Y覺l : 2 - Say覺 :13
Editörden Merhabalar değerli Kalemsiz Dergi okurları, yeni bir sayı ile daha sizlerin karşısındayız. Dile kolay on üç sayı oldu. Bir aylık sürenin ardından yine sizlerle olmanın heyecanını yaşıyoruz. Ekibimiz ile birlikte on üç sayıdır olduğu gibi çok çalıştık, emek verdik. Gayemiz, siz kıymetli okuyucularımızın karşısına hep bir öncekine göre daha iyi bir şekilde çıkmak. Bizi bu yolda yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederiz. Kalemsiz Dergi, emin adımlarla yoluna devam ediyor. Sosyal medyada her geçen gün daha çok takip ediliyor. Üniversitelerdeki arkadaşlarımızın çalışmalarıyla kampüslerde artık çok daha güçlüyüz ve biliniyoruz. Yakında bizleri çok farklı platformlarda da görebilirsiniz. Bizi takipte kalın. Gelelim bu ayki sayımızın içeriğine. Yeni bir yazı dizisi karşınıza çıkacak bu sayıda. Kalemsiz Olmak: Bir Dergi Macerası. Sizlere kendi hikayemizi anlatmayı seçtik. Hem bu yola yeni başlayan arkadaşlara örnek olur hem de yaşadıklarımızı öğrenmiş olursunuz. Merak edenler ve heves edenler için. Shi Burak Serinpınar’ın kaleminden seyre devam ediyor. Bayramdan yeni çıktık. Eski bayramları övüp övüp duruyoruz. Peki, gerçekten bu kadar güzel miydi eski bayramlar? Gelin Özkan Yılmaz’a kulak verelim, bakalım neler diyor. Melek Ece Yaparel ve Çiçeği Burnundalar yeni sayımızda da sizlerle. İstanbul’a bir de İlker Ardıç’ın kaleminden bakmaya ne dersiniz? Çağla Üren sizi yeni hayallere sürüklemeye çağırıyor. Gitmez misiniz? Şehir tiyatroları perdelerini açtı ve biz de sizler için Toros Canavarını izledik. Sizin için değerlendirdik. Mustafa Kutlu’nun ‘Uzun Hikayesi’ beyaz perdeye taşındı. Bu ay dergimizde yerini aldı. Dilimiz her geçen gün yabancı dillerin saldırısına uğruyor. Bu konuyla ilgili Kübra Gülmez’in araştırması yeni sayımızda. Unutulmaya yüz tutmuş sanat eserlerimizi hatırlamaya ne dersiniz? O zaman bu sayımıza bir göz atmanızda yarar var. Gördüğünüz üzere yine dopdolu bir Kalemsiz Dergi var karşınızda. Ele aldığımız konularla toplumun geniş bir kesimini kucakladığımıza inanıyoruz. Bu misyonla yolumuza devam edeceğiz. Sizlerin beklentilerini karşılamaya çabalayacağız. Bulunduğumuz medya sektörü her geçen gün daha da kalabalıklaşsa da bizler Kalemsiz Dergi olarak farkımızı ve kalitemizi sürdüreceğiz. Her daim bir adım önde olmak için çalışacağız. Yeni sayılarda, mutlu günlerde yeniden sizlerle buluşmak ümidiyle esen kalın.
Erdem KURT Kalemsiz Dergi Yazı İşleri Müdürü e.kurt@kalemsizdergi.com
Kadromuz İmtiyaz Sahibi
Medya Genel Yayın Yönetmeni Mert Abakuş
Yazı İşleri Müdürü Erdem Kurt
Yazarlar
Burak Serinpınar Can Alp Alaçam Çağla Üren Gülşah Uludil İlker Ardıç Kübra Gülmez Merve Altun Merve Uludil Melek Ece Yaparel Oktay Yenitürk Onur Tırpan Özge Özgüner Özkan Yılmaz Tolga Arslan Yiğit Ata
Karikatürist Doğan Kıyak
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Departmanı Barış Melih Cayıt Kıvanç Cangülenç Nur İşsever
Yeni Medya Departmanı Batuhan Öztütüncü Burak Hacıhan Oktay Yenitürk
Ar-ge Departmanı Burak Karakaya
Tasarım Departmanı Büşra Sakar Derda Karakış
Edebiyat->
Kalemsi
Hayatın anlam kazanması, verdiğimiz kararlarla eşgüdüm hareket ediyor. Ya biz hayatı anlamsız hale getiriyoruz ya da hayat bizimle anlam kazanıyor. Kalemsiz Dergi bizim için hayatın anlamlandırılması adına verilmiş en doğru kararlardan biri belki de. Bir grup genç beyinin yan yana gelince günümüzde hem iyi hem de kötü örnekleri karşımıza çıkıyor. Bu tarihte de böyleydi. Birileri toplanıp devir değiştirirken birileri hayatını karartabiliyor. Bizler neden bir tarihi değiştirmeyelim ki ? Bir dergiyle evet belki bir dergiyle. Richard Branson şu an dünyanın en zengin adamlarından biri. Virgin şirketler grubunun sahibi. Hayata ilk adımını ‘Student’ adlı bir dergi çıkararak atıyor ve geldiği yer ortada. Sizler bir hayal kurarsınız. O yolda hareket edersiniz. Olur olmaz orası bilinmez. Ancak hayatınız anlam bulur ve bu anlam başkalarının hayatını da anlamlandırarak tüm dünyaya yayılabilir. Neden olmasın? Tarih bunun gibi örneklerle dolu. Steve Jobs, Bill Gates, Jack Dorsey ve sayısız örnek daha... Biz de böyle başlamıştık Kalemsiz serüvenimize. Bir dergi çıkarma fikri Mert Abakuş'un aklında filizlenmeye başlamıştı. Peki derginin adı ne olacaktı ? Uzun uzun yazılıp çizildi, on beş tane olası isimler elendi ve en sonundan Kalemsiz çıkageldi. Peki neden Kalemsiz'di? Sebebi başından beri belliydi aslında. İnternet ortamında yayımlanacak bir dergi olacaktı en nihayetinde ve Kalemsiz olmak aslında tam da derginin amacına hitap ediyordu. Ayrıca ilgi de çekiyordu. Karşılaşılacak tepkilere rağmen Kalemsiz olmuştuk. Dergi ismimiz hazırdı, peki ya kadromuz ? İşlerin sarpasardığı kilometre taşlarımızdan bir tanesiydi yazarlarımızın olmaması. Sonuçta dergi çıkaracaktık ve dergi öyle havadan gelecek bir olgu değildi. Bütün ilmekleri teker teker örmek lazımdı ve bu da tam anlamıyla sinir harbiyle karışık bir sabır mücadelesiydi. Profesyonellerle çalışamazdık, çünkü amatör ruhumuzu korumak istiyorduk. Amatör ruhumuz bir nevi saflığımızdı. Bu yüzden yakın arkadaşlarımıza fikri açmak o zaman için en akla yatkın çözümdü. Kalemsiz Dergi fikrini arkadaşlarımıza açtığımızda beklemediğimiz tepkilerle karşılaştık ve bu tepkiler aslında başlamak üzere olduğumuz projemizin ilk tatlı anılarıydı. Bildiğiniz üzere yakınlarınız tarafından kabul görmeniz, takdir edilmeniz size moral sağladığı gibi bu konuda istikrarlı olma isteğinizi de arttırıyor.
iz Olmak
Yapılacak listemizde yazarlarımızı toplamak maddesinin de üstünü çizdikten sonra sıra bir başka önemli listeye gelmişti ki bu da bir editörümüzün olmasıydı. Editör yine arkadaşlarımızdan olacaktı elbette. Gazetecilik okuyan bir arkadaşımıza teklif götürürken bulduk kendimizi. Nedeni ise basitti. Bir dergi çıkaracaktık ve bu derginin editör işlerini gazetecilik okuyan arkadaşımızdan başka kim daha iyi yapacaktı. Daha sonrasında başka arkadaşımız devralacaktı bu işi ve sonrasında da bu sayımıza kadar bizimle olacaktı. Sırada ise belkemiğimiz olan tasarımımız vardı. Başta Mert Abakuş bir tasarım yapmış ve bu tasarımı Derda Karakış ile paylaşmıştı. Uzun uzun incelendikten sonra Derda Karakış tasarım yapmaya karar vermiş ve Mert Abakuş biraz daha yazarlarla ilgili olmaya başlamıştı. Tabi tasarım yabana atılacak bir olgu değildi ve Derda'nın daha önce dergi tasarımına ait bir tecrübesi yoktu. O yüzden dergimizin ilk sayıları pek de dergi kıvamında değildi. Sayıyı çıkardıktan sonra sürekli ekipçe bir revizyon yapıyor ve neyin daha yararlı olabileceğini tartışıyorduk ve her sayımızın bir öncekinden daha iyiye gittiğini de gönül rahatlığıyla söyleyebiliyoruz.
Ve sıra gelmişti dergi çıkartmaya. Büyük bir heyecanla işe başladık. Yapılacak çok iş vardı. Yazılar toplanacak, gözden geçirilecek sonrasında tasarımcıya iletilecek , tasarımcı gerekli mizanpajı uygulayacak ve internet ortamında yayınlanması için en iyi ayarları yaptıktan sonra internette yayına verecekti. Tabi sadece dergi tasarımı yapılmayacak aynı zamanda derginin karakteristiğine uygun bir logo çalışması yapılacak ve daha sonrasında da isteğimize uygun bir internet sitemizin olması için çalışılacaktı. Bütün bunlar için sadece 5 günümüz vardı. Daha uzun bir zaman aralığında yapabilirdik herşeyi ancak bir kez 5 Haziran 2011 tarihinde dergi çıkacak demiştik. İşe koyulduğumuzda haziran ayının ilk günü içerisindeydik. Hiçbir şeyi bilmediğimizi varsayacak olursak bayağı terleyecektik. Evet, daha ilk sayıda ! Kollarımızı sıvadık ve her birimiz üstümüze düşeni yapmaya başladık. Yazarlarımız ilk tecrübelerini vermek üzere çalışmalara başladı. Editörümüzün artık yazıları denetlemesi ve tasarımcımızın da üstünden acemiliğini atması gerekiyordu. Yazılarımızı dört gün içerisinde topladıktan sonra son gece tasarımcımızı bir hayli terlettik ve ilk dergimizin tasarımı sekiz saatlik bir zaman diliminde yapıldı. İlk sayımız hakkında birkaç bilgi verelim : Tasarım dediğimiz gibi sekiz saat sürdü, yazılarımızın toplanması dört gün sürdü ve toplamda yirmi yedi yazımız aynı zamanda dergi içerisinde kullandığımız kırk beş gün görselimiz ile beraber dolu dolu otuz iki sayfamız dergimiz şu sayısına kadar tam 4333 defa okundu.
İlk Sayımızın Kapağı
İlk Logomuz
Birinci sayımızı çıkarmış olmanın verdiği gurur ile artık dergici olmuştuk, daha da önemlisi resmen Kalemsiz olmuştuk. Başta aldığımız bütün tepkiler olumlu değildi, ancak bu bizi yıldırmadı aksine daha sıkı çalışmamız gerektiği konusunda bir uyarı oldu. Bütün tepkilerin olumsuz olmaması da bizi mutlu eden bir olaydı. Hitap ettiğimiz kesim artık bir değişimin olduğunun farkına varmıştı ve bu da bizim şimdiden birşeyleri başardığımızın kanıtıydı. Elimizden geldiğince Kalemsiz olmanın nasıl birşey olduğunu anlatmaya çalıştık. Biraz bu yazı dizimiz hakkında önemli noktalara değinmenin iyi olacağı kanaatindeyiz. Öncelikle bu uzun soluklu, yaşayan bir yazı dizisi olacak. Bundan sonra her ay bir sayımızı derinlemesine incelemeye çalışacağız. İnceleyemesek bile o ay nelerin olduğunu size aktarmaya çalışacağız. Amacımız sizlere Kalemsiz Dergi'nin sadece bir hobi olmanın dışında bir olgu olduğunu göstermek istememiz. Umarız yazımızı çok sıkıcı bulmamış aksine eğlenmişsinizdir.
