Y覺l : 2 - Say覺 :12
Editörden Merhaba değerli Kalemsiz Dergi okuyucuları, yeni bir sayı ile tekrar sizlerle birlikteyiz. Yeni bir sayının heyecanı hepimizi sarmış bulunuyor. Bir ay boyunca arkadaşlarımızla beraber çok çalıştık, emek verdik. Sizlere çok iyi bir sayı sunmak için. Sizlerden dileğimiz beğenilerinizi çevrenizle de paylaşmanız. Bu sayede Kalemsiz Dergi’nin ünü önce bütün bir şehri, ardından da bütün bir yurdu kapsasın. Dergimizin yeni logosu ve görünümü sizlerden büyük bir beğeni kazandı. Hepinize teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bizlere her konuda desteğinizi ve eleştirilerinizi sunmanızı da isteriz. Bizler sizlerle var olduk. Sizlerle de bu yola devam etmek arzusundayız. Bu sayımızda sizler için çok güzel metinler hazırladık. Gelin edebiyat ile başlayalım. Shi Burak SERİNPINAR’ın kaleminden seyre devam ediyor. Yeni bir kalemsizi sizlerle tanıştırmak isterim: Kübra GÜLMEZ. ‘Merhaba Çocuk’ ile sizleri selamlıyor. ‘Çiçeği Burnundalar’ ile Melek Ece YAPAREL sizlere naçizane önerilerde bulunmaya devam ediyor. Ne de güzel demiş ama Çağla ÜREN ‘Aşk mühim iştir gülüm/ Mühim iştir en az yaşamak kadar/ ‘ dizeleriyle sizlere çok şey anlatacak. Dizeleri ufkun ötelerine seyahate götürecek sizi. Merve ALTUN ‘Araf ’ filmini bizler için yorumladı. Filmi merak edenler ve sinemaseverler için… Ekim ayında hangi festivaller var? Hiç merak ettiniz mi? Biz sizler için gittik. Filmekimi ve Beyoğlu Sahaf Festivali sizlerle. Gün geçmiyor ki bir değer daha aramızdan ayrılmasın. Neşet Ertaş nurlar içinde yat. Ne yazık ki ‘Bağlamalar Suskun Artık’. Ayrıca, ‘Bir Şarkısın Sen’ şarkısı akıllara kazınan Berkant da aramızdan ayrıldı. O da nur içinde yatsın. Hayvanlara uygulanan şiddet günümüzün en önemli sorunlarından biri. Daha önceki sayılarımızda Osmanlı’da Hayvan Hakları’nı sizler için araştırmıştık. Şimdi de günümüze bir bakış atıyoruz. Bu dünyayı paylaştığımız dostlarımıza zarar vermeyelim. Çıktık bir yola ‘kalemsiz’ bir şekilde. Yanımıza sizleri de alarak. Belki kimse buralara geleceğimizi tahayyül edemiyordu. Gelecekte de neler olacağını bilemeyiz. Lakin umut etmek biz insanlar için. Hayal etmek de yine bizler için. Fransız atasözünde der ki: ‘ Yıldızlara dokunamazsınız ama karanlık gecelerde onlar size yol gösterir.’ Bizler için hayaller ve umutlar karanlık gecedeki yıldızlar gibidir. Dilerim yolumuzu aydınlatırlar ve yine dilerim ki sizlerle birlikte hiç hayal edemediğimiz güzel yerlerde yine bu sayfalarda buluşuruz. Esen kalın.
Erdem KURT Kalemsiz Dergi Yazı İşleri Müdürü e.kurt@kalemsizdergi.com
Kadromuz İmtiyaz Sahibi
Medya Genel Yayın Yönetmeni Mert Abakuş
Yazı İşleri Müdürü Erdem Kurt
Yazarlar
Burak Serinpınar Can Alp Alaçam Çağla Üren Gülşah Uludil Kübra Gülmez Merve Altun Merve Uludil Melek Ece Yaparel Oktay Yenitürk Onur Tırpan Özge Özgüner Tolga Arslan Yiğit Ata
Karikatürist Doğan Kıyak
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Departmanı Barış Melih Cayıt Kıvanç Cangülenç Nur İşsever
Yeni Medya Departmanı Burak Hacıhan Oktay Yenitürk
Ar-ge Departmanı Batuhan Öztütüncü Burak Karakaya
Tasarım Departmanı Büşra Sakar Derda Karakış
Edebiyat->
Gözlerini yan dairenin televizyonundan gelen çizgi film sesleriyle açtı. Başının ucundaki radyoya uzanıp sessizce, sakın bana ‘’That was just a dream’’ deme dedi ve alarmını çalmaya başlamadan kapattı. Ardından yeniden radyosuna seslendi, ‘’Ne oldu, formdan mı düştün?’’ Bir eli yastığının uç köşesindeki başının altındaydı. Sırtüstü uzandı, kollarını havaya kaldırıp birkaç kez salladı, parmaklarını olanca açarak esnetti ve serbest bıraktı. Gözlerini ovuşturup saçlarını avucunun içiyle geriye yasladı ve bir müddet tavana bakarak bekledi. Gördüğü rüyadan kalan şarapnel parçalarına rağmen içindeki bir şey ona deliler topluluğundan bir tartışmaya maruz kalmışçasına aldırmazlık aşılıyordu. Bu başa gelen veya gelebilecek şeyler için, kendini bir şeylerle ikna olmak ve ikna etmek üzere gard almış bir kişilik ürünü olabilir miydi? Banyoya doğru ilerlerken, kendini kandırarak neler yapabileceğini açıkça görebildi; yatağından uzaklaştıkça kafasının içindekileri ve içine işleyen diğer şeyleri yatağa bıraktığını, tekrar gece olduğunda yatağa girmeden önce yorganını silkelerse yatağında bıraktığı bu şeylerden kurtulacağını ve temiz bir çarşafta uyuduğunda bunun temiz bir sayfayla aynı şey olduğuna ikna olabilmişti... Komik olansa bu saçmalığı bir rüya komplikasyonu olarak gördüğünde başladı ve bunu kontrol edemediği bir tiyatro olarak tanımladı. Bir taraftan yaşadıkları üzerine samimiyetle hazırda bekleyen kalbi diğer taraftan deliliğin dilini çözmeye başlayan aldırmazlık kuşatması… Banyonun kapısını araladı. Dikdörtgen, gümüş çerçeveli, siyah boyalı tablo! Hayır! Gözlerini yumdu ve açtı. Dikdörtgen, gümüş çerçeveli, ayna! Hayır! Gözlerini sıkıca kapattı, başını eğdi, iki eliyle lavabonun hatlarını yakaladığında, alarmlı radyosundan ‘’That was just a dream’’ sesinin yükselmesi ve gözlerini açması neredeyse bir oldu. Tek hamlede aynaya arkasını dönüp banyodan ayrıldı
ve odasına girip çalmakta olan radyoyu susturdu. Uyku sersemliğiyle alarmı ertelemiş olmalıydı. Anlaşılan bugün oyun günüydü ve kafatası yerine avucunun ortasına radyosunu yerleştirip ‘’Evet,’’ dedi. ‘’Konuşamıyorsun ama cevap veriyorsun.’’ Kısa süre elinde radyosuyla birlikte bir dizi hafif kırık vaziyette durdu ve ‘’Antrakt.’’ Dedi. Artık yüz yıkamanın tam vaktidir diye düşündü ve hızlı adımlarla banyoya ilerledi. Açık bıraktığı banyo kapısından içeriyi hızlıca süzdü, aynasının kendi endamında, yerli yerinde olduğuna sevindi ve karşısına geçti. Elinin tersini alnına koyup, mat ve ifadesiz bir sesle, ‘’Hah,’’ dedi, ‘’Ömrümün karıncalı dönemini rüyalarda geçiriyorum. Ah! Ne esrarengizim, ne meçhul...’’ Burnuna kadar gelen bu cıvık tiyatral havadan gırtlağını temizleyerek, ufak gülücükleriyle yüzünü yıkayarak ve yan daireden gelen çizgi film seslerini dinleyerek geçirdi. Başka zaman olsa en sulu şakalar bile onu çözmeye yetmezdi ama bazı günler iyi hissetmek, kimseye hatta kendini kandırmana bile müsaade etmeden sarıverirdi insanı. Üstünü değiştirdikten sonra etrafı toparladı. Sehpanın üstü, dolabın içi, mutfak tezgâhı, üzeri tozlanmış bazı eşyalar… Son olarak kahvaltısını yapıp dışarı çıkmadan önce pencereler, prizler ve ceplerine baktı. Kamerasını boynuna geçirip kapıyı kilitledi. Merdivenlerden inmek üzere döndüğünde minik bir ses; ‘’Sana masal anlatıyım mı?’’ diye sordu. ‘’Demek çizgi filmi beğenmedin?’’ dedi. Minik kız bu soruyu ‘’Cık!’’ diye cevapladığında yüzündeki gülücük bir başka şeffaf yanaklı çocuğun karşısında derinleşti. ‘’Tamam, hadi anlat bakalım!’’ dedi ve dinlemeye koyuldu. Şeffaf yanaklı kız ellerini birbirine geçirerek derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya başladı; ‘’Bir düşmüş kız varmış, bu düşmüş kız bir gün cadıya denk gelmiş, resim yapmayı sevdiği için,’’ ‘’Kız mı resim yapmayı severmiş?’’ ‘’Evet,’’ ‘’Hah, sonra.’’ ‘’ Gerisini yarın anlatayım mı?’’ ‘’Unuttun mu yoksa!’’ ‘’Cık,’’ ‘’Tamam, o zaman, hadi anlat.’’ ‘’İşte, cadı düşmüş kıza resim yapmayı sevdiği için fırça vermiş,’’ ‘’Hah, anladım.’’ ‘’Ama cadının fırçası siyah renkten başka bir resim yapamıyormuş,’’ ‘’Hi!’’ ‘’Ama kız çok güzel resimler yapmak istiyormuş hep…’’ Annesi seslendiğinde hızlıca uzaklaşan şeffaf yanaklı kız, arkasında koca bir kramp bıraktı neredeyse boş olan midesine. Duvardan destek alarak eğildiği yerden ayağa kalktı, kamerasını düzeltti ve ‘’Bir gün, ondan benim için bir resim çekmesini istemeliyim.’’ Dedi. Devam edebilir…
BURAK SERİNPINAR b.serinpinar@kalemsizdergi.com
Edebiyat• Bireysel Denemeler Merhaba çocuk !
