6 Şubat 2012 / Sayı : 6
REENKARNASYON
Değerli Kalemsiz okurları, öncelikle hepinize sevgiler ve saygılar. İki aylık bir aranın ardından yeniden sizlerleyiz. Hem yönetim kadrosu hem de yayım hayatına başlangıç süreci olarak genç bir dergiyiz. Gençliğin verdiği enerjiyle her geçen gün değişen dünyaya bizler de ayak uydurmak zorundayız. Altıncı sayımızla birlikte bir takım değişikliklere gitmiş bulunuyoruz. Öncelikli olarak sizlerin de fark edeceği gibi logomuzda bir değişikliğe gittik. Ayrıca logonun yanı sıra resmi internet adresimizde de gözle görülür değişiklikler oldu. Artık sitemizde yazarlarımızın haftalık köşe yazılarını da okuyabileceksiniz. Güncel olaylara ‘kalemsiz’ bakış açısını getireceğiz. Sitemizde önceki sayılarımızı da okuma imkanını siz değerli okuyucularımıza sunmuş bulunmaktayız. Kalemsizler, sizlere güzel de bir haberim var. Türkiye’nin en önemli oyun dergilerinden biri olan ‘Level Dergisi’ internet sitesinde dergimizin tanıtımını yaptı. İlgili belgelerin alınmasıyla da gelecek sayıda dergide tanıtımımız bulunacaktır. Buradan Level Dergisi’ne teşekkürlerimizi sunuyoruz. Gelelim bu sayımızda sizler için ne gibi konulara yer verdik. Edebiyat alanında yine çok güzel hikayeler, denemeler ve sizi uzak diyarlara götürecek şiirlerimiz bulunuyor. Bu sayımızda İkinci Dünya Savaşı’nı bilinmeyen yönleriyle sizlerle buluşturuyoruz. ‘666’ sayısının gizemi, Mısır’daki devasa piramitler, DejaVu solisti Cenk SÖNMEZ ile samimi bir söyleşi de bu sayımızda sizlerle paylaşacağımız diğer yazılar. Ayrıca Japonya depreminin ardından gündeme gelen ve ülkemizde de büyük tartışmalara yol açan ‘Nükleer Enerji’ ile ilgili bir araştırmaya bu sayımızda yer verdik. Sizlerin de arkasında olup destek verdiğiniz ‘Kalemsiz Dergi’ her geçen gün büyüyor. Desteklerinizi bizden hiç esirgemeyin. Daha iyi günlere hep birlikte ulaşmak dileğiyle esen kalın…
Kalemsiz Dergi Editörü Erdem KURT e.kurt@kalemsizdergi.com
Kadromuz İmtiyaz Sahibi
Medya Genel Yayın Yönetmeni Mert Abakuş
Yazı İşleri Müdürü Hakan Yıldız
Editörler
Barış Melih Cayıt Erdem Kurt
Yazarlar
Arda Balta Aycan Toplu Başak Şimşek Batuhan Öztütüncü Burak Karakaya Burak Serinpınar Elif Alkan Fidan Yaman Gülşah Uludil Merve Altun Mülayim Topçu Oktay Yenitürk Özge Özgüner Sefa Uludil Sinem Şen Tolga Arslan Yiğit Ata
Tasarım
Derda Karakış
İçindekiler Edebiyat Shi
2-3
Başlıksız yazı dizisi
4
Yasin
5
Merdivenlerden
6
Yağmur
7
Hayal Hırsızı
8
Tarih II. Dünya Savaşı
9-12
Genel Kültür 666 Sayısı
13-14
Piramit
15-19
İlkler
20-21
Noel Baba
22-23
inanç Nasıl Yaşarsanız Öyle Dirilirsiniz
24-26
bilim Nükleer Enerji
27
müzik Röportaj
28-29
1
Gözleri birden gümüş kesildi, ay gibi... İfadesi düştü yüzünün… Ağırlaşan gövdesini tutmak için anî bir hareketle elini yanağından çekti. Kollarını kenetleyerek sardı onu, canından can vermek ister gibi sarıldı… Burak Serinpınar b.serinpinar@kalemsizdergi.com
Tam o anda çevredeki diğer insanların yükseldiğini gördü. Neler oluyordu? Rüya olmalıydı, değil mi? Tabi ya, rüya… Fakat rüyadan ayrı başka bir sıkıntı daha hissediyordu, rüya diye rahatlatamadığı başka bir sıkıntı… Kucakladı onu, ayağa kalktı. Evet! Kesinlikle rüya olmalıydı, yoksa nasıl bir balon taşırmış gibi hafif olabilirdi kollarında? Zihni bu atmosferin gerçekçiliğini öyle reddediyordu ki, rüya denen o eski deneyimine yormaya devam ediyordu olanları. Fakat başka bir sıkıntı daha vardı ve belki aynı sebepten bünyesi de, vermesi gereken tepkileri de uyandırmamıştı, başka bir sıkıntı daha... İnsanlar sessizce havalanmaya devam ederken, gözleri dünya dışı formlar aradı. Belki burada istila edilecekti dünya… Her bir insan öylece yükseliyorken sayıları giderek fazlalaştı. Kısa bir süre sonra anladığı şey, koca bir deprem gibi sarstı aklını, diğerleri gibi yükselmemesi için onu taşımıyor, tutuyordu! Kolları gitmemesi için siperdi… O kadar garip bir zamanda oluyordu ki her şey, bir bütün oluşturamıyordu. Birbirinden bağımsız cümleler arka arkaya dizilmiş gibiydi, belki bu yazı bile… Sanki zaman kopuktu... Sürekliliği bozulmuş olabilir miydi? Bağımsız bir birliktelik vardı zamanda… Bir önceki an bir sonrakini sonuçlandırmak yerine sebepsizleştiriyordu. Sayı doğrusundan kopmuş sayılar gibi aynı hat üzerindeki ‘’anlar’’ başıboş dolaşıyor, birbirlerini itip çekiyorlardı. Zamanda bir sıkıntı vardı, daha önce bildiği gibi akmıyordu, bir dakika, işte bulmuştu! Rüya diye rahatlatamadığı sıkıntısı zamandı! Sıkıntı zamandaydı ve içini işgal ediyordu… Konuşmak istedi onunla, bulduğunu anlatmak... Yanlış olan şeyi ona söylerse her şey düzelebilir miydi? Yanlış olan neydi? O baygındı! Baygın mıydı? Yoksa… Ah! Saçmalıyordu, bu bir rüyaydı, ne çabuk unutmuştu! Rüyada çok fazla düşünmek, seni girdiğin alemle bir mi eder sanki! Gümüş kesen gözlerine baktı, iki küçük ay gibi duruyorlardı… Neler olduğunu anlatmak için başını yüzüne yaklaştırdığı anda, eli, kollarının arasından sıyrılıp yükseldi.
2 3
Bileğinden tuttuğu sırada gördüğü harekete ürktü, işaret parmağıyla başının arkasını gösteriyordu! Bunu görür görmez gözlerini saptırdı ve diğerlerini fark etti, hava da süzülen insanlar da aynı haldeydi, hepsi işaret parmaklarıyla aynı yeri gösteriyordu, başının arkasını… Gösterilen yere, arkasına dönerken bütünüyle irkildi, göreceği şeyin azametini seziyordu. Teninin içinden dışarıya doğru minik iğneler battı, baştan aşağı… Ay, düşüyordu… Birden koşmaya başladı, her şeyin suçlusunu bulmuş gibi ay’a doğru koşuyordu… Zaman da bunun için mi rayına oturmuyordu? Yoksa bu kopuk anlatının sebebi de mi buydu? Bu nasıl detaysız kalırdı, ay, düşüyordu… Koşuyordu, uykusuna başkaldırı niteliğinde… Yavaşça aşağı doğru süzülen ay’a doğru koşuyordu, rüyanın sonu orası olabilir miydi?… Neden diğerleri gibi yükselmemişti? Böyle koşmak için mi? Öyleyse doğru yolda mıydı? Koşmaya devam ederse rüyası böylece mi sonlanacaktı? Hiç ses yoktu, ne bir uğultu, ne bir çınlama duymuyordu. Ay, sakin düşüşüne devam ederken insanlar yükselmeye devam ediyordu. Ay aşağı, insanlar yukarı… Aralarında bir bağlantı olmalı mıydı? Bu arada onu kollarında tutmak giderek daha mı zorlaşıyordu? Tersine dönecek gibiydi? Kim kimi taşıyordu? Çekim bu şekilde artarsa ne yapardı? Yer çekimi yer değiştiriyor olabilir miydi? Neden bir tek kendisinin yerde durduğu sorusunu ‘’kendi rüyam’’ diyerek itiyordu aklı, belki de farkında bile değildi bunu yanıtlarken, aklı engel oluyordu idrakine… Nefesi göğsüne battığında yavaşladı. Ne yani, ay düşüyor, ışık yer değiştiriyor, insanlar yükseliyor ama gelgelelim koşudan nefesi mi tıkanıyordu? O sırada içinden söylendi, ‘’esrarengiz bir olayım, meçhulüm…’’ Bulunduğu yere baktı, ne kadar ilerledi? İkinci bir depremle daha sarsıldı zihni. Bu nasıl olabilirdi! Nasıl farkına varamadı? Belli bir mekanda değildi! tabi ya, hiç anlatılmamıştı bulunduğu civar, yoksa ay’ın düşüşü sebebiyle, ışığının hareketleri, çevreyle anlatılmaz mıydı? Feda edilir miydi bu anlatı? Ay ışığının farklı açılardan tasvirini kim istemez? Aslında kim görmek istemez nur’u… Çimleri hatırlıyordu halbuki, üstünde oturuyorlardı, gözleri gümüş kesilmeden önceydi… Fakat sonra, sonrası bu, ayağı yere basıyordu ama yer yoktu, yükselenler kendi boyunu aştığı için yukarıda gözüküyorlardı, ay yine düşüyordu çünkü ışığı aşağıya doğru kayıyordu… Işığının ulaşmadığı yer ise karanlık… Zifiri gıyap… Gerçekten giderek ufuk çizgisinin ardında kalıyordu artık. Kolları daha fazla dayanamadı, anlaşılan herkes kendi idraki kadar yükselecekti… Onu bırakamazdı, bırakmamalıydı, olamazdı… Ansızın bir ses aldı onu, ırmaklar gibi aktı içinde, dalga dalga vurdu benden içeri benine; ‘’Bir orman bekliyor seni, Sadece bir adımla gel, Ay’ın düştüğü yere doğru, Işığına uyan, uyan! Bir kutlama bekliyor seni, Ağaçlarla yükseliyor renkler, Masalın aslına ayak bas, Işığına uyan, uyan!’’