Kalemsiz Dergi Ekibi
‘’Bir düşmüş kız varmış, bu düşmüş kız bir gün cadıya denk gelmiş, resim yapmayı sevdiği için,’’ ‘’Kız mı resim yapmayı severmiş?’’ ‘’Evet,’’ ‘’Hah, sonra.’’ ‘’ Gerisini yarın anlatayım mı?’’ ‘’Unuttun mu yoksa!’’ ‘’Cık,’’ ‘’Tamam, o zaman, hadi anlat.’’ ‘’İşte, cadı düşmüş kıza resim yapmayı sevdiği için fırça vermiş,’’ ‘’Hah, anladım.’’ ‘’Ama cadının fırçası siyah renkten başka resim yapamıyormuş,’’ ‘’Hi!’’ ‘’Ama kız çok güzel resimler yapmak istiyormuş hep…’’ Üzerinden uzun zaman geçmiş çocukluk sabahına yakın sabahlardan biri sayılabilirdi çizgi film sesiyle uyanmak. Neyse ki bugün o günlerdendi, çünkü bazıları büyüme bayrağını yavaşça göndere çekmek gibiydi; çalan telefonla uyanmak, vurulan kapıyla uyanmak… Günün devamında aklında kalan tek diyalog o küçük kızın sesiyle, diline inatla takılan şarkılar misali tekrar edip durdu. ‘’Ama cadının fırçası siyah renkten başka resim yapamıyormuş…’’ Günlük rutinlerini yoluna koyarken aklında geviş getiren bu diyalog sayesinde hangi işleri bitirdiğini bile fark edemedi. Bunu anlama-
sı ise arka arkaya gelen küçük sürprizlerin şaşkınlıkları sırasına denk düşüyordu. Ne garipti, oyalandığı bir diyalog onu meşgul olduğu şeyden kopartıyor, başka bir vadiye sürüklüyor, gözlerinin önünde olan şeylere verdiği önemi değiştiriyor ve böylece durgunlaştırıyordu… İtiraf etmese de ve bazen bilmeden de olsa, seçimleri, hatıralarına yapabileceği bağlantılara göre yön buluyordu. Kimi zaman bir filmi izlemekten vazgeçiyor, bir müzikten kulağını alıyor, bir sokaktan sıyrılıyor… Bazense içinde rahatça salınan bir konuşma hiç bilemediği bir damarda ilerleyerek aynı bağlantıyı kurabiliyordu; hatıra yatağına üzerindeki örtüyü kaldırarak girebiliyordu. Bu olduğundaysa, yaptıklarıyla korkaklığı beraberce düşünme başlıyordu. Eve dönmeden önce bu duygularla yola koyuldu, oraya, sevdiği yegâne yere… Kamera çantasındaki defterini çıkarttı;
Seninle karşılaşmayı başarıyorum, belki de, başarıyoruz… Çoğunlukla ansızın olan rastlaşmalarla, seninle hâlen buluşabiliyorum. Çoğunlukla ansızın çünkü bazen bu çoğunluklarda fark etmiyorsun beni... Kimi zaman yanından geçip gidiyorum, hem de ne gitmek! Belirsiz bir süre, orada beliren tavrının yanına kamp kurabiliyorum adım atmaya devam ederken. Galiba birbirimizi nasıl bulacağımızı iyi biliyoruz. Ve nedense seni her gördüğümde, göğsümde yaban bir mutluluk beliriyor, canımı yaksa da ona hürmetle muamele etmeye çabalıyorum… Zamanın aldatıcılığına burada eşlik etmek ne güzel…
Eve dönmek üzere oturduğu yerden kalktı. Kamerasını boynuna astı, gömlek yakalarını düzeltti, yürümeye başlamadan önceyse ceplerini yokladı.
Devam edebilir…
BURAK SERİNPINAR b.serinpinar@kalemsizdergi.com
Edebiyat• Düz Yazı İSTANBUL’DA BİR BAŞKA KOKU Hani, gün günü tutmaz ya bazen. Bir gün Haliç'e karşı kahveni içerken keyifle, ertesi gün Sarayburnu'nda ayyaşların sofrasına ortak oluverirsin sıkıntıdan. Meze niyetine ortaya koyarsın yüreğini, dertlerini sana kulak verenlere dökersin. Sevdanı benzetirsin İstanbul'un dört bir yanına. Her gece sofrandakilere onu anlatırsın. Hatta kokusunu tarif edersin saatlerce, her biri kendi sevdasının kokusunu çeker içine. Gözlerini anlatmak istersin, kimisi denizi gösterir sevdiğinin ki diye kimisi çimenleri koyuverir önüne. Sen susar kalırsın tarif edemedikçe; demli bir çay arar gözlerin, bulamazsın... Sonra sesi düşer aklına, ne bir dalga ne de esen rüzgar yetmez tarif etmeye. İstanbul'un bütün sesleri gürültü kalır onunkinin yanında. Sofranıza ortak olan eski bir radyonun çatallaşmış sesi böler muhabbeti. Derinlerden bir ney sesi karışır boğaza, Topkapı'nın duvarları huzurla kaplanır. "İşte" dersin , "İşte böyle dinlerken huzur verir, bitince hüzün kaplar içini." Yıllar önce bittiğini hatırlarsın yeniden, yeni bir kadeh de unutmayı dilersin o gece. Sen diledikçe örgü örgü saçları gelir gözünün önüne. Şimdi yerinde olmayan, ama bayramlar da şeker toplarken olan örgüleri. Seksek oynarken saçlarının dağılmasını engelleyen, önündeki sıra da otururken saatlerce ezberlediğin örgüleri... Yazdığın her yazı da satırlarının arasına sıkıştırırsın saçlarından bir kaç teli. Sende kalanları parça parça dört bir yana dağıtırsın. Gittiğin her yerde onu çekersin içine. İstanbul’da başka bir koku olur, geçmişten tanıdık gelen.
İLKER ARDIÇ
. . . Nostalji Cini Merhabalar , ben derginizin yeni yazarı Özkan. Öncelikle tüm Kalemsiz Dergi okurlarına selamlarımı iletiyorum. Eskiye dair her şeyi inceleyeceğimiz ''Nostalji Cini'' isimli köşem ile her ay burada sizlerle olacağım. Şimdiden sizlerle tekrardan görüşmeyi ümit ediyor ve hemen konuya geçiyorum. Bildiğiniz üzere , uzun soluklu bir bayram tatilinden çıkalı daha birkaç gün oldu. Eminim ki aranızdan birkaçı büyüklerin ''Nerde o eski bayramlar'' klişesini işitmiş yada kiminiz çocukluğundaki bayramları özlemle anımsamışsınızdır. Bende her ne kadar klişe olsa da kendi kendime ''Nerde o eski bayramlar..'' diye sordum ve böylece bu köşenin hazırlanma serüveni böylece başlamış oldu. Aslında böyle geçmişe dönük kültürel bir konu hakkında yazı hazırlayabilmek için yeterince eskimiş olmanın gerektiği düşüncesindeyim. Çünkü bu gibi konuların kitaplardan okunularak , internetten araştırma yapılarak anlaşılacağını düşünmüyorum. Hani bir laf vardır ya ''Anlatılmaz yaşanır'' diye. İşte eski bayramlar tamda böyle bir şey olsa gerek... Bende bu sebepten ötürü , bu yazıyı hazırlarken gerek yaşıtlarım , gerek abilerim , gerekse de yaşlı teyzelerimin de görüşlerine başvurdum. Eski bayramları onlardan öğrenmemin daha da faydalı olacağını düşündüm. Hatta , şuan eğitimim sırasında beraber aynı yurtta kaldığım İran ve Azeri asıllı arkadaşlarımla da görüşerek , ülkelerinde bayramların nasıl kutlandığını sordum.
ESKİ BAYRAMLAR DİYİNCE...
Eski bayramlar diyince benim aklıma gelenler ; bayramdan bayrama elime geçen yeni ayakkabılarım , bin bir heves ile çarşıya gidip de annemin zevkine göre de olsa almış olduğum ve bayramda giyeceğim diye haftalarca dokunmadığım yepyeni bayramlıklarım , bayram arifesi annem tarafından kaynar su ile keselenişim , bayram temizlikleri , hala daha nasıl kılındığını tam olarak kavrayamadığım bayram namazları , bayram harçlıkları , mahalle mahalle gezen seyyar salıncaklar (cıncıraklar) , bayram ziyaretleri ve mahalle çocukları ile yapılan bayram maçları , kızkaçıranlar , torpiller , çatpatlar... Pek eskilerden olmayışımdan olsa gerek listem biraz kısa kaldı. Ama mikrofonu biraz daha yaşlılara çevirdikçe listeye ; arife gününden ellere yakılan kınalar , hazırlanan tepsi tepsi baklavalar , eve her gelen misafir için ayrı ayrı kurulan bayram sofraları , mendiller içerisinde verilen lokumlar , şekerler , paralar , mahallenin ta diğer ucunda satılan üzerinde zenci kadın resmi bulunan ''mabel'' marka golden sakızlar , çocuklar için kurulan bayram panayırları , sinema seyirlikleri , akrabaya dosta gönderilen bayram tebrik kartları , sadece bayramlarda çıkarılan tüm yazarların toplanıp yazı yazdığı bayram gazetesi ve bayram sabahları Trt radyosunda yapılan bayram sohbetleri ekleniyor.. İsterseniz biraz daha eskilere , hatta çok eskilere gidelim. Osmanlı'ya... Osmanlı'da bayram ; baştan aşağı temizlenen sokaklar , askerlere ve memurlara verilen bayram maaşları , kapı kapı dolaşıp mani okuyarak bayram harçlığı almaya çalışan mahalle bekçileri , davulcular , tulumbacılar ve zenginlerin konak çalışanlarına yada mahallenin fakir çocuklarına aldıkları bayramlıklar ile bugünkünden çok daha farklı bir şekilde , titizlikle ve yardımlaşmayla geçiriliyordu...
DEĞİŞEN NE ?
Günümüzdeki bayram farkı bana göre ; bizlerin bay Yoksa hala bir umut ile kapı ri dört gözle bekleyen yaşlı larını ve bayram harçlığını h var. Bizler ne zaman büyük ziya başladık , ne zaman toplu m kutladık , ne zaman pastane lavaları ikram ettik o vakit b sıradan bir toplumsal olaya Biz insanlar bayramla mızı yitirmeye başladıktan s bayram olduğunu belirten b tepsi ev baklavalarını , çocu panayırlarını , bayram gazet yolardaki bayram özel progr imgeyi yitirmeye de başladı
PEKİ DİĞER YER
Bayramların eskiden hası şimdilerde nasıl kutlan şimdide diğer müslüman ülk can'da nasıl kutlandığına de arkadaşımdan aldığım bilgiy sadece bir gün olmak sureti kapı kapı dolaşıp şeker topl leşmiyor. Azerbaycanlı arkad ; el öpme gibi bir adetin esk mindeki baskıdan ötürü Aze içinde eridiğini , bayram har orada kapı kapı dolaşılıp şek gerçekleşmediğini iletti. Hat bayramını , Kurban ve Rama
mların eskisinden en büyük yram algılayışı olsa gerek. ısından girecek olan misafiinsanlar ve hala bayramlıkheves ile bekleyen çocuklar
aretlerine zoraki gitmeye mesajlar ile bayramları eden hazır aldığımız bakbayramlar biz bireyler için dönüştü. ara dair manevi duygularısonra bizlere bayramların bayram temizliklerini , tepsi uklar için kurulan bayram tesini, televizyon ve radramlarını ve daha birçok ık.
daha da coşkuyla kutladıklarını da ekledi... ... İşte sizler eski zamanlardan , şimdilerden ve başka yerlerden bayram manzaraları... Bir sonraki bayramınızı nasıl yaşamak , büyüklerinize ve küçüklerinize nasıl yaşatmak istediğiniz sizin tercihinizde ve sizin elinizde. Çünkü dediğim gibi ; sizin ziyaretinizi dört gözle bekleyen büyükleriniz ve sizin sevginizi az çok diye tereddüt etmeden gülücükleriyle karşılayacak küçükleriniz burada yada başka bir yerde her daim mevcut... Şimdiden bir sonraki bayramınızın kutlu olması dileğiyle. Bir sonraki nostaljiye kadar sağlıcakla kalın...