Sana geçmişinden y Henüz tanımadığın, görm bilmediğin ama sana ait o bir geçmişten yazıyorum. böyle çekimser durduğum sevmediğimi düşünme sa Sadece utanıyorum sana uzatmaktan. Dinle çocuk, sana şim nasıl kirletildiğini” anlata
Eskiden…
KİRLİ BEYAZ ( Gelecekteki Çocuğa Mektup )
Senin o güzel gözler ülkede bir zamanlar çocuk suzca ve güven içerisinde oynarlardı. Üzerleri toz topraktan gö yüzleri gözlerini birbirleri içinde oynarken attıkları s çığlıkları eşliğinde kirletir üzülme sakın, kolay kolay olmazlardı. Çünkü senin gibi y yumuk gözleri ile hayata çalışan masumların sağlığ ruş fazla para almak için u insanlar. Bahar gelince mis gibi ren çiçek kokuları ortalığı bür asıl çocuk cıvıltıları ile can Yaz geldi mi bağ bahçeler gibi yayılan doğal sebze m kokuları karınları doyurur Acıkınca komşu teyzeleri yıp da ellerine tutuşturdu dilim ekmekle gözlerinin mahallenin miniklerinin. Kavga olmaz mıydı? Olurd
yazıyorum. mediğin, olacak olan . Bakma ma. Seni akın ha! kirli ellerimi
mdi “beyazın acağım:
rini açacağın klar korkue sokaklarda
örünmezdi, i ile neşe sevinç rlerdi ama y hasta
yumuk bakmaya ğı ile üç kuuğraşmazdı
ngarenk rür, doğa nlanırdı. rden mis meyvelerin rdu. inin yağlaukları birer içi gülerdi
du elbet ama
en fazla biri diğerini iter, öteki düşer ama kalkardı.Barışır,sonra o minik kollarını birbirlerinin omzuna atıp oyunlarına geri dönerlerdi. Mahallenin esnaf amcası kapısını kilitlemez, bunu mahalleliye saygısızlık addeder, dükkânı öylece güvenle bırakır, işini halleder ve dükkânını bıraktığı gibi bulur işine devam ederdi. Bayramlarda çocuklar minicik elleri ile kapı kapı dolaşır, el öper, verilen bir şekere havalara uçarak o kapıdan ayrılır sonra onları arkadaşları ile paylaşıp gülüşerek yerlerdi. Yağmur yağınca hava toprak kokardı.. Sevgi kutsaldı, sevgililer birbirlerine bakışır, sevgilerini yüreklerinde yaşarlar; onu hunharca kirletmezlerdi.. Türk deyince titrerdi cihan çocuk! Vatan denirdi, dünya dinlerdi sesi! İnsanlar birdi; çocuk her yerde çocuktu, masumdu, saftı. Ekmek bölüşülür, sevgi bölüşülürdü.Okuyan azdı ama düşünen çoktu be çocuk, düşmanlık yoktu.
Şimdi…
Dedim ya, utanıyorum kirli ellerimi sana uzatıp ellerinden tutmaya. Ben de en az suçluyum saydıklarımın yok edilmesine sebep olanlar kadar. Çünkü ben de o da şu da herkes seyretti ve seyrediyor çocuk. Sokaklarda çocuklarımız oynamıyor, evde dört duvar arasında zihinleri zincirleyen kara kutularda ölüyor
çocukluk! Evet, üzerleri yine kirleniyor ama kör edici bir gaflete kurban edilmek üzere panzerler önlerinde. Hem de ellerinde kendilerinin de ne olduğunu bilmediği ölümcül aletlerle. Ceplerinde bıçak, ellerinde tabanca ile dövüşüyor artık çocuklar. Kör bir maganda kurşunu gibi saplanıyorlar karanlığa. Artık ya bahar gelmiyor ya da çocuklar gülmediği için doğa canlanmıyor. Esnaf amcanı merak ettin öyle değil mi çocuk? O artık dükkânındayken bile huzurla yaşamıyor! Toprak? Kokmuyor be çocuk kokmuyor.. Artık yağmurlar sadece kocaman taş yığınlarını ıslatıyor. Bahçelerde senin için zehirler yetişiyor. Eline ekmek tutuşturacak yüreği sevgi dolu komşu teyzenin yerinde şimdi kendini bile tanımayan yabancılaşmış kişilikler oturuyor. Çocuklar susuyor, merhamet susuyor, tarih susuyor, insanlık susuyor.
Ama…!
Susma çocuk, ağla! ağla ama susma. Belki umut olur sesin ve yumuşatır taşlaşmış kalpleri belki dökülen o masum gözyaşın. Düşünülmeyeni düşün, görülmeyeni gör, saklananı bul, yitirileni kazan, parçalananı birleştir. SEN UMUT OL ÇOCUK, UMUTSUZ YARINLARA!
KİRLENMESİN MASUMİYET!
Kübra Gülmez k.gulmez@kalemsizdergi.com
3-4
Edebiyat• Bireysel Denemeler Melek Ece YAPAREL m.yaparel@kalemsizdergi.com
Çiçeği Burnundalar
Ah ! Zaman öyle hızlı akıyor ki ! Tekrardan merhabalar ! Bir yeni sayıda daha gözlerinizin ucunda olmaktan zevk duyduğumu belirtmek isterim. Sizleri geçirdiğiniz günü daha da güzelleştirmek adına yine tatlı bir sohbete davet ediyorum. Buyurun öyleyse efendim, buyurun !
EĞİTİM – ÖĞRETİM SENDROMU
Çocukluğumuzun baharında başlayan eğitim hayatımız yıldırıcı unsurlarla dolu, çetrefilli bir yoldur. İlk zor noktası sabahın erken saatlerinde sıcacık yataklarımızdan kalkıp, ılık pijamalarımızdan uykulu kafa ile kurtulmaya çalışmaktır. Yatak kıyafetleri ile toplum içine karışma güdüsü yaratan bu durum, zamanla yerini derse yetişememe sendromuna bırakır. Zordur okumak, okumaya alışmak ve dahası… İlerleyen günler yeni sorunları beraberinde getirmesine rağmen, aynı zamanda öğrenmenin verdiği
hazza ulaşan sevgili mavi önlüklü, tatlı yakalı ufaklıklar hayatta bir şeyler başarmanın önemini kavramaya başlarlar. Altı yaşına –ki şimdi beş, kadar sadece ailesi ve akrabaları ile oyuncak diyarlarına dalmış olan minik bedenler, etrafındaki gelişmeleri ve sayısı artan kendi yaş grubundan olan diğer miniklere alışmaya çalışadursun, aynı zamanda okumanın gerektirdiği zorunluluklar onlarda soğuk havalarda surata çarpan kuru rüzgar kadar etkili bir uyandırma etkisi yaratır. Böylelikle içinde bulunduğumuz bu durumu “ istek” olarak
adlandırarak düz okul yolumuza koyulur, bayram edasıyla derslerimizi işler, öğretmenlerimizi tatmin ederek emekleri boşa çıkarmama çabası ile tekrar evimizin yolunu tutarız. İşte okuma sevdası böyle başlar. Kara sevda…
II. ÖDEV HARBİYESİ Okul günlerinin bir diğer ölümcül sonucu kuşkusuz zamanında yapılmayan ödevlerdir. Ödev yapmak; okumak, öğrenmek ve araştırmak ile alakası olmadığı düşünülen bir eylemdir. Her dersin sonu öğretmen tarafından “ödev” kelimesini barındıran gerilim dolu bir an içerir. “Bir dahaki derste” diye başlar cümle ve “bunu yapmayan yarın okula gelmesin” diye devam eder. Başta her şey kulağa hoş gelir. Hatta eğer verilen ödevin yapılma süresi yarından başka bir zaman diliminin kapsamına giren bir kavramsa tadından yenmez ! Nasılsa daha varmış, ayarlarız, elbet yapılır diye gidilir eve ve zaman geçmeye başlar. En mantıklısı her zaman günü gününe ödevi yapıp ondan kurtulmaktır ancak eğitim – öğretim camiasında bu düzende yaşayan öğrenci modeline çok az rastlandığı da gözden kaçırılamayacak derecede önemli bir ayrıntıdır. Günler geçer, aylar birbirini kovalar ve ödevin teslim edilmesi gereken günün arifesi gelip çatar. Öğrenciler ! Ah öğrenciler ! Son güne bırakmayı nasıl da başarırız şu sorumluluk gerektiren not aracılarını ! Tabiri caizse büyüklerimizin de dediği gibi “yumurta kapıya dayanınca” yapmamız gereken şeylerin ciddiyeti aklımıza gelir ve birden tüm gücümüzü kullanarak sorunlarımıza çözüm arama girişiminde bulunuruz. Telefon rehberindeki herkes aranır; tüm sözlükler, kitaplar odanın yerlerine dökülür. O aylardır okul günü sonrası televizyon başında pinekleyen keyifli öğrenci gider, yerine gözlük merceklerini
göz yuvarlarına sıkıca yerleştirmiş bir halde, halı üstünde bin bir renkli karton ve renkli kalem arasında kaybolmayı planlarcasına gömülmüş, çalışkan öğrenci gelir. Her ne olursa olsun ödevleri son akşama bıraktığımız su götürmez bir gerçektir. O ödev bir sene önce de verilse, bir ay önce de verilse ve hatta dün de verilmiş olsa bilmeliyiz ki farklı bir çalışma tarzı uygulamazsak o iş son güne kalacak ve biz her seferinde onuncu kez, yirminci kez aynı durumu yaşayacağız bundan da ilk günkü kadar zevk alacak ve bir o kadar da gerginlik yaşayacağız. Tatlı telaşlar bunlar ! Lakin pişmanlık getirecek olaylara da gebe olduğu kesin. Ödevin yapılmadığı anlaşıldığında tüm sınıfın ortasında ten renginizin kırmızıya çaldığını herkese izletmek gibi mesela. Ya da yaratıcılık sınırlarınızı zorlayıp ilginç bahaneler ile hem kendinizi hem arkadaşlarınızı kahkaha krizlerine sokmak gibi. Adınızın yanında olan eksilerden ve düşük rakamlardan hoşlanmaya başlamakta tatlı bir seçimdir tabi. Mevzu bahis ödevden de ziyade ne yazık ki hepimiz zaman zaman sorumluluklarımızı önemsemiyor ve yapmamız gereken işleri ilerideki bir tarihe atıyoruz. Hem ödevlerimizi hem de ihmal ettiğimiz görevlerimizi tekrar gözden geçirmek adına sizden bu ay kendiniz için güzel bir kağıda, en sevdiğiniz kaleminiz ile kendiniz ve işleriniz ile ilgili bir liste oluşturmanızı rica ediyorum. Şöyle biraz oturun, kendinizle vakit geçirin ve düşünün. Bugüne kadar ihmal ettiklerinizi, yapmak isteyip yapamadıklarınızı güzelce sıralayın. Ve numaralandırıp sıradan yapmaya başlayın. Aynısını sizinle birlikte bende yapacağım. Sonra yorumlarınızı, görüşlerinizi ve hatta listelerinizi benimle paylaşmanızı istiyorum. İyi günler diliyorum.
