Kalemsiz Dergi 8. Sayı

Page 1

8. Say覺 04.06.2012


Merhabalar, değerli Kalemsiz Dergi okurları. Yeni bir sayıyla yeniden sizlerleyiz. İki aylık süreçte bizler sizleri sizler de bizleri özlediniz. Her yeni sayının ardından yaptığınız geri dönüşler bizlerin bu yolda ilerlemesine katkı sağlıyor. Yaptığınız olumlu ve olumsuz eleştiriler gideceğimiz yolu aydınlatıyor. Bu anlamda şahsım ve dergi adına sizlere teşekkürü bir borç bilirim. Sizlere dergimizle ilgili birkaç haberden de bahsetmek istiyorum. Dergimiz bildiğiniz üzere iki ayda bir yayımlanan bir dergi. Ancak bizler kendi aramızda yaptığımız toplantılarımızda bu sürenin bir hayli uzun olduğunu tespit ettik ve dergiyi tekrar aylık olarak çıkarma kararı aldık. Bu kararı almamızda biraz önce dediğim gibi sizlerin de görüşleri etkili oldu. Ayrıca dergimize yeni arkadaşlarımız da katıldılar. Her biri birbirinden değerli arkadaşlarımıza dergimizde başarılar diliyoruz. Android uygulamasına yedinci sayı ile birlikte geçmiştik. Bu uygulamamız da sizlerin takdirini kazandı. Teknolojinin her geçen gün daha da geliştiğini biliyoruz. Biz de dergi olarak teknolojinin her koluna uyum sağlamak için çabalıyoruz. Gelelim yeni sayımıza. Sekizinci sayımızda, ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan ‘kız çocuklarının eğitim problemini’ sizler için inceledik. Daha gelişmiş ve bilinçli bir ülke olmak için eğitim ‘herkese’ şart. Edebiyat alanında hikayeler, şiirler, denemeler yine sizleri bekliyor. Teknoloji alanında yine sizleri bilgilendirici ilginizi çekecek yazılar hazırladık. Örneğin, ‘Dreamspark’ ile ilgili yazıyı özellikle tavsiye ediyoruz. Oktay YENİTÜRK arkadaşımız çevre ile ilgili yazılarına devam ediyor. Filmlere de göz atmaya devam ediyoruz. ‘Perde Arkası’ bölümümüz ile beyazperdenin içine giriyoruz. ‘Klasik Müzik’ ile ilgili ne biliyoruz? Gelin bu sayıda müzik bilgilerimizi tazeleyelim. İşte, yeni sayımız anlayacağınız yine dolu dolu. Kalemsiz Dergi’yi çıkaralı, bu haziran ayında tam bir yıl oluyor. Bu işe başlandığında birçok kişi başarının çok uzakta olduğunu ve derginin birkaç ay içerisinde kapanacağını düşünüyordu. Ancak yanıldılar ve bu sayıda birinci yılımızı kutluyoruz. Bizlere bu yolda desteğini esirgemeyen siz değerli okuyucularımıza bir kez daha teşekkür ediyorum. Bizler artık bir ‘aile’ olduk ve her gün bu aile biraz daha genişliyor. Dilerim bu aile önce bu yurdu ve sonra tüm dünyayı sarar. Neden olmasın ? Bu sayıda ve diğer sayılarda emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Birlikte daha nice güzel senelere. Kendinize iyi bakın Kalemsiz’ler.

Aşk’ın ateşiyle yanan yürekler, dünyada ölümü tatmış demektir. Kalemsiz Dergi Editörü

Erdem KURT

e.kurt@kalemsizdergi.com


Kadromuz İmtiyaz Sahibi

Medya Genel Yayın Yönetmeni Mert Abakuş

Yazı İşleri Müdürü Hakan Yıldız

Editörler

Erdem Kurt Selin Sezen

Yazarlar

Ali Osman Karaaslan Başak Şimşek Batuhan Öztütüncü Burak Karakaya Burak Serinpınar Can Alp Alaçam Elif Alkan Fidan Yaman Gülşah Uludil Merve Altun Mülayim Topçu Oktay Yenitürk Onur Tırpan Özge Özgüner Sinem Şen Tolga Arslan Yiğit Ata