RLERDE ?
, hatta çok eskiden ve dandığına değindikten sonra , kelerden İran ve Azerbayeğinmek istiyorum. İranlı ye göre ; İran'da bayramlar iyle kutlanmakla birlikte , lama gibi bir olayda gerçekdaşım ise bayramlardaki ki Sovyetler Birliği döneeri halkı tarafından zaman rçlığının verilmediğini ve ker toplama gibi bir olayın tta Azeri halkının Nevruz azan gibi dini bayramlardan
ÖZKAN YILMAZ
Edebiyat• Düz Yazı
Melek Ece YAPAREL m.yaparel@kalemsizdergi.com
Çiçeği Burnundalar
Zamanın hızla akıp geçtiği şu değerli günlerde tekrar size bu kadar yakın olmaktan her seferkinden daha çok zevk aldığımı belirtmek isterim. Ne olduğumuzu anlayamadan geçen minik bayram tatillerimizden sonra hayatımız eski akışına yavaş yavaş geri dönmeye başlarken, bende parmak uçlarımla klavyemin buluşmalarına daha fazla vakit ayırmaya başladım. Her sayıda olduğu gibi bu sayıda da size güzel kelimeler ve cümleler ikram edeceğim. Buyurun, çekinmeyin okuyun lütfen ! Engellendikçe engellenmeye boyun eğiyor muyuz ? Çoğu zaman nasıl davranacağını gerçekten bilemiyor insan. Ya da bazı durumlarda hareketlerin ayarlanmaya çalışılması,tedbirli olmak zaman kaybı geliyor; hatta öyle durumlara düşüp, öyle olaylara maruz kalıyor ki bazen, ne anlatmaya ne de yardım etmeye doğası izin vermiyor. Biz insanlar gerçekten harika yaratılmış içi duygu dolu makineleriz. Arkadaşlarımızı hislerimizi, hırslarımızı, başarılarımızın mükafatlarını kullanarak seçebiliyor; yaşadığımız yeri, mesleğimizi kendimiz belirleyebiliyoruz. Ancak ailemizi, büyüdüğümüz ortamı ve de en önemlisi bize verilen özellikleri kendimiz seçemiyoruz. Hangimiz göz rengini istediği güzellikle boyayabiliyor ki ? Ve hangimiz kullanabiliyor manken yüzlerin,güzel vücutların değneğini ?
Kişi her ne zaman bir kusuru olduğunu düşünse iyi tarafından bakmalı ve sahip olup da sevemediği her şeyinin onda birini elde edebilmek için hayatını verebilecek olanları asla unutmamalı. Çünkü hayatın her yerinin engeller ile dolu olduğu kesin. Kimimiz bu yarışa bir sıfır yenik başlayabiliyor. Size soruyorum bay sağlam : Kolunuz olmadan yaşamayı başarabilir miydiniz ? Peki ya yürüyemeden ? Belki de göremeden ? SİZİ DUYAMIYORUM. Yaşamında engellilik durumu başına gelen gelmeyen herkes yardım etme sorumluluğunun farkında olmalıdır. Her ne kadar bu tarz hadiseler etrafımızda meydana gelmeyince onlardan bir haber olsak da yine de bir yerlerde birilerinin bizim yardımımıza ihtiyacı olabileceğini unutmamalıyız. İnsanların böyle ortamlarda davranış şekilleri tam olarak üç tiptir. Kimisi karşısındakinin dik bakışlarından rahatsız olacağını unutarak tanımadığı bir şehirde kaybolmuşçasına yardım bekleyenin gözlerinin içine bakarak donup kalır ve o an yarardan çok kapanamayacak yaralar olarak karşıdaki minik yüreğin kumbarasında birikir. Bir diğeri ise onu tanımaya çalışandır. Terapilerde kolları ile minik atları sarıp kendilerinin yürüdüğü düşüncesine kapılan kişiye destek vererek onunla birlikte yürüyen, ayak uyduran ve yumuşak ses tonu ile konuşandır. Üçüncü ve son tip ise biraz fazla eleştirel olmamdan ziyade hayatı boyunca yardımseverlikten bahsederek, ne kadar iyi bir insan olduğunu vurgulayarak yaşamış ancak yardım etme vakti geldiğinde kaçan kişiler gemisine en önde binen insandır. Nasıl unutabilirsin bir gün seninde onların yerinde olabileceğini ? Asıl Engel Umursamayan İnsanlar ! Ülkemiz seksek dokuzuncu yaşında giredursun, hala yolların elverişsizliği yüzünden sokağa dahi çıkamayan, temel ihtiyaçlarını gideremeyen insanların göz ardı edilme durumu sürüyor. Hala yürüyüşlerine, oyun oynamalarına, vakit geçirmelerine uygun mekanlar, yollar ve araçlar yok. Çoğunun ailesinin bile farkında olmamasının yanı sıra okuma,öğrenme hakları da ellerinden alınmış durumda. Gerçekten seslerini duymuyor musunuz ?
Terapi 4: Bu hafta sizden farklı bir isteğim olacak. Zor durumda olmanın ne demek olduğunu anlamak adına size eğer imkanınız varsa bu işler ile ilgilenen kurum ve kuruluşları ziyaret etmenizi öneriyorum. Belki sizin bu fikrinize destek gösterecek birkaç arkadaşınızda vardır. Bir yoklayın bakalımmm ! İyi bir gün geçireceğinize söz veriyorum. Yok derseniz ki benim vaktim yok ya da ben kendimi bu konuda o denli istekli görmüyorum; o zaman size güzel bir film izlemeyi teklif ediyorum. Adı “Taare Zameen Par.” Türkçesi ile Yerdeki Yıldızlar. İzledikten sonra yorum ve görüşlerinizi bekliyorum. Bana yazmayı sakın ama sakın unutmayın ! İyi günler diliyorum.
Edebiyat• Düz Yazı SEVGİNİN KANLI ELLERİ Barış Melih Cayıt b.cayit@kalemsizdergi.com
En çok sevdikleri acıtır insanı. Derin ve kabuk bağlamayan yaralar bırakır bünyelerde. Evet, cümle içinde yaşanmasından daha hafif gibi duruyor fakat gerçek bu! Mutluluğun doruk noktalarına çıkaran da sevdikleridir insanın, hüznün dibine vuranlar da… Bireyin hayat yolculuğunun odak noktasında hep sevdikleri yer alır. Onlarla güler, ağlar ve türlü duygu yoğunluklarını hep sevdikleri ile paylaşır. Sevmek ve sevilmek, insan doğasının en güçlü duygusudur. Dolayısıyla kişi güç alır sevdiklerinden. Ve bilir sevebildiği oranda sevileceğini. Bu sebeple hep yanında olsun ister sevdikleri. Farkındadır, çünkü onlarsız hayat çekilmezdir. Acı verir değer verdiği insanlardan ayrı olmak, onlarsız bir yaşam sürmek. Zorlanır insan, göğüs germekte güçlük çeker. Dayanamaz sevdiği insanların yanında olmayışına. Ancak tüm bu acılar, sevdiği insanlardan yediği darbeler kadar acıtamaz insanı. Güvendiği insanın sırtından bıçaklaması kadar kanatmaz! Büyük yıkımların dozeridir dostun kazığı, Sevginin kanlı elleri…
Edebiyat• Şiir Hayaller kuruyorum Işıklarla doluyorum Hayaller kuruyorum Işıklarla doluyorum Gülüyorum Hayaller kuruyorum Işıklarla doluyorum Gülüyorum Ve aralayarak gözlerimi Göğe bakıyorum, Yere bakıyorum Hayaller kuruyorum Işıklarla doluyorum Gülüyorum Ve aralayarak gözlerimi Göğe bakıyorum Yere bakıyorum Seni görüyorum. Umut fakirin ekmeği Umut ediyorum Ve sonra.. Sonrası: Daha bir güzel bakıyorsun ________________________ Hayaller kuruyorum Bir sen varsın Bir ben varım Senin yüreğin var Benim fikirlerim var Göğün mavisi Bir de insanlarımız.. Bu dünya yıkılacak elbet. Gözümü açtığımda Bu dünya yıkılacak. Fakat Bu dünya böyle güzelse eğer Bu dünya böyle gülecekse yarınlara
Neşeyle cıvıldaşacaksa çocuklar Bir tek mutlu zamanlarda ağlayacaksa insanlar, Kardeş olacaksa herkes bir gün En önemlisi de İçinde sen olacaksan bu dünyanın Ben olacaksam Sevgi olacaksa bir de Çıkar gözetmeyecekse üstelik Bu dünya yıkılmasın __________________________ Hayaller kuruyorum Yalnızlığımdan veriyorum Kederimden de biraz Karamsarlığımdan biraz da Yoksulluğumdan da koyuyorum Kötülüğünden de insanın Riyakakarlığından Hasedinden bir de Biraz da kibrinden Gözleri kör eden Ve hatta, yüreği taşa çeviren Kibrinden.. Sonra rütbeleri veriyorum Basamakları yok ediyor Sırasıyla eşitliyorum insanları O işim de bittiğinde Ne var ne yok hepsini veriyorum Karşılığında sen alıyorum Beyaz adam "üstünü vereyim" diyor "Üstü kalsın" diyorum. Ve böylece benim olmuşken sen Tam da elini tutacakken üstelik Aralıyorum gözlerimi Çağla Üren Sonra daha bir hırslanıyor c.uren@kalemsizdergi.com Tekrar kapatıyorum Hayallere dalıyorum.
Edebiyat• Şiir GECE GÜNDÜZ
Zifiri karanlık gece Kasvetli mi kasvetli Kötü adamlar gibi ürkütücü ve pis… *** Ay doğar bulutların arasından Ay ışığı vurur semaya Siyah beyaz filme döner gece Bir anda, Hüzne boğulur. *** Kıştır ya hani, Uzundur geceler Bitmez bir türlü. Bir hüzme ışığa hasret Bekleriz sabahı… *** Gece uzar, Karardıkça kararır. Zannedersin ki güneş doğmayacaktır. Karanlığa saplanır kalırsın. *** Ve bir an gelir, Ötelerden ışıklar saçılır. Gözlerin kamaşır. Zordur karanlıktan aydınlığa geçmek, Lakin illa ki gözlerin alışır. *** Gece ile gündüz birbirini kovalar durur, Oyun oynarmışcasına hem de. Kovalarlar birbirlerini, Nefesleri tükenene dek. Oyun bitene dek…
Tolga Arslan t.arslan@kalemsizdergi.com
ENKAZ Konsantrasyon sıfırın altında bilmem kaç, Bilincim tartışmaya açık. Cümlelerim Richter ölçeğine yenik, Kelimeler etrafa saçık. Gündüzlerim çuvala girdi, Uykuların keçileri kaçık. İştahım kapsama alanı dışında, Sigaralarım ardışık. Affediciliğim cadı kazanı, Bütün kinim bir kaşık. Yokluğum kıskançlık krizinde, Zira tüm varlığım sana aşık.