5-6
Edebiyat• Bireysel Denemeler
THE DAY WE STOP LOOKIN’, MAN, * IS THE DAY WE DIE !
(*) Bakmayı biraktığımız gün adamım, öldüğümüz gündür.
Yazıma başlama saatim tam olarak 00.46 ne zaman bitirebilirim yazımı bilmiyorum ancak birkaç şey karalamak istedim. Yanımda balık (!) isimli balığım; önümde çayım, karanlık bir odada hafif uykulu, ertesi günün telaşını düşünerek yazayım bu sefer. Bu seferki yazım biraz farklı olacak. Sadece biraz yorum, daha fazlası değil. Bu ne biçim bir başlıktır diyebilirsin, üstümde Scent of a Woman iz-
lemenin mahmurluğu var. En çok etkileyen sözünü yazdım. Farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum. Şu sıralar biraz canım sıkkın. Bu yazımı öncelikle tamamen şans eseri olarak karşılaştığım Portishead – To Kill a Dead Man eşliğinde yazıyorum. Filmden olsa gerek, aldırma sadece okumaya devam et tabii istersen. Bundan sonraki yazacaklarımı saçmalık olarak görmen normal, kusura bakma yazan be-
nim yazacağım sadece. Yaklaşık dört saat önce bir arkadaşımla buluştum, olağan buluşmalarımızdan bir tanesiydi. Bu sefer yüzeysel yerine biraz daha ayrıntılı bir konuda konuşma gereği duyduk. Bana detaycılıktan bahsetti, hoş aldığı cevap onu tatmin edecek nitelikteydi, ama ben biraz daha üstünde düşünmek, yazmak istedim.
DETAY,DETAY,DETAY… Üstünkörü geçmemeli insan hayattaki olaylara ve kişilere. Bir nevi kaçmaktır aslında bu; görmezlikten gelme.. Kimden kaçıyorsun ya da nereye gittiğini, saklandığını zannediyorsun? Detaycı bir insanımdır,evet ! Hatta bu benim için hastalık derecesine dahi gelmiştir diyebilirim. Elimde olmadan çok fazla şeye dikkat edebiliyorum, dediğim gibi refleks olmuş. Bu durumdan çok da rahatsız değilim açıkçası. Beni hayattaki birçok şeye karşı uyarıyor. Dur! Bir defa daha düşün, öyle hareket et ! dercesine bir tavrı var bana karşı. Hoşuma gidiyor. Bazen de canımı acıtıyor. Çok fazla düşünmenin dezavantajı olsa gerek, muhtemel senaryolar çıkartıyor karşıma. İlgilenilmesi ve değerlendirilmesi gereken onca senaryo ! En ufak olay bile yeri geldiğinde bana çok büyük külfet oluyor. Ufak bir örnek vereyim; kelimelere çok fazla dikkat eden
birisiyim. İki hafta önce eski sevgilim bana balık isminde bir balık hediye etti. Bir de not yazmış sağ olsun. İçinde bulunduğumuz durumdan ötürü notu okumam gerektiğini söyledi. Dediği gibi dikkatlice ve dört defa okudum. Her okuyuşumda farklı bir anlam çıkardım. Her anlamın içinden çıkamaz oldum. Oysa basitçe düşünüldüğünde çok da büyük bir mesele değildi. Ama bu benim için bu tür zamanlarda, bu tarzda konularda pek mümkün olmayan bir mesele, ne yazık ki ! Yeri geliyor çok dayanılmaz oluyor bu detaycılık, o yüzden önerim dikkatli olman ve yeterli dozda detaycı olman. Bu çok önemli ! Sana yaşamadığım ve tecrübe etmediğim konularda yazmam. Yazdıklarımda dediğim gibi bir yaşanmışlık ve tecrübe edinmişlik vardır, bunu unutmayasın. Yine kişisel gelişim kategorisine girecek tarzda cümleler kurdum. Kayıyor bazen konu yapabileceğim pek fazla bir şey yok sanırım. Detaycılıktan bahsediyordum, çok fazla detaycılık iyi değildir bunu bilesin daha fazlasına sanırım gerek yok. Tabii detaycılıkla birlikte (özellikle insanlarla ilişkileriniz iyiyse ya da insanlarla iletişim kurmanız gerekiyorsa) empati yeteneği de alıyor başını gidiyor.
7-8
Edebiyat• EMPATİ Bireysel Denemeler Detaycılığın çocuğu olarak nitelendirmek mümkündür. Objeler üzerinde olmasa bile insanlar üzerindeki detaycılığınıza tuz biber olacak tarzda bir olaydır ki kurulmadan yaşamak imkansızdır dersem yalan olmaz. Empati yapmayan, yapmamış bir insan yoktur. Çok ciddiyim. Bazıları vardır fazla yapar, bazıları vardır nadir yapar ama yapar. İlkokul öğretmenimin tabiriyle başkasını kendi yerine koyma ya da başkasının kafasının içine girip durumu onun gözünden değerlendirme sanatı olan empatiyle olan dostluğum (!) yıllar öncesine dayanıyor yine. Kendisi beni birçok zor durumdan kurtardığı gibi, birçok zor duruma da soktu sağ olsun. Bu tür konularda hiç bencil olamadım, hep başkasının gözünden bakmaya çalıştım olaylara. Kimi zaman bana zarar verecek karar-
lar aldım, kimi zaman aldığım kararlar o duruma bağlı olacak en iyi kararlardı ama beni çok fazla düşündürürlerdi. Rahatsız da değildim bu durumdan. Rahatsız olunacak bir tarafı yoktu hoş, ama bana zarar verdiği noktalarda kendime azıcık kızardım hep. Hayatımı yaşama gibi bir gayem olmadı, görmüşlüğüm ve geçirmişliğimin el verdiği kadar kendimce konuşuyorum. Yazımı bir bağlamda sonlandırmak istemesem de bazı şeyler elimde olmuyor maalesef. Sözüm o ki; sen, sen ol sakın çok fazla detaycı olup kendini sıkma, üzme. Hayatında senden daha önemli birisi yahut bir olgu yok, yaşamana bak. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere şimdilik kendine iyi bak. Tökezleyen Adam tokezleyen.adam@kalemsizdergi.com
Edebiyat• Şiir
SEBEP Güzel kelimeler, doğru cümlelerde, Elbette sana çok yakışacak. Asıl mesele, senin yokluğunda O güzelliklerle kim yarışacak? Alayı da alaylı delil mi ey sevgili, Nerede görülmüş ki aşkın mektebi? Kendimi şairden saydım sanma ama; Ehliyet soracak olanlar, önce seni görmeli! Hangi üstada nasip olmuş ki, O mertebeye ulaşmak? Bil ki; şair olmaktan daha zordur, Bir şiire konu olmak!
Tolga Arslan t.arslan@kalemsizdergi.com
9-10
AŞK
Aşk mühim iştir gülüm, Mühim iştir en az yaşamak kadar. Nefes alır gibi , Su içer gibi , Ellerini açıp semaya Pek içten dua eder gibi , Mühimdir aşk. Hafife almayacaksın , "Adam sen de" deyip geçmeyeceksin.
Tanrı'nın emridir aşk, gülüm . Bir mecburiyettir başında. Buram buram sevda kokarken gökyüzü, Nefes almak mecburiyetidir Ciğerini doldura doldura. Aşk dediğin tek bir gülün, Tek bir tomurcuğudur gülüm. Aşk dediğin, Bir tek kelebeğin Bir tek kozasıdır. Meseledir anlayacağın. Öylesine hayati bir mesele... Tek bir şanstır aşk sana verilen Yaşama sansı gibi gülüm. Bir kelebeğin, Bir tomurcuğun, Yaşama şansıdır kısıtlı ve değerli. Ve senin ellerinde duran. Aşk gülüm, Dünyanın en önemli emanetidir. Sahip çıkacaksın aşkına, Bir ananın sahip çıktığı gibi evladına. Bir kuvayı milliye şehidinin, düştüğü gibi vatan toprağına,
düşeceksin öyle hazin bir hevesle aşkının kara toprağına. Aşk boyun borcundur artık gülüm. Fakat pek kıymetli hazinen, Aşk tarlan,toprağın, buğdayın, hasadın.. Aşk senin çıplak ellerle okşayıp büyüttüğün, Dikenli bir goncadır gülüm. Katlanacaksın dikenine. O dikenler ki senin iz yapmış ellerine, Acıtsa da kanatsa da bir köşesini yüreğinin O dikenler gizli yaralarındır, İyileştiremediğin. Gelelim sadede gülüm Gelelim sadede... Koruyacaksın, Sarıp sarmalayacaksın aşkını. Kimseye muhtaç etmeyeceksin. O olmasa da, Ben olmasam da, Her kimse işte, Senin olmasa da, Sürdüreceksin, Harcamayacaksın. İki damla huzur uğruna, Ezdirmeyeceksin en önemlisi Üç kuruşluk insanların ayakları altında. Aşk gülüm Aşk.. Boynunun borcudur senin fakat Borcun kendinedir bilmezsin. Bir ömür soluksuz çalışsan da Bu borcu ödeyip bitiremezsin.
Çağla Üren c.uren@kalemsizdergi.com
11-12
Edebiyat• Şiir SEVMEK GÜZEL ŞEY Tanımak bir insanı, Güzel şey. Anlamak bir de. Ölçüp biçebilmek, Buna gülecek diyebilmek.. Güzel şey, bir insanı bilmek. Avucunun içi gibiyse mesela, Şimdi gözünü kapayacak, Şimdi öpecek diyebilmek.. Hele gülüm, Hele seni tanıyabilmek.. Kokunu alıp yüz metre öteden, Adımını atacağın zamanı Hissederek içimde Gözünün ta içine Korkmadan bakabilmek. Suçlanmadan üstelik, Ayıplamadan birileri, Elini tutabilmek.