Devam edebilir…
Başlıksız Yazı Dizisi
#2
Sonra çantanın içindeki kağıtları çıkardım.. Bunlar şifrelenmiş resimlerdi. Eğitildiğim yerde bu resimlere bir kere bakıp vermek isteBuluşmaya 4 dakika.. dikleri mesajı tam olarak anlayabileceğim bir sinir hücresi Nasıl bir buluşmaysa gerçi.. Kapının önünde arabamda yerleştirilmişti beynimize.. bekliyorum.. Saçma.. Ama gerçek.. Tam saatinde Yakamoz Kafe’de olmalıyım ne bir dakika Bu sinir hücresi sayesinde istediğimizde empatlar gibi renkgeri ne bir dakika ileri.. leri ve şekilleri analiz edip subliminal ne kadar içerik varsa Arabamın dikiz aynasından en favori kurbanım bana normal insan gözünün göremeyeceği ayrıntılara kadar ayırt göz kırptı.. “İyi şanslar sürtük!..” edip verilen mesajı okuyabiliyorduk. “Sağ ol..” Bu, bu işi yapmanın en güvenli yöntemiydi. Yağan yağmura odaklanıp arka koltuğumdaki katletti- Ülkede birileri ölür.. ğim yakışıklıyı ve hemen yan koltukta oturan 18 yaşın- İnsanlar ölür.. daki genç kızı unutmaya çalıştım.Aksi gibi hiç yardımcı Ve doğal görünmelidir.. olmadı.. Tanrının yağmurla bana ulaşıp yağmurunu Yani aslında bir katilden çok Azrail olmalıydık.. üzerime asitler halinde düşürmesinden ürktüm.Belki de Belgeleri gözden geçirdim. korkmamalıyım.. Rahatlama mı?.. Yoksa acı mı?.. Dört farklı resim vardı. Resimlerden birinde bir kedi yavrusunu patisiyle okşuyordu. 07.59.. Güldüm.. Bu kadar masum görünen resimde aslında Nevzat Son saniyeler.. Tuna adlı 24 yaşındaki bir tekstilcinin ismi ve adresi yazıyorArabadan indim. du. Yağmur düşündüğüm gibi asit olup tenimi yakmadı.. Bir diğer resimde çiçeklerden oluşan koca bir buket vardı. Yazık.. oysa isterdim.. Onda da takıldığı yerler, konuştuğu insanlar, gün içinde en çok gördüklerinin isimleri vardı. Diğeri müthiş bir manzara resmiydi. Alacağım miktar yine 08.00 ironik bir şekilde bu güzel manzaraya kodlanmıştı. Yakamoz Kafe her zamanki gibi..Sade, duru ve ıssız.. Ve en son resim.. Dibinde siyah çanta bulunan masaya çömdüm. İçinde yeni işim vardı.Kafenin sahibiyle bir an göz göze Onda da işte bir pürüz çıkarsa diye ulaşmam gereken numageldim.. Tabii ki mekanında neler döndüğünden haber- ra ve saklanabileceğim bir adres vardı. dardı.Ama gıkını çıkarabilecek kadar cesareti kalmamıştı Evet.. işler böyle yürüyordu.. Bir hafta içinde bu herifi de travma takımıma katmam gereçünkü işimi iyi yaptığımı bilirdi.. kiyordu. Keltoş Hikmet resimlere baktı..Manzaralı olan resmi işaret Yeni kurbanıma döndüm.. Geçen yıl içtiği kahveye potasyum karıştırıp benim trav- edip “Seninle tatile buraya gidelim…Masraflar benden.Hem ma takımıma dahil ettiğim –travma takımım geberttikle- dilediğin kadar kalırız.Burası Bulgaristan’ın en can alıcı yerrimden oluşan kadrom.. ironik değil mi..- Keltoş Hikmet lerinden üstelik lüks ve ucuz otelleri var.. “ Sırıtan suratına bir tane geçirip Bulgaristan’a kadar uçurasım Bey yanımdaki sandalyeye iri kalçalarını yerleştirdi. Sesimi çıkarmadan gerçekte yaşasaydı bu yıl o sandalye- geldi.Sakin olmalıydım.. ye poposunu sığdırabilir miydi acaba diye düşündüm.. Nitekim tek başıma durduk yere sinirlenip dikkatleri üzerime çekmem gerekmiyordu..
07.56
08.09
Arabama yöneldim.. 6 gün 21 saat 59 dakikam kaldı..
4 5
YASİN
Elif ALKAN e.alkan@kalemsizdergi.com
Ankara'da bir yetimhane ... Yolum düştü görmek istedim.Soğuk koridorlarda adımlarım geriye gidiyor adeta bir sıcaklık ve huzur göremiyorsunuz. Çocuk ... Huzurun ve şenliğin adı aslında.Burada o kavramlardan eser yoktu. Sanki hayat durmuş. Sadece ama sadece mecburiyet vardı .Garip bir sessizlik ve yalnızlık … Yaşam durmuş gibi oysa dışarıda bahar var güneş var...Güzelliği görebilmek için çok neden var... Yetimhane ... Burada yaşayan tüm bedenlerin ,kalplerin kendi içlerinde büyüttüğü hayatı görmek zor.Onlara uzanmak bu kadar kolayken hem de . Kapıdan iki üzüm göz baktı elimdeki paketlere .Ona baktığımı fark edince birden çekti kendini .Utandığını düşündüm o an . Yanına gidip tuttum minik ellerini: --Adın ne? -- ..... --Sen söylersen bende söylerim. --Neyi ! --Adını . --Yasin . --Benimki de Fidan dedim.Kucakladım onu ürkütmek istemedim ama bu kadar savunmasız görünmesi üzücüydü. Yasin ... Üzüm gözlü minik elli dünyaya nasıl geldiğini bilmeyen ve bu hayatta nelerle karşılaşacağını bilmeyen Yasin ... Sonra ona şunu sordum: --Büyüyünce ne olmak istiyorsun dedim her çocuğa sorulduğu gibi --Baba olacağım dedi .Şaşırdım. Baba demişti futbolcu doktor öğretmen değildi sadece baba dedi ve bu beklenmedik bir cevaptı benim için .Babasının olmamasının verdiği boşluğu kafasında neler kurarak doldurmak istiyordu bilmiyordum. Küçük Yasin büyüyecek ve baba olacaktı . Olmalıydı ve çocuğuna bugünlere inat sarılmalıydı ... Burası için bir gazete muhabiri ' yetimhane değil çocuk deposu' demişti .Ne kadar acıtan bir cümle .Unutmuşuz… Onların bizim kardeşlerimiz bizim çocuklarımız olduğunu unutmuşuz. Oysa ne demiş ariflerimiz ' arayanlar bulamaz ama bulanlar sadece arayanlardır. ' Ankara, küçük yüreklerde unutulmayacak bir anısın şimdi ...
MERDİVENLERDEN Bir dünya yuvarlanıyordu Merdivenlerden. Dünyanın yüksek tepelerinden Masmavi denizler Lacivert okyanuslar damlıyordu. Ovaları üzerinde zıplarken dünya, Ülkeler ölüyordu toprak toprak; Şehirler, vilayetler… Bir dağ yuvarlanıyordu Merdivenlerden. Dağın en yüksek zirvelerinden Bembeyaz karlar Yumuşak bulutlar uçuşuyordu. Yamaçları üzerinde zıplarken dağ, Hayvanlar ölüyordu sürü sürü; Geyikler, ceylanlar… Bir ağaç yuvarlanıyordu Merdivenlerden. Ağacın yüksek dallarından Yemyeşil yapraklar Kızıl elmalar düşüyordu. Gövdesi üzerinde zıplarken ağaç, Çiçekler ölüyordu renk renk; Şeftali çiçeği, narçiçeği… Bir at yuvarlanıyordu Merdivenlerden. Atın en yüksek yerlerinden Alaca yeleler Kahverengi tüller savruluyordu. Kafası üzerinde zıplarken at; Gözleri ölüyordu kirpik kirpik; Mavi gözleri, siyah gözleri… Bir adam yuvarlanıyordu Merdivenlerden. Adamın kafasında bi’ dünya: Dünyanın ortasında bir dağ; Dağın ortasında bir ağaç; Ağacın yanında bir at; Atın üstünde bir adam… Adamın kafasından Karmaşık düşünceler, Karanlık fikirler dökülüyordu. Göğsü üzerinde zıplarken adam, Kalbi ölüyordu ses dahi etmeden; Kırılmış, paramparça… 6 7
Yiğit Ata (Şubat 2010) y.ata@kalemsizdergi.com
YAĞMUR Yağmur var dışarıda Hava soğuk. Rüzgâr uçuşturuyor yaprakları Hışırtılar yükseliyor ağaçlardan Tıpkı ilk dinlediğimiz şarkı gibi. Yağmur ve rüzgâr Sen ve ben gibi Ebediyete ulaşacaklar. Ben rüzgâr gibi sert Sen ise yağmur tanesi kadar berraktın Gözyaşlarını yağmurdan almamış mıydın? Ben nisan yağmurlarının altında, Senin gözyaşlarınla tanışmamış mıydım? İlk defa bir yağmur tanesi elimi bu kadar acıtmıştı. Ne tesadüf değil mi, ? Sen de ilk kez birinin canını bu kadar acıtmıştın. Yağmur, seninle beni tanıştıran, Elimi eline değdiren, Ve acımasızca Beni senden koparan o vefasız nur taneleri. Yine yağmur var dışarıda, Ama bu kez kalbimi Suya hasret kamış toprak gibi parçalayamayacaksın…
Erdem KURT e.kurt@kalemsizdergi.com
HAYAL HIRSIZI Yıllar geçti… Mevsimler de benim gibi Uzaktan izledi seni. Korudular kolladılar… Sen, onları dahi fark edemedin. Öyle yüksekteydin ki, Aşağı bakmak senin için ölümdü. Ölümden bile korkmadın, Benden korktuğun kadar… Bakışların bir umut muydu? Yoksa bir oyun mu? Her bakışmamız bir andı, Benim içinse bir ömürdü. Ömrümü gözlerinin menzilinde mi tüketmişim? Ben bunun bile farkında değilmişim. Beni soracak olursan -Sormazsın yaÇok değiştim sayende Seninle gözlerime inen perdeleri kaldırdım Birer birer Her kusura bir bahane bulurdum ya… Artık her güzele bir kusur buluyorum Sendeki kusurları mı soruyorsun? Söylemekten korkuyorum… Belki de ben de kalan tek şey hisler… Hala aynı sevda… Hala aynı… Hala… Peki ya sen sevdiğim, Sen hala ‘sen’ misin? Oynuyor musun insanlarla? Eğlendiriyorlar mı seni? Memnun musun hayaller çalıp, Sahte hayaller satmaktan…
Erdem KURT e.kurt@kalemsizdergi.com
8 9
II. Dünya Savaşı İkinci Dünya Savaşı lanetlenmiş yüzyılın ikinci ağır savaşı olsa da yüzyılı etkileyen en büyük savaştır. Savaşa 100 milyon gibi bir askeri personelin katılıp 50 ila 70 milyon kişiyi öldürmesi bunun ana sebebi yapmaktadır. Ayrıca açtığı siyasi boşluklar ve iki kutuplu dünyayı da düşünürsek bu olay bilimden, spora, siyasetten, askeri silahlanmaya kadar bir sürü yeni gelişmeler açmıştır.