Edebiyat• Şiir SORMA! Şizofrenden halliceyim bugünlerde, gerçekler hayallerime dar! Kaç karat la ölçülür varlığın, ya da yokluğun kaç ayar? Sarrafa mı gitmeli, manava mı? Hangi terazi gerçekliği tartar? Yanlışlar karıştıysa heybene, sanma ki aşk onları ayıklar! Doğrularsa sana yol gösteren, korkma, sevdan seni nihayet aklar. Gel gör ki gerçeklikten bile şüpheliyken, iç içedir doğrular ve yanlışlar! Raporludan delice sorular sorduğumdan, elbette yetersiz kalıyor cevaplar. Bence; sende kafa yorma, zira saçmalıktan öte gitmez bu sorular. Hastalıktan öte olansa, şimdi geliyor... Varlığın mı yok, yoksa yokluğun mu var? Tolga Arslan t.arslan@kalemsizdergi.com
K端lt端r & Sanat ->
Kültür Sanat • Tiyatro
Aziz Nesin'in deyimiyle "izahı olmayan şeylerin mizahının yapıldığı" oyunda dönemin Türkiye’si çok güzel bir dil ve bakış açısıyla ele alınmış. Dekor zamanın orta halli bir ailenin evi şeklinde tasarlanmış. Nuri Sayaner isimli kendi halinde bir memur emeklisi bir adam ve ailesinin sıradan hayatını konu edinmektedir. Aile, emekli maaşıyla geçinmeye çalışmaktadır. Tıp okuyan oğlunun giderlerini zar zor karşılamaktadır. Bir yandan geçim sıkıntıları ile uğraşan aile diğer yandan da kendilerini evden çıkarmaya çalışan uyanık bir ev sahibi ile uğraşmaktadır. Aileyi evden çıkarmak için akıl almaz türlü oyunlara başvuran ev sahibi aileyi canından bezdirmektedir. Evin çatısı akmaya başlar. Komşuların müzik sesi dayanılmaz hale gelir. Komşuları namlı bir kabadayı ve onun hafif meşrep arkadaşları olmuştur bir anda. Oyuna namlı kabadayının dahil olmasıyla ritim bir tık öteye çık-
mıştır. Oyun boyunca kendine has bir üslupla tekrarladığı ‘tamam mı tamam’ repliği yüzlerde tebessüme yol açmaktadır. Nuri Bey ailesinden gelen ısrarları geri çevirse de sonunda dayanamayarak komşularını ve ev sahibini polise şikayete gider. Gitmesiyle beraber başına hiç beklenmedik bir olay gelecektir. Zamanın azılı haydutlarından ‘Toros Canavarı’ her yerde aranmaktadır. Kahramanımız Nuri Sayaner bir yıl önce bir Ankara yolculuğunda kimliğini kaybeder. Tesadüf bu ya o kimlik Toros Canavarı’nın eline geçer ve suçlarını bu kimlik altında işler. Artık yeni bir yüze ve kimliğe sahiptir. Karakola giden Nuri Bey, Toros Canavarı olarak tutuklanır. Oyunun ikinci perdesi beklentinin altındadır. Babalarının yakalanmasıyla aile bir anda ünlenir. Nuri gibi sessiz sakin, kendi halinde bir adamdan böyle kötü işler beklememektedirler. Çünkü kendisi bir
karıncayı bile incitmemiştir hayatında. Doktor raporlarıyla çift kişilikli olduğuna inanılır. Hapiste bir yıl kadar yattıktan sonra çok ünlü biri olarak çıkacaktır Nuri Sayener. Hem hapiste hem de sivil hayatta artık daha önem verilen biri olur. Önceden kimse değer vermez ve küçümser iken, şimdi herkesin saydığı birine dönüşür. Ancak bu yanlış anlama kısa bir süre sonunda bozulacaktır ve gerçek Toros Canavarı yakalanacaktır. Ailesi için rüya, Nuri bey için ise kabus sona erecektir. Genel olarak baktığımızda iyi bir Aziz nesin oyunudur. Eleştirir, güldürür ve düşündürür. Oyunculuk olarak fena sayılmaz diyebiliriz. Özellikle ev sahibi rolünde Naci Taşdöğen ve kabadayı rolünde İskender Bağcılar rollerinin hakkını sonuna kadar vermekteler. Ben oyuna gitmenizi tavsiye ederim. Tiyatrolar bizlere kapılarını sonuna kadar açıyor. Salonları boş bırakmayalım.
Erdem Kurt e.kurt@kalemsizdergi.com
Film yazar Mustafa Kutlu'nun aynı adlı eserinden Yiğit Güralp tarafından senaryolaştırılarak sinemaya uyarlanmış ve. Filmin hazırlık aşaması 10 yıl sürmüştür. 2012 yılı Mart ayında başlayan filmin çekimleri 8 haftada tamamlanmış . Filmde 65 oyuncu ile 450'ye yakın da figüran rol almış. Film ekibi 80 kişiden oluşmuştur. Filmin çekimleri Kütahya,Adapazarı, Altınoluk , ve Cumalıkızık Bursa’da gerçekleştirilmiştir. Konusu :Filmde 1940'lı yıllarda dedesiyle birlikte Bulgaristan'dan göç ederek İstanbul Eyüp''e yerleşen Bulgaryalı Ali'nin (Kenan İmirzalıoğlu) hikayesi anlatılmaktadır. İstanbul'a göç ettikten yaklaşık 10 yıl sonra delikanlılık çağına giren Ali ikamet ettiği Eyüp'teki bir sinemacının kızı olan Münire'ye (Tuğçe Kazaz) aşık olur ve birlikte kaçarlar.
Tür:Drama
Kültür Sanat • Sinema İtiraf ediyorum bir sinema takipçisi olarak bir Osman Sınav çok beğeneceğimi tahmin etmezdim. Osman Sınav'ın sinemadan ziyade Türk seyircisine televizyon yapımları yoluyla her zaman daha rahat ulaştığını da söylemek gerek. Süper Baba , Hayat Bağları,Ekmek Teknesi gibi sıcak aile hikayesi anlatan dizilerini, zamanında gözü yaşlı seyrettiğimizi hatırlarım. İşte Uzun Hikaye tam da Süper Baba ile büyümüş, oradaki baba Fiko'yu yıllar sonra Ekmek Teknesi'ndeki Nusret Bey'de bulmuş olan seyirciyi kalbinden vurabilecek bir yapım. Bu açıdan afişin tepesinde Kenan İmirzalıoğlu'nu görenler bir Deli Yürek ya da Ejder Kapanı beklemesinler. Zira Uzun Hikaye, İtalyan Gabriele Muccino'nin en iyi işlerinden biri olan Umudunu Kaybetme tadında bir yapım. Film,Mustafa Kutlu'nun aynı adlı hikayesinden beyazperdeye uyarlanmış; kitabı okumadığımdan uyarlama açısından karşılaştırma yapamasam da, senarist Yiğit Güralp'ın genel olarak derli toplu bir senaryoya imza attığını söylemek mümkün. Film önce Bulgar Ali'nin hikâyesiyle başlıyor ve uzun süre onun üzerinden devam ediyor. Bu açıdan Kenan İmirzalıoğlu filmi tek başına sırtlıyor götürüyor. Ali'nin hikâyesine aracılık eden, tren şefi (Güven Kıraç), kıraathaneci Emin Efendi (Altan Erkekli), Hanyeri gazetesinin matbaacısı Musa Çavuş (Osman Alkaş) gibi yan karakterler ana öyküye çok başarılı eklemleniyor; her biri ayrı renk unsuru katıyor. Tüm bu saydığımız isimle-
rin yanı sıra bencil ve ‘şerefsiz' okul müdürü Cihat Tamer faşist Zopuroğlu İsmet rolünde Kürşat Alnıaçık ve belalı savcı Mahir Günşıray da yan ‘kötü' karakterlerdeki oyunculuklarıyla Bulgar Ali'nin hikayesini taçlandırıyorlar. Ama asıl göze batmayan ve takdir isteyen nokta, hem hikâye akışı açısından hem oyunculukların birbirine çok başarılı oturtulması açısından öyküyü kendisinden dinlediğimiz Ali'nin oğlu Mustafa karakterinden geliyor. Zira hikâye Mustafa henüz küçük bir çocukken başlıyor, delikanlı çağlarındayken yarılanıyor ve Mustafa 20'li yaşlarına geldiğinde de son buluyor. Yani seyircinin karşısına babasının öyküsünü anlatan 3 ayrı Mustafa çıkıyor ve yerli filmlerde görmeye alışık olmadığımız biçimde, üç farklı oyuncunun aynı Mustafa olduğuna film bizi inandırıyor. Bu hem yönetmen Osman Sınav'ın oyuncu yönetimindeki başarısını vurguluyor, hem de Batuhan Karacakaya ile özellikle genç Mustafa'yı oynayan Ushan Çakır'ın işlerini ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyor. Hikâye Bulgar Ali'nin haksızlıklara karşı hayata tutunma mücadelesinden, artık büyümüş olan Mustafa'nın kendi ayakları üzerinde durma öyküsüne yumuşak bir geçişle bağlanıyor ve altını çizmek gerekir ki bu geçişte Ushan Çakır'ın inandırıcılığının büyük payı var. Osman Sınav Uzun Hikaye'de hem gözü okşayan görüntü planlarıyla, hem de sahnelere sesin verdiği
ruh ile çok başarılı bir sinematografi kullanmakla kalmıyor aynı zamanda öyküsünün politik çizgisini de belli ediyor. 1940-70 yılları arasında yaşanan sağ-sol çekişmesini ve genel olarak solcuların, haktan yana olan 'komünistlerin' aleyhine işleyen süreçleri sıradan kasabaların sıradan insanları üzerinden ele alıyor. Ama oyunculuklar başarılı olsa da hikayenin bu bölümlerindeki faşist, partici karakterler biraz şematizasyona kayıyor. Bu da filmin birkaç kusurundan biri olarak akıllarda yer ediyor. Bir diğer göze batan nokta da Tuğçe Kazaz'ın canlandırdığı Münire karakterinin çok steril kalmış olması. Kan kaybından bilincini kaybeden bir anneyken dahi saçlarının parlaklığı yerinde; nedense Ali'nin o kıt kanaat geçim içinde iki dirhem bir çekirdek giyinmesi göze batmıyor ama Münire'de inandırıcılığı baltalayan bir netlik hali mevcut. Filmin birkaç önemli sahnesi dışında ise dramatik müziğin çokça kullanıldığını söylemek mümkün. İnsan bazı noktalarda sahnelerin duygusunun kaçtığını hissediyor. Sonuç olarak Uzun Hikaye, sürdürülen reklam ve tanıtım kampanyasının da etkisiyle gerçekten uzun süredir gündemimizi meşgul eden ve beklenen bir yapım oldu. Fakat değdiğini söylemek mümkün, zira Osman Sınav'ın filmografisinin en parlak işi olmasının yanı sıra Kenan İmirzalıoğlu'nun oyunculuk kariyeri açısından kırılma noktası olacağına şüphe yok. Yeni bir Babam ve Oğlum etkisine hazır olun...