Halkla İlişkiler ve Tanıtım Departmanı Mülayim Topçu

Tasarım

Derda Karakış

İçindekiler Edebiyat 2-3

Shi Maskelerin Gölgesinden Kaçmaya Çalışan Hayatlar

4 5

Çay ve Yalnızlık Ölüme ve Yaşama ‘5’ Kala

6-7

Bilmem Kimlere

8

Hakikat

9

Düş

10

Çocuk

11

Anılar

11

Serseri

12

Sinema & televizyon Perde Arkası

14-15

The Pianist

16-17

Teknoloji & Bilim Dreamspark

18-20

Bulutunu Temizlemek

21

Açılııın Google Play Geliyooor

22-23

müzik Klasik Müzik

24-25

Genel Kültür Kız Çocuklarının Eğitim Problemi

26-27

Zihni Fikir

28-29

Yörem Kafe

30-31


Başı dönüyordu, ayaklarıyla betona değil de yumuşak şekere basıyor gibiydi… Sonra o vücutsuz ses çıkageldi; ‘’Bir kutlama bekliyor seni’’ Elini yanında yürüdüğü duvardan destek almak için kaldırdı. İçindeki yörünge bozukluğu nereden geldiği belli olmayan dalgalarıyla şiddetini arttırdı. Sersemliği büyüdü. ‘’Ağaçlarla yükseliyor renkler’’ Dizleri yere çarptığında yumuşak şeker masalı betona döndü ve canını yaktı. ‘’Masalın aslına ayak bas, Işığına uyan, uyan!’’ Alarm, sesini bir horoz gibi olmasa da duyurmayı bildiğinde, dizlerinde duyduğu ağrıyla uyandı. Doğruldu ve ‘’Masalın aslı’’ dedi. ‘’Hah! İşte sana masalın… neyse.’’ Pantolonunu sıyırdı, dünden kalan hasara göz gezdirdi. Hafif kırmızı ve sıyrılmış derisi şişikti, dizini ovdu. Ayağa kalktığında yok olan saniyelik tedirginliği, dizlerinin üstünde rahatça adım atmasıyla yerini başka meşguliyetlere bıraktı ki, bugün yapması gereken çok işi vardı… Kahvaltı diye kendini kandırdığı bir şeyler yerken ‘’Bu da ne demek?’’ dedi ve sızma operasyonu başarıyla sonuçlanan bir dizi olayın üstüne farkında olmadan düşünmeye başladı. Bunların içinde; üst üste gördüğü üçüncü rüyada aynı sesi, aynı şeyleri söylerken duyduğu, farklı olaraksa dün gece eve girmeden önce yaşadığı baş dönmesinin rüyasında tekrar karşısına çıkması ve tekrar betona çakılması, bir de bu akşam ne yiyeceğini bilmemesi gibi başarısız ve komik tespitler vardı. Vals müzikleri edasında bir şeyler mırıldanarak etrafı toparladı. Buna belki üşengeç olup pasaklı olmamak denebilirdi. Pencereleri kontrol etti, kamerasını boynuna astı, ceplerini yokladı ve dışarı çıktı. Hayat, her hâle uygun ayrı bir fon müziği çalar mıydı? Çalsa ne olurdu? Duygularını hitapta kullanabileceğin araçlar bir yerden sonra aciz kalmaz mıydı? Peki başka yolu var mıydı? En yalın ya da ilkel olanı kullanmak bir şeyi değiştirir miydi? Sokağından çıkmak üzereyken yapması gereken işleri hızlıca planladı, buna göre yaklaşık olarak iki saat fazladan vakti vardı. Hiç düşünmeden yola koyuldu, oraya doğru, sevdiği yegâne yere… 2 3


Burada olmayı sevdiğimi söylemiştim değil mi? Yoksa ‘’burayı’’ sevdiğimi mi söylemiştim? Pekala, hemen kesinleştiriyorum, burayı ve burada olmayı seviyorum... Sevdiğimi tekrar etmeyi de seviyorum galiba. Tekrar diyorum ama belki bu benim için bir telkindir, neyse, bundan emin değilim fakat sevdiğimi biliyorum ve yine buradayım... Aslında burada oturmuş kameramla oynarken, fotoğrafçılığa nasıl başladığımı anlatmadığımı fark ettim ve bu satırları yazmaya başlamakla iyi halt ettim! Çünkü o sırada gördüm ki, anlatmaya kalkışmamakla daha iyi ediyormuşum. Başlangıçta fotoğrafçılık hikâyemi anlatmak için aklımda çakan şimşek, büyük bütçeli bir filme senaryo teklifi gibi bir şeydi, ah, ne ahmaklık! Özetle şöyle ki; ‘’peh!’’ Manidar bir hikâyem yok. Nesini anlatabilirim ki, bu sadece laf kalabalığı olur. Yani, hayır, kameramı ölen sevgilim hediye etmedi ya da babamdan kalan emektar bir makineye olan bağlılığımdan işi buralara kadar getirmedim. Gayet sıradan ve basitti. Bir gün biriktirdiğim paralarla iyi bir kamera almak istedim, hepsi bu. Daha sonra da okul için hazırladığım bir proje için kullanmaya başladım ve işin altından kalkamayınca çalışmam yarım kaldı. Proje başka bir yöne kaydırılıp tamamlanınca, elimde kalan kareleri bir yayıncıyla paylaştım ve şimdi olduğum yerdeyim. Fakat şimdi birkaç kare yakalamak üzere buradan ayrılmam gerek... Gitmeden şunu denemek istiyorum; ‘’sevgilerimle...’’ İşte, oldu. Bulunduğu yerden uzaklaşırken, sırtlarında çantalarıyla sanki bir gökkuşağı topu olmuş minik öğrenciler kendisine doğru koşuşturuyorlardı. Aynı cıvıltıyla tebessüm edecekken tahminini aşan bir şey oldu. Ön sırada olanlar işaret parmaklarını kaldırarak işaret ettiler, başının arkasını! Ufak bir tutuklukla içi burkuldu. Zihninden tekrar yanıt aldığında zorlandı, anlamadı, rüyasının hayatına köprüler kurmaya başladığını ve geç kalmış bir idrake gebe olduğunu… Şehir gürültüsünün buğulanmış sesini dinlemeye çalışarak en yakınındaki gerçekliğe tutunmak istedi. Hayır, bu olmazdı değil mi? Şimdi, böylesine aydın bir günde… Başını büyük bir patlamanın içindeki bilinçsiz biri gibi geriye doğru hareketlendirdi. Hemen ardından da kazayı atlatan sersem biri gibi arkasında yürüyen tonton amcayı gördü. Elindeki balonlarla çocuklara gülümsüyordu. Bu sıcak sersemliği üstünden atarken ‘’uçan balon’’ diye bağıran amcanın sesi netleşti, kulaklarındaki buğu kalktı. Böylece kazayı atlattığını düşündü içten içe… Kırık tebessümünü selametle giyinip tamam etti dudaklarında… Yapması gereken işleri için yol almadan önce söylendi, ‘’Esrarengiz bir olayım, meçhulüm…’’

Devam edebilir…

BURAK SERİNPINAR b.serinpinar@kalemsizdergi.com


Maskelerin Gölgesinden Kaçmaya Çalışan Hayatlar Pazar sabahının 5’inde yazmaya başlıyorum yazıma. Hafif yorgunluk biraz hüzün ve beraberinde yazma sevinciyle… Youtube playlist’imde ise birkaç filmin soundtrackleri bana çayımla birlikte eşlik etmekte… Merhaba sana, bütün yaşanmışlıklara… Merhaba ! Pek alışılagelmedik bir giriş olduğunun farkındayım. Merak etme ben, hala benim ; benliğimden bir gram ben kaybetmeden. Yazımın konusu hayat ve çevre unsurlarının karakterine zararlı yönleri hakkında ufak çapta bir yorum olacak.