1. Hitler’in Yükselişi
Adolf Hitler 20 Nisan 1889’da Avusturya’nın Braunau am Inn adlı kasabasında doğdu. Hitler kendisinde resim yeteneği olduğu düşüncesiyle 1907 yılında Viyana Güzel Sanatlar Akademisine başvurmasına rağmen reddedilmiş ve bir daha uğraşmamıştır. Hitler Birinci Dünya Savaşı’nda gönüllü olarak savaşmış birinci sınıf ‘Demir Haç’ madalyası almış ve savaş sonunda rütbesi onbaşıya yükseltilmiştir. Adolf Hitler ilginçtir diktatörlerin babası kabul edilmesine rağmen iktidara demokratik yollarla gelmiştir. Almanya’da 3. Seçiminde %37 oyla iktidara gelmiştir. Bundan sonra Hitler’in Yahudilere karşı uyguladığı baskı politikası ülkede olağanüstü halin ilan edilmesiyle sona ermiş, parlamento etkisiz hale gelmiş, son dakika golüyle cumhurbaşkanın ölmesi Hitler’e cumhurbaşkanlığı yolunu açıyordu. Hitler ilk önce dört yıllık kalkınma planıyla Almanya’yı askeri sanayi ülkesi yapmaya başlamış ve bu sayede işsizlik buhar olup uçmuştu.
Savaşın başlangıç tarihi Almanya’nın 1 Eylül 1939 ‘da Avusturya’yı işgal etmesi olarak tanımlanırken bitiş tarihi kesin değildir. Kimileri Almanya’nın teslim tarihi 8 Mayıs 1945 olarak düşünse de sonuna kadar direnen Japonya’nın 1951 de antlaşma imzalanması kimilerine göre savaşın bitişi olarak sayılmıştır. Bu savaştaki meşhur Normandiya Çıkartması, Fransa’nın işgali, Hitler’in yükselişi, Pearl Harbor Baskını, savaşta Türkiye’nin durumu, Mavi Alay ve iki kutuplu dünya gibi
Hitler halkının desteğini almasıyla savaş planlarını yapmıştı ve Polonya’ya Sovyetlerle beraber saldırarak ilk savaşın tohumlarını atmıştı. Fırtına gibi esen Almanların Fransa’ya aniden girmesi şaşkınlık yaratmıştı, sırada İngilizler olmasına rağmen hava sahasını aşamamaları yeni bir hedefe yöneltti: Rusya ! Zamanında Napolyon’un düşünemediğini Hitler de düşünememişti yani kış şartlarını… Buradaki hezimet ardından Normandiya çıkartması Hitler’in sonunu getirecekti. Almanya’da son perde inerken Hitler’in yanında çocuklardan oluşmuş koruma birliği kalmıştı. Hitler de dayanamamış ve intihar etmişti. Koca savaş çıkaran adam, 6 milyon Yahudi’yi öldüren adam ölmüştü ve İkinci Dünya Savaşı bitmişti.
Fransa’nın İşgali Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesiyle başlayan savaş klasik olarak İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya savaş ilan etmesiyle devam etmişti. Fransa 1. Dünya Savaşından galip ayrılmıştı. İkinci Dünya Savaşında ise Almanya’nın Belçika ve Hollanda üzerinden girmesi Fransa üstünde şaşkınlık yaratmıştı. Fransızlar Almanlar karşısında dağılmıştı. Almanlar yağmur olmuş yağıyorlardı. Sedan’a 4 bin tane paraşütçü ile inmişlerdi. Olayı görenler insanlar gökyüzünü göremediklerini söylemişlerdir. Mayıs 1940’da Hollanda tamamen teslim olur ve Kuzey Fransa tamamen açılır. Şehirler ardı ardına düşer. Fakat 22 Mayısta Hitler ordusunu durdurur. Bu sırada
İngilizler olağanüstü başarıyla Dunkerque’yi tahliye etmişlerdir. Bundan sonra geride kalan Fransız artıkları dayanamayacak ve 4 Haziranda Fransız orduları teslim olur. Almanlar 14 Haziranda Fransa’ya girdiler. 22 Haziranda Fransız hükümeti düştü ve Alman kuklası hükümet kuruldu. Savaş yine aynı gün imzalanan Paris Antlaşması ile sona erdi. Almanlar Birinci Dünya Savaşı’nın barış antlaşmasının imzalandığı vagonda imzalatmışlardır. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda ardı ardına gelen mağlubiyetlerin sonucu Paris’te de hissedildi. Önce Fransızlar Alman garnizonuna karşı isyan ettilerse de 25 Ağustos 1944’de Amerikan 4. Piyade Tümeni tarafından geri alındı.
Normandiya çıkarması Her ne kadar bu kadar fazla güç İkinci Dünya Savaşıyığılsa da başlarda müttefik güçler nın kirli savaşlarından daha çok asker kaybetmiş savaşın ve adı en çok bilinen sonunda ise 208 bin müttefik assavaşlardan biridir. ker hayatını kaybetmişken 200 bin Almanların işgal ettiği Alman asker ölmüş, bir o kadar Avrupa’yı Fransa’dan asker de esir alınmıştır. Çıkartmakurtarmak olarak nın bir de hava harekatı açısından kısaca özetleyebiliriz. boyutuna bakarsak ilk 24 saat Müttefik güçler bütün müttefik güçler 20 ton bomba gücünü buraya yığarken atmıştır. aynı özelliği Hitler’in Peki bu kadar ağır bir savaş olyapmaması savaşın Almasaydı ne olurdu? Normandiya manların taarruzundan çıkartmasının gerçekleşmemesi savunmaya geçmesinin ve Sovyetlerin ilerlemesi yine ve bu savaşın Berlin’de Hitler’i durduracaktı fakat bütün son bulmasını sonuçAvrupa’ya komünizmi yayarak. (*)Normandiya Çıkartması lar. Müttefik güçler Bu savaşın sonunda Hitler yönetiFransa’ya 1 milyona yakın asker sevk ederken Paris’te tutması savaşın mihenk taşlarından minin sonu gelecek sıra Japonya’ya Almanya’nın bu savaş sırasında toplam 400 birisidir. gelecekti. Yine bu savaşın sonunda bine yakın askeri vardı. Normandiya kimilerine göre dünyanın en ağır süper güç İngiltere yerine Amerika Müttefik güçler Hitler’in kafasını karıştırmak savaşı olsa da en büyük deniz operasyonu olduve Sovyetler olacaktı. 10 için telsizlerinden Kuzey Fransa’ya çıkacak- ğunu kimse inkar etmiyor. Savaşta 5 bin gemi ve 2 bin uçak kullanıldı. 11 ları mesajını geçmesi Hitler’in kuvvetlerini
Japonların uyuyan devi uyandırdığı gün 7:55 te toplam 441 uçak Amerikanların Hawaii’nin Oahu Adasında Pearl Harbor limanında ABD uçaklarını mahvediyorlardı. Bu saldırıda 5 savaş gemisi, 3 destroyer ve 7 gemi batmış 200 uçak tahrip edilmişti. Baskında 2400 Amerikan askeri hayatını kaybederken 1200 asker yaralanmıştı. Japonlar ise 30 uçak, 5 mini deniz altı ve 100 asker kaybedecekti. Sadece 3 uçak gemisi tatbikatta olması onları kurtarmışı. O sırada zaten Japonlarla diplomatik ilişkisini savaş yüzünden kesmişti, hatta saldırı bile bekleniyordu fakat önlem alınmamıştı.
Pearl Harbor Baskını
Baskını planlayan Japon Amiral Yamamoto İsoroku denizcilik tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı komutanlarındandı. Pearl Harbor amirallerinden Husband E. Kimmel bile “Yapılan kalleşliği bir kenara bırakırsak, Japonlar gerçekten iyi bir iş çıkardı” diye itiraf etmişti. Saldırı sonucunda savaşın kaderi kesin olarak değişti. Amerika savaşa Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi etkin katılmıyordu. Amerika’nın savaşa girmesi elbette savaşın kaderini değiştirdi. Savaşın sonunda ise Amerika nükleer güç olacak ve o günden sonra dünya liderliğine oynayacaktı.
Savaşta Türkiye
Stratejik konumu nedeniyle gerek mihver devletler gerekse müttefik devletler Türkiye’yi savaşa zorladılar.Türkiye ise “Yurtta Barış Dünyada Barış “ilkesi gereği ve I. Dünya Savaşı’nın acı tecrübelerini bir daha yaşamamak için savaştan uzak kalmaya çalıştı. Atatürk İtalya ve Almanya’nın yayılmacı politikalarının bir gün savaşı başlatacağını düşündüğü için batı ve doğu sınırlarını güvenceye almıştı(Balkan ve Sadabat Paktları) Almanlar, Balkanları işgal ederek sınırlarımıza dayandılar ve savaşa girmemiz için baskı yaptılar ancak Türkiye tarafsızlığını korudu ve Almanya ile Saldırmazlık Antlaşması imzaladı(1941).Ancak ilerleyen Alman orduları Sovyet Rusya tarafından durdurulunca Türkiye üzerinde Sovyet Rusya tehdidi yoğunlaştı. ABD Başkanı Roosvelt ile İngiltere Başbakanı Churchill anlaşarak Türkiye’yi savaşa sokmayı ve Almanlara karşı Balkanlarda bir cephe açmaya karar verdiler.Churchill bu kararı Cumhurbaşkanı İnönü’ye Adana’da bildirdi.(1 Şubat 1943).Ancak Türkiye evet veya hayır demeyerek silah ve teçhizatının yetersiz olduğunu belirterek oyalama taktiği uyguladı. Moskova’da bir araya gelen müttefikler Türkiye’nin savaşa zorlanması kararını verdiler bu amaçla İngiltere Dışişleri bakanı il e Türkiye Dış işleri Bakanı Kahire’de görüştüler(I. Kahire Görüşmesi.Ekim 1943)Ancak Türkiye ,yeterli yardım yapılmadıkça savaşa girmeyeceğini belirtti. Tahran Konferansında yeniden bir araya gelen müttefik devletler Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda yeniden fikir birliğine vardılar.Roosvelt ve Churchill Kahire’de İnönü ile bir daha görüştüler(II. Kahire Görüşmesi.Aralık 1943)silah ve teçhizatın yetersiz olduğu bir kez daha vurgulanmakla beraber Türkiye, ilke olarak savaşa katılmaya karar verdi. 1944 yılında Almanya’nın durumunun kötüye gitmesi üzerine Türkiye ,Almanya ile ilişkilerini kestiğini bildirdi.Diğer yandan Yatla Konferansı’nda bir araya gelen müttefikler savaşın sonunda kurmayı düşündükleri Birleşmiş Milletler örgütüne kendi yanlarında,1 Mart 1945 tarihine kadar savaşa katılan devletleri kabul edeceklerini bildirdiler. Savaşın kaderi belli olmaya başlamıştı. Almanya’nın yenilmesi üzerine,Balkanlar bu kez de Sovyet Rusya tehdidi altına girmişti.Bu durum Türkiye’yi endişelendirdi.Türkiye,23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti.Ancak savaşın sonu belli olduğundan fiilen savaşa katılmadı.