27'nin Laneti! Efsanevi grup Doors'un solisti Jim Morrison, efsanevi gitarist Jimi Hendrix, unutulmaz sesler Kurt Cobain ve Janıs Joplin... Hepsi 27 yasında hayatını benzer sebeplerden kaybetti. Ya yüksek doz uyuşturucu, ya intiharlar ya da trafik kazaları. Bizde Kalemsiz Dergi olarak 27 yaşin sırrını ve hayatını kaybeden ünlüleri bu sayımızda konu edindik. İşte 27 yaşında hayatını kaybeden ünlü isimler: Ölüm nedeni: Aşırı dozda uyku hapı ve Kristen Pfaff (Hole) Amy Winehouse alkol. ABD'li müzisyen. İngiliz şarkıcı ve şarkı sözü yazarı. Ölüm nedeni: Kazara yüksek dozda Ölüm nedeni: Bilinmiyor. Barış Akarsu eroin. Rock müzik şarkıcısı, TV oyuncusu. Jim Morrison (The Doors) Ölüm nedeni: Trafik kazası. Jeremy Michael Ward ABD'li şarkıcı, söz yazarı, besteci ABD'li ses teknisyeni, gitarist ve ve şairdir. Janis Joplin vokal operatörü. Ölüm nedeni: Kalp krizi olarak açıklandı ABD'li şarkıcı, söz yazarı ver aranjör. Ölüm nedeni: Aşırı dozda eroin. ama otopsi yapılmadı. Ölüm nedeni: Aşırı dozda eroin. Jean Basquiat (Gray) Brian Jones (Rolling Stones) Kurt Cobain (Nirvana) ABD'li graffiti sanatçısı ve yeni İngiliz müzisyen. ABD'li şarkıcı-söz yazarı, müzisyen dışavurumcu ressam. Ölüm nedeni: Yüzme havuzunda boğuldu. ve sanatçı, Nirvana grubunun en çok Ölüm nedeni: Aşırı dozda eroin ve bilinen elemanı. kokain. Jimi Hendrix Ölüm nedeni: Tüfek ile intihar. Amerikalı gitarist, gitar virtüözü, şarkıcı, Bryan Ottoson (American Head söz yazarı ve kültürel ikon. Alexander Bashlachev Charge) Rus müzisyen, gitarist, şarkıcı ve söz Amerikan gitarist. yazarı. Ölüm nedeni: Aşırı dozda ilaç. Ölüm nedeni: 9. kattaki evinin camindan atlayarak intihar. Dickie Pride İngiliz şarkıcı. Pete de Freitas (Echo and the Bunny- Ölüm nedeni: Aşırı dozda uyku men) ilacı. İspanyol müzisyen ve davulcu. Ölüm nedeni: Motorsiklet kazası. Arlester "Dyke" Christian (Dyke and the Blazers) Chris Bell (Big Star) Amerika'li müzisyen ve bas gitaAmerikalı şarkıcı, söz yazarı ve gita- rist. rist. Ölüm nedeni: Silahla vurulma. Ölüm nedeni: Otomobil kazası.
Can Alp Alaçam
+ Uzun zamandır sahnelerdesiniz . Kendi albümünüzü yapmak için neden bu kadar beklediniz? - Aslında bir grupta bas gitarist ve besteci olarak var olmak, müziğin içinde olmak benim için yeterliydi, ama zamanla fark ettim ki besteler birikmiş, ben de insanlarla paylaşmak istedim. Tarzım ve sound konusunda da hedefim oldukça yüksek olduğu için yapım aşaması epeyce sürdü tabii. + "Suyun Üstüne" albümünüzde zevkle söylediğiniz parça hangisi? Sahnede “Sorunum Var”, “Peter Pan” ve “İstanbul”, ama albümü düzenleme aşamasında en zevk aldığım şarkım “Özlem” olmuştu. + Şarkılarınızda cinsiyet belirten sözler bulunmuyor, özellikle siz mi dikkat ettiniz? - Bu güzel bir soru. Evet, buna özellikle dikkat ettim çünkü bence öyle durumlar var ki erkek veya kadın olmak fark etmiyor, duygular aynı oluyor. ● Albüm için yola çıkarken hedeflediğiniz noktaya ulaştınız mı? -Yola çıkarken iki hedefim vardı: Öncelikle besteci-şarkıcı-düzenlemeci olarak rüştümü kendime ispatlamak, ikinci olarak da (ama daha az önemli değil tabii ki) dinleyenlerin beğeneceği şarkılardan oluşan bir albüm yapmak istiyordum. İkisine de ulaştım. +
Yeni bir albüm hazırlığı var mı bu aralar?
- En geç 2013 başında yeni albüm geliyor. Kayıt sırasındaki gelişmeleri de zaman zaman twitter’da #magaraadami hashtaginden paylaşıyoruz. + Volkswagen reklamı için yapmış olduğunuz " The Right Impression" şarkısıyla reklam müzikleri de yapmış olduğunuzu öğrenmiştim. Peki bunun dışında başka hangi reklam müzikleri yaptınız? - Finansbank “Bizce Mümkün” reklamlarındaki “Rüzgar Nereye?”, Digitürk’ün “Artık Futbol Konuşacak”, Colin’s’in “Değiş, Geride Kalma” müzikleri başlıcaları ama daha fazlasını
ETE KURTTTE
o.
EKİN RÖPORTAJI Özge Özgüner
.ozguner@kalemsizdergi.com
dinlemek isteyenler www.youtube.com/JingleStationTR adresine bakabilirler. + Hayranınız çoktu yalnız "Av Mevsimi" filmiyle seveniniz baya arttı. Bu konudaki görüşleriniz neler? - Bana “Keşke albümdeki bütün şarkılar da birer filmde yayınlansaydı” dedirten bir konu bu. Doğru sahnede doğru müziğin etkisi asla yadırganamaz. Bazen albümlerde dinlerken kaçırılan şarkılar, bir dizi ya da sinema filmiyle birleştiğinde daha çok öne çıkabiliyor. + Mel Gibson'a benzetilmeniz konusunda ne düşünüyorsunuz? - Özellikle saçlarımın uzun olduğu yıllarda bana Braveheart diyen çok insan vardı. Hatta dostum Mehmet Turgut’la böyle bir çalışma yaptık. Ben bile ikna olmuş durumdayım. + Bir kaç ay önce evlendiniz. Kalemsiz Dergi ekibi olarak biz de size mutluluklar diliyoruz. Eşiniz de sizin gibi müzikle ilgileniyor mu? - Çok teşekkür ederiz. Eşim yönetmen olduğu için doğal olarak müzikle ilişkili. Birbirimizle fikir alışverişinde bulunuyoruz, hatta bazen birlikte çok eğlenebiliyoruz. Mesela meme kanseriyle ilgili çekmiş olduğu bir orta metraj filmi var, müziklerini yaparken oldukça iyi zaman geçirdik. +
Yerli ve yabancı hangi sanatçıları dinliyorsunuz?
- Artık bir dinleyici gibi müzik dinleyemediğimi hemen belirtmem gerek. Farkında olmadan yapılan müziğin işçiliği, sözlerin ahengi ve yapımı gibi detaylara dalıveriyorum hemen. Ama her zaman takdir ettiğim gruplar ve sanatçılar var: Massive Attack, Trent Reznor, Sting, Rammstein ilk aklıma gelenler. Film müziği bestecileri arasındaysa şu aralar favori ismim Ramin Djawadi. + Son olarak kesinleşen konserleriniz var mı? - 27 Ekim’de Mask Live’da sahne alacağız. Daha tarihi kesinleşmemiş başka konserler de olacak. Bu konserleri de twitter ve facebook fan page’den takip edebilirsiniz. İyi müziğinize hep devam etmeniz dileğiyle, vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim, İyi çalışmalar.
Güncel & Fikir & Araştırma ->
Tökezleyen Adam tokezleyen.adam@kalemsizdergi.com
Belki de çok yazılıp çizildi bu konuda bir de benim yorumumu oku istedim. Selamlaşma faslını bırakalım da bir kenara başlayalım yazmaya, okumaya. Bir çılgınlıktır gidiyor bu sosyal medya akımı. Ben de dahilim içine tamam, ama bu kadar dahil olmak gerekli mi, orası tartışılır. Ne düşündüğümüzü, ne yaptığımızı, ne gördüğümüzü, nerede olduğumuzu ve bunun gibi onlarca özelimizi paylaşabildiğimiz onlarca platform mevcut. Peki neden ? Cevaplanması gereken soru esas bu. Bırak şimdi nerede olduğunu, ne düşündüğünü ya da ne yaptığını. Bu soruyu cevaplamaya çalış. Bu sorunun cevabını düşünedur sen ben biraz bu sosyal (!) medyanın arka yüzüne bakmak istiyorum. Sosyal Medya Mühendisleri Asosyal İnsanlar Bugünlerin vazgeçilmezi olan sosyal medya projelerinin patronları 21.yüzyılın başlarında “geek ya da nerd” denilen ineklerdi desem doğru olur. Aşağılama anlamında asla
söylemiyorum. Yüzyılın başlarında bu insanlara başka gözle bakan patronların bugünlerde onların oyuncaklarını kendi eğlence araç ve amaçları olarak edinmesi sence de biraz ironik değil mi? Bu nerdleri anlamak için bir önerim olabilir sana. The IT Crowd diye İngiliz sit-com türünde her bölümü yaklaşık 20 dakika olan bir dizisi var. Tam olarak bu arkadaşları anlatıyor. Kısaca ünlü bir şirketin bilgi işlem departmanında çalışan iki kafadar arkadaşa yeni bir insani ilişkiler müdiresinin gelmesiyle başlayan ve takımın başından geçen olayları konu edinen bir dizi desem yeridir. İlgini çektiyse ufak bir araştırma ile merak ettiklerine ulaşman mümkün. Geeklerle ilgili ufak bir resim de paylaşmadan edemeyeceğim.
• Güncel Yeni Nesil Ticarethaneler ! Yazıyı dağıtmadan devam edelim. Sosyal medya patronları artık senin her gün girmeden yapamadığın siteleri kendilerine bir iş haline getirmiş ve resmen senin üzerinden para kazanmaya başlamışlardır. Senin ticaretini yapıyorlar bi nebze, tabii öyle bilgilerini çeşitli firmalara satıyorlar ve seni onların spesifik müşterisi konumuna sokarak sana reklam mailleri gelmesini sağlıyorlar. Ve yenilir yutulur miktarda da değil bu işin maddi boyutu. En ufağından Facebook‘u örnek alacak olursak; ana sayfanda sağ tarafta sıkça gördüğün reklam kutucukları , belirli yeterlilikte bir algoritma sayesinde sana gösteriliyor. Ve 500 milyonu geçmiş olan Facebook bünyesindeki her üyeye farklı kategoride reklam göstererek inanılmaz bir reklam yelpazesine sahip oluyor. Algoritmasının temelinde ise senin site üzerinde beğendiğin sayfaların türleri ve ilgili bağlantılar. Bunu daha da çekici hale getirmek için “şu şu ve bununla beraber şu kadar arkadaşın daha beğendi” tarzında hele bir beğenme demeye getiriyor. Öyle ki site üzerinden bir arkadaşınızla konuşsanız hemen sayfanın çok albenisi olmayan ancak bilinçaltına işleyen yerlerinde o arkadaşınızın beğendiği sayfaları size beğendirme gibi bir çabası da var. Bu bahsettiğim sadece bir site. Bunun gibi onlarca site mevcut.
Erişimi Kolay Bilgi Hırsızlığı Bu sosyal medya, mobil internetin ve mobil platformun da gelişmesiyle durdurulması imkansız olan bir platforma dönüştü. Sana basit gelen ve sadece birkaç “tık”tan ibaret
olduğunu düşündüğün ve paylaştığın bilgiler en ufak bir hatanda aleyhine çok güzel kullanılabiliyor. Her türlü ortamda bunun örneklerini görmek mümkün. Bu değişimlere emin ol sadece sen ayak uydurmuyorsun. Geçenlerde bir haber okumuştum yabancı bir sitede. Şu sıralar popüler olan FourSquare isimli platformda check-in yapan bir Amerikan vatandaşın evine hırsız giriyor. Üstelik bunu planlı yapıyor. Adam bir güzel kurbanının check-in aktivitelerini takip ediyor. Ve bir gün şehrinden uzakta olan kurbanının evine çok hoş bir ziyaret düzenleyerek sürpriz yapıyor ve sürprizini de bir notla süslüyor. “Paylaştığın bilgilerine dikkat et ”
Sosyal Ortamda Asosyal Sosyal Olmak Dönemin değişkenliğinden bahsetmiştim. Öyle ki insanlar artık iki tık ile okul arkadaşlarıyla uzun muhabbetler ediyor, düğünlere katılıyor hatta imza toplama kampanyalarında ateşli destekçiyi oynuyor. Hem de sandalyesinden kalkma zahmeti göstermeden ! Sorarsan bu arkadaşlara sosyallerdir. Ama sadece taş çatlasın 10 mpslik bir internet erişimiyle ! O sandalyeden kalkıp sokağa çıkma zahmeti gösterdiklerinde birer birer gün yüzüne çıkar asosyallikleri. Ama dediğim gibi bu arkadaşın Facebook‘ta binlerce arkadaşı, Twitter‘da binlerce followers‘i ve hatta FourSquare‘de yüzlerce check-in’i vardır… Saymakla bitmez bu asosyal sosyal insanların sosyal medyadaki portföyleri. Yazımı ufaktan noktalamak istiyorum. Şu satırlara kadar geldiysen baştaki sorunun cevabı artık kafanda şekillenmeye başlamıştır. Cevabını kendine sakla ya da bana mail at, mutlaka bir geri dönüş yaparım sana.