Toplumun Senden Beklentileri

İş ya da okul hayatından dolayı gününün birçok saati toplumla iç içe geçmekte. Peki uğrunda saatlerini harcadığın toplumun (!) senden beklentisi ne ? Bu beklentileri karşılamak istiyor musun ? Cevaplar göründüğü kadar basit değil. En azından ilk sorunun cevabı biraz daha karışık diğerine nazaran. Beklentileri karşılamak sorusunun cevabını vererek devam etmek istiyorum. Karşılamak iste ya da isteme; toplumunun (!) beklentilerini karşılamak zorundasın. Seçme gibi bir lüksün yok. Olsa bile toplumunda dışlanmış, hastalıklı muammelesi görüyorsun. Gün içerisinde sayısızca istek geliyor toplum tarafından. Masum görünen birçok istek, arzu. Hepsini karşılıyorsun birer birer, sorgulamadan. Peki ne kazandırıyor sana bu toplumun istediklerini yapmak ? Çok güzel benliğinle, karakterinle oynuyor. Kötü anlamda tabii. Bu istekleri yerine getirirken birçok maske takınıyorsun yüzüne. Her maskede de oynanması gereken rol, bürünülmesi gereken ruh hali… Ancak hiç birisi samimi değil, hepsi gerçeklikten uzak. Bunların bana zararı yok, diye düşünme. Olay göründüğünden daha büyük. Senin yaşama zevkini elinden alıyor bu durum. Büründüğün her maskedeki oynaman gereken karakter, seni kendi karakterinden bir adım daha uzaklaştırıyor.

Maskenin Ardında Saklı Kalanlar

Bahsettiğim gibi her maske seni benliğinden uzaklaştıran en büyük olguların başında gelmekte. Peki toplumun isteği uğruna benliğini kaybetmek, karaktersizleşmek uğruna alınabilecek bir risk midir? Yani karakter harcanabilir bir olgu mudur? Kişiden kişiye, bakış açısından bakış açısına değişecek bir olgudur aslında bu. Kendim için konuşmak gerekirse; karakterim hayatımda sahip olduğum en eski ve daimi bir olgumdur. Bunu da sürekli değişen ve açgözlüleşen bir topluma çerez gibi vermek katlanılamayacak derece ağır bir olgudur. Karakterim, benliğim en temel yapı taşımdır; beni ben yapan, düşüncelerimi, algımı ve yorum yeteneğimin harcıdır. Bundandır ki; tahammül bile edemem benliğimin asimile edilme olgusunun düşüncesine dahi. Sana da tavsiyem bu olguyu benimsemendir. Niyahetinde karakter kaybedildiğinde bir gayemiz kalmaz hayatta. Etten, kemikten robota döneriz. Sürekli bize dayatılan emirleri (!) yerine getiririz. Peki nerede kaldı yorumlama hakkımız ? Bizi hayvanlardan ayıran özelliğimiz nerede ?

Doğru Maskeyi Bulmak

Elbette takınacağın iyi huylu maskelerin olacak. Ama bunlara demirbaş muammelesi yapmalısın. Değişmemeli masken, değişememeli. Değişmek gibi bir kaygısı olmadığı gibi lüksü de olmamalı. Sahiplenmeli kendin bellemelisin. Ya da kendi maskeni oluşturmalısın. Bu daha önemli ! Kendi maskeni oluşturmak ! Yapabiliyorsan ne mutlu sana. Sadece kendine özgü bir masken aynı zamanda özgün karakterine ışık tutar seni biraz daha faklı kılar, içinde bulunduğun toplumu paylaşan ve maske takan diğer insanlara nazaran. Ufaktan yazımı noktalayıp, üste yazılanları toplamanın vakti geldi. Ruh halimin sallantılı olduğu dönemde bir yere yazdığım; şimdi ise şans eseri karşılaştığım ufak bir cümleyi paylaşıp muhabbetimizi sonlandıralım. Eminim doğru mesajı çıkarıp, hayatına empoze etmeyi bu yazımdan sonra başlarsın. Kal sağlıcakla. "Çekilip köşene, baktığında yaşadıklarına, yaşayacaklarına iç çekmemelisin. Kaybettiğin zamanına üzülmeyeceksin. Üzülmeni gerektirecek birşeyin olmaması lazım. Ya da olanları da saklayacaksın. ‘Maske’ni düzgün seçeceksin hayatında. Kartlarını düzgün oynamak gibi kumarda…"

4 5

“Peki ben kim miyim ? Sadece kafasındakilerin bileşkesini ortaya koymaya çalışan bir adamım.” Gel şunu kısaca “Tökezleyen Adam” yapalım :)