Mavi Alay 2. Dünya Savaşı sırasında Kırım’da yaşayan Kırım Türklerine Türkiye Cumhuriyeti savaşta Almanların güçlü olması ve Rusya’ya girdiği için Almanların yanında savaşmalarını söyler. Kırımlılar da sayıları 8 bini bulan bir kuvvet oluştururlar. Fakat savaş Sovyetlere dönünce Kırım Türkleri de sonucu bildikleri için göç ederler. Kırım Türkleri İtalya’nın dağlık kısmına yerleşirler. Fakat Sovyetler buraları da işgal edince Avusturya’nın Drau nehrinin kıyısına yerleştiler. Savaş bitince Avusturya’nın İngiliz askerlerinin kontrolüne girdiler. İngilizler sayıları 7 bini bulan Kırım Türklerine iyi davranıyor mektup göndermelerine izin veriyordu. Savaş bitmiş ve savaşın galip devletleri arasında Yalta Antlaşması sonucu Avrupa’ya kaçan mültecilerin iadesi kararı alınmıştır. Londra kulislerindeki görüşmelerde Ruslarla uzlaşmazlığa düşmektense İngilizler, Drauburg ’da yaşayan 7 bin mülteciyi Ruslara feda ettiler. İade kararı kampa ulaştığında 3 bin Kırım Türkü direk göle atlayıp intihar etti. Sağ kalanlarla yola devam edilirken yola Türkiye üstünden gidilmesi gerekiyordu.
Türkiye’den geçeceğinin öğrenilmesi büyük sevinç yaratmıştı. Kırım Türkleri onların kurtulacağını düşünüyordu. Fakat Anadolu adım adım ilerledikçe umut, yerini hayal kırıklığına bıraktı. Askerler de dayanamadı ve isyan etti. Bu sırada tren kapaklarını açan 2 bin Kırım Türkü kendini Serder Abad Kızıl Çakçak barajına attı. Türkiye sınırından çıkıldığında geride 2 bin Kırım Türkü kalmıştı ve onların sonu da kurşuna dizilmek oldu. Kırım Türkleri için Avusturyalılar İrschen Köyü otoban yanında küçük bir anıt diktiler. Şahit oldukları katliamda ölenleri yılın her Mayıs ayında törenlerle anmaktadırlar. Oysa Türkiye değil bir anıt dikmeyi duruma bir tepki bile vermedi. Tutanaklar kapandı. O günden bugüne kadar Mavi Alay olayı ile ilgili hiçbir kaynak yayınlanmadı. Tüm belgelerin üzeri kapanıp devletin derin arşivleri arasında unutulmaya yüz tuttu.
Arda Balta
a.balta@kalemsizdergi.com
12 13
666 SAYISININ GİZEMİ Book of Revelation şöyle der ( İncil'in Apocalypse bölümü ) “İşte bilgelik. Bırak anlayanlar canavarın sayısını hesaplasınlar: İnsan için sayısı; onun sayısı altı yüz, üç yirmi ve altıdır. ” Birçok kimse "canavar"ı Hıristiyan karşıtı kişi olarak düşünür ve 666'nın da Şeytan'ın sayısı olduğunu kabul eder. Ama Book of Revelation daha birçok gizemli sayıyla doludur. Örneğin; New Jerusalem'in ölçülerinden şöyle bahseder: “Ve o benimle konuşanın elinde şehri ölçmek için altın bir asa vardı ve oradaki kapıları, buradaki duvarları. Şehir dört köşedir ve eni boyu kadardır; ve şehri asasıyla ölçtüğünde 12 bin furlong olduğunu buldu. Eni ve boyu ve yüksekliği eşitti. ” 12 bin furlong boyutlarında bir şehrin inanılmaz derecede devasa bir yer olması gerekir, çünkü bu durumda göğe yükselen kısmı yaklaşık 2,400 km. olacaktır; bu da oldukça bilim-kurgusal bir yaklaşım olur. St. John, gezegenimizin olası teknolojik geleceğine bir bakış atmış olabilir ama bu sözlerin gerçek anlamdan çok mecazi olması daha muhtemeldir. İncil'de sık sık karşılaşılan sayı sembolizmi, Musevi inancında çok önemlidir. Gerçekten, benim de keşfettiğim gibi, 666 sayısından sadece Book of Revelation'da değil, Book of Kings (Kralların Kitabı)'de de bahsedilmektedir:
“Solomon'a (Kral Süleyman) her yıl gelen altın, altı yüz, üç yirmi ve altı taneydi.” Solomon adı İbranice barış anlamına gelen shaloın kelimesinden türemiştir ama Kral James sürümünde simya terimleriyle sol (Güneş) ve omon (Ay) olarak karşılık bulmaktadır. Orta Çağ'da ortaya çıktığı haliyle simyanın kökleri, antik Mısır'ın ezoterik bilgilerinden kaynaklanmakta olan keşiş bilimidir. Mısırlılar için bu bilimin adı Kemet idi ve günümüzde bundan kimya (chemistry) ve simya (alchemy) sözcükleri türemiştir. Kabala'da görülen ezoterik Musevi geleneğinde de bazı simya kavramlarının Mısır inançlarından kaynaklandığı belirtilmektedir. Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinde, güçlü inanç taşıyan ve kendini adamış olan kişiler tarafından sır olarak tutulan bazı kavramlar olduğu bilinmektedir. Bu gizli sistemler, felsefi kavramları ifade etmek için genellikle sayılar kullanılır. Yine bu da antik Mısır'dan kaynaklanan bir fikirdir. A.T. Mann, bu sistemin nasıl işlediğini Sacred Architectııre (Kutsal Mimari) adlı kitabında şöyle açıklamaktadır:
“Sembolik matematik antik gizem okullarının temeliydi ve insanların inançlarını, yaşamlarını düzenleyen prensipleri belirlerdi. Her tanrının doğası ve sembolik gezegeni sayıyla temsil edilirken, geometri biliminde her harfin sayısal bir karşılığı vardı. Sistem İbrani ve Yunan alfabelerinde benimsenmişti...” “Geometri kullanırken, tapınakların ve anıtların boyutlar, şiirlerin ölçüleri, müzikal yazımlar ve diğer konular tanrılarla ve güçleriyle ilgili olmalıydı. Herhangi bir kelimenin veya adın şifresini çözerek daha derin, sembolik niteliklerini anlamak mümkündür. Eflatuncular, Hermesçiler, Resicrucian'lar, Hıristiyan Gnostikleri, simyacılar, masonlar, tapınak şövalyeleri ve diğer birçokları bu gizli kutsal dili kullanmışlardır.”
Simyada, Ay ve Güneş sürekli bir uyum içinde olan dişi ve erkek elementler olarak ele alınır. Thomas Vaughan, 1650'lerde yazdığı yazılarda şöyle anlatmaktadır: “Güneş ve Ay, biri aktif, diğeri pasif, bu Erkek, o Dişi olan iki Büyüsel Prensip'dir. Onlar hareket ettikçe. Yozlaşma ve Kuşak da hareket eder: Eşit olarak çözülür ve birleşirler.” Simyada altın, saflaşmış ruhu simgeler ve geleneksel olarak Güneş'le bağlantılıdır. Güneş'in bir dönümü ise bir yıl demektir. Bu yüzden İncil'de 666 sayısıyla Güneş arasında bir bağlantı bulunduğuna dair Kings kitabından bir alıntı vardır. Ayrıca, 666 sayısından Ezra'da da bahsedilmektedir ve Babil'den Judah'a dönen insanları simgelemektedir: Adonikam'ın çocukları altı yüz, altmış ve altı tanedir. Adonikam kelimesinin anlamı şudur: "Tanrı'nın övgüsüne layık." 666 sayısının İncil'deki anlamlarının yüzeysel olarak kastedilenlerden başka bir anlamı olmaması da mümkündür. Ancak St. John, 666 sayısını sayı sembolizmini alegorik olarak kullanan Musevi mistisizmine bağlamaktadır. Muhtemelen aynı geleneği izleyen kişilere yönelik bazı mesajlar vermeye çalışıyordu ama günümüzde artık bu mesajlar belirsizdir.
Yine bir tesadüf olarak, eski Roma rakamları da büyükten küçüğe dizildiklerinde toplamı 666 sayısını vermektedir: D = 500 C= 100 L= 50 X= 10 V= 5 1= 1 666 Bu yüzden canavarın sayısı olarak kabul edilen 666'nın Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesini sağlayan Roma otoritelerini temsil ediyor olma olasılığı da yüksektir. Hıristiyanlık dininin İngiltere Adaları'nda yayılmaya başladığı yıllarda 666 sayısı M.S. 946 yılında St. Dunstan tarafından yaptırılan ünlü Glastonbury Manastırı'nda da yer almaktadır. Bu, ilk olarak Bligh Bond'un 1920'deki araştırmasında ortaya çıkmıştır. Manastırın bir kenarı 74 fit olan dokuza dört karelerden oluşan bir dikdörtgen alan üzerine kurulu olduğunu görmüştür. 74 fit, 888 inch demektir. Yer planı ise 666 fit x 296 fit boyutlarındadır. Manastırın mimarlarının bu sayıyı tasarımlarında yer verecek kadar önemli gördükleri ve St. John'ın "canavar" atıfını dikkate almadıkları bellidir.
Mülayim TOPÇU
m.topcu@kalemsizdergi.com 14 15
BÜYÜK PİRAMİT (KEOPS)
Temelinin her bir köşesi Pi Sayısı Temel çevresinin yüksekliğine oranı Pi sayısının iki katına eşittir: 2 X 3.1415. Bu eserin yapımında kullanılan temel ölçüm birimi 636.66 ram'ye denk gelen"Piramit Kübiti"dir. Dünyanın merkezinden kutba uzatılan yarı çap Dünya’nın merkezinden kutba uzatılan yarıçap 6357 km'dir.Bu da "Piramit Kübitii"nin 10 milyon katına eşittir. Dünya ile Güneş arasındaki mesafe ortalama149.5 mil¬ yon kilometredir. Piramidin yüksekliğinin ise tahmini olarak 147-149 metredir. Tahmin ediliyor dememizin sebebi (tepe noktasının zaman içinde erozyona uğramış olmasından dolayı bu gün için kırık olmasıdır. Bu oranlara baktığımızda, piramidin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımının Dünyamızın Güneşe olan uzaklığını vermekte olduğu görülmektedir.
BÜYÜK PİRAMİT(KEOPS)’iN ÖZELLİKLERİ:
* Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2 kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler) * Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür. * Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır. * Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit’in içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz. * Piramit’in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir. * Bitkiler Piramit’in içinde daha hızlı büyürler. * Piramit’in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir. * Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit içinde mumyalaşır. * Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit’in içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir. * Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.
* Piramitlerin içi yazın soğuk, kışın sıcak olur. * Büyük Piramidin açıları,Nil’in delta yöresini iki eşit parçaya bölerler. * Gize’ deki üç piramit aralarında bir Pisagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5’dır. * Büyük Piramidin tabibinin yüzeyi, anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde edilir. * Büyük Piramidin dört yüzeyinin toplam yüzölçümü, piramit yüksekliğinin karesine eşittir. * Büyük piramit, Dünya’nın kara kitlesinin merkezinde yer alıyor. * Büyük Piramit,dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir. * Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler. Piramidi çeviren tas levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu. * Büyük Piramit’le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir. * Piramidin yüksekliğiyle, çevresi arasındaki oran, bir dairenin yari çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir. Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.