BEN NASIL BÜYÜK ADAM OLACAĞIM ? Ben nasıl büyük adam olacağım? Ben… Yalnızca ben değil, aynı ölçüde sen… Ufak bir çocuktum ben. Ben hariç herkes büyüktü ve büyükler hükmediyordu bildiğim her şeye. Onları izleyerek ve itaat ederek; biraz büyüdüm… Bıyıklarım henüz yeni terliyordu, körpeydim ben. Evde ebeveynlerim, okulda öğretmenlerim, sokakta polis amcalar, bakkal amca, en sevdiğim meyvenin ağacını bahçesine hapsetmiş bir başka amca, hastanelerde hemşire teyzeler, köşe başlarında ağabeyler, çizgi filmde gargamel. Hala hepsi büyüktü benden. Onlar hükmediyorlardı bildiğim her şeye. Büyümem gerekiyormuş ve biraz daha büyüdüm. Delikanlıydım ben. Gençtim, güzel ya da yakışıklı. Hala tam olarak büyüyemediğimi söylüyordu gargamel. ‘’Büyük olma sınavı’’ dedikleri şeylere hazırlanıyordum ben. Biraz daha büyüyordum her ‘’Büyük olma sınavı’’ndan sonra ama her seferinde biraz daha büyümem gerektiğini söylüyordu gargamel. Büyük olma sınavlarında geçirdim gençliğimi, geçtim her bir sınavı; Biraz daha büyüdüm. Bugün, Spor Akademisi öğrencisiyim ben. Ama garibime giden bir şeyler var; Ebeveynlerim hala büyükler, polis ve bakkal amcalar da öyle. Hemşire teyzeler hala büyükler ve en sevdiğim meyveyi bahçesine hapseden amca da öyle. Öğretmenlerim hala büyükler… Hala hükmediyorlar; Her birinin hayalleri var, proje ve hedefleri var. Dünyayı o proje, hedef ve hayalleriyle esir almışlar. Tıpkı en sevdiğim meyvenin ağacını bahçesine hapseden amca gibi; hayallerimi, proje ve hedeflerimi esir almışlar, köle etmişler, prangalamışlar… Bir Spor Akademisi öğrencisiyim ben. Ülke sporunun geleceğiyim ben. Toplum sağlığının can damarıyım ben. Sosyokültürel yapının psikolojisiyim ben. O toplumda bir bireyim ben. Hayalleri, proje ve hedefleri olanım ben. Bir Spor Akademisi öğrencisiyken ben ve öğretmenlerimken dünyayı yöneten, öğretmenlerimken hayal, proje ve hedefleriyle hükmeden; ‘’Herkes köşesini kapmışken, nasıl büyük adam olacağım ben?’’
TEOMAN KARADENİZ
• Güncel
MİRAS Özellikle genç nesillerimizin farkında olmadığı bir mirasımız var bizim. Çok büyük bir kültür mirasına sahibiz. Maalesef ki günümüz nesillerinin sadece ufak bir bölümü bunun farkında. Hayatımızın her alanında karşımıza çıkan, çıkacak olan zorluklara karşı nasıl mücadele etmemiz gerektiği, nasıl bir tutum içinde bulunmamız gerektiğini bu mirasta bulabiliriz. Atasözlerimiz, hadisler, kıssadan hisseler, edebiyatçılarımızın ifade ettikleri ve daha niceleri… En basitinden arkadaş ilişkilerimizde sürekli sorunlar yaşıyoruz. Bazen arkadaşlarımız zor duruma düşüyor ve ne yapacağımızı bilemiyor, yardımına dahi koşmuyoruz. İşte atasözünde de dediği gibi, dost, dostun eyerlenmiş atıdır. Yani anlamı şu ki, Hakikî dost, dostunun en sıkışık zamanında yardımına koşmaya hazır durumda
bekler. Nemrut ile Karınca hikayesini bilirsiniz. Hz. İbrahim’i ateşe atan Nemrut’a karşı karınca sırtında su taşıyarak ateşi söndürmeye çalışır. Karıncaya derler; o su ateşi söndürmez, boşuna çabalıyorsun. Karınca cevap verir; olsun, en azından tarafımız belli olur diye. Karınca safını belli etmiştir. İşte bu hikayeler hem okurken zevk aldığımız hem de bize gani gani faydası olan değerlerdir. Diğer toplumlara göre kat be kat fazla mirasa sahibiz. Ama şu meşhur batıdan alma olayı illa ki yapılacaksa, batılıların sahiplenme yetisini alabiliriz. Bunca değer, göz göre göre kıyıda köşede yok oluyor. İnsanlarımızın yaşantılarına olumlu yönde katkıda bulunacak şeyler bu değerler.
Nice nice hikayelerimiz, kıssalarımız, anılarımız var. Mesela bizlere hep dinlemenin ne kadar önemli bir yetenek olduğundan bahsedilir. Gerçekten bu böyledir. Bir süre insanları dikkatle dinleyin. Bunun ne kadar doğru bir tespit olduğunu göreceksiniz. Çok konuşan boş konuşur demişler. Ayrıca en çok bilenin en çok dinleyen olduğunu da söylemişler. Bu insanlar bir şeyleri yaşamışlar ki bunları söylemişler. Bu değerlere sahip çıkmalıyız. Kitap okumakta ne kadar geri bir ülke olduğumuzdan bahsediyorlar sürekli. Bu doğru olabilir. Ama kitaplar pazarlanmıyor. Çoğu insan piyasaya çıkan en popüler kitaptan dahi habersizdir. İnsanlara okuma alışkanlığı kazandırmak için öncelikle insanlara kitapları pazarlamalısınız. Kitap okudukça kelime haznemiz genişleyecektir. Ayrıca kitap okumak bizlere öğrenmediğimiz türlü değerlerimizi de anımsatacaktır. Arkadaş ilişkilerimiz, eş (sevgili) ilişkilerimiz, çalıştığımız yer ile olan ilişkilerimiz, komşuluk ilişkilerimiz ve diğer ilişkilerimiz son on yıldır hızla zayıflıyor. Bunun sebebi, bazı değerlerin eğitimini almamış insanların büyüyüp, hayata dahil olmasıdır. Biz kendi değerlerimizi bilip, onlara saygı gösterip, yaşamımıza uyarlarsak gerçekten kaliteli toplum olma yönünde en önemli adımı atmış olacağız. Her olumsuz görünene söver olduk. Oysa ki araştırma gibi
bir düşünce yok. Her şey oldu bitti yaşanır oldu. Son zamanlarda büyüklerimden en çok duyduğum cümle “eskiler bi başkaydı” oluyor. Araştırıp bakıyorsun, hakikaten eskiden hep beraberdik. Birlik halindeydik. Şimdilerde ise egolarımız içerisinde boğulur olduk. Nasıl bu hale geldik? Bende bilmiyorum ama her gelen yeni jenerasyonda bu durum daha da kötüye gider oldu. Anne babalar aile içi eğitimi daha dikkatli vermeliler. Bireyler topluma adab-ı muaşeret kanunlarını bilerek gelmeliler. Okuma alışkanlığı verilmeli ve bu gibi çeşitli yetenekler yüklenmeli. Değerlerden bahsedip, bu konuya gelmemin elbette ki bir anlamı var. İlk başta itham ettiğim genç kuşağında altında olan 1996 ve sonrası nesilin yetişme biçimi gerçekten çok korku veriyor bana. Bu nesillere bu değerlerimiz öğretilmiyor ve en değer verdiğimiz değerlerimize zarar veriliyor. Geçen gün haberlerde görmüşsünüzdür, hamile öğretmenini bıçaklayarak öldüren bir lise öğrencisi vardı. Oysa ki bize öğretilen, eğiticinin ne kadar kutsal olduğuydu. Bu konuyu çoğu okurumuzla da görüştük ve bu konudan şikayetçi olanların sayısı oldukça fazla. Bu yüzden böyle bir yazı ile karşınıza çıkma ihtiyacı duydum. Genç nesillere değerlerimizi öğretelim. Bu konuda ailelere ve eğitimcilere çok fazla iş düşüyor. Lütfen sorumluluk almaktan kaçınmayalım. Mutluluk için buna ihtiyacımız var. Mert ABAKUŞ
mert@kalemsizdergi.com
OKEY PAMPA, İŞLE Merhaba, sevgili Kalemsiz okuyucuları. Bu sayımızda ben, hepimizi ilgilendiren çok mühim bir konuda sizinle ufak çaplı bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Değinmek istediğim nokta “dil”. Yahya Kemal BEYATLI’nın “bu dil ağzımda anamın ak sütüdür”, Fazıl Hüsnü DAĞLARCA’nın “Türkçem benim ses bayrağım”, Fuzûlî’nin “Türkçe, Arap ve Acem dillerinden daha güzel ve üstün bir dildir”, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir” dediği dilden, Türkçeden bahsediyorum. Sevgili okuyucular; dil bir milleti bir çatı altında toplayan, birlikte tutan, uyum ve düzen içerisinde bir hayat sürmemizi sağlayan en büyük milli unsurdur. Kafamızı yoran, canımızı sıkan yığınlarca sorunla karşılaştığımız ülkemizde kendimizi aidiyetinde hissettiğimiz ideolojilerin belli başlı kavramlarını pervasızca kullanarak ben “şu”yum, ben “bu”yum, ben “şu”nun taraftarıyım, efendim filan ideoloji ülkenin kurtuluşudur ben de “şu”cuyum diyebiliyoruz. Ancak bilmediğimiz bir şey varsa o da şudur ki her şeyden önce öneminin anlaşılması gereken ve gerekli hassasiyetin gösterilmesi gereken en büyük sorun “dil sorunu”dur. Biz önümüze konulan oyuncaklarla kendi küçük dünyamızda büyük(!) hesaplar yapıp kendimizce devlet yıkıp devlet kurarken önümüze o oyuncakları atanlar, önce dilimizi sömürerek bizi içimizden yıkıyorlar da haberimiz yok! Özellikle son
zamanlarda devletin zirvesinden basına, yazarlardan üniversite öğrencilerine, geleceğimizi temsil edecek olan genç nesilden halka kadar niyedir bilinmez, bir “Türkçeden kaçış” çabası var. Yabancı kökenli kelimeleri itina ile(!)seçip, aynı itina(!) ile kullanmak, ünlü harflere evlatlık muamelesi yapmak, İngilizceden Türkçeye çevrilmiş bir takım kalıplaşmış anlamları Türkçede bir anlam ifade etmemesine rağmen ısrarla kullanıp cümle ve anlam çöplüğü yaratmak moda haline gelmiş durumda. Afedersiniz ‘rövaşta’. Çok klasikleşmiş fakat bir o kadar da yerinde bir soru ile merakımı gidermek istiyorum yüksek müsaadenizle: TÜRKÇENİN BİR EKSİĞİ YOK, YA SİZİN ? Dil, milletin omurgasıdır. Bunun aksi iddia edilemez. Dilinden kendini soyutlayan, dilini yitiren bir kuşak, gerek tarihinden gerek kültür ve değerlerinden gerek başına geleceklerden bihaber yetişir. Tüm bizi biz yapan değerlerin sürekliliğini sağlayıp kuşaktan kuşağa aktaran da zaten bizzat “dil”dir.
