfetme kategorisinde Fizy.com ödül alırken iPhone 4 en iyi mobil cihaz kategorisinde birinci oldu. Milyonu aşan kullanıcının oylarıyla Angry Birds en iyi mobil oyun kategorisinde ödül alırken, iPad en iyi gadget olarak seçildi. Twitter ise en iyi yenilenen tasarım kategorisinde kullanıcıların oyunu aldı. Fizy.com Mashable ödüllerini alsa da ülkemizde kapatılmış durumda. En kısa zamanda tekrar yayına girmesini bekliyoruz. •
titlemag.com
title.
OCAK 2011
81
GEZİ Ayşe Naz Baykal
Budapeşte Kış aylarında en güzel zamanlarını yaşayan Macaristan’ın başkenti Buapeşte’ye 2 saatlik bir uçak yolculuğunun ardından ulaştık. Şehire doğru ilerlerken tek tük gördüğümüz küçük ama bir o kadar da sıcak görünen Macar köy evleri, artık Türkiye’de olmadığımızın tatli birer habercisi gibiydiler. Kısa bir yolculuğun ardından şehir tüm güzelliği ve şatafatıyla ortaya çıktı. Tarihi yapısıyla insanı büyüleyen Budapeşte, Tuna Nehri’nin İki yakasındaki Budin ve Peşte kentlerinin birleşmesiyle oluşmuş. Osmanlı ve Avusturya- Macaristan gibi imparatorlukları geçmişinde barındıran kent tarihi yapıları, müzeleri, meydanları ve doğal güzellikleri ile ziyaretçisine görsel bir şölen sunuyor. Şehir turuna Tuna Nehri’nde yapılacak küçük bir tekne turuyla başlamak çok ideal bir fikir olabilir. Bu tur ile nehrin iki kenarındaki Budin ve Peşte’nin görkemli görüntülerini şaşırarak izleyecek ayrıca nehrin üzerindeki birbirinden güzel köprüleri her yönüyle görme imkanına da sahip olacaksınız. Bu yapılardan en şaşaalısı titlemag.com
title.
OCAK 2011
83
1849’da yapılan Aslanlı Köprüsü’dür. İki yakasında aslan heykelleri olan köprü Tuna’nın iki yakasını birbirine bağlayan ilk köprüdür. Nehir sefası bittiğinde, uğranması gereken ilk durak Budin Kale’si. 1247-1265 yılları arasında Kral 4. Bela tarafından yaptırılan kale; bahçesi, balo salonları, ilginç merdiven mimarisi ve içindeki şapeli ile mutlaka görülmesi gereken bir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu şaheseri. Bunun dışında yolda yürürken gözünüze rahatlıkla çarpacak olan ve hala işlevsel olmalarına karşın içlerini de gezme imkanı bulabileceğiniz Opera Binası ve Parlemento Binası şehrin sembolleri arasında. Dış yapısı kadar içide heybetli olan Parlemento Binası’nın tam 700 odası bulunuyor. Şehirde gezilecek en önemli meydan Kahramanlar Meydanı. Citadel Özgürlük Anıtı’nın tam ortasında bulunduğu meydanda heykeller büyü84
OCAK 2011
title.
leyici bir özelliğe sahip. Eserlerin büyüklüğü ve ayrıntıların inceliği her yaştan insanı etkileyebilecek bir güzellikte. Bu meydanın hemen yakınlarında Macaristan’ın en önemli iki müzesi bulunmakta: Macaristan Devlet Müzesi ve Neprajzi Etnografya Müzesi. Gezilmeye değen ve vakit kaybı yaratmayan bu müzelerin dış cepheleri de hayranlık uyandıracak cinsten. Hristiyan nüfüs çoğunluğuna sahip kentte tarihi ve görekemli kiliseler de var. Matyas Kilisesi, Aziz İstwan Katedrali, Aziz Erzebet Katedrali bunların en önemlileri. Şehrin çeşitli bölgelerine dağılmış kiliselerde dilerseniz mum yakıp dilek tutabilirsiniz. Budapeşte’nin diğer bir özelliği de hamamların ve kaplıcaların şehiri olmasıdır. Yüzlerce su kaynağı, hamamı ve kaplıcalarıyla aynı zamanda kaplıca turizmi için de idealdir.
titlemag.com
Nasıl vize alınır?
portrtları ve diplomatik pasa Macaristan servis pasapo iyor. Ancak normal pasa em ist e viz r da ka ne gü lara 30 an konCity A Binası’nda bulun porta sahipseniz Metro işlem alabilirsiniz.Turist vizesi solosluktan turist vizesi nüdür. ettikten sonra 3 iş gü m sli te rı kla ra ev si re sü temine ği’nin Schengen vize sis Macaristan Avrupa Birli dahildir.