Çay ve Yalnızlık

Ah şu yalnızlık kemik gibi Ne yana dönsen batar Cahit Zarifoğlu

Nasıl da yazmış şair bu satırlara, nasıl da hak verilir bu cümlelere. Yalnızlık bir insanın kendi kendine mektup yazmasıdır, kendine sadece şarkılar söylemesi, ayna karşısında kendisiyle konuşmasıdır.Tekil cümleleri vardır hep, plan kurarken heyecanı yoktur mesela.Hediye alacak kimsesi, güzel yemekler yapacak bir yakını, arayıp ‘yarın şuraya gideceğim beni merak etme’ diyecek kimsesi yoktur.Hep yokların içindedir, yokların zirvesinde ve sadece kendisiyle… Dünyaya dahi yalnız gelmezken annemizin rahminden düşerken tutar elimizden birileri, sonra gireriz sıcacık bir kucağın nefesine. Sonra her ne yapıyorsa kader insanı bir şekilde bırakıyor dipsiz kuyulara. Öyle ya; kimileri bu hayata alışmıştır kalabalığa gelemezler mesela, artık tek kişilik hayat onlara huzur verir ama işin acı kısmı tek olmaktan mutluluk duymayanlardır. Yalnızlığını çay demlediğinde fark eden insanlar vardır acının adıdır bir de yalnızlığa çay demletenler… Sonra aşkın avuçlarından düşüp konduğumuz yalnızlıklar yakar canımızı, düğüm olur boğazlarda sanki kapanmayacak bir yara gibi saplanır olduğu yere. Onun verdiği yalnızlık duygusu tarifi imkânsızdır. Yüreğin deriliğinden kopan soyut ve mat. O öğretir insana bilmediklerini başka insana nasıl muhtaç olduğunu nasıl sessiz kalındığını ve hep susmayı… Kimi zaman umut kırar kimi zaman ölümcül bir haldir bedbahttır, meyvesi olmayan ümitsiz bir yaşamdır yalnızlık…

Bugün çayı yine yalnız içeceğim. Yalnızlığın diasporasında. Hüzünlerin rıhtımında. Demliğimde çayı, Yüreğimde yalnızlığı demleyeceğim. "Yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken, Öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken." Şarkısını defalarca dinleyeceğim. Ve sek çay içeceğim, Günaha girmeyeceğim. Demli çay burarken damağımı, Yalnızlığı besteleyeceğim. İğreti sözcüklere tutunup, Yalnızlığı esir edeceğim. Çayımda yalnızlığı şeker diye eriteceğim

FİDAN YAMAN

f.yaman@kalemsizdergi.com


ÖLÜME VE YAŞ Nefes alışverişlerim iyice hızlandı. Sanırım artık yaklaşıyor gözbebeğim. Utancın rafa kalktığı, heyecanımın ise tavan yaptığı bir durumdayım. Aylarca süren sıkıntıların ve merakın feraha ereceği son birkaç dakika. Bu kadar ter basacağını tahmin etmiyordum. Her ne kadar aylardır bitmeyen hikayeler dinlesem de hepsinde bir abartı duygusu kaplıyordu düşüncelerimi. Ama ‘çeken bilir derlermiş’ işte tam da öyle. Şuradan bir çıksam yaz sıcakları ‘bana mısın demez’ artık. * Önce bir kan pıhtısıydım. Nohut, ceviz, yumruk derken artık zamanı geldi dediler ve ben de hazırlıklarımı bitirdim. Artık hayat bana ‘bir el ötede’. Keyfim yerindeydi burada. Yediğim önümde yemediğim arkamdaydı. Dediler ki ‘orası buranın cennet hali’ diye. Bir cennetten diğer bir cennete geçelim dedim. İnandım sadece. * Seni bekliyoruz hepimiz. Adın hazır. Yatağın hazır. Kalbimizdeki yerini soracak olursan, kendimizi bildiğimizden beri hazır o. Sen gelince çektiğim tüm acılar yerini sevince bırakacak biliyorum. ‘Ha gayret’ diyorlar bak sen de duyuyorsundur. Ha gayret Melek’im biraz daha dayan bu hasret bitecek. Sana anlatacağım bunları hep. Senin de gözlerin dolacak, ağlayacağız ana kız. * Bir ince ışık huzmesi geliyor içeri doğru. Yavaştan bir baskı hissediyorum beni o huzmeye doğru iten. Dışarıdan hafiften sesler işitiyorum. Her tarafım kan içinde. Pek hoş bir durum değil. İçimde de bir baskı var pek anlayamadığım. Ne biçim bir şey bu, hani her şey çok güzel olacaktı? Tüm keyfim kaçtı. Hadi şu ışığa doğru biraz daha gideyim. * Bu acının tarifi yok. Mutluluk da bir yanda. Mutluluk ve acı iç içe adeta. Dayanacak gücüm kalmadı. Bağırmalar ve çığlıklar da kar etmiyor artık. Sıkıca çektiğim çarşaf da yırtılmak üzere. Terimi silen hemşire artık yüzüme bakmıyor bile. Alışık olmalı diyorum böyle durumlara içimden. Ancak kendi aralarında ‘ çok uzun sürdü neden olmuyor ki’ fısıltılarını da duyunca hak veriyorum ona. Endişelerim de artıyor. Allah’ım bitmeyecek mi bu çile ? Nefes almakta zorlanıyorum artık. Tüm organlarım dışarı çıkacak sanki. ‘Ikın’ diyorlar nereye kadar mübarek, canım çekiliyor işte anlasanıza. Damarlarım patlayacak. Halsizlik baş gösteriyor. Takatim kalmadı. Ha bayıldım ha bayılacağım. *