Dünya Gezegeni'nin Simgesi Peter Lemesurier "The Great Pyramid Decoded" (Büyük Piramit'in Şifresi Çözüldü) İsimli kitap da şöyle diyordu: "Dünya gezegenini simgeleyecek bir mimari bir yapı aranacak olsa, Gize'de bulunan Büyük Piramit'den daha iyisi bulunamaz." Depremlere dayanıklılığı Büyük Piramit çok sağlam bir kaya yatağının üzerine in¬şa edilmiştir. Hem bu nedenle hem de geometrik şeklinden dolayı çok şiddetli depremlerden bile etkilenmesi mümkün değildir. Binlerce yıldır ayakta kalması da zaten bunun en büyük kanıtıdır. Tonlarca ağırlığındaki Piramit ve kireç taş blokları yapımında yaklaşık 2.600.000 blok granit ve kireçtaşı kullanılmıştır. Bu taş bloklarının her birinin ağırlığı 2 tondan 70 tona kadar değişmektedir. Milimetrelik bir orandaki titizlikle özel boyutlarda kesilen tüm bu bloklar birbirleri ile o kadar hassas bir şekilde birleştirilmişlerdir ki, bloklar arasından saç teli bile geçemeyecek derecede, hiçbir boşluk bırakılmamıştır. Bu birleştirilme işleminde harç kullanılmamıştır. Yüzeylerindeki çıkıntıları basamak gibi kullanarak yaklaşık yarım saatte piramidin tepesine tırmanmak mümkün ola¬bilmektedir. İlk yapıldığında üzeri cilalanmış kireçtaşı levhaları ile kaplıydı. Dolayısıyla yüzeyi bugün gibi basamaklı değil, dümdüzdü. Hem depremler, hem de insanoğlunun tahripkâr davranışları nedeniyle bu tabaka artık tümüyle yok olmuştur. Tabii yaşanılan büyük Tufan'ın etkilerini de buna ilâve etmek gerekir. Kireçtaşı levhalarının ne yazık ki çoğu daha sonraları Kahire'deki inşaatlarda kullanılmıştır!...
KEOPS'UN DÜNYA ÜZERİNDEKİ YERİ Mısır'daki üç büyük piramit ve özelikle de "Büyük Pira¬mit" olarak anılan Keops, ilk başta devasa boyutlarıyla insanlar üzerinde büyük bir hayranlık uyandırmıştır. Bugünde bu yerleri gezen turistler bu yapılar karşısında aynı hayranlığı duymaktadır. Ancak bu devasa yapıların insanı hayrete düşüren tarafı sadece boyutları değildir... Keops, Dünya üzerindeki bulunduğu yer itibariyle de garipliklerle doludur... Örneğin Piramidin tam uç noktasından geçen meridyen, kara ve denizleri iki eşit parçaya böler. Bu konuya başka bir yazımda değinmek isterim çok uzun ve bir o kadarda ilginç bir konudur...
Keops'un Yapılış tarihi için "Tarihi Kayıtlar" ne diyor? Günümüze kadar gelebilen tarihi kayıtlarda piramitlerle ilgili çok önemli bilgiler bulunmaktadır.Bu bilgiler aynı zamanda "Mısır'ın Bilinmeyen Geçmişi" ile ilgili önemli ipuçlarını da içlerinde barındırır... Arap tarihçi olan İbn-i Abd-hükm'e göre: Mısır Kralı Surid İbn-i Salhuk rüyasında dünyanın ekseninden oynadığını, yıldızların o yana bu yana kaçıştığını ve insanların tüm bu olgulara eşlik eden korkunç sesin etkisiyle korku içinde olduklarını görür. 16 Uyanınca bütün rahiplerini toplar. 17
Onlara gördüğü korkunç rüyayı anlatır. Rahipler astrolojik ve astronomik hesapları da inceleyerek yaklaşmakta olan Tufan'ı haber verirler ve krallığı yok edecek iklim değişikliklerini anlatırlar. Önlerin de birkaç yıllık vakit vardır. Bu süre zarfında kral, danışmanları yardımıyla içlerinde kubbeler bulunan piramitler yaptırır. Piramitlere muskalar, esrarlı hazineler, paralar, kıymetli taşlardan yapılmış muhafaza kutuları, çeşitli aletler, çatlamayan tekneler ve bükülebilen ama kırılmayan cam eşya yerleştirilir. İbn-i Abd-Hükm'ün piramitlerin yapılış nedenleri ile ilgi¬li bu aktardıkları birçok bakımdan önemli bilgiler içermekte¬ dir.Bunları maddeler halinde sıralayacak olursak şöyle özetleyebiliriz: 1- Tufan'ın dünya eksenindeki kayma ile bağlantılı olması. 2- Bu yaklaşan büyük doğal afetin hem rüya kanalıyla hem de rahiplerin astrolojik ve astronomik hesaplamalarıyla önceden anlaşılması. Hatta zamanının belirlenmiş olması. 3- Piramidin yapılış nedenlerinin başında Tufan'ın yaklaşmakta olması. Görüldüğü gibi bu tarihi kayıtta da piramitlerin yapılış tarihi olarak Tufan öncesi gösterilmektedir Bu anlatılanlara baktığımızda piramitlerin yapılış nedeni olarak, Tufan'dan korunma amacı da güdüldüğü anlaşılmaktadır. Çünkü pek çok değerli eşya bu yapıların içlerine muhafaza edilmişti. Piramitlerin Tufan'dan korunmak için yapıldığı ile ilgili başka tarihi kayıtlar da vardır.
Ezoterizm'e göre Astrolojik Çağlar Haritası Astrolojik Çağlar Haritası'na baktığımızda Kral Surid'in rüyasında gördüğü büyük tufan bu harita da (günümüzde) ASLAN Çağı'nın başlangıcı M.Ö. 10.950 yılını göstermektedir. Büyük Tufanın başladığı çağdır. Yani piramitlerin inşası M.Ö. 2000'li yıllar değildir. Ve Astroljik Çağ Haritasına baktığımız da Büyük Tufan'ın başlangıcı olarak gösterilen Aslan Çağı'nın tam karşısında ise Kova Çağ'ı gelmektedir .Kova Çağı 2012 den sonra gireceğimiz bir Çağdır. İşte bu yüzdendir belki de bir çok medeniyetin 2012'nin değişim rüzgarları esen yıl olarak göstermesinin nedeni olarak gösterebiliriz. 2012 olmasa da içinde bulunduğumuz 2000 yılının ilk çeyreği gerçekten çok önemli...
Ünlü Tarihçi HEREDOT: Herodot kendi devrinde piramitlerin üzerinde bazı yazmalara rastladığını kaydetmiştir. 12. Yüzyıl tarihçilerinden Abd-Ül-Latif, piramitlerin dı¬şındaki yazıtların 10.000 sayfa dolduracak kadar çok olduğundan söz eder. Bunun haricinde o dönemden kalan bir papirüste yazılan¬lar da tüm bu tarihi kayıtları destekler niteliktedir. Abu Hormenies mabedinde bulunan Kıpti Papirüsü'nde şöyle bir pasaj vardır: "Piramitler işte böyle yapıldı. Duvarlara astronomi, fizik ve diğer yararlı bilgilerin sırlan yazıldı. Dilimizi okuyabilen herkes bunla¬rı anlayabilsin diye."
İLK BİLİM ADAMI, 1638'DE PİRAMİDE ADIM ATTI... Bu tarihte İngiliz Astronom Ve Matematikçisi John Greaves, Büyük Piramit'e ilk adım atan bilim adamı oldu. Amacı Piramidin içinde olabileceğini düşündüğü bir takım astronomik kayıtlara ulaşmaktı. "Kral Odası"na vardığında o da bir zamanlar Al-Ma-mun'un adamlarının olduğu gibi, sadece boş bir lahitle karşılaştı. Böylesine devasa bir yapı sadece bu lahdi örtmek üze¬re inşa edilmiş olamazdı... Ama görünüşte bundan başka bir açıklama da getirilemiyordu... Bu çelişki onu bir hayli düşündürmüştü... Aradığını o da bulamamıştı ama araştırması sırasında Piramit'in içinde AlMamun'un adamlarının bulamadığı yeni bir bölüm keşfetti. "Büyük Galeri"nin rampası üzerinde rastladığı bir taş bloğu kaldırınca, doğrudan Piramit'in derinliklerine inen ku¬yuya benzeyen dik bir tünel buldu. 90 cm genişliğindeki bu tünelin duvarlarına, basamak gibi kullanılabilecek küçük çıkıntılar yapılmıştı. Bunlara basa basa 18 metre derinliğe kadar indi. Burada tünel küçük bir oda şeklinde genişliyordu. Bugün buraya "Mağara" denilmektedir. John Greaves Piramit'in boyutlarını da tespit etmeye ça¬lıştı ve bunun bir matematik mucizesi olduğunu ilk o fark etti. Elde ettiği ölçümlerle o devrin ünlü bilim adamı Sir Isaac Newton da yakından ilgilendi ve bu konuda Newton bu ya¬pının sıradan bir yapı olmadığıyla ilgili bir de tez hazırladı. Sonraki yıllarda bilim adamlarının Büyük Piramit'e daha fazla ilgi göstermeye başladı. Her yapılan araştırma yeni bulguları beraberinde getiri¬yordu. Böylelikle Piramitle ilgili mevcut bilgilere sürekli yenileri eklenmeye başlanmıştı. Ama bütün bu araştırmalar samanlıkta iğne aramaktan öteye geçemiyordu. Çünkü Piramit sırrını kolay kolay ele verecek gibi görünmüyordu!...
Kral Odası'nın ayrıntıları ortaya çıkıyor... 19. Yüzyıl'ın başında Kaptan Caviglia, Piramit'in içine yerleşip orada yıllar süren uzun araştırmalar yaptı. Kaptan Caviglia daha önce John Greaves'in bulduğu "Kuyu"nun 18 metreden de daha aşağılara doğru devam edip "İniş Geçidi''yle birleştiğini tespit etti. 1836 yılında kendisine katılan Albay Howard-Vyse ile birlikte "Davinson'un Odası"nın üzerinde üç benzer mekân daha buldu. Bunlar "Kral 0dası"nın üzerine kat kat yerleştirilmiş olan granit boşlukların aralarında kalan mekânlardı. En üstteki boşluğun tavanı iri ki¬reç taşı bloğuyla eğimli bir şekilde kapatılmıştı. Albay Howard-Vyse, bu üst üste bindirilmiş granitlerle elde edilen boşlukların,"Kral 0dası"nı üzerinde duran 60 metrelik taş yığınının basıncından korumak amacıyla inşa edilmiş olabileceğini ileri sürdü. Albay Howard-Vyse ayrıca Piramit'i belirli bir eğimle dıştan içe kat ederek "Kral Odası"na açılan iki adet "Hava Kanalı"nı ortaya çıkarttı. Bu kanalları temizleyince, oda sürekli olarak temiz hava almaya başladı ve 20 derece'lik sabit bir ısıda kaldığını gördü. Bu kanallar dan Piramit'in Kuzey yüzüne açılanı 31 derece'lik, Güney'deki ise 45 derece'lik bir eğimle uzanıyordu. "Kraliçe Odası"ndan da havalandırma kanalları uzan¬maktadır. Bunların tıkalı olan bölümlerini 1872 yılında Mühendis Waynman Dixon açmıştır.