Sesini duyup iki memleket öteden Şimdi özlüyor, Şüphem yok bekliyor, Diyebilmek.. Çıkarabilmek bunu hatta Sesindeki titreyişten. Ve kurduğun bir cümlenin, Bir hecesinden tutup Çekebilmek.. Seni tanımak gülüm, En büyük saadet başımda Döndürecek uzunca bir süre Onu da benimle birlikte. Fakat bilinmek de güzel şey. Bana ait bir şeylerin mesela, Kırmızı sevdiğimin örneğin. Mesela, anlayabilmen En sevdiğim çiçeğin Yani gülün İsminden almasını ismini Ya da sana gülüm deyişimin nedenini
Çağla Üren c.uren@kalemsizdergi.com
K端lt端r & Sanat ->
13-14
Kültür Sanat • Sinema
yonunda vardiya usulü çalışmaktadırlar. Her şeyin gelip geçici olduğu bu yerde, hayatlarının da bir gün aniden değişeceği beklentisi içinde yaşamlarına devam ederler… "ARAF” aslında bugünün dünyasını anlatıyor. Bugün artık arafta olma halini yaşıyoruz. Artık bildiğimiz dünyanın sonuna geldik sanki, ama nasıl bir dünyaya, geleceğe doğru savrulduğumuzu da bilmiyoruz. İçin Yeşim Ustaoğlu’nun yazıp yö- de yaşadığımız sistem artık alarm veriyor ve nettiği başrollerini Özcan Deniz , Barış kimilerimiz bunun bile farkında değil. TekHacıhan ve Neslihan Atagül’ün pay- nolojiyle nasıl yaşayacağımızı, teknolojinin laştığı 2012 yapım Türk dram filmi . nimetlerinden faydalanırken hayatımızdan Öncellikle ‘arafın ‘ kelime anlamını ne tür ödünler verdiğimizi ya da vereceğimibakarsak : Cennet ile Cehennem ara- zi bilmiyoruz. Küresel ekolojik denge(sizlik) sında bulunan bir yer. Ve film arafta ler dünyayı nereye götürecek, nereye kadar kalmış iki gencin hikayesini anlatır. tüketerek bu sistemi sürdürebileceğiz. Bu Büyüme, hayatı anlama, öğ- soruların cevaplarını artık bilmiyoruz. Bürenme, realiteyi anlama üzerine ku- tün bunlar global olarak bütün dünyanın rulu filmde, Zehra (Neslihan Atagül) sorması gereken sorular. İşte ARAF bütün ve Olgun(Barış Hacıhan) , otoban bunların tam ortasında, Türkiye’deki çok sıüzerine kurulu dev bir benzin istas-
radan hayatların içine girerek, Arafta kalmışlık halini yaşayan bir mikro dünyayı anlatıyor. Bu yüzden de konum itibariyle her şeyin ortasında duran, her şeyin gelip geçici olduğu, bir bekleme yeri olan bir mekanda geçiyor hikaye. Hikayenin kahramanları da benzer biçimde geleceklerine dair hangi yöne bakacaklarını bilemedikleri bir belirsizliği yaşıyorlar. Artık ne tarım yapılan ne de başka üretim imkanlarına sahip, bu yüzden kimliğini çoktan yitirmiş ve şehirlere göçler vermiş bir köyde yaşayan Zehra, otobanın üstüne kurulu devasa büyüklükteki bir park alanında (içinde benzin istasyonu, çarşılar, lokantalar bulunan bir dinlenme yeri) çalışır. Ne köylüdür ne şehirli. Yolun üstündeki her şeyin gelip geçici olduğu bu kitch-modern karışımı yerde çalışırken yüzü ne
köyüne, ne de şehre dönüktür. Hayalleri ise işten arta kalan zamanda seyrettiği televizyonun ucuz programlarının yarattığı pırıltılarda saklıdır. Aynı yerde çalışan Olgun’da benzer bir şekilde kimliğini çoktan yitirmiş kapkara, isli bir şehirde yaşar. Bir zamanlar önemli bir endüstri şehri iken şimdi nerdeyse herkesin işsiz olduğu, şehrin ortasında bir cehennem gibi duran fabrikanın çok atıl bir kapasiteyle çalışırken şehre yalnızca atıklarını bıraktığı, sakinlerinin ne kaçıp gidebildiği ne de orada iş imkanı bulup tutunabildiği bir şehirdir burası. Olgun da gelecek hayallerini televizyonun yarışma
programlarında bulur. Aşkı da Zehra’da. Mahur ise, artık masraflarını bile çıkartamadığı babadan kalma kamyonunla yaz kış demeden en zor koşullarda oradan oraya tam bir derviş sabrı, sessizliği ve yalnızlığı içinde yük taşırken bu işin böyle nereye kadar gideceğini bilemez artık. Hikayenin sonunda acı ya da tatlı herkes kendine bir yön tayin edebilmeyi deneyecek, araftan çıkmanın yollarını arayacaktır.”
15-16
Kültür Sanat • Sinema & Kitap Yeşim Ustaoğlu dünyanın önemli festivallerinde boy göstermiş ve ödül kazanmış bir yönetmen ve Yeşim Ustaoğlu’nun filmleri herkese hitap etmez, diğer filmlerini izleyip beğenmediyseniz bunu hiç izlemeyin derim .Belki bazılarınız afişe bakıp Özcan Deniz var diye izlemeyi düşünmüştür ama zaten Özcan Deniz kilit nokta bildiğiniz popüler filmlerdeki duruşu yok .
120 dakika boyunca 3 veya 4 cümle kurmuştur sadece görüntüden ibaretti . Filmden çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Araf bir sinema filmi olmaktan çok öte... Oyunculuklar şahaneydi özellikle Neslihan Atagül’ün oyunculuğunu çok beğendim , bazı diyaloglar çok hoşuma gitti sanki film izlemiyoruz o anı birebir yaşıyoruz gibi hissettim. Film ağır tempoda ilerliyor , o kasveti ve ağırlığı çok güzel yansıtmış. Görüntü yönetmeni de
harika bir iş çıkarmış,çekimler oldukça başarılıydı. Üstelik Neslihan Atagül Altın Koza ödül töreninde en iyi umut veren kadın oyuncu ödülünü, Barış Hacıhan da umut veren erkek oyuncu ödülünü aldı. Yani filmi gündemde tutabilmek için sevişme sahneleri iki gün sürdü gibi sözlerle gündemde kalma çabalarına gerek yokmuş film zaten senaryosuyla ,oyunculuğu, görüntüsüyle , ödülleriyle gündemde ancak şunu tekrar söylemeliyim ki : Yeşim Ustaoğlu’nun daha önceki filmlerini izlemediyseniz sıkılabilirsiniz .
İnceleme: Merve Altun
m.altun@kalemsizdergi.com
Bahar'dan Eylül'e Kadar- Melek Akçicek Murat, yüreğini yaka kavura kendine, Nalân’a ve Bahar’a olmasını istediği gibi bir kader çizdi. Aşkının adını yüreğinin derinliklerine kazırken onun adını milli piyangonun büyük ikramiyeyi açıkladığı gün Balıkesir’de yaşayan herkes duydu. Duymadıkları, Bahar’dan Eylül’e kadar olan kısmıydı. Bahar’la Eylül’ün yüreklerinde iz bırakan ise Tamer’le başlayıp Tamer’le biten ölümsüz bir aşk hikâyesiydi. Bu hikâye yaşandığı gibi yazıldı yazıldığı gibi de bitti.
Merve Uludil m.uludil@kalemsizdergi.com
Kalbinde Bir Yer Aç Bora'nın Kitabı – Ayşe BİR MELEK İLE BİR Kulin BAŞ BELASI - Susan Önce gerçeğimi kendime ettirirken yoruldum! Elizabeth Phillips kabul Sonra gizlerken... Daha sonra Gracie Snow, efsanevi eski futbolcu Bobby Tom Denton’ı ne pahasına olursa olsun Teksas’a sürükleyerek ilk filminin çekimlerine götürmekte kararlıdır. Ama 1957 model bir T-bird sahibi, egoist bir kovboyu evcilleştirmek Ohio’lu bu utangaç genç hanımın altından kalkamayacağı kadar ağır bir görev gibi görünmektedir. Son derece yakışıklı ve çekici olmasına rağmen Bobby Tom’un bir film yıldızı olma konusunda şüpheleri vardır ve bir türlü aklından ve hayatından çıkaramadığı bu patronluk taslayan ufak kadınla işbirliği yapmaya yanaşmamaktadır. Böylece baş belası Bobby Tom işbirliği yapmaktansa tekdüze bir hayat süren Gracie’yi vahşi bir kediye çevirmeye karar verir. Ama kötü çocukların saklanamayacağı kadar küçük bir kasabada melek yürekli bir vahşi kediden daha tehlikeli bir şey olamayacağını hesap etmemiştir. İki unutulmaz insan sevgiyi, kahkaha atmayı ve tutkuyu keşfederken ve sadece cennette var olabilecek bir birliktelik doğmak üzereyken kıyamet kopacaktır. “Susan Elizabeth Phillips’in adından söz ettirdiğini göreceksiniz!” -LaVyrle Spencer
yüzleşirken... Kendim olmaya hakkım olduğunu anladığımda... Kendimle barışırken... Gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye çalışırken... Benim gibi binlerce, on binlerce insanın var olduğunu öğrenirken... Yoruldum!” Acımasız günlerin gölgesinde geçen çocukluğunun yaralarını sarmak ve geçmişini silmek için İstanbul'a gelen genç bir adam: Bora. Tam hayatını değiştiren aşkı bulup umudu yeşerdiğinde, geçmişi yeniden karşısına çıkacak ve kendi öyküsünü anlattığı Bora’nın Kitabı onu bir girdabın içine sürükleyecek. Gizli Anların Yolcusu'ndan tanıdığımız Bora'nın hazin öyküsüyle Ayşe Kulin, sadece genç bir adamın kişisel var oluş mücadelesini değil, bu coğrafyanın zorlu koşullarında bir insan, bir âşık, bir birey olabilmenin imkânsızlığını da anlatıyor.
Sessiz Çığlık – Osman Aksu Lebed bir daha sırıttı. “Belki hatırlamana yardımcı olabilirim… Mesela hemen şimdi burada, gözlerinin önünde şu tatlı kızının ırzına geçebilirim. Bu belki unuttuklarını hatırlatır?..” Ondan tek istenen eski Gürcü lider Mashadov’u teşhis etmesiydi… Emekli MİT ajanı Yavuz Çetin bu görevi kabul ettiğinde St. Petersburg’da güzel sevgilisi Tatyana’yla yolarlının kesişeceğini nereden bilebilirdi? Peki, Tatyana’nın sakladığı sırrı öğrendiğinde hayatının değişeceğini? CIA, FSB ve Gürcüler arasındaki tehlikeli oyunda hem kendini hem de sevdiklerini kurtarmak için her şeyi yapacaktı…
17-18
Kültür Sanat • Kitap
Sen Yokken – Güneş Demirel
***Aşka Dair – İskender Pala
Her insanın aynalara gösterdiği sadece bir yüzü, Kimseye söyleyemediği bin hüznü vardır...