6 7


ŞAMA ‘5’ KALA Kan kokusu sardı burayı. Hava artacağı yerde azalıyor sanki. Arada ışık huzmesi artıp azalıyor. Neler olduğunu hala anlamadım. Ne zaman çıkacağım ben buradan? Çok sıkıldım artık. Hiç keyifli değil bu. Karnımdaki şeyin gerildiğini hissediyorum. Kopmaz o değil mi ? Canımı yakmayın ne olur. * Allah’ım neler oluyor böyle? Nefes alamıyorum artık. Elimi sedyeye vurdum acıdan. Kasıklarım uyuştu ve bu uyuşukluk tüm vücuduma yayılıyor. Böyle mi oluyormuş göz kararması? Korkuyorum. Telaş sardı tüm bedenimi, titriyorum. Tatlı heyecandan eser yok şimdi. Ölüm korkusu sardı beni ve bedenimi. Düşünemiyorum. Kendimden geçiyorum… * Işık iyice göründü. Sesler de arttı. Ama bir dakika bir şey ışığı kapatıyor. Bir şey uzanıyor bana doğru. Tuttu beni ayaklarımdan çekiyor yukarı doğru. * Ağlıyorum. Mütemadiyen. Sesim yok derecede. Karanlık çöküyor dünyama. Acının son raddesi bu olsa gerek. Allllaaaaahhhhıııımmm! Haaaayyyııııırrr ! ….. Acı yok artık. Işık da. Ses de. Karanlığa gömülüyorum. Doktorlar da yok. Nereye gittiler ? Ben nereye geldim ? Melek…Melek sen nerdesin kızım ? * Hayata açtım gözlerimi. Az biraz sertçe popoma vuruyorlar. Göğsümde bir yanma var. Ağlıyorum hiç durmadan. Bu ne böyle? Hemen suya sokuyorlar beni. Ne kan kokusu kaldı ne o yapış yapış deri. Tertemiz oldum. Annem nerde? *** Hayat işte tam da böyle bir şey. Bir döngüden ibaret. Birileri ‘merhaba’ derken, birileri ‘elveda’ diyebiliyor. Ve bu olay aynı anda yaşanabiliyor. Kader. Bir baba hem acıyı hem sevinci yaşayabiliyor. Sevinç kaldıysa… Yaşam ve ölüm arasındaki çizgi birleşebiliyor. Kaderleri birleştiren ‘acı çizgiler’…

Erdem KURT

e.kurt@kalemsizdergi.com


Bilmem Kimlere ? Bir günde dört mevsimi yaşamaktı sana aşık olmak. Aynı anda hem karı hem de temmuz güneşini görmek kadar saçmaydı işte... Manasızdı beraber geçen her dakika, zira ben sana aşık sen bilmem kimlere? Gökyüzündeki yıldızlar gibiydik. Yan yana duran ama asla kavuşamayan iki yıldızdık seninle... Kelimelerin boğaza düğümlenişi, çaresizlikti ismin. Sen, sen hem en büyük düşmanım hem de en derinden bir parçam. Sana aşık olmak! Seninle yatıp ,sana uyanmak... İçimde yanan hasretin, karşımda duran benliğin ve aynadan yansıyan biz ne kadar da sahteydik! Küçük küçücük dünyamın tek oyunuydu gülümseyişin. Çıkmaz sokaklarımın çiçekleriydi gamzelerin ve bakışlarındı en yüce koruyucuları bu küçücük dünyamın... Defalarca söylediğim şarkımın nakaratıydı ismin... Sen, sen hem en büyük sevgim hem de en büyük acımdın. Ahh! Ne zor sana dair cümleler kurmak... Her gün yüzüne bakmak. Sana aşık olmak, savaşa girmekti aslında. Kalp ile dilin savaşı, göz ve dudakların. Susarak konuşmaktı sana aşık olmak. Aptalcaydı işte! Bir günde dört mevsimdi sana aşık olmak. Yana yana severken bakışlarında buz kesmek. Yıldızlarla güneşi aynı anda görmeyi dilemek kadar imkansızdı. Cahilceydi seni sevmek. Beklentisine küsmüş çocuklar gibi ağlamaktı seni düşünmek. Her gece isminle uyumak, gün doğduğunda inkar etmek kadar iki yüzlüydü içimdeki sen! Arkadaş kimliği ardına saklanmış iki yüzlü insanlardık. İşte o kadar ahmakçaydı seni sevmek. İnkar etmek belki de en zoruydu.Kaybetmeyi göze alamadan gizliden gizliye sana aşık olmak. Bitip tükenmeyen bir aşk ama sen, sen yine bilme bunları. Sana aşık yaşamak bu kadar korkakçaydı işte!

-Şimdi ben sana aşık sen bilmem kimlere?

Elif ALKAN

e.alkan@kalemsizdergi.com 8 9


HAKİKAT

Yeni yeni anlıyorum birtanem. Yeni yeni… Gözyaşlarındaki vicdanın, zerresi yokmuş bende. Acımadan baktım, uzun uzun… Hatta kimi zaman, daldım derinlere… Onlarsa uğramadılar sana hiç! Dokunmaya bile kıyamadılar, zümrütleri kıskandıran o yeşile. Yetmezmiş gibi, bir de gaddar olmakla suçladım seni. Küstahlığa bak be! Bence de haklısın. Hem de, çok haklısın gitmekte. Sakın o gözleri bir daha, bana bakmakla zayi etme. Mahcubiyetime karşılık, bende boş durmuyorum elbette. Tırnaklarımı kemirerek cezalandırıyorum, mesela ellerimi. Neden mi? Bir zamanlar hiç utanmadan, tutmaya kalktılar ya ellerini. Kan revan ve her biri, yara bere… Gel gör ki az bile! Ya da vazgeçtim, sakın gelme. Hatta beni bir daha asla affetme. Fakat, büyüklük sende kalmalı ya yine. O yüzden, hiç değilse, bana yeniden yalanlar söyle!