ve taklitçiliğini yapmayı k yakıştırabiliyoruz? Üstelik lişim için de yapmıyoruz! saplanmış kültürlerini(!), k değerlerini(!) taklit ediyoru ti”lik öyle illet bir durum ki “ rımızdaki asil kan”a karışmı da. Artık bilinçlenmenin v biraz sebebini sonucunu menin zamanı gelmedi mi
İnsan kendisini ifad diği ölçüde insandır ve özgü ki özgürlüğü olmadan yaşay nilen millet, bu kadar mı me esarete? Esaret ve işgal den tüfekle geleni mi algılıyoruz Dilimizi zapt etmek de bir muyor mu? Diğer dilin esar miyor muyuz? En önemlisi kanımızda ne zamandan be gönüllü kucak açmak var. Di dil, “bizi en iyi anlayabile yine biziz”in kısaltılmış şek çe diyorum. İstediği kadar dili en iyi bilenlerden olalım Arap ne İngiliz ne Amerika ne de bilmem ne bela anlar gibi. “Vatan dersin, mille bayrak, özgürlük, Kurtuluş Çanakkale, Balkanlar, Anad mus, şehit, asker, cân, cân de anlaşılmaz dediklerin hiç
Anlamadığım noktaya gelince; biz ki tarihimizle ve ecdadımızla gurur duyan ve bunu her fırsatta göğsümüzü gere gere söyleyen bir milletiz. Peki nasıl oluyor da kendimizle bu denli çelişerek henüz bir tarihi bile olmayan, 250 yıllık ağacı tarihi eser Dil kirlenmesini yal kabul eden, medeniyeti bizden öğre- bancı kelimeleri kullanma nip de bize medeniyet dersi vermeye değil de saçma sapan, çalışan üç beş densizin yalakalığını cümleler kurmak olarak d
EM TAMAM; “DİL” PERT!
kendimize bunu geBataklığa kokuşmuş uz. “Özen“damarlaış durumve oturup u düşünsizce de?
de edebilürdür! Biz yamaz deeraklıydık nilince top z sadece? r işgal olretine girde bizim eri işgale il diyorum ecek olan kli; “Türk”başka bir m, bizi ne an ne Fars r bir TÜRK et dersin, ş Savaşı, dolu, nanân dersin çbir dilde!
lnızca yaak olarak manasız da algıla-
mak lazım gelir. Bir kelime hatta bir harf bile çok şey ifade eder. Ünlüleri atarak kullanılmaya başlayan mesaj dili zamanla konuşma ve yazı dilimize yerleşebilir. Ufak gibi görünen bazı noktalara dikkat edelim ki geleceğin anne babaları olan bizler, gelecek kuşaklara temiz bir dil ve korunmuş bir kültür bırakabilelim . Bazen düşünmeden yaptıklarımızın faturası ağır olur! Bizim bu ülkeden başka bir ülkemiz, konuşabileceğimiz 3000-4000 yıllık köklü tarihe sahip değerlerimizi ve bizi yansıtan güçlü bir dilimiz, bozsak da nasılsa yenisi var diyebileceğimiz bir kültürümüz, kimliğimiz daha yok. Türkçe hepimizin; o bizimle büyüdü, biz onunla… “Dil, düşüncenin giydirilmesidir” der Samuel Johnson , “imlamız lisanımız düzelince, lisanımız da kafamız düzelince düzelecek” der Yahya Kemal, “kullandığımız kelimeler nasıl yaşayacağımızı belirler” der bir Yunan atasözü, “insanın kelamı aklının terazisidir” der Hz. Ali ve devam eder Hz. Muhammed: “İnsanlara akılları ölçüsünde söz söyleyiniz” ve son sözü de Francis Bacon söyler “insanın dili karakterinin bir parçasıdır”. Dilimize dikkat edelim! Dilimizi kirleterek hem zeka seviyemizi düşürdüğümüzü hem de karakterimizi, kimliğimizi yitirdiğimizi bir kez daha hatırlayalım.
Kübra Gülmez k.gulmez@kalemsizdergi.com
13’ÜN İskandinav mitlerinde geçen bir öyküye göre düzenbaz tanrı Loki, diğer 12 tanrının katıldığı bir şölene 13. olarak giderek eğlenceyi bozmuştur. Bu olay İskandinav halklarının en gözde tanrısı Balder'in ölümüyle sonuçlanan kavgaya yol açmıştır. Yunan Mitolojisinde, tanrıların evi Olympus dağında 12 tanrı oturur. Yunan mitolojisine en son katılan tanrı Dionysus için Hestia isimli tanrıça Olympus'tan ayrılarak insanlar arasında yaşamaya başlar. Böylece Olympus'taki tanrı sayısı kötü kabul edilen 13'e ulaşmaz. Hıristiyanlıkta 13 sayısının uğursuzluğu ile ilgili birçok teori ortaya atılmıştır. bunlardan birine göre İsa'nın Son Yemek olarak bilinen ve Roma tarafından tutuklanmadan önce havarileri ile son kez bir araya geldiği yemekte masada 13 kişi vardır (12 havari ve İsa). Masadaki 13. kişi olan Yahuda onu ele verir.Bu inanç Hıristiyan dünyasında öylesine güçlüdür ki, bazı kimseler 12 kişiyle birlikte aynı masaya oturtmaktan kaçınır. • Birçok otelin 13 sayısını taşıyan odası ve 13. katı yoktur. • Pek çok kentte 13.Cadde ya da 13.Bulvar gibi yerler yoktur. • Çoğu binanın 13.katı olmaz. • İsminize 13 mektup gelmişse şeytanın şansı sizin olur. • 'Apollo 13’ aya gitme macerasında başarısız olan tek ekiptir. • Darağacına giden yolda 13 basamak vardır. • 13 Ekim 1307’de çok sayıda şövalye tutuklanıp idam edilmiştir. • Ad ve soyadındaki harflerin toplamı 13 olanların çok şanssız bir hayat geçireceği düşünülür. • 13 yaşı çocukların erişkinliğe adım attıkları yaştır. Bu dönem oldukça sıkıntılıdır.
LANETİ Sıralamada 12 rakamı mükemmeliyet ve bütünlük ifade eder. 13 rakamı ise kusursuzluğun üzerine ekleme yapmak olarak algılanır. Bu sebepten de uğursuz olduğu varsayılır. 13. CUMA KORKUSU Kelimenin kökenine bakacak olursak 13. Cuma’dan korkmaya “paraskevidekatriaphobia” deniyor. Bu da Yunanca Cuma anlamına gelen Paraskeví, 13 anlamına gelen dekatreís kelimelerinin fobi anlamına gelen phobía kelimesine eklenmesiyle ortaya çıkıyor. Britanya'da British Medical Journal'ın ayın 6'sına denk gelen Cuma ve 13'üne denk gelen Cuma'ları karşılaştırarak yaptığı bir araştırma 13. Cuma günlerinde trafik kazalarında yüzde 52'lik bir artış olduğunu ortaya koymuş. Fakat Alman Sigorta İstatistikleri Merkezi ise 12 Haziran 2008'de bir açıklama yayınlayarak 13. Cuma'larda daha az kaza, yangın ve hırsızlık olduğunu söyledi. Bunun sebebi ise insanların korkudan evden çıkmamalarına bağlanıyor. Hollanda'da ise 13. Cuma'da araç sürmek daha güvenli. Çünkü normalde ortalama 7.800 kaza olurken 13. Cuma'da 7.500 kaza bildirilmiş.Kuzey Carolina'daki Stressle Başa Çıkma ve Gobi Enstitüsü'nün araştırmasına göre ise Amerika'da her yıl 21 milyon kişi bugünden korktuğu için gündelik işlerini yerine getiremiyor. Sevgili Kalemsiz okurları anladığınız üzere batıl inançtan başka bir şey değil.. 13. sayının Kalemsiz için uğur getirmesi dileğiyle..
"Mutluluk her an vardır yeter ki en karanlık zamanlarınızda ışığı açmayı unutmayın.."
Gülşah Uludil g.uludil@kalemsizdergi.com
• Güncel
Bugün kültümüze ait el sanatlarının çoğu yok olmaya yüz tutmuş durumda. Bugün bazı sosyal toplulukların ve duyarlı belediyeler kültürümüzde yer alan bu sanatların ömrünü uzatacak çalışmalar yapmaktalar. Ancak ne yazık ki hala yeterli sahiplenme mevcut değil. Ben de bu konuya biraz katkıda bulunmak adına bu nadide sanatlarımız hakkında bu yazıyı hazırlama ihtiyacı duydum. Sizlere el sanatlarımız hakkında kısa kısa bilgiler vererek en azından fikir sahibi olmanıza yardımcı olacağım. Kaligrafi: En basit açıklaması "Güzel Yazı" demektir. Bu sanat ile iştigal eden (uğraşan) sanatkara Kaligraf denir. 15.yüzyılda özellikle Osmanlı, Hindistan ve İran’da görülen, olağanüstü incelik ve ustalık gerektiren bu sanat eserleri hayranlık verecek derecede ince ve etstetiktir.
Ajur Sanatı: Kıl testeresi yardımıyla gümüş bir levha üzerine çizilen bir motifin nakşedilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Tezhib Sanadı: (Osm: Tezhib) kelimesi, Arapça zeheb (altın) kökünden türemiş olup, ‘altınlamak’ anlamına gelir. Çoğulu olan “tezhibat” “altınlama süslemeler” demektir. Tezhip günümüzde daha çok İslam kökenli kitap bezeme sanatlarına verilen addır. Tezhip sanatını icra eden erkelere müzehhip bayanlara müzehhibe adı verilir.
Yukarıda özetini geçtiğim el sanatları dışında önemli olan diğer el sanatları; • Külekçilik • Hallaçlık • Kedenecilik • Köföncülük • Kazaziye • Gravür • Gergef • Çinicilik
Mozaik: Mozaik kelimesi, bu makalede, plastik sanatlarda kullanılan anlamıyla ele alınmıştır. Küçük, birbirinden farklı, üç boyutlu parçaları bir yüzey üzerinde yanyana getirerek resim oluşturma tekniğine ve ortaya çıkan esere mozaik denir. İlk olarak beşbin yıl önce Sümerler tarafından ev duvarlarına batırdıkları çömlek parçalarıyla yapılan bu tekniğin günümüzde iki biçimi uygulanmaktadır: Genelde çimentodan oluşan zemin malzeme üzerine parçacıkları batırmak. Tutkalla yapıştırılmış parçaların aralarına sıva döşemek.
Mert ABAKUŞ mert@kalemsizdergi.com
Bir süredir özel işlerim sebebiyle dergiye yazamıyordum, bu sayımızda ise Microsoft Türkiye tarafından desteklenen Açık Akademi isimli ücretsiz programlama eğitimi veren ve yüzlerce saat video ve tartışma platformlarının olduğu bir platformdan bahsetmek istiyorum sizlere. Platformun amacı birinci adımda, insanlara ihtiyaç duydukları Microsoft teknolojilerine yazılım geliştirme konusunda destek vermek. Bu da demek oluyor ki sistemin yapılandırılmasındaki asıl amaç yazılım geliştirmek isteyen kişilerin bunları öğrenmesini, uzmanlaşmasını sağlamak. İkinci adımda projenin amacı ise Türkiye’de gerekli seviyede uzman yazılım yetiştirebilmek, yazılım ihracatını daha mümkün kılmak ve genel kapsamda insanların ihtiyaç duyduğu Türkçe kaynağa ulaşmalarını sağlamak. Türkiye 20 milyar dolara yakın bir yazılım pazarında, gelecekte 60 milyar dolara çıkmasının beklendiği bu pazarda neredeyse hiç pay sahibi değil, Açık Akademi’nin amacı nitelikli yazılım uzmanlarının gelişmesine ve yetiştirilmesine yardımcı olmak, bu konuda insanlara bir yol açmak.