Aşkın başlangıcı ”görme”, sonucu ”bakma”dır. İlk görüş anında başlayan ilginin sırasıyla sevgiye, bağlılığa, kalbin erimesine, tutkuya, özleme ve nihayet aşka dönüşmesinin bir tek gayesi vardır; sevilenin yüzüne bakabilmek, o ilk görüş anının lezzetini ve hazzını derece derece artırarak kemale erdirebilmek. Görmekten bakma derecesine yükselebilmek için aşkın bin bir türlü tecellisi, sayısız çile durağı, firkat, hicran ve hasrete adanmış elemleri vardır ki, bunların her biri âşıkı kabalıklarından yontar, ruhunu arıtıp billurlaştırır ve en son noktada doya doya ”bakma” eylemi için onu hazırlayıp sevgili huzuruna çıkartır.
Mevlana Kardeş gibi büyüyen, hayatlarını çocukluklarından beri ayrılmaksızın geçiren Çiçek ve İpek de içlerinde binlerce hüznü barındırıyorlardı. Her daim birbirlerinin sırdaşı, dert ortağı, en büyük dayanağı olan bu iki genç kadın öylesine güçlü bir dostluğa sahiplerdi ki ölümün koyduğu engelleri bile aşacaklardı.
Aşkın ”bakma”dan sonraki durağı ”tapma” yani sevenin sevilene kul olmasıdır.
Kara Leke - Jussi Adler Olsen Rorvigdeki bir yazlık evde iki ceset bulunur. İki kardeş feci bir şekilde öldürülmüştür. Şüpheler lüks bir özel yatılı okulun, kutladığı şiddet dolu eğlencelerle tanınan bir grup genç öğrencisi üzerinde yoğunlaşmış, cinayetten ancak yıllar sonra aralarından biri her şeyi itiraf etmiştir; hem de tam yirmi yıl sonra. Aydınlatılmamış dosyalarla uğraşan Özel Q Şubesinden Carl Morck tatilden döndüğünde, asistanı Hafız el Esat bu eski Rorvig dosyasını burnuna dayar. Dosyanın neden yeniden ortaya çıktığını kimse bilmemektedir. Çünkü bu dosya çoktan aydınlatılmıştır. Sanki dosyanın tekrar açılmasını isteyen birileri vardır. Soruşturmayı yürütenler, en yüksek merciler tarafından dosya üzerinde çalışmaları yasaklanınca, işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlarlar. Olayların izleri bir yandan toplumun en yüksek katlarına, borsa komisyoncularının, armatörlerin ve estetik cerrahların dünyalarına kadar uzanmakta; diğer yandan çok aşağılara, sokaklarda yaşayan Kimmieye kadar inmektedir. Dışarıdan bakıldığında granit kadar sert olan, ama ruhu kanayan bu kadın, son derece etkili üç adamı bir faciaya götürebilecek şeyleri biliyordur. Hesaplaşma zamanı gelmiştir artık... İskandinav cinayet yazını hayranlarının kesinlikle okuması gereken bir roman!
Sisler Prensi - Carlos Ruiz Zafon Yıl 1943... Savaş rüzgârları Avrupa’yı kasıp kavuruyor. Max Carver ve ailesi büyük kentten ayrılıp küçük bir sahil kasabasına taşınmaya karar verir. Kısa bir süre sonra taşındıkları yeni evde garip olaylar yaşanmaya başlar. Max bahçede boy boy ürkünç heykeller bulur; kız kardeşi sürekli kâbuslar görür; garip sesler duyar; bir kutu dolusu eski film geçmiş yıllara bir pencere açar. En korkuncu ise evin eski sahiplerinin erkek çocuğunun esrarengiz şekilde ortadan kaybolduğu söylentisidir. Max, kız kardeşi Alicia ve arkadaşları Roland, korkunç bir öyküyle karşı karşıya kalırlar...
***Masumiyetin İçin Savaş Tess Gerritsen Masum olduğu kanıtlanana kadar o bir suçluydu... Miranda Wood evine geldiğinde, ayrılmak istediği yasak aşkını yatağında ölü bulur. O şimdi insanların gözünde hem tanık hem de şüpheli durumundadır. Kimliği belirsiz bir adam tarafından kefaleti ödendiğinde ise dikkatleri daha da üzerine çeker. Miranda suçsuzluğunu ispatlamak için çabaladıkça, kendisini karanlık bir bataklığın içinde bulur. Şantaj ve sıra dışı skandallar ortaya çıktıkça gerçeğe daha da yaklaştığını hisseden Miranda, katil tarafından takip edildiğini fark eder. O, katil için büyük bir tehlikedir ve bu tehlikenin ortadan kaldırılması gerekiyordur… Masumiyetini kanıtlamak için verdiği mücadelede sevgilisinin hayatına dair öğrendiği sırlar Miranda’nın kurtuluşu olabilecek midir?
***İpek Evi (Yeni Bir Sherlock Holmes Macerası) - Anthony Horowitz Arthur Conan Doyle Vakfı 125 yıllık tarihinde ilk kez yeni bir Sherlock Holmes romanının yayımına onay verdi. Önceki romanlarıyla New York Times bestseller listelerinde zirveye yükselen Anthony Horowitz'i İpek Evi'nin yazarı olarak seçti. Bir kez daha "Av Başladı." Londra, 1890. 221B Baker Caddesi. Yassı kasketli tuhaf bir adam tarafından tehdit edilen Edmund Carstairs, Sherlock Holmes ve Dr. John Watson'ı ziyaret edip yardımlarını ister. Holmes ve Watson istemeden de olsa kendilerini derin bir uluslararası komplonun içinde bulurlar. Yeraltı dünyası, Londra'nın loş sokakları, keşhaneler... İpek Evi çıkmaya başlar. Nedir bu İpek Evi? Duvarlarının ardında neler olup bitmektedir? İpek Evi'nin korkunç gizemi, "son" Sherlock Holmes macerasında...
19-20
Kültür Sanat •Festivaller BEYOĞLU 6.SAHAF ESTİVALİ
Kitaplar…Her bir sayfası başka bir dünyaya açılan pencere. Belki de boğuk ve kasvetli yaşamımıza yeni bir soluk. Hayat, uzun bir yolculuksa kitaplar da bu yolculuktaki duraklar olabilir. Kimi zaman yanlış yöne gittiğimizi hatırlatıp doğru yola sürükler. Kimi zaman hayatımızı değiştirebilir. İşte bu sebeple düşeriz sahaf yollarına. Bir umut deriz, belki ‘bu sefer’ olacak umuduyla. Bu yıl altıncı kez düzenleniyor Beyoğlu Sahaf Festivali ülkemizin farklı yerlerinden birçok sahaf katılıyor. Sahaf festivali denince muhtemelen aklınıza sadece kitaplardan oluştuğu düşüncesi gelecektir. Kitaplardan haricinde plaklar, dergiler, film afişleri, kartpostallar, çerçeveler. Eğer antika tutkunuz varsa biraz da yetmişlerde kaldıysa bir tarafınız tam size göre diyebilirim. Kırk yıl geriye gitmek bir anda hiç de fena olmasa gerek. Sahafları dolaşırken arkada yetmişli seksenli yılların unutulmaz parçaları yine o döneme ait film afişleri, o dönemi yansıtan İstanbul fotoğrafları. Tam anlamıyla zaman içinde ufak bir seyahat. Kitapları araladığınızda altı çizilmiş birkaç cümle sizi bekliyor olabilir. Biri sevdiğinin adını yazmıştır, kimi ise çocuğunun adını yazmış olabilir. Anılar karşılayacak sizleri. Meraklıları için bulunmaz bir fırsat. Ayrıca söylemeden geçmeyeyim, foto-romanlar var. Bir zamanlar çok okunurdu. Karikatür dergilerinin eski sayıları da sizleri selamlayacaktır orada. Festival 14 Ekim tarihine kadar sürecek. Bence hiç kaçırmadan gidin bir göz atın. Tozlu raflar ‘tozlu’ olmaktan çıksın artık…
FİLMEKİMİ
Filmekimi her yıl adından anlaşılacağı üzere ekim ayının ilk haftasında sinemaseverlerle buluşur. Genellikle Avrupa ve Amerika sinemasının etkisinde geçse de özellikle son dönemlerde Ortadoğu filmlerine de yer veriliyor. Geçen sene İranlı Cafer Panahi’nin çektiği ‘Bu Bir Film Değil’ adlı yapıt adından sıkça söz ettirmiş ve çok beğenilmişti. Genelde sanatsal nitelikte değerlendirdiğimiz filmler yer almaktadır. Söz gelimi ülkemizde birkaç kişinin gidip de beğenmediği ‘Artist’ dünyada en çok beğenen filmler arasındaydı. Bu yıl da toplamda 39 film gösterimde olacak. İlk kez geçen sene İstanbul dışında da festival düzenlendi. Festivalin biletleri günler öncesinden tükense de filmlere festivalden sonra ulaşmak mümkün olacaktır. Bu sebeple bu yıl için sizlere birkaç öne çıkan filmden bahsedebilirim. Michael Haneke’nin ‘Amour(Aşk)’ filmi şu an öne çıkan filmlerin başında geliyor. Cannes Film Festivali’nde de birçok ödül aldı. Ardından Benh Zeitlin’in çektiği ‘Düşler Diyarı’ filmi geliyor. Ayrıca Madonna’nın çektiği ‘W.E.’ filmi ile Fatih Akın’ın ‘Cennetteki Çöplük’ filmi de yer alıyor. Sinemaseverlere duyurulur.
Erdem Kurt e.kurt@kalemsizdergi.com
G端ncel ->
21-22
BAĞLAMALAR S Neşet Ertaş türkü demek; binlerce yıldır söyleyen ve söylenecek olan... Neşet Ertaş bağlama demek; binlerce yıldır çalınan ve çalınacak olan... Elbette türkü ve bağlama diyince akla gelen ilk isimlerden olan Neşet Ertaş’ı, bir üstadımızı, ozanımızı geçtiğimiz günlerde son yolculuğuna uğurladık. Peki kendimize hiç sorduk mu kimdir Neşet Ertaş, neden bu kadar yankı uyandırdı? Belki bilenler dahi bunun farkında olamadı ama türküler ve bağlamalar çok farklı, Bozkırın Tezenesi yok artık… *Neşet Ertaş, 1938'de Kırşehir'de doğdu. *Çocukluğu Kırtıllar Köyü’nde geçen Ertaş, müzikle babası saz ustası Muharrem Ertaş sayesinde ilkokul yıllarında tanıştı. Önce keman, ardından bağlama çalmayı öğrendi. Babasıyla birlikte yörenin düğünlerinde saz çalıp türkü söylemeye başladı. *Profesyonel müzik hayatına 1950'li yılların sonunda İstanbul'a gidişiyle başladı. İlk plağı "Neden Garip Ötersin Bülbül"ü işte bu yıllarda kaydetti. Çok sevilen plağın ardından yenileri geldi, konserler başladı. *Halk ozanı bir süre sonra yeniden İç Anadolu'ya döndü ve Ankara'ya yerleşti. *Sağlık sorunları nedeniyle kardeşinin yanına, Almanya'ya giden Ertaş'ın 23 yıllık vatan hasreti de başlamış oldu.