Tolga ARSLAN t.arslan@kalemsizdergi.com


Düşüsün gözlerimden Bir yağmur kadar sağanak Bir sen kadar mavi ve köşeyi dönmeden sana vuruluşum Çaresiz bir forsa misali Düşüsün Gözlerimden Bir vebalin kapıyı ilk çalışı En temiz günahım En senli varoluşum Düşüsün gözlerimden İlk soruşum sevdayı Gözlerimin ilk yaşı Benim ilk yaşım Düşüsün gözlerimden Sahrada Hamza Kör kuyularda Yusuf Düşüsün gözlerimden Yorulmuş bir akşam Doğmayı bekleyen bir çocuk Düşüsün gözlerimden Kalbimin ilk atışı

10 11


ANILAR

Gündüzüm gecen gibi zifiri karanlık sevgilim Sensizim, yalnızım, darmadağınım Ne yapacağımı bilmeden Anılar içerisinde boğuluyorum. Hani, o aydınlıklardı yalnızlığımızı bölen, Hani, anılardı seni bana getiren. Giderken demiştin, Anılar yalnız bırakmaz diye… Hepsi aklımda Yalnızım Yine de…

ÇOCUK

Savaş ortasında bir çocuk

Büyüyor gözyaşlarının ortasında Büyüdükçe büyüyor korkularında. Uzun sarı saçlı, mavi gözlü bebeği… O minik bebeği yok artık. Savaşın karanlık yüzü sinmiş gözlerine. Yok artık huzur, yok ki gelecek. Hiçbir zaman ‘Günaydın!’ dediği gibi Günü aydın olmayacak. Bombalar yağacak umut yerine

Mülayim TOPÇU

Gözyaşları akacak bayramlık sevinçler diye. m.topcu@kalemsizdergi.com


Kanı soğuk serseri itilmiş dört duvara Gözleri ve parmaklık asılmış duvarlara Hapse düşmüş bir anda satarken cakasını Elinden çıkan kaza kirletmiş yakasını İki koldan tutuklu karanlık bir odada Ne bir ses var ne bir göz ruhundaki adada Gözlerinde mesafe bir-iki adam boyu Uzaklık sağ yanında ardında nesli, soylu Kimse duymaz içinde kopan fırtınaları Tek başına yelkenli tutar sert rüzgârları Düşer başı önüne taştan put gövdesi Tutar dili duvarlar son bulur her hecesi

Yiğit ATA

y.ata@kalemsizdergi.com

12


PERDE ARKASI


PERDE A Merhabalar. Yeni sayımızda sizler için seçtiğim filmlerden ve dizilerden bahsedeceğim. Öncelikle biraz bilgi vererek başlamak istiyorum ve bunlar sadece kendi düşüncemden ibaret. Elbette filmin band halindeki teknik özelliklerinden bahsedecek değilim. Tamamen hayali bakacağım olaya.

Benim için sinema; hayatta yaşadığımız şeylerin değiştirilebilir halidir. Her zaman yaşanmış olacak değildir tabii. Örnek vermek gerekirse; hayatımızda yaptığımız ve pişman olacağımız şeylerin değişebileceği tek yerdir sinema. Ancak bu hayali bir değişikliktir. Gerçekle sinema dünyasını ayıran şey de budur. İnsanlar hayallerini yazabilirler, yaşadıkları şeyleri dökerler beyaz perdeye. Birbiriyle tek fark dışında aynıdır sinema ve kolaya kaçarak kullandığımız kelime olan “gerçek” hayat. Sayılar gibi, dünyanın neresinde olursanız olun aynıdır sinemanın dili. Sinema bir hayaldir ve bu hayalin içerisinde kendinizi uzayda da görebilirsiniz, bambaşka bir yerde de. Her neyse, fazla uçmayacağım. Şimdi gelelim benim listemde ilk sıralarda olan ve bende etki bırakan filme: 2008 yılında gösterime giren “In Bruges” Karakterlerin bulunduğu kenti bu filmle tanıdım. Kentin özellikleri ve tarihi güzel bir biçimde anlatılmış. Yönetmenliğini ve senaristliğini Martin McDonagh'ın üstlendiği ve başrollerini Colin Farrell, Brendan Gleenson, Ralph Fiennes'in paylaştığı film, Belçika'nın Ortaçağ'dan kalma, tarihi kenti Bruges'de geçiyor. Ben zaten Colin Farrell'in bulunduğu filmleri seviyorum. Oyunculuğu kendine özgü. Filmin zor, karmaşık bir konusu yok. Hikaye, iki katilin Bruges'e saklanmak için gönderilmesi ve burada yeni görevi beklemeleriyle başlıyor. Yönetmen işini o kadar iyi yapıyor ki; en iyi oyuncu Bruges gibi gözüküyor aslında. Bu iki kişi'nin Bruges'ta geçirdiği süre boyunca komik, maceralı anlar yaşanıyor. Filmin en değerli sahneleri bu kısımlar bence. Güzel esprileri ve oyunculuklarıyla oldukça dikkat çekiyor. Film hakkında fazla ipucu vermeyeceğim. Ben de filmin sonunu başkalarından öğrenmeyi sevmiyorum. Ancak film kendine özgü. Özellikle müzikleri sizi oldukça etkileyecektir, bundan eminim. İzlerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyeceksiniz. Film Türkiye’de gösterime girmedi, bence olması gerekirdi. Bana göre her şeyiyle tamamdır. Bir eksikliğini göremedim. Filmi görmenizi tavsiye ediyorum.