PİRAMİTLERİ YAPAN TEKNOLOJİ
Bazı tarihi kayıtlarda: Yukarıda dile getirilen sıra dışı iddialara benzer bilgiler vermektedir. Örneğin: Ünlü Tarihçi Herodot'un o dönemle ilgili anlattıkları, Teozofist A.P. Sinnctt'in ileri sürdüğü teorinin, yabana atılamayacağını göstermektedir. Herodot da, Mısır'da ağır bir kayanın, üzerine konulan bir papirüs sayesinde levite edilerek taşındığına kendisinin bizzat şahit olduğunu tuttuğu tarihi kayıtlarına geçirmiştir.
Tonlarca ağırlığındaki taş blokların o devirde hangi teknik kullanılarak metrelerce yukarıya taşındığı ve böylesine üst üste yığılabildiği günümüzde hâlen tartışmalı olan konular arasındadır. Buna mantıklı bir açıklama henüz getirilebilmiş değildir. Çünkü o devirde yaşayan insanların her türlü teknolojik imkândan yoksun ilkel kabileler oldukları varsayımı ve ön kabulü Arap Tarihçilerinden Abu Zeyd el Balkhy'nin anlattıkları da bu konunun mantıklı açıklamalarla aydınlatabilme Herodot'un kayıtlarıyla büyük bir paralellik gösterir; imkânını ortadan kaldırmaktadır. Ancak konuya Klasik Tarih Bilimcileri'nin dışında yaklaşan araştırmacıların Büyük taş blokları yerlerinden kaldırmak ve taşımak için, sayısı hiç de az değildir. bunların üstüne üzerinde bazı formüller yazılı olan papirüsler konurdu. Sonra bir avuç büyüklüğünde ve iç içe giren Teozofist A.P. Sinnett'in açıklamaları: halklardan oluşan bir alet taşın üzerine tutulur, halkalar çevrilirdi. Bunun üzerine, taş blok ağır ağır yerinden kalkar Büyük Piramit'in yapımında kullanılan devasa ve istenen yere götürülebilirdi. taş blokların kullanımı ancak ve ancak, daha sonraları insanlığın yitirdiği belirli Doğa Bilgisi'nin bu işte kullaÜnlü Araştırmacı Murry Hope da Arap Kaynakları'ndaki bu nılmış olmasıyla açıklanabilir. Doğa'nın gizemiyle ilgili konuyla ilgili ilginç ifadelere dikkat çekmiştir: bu bilgilerin sahipleri, ağır cisimlerin mevcut ağırlıklarını istedikleri gibi değiştirebilecek şekilde maddenin Dev taş bloklar bir çeşit papirüse sarmalanıp bir rahip çekimini kontrol edebilmekteydiler. Dev yapılar mimatarafından bir asayla dokunulduktan sonra ağırlığını tamarisinin harikaları ancak işte böyle açıklanabilir... men yitirmekte ve kolayca hareket ettirilerek tam istenilen noktaya yerleştirilmekteydi. Piramitlerin yapımını yö¬netenler kullanılan taşları kısmen levite etmek suretiyle bu işlemi kolayEzoterizmle ilgili konularda dünyanın önde gelen araştırmalaştırmışlardır. Bunun için majik (bkz. kalemsiz dergi cılarından olan Bn. Annie Besant da, piramitlerin yapımında 4.sayı maji ve büyü) asalarını kullanmış olabilirler. kullanılan taşların levite edilerek taşındığını söylemektedir: Bilgelere eski çağlarda doğanın kudretini açığa çıkartan anahtarlar teslim edilirdi. Gizli sihri sözcükler ve sihirli asalar... Manyetik alan yayan bir çeşit motor...Dalga boyları ve dev granit blokların levitasyonu... Bu teori bilimkurgu sayfalarından çıkmış fikirler gibi gelmektedir. 18 Peki ama bu teoride bir gerçeklik olamaz mı? 19
Mısır'daki taşlar, ne sırf kas gücüyle ne de modern teknolojiyi aşan hünerli cihazlar kullanılmak suretiyle dikilmiştir. Bu taşlar, dünyasal mıknatısiyetin güçlerini kontrol edebilen kişilerce dikilmiştir. Neticede taşlar ağırlığını kaybediyor ve tek bir parmağın temasıyla yönetilmek suretiyle havada süzülerek, belirlenen yerlerine oturtuluyorlardı. Gerek bazı araştırmacıların dile getirdikleri, gerekse de bazı tarihi kayıtlarda aktarılan bu sıra dışı anlatımlara, eski çağlara ait efsanelerde de rastlanmaktadır. Bu efsanelerde majik asalardan söz edilmekte ve bu asalar vasıtasıyla bazı bilge¬lerin olağanüstü mucizeler gerçekleştirebildiği anlatılmaktadır.
Sefa ULUDİL s.uludil@kalemsizdergi.com
İLKLE İlk Defa Fes Giyen Padişah 2.Mahmut,Nam-ı diğer Gavur Padişah.İlk defa fes giyen padişah olması halkın tepkisini çekmiştir.Ayrıca tüm resmi dairelere kendi resmini astırması bir diğer ilklerinden. devrimci padişahta denilebilir.1 temmuz 1839 günü verem hastalığından ölmüştür.
İlk Kadın Tiyatro Oyuncumuz Afife Jale,İlk Türk Kadın Tiyatrocu,güzeller güzeli ve evlatlıktan reddedilmiş bir kız. Babası onun tiyatrocu olmasını istemiyordu.Bunun için evlatlıktan reddetti yetmedi çalıştığı yerden de bu sebepten dolayı atıldı. Ölüm sebebi ise daha trajik doktoru hastalığını morfin ile tedavi etmeye çalıştı ve jale morfin bağımlısı haline geldi.Son yıllarını Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde geçirdi ve 39 yaşında iken 24 temmuz 1941 tarihinde hayata veda etti.
İlk Türk Polisiye Romanı Esrar-ı cinayet,ilk Türk polisiye romanıdır.Ah-
met Mithat Efendi tarafından yazılmıştır. 1883 yılında Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayınlanmıştır.1884 yılında kitap haline getirilmiştir. Adından da anlaşılacağı üzere Kitabın konusu faili meçhul bir cinayet ...
20 21
ERİMİZ Eurovision'u Kazanan İlk Türk Şarkıcı Sertab Erener,Everyway That I Can adlı şarkıyla ,Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazandı.Eurovision’u kazanan ilk ve tek Türk Şarkıcıdır.2003 yılında kazanmıştır ve bu yıllar onun kariyeri boyunca en çok popüler olduğu yıllardır. Türkiye,O yılki yarışmada Almanya,İngiltere,Fransa ve Belçika dahil birçok ülkeden 12 puan kazanmıştır. Ve Türkiye’ye tarihinde ilk ve tek Eurovision birinciliğini kazandırmıştır.
Times Dergisi’ne Kapak Olan İlk Türk Mustafa Kemal Atatürk,Cumhuriyetimizin kurucusu,Ulusal kahramanımız,Ulusal kurtuluş savaşını gerçekleştiren Asker,Devlet adamı. Tarihte Dünyanın en popüler dergisi olan Times'a Kapak olan ilk Türk'tür.
Osmanlı’da İlk Üniversite İznik Medresesi,Osmanlının ilk medresesidir ve adından da anlaşıldığı üzere İznik’e 1331 yılında kurulmuştur Bu üniversitenin bünyesi altında batılı bilimler ağırlıktaydı ve Halifelik Osmanlının eline geçene kadar devam edecekti.
Noel Baba 2011 yılının son günlerine yaklaşırken televizyonlarda, alışveriş merkezlerinin önünde babacan tombul gördüğümüz Noel Babalar hakkında neler biliyorsunuz? Ne kadar yabancı icadı diye dışladığımız Noel Baba’nın kendi topraklarımızda Antalya’dan çıktığını biliyor musunuz? Gelin şimdi Noel Baba kimdir öğrenelim. Nikolas, Avrupalı adıyla Santa Claus dördüncü yüzyılda Likya’da yaşamıştır. Yani bizim toprakların çocuğudur. Yaşadığı yer olarak Akdeniz kıyısında Teke yarımadasında ömür sürmüştür. Bugünkü Demre’de piskopos olarak atanan, birçok insana Hıristiyanlığı kabul ettirmiş ve hapse atılıp işkenceye uğramıştır. İmparator Büyük Konstantin döneminde serbest bırakıldı ve 325 yılındaki İznik Konsili’ne katıldı. Öldükten sonra Myra’daki kilisesinin mezarlığına gömüldü. 6. yy’a gelindiğinde türbesinin ünü bayağı yayılmıştı. 1087 yılında İtalyan denizciler ya da tüccarlar kemiklerini İtalya’nın Bari kentine götürdüler. Bu nakil, Nikola’nın Avrupa’daki ününü büyük oranda artırdı ve Bari bir hac merkezi haline geldi. Nikola’nın kemikleri bugün Bari’deki 11. yy yapımı Aziz Nikola Bazilikası’ndadır. Aziz Nikola ortaçağda çocukların da koruyucusu olarak kabul edilmekte ve Batı’da 6 Aralık’ta çocuklara şekerleme , meyve gibi hediyeler getiren kırmızı beyaz piskopos kıyafeti içinde , eşeğine binmiş haliyle St. Nick adıyla bilinmekteydi. Reform Hareketi’nden sonra Aziz Nikolaos unutuldu ve onun yerini Noel Babalar , örneğin Fransa’da Papa Noel aldı . Bunlar çocuklara hediye vermediği gibi. Christmas’ın da ana figürleri değillerdi. Hollandalılar Aziz Nikolaos’u unutmadılar. Denizcilerin koruyucu azizin torsusu Amerika’ya ulaşan ilk Hollanda gemisinin pruvasını süslüyordu ve inşa edilen ilk kiliseye de onun adı verilmişti. Hollanda da çocukların tahta ayakkabılarını ocağın önüne yerleştirerek içine azizin eşeği için saman koymaları ve azizden hediyeler beklemeleri âdeti vardı. Hollandalılar azize Sint Nikolas diyorlardı ve bu ad Amerikan ağzında Sinterklass ‘a buradan da Santa Klaus’a dönüştü. Noel Baba’nın bugünkü görünüşünü kazanmasında ise 1863 ‘ten 1866 ‘ya kadar Harper’s Weekly dergisi için Cristmas resimleri çizen ThomasNas ‘ın etkisi oldu. 1924 yılında Coca Cola için reklamlar tasarlayan Haddon Sundlom’un çizimleri ise Noel Baba’nın kırmızı beyaz elbisesini biçimlendirdi. Coca Cola’da kokain bulunduğu için reklamlarında çocuk kullanmasının yasaklanması nedeniyle çocuklarla seslenebilmek ve kışın da kola içilebileceğini vurgulamak isteyen şirket Sundlom’un kampanyasını destekledi. Noel Baba’nın kızağını çeken ren geyiklerini ise 1939 ‘da yılbaşı satışları için yenilik yapmak isteyen bir Chicago mağazasının reklam yazarı olan Robert May’ın şiiri ve Denver Gillen ‘in çizgisiyle başladı. o yıl 2,4 milyon basılıp dağıtılan broşür 1947 yılına kadar defalarca çoğaltıldı. Haddon sundblom ‘un 1930 ‘larda yarattığı o ünlü reklam figürlerinden çok önce sevimli “ Coca cola “ baba vardı. Onun ve 1860’larda Thomas Nast’ın çizimleri , Neww York ‘lu Clement Clerk Moore ‘un 1823 tarihli ( daha çok “ The Night Before Christmas – noel’den Önceki Gece – olarak bilinen ) şiiri “ A Visit from St. Nicholas” a [ St Nicholas’ın Ziyareti] dayanmaktaydı.