MEKANIN
CENNET
O
SUSKUN ARTIK
OLSUN
*2000 yılında İstanbul'da verdiği konserle yeniden ülkesinde sahneye döndü. Gurbet yıllarında kendisine Erdoğan Atakar tarafından takılan "Bozkırın Tezenesi" lakabı halk ozanıyla adeta bütünleşti. *Süleyman Demirel zamanında kendisine sunulan 'devlet sanatçılığı' unvanını; "Halkın sanatçısı olarak kalmak, benim için en büyük mutluluk" diyerek geri çevirdi. *UNESCO tarafından "yaşayan insan hazinesi" kabul edilen Ertaş, İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından fahri doktora ödülüne layık görüldü. *Ve maalesef 25 Eylül 2012 tarihinde İzmir'de tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Aslında bu bilgilere bakınca sadece kariyer gözümüze çarpıyor. Ama aslında ozanımız, abimiz bunun çok daha üstünde biri. Gerek düşünceleri, gerek şarkıları zaten fazla söze gerek bırakmıyor. “Ah yalan dünyada,yalan dünyada, yalandan yüzüme gülen dünyada...” Neyden söz etmeliyiz türkü babamız için? Sazından mı, sözünden mi, sesinden mi yoksa insanlığından mı? Büyük ustalığından mı? Diller, sazlar, türküler şimdi suskun.
BÜYÜK
USTA.
HAYVANLARA UYGULANAN Ş Hayvanları ister sevin, ister sevmeyin. Ama vicdanı olan hiçbir insan hayvana şiddet uygulamaz. Şiddet her geçen gün artarak büyüyor. İnsanlar küçük yaşlarda "hayvana şiddet" uygulamaya başlıyor ve daha sonra bu durum "insana şiddet" olarak devam ediyor. Korumasız hayvana karşı işlenen her türlü şiddet içerikli eylem uygun ortamda ve ilk fırsatta insana uygulanacağı bilimsel olarak açıklanmıştır. Kişi bu eğilimini, gücünün yettiğine yöneltir. Sıranın sana ne zaman geleceğini elbette bilemem ama tepki vermemeye ve sesini yükseltmemeye devam edersen önce semtindeki hayvana sonra kapı komşunun çocuğuna ve sonra.... Ülkemizde yakın zamanda haberdar olduğumuz hayvan tecavüzünün maalesef yetkili kişilerin söylediği şekliyle de "cinsel ihtiyaç" adı altında kapatılmaya çalışılması çok acıdır. Çünkü bu sapıklıktır ve bu insanlar için de büyük bir tehlike ve tehdit oluşturmaktadır. Yaşadığınız yerde bir hayvan tecavüzcüsü yaşıyorsa asla güvende değilsiniz. Ülkemizde çocuk ve hayvan tecavüz vakaları farklı nedenlerden dolayı üzeri örtülmekte olduğundan, şuan bu suçların korkunç rakamlara ulaşmış olduğunu görüyoruz. Genel manada toplum tarafından, hayvanla cinsel ilişkide bulunan bir erkek zihinsel rahatsız, seks suçlusu ve uyuşturucu suçlarla bağlamlı olduğu düşünülmekte. “Hayvanlar ve insanlar aynı şekilde ıstırap çeker ve ölürler… Çekilen acı aynı, kan dökülmesi aynı, ölümün kokusu aynı, yaşamın küstahça, acımasızca, zalimce çekip alınışı aynı… Bunun bir parçası olmak zorunda değiliz.” Dick Gregory
Şiddet fotoğraflarını görünce gözlerim doluyor ve mümkün olduğunca bakmamaya çalışsam da bu fotoğrafları olabildiğince yayıp daha duyarlı bir toplum olma konusunda birkaç adım atmalıyız. Fotoğraflara bakarken en çok dikkatimi çeken noktalardan biri de bunu yapan insanların(!) bu denli soğukkanlı olması.. Zerre kadar kıymeti olmayan bir kadın kürk giysin diye elektirikli joplarla işkence gören, kürkleri parçalanmasın diye ağızları kerpetenle kapatılan , gagalarının kopartılmasından pençesiz bırakmaya, kulak parçalamadan kuyruk kesmeye kadar eğlence adı altında bu canlıların çektiği acının bir kıymeti var mı?
Şimdi bizler kadar yaşama hakkı olan sevimli can dostlarımıza "eğlence", "hobi", "ihtiyaç" adı altında yapılan zulümleri inceleyelim.. Köpek Dövüşü Genellikle "bull ve terrier" ırkları dövüştürülmek için yetiştirilmiş köpeklerdir. Çünkü bu ırkların çok yüksek acı eşikleri vardır. Dövüşlerde kullanılan köpekler kafeslere kapatılır ya da zincirlenirler. Saldırgan kalmalarını sağlamak için aşağılanır ve aç bırakılırlar. Birçoğuna steroid (performans arttırıcı) verilir ve dişleri sivriltilir.Köpek dövüşçüleri köpeklerin yemeklerine böcek ilacı katar ve kürklerinin tadının diğerlerine kötü gelmesini sağlarlar. Aynı zamanda başka köpeğin koparmasını engellemek için kulaklarını keser. Artık köpek dövüşçülerinin işine yarayamaz hale geldiklerinde ise asılıyorlar, dövülüyorlar, ıslatılıp elektrik veriliyor, boğuluyorlar ya da başka acımasız yöntemlerle öldürülüyorlar.. Bu adamlar köpek dövüşlerini kazanan köpeklerin yavrularından da para kazanabilmek için üretirler.İşin diğer kötü tarafı ise dişi köpekler, erkek onları hamile bırakırken karşı çıkmalarını engellemek için ' tecavüz askılarına' bağlanır.
ŞIDDETE VE TECAVÜZE HAYIR! Horoz Dövüşü
Organizatörler diğer horozların tutmasını engellemek için ibiklerini, gerdanlarını keser ve genellikle tüylerini yolarlar. Mücadele azaldığında gagalarını çeker, sırtlarını yumruklar ve mücadeleyi yeniden alevlendirmek için onları kafa kafaya tutar . Ardından horozları tekrar pit'e koyup içlerinden biri ölmeye yakın veya ölene dek dövüşü devam ettirirler. Kaybeden horozlar hala hayatta olmalarına rağmen dövüş alanındaki bir çöp kutusuna atılırlar. İşte onların sonuda bu şekilde..
Trofe Avcılığı
Av çiftlikleri veya avlanma bölgesi olarak hazırlanan özel arazilerde avcılar yerli ve egzotik türleri öldürmek için "trofe avına" para öderler. Avlanan bu hayvanlar tel örgüyle çevrili alanlarda tutulduğu için kaçma, karşı koyma veya hayatta kalma şansları olmaz. Avcılar bu hayvanları yalnızca kafalarını ve boynuzlarını duvara asmak ve yemek için öldürür.
Sirkler
Fiziksel cezalandırma ve şiddet sirklerdeki eğitim metotlarının temel bir parçasıdır. Hayvanlara kendileri için hiçbir anlam ifade etmeyen numaraları/hareketleri yapmaları için defalarca dövülür ve kırbaçlanırlar. İki ayağı üzerinde dans eden fil, ateşle kaplı çemberden atlayan kaplan, üzerine değişik kıyafetler giydirilmiş ve çeşitli akrobatik hareketler yaparak insanları eğlendiren köpekler bu hareketleri isteyerek mi yapıyor dersiniz, sizce bu hayvanlar gerçekten mutlu mu? Neden ve nasıl bu hareketleri yapıyor diye düşündüğümüzde ortaya hiç hoş olmayan bir tablo çıkıyor.
Özge Özgüner o.ozguner@kalemsizdergi.com
BU ZALİM SEKTÖRE DESTEK OLMAYALIM Neler Yapabilirim? • Satın aldığınız, hayvanlar üzerinde test yapılan ürünleri geri iade edin ve bunları neden satın almayacağınızı açıklayan bir mektup gönderin.( Hayvanlar üzerinde deney yapmayan firmalar bunu gururla açıklıyor ve hayvanları kobay olarak kullanmayan şirketlerin listesine rahatlıkla ulaşabilirsiniz.) • Sirklerde, hayvanat bahçelerinde ve diğer eğlence merkezlerinde tutsak edilen bu canlıları korumak için sesimizi yükseltmemiz gerekmektedir. Bu tarz faaliyetleri desteklemek yerine doğa gezintileri, spor aktiviteleri vs. yapmak daha uygun olur. Bizler desteklemezsek bu merkezlerin hiçbiri olmaz öyle değil mi? • Pet-shoplardan birer hayvan edinmek yerine barınaklara gidip oradan hayvan almamız daha uygun. Bakamayacağımız hayvanları almayalım. Biz almazsak belki bakabilecek biri alır. • Hayvanlara eziyet edilmesi insanlıkla bağdaşmaz. Öte yandan bu davranış yasalarımıza göre suçtur. Bu suçu işleyenleri uyaralım. • Avlanmak isteyenlere engel olalım. Bu maddeler yapabileceklerimizin başlıcaları lütfen bu durum karşısında kayıtsız kalmayalım. Bizler gibi onlarında yaşama hakları var.. Eğer yaşadığınız mahallede hayvanlar sizden korkmuyorsa gerçekten mükemmel bir yerde yaşıyorsunuzdur
• Güncel
Sokakları Cansız Bırakmak ? Oktay Yenitürk o.yeniturk@kalemsizdergi.com
Bir kaç haftadır sosyal medyada ilgimi çeken bir haber dönüyordu “Kanlı Yasa” başlığı altında. İlgilmi çekmişti, ben de biraz araştırdım. Sizler için ise dergimizin bu sayısında böyle bir sayfa hazırladım. Önce kanlı yasanın ne olduğundan bahsedelim. (Kanlı yasa demek biraz ağır bir hitap şekli oldu bunun yerine sokak hayvanları ile ilgili yeni teklifi de diyebiliriz.) Bu yasa teklifi, Avrupa’daki gibi sokaklarda tek bir köpek ve kedi bırakmayacak, onları barınaklara kapatacak olan bir yasa teklifi. Yani 5199 sayılı yeni yasa tasarısı sokaklarınızı cansız bırakın, sevginizi çöpe atın diyor.