14 15


ARKASI

Sıradaki filmimiz: 2007 yılı yapımı olan “The Man from Earth”

Tarihe ve bilim kurguya ilgi duyuyorsanız bu film tam size göre. Ancak şöyle bir şey; film, başından sonuna kadar çok durgun. Tek bir odada geçiyor diyebiliriz. Yine de izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağınız bir yapıt. Yönetmenliğini Richard Schenkman, senaristliğini Jerome Bixby'nin üstlendiği filmin aslında tek oyuncusu var; David Lee Smith. Diğer oyuncular: William Katt, Richard Riehle, Tony Todd. Karakterimiz yani John Oldman 14.000 yaşındadır ve anlattığına göre; Cro-Magnon adamı olarak bir mağarada yaşamaya başlayıp günümüze kadar gelmiştir. Ölmüyor ve yaşlanmıyor. Yaşlanmadığı için de, birkaç yılda bir çevresindeki insanlar tarafından fark edilmemek için başka yerlere taşınıyor. Günlerden bir gün, üniversitede başarılı bir profesör olan Oldman birden istifa ediyor ve taşınmak üzere hazırlanıyor. Evine, veda etmek için gelen arkadaşlarıyla bir odadayken arkadaşları açıklama yapmalarını istiyorlar. Bunun üzerine ilgi çekici hikayemiz başlıyor. Oldman bu durumu arkadaşlarına anlatmaya karar veriyor ve başlıyor. Gayet tabii arkadaşları inanmıyorlar ve sorular soruyorlar. Ancak Oldman'ın cevapları herkesi şaşırtıyor ve inandırıcı geliyor. Oldman'ın hikayesi sizleri alıp binlerce yıl öncesine götürüyor. Kafanızda birçok soru işareti bırakıyor. Filmin bütçesi 200.000$ olmasına rağmen her yerde oldukça ilgi gördü. Zaten bu da filmin bir başyapıt olduğunu gösteriyor. Ne bir ses efekti var, ne de bir görüntü efekti. Sadece senaryo.. Yine görmenizi tavsiye ettiğim filmlerden birisidir “The Man from Earth”.

Ve gelelim son olarakta diziye. Bu sayımızdaki dizi “Breaking Bad”

ABD yapımı olan Breaking Bad'i izlemeye başladığımda devamlı izleyicisi olacağımı anlamıştım. Başrollerini bir dönem How I Met Your Mother'da bulunan Bryan Cranston'ın , Aaron Paul, Anna Gunn'un paylaştığı dizi 4. Sezonunu bitirdi. Dizinin konusuna gelince... Lisede kimya öğretmeni olan karakterimiz Walter White, bir araba yıkama şirketinde ek iş yapmaktadır. Ancak bir gün ileri derecede akciğer kanseri olduğunu öğrenir. Maddi durumu kötü olduğu için tedavi olamaz. Öldükten sonra ailesine para bırakmak ister ve şans eseri gördüğü eski bir öğrencisinin uyuşturucu işinde olduğunu öğrenince bu işe başlamayı düşünür. Eski öğrencisi Jesse ile beraber metamfetamin üretmeye başlarlar. Kimya öğretmenliğinin de vermiş olduğu bilgiyle; yaptığı uyuştucular her yerden alıcı bulmaya başlar. Uyuşturucudan kazandığı parayla tedavi olur ve iyileşir. Ancak bir kere girdiği bu yoldan çıkamaz. Bir yandan da kimliğini gizlemeye çalışan karakterimizi birbirinden maceralı olaylar bekler. Her izlediğiniz bölümden sonra bir sonrakini merakla bekleyeceğinizden eminim.

Ali Osman KARAASLAN


Başrollerini : Adrien Brody , Thomas Kretschmann,Emilia Fox... gibi ünlü isimlerin paylaştığı dram , tarih türü ağırlıklı olan 2002 İngiltere yapımı olan filmin ödülleri saymakla da bitmiyor.