22 23
a Kimdir ? Moore alışılmadık bir yazardı ( asıl işi İbranice ve Doğu dilleri profesörlüğü idi ) , ama yazdığı şiirin Noel Baba efsanesinin içini doldurmasındaki önemi abartmamak lazım. Bu şiir efsaneyi Noel arifesine kaydırıp aksi bir Aziz Nick yerine ; kürklü kırmızı giysileri , güzel isimli Ren geyikleri , çatılara konan kızağı ve çuval dolusu oyuncağıyla tombiş , gözleri gülen, beyaz sakallı bir peri tanımlamıştır. Bu şiir tüm zamanların en popüler çocuk şiirlerinden biri olmuştur.
EFSANENİN YOLCULUĞU
* 40?-120? : TYANA’LI APOLLONİUS * 270-346 : Aziz Nikolaos * 972: Bizans Prensesi Theophanu’nun Aziz Nikolaos’un ikonunu Almanya’ya getirişi * 1087: Aziz Nikalous’un kemiklerinin Bari’ye kaçırılışı * 1625 : Hollandalıların New Amsterdam’ı kuruşu * 1664 : New Amsterdam’ın New York adını alışı * 1809 : New York’ta Santa Claus ‘un şişman bir Hollandalı denizci olarak tasviri * 1823 : New York’ta Santa Claus’u geyikleri ve şimdiki özellikleriyle tanımlayan şiirin yayımlanışı * 1863 : ABD’de Harper’s Weekly dergisinde Noel Baba çizimleri * 1915-25: ABD’de White Rock içeceğinin kırmızı giysili Noel Baba’yı kullanması * 1931-64: Coca Cola’nın Noel Baba’lı kampanyası Ayrıca Bakınız : Thomas Nast Santa Claus Pictures : http://www.sonofthesouth.net/Original_Santa_Claus. htm Kaynakça: 1.Orhan Hançerlioğlu , Dünya İnançları Sözlüğü , Remzi Yay. Eylül 1993,2.Basım Kudret Emiroğlu , Gündelik Hayatımızın Tarihi ,Dost Yayınları Kudret emiroğlu , A.g.e. Cahillikler Kitabı ,Bilmediklerimiz ve Yanlış Bildiklerimiz , ÇEv. Cihan Aslı Filiz ve Emre Ergüven , NTV Yay. Ağustos 2008 NTV Tarih Dergisi , Y.Emre Gürbüz,Hollandalı Sinterklaas, Ocak 2010,sayı 12,s.64 2. http://www.webdetarih.com/?p=76 3. http://tr.wikipedia.org/wiki/Noel_Baba 4. http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Dosya:Coca_Cola_Santa_1963_by_Haddon_Sundblum.jpg &filetimestamp=20090104220858
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz… Hz. Muhamm
REENKARNASYON NEDİR?
Reenkarnasyon, yani başka bir deyişle yeniden dünyaya gelme, gizemci ve ruhsal bir olaydır. Diğer bir anlamda “ruh göçü” olarak nitelendirilir. Ölen birinin ruhunun başka bir vücutta yeniden hayat bulacağı inancı dünyanın en eski ve yaygın inançlarındandır. REENKARNASYON'UN AN-
LAMI NEDİR?
girmek
Enkarne: ete (bedene) girmek Reenkarnasyon: tekrar ete (bedene)
Reenkarnasyon anlayışına göre yaşam bir okuldur ve bu okulda her insan ayrı bir sınıfta dersini öğrenmeye çalışır. Hayatımızda yaşadığımız krizler, zorluklar birer sınavdır. Ve eğer kendimiz üzerinde çalışır ve bu sınavları aşarsak, hedefimize ulaşmış oluruz. Ruhların tekrar doğuşu ile ilgili katı bir kural veya sıralama yoktur. Bu tamamen öğrenilen veya öğrenilemeyen dersler ile ilgilidir. İnsan karmasını tamamlayana kadar yaşamda varlığını sürdürür. Yani hatalar veya kötü eylemler iyilerle yok edilene kadar. Reenkarnasyona göre insan eski yaşamında aldığı tüm tecrübeleri ve farkında oluşları yeni yaşamına "getirir" veya "ilave eder" ki bu yeni yaşamına olgunluk, maneviyat ve bilgelik kazandırabilsin. Basit olarak anlatıldığında reenkarnasyon (tekrar doğuş, tekrar bedenlenme, ruh gezisi, ruh göçü) ruhun, doğum ve ölüm sirkülasyonu sayesinde tekrar tekrar insancıl var oluşa geçmesi anlamına gelir. Eflatun'a göre reenkarnasyon iki türde var olur: 1. Seçim sistemi: Buna göre ruh eski yaşamındaki eylemlerine uyacak bir hayvan veya insan bedeni seçer. Yani ruh yaşam koşullarını önceden seçmiş ve böylece kaderini belirlemiş olur. 2. Denge sistemi: Burada yeni yaşam tamamen eski yaşama bağlıdır. Eski yaşamda yapılan hataların acısı yeni yaşamda çekilir. Örneğin zenginken fakiri horlayan birisi yeni yaşamında fakirin durumuna düşebilir ve onun çekmiş olduğu acıların aynısını yaşar. Bu iki sistemde de anlatılmak istenen şu anki yaşamın bir sonraki yaşamı etkilediği veya etkileyebileceğidir.
DÜNYAYI PEŞİNDEN KOŞTURAN FENOMEN!
24 25
Reenkarnasyon inancının binlerce yıllık bir geçmişi olduğuna inanılıyor. Bugün daha çok Doğu kültüründe yaygın olduğu bilinse de Batı tarihinde ilk kez Pisagor ve Plato gibi bazı antik Yunan düşünürleri tarafından dile getirilmiş olan “ruh göçü”, aslında eski Mısır, Kelt, Maya ve İnka uygarlıkları gibi birçok uygarlıkta bilinen ve kabul görmüş olan bir kavram. Reenkarnasyon günümüzde en çok Hindular ve Budistler arasında yaygın bir inanış biçimidir. Din uzmanları ise dünya çapında 1.25 milyarın üzerinde insanın reenkarnasyon inancına sahip olduğunu tahmin ediyor. Öte yandan bu inanış bilim dünyasının da ikiye bölünmesine neden olmuş durumda. Birçok bilim adamı reenkarnasyonu mantık dışı ve hatta “saçma” bulurken, kimileri de reenkarnasyonun varlığını bilimsel olarak kanıtlayabilmek için araştırmalarını azimle sürdürüyor.
… Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz…" med (s.a.v.) Ünlü Rambo veya Rocky yani Sylvester Stallone geçmiş yaşamına çok meraklı ve hipnoz seanslarına katılıyor. Ve önceki iki yaşamını bildiğinden emin; Fransız devrimi sırasında bir ihtilalci olan Stallone, daha sonra arkadaşları tarafından giyotinde idam edildiğine inanıyor. Ama Stallone olmadan önce bir yaşam daha yaşamış; Vahşi Batı´nın yeşil çayırlarında at koşturan ve ateşin etrafında danslar eden bir Kızılderili olarak yaşadığı düşüncesinde. Robin Williams´da, ciddi bir reenkarnasyoncu. Bu konuda her şeyi inceledikten sonra kendine bir yaşam felsefesi oluşturmuş; Bakın Williams ne diyor; "Bütün geçmiş yaşamlarımı inceledim, bir yaşamımda İngiltere´de yaşadım; Shakespeare döneminde aktördüm. Bazı zamanlarda, kendimin başka bir yere ait olduğumu hissederim, sanki buraya ait değilmişim gibi, bir kuramım var, bir havaalanı düşünün, gideceğiniz yere kalkacak. Uçağın anonsunu bekliyorsunuz. Ama bir fark var; nereye gideceğinizden haberiniz yok. Derken bir anons yapılıyor; ´Haydi Bay Robin, Kafkasya´ya erkek olarak gidiyorsunuz, teşekkürler. Sonra ruhunuz oraya uçup gidiyor ve bir bebekle buluşuyor; hepsi bu işte..." ABD’de 11 yaşındaki James Leininger isimli çocuğun İkinci Dünya Savaşı’nda ölen bir pilotun hayata dönmüş hali olduğunu iddia eden “Soul Survivor” kitabının satış rekorları kırması dünyada “reenkarnasyon gerçek mi” tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Avustralyalı psikolog Peter Ramster, 1983 yılında bir belgesel çekti. ‘Reenkarnasyon Deneyleri’ adını verdiği bu belgeselde geçmiş hayatların varlığını kanıtladı. Deneklerden biri Fransız Devrimi döneminde geçen bir yaşamı anımsadı. Kadın transa geçtikten sonra Fransızca olarak bütün sorulara cevap verdi. Sokak isimlerine kadar her şeyi bilen kadın ‘geçmiş hayat’ fikrinin var olabileceğini akıllara getirdi. RUH GÖÇÜ KAVRAMINA İNANANLAR Ruh göçü fikrini kabul etmiş eski ve yeni inanç sistemlerinin mensupları arasında, Hindular (Yoga, Vaishnavism, Shaivism), Katharlar (Cathares),Eseniler(Esseniens),Caynacılar (Jainistler) ,Sihistler, Umbanda'cılar (Makumba, Brezilya),Yezidiler, Nusayriler, Dürziler, Nors mitoloji, Şamanizm, Taoizm, Grek kültürü, Gnostisizm, Katharlar ve birçok Kızılderili kabilesinde de mevcuttur.
RUH GÖÇÜ KAVRAMINA İNANMAYANLAR Tek tanrılı dinler, genellikle tek yaşam, tek ruh ve tek tanrı inancına dayandığından Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi ilahi dinlerde ruh göçü kavramına inanılmamaktadır. İslam inancına göre, insan dünyada yaptığı en küçük iyilik ya da kötülüğün karşılığını ahirette bulacaktır. Haşr (öldükten sonra dirilme) her insan için bir kimlikle ve tabii ki kendi kimliğiyle olacaktır. Oysa reenkarnasyon inancında ruhlar kemale erme yolunda beden değiştirerek ilerlemektedir. Dolayısıyla yapılan iyiliğin ya da kötülüğün karşılığını hangi kimliğin, ne zaman, nerede göreceği tartışmalıdır.