Peki bunu neden istemiyoruz ?
Bizim neslimizin çocukluğunun çok büyük bir kısmı sokaklarda geçmiştir. O sokaklarda bizden başka canlılar da vardı. Şimdi onların yok olmasını istemiyoruz. Çünkü bize bu yasa ile ilgili bir maddede “Sahipli ve sahipsiz hayvanları belediye sınırları içerisinde başıboş bırakmak yasaktır.” cümlesi yer alıyor. Bunun karşılığı ise yazının başında da dediğim gibi Avrupalı’laşmaya varıyor, sokaklarda kedi, köpek göremeyen bir Türkiye’de yaşayan vatandaş ne kadar bu durumdan mutlu olur çelişkili. Bir sebebi ise doğa. Doğanın dengesi mükemmel bir şeydir ve doğa tüm canlıların bir arada yaşamasını emreder. Tüm canlıları birbirine bağlayan bir bağ var ve bu bağ mecburidir. Hayvanları sevelim yada sevmeyelim kabul etmek zorunda olduğumuz bir gerçektir bu. Daha başka bir sebep ise barınaklar. Genelde biz halk olarak barınağa gidip “aaa bu hayvan çok güzel, hadi bunu sahiplenelim” demeyiz. Bunun yerine “Petshop” adı verilen daha süslü püslü hayvanların satıldığı yerlerden hayvan ‘satın alırız’. Şöyle bir gerçek var ki bizim petshop denilen hayvan mağazalarına olan ilgimiz barınaklarda olan hayvan ilgisini azaltıyor. Ve eskiden bile barınakta iyi bakılamayan hayvanlar şimdi nasıl daha iyi bakılabilir ki ? Bu da bir güvensizlik yaratıyor. Son bir neden daha ise kültürümüzde Osmanlı Devleti’nden gelen bir hayvan sevgisi ve hayvanları koruma hakları vardır. Açtığı 26.000 üzerinde vakıfla, diğer birçok konu gibi sosyal yardımlaşma konusunda da batıya örnek olmuştur. Bu vakıflar sadece yoksullar, yetimler, hastalar için değil sahipsiz sokak hayvanları için de kurulmuştur.
Son Olarak
Biz gerçekten bu tasarıyı istiyor muyuz bir kendimizi sorgulamamız gerek. Daha detaylı bilgiyi Haytap isimli kuruluştan alabiliyorsunuz. Bu yasa tasarısı sokak hayvanlarını değil, evinizde bulunan hayvanları da alacaktır, unutmayınız. Ben bu konudan rahatsız olduğum için bu ay sayfamı buna ayırdım. Sizlerin olumlu/olumsuz düşüncelerini o.yeniturk@kalemsizdergi.com adresine veya oktayusx@gmail.com adresine mutlaka beklerim.
27-28
KIRMIZI Kırmızı, iştah açar. Dünyadaki ünlü gıda firmalarının hepsinin logosunun kırmızı olduğunu hayretle fark edeceksiniz; Coca Cola, Pizza Hut, McDonald's, Ülker, Burger King. Bu listeyi binlere çıkarabilirsiniz. Kırmızı tansiyonu yükseltir ve kan akışını hızlandırır. 'Peki, boğalar niye kırmızı renge saldırıyor?'cevabı ise ilginç; maymunların dışında, araştırılan hayvanların hemen hepsi siyah-beyaz görmektedir. Yani boğalar da renk körüdür. Kırmızıya değil, kendilerine sallanan koyu renkli beze saldırırlar.
RENKLERİN HAYA
Elbise seçerken, araba alırken, evimizi döşerken fark etmede ken huzur duyar, çiçeklerle bezenmiş bir bahçede ise heyecan hemen kalkarız? Neden sarışın insanlar bizde “dikkat çekici a Renklerin insanlar üzerindeki etkisi hiç de yabana atılır cinst se de uzmanların elde ettikleri dikkat çekici sonuçların bu Renkler, kendi dilleriyle karşınızdakine, muhatabınıza sizin kar kisini fark eden batılı şirketler, bunu iş hayatında sıklıkla kulla yaydıkları titreşimler yoluyla değişik hormonlar üzerinde farklı fonksiyonlarımızı etkiledikleri artık kanıtlanmış bir gerçektir. len bir tedavi yöntemi bile geliştirilmiştir. Hayatımızı şekillend renkler ve marifetleri saymakla bitmez. İşte renklerin dünyas
KAHVERENGİ Kansas Üniversitesi Sanat Müzesi'nde bir araştırma için halının altını elektronik bir sistemle donatmışlar; duvar rengini beyaz ve kahverengi olarak değişebilir yapmışlar. Arka fon beyaz kullanıldığında, insanlar müzede yavaş hareket etmiş, daha uzun süre kalıp, daha fazla alanda dolaşmışlar. Arka fon kahverengiye döndüğünde ise, insanlar müzede çok daha hızlı hareket edip, daha az alan dolaşmış ve müzeyi çok daha kısa sürede terk etmişler. Dikkat ederseniz dünyadaki fast-food restoranlarının hepsinin sandalyeleri ve masaları kahverengi, duvar boyaları ise kahverengi-şampanya-pembe karışımıdır. Hiçbir fast-foodcunun duvarını beyaz göremezsiniz. Burger King, Kentucky Fried Chicken ve benzer fast-foodlar yıllardır bilinçli olarak tüm duvarlarını baştan aşağıya kahverengi ağaç kaplama yaparlar.
MAVİ Freud, maviyi sakin diye niteler tansiyonu düşürdüğünü söyler. taşların kanın akışını yavaşlattı zar boncuğu o yüzden mavi taş bir renktir, Batı'da bu etkisi yü azaltmak için köprü korkulukla lar. Mavi ve özellikle lacivert kozm kabul edilir; sonsuzluğu, otori çağrıştırır. Uluslararası toplant başkanları lacivert takım elbise ki firmaların yarısından fazlası kullanırlar. Aynı şekilde Bill Clin ifade vermesinden önce mavi kra bronz karışımı bir şekil ve rengi layın. Daha çok altını ve parayı
SİYAH Siyah, gücü ve tutkuyu temsil eder. Hırsın da bir ifadesidir. Bizde ve Batı'da siyah, matemi simgelerken Japonya'da mutluluğun simgesidir. Fonda kullanıldığında karamsarlığı çağrıştırır. Işığı yok eder. Konsantrasyonu en çok getiren renktir. Einstein'in konsantre olabilmek için perdeleri siyah, gün ışığı olmayan bir odaya girip ve bu şekilde düşündüğü söylenir.
ATIMIZDAKİ YERİ
en seçimimizi neler etkiler? Neden boş boş denizi seyredernlanırız? Neden bazı restoranlarda acele acele yemek yer de ama havai” izlenimi uyandırır? Hepsinin cevabı aynı: Renkler! ten değil. Her ne kadar 'zevkler ve renkler tartışılmaz' denu tartışmanın yapılmasında gecikildiğini açıkça gösteriyor. rakterinizi sizden önce anlatıyor. İşte renklerin yadsınamaz etanmaya başlamış ve çok da başarılı olmuşlar. Ayrıca renklerin, ı uyarıcı etkilerinin olduğu ve böylece ruh halimizi ve bedensel . Hatta renklerin etkilerinden hareketle “kromoterapi” denidiren, bizi kimi zaman neşeli, kimi zaman da düşünceli yapan sı, hayatımıza etkileri ve şirketlerin bunu nasıl kullandıkları
r. Faber Birren ise . Araplar ise mavi ığına inanırlar. Naşlıdır. Sakinleştirici üzünden intiharları arını maviye boyarmik bir renk olarak iteyi ve verimliliği tılarda tüm devlet giyerler. Dünyadalogolarında maviyi nton, büyük jüriye avat takarak, altın kullandığını hatırçağrıştırır çünkü.
YEŞİL Yeşil, güven verir. O yüzden bankaların logolarında en çok tercih ettikleri iki renkten biridir. Yatak odası için de rahatlatıcı bir renktir. Batı'da büyük otellerin mutfaklarında duvar renginin, aşçıların yeniliklerini arttırmak için yeşile boyandığı söylenir. Hastaneler de logo ve iç dizaynlarında yeşili tercih eder. Çünkü rahatlatıcı ve sakinleştiricidir. Tabiatı en çok hatırlatan renktir. Yeşil alanlarda insanların daha az mide ağrısı çektikleri tespit edilmiş. Sakız paketlerinde ve sebze satılan yerlerde de yeşil en çok tercih edilen renktir.
SARI Sarı, geçiciliğin ve dikkati çekiciliğin ifadesidir. O yüzden tüm dünyada taksiler sarıdır. Dikkat çeksin ve geçici olduğu bilinsin diye. Araba kiralama firmaları logolarında hep sarıyı kullanırlar. 'Ürün geçici, lütfen geri getirin' demek istiyorlar. O yüzden dünyada hiçbir banka ambleminde bildiğimiz sarıyı kullanmaz. (Portakal ve bronz ya da bakır kimi zaman yer alabilir) Paranın geçici değil, kalıcı olmasını isterler. Türkiye'de sarıyı logosunda baskın bir renk olarak kullanan tek banka, devlet bankası Vakıfbank'tır. Barış Melih Cayıt b.cayit@kalemsizdergi.com
MOR Mor, nevrotik duyguları açığa çıkardığı, insanları bilinçaltında korkuttuğu tespit edilen bir renk. BEYAZ Beyaz, istikrarı, devamlılığı ve temizliği simgeler. Bu yüzden üzerinde fazla şaibeler olanların, beyaz ağırlıklı kıyafetleri seçmelerinde yarar var. Beyaz elbiseler, sizin temiz olduğunuz imajını verir.
• Güncel
BÜYÜK ŞEHİRLER HEP BAŞKENT Mİ OLURLAR ?
Hepimizin bilincinde her ülkenin en büyük şehrinin o ülkenin başkenti olduğu güdüsü yer alır. Bunun sebebi ise başkent sözcüğünde bulunan “baş” sözcüğüdür. Bu söz zihnimizde başı çeken şehir anlamını kazandırır. İlgimi çeken bu konuyla ilgili bir araştırma yaparak, dünyada başkentlerinden büyük şehirleri olan ülkeler hakkında bilgi sahibi oldum. Bu araştırmamın sonucunda içerisinde İstanbul’un da olduğu güzel bir listeye ulaştım. Sadece dikkat çeken ülkelerin yer aldığı araştırmam şu şekilde;
Yukarıda tablo olarak gösterdiğim on üç ülke en dikkat çeken ülkeler. Tablodaki ülkeler dışında yirmi üç ülke de bu duruma uygun. Bu ülkeler; Belize, Benin, Bolivya, Ekvator, Ekvator, Fildişi Sahilleri, Filipinler, Hindistan, Kamerun, Kazakistan, Linçeyştayn, Malavi, Malta, Mikronezya, Monako, Miammar, Nijerya, San Marino, Sudan, Sri Lanka, Svaziland, Trinidad Tobago, Vietnam, Yeni Zelenda.
Aslında dünya üzerinde pek küçümsenmeyecek sayıda (36) ülkenin, en büyük şehirleri başkentleri değil. Bu durum ülkemizde de gördüğümüz gibi kötü bir durum değildir. Başkent dışında da büyük şehirlerin olması o ülkenin ekonomik dağılımını da göstermekte.
Mert ABAKUŞ mert@kalemsizdergi.com
EN ÖNEMLİ SERMAYE: ÖZ-GÜR-LÜK! Özgürlük, bireylerin dünya üzerinde sahip oldukları en değerli sermayedir. İnsan, belirli dogmatik sınırlamalar dışında özgür bir irade ile donatılmıştır. Allah, bu ölçütler dışında ‘iradeni serbestçe kullanabilirsin’ dercesine kişiyi özgür kılmıştır. Doğumundan belirli bir olgunluğa erişene kadar ailesine bağlı olarak yaşasa da insan, o süreç içerisinde özgürlüğün kapısını sürekli çalar, durur. Sabırsız bir kuş görüntüsü verir. Sürekli uçmak için çaba harcar, denemeler yapar. Yani bağımlı olsa da özgürlüğü tatmak, yaşamak ister. Çünkü insanın doğasında var olan bir olgudur ÖZGÜRLÜK. İnsanlar arasındaki temel özgürlük kavramlarını şöyle sıralamak mümkündür: İfade, fikir, davranış özgürlüğü ve duygusal özgürlükler. Bu tarz ciddi kavramlarda özgürlüğün kısıtlanmak istenmesi durumu çok değişik ve olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Öyle ki, kimi zaman kanunlar, yasalar. Kimi zaman ise toplumsal çevre, örfler ve adetler kısıtlama getirmektedir bireylere. Tüm bu kısıtlamaların sonucunda illa ki olumsuz bir durum baş göstermektedir. Ama insan bu! Özgürlüğünün sınırlandırılmasına göz yumamaz. Mutlaka karşıt tepki gösterir bu duruma. Sonuç olarak bana sorarsanız bireylerin özgürlükleri zorla elinden alınamaz, kısıtlanamaz ve baltalanamaz! En nihayetinde insan hür bir kuş misalidir, kafese tıkılmaya kat-la-na-maz! Barış Melih Cayıt b.cayit@kalemsizdergi.com
31-32
• Güncel
Osman Bülent Demirağ ile güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Karşılıklı olarak keyif aldığımızı düşünüyorum. Ancak yine de tanımayanlar için bir açıklama yapma ihtiyacı duyuyorum, kimdir bu “Osman Bülent Demirağ”? Kendisi 2000 yılı öncesine kadar mühendislik hizmetleri veren bir işletmenin sahibiyken yeterli kazancı sağladığını düşünerek hayallerinin peşinden gitmeyi kararlaştırmış ve hali hazırda altı yıldır bu hayalini gerçekleştirme fırsatı bulan bir kişidir. Bu maceradaki asıl amacını fotoğraf çekmek ve günlük tutmak olarak ifade eden Demirağ’a, www.mzunguosman.com/ isimli sitesinden ulaşabilir ve tecrübeleri hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.
1.) Şirket sahibi iken bir anda hayatınızı değiştirmişsiniz. insanlar bu tür şeylere çılgınlık olarak bakıyor. Siz dışarıdan bir gözle baksanız ne derdiniz? Herkes deli gözü ile baktı elbette. Hatta, rahmetli babam Avrupa’da herkesin bir psikologu olduğu beni de götürebileceğini ısrarla söylemişti. Bense dünyayı dolaşmaya başlamanın mutluluğu içindeydim. Diğerlerinin ne düşündüğü beni pek ilgilendirmiyordu açıkçası. Eğer ki bir idealiniz varsa ve buna canı gönülden inanıyorsanız, hemen harekete geçin. 2.) Bu gezilere başlamadan önceki hayatınızda işiniz dışında nelerle ilgileniyordunuz ? Yelken sporunu faal olarak yapıyor, fırsat buldukça kısa zaman dilimlerimde Avrupa’ya gezilere gidiyordum. Şirket sahibi birine göre olağan bir yaşantım vardı diyebilirim. 3.) Eski yaşantınızı özlediğiniz oldu mu ? Aslına bakarsanız özlemek istiyor muyum onu sormak gerek. Şu anki yaşantımdan oldukça memnunum. Hem istesem de gezmekten ve yeni rotalar hazırlamaktan eski yaşantımı özleyecek zaman bulamıyorum. 4.) Bu gezme merakı sizde nasıl oluştu, uygulamaya nasıl karar verdiniz ?
Biraz ruhunuz genlerinize işlemeli. Siz de bunun üstüne gitmelisiniz bence. Ben de gençken bile gezi türü yazılar, kitaplar okurdum. Haritalar üzerinde hayal kurardım. İlerde param olursa şuraya gideceğim, burada balık tutacağım diye hayaller kurarak yatardım her gece. Bir çok gencin hayalidir aslında. Ben sadece gerçekleştirdim. 5.) Çocukluğunuzda da böyle bir hayaliniz var mıydı ? Dedim ya genelde gezi kitapları okurdum onların etkisi büyük. Sanırım ‘40 Günde Devrialem’ kitabını okuyunca gezme merakı başladı. Sonra ise Macellan, Krıstofer Colomb ve Ibni Batuta da beni çok etkilemişti. 6.) Size göre en ilginç geleneklere sahip kültürler hangileridir? Bu kültürlerle ilgili okurlarımızla da paylaşabileceğiniz bir anınız var mıdır? Tabii çok anım var. Ancak bu anılar yazmakla bitmez. İnternet sayfamda gezilerimle alakalı birçok bilgiye ulaşabilirsiniz. 7.) Sizi, gezdiğiniz yerlerde en çok hangi kültür etkiledi ?
Tibet kültüründen ve Budizm’den çok etkilendim. Zaten Uzak Doğa bambaşka bir yer. Her bölgesinde ayrı bir kültür bir etkileşim var. İnsanı kendisine çeken mistik bir hava diyebilirim. Gidip görmenizi tavsiye ederim.
33-34
8.) Gezdiğiniz ülkelerde en çok hangi kültür bizim kültürümüze yakın geldi ? Malum yıllarca aynı devletin bayrağı altında yaşadığımız ülkeler var şu an. Örnek vermek gerekirse Ortadoğu ülkeleri. Ortadoğu ülkeleri bizim kültürümüze yakın geldi. Dediğim gibi aynı acıları, sevinçleri, savaşları hep birlikte yaşadık. Din olarak da ortaklığımız mevcut. Haliyle kendinizi orada evinizde hissediyorsunuz. 9.) En çok hangi ülkenin kültürüne kendinizi yakın hissettiniz, hangisi size uzak kaldı ? Dediğim gibi Tibet-Nepal kültürü bana çok hitap etti. Kendisine çekti. Ancak ne yazık ki Avrupa kültürü bana çok uzak kaldı. Avrupa her anlamda bizden farklı. Olumlu ya da olumsuz manada demiyorum. Ben pek ortak noktamızı bulamadım sadece. 10.) Seyahat sırasında yanınızdan ayırmadığınız eşyanız var mı ? Küçük ve çok işlevli bir çakı, el feneri, balık tutmak için olta takımı. He bir de unutmadan her seyahatte yanıma muhakkak bir kitap alırım. Uzak yerlerde yalnız kalmamak için. 11.) Günlük yazıyorsunuz. Peki bunları kitap haline dönüştürmeyi planlıyor musunuz ? Planlıyorsanız aklınızda bu kitaplaştırma hakkında bir zaman var mı? lük kaç ten len.
Tabi ilk gezimden itibaren güntutuyorum. Kitabım da hazır sayılır. Bir ülke daha var onlara da gidip geldiksonra kitabım baskıya girer muhtemeHepinizin okumasını da isterim. (Gülüyor.)
12.) Gezdiğiniz yerlerde başınıza gelen ilginç olaylar yaşadınız mı ? Gezilerde tabi çok ilginç ve tehlikeli olaylar yaşadım. Örneğin en son gezimde Xi'an /Çin’de protestocular kaldığım oteli yaktılar. Biz de canımızı zor kurtardık. 13.) Gezdiğiniz ülkelerde zaman zaman siyasi çatışmalar iç savaşa dönüştü bunlardan nasıl etkilendiniz ? Elçilikler güvenlik konuşunda yardımcı oldular mı ? Tabi karşılaştım bu konuda elçiliklerimiz ciddi şekilde yardımcı oluyor. Son olarak mesela Arap Baharı’ndan etkilendim diyebilirim. Sağ olsunlar en ufak bir tehlikede bizim yardımımıza koşuyorlar. 14.) Gezdiğiniz yerlerde sürekli yaşamayı düşündüğünüz bir ülke oldu mu ? Sürekli yaşamayı düşündüğüm oldu tabiî ki. Goa/Hindistan ya da Uganda da yaşayabilirim. Neden olmasın. Oraların da beni kendisine çeken bir yönü vardı.
15.) Sizi etkileyen yerler sıralamasında ilk beş yer neresidir ? Alaska’da buzullar, Patagonya’da Ant Dağları, Hindistan’da Rishkes, Nepal’de Pokhara ve Namibya’da Kalahari Çölü. Enteresan bir liste oldu farkındayım. (Gülüyor.) 16.) Aslında çoğu insanın hayalini gerçekleştiriyorsunuz, o insanları dünya turu yapması için heveslendirecek bir kaç cümleniz var mı ? Her şey para ce. Kendinize zaman de bir ay öncelikle ğusundaki ülkelere
değildir benayırıp senedünyanın dogidin derim.
Size çok teşekkür ederiz öncelikle bize zaman ayırdığınız için. Böyle keyifli bir röportaj için teşekkürler. Hoşcakalın. Ben de çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın. Esen kalın.
Merve Uludil m.uludil@kalemsizdergi.com
k d
Web : www.kalemsizdergi.com | Twitter : Twitter.com/KalemsizDergi | Facebook : Facebook.com/KalemsizDergi