KONUSU Wladyslaw Szpilman (Adrien Brody), savaş patlak verdiğinde 27 yaşındaydı ve Polonya'nın geleceği en parlak konser piyanistlerinden biriydi. Luftwaffe'de radyo istasyonu bombalandığında Chopin'in C minor Nocturne'nü çalıyordu.Tüm Yahudiler gibi o ve ailesi de evlerinden çıkartılarak Varşova gettolarına sürülmüştü. Bu çok yetenekli genç adam yeni yaşamında karaborsacıların ve işbirlikçilerin eğlendiği barlarda çalmaya başlamıştır.İşte bu işbirlikçilerden biri onu ve ailesini ölüme götüren esir kampı trenlerinden birinden kurtarmıştır. Savaş fısıltıları, direnişçiler ve sürpriz bir Alman subayı(Thomas Kretschmann) sayesinde Szpilman savaşta hayatta kalmayı başarır. Ünlü piyanist Wladyslaw Szpilman radyo istasyonunda piyanosunu çalarken çatışmanın başlaması üzerine radyo istasyonunu terk eder ve saldırının ortasında bir bayanla (Dorota) tanışır. Wladyslaw'ında ailesi başta olmak üzere tüm Yahudiler şehri terk etmek için hazırlıklara başlarken Radyodan rahatlatıcı haber gelir ve yahudi halkı şehri terk etmekten vazgeçer. Wladyslaw ve ailesi bu sonucu akşam yemeğinde kutlar , ev halkı kendilerini garantiye almak adına eve baskın yapılma ihtimaliden dolayı kıymetli eşyalarını (para , saat ...) saklarlar . Ünlü piyanist Wladyslaw'ın saldırının ortasında tanıştığı Dorota'yı arayıp kahve içmeye davet eder ancak gittikleri kafenin kapısında " Yahudiler giremez " yazısını görünce girmekten vazgeçerler , Dorota parkta yürümeyi önerir ve Wladyslaw , Yahudilerin parkta yürümesi yasak olduğunu söyler. Yahudilerin çalışması da yasaklanmış ve artık Wladslaw'ın çalışacağı bir işi yoktur ve ailesi her gün patates yemekten bıkmış , artık çalışıp para kazanamayacağını düşünüp düşük fiyata piyanosunu satar.Her gün gazetelerde, radyolarda acaba Yahudilerle ilgili haber çıkmış mı diye bakmaları , baskı altında yaşamaları onları yıpratıyor ve acı veriyordu .Ve gittikçe Yahudilerin yasakları artar başlar. Belli bir saatten sonra Yahudilerin sokağa çıkma yasağı başlar , Askerler istedikleri zaman Yahudilerin evini basıp istediklerini alıp koyup istediklerini camdan aşağı fırlatıp öldürebiliyor , huzurlarını kaçırıp , psikolojilerini bozabiliyordu. Sokakta insan avı başlamıştı sokağa çıkan Yahudi’nin dönme ihtimali olmayabiliyordu , asker canı istediği zaman Yahudi’yi sokağın ortasında öldürüyor. Ve artık Yahudilerin bu şehirden gitme vaktiydi Wladyslaw ve ailesi de dahil olmak üzere asker gözetimi altında trenlere bindiriliyor yere düşenler , ezilenler insan canı göze alınmaksızın. Ancak bir asker Wladyslaw'ı çekip trene binmesini engeller. Wladyslaw'ın bu kentte tek başına kalması,hiçbir Yahudi’nin en başta da ailesinin olmaması onu mahvetmişti yanmış evler, sokakta cesetler, açlık, çalarken ruhunu dinlendiren piyanosu olmaması onu gitgide tüketiyordu.Ve Wladslaw hamallık yapmaya başlar askerlerin denetim ve gözetimi altında ve hataya yer yoktu , çalışma

16 17


İnceleme: Merve ALTUN m.altun@kalemsizdergi.com

amacı ise öldürülmemek ve karnını doyurmak.Wladslaw'ın yaptığı bir hata kırbaçlanmasına neden oldu ve başka bir işte görev verildi.Otobüslerde Yahudilerin oturacağı yer yoktu , her zaman tedbirdeler acaba ne zaman öldürecekler korkusuyla yaşamaları Yahudileri bir kere değil sonsuz kez öldürüyordu. Wladslaw'ın artık tavan arasında değil kalacak bir ev vardı günlerden bir gün Wladslaw yatağına tam uzanmışken ateş sesleri, bombalar... Wladslaw'ın korku salar ve bir bombada Wladslaw'ın kaldığı aparmana gelir Wladslaw canını zor kurtarır. Ve başka bir evin başka başka bir tavan arasında yaşamaya başlar ... Wladslaw'ın saç sakal birbirine karışmış , üstü kir pas içinde , açlıktan ağzı kokuyor , ne bulursa yiyor :buğday, patates kabukları,yağmur suyu... onu mutlu eden tek şey hayali piyanosunu çalıp ruhunu dinlendirmekti .Ünlü piyanist canından vazgeçmiş asker görür yada görmez umurunda olmaksızın evlere gizlice girip yemek arıyordu ve girdiği evde konserve kutusunu açarken çıkardığı sesten dolayı yakalandığı komutan tarafından sorguya çekilir , iyi bir piyanist olduğunu öğrenen komutan , Wladslaw'a piyano çalmasını emreder daha sonra zamanla ünlü piyaniste yemek getirir,üşümemesi için paltosunu verir ve zamanla Yahudilere yapılan bu işkence biter ve Wladslaw büyük bir orkestrada bir piyanist olarak çalmaya başlar.... Ve film biter

YORUM Etkisini uzun süre hissettiğim oyunculuğu ve konusuyla çarpıcı bir film.siz siz olun bu filmi izleyin. Adrien Brody çok sevdiğim aktörler arasındadır.Bu film Yahudilerin neler çektiğini öyle gerçekçi bir dille anlatmış ki hayran olmamak elde değil.Bence herkes izlemeli ve gerçeği görmeli. Yahudi soykırımını işleyen filmleri şöyle bir gözümün önüne getirdiğimde,''Schindler'in Listesi'' filminden sonra ilk hatırladığım film oluyor 'piyanist'.Büyük insanlık suçlarının işlendiği,ölümün gaz odalarından soğuk bir ürpertiyle aktığı bir dönemde,kendisi de Yahudi olan bir piyanistin parçalanan dünyası ve bütün bu parçalanmışlık içinde yükselen bir yasam mücadelesi... Kendisi de köken itibariyle Yahudi olan ve ailesini de ırkçı dalganın yükseldiği bu dönemde yitiren Roman Polanski'nin, yaşanan acıları beyazperdeye aktarması en doğal hakkı şüphesiz.Üstelik böyle bir filmi Yahudi kökenli olmayan başka bir yönetmen de çekebilirdi. Sanatsal düzeyde değerlendirildiğinde belirli bir estetik çıtayı yakalamış filmin, Varşova gettolarındaki'' pejmürde'' yaşamlara odaklanmasını ''Yahudi propagandası'' olarak değerlendirmek nedense bana pek insani gelmiyor.Mizansenin kafalara çekiç gibi inen bir ritüele dönüştürülmesine ben de karsıyım kesinlikle;ama son tahlilde film yasanmış olaylardan yola çıkıyor ve araya yerleştirilen ''duygu