HİPNOZ BİR KANIT OLABİLİR Mİ? Reenkarnasyon inancına kanıt olarak büyük oranda "hipnoz" gösterilmektedir. Fakat hipnozun, esas olarak "yapan"ın telkinleri sayesinde gerçekleştiği göz önünde bulundurulursa ortada bir terslik olduğu rahatça görülebilir. Hipnotistin telkinleriyle uyutulan (hipnoz edilen) suje, hayalindekileri anlatmaya başlar ve ortaya bir tablo çıkar. Reenkarnasyoncular bu tablonun geçmiş yaşama ait olduğunu iddia ederler. Ancak burada, sujenin, telkinler doğrultusunda birçok hayali resmedebileceği sonucu da çıkmaktadır. Yani aynı suje, farklı hipnotistler tarafından, farklı telkinler yoluyla, farklı hayallere daldırılabilir ve sujenin birçok farklı geçmiş yaşamı da ortaya çıkabilir. Bir çok ünlüyle yapılan hipnoz seanslarında şaşırtıcı deneyimler yaşanmış. Bazıları şu şekilde: 1. Fatih Ürek Mısır’da yaşamış ve kardeşler tarafından ölüme mahkûm olmuş bir firavun olduğunu tarih ve bütün acı deneyimleri aynen hissederek anlatmış ve bu "top secret" programında yayınlanmıştır. 2. İzel bir pastacı kız olduğunu çok fakir bir insan olduğunu zor bir yaşam yaşadığını anlatmıştır. 3. Dansöz Sibel Gökçe bir önceki yaşamında intihar ettiğini ve bütün sıkıntılarını çok heyecanlanarak anlatmıştır. 4. Hamiyet bir yörük kızı olduğunu çok zor yaşam şartlarını ve ormanda nasıl yalnız yaşayarak öldüğünü anlatmıştır. TGRT’ de yayınlanmıştır. 5. Ali Şan bir Mehmetçik olduğunu, Çanakkale'de şehit olduğunu ve genç yaşta yaşadığı ölümü anlatmıştır. 6. Hande Ataizi Fransa'da ilaç yapan bir gruba mensup olduğunu ve ölüm cezasına çarpılışını adım ,adım çok heyecanlı bir seansta anlatmıştır. 7. Yaşar Alptekin bir korsan iken düşmanlarının onu bir yere duvar örerek kapattıklarını ve orada açlıktan yavaş yavaş öldüğünü anlatmıştır. ATV’ de yayınlanmıştır. 8. Gönül Yazar eski Roma'da yaşayan bir kraliçe olduğunu hipnoz sırasında "top secret" ekibine anlatmıştır.
Önceki yaşamdan anılar özellikle çocukluk döneminde çok daha sık hatırlanıyor. Ancak yıllar ilerledikçe yavaş yavaş hafızadan tamamen siliniyor. Şimdiye dek reenkarnasyonun “gerçek olabileceğini” düşündüren onlarca vaka görülmüştür. Ancak 3 ilahi dine mensup din adamları ise bu inanışı şiddetle reddediyor. Sizler ne düşünürsünüz bilmiyorum ama onlarca yazı kaleme alınıp çizilmesine rağmen reenkarnasyon hala bir muamma. “Reenkarnasyon”un çok kapsamlı bir konu olduğunu özellikle belirtmek isterim. Araştırmak istediğinizde karşınıza binlerce konu çıkıyor. Ben sizlere en kısa anlamıyla aktardım. İnanıp inanmamak size kalmış tabii ki. Ayrıca eğer merak ediyorsanız önceki reenkarnasyonunuzu aşağıdaki linklerden bulabilirsiniz.
http://users.telenet.be/gad/re/turks.html http://testyourself.tr.msn.com/iliskiler/reenkarne/Start.aspx
''Mutluluk Her An Vardır Yeter ki En Karanlık Zamanınızda Işığı Açmayı Unutmayın''
Gülşah ULUDİL
g.uludil@kalemsizdergi.com 26 27
Kirli Enerji Nükleer’i Tanımak Merhaba Kalemsiz okurları. Size bu yazıda anlayabileceğiniz, kısa bir şekilde nükleeri tanıtmayı amaçlıyoruz. Medyada büyük Japonya depreminden tekrar gündeme gelen nükleer enerji kimine göre zararsız, kimine göre ise zararlı. Ama gerçek şu ki nükleer enerji fazlasıyla iklime ve insan hayatına zararlı bir enerji türü. Dünya sürekli gelişmekte ve sürekli insanlarının ihtiyaçlarının arttığı bir gezegen. İnsan ihtiyaçları arttıkça, enerji ihtiyaçları da katlanarak artıyor. İnsanların enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ise temiz, ucuz, hızlı ve sürdürülebilir bir enerji kaynağına ihtiyaç var. Bu ihtiyaçların önündeki en büyük engel ise nükleer enerji. Çünkü nükleer enerji kirli, verimsiz, pahalı ve tehlikeli bir enerji.
Nükleer Santralin Kurulması, Kullanılması, Yıkılması ve Çözümü:
Bir nükleer santralin kurulması başladığı günden itibaren 10 yıl kadar bir süre alıyor. Nükleer santral üretime başladıktan ortalama 20 yıl süre sonra tükendiği için kapanma sürecine giriyor. Ayrıca nükleer enerjinin ürettiği enerji sadece elektrik üretebiliyor ve ısınma, ulaşım gibi isteklerimize yanıt vermiyor. Nükleere santrale karşı çözüm ise ucuz, verimli, temiz ve rüzgar, su, güneş gibi yenilenebilir enerjileri kullanmak ve enerji verimliliğini arttırmak.
Nükleer Enerjinin Riskleri:
Nükleer santraller normal çalışma halinde bile etrafı fazla radyoaktiviteye maruz bırakır. Yüksek radyoaktiviteye maruz kalma radyasyon hastalığına neden olur. Bu vakalarda ölüm ise 2 hafta içinde gerçekleşir. Çocuk ve doğmamış bebeklerde hücre bölünmesi hızlı olduğu için daha fazla risk altındadır. Radyoaktiviteye maruz kalan insanlarda kanser türleri fazlasıyla görülür.
Oktay YENİTÜRK
o.yeniturk@kalemsizdergi.com
*Neler yaptınız? 9. Efes Dark Roxy Müzik Günleri yarışmasında birinci olduğunuz günden bugüne kadar? ÇOK ŞEY YAPTIK :) 2 ALBÜM, 1 SINGLE VE 7 TANE VİDEO AYRICA 150 NİN ÜZERİNDE KONSER VERDİK... * Ankara'da yaşadığınız zamanlarda neler yapıyordunuz? Yani başka bir işle mi uğraşıyordunuz? KENDİMİ BİLDİM BİLELİ MÜZİKLE SANATLA YAZARLIKLA UĞRAŞIRIM :) İSTANBUL GÜNLERİMDE OYUNCULUK VE FOTOMODELLİK DENEYİMİM OLDU :)
* Şuan Adana'da yaşıyorsunuz.. Ankaralı olduğunuz halde Adana'da yaşamayı tercih etmenizin sebebini öğrenebilir miyiz? ADANA'YA GELMEMİN ÖZEL SEBEPLERİ VAR... AMA ADANA'YI ÇOK SEVİYORUM...SAKİN, HUZURLU UCUZ BİR YER VE HER TÜRLÜ OLANAĞI VAR... * Rock müzik söyleyen biri olarak hayata karşı biraz sert mi bakıyorsunuz? HAYIR... HAYAT BİZİ DAİMA YÖNETİR VE ONU YÖNETMEK GÜÇ İSTER... SERT OLUNCA VEYA HIRSLI OLUNCA İSTEMEDİĞİN YÖNLERE GİDEBİLİRSİN...
Kalemsiz Dergisi olarak 6. sayımızda DEJA-V Cenk SÖNMEZ i
* Rock müzik yapıyorsunuz ve rock müziğin alıcısı milyonlar olmayan bir kitle. Türk rock müziği reytingle ölçülür bir haldeyken, gelecek konusunda endişeleniyor musunuz?
* Gitarda bulunan Barış ORHAN’IN askere gitmesi grubu nasıl etkiledi? Barış, dönünceye kadar ne yapmayı planlıyorsunuz?
ENDİŞELENDİĞİM İÇİN BAŞKA PLANLAR YAPMAK ADINA ADANA'YA YERLEŞTİM (BU PLANLAR BENDE KALSIN) AMA MÜZİĞE DEVAM EDECEĞİM AYRI MESELE... MÜZİK BENİM KANIM :)
BAŞKA BİR ARKADAŞ BİZİMLE ÇALIYOR... BUNU BİZZAT BARIŞ İSTEDİ GRUP BOŞ DURMASIN DİYE...BARIŞ'SIZ ÇALMAK HOŞ DEĞİL AMA ÖZELLİKLE BENİM İÇİN ÇÜNKÜ BENDEN SONRA GRUBUN EN ESKİ ELEMANI O...
* Grup meseleleri çok zor işler değil mi? Gruptaki dengeleri nasıl ayarlıyorsunuz? GRUP BİR EVLİLİKTEN DAHA ZOR. DENGELERİ AYARLAMAK EN ZORU... GRUBUN KURUCUSU BEN OLDUĞUM İÇİN GENELDE BANA DANIŞILIR HER ŞEYDE 28VE BU ŞEKİLDE DENGE AYARLANIYOR...
29
* Bundan sonraki hedefleriniz neler? MÜZİKTE BELLİ BİR HEDEFİM VAR AMA ÜLKE BENİ ENDİŞELENDİRİYOR BU YÜZDEN HEDEF KOYAMIYORUM... BEN HER ŞEKİLDE İYİ BİR ŞEYLER YAPACAĞIM BAKALIM HAYAT NEREYE GÖTÜRECEK? :)
VU’da solist, besteci, söz yazarı ve aranjör olan ile röportaj yaptık.
* Konser sırasında yaşadığınız ve unutamayacağınız bir olay yaşadınız mı hiç? ÇOK VAR :) YALOVA DA SAHNEDEYKEN CIRCIR BÖCEKLERİ KONMAYA BAŞLAMIŞTI HER YERİMİZE VE BİZ BİR TARAFTAN ONLARLA BOĞUŞURKEN BİR TARAFTAN EĞLENMEYE ÇALIŞIYORDUK :) * En büyük pişmanlığınız nedir? Keşke bunu böyle yapmasaydım diyebileceğiniz? 2. ALBÜMDE BENCE YANLIŞ BİR ŞİRKETLE ÇALIŞTIK AYRICA YANLIŞ MEJANERLERİ ALDIK GRUBUN BAŞINA... BU YÜZDEN BİRAZ AŞAĞI DOĞRU GİTTİK...KEŞKE İNCE ELEYİP SIK DOKUSAYDIK :)
* Son olarak sizi sevenlere neler söylemek istersiniz? "SİSTEM" ŞARKIMIZI SÖYLEMEK İSTERİM... ŞAKA BİR YANA...DEJA-VU VE CENK SÖNMEZ İSMİNİ SEVİYORLARSA DAHA ÇOK KİTLEYE ULAŞMASINI SAĞLASINLAR... Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz :)
Özge ÖZGÜNER
o.ozguner@kalemsizdergi.com
Web : www.kalemsizdergi.com | Twitter : Twitter.com/KalemsizDergi | Facebook : Facebook.com/KalemsizDergi