Türkiye bilindiği üzere bir çok büyük yazılım ve donanım firması tarafından 3. Dünya ülkesi olarak düşünülmekte ve yazılım/donanım ithalatında ülkemiz bu kapsamda her zaman ithal ederken bile geride kalmakta ve çoğu zaman teknolojileri geç kullanmaktadır. Büyük firmalar genellikle ülkelerin seviyesini belirlerken o ülkede yaptığı satışa değil o ülkenin yazılım/donanım kapasitesine bakmaktadır. Bunu gidermenin bir yolu da gerekli yazılımcı açığını kapatmak ve var olanların da kalite seviyesini yükseltmek; bu da şu aşamada yazılım geliştiricilerin daha aktif ve daha katkı sağlıyor olmasını sağlamaktır. Toparlayacak olursak, Türkiye 3. Dünya ülkesi olmak istemiyor ise öncelikle bu seviyenin üzerinde sayıda ve kalitede yazılım üretmelidir. Açık Akademi de tam olarak bunu sağlamayı amaçlamaktadır. Gerekli sayıda yazılım (örn. Windows Phone ve Windows 8 uygulamaları) üretilirse, Türkiye bu düşük kapsamdan bir üst seviyeye geçebiliyor olacaktır. Microsoft Türkiye, Windows Phone 7-8 ve Windows 8 için büyük yatırımlar yaparak geliştiricileri teşvik etmekte ve bunun için ara kuruluşu olan Açık Akademiyi kullanmaktadır eğitim ve kampanya amaçlı.
Açık Akademinin kuruluş amacından fazlasıyla bahsettiğimizi düşünüyorum, şimdi ise Açık Akademinin neler yaptığından ve asıl ilgilendiğimiz noktalardan bahsetmek istiyorum. Açık Akademi an itibariyle bir Windows Phone 7 telefon kampanyası düzenlemektedir, bu kapsamda 5 adet uygulama geliştirip yayınlayan ve Açık Akademinin kriterlerine uygun olarak bu uygulamaları piyasaya süren kişiler Nokia Lumia 800 kazanıyorlar. Bu kampanyanın amacı Türkiye menşeili uygulama sayısını arttırmak, bu kapsamda da sadece 5 kriterlere uygun uygulamayı yayınlayanlara bu telefon hediye olarak verilmekte. Detaylar için: https://www.acikakademi. com/acikakademi/eep/ContentDetails.aspx?ID=32 adresini ziyaret edebilirsiniz. Tüm bunlara ek olarak, ilk 3 uygulamasını geliştiren kişilere de 100$ değerindeki Windows Developer Center üyeliği hediye edilmekte. Gelin birlikte Açık Akademi’nin yol haritasına bir göz atalım.
Gördüğünüz üzere, uzmanlaşma imkanımızın olduğu bir çok modül var. Eğer biraz daha geniş bir anlatım isterseniz de şu görseli inceleyebilirsiniz.
Tüm bunlardan bahsettikten sonra, sanırım artık kayıt olmanızın zamanı geldi. Açık Akademiye kayıt olduğunuzda bir test yapabiliyorsunuz, bu testi geçerseniz ilk eğitimleri almak zorunda değilsiniz, ancak eğer testten başarısız olursanız tüm eğitimleri almanız gerekiyor olacak. Çünkü Açık Akademi adım adım ilerleyen bir müfredata göre sistemde eğitim vermektedir. Onur Tırpan http://www.acikakademi.com/ bekliyoruz.
o.tirpan@kalemsizdergi.com
İŞ BULMA OLASILIĞI YÜKSEK OLAN MESLEK DALLARI Günümüzde insanlar işsiz kalmamak için ellerinden geleni yapar. Bazen bu çabalar sonuç verir ve işinde üst kademelere çıkarsın, tam tersi olursa da korkulan olur ve işsiz kalma noktasına kadar gidebilirsin. Kim işini ne kadar güzel yaparsa mükafatını da ay sonu veya yıl sonu alır. Şimdi ben; siz okurlara günümüzde iş olanağı fazla olan ve işsiz kalma olasılığı çok az olan mesleklerden biraz bahsedeceğim.
Batuhan Öztütüncü b.oztutuncu@kalemsizdergi.com
İş Bulma Olasılığı fazla Meslekler : -Biyomedikal Cihaz Teknisyenliği -Biyomedikal Cihaz Mühendisi -Elektronik Haberleşme Mühendisliği -Mekatronik Mühendisi -Yazılım Mühendisliği -Jeofizik Mühendisi -Yönetim Bilişim Sektörü -Özel Eğitim Bölümleri (Zihinsel, İşitme, Görme Engelliler Öğretmenleri ) -Görsel İletişim Tasarımı Şimdi bu meslekleri size açıklıyım.
Biyomedikal Cihaz Teknisyenliği: Bu mesleğin amacı, tıpta ve biyolojik bilimlerde kullanılan cihazların tamiri, bakımı ve onarımı yapan ara elemandır. Önü en açık mesleklerden biridir. Çalışma Alanları: Biyomedikal Cihaz Teknikeri, resmi ve özel hastanelerde, dispanserlerde ve laboratuvarlarda çalışabilirler. Biyomedikal Cihaz Mühendisliği: Biyomedikal Cihaz Mühendisi olan kişi bu alanda ki tıbbi cihazların yapımı ve tasarımından sorumludurlar ve ayrıca arıza halinde danışmanlık görevini üstlenmektedirler. Biyomedikal Cihaz Mühendisi olan kişiler; -Kalp pilleri, yapay organlar, Diyaliz makinası gibi tıbbi cihazların üretimi ve tasarımını yaparlar. -Ultrason, röntgen, anjiyo vb. tıbbi cihazların üretimini ve tasarımını yapmakla sorumludurlar. -İnsan vücudundaki sistemlerin sayısal olarak incelenmesi için elektronik modeller gerçekleştirirler. -Hastaların durumunu kontrol eden cihazların yapımından ve tasarımından sorumludurlar. -Ayrıca herhangi bir tıbbi cihazda arıza söz konusu olduğunda danışmanlık ve ilgili sorumluluğu yerine getirmekle görevlilerdir.
Elektronik Haberleşme Mühendisliği: Elektronik Haberleşme Mühendisliği, iletişim ve her türlü elektronik aletin yapımı, geliştirilmesi ve işletilmesi hakkında görev alan kişilerdir. İş bulma Olasılığı: -PTT, TRT, TÜRK-KABLO, Türk Telekom, TEDAŞ vb. gibi kamu ve özel sektörlerde çalışma imkanı oldukça yüksek bir meslektir. Ayrıca bu işi yapacak olan kişilerin el, göz ve beyin koordinasyonlarının yüksek olması gerekmektedir. İşin içine girildiği zaman sorun çözebilecek hızlı ve kabiliyetli insan olmalıdırlar. Mekatronik Mühendisliği: Mekatronik, Makina, elektronik ve yazılım mühendisliğin birleşmesi ile oluşan ayrı bir mühendislik dalı olmakla birlikte mühendisliğin en çok öne çıktığı mesleklerden biridir. Mekatronik ; Gelişmiş ürün ve yüksek performansa ulaşmak için tasarlanan cihazların; hesaplama, mekanizasyon ve kontrol parametrelerini aynı anda bulunduran sistemin dizaynı ile ilgilenen entegre bir çalışmadır. Bir Mekatronik Mühendisinin, modelleme-analiz ve deneysel uygulama- donanım yeteneğine sahip olmakla birlikte bunların
yazılımlarını yazmakta Mekatroniği diğer sist ayıran özelliklerden bir tip cihazların elektron fonksiyonları ile yenile Yazılım Mühendisliği: İn tı içerisindeki sorunlar üreterek faydalı ürünle hedefler. Yani işimizi k racak bazı sistemlerin uygulamasında görev a İş İmkanı: Yazılım mühe proje yöneticileri olara Holding, Seyahat Firma desteği sunan firmalar olarak çalışabilirler. Tabi bu işte de güzel b zanmak istiyorsanız iş yapmanız gerekmekte Jeofizik Mühendisliği: ni kullanarak yerkürey atmosferi ve uzayı ince dalıdır. Jeofizik Mühendisliğin kişilerin matematik ze iyi olması ve iş ortamın ortamında ) bunu çok bilmesi gerekmektedir Jeofizik Mühendisliği, doğalgaz, maden, ham aranması, jeotermal en çevre ve arkeolojik ara birlikte bilgisayar-elek ve sayısal verilere daya meslektir. Jeofizik Mühendisliği d
adırlar. temlerden ri ise eski nik ve yazılım enmesidir. nsan hayara çözüm er koymayı kolaylaştın yapımı ve alırlar. endisi, ak çalışabilir, aları gib web rda yönetici
bir para kaşinizi severek edir. Fizik ilkeleriyi, hidrosferi, eleyen bilim
ni yapacak ekasının çok nda (ofis iyi kullanar. Petrol, m maddelerin nerji gibi aştırmalarla ktronik ikilisi anan bir
de önü açık
olan ve iş bulmada sıkıntı yaşanmayacağı bir meslektir. İşini iyi yaparsan işsiz kalma olasılığı çok düşüktür. Jeofiziğin Uygulama Alanları: -Çevre Fizyolojisi -Levha tektoniği ve deprem araştırmaları -Arkeolojik Araştırmalar -Uzay ve Atmosfer Araştırmaları -Termal Alan Araştırmaları -Yeraltı Kaynaklarının araştırılması gibi görevlerde bulunurlar. Yönetim Bilişim Sektörü: Devlet kurumları, sosyal güvenlik kurumları ve özel sektöre ait kuruluşlarda, planlama, düzenleme ve geliştirme ve verileri düzenleme-yürütebilmesini sağlayacak elemanlara denir. Biraz daha açacak olursak, Holdingde bir yönetici bir konu hakkında karar vermekte zorlandıysa eğer sizden bu kararın verilmesini kolaylaştıracak bilgilerin değişik yerlerden toplanmasını ve düzenlemesini isteyecektir. Araştırma Konuları; Benzetim ve Dinamik Sistem Modellemesi Bilgisayar Ağları ve İletişim Bilgisayar Destekli Eğitim Bilişim Proje ve Süreç Yönetimi Bilişim Sistemleri Analiz, Tasarım Geliştirme Elektronik İş ve Ticaret Modelleri
Karar Destek Sistemleri Kalite Yönetimi Kurumsal Bilgi Yönetimi Tedarik Zinciri Yönetimi Veri Analizi, Sayasal Yöntemler, Veri Madenciliği Yapay Zeka Uygulamaları Özel Eğitim Bölümleri: Bu bölümde zihinsel. işitme, görme vb engelleri olan ilköğretim çağında olan çocukları eğitecek öğretmenleri yetiştirir. Bu mesleği elinizden geldiğince iyi yapmak istiyorsak eğer Sabırlı, anlayışlı ve bir o kadarda sevecen olunmalı ki karşı taraftaki kişiyi üzmeyelim. Ve en önemlisi bu işi yaparken kişinin mutlu olması gerekmektedir. Ülkemizde engelli insanlara yardım edecek düzeyde pek fazla öğretim üyesi bulunmadığından dolayı bu meslekte önü açık mesleklerin başında gelmektedir. Görsel İletişim Tasarımcısı: Bölümü net bir biçimde anlatmak istersek, televizyon ve sinema grafiklerinin, bilgisayar yazılımlarının ekran düzenlemelerini tasarlayan kişilerdir. Bu işi yapacak olan kişiler; bilgisayar yazılım şirketlerinde, reklam ajanslarında, tv kanallarında ve animasyon kuruluşlarında kolaylıkla yer alabilir. Bu mesleği yapacak olan kişilerin; -Karşıda ki kişi veya kişilerle iletişiminin çok iyi olması gerekmektedir. -Sinema, televizyon ve güzel sanatlarla yakından ilgilenen kişiler olması gerekmektedir. -Kafasında oluşturduğu kompozisyonu çizim halinde en iyi ifade eden biri olmalıdırlar.
k d
Web : www.kalemsizdergi.com | Twitter : Twitter.com/KalemsizDergi | Facebook : Facebook.com/KalemsizDergi