Nasıl gidilir? Budapeşte’ye İstanbul ve İzmir’den kalkan uçaklar sizi iki saatte bu güzel şehire ula ştırabilir. Ancak ucuz biletleri internetten kovalama k gerekiyor. Gidiş dönüş uçak bileti fiyatlarının 90 euroya kadar düştüğü olabiliyor. Bunun dışında ülkemizde n Budapeşte’ye trenle veya otobüsle daha ucuza ula şım mümkün.
ınır? l a k e d e r gibi Ne ért Hotel ll E G l, e t 0 O
ntel ma 7 l, Contina ği ortala e li t e O c e ia g h ya t Corin kişi için seniz ve iy 2 c n e e d r r ğ e ö ll ilirsAncak lüks ote rcih edeb ir e ilirsiniz. t b i r la e a ll k e t a ven b euroy rsa hos ir tatili se arty tçeniz va b ü b li t ir e b k e lı r kısıt e ha dio P partileri v re önerimiz Gran daları, r e ğ E . iz in sizle t tipi o ız bizim el ve yur z ö nkli l e t s insansan o uh ri ve re e B il . t k r a a c p la l Hostel o ı, kostüm ler için mükemme r a b ık ç a even Euro. 24 saat lenmeyi s ğ e eceliği 8 la g ıy r n u la n ’n a ş io lı ça rand olabilir. G bir seçim
Nasıl gezilir? Budapeşte yürüyerek g ezmek için al bir şehird ideir. Çok büyü k olmadığı yolda karşıla g ibi şabileceğiniz binlerce san eserini ve ta at rihi binayı g özden kaçırm istemezsiniz ak . Bunun dış ında şehrin tarafına uza h er nan metro sistemini ve otobüsleri k ya ullanabilirsin iz.
Ne yenir?
el geleneks a t t n a r o rest pás ki birçok Pesti Lám e . d iz in in s iç ir il ir b Şeh rini tada emekleriy le l k e e z ü m g e y n szmacar ünün e nttır. Halá ek kültür a r m o e t s y e r r a c ma me şık bir macar ye eceğiniz iz il z b a le d i r a t la le i n m ise siz em bir manzaray e r e t t É a y bást ünlü uhteş anında m pılan yemekleri ve y in in r kle ya ! v etleriyle meyi unutmayın ağırlar. A e en nyağını d kayısı ko
Gece nere ye
gidilir?
Club Pla y, Budapeşt Gödör Klub, Bed e’n B pahalı da in en güzel klüple each ri. o doruğuna lsa eğlencenin ve Biraz ulaşabilir dansın siniz.
İpuçları 1) Müzeler Pazartesi günleri kapalı oluyor. 2) Metroda biletinizi girerken bastığınızda bir kontrol yok ancak sakın biletleri atmayın, indiğiniz istasyonda polisler bilet kontrolü yapıyor. 3) Macaristan Avrupa Birliği’nde olmasına karşın para birimi Euro değil. Forint kullanılıyor. 1 Türk Lirası yaklaşık olarak 136 Forint’e denk geliyor. 4) Alkol toleransınız az ise kayısı konyağını dikkatlice için, fark ettirmeden çarpan içkilerden. Yararlı Linkler http://www.godorklub.hu/ http://www.clubplay.hu/ http://www.morrisons.hu/morrisons_music_pub2/ http://www.bedbeach.hu/ http://www.gerbeaud.hu/ http://www.pestilampas.hu/index.php?lang=_en http://www.danubiushotels.com/en/our_hotels/hungary/budapest/danubius_hotel_gellert http://www.halaszbastya.eu/ http://www.hnm.hu/en/fooldal/mainPage.php http://www.museum.hu/museum/index_en.php?ID=62 http://www.hostelworld.com http://www.urbanrail.net/eu/bud/budapest.htm • 88
OCAK 2011
title.
titlemag.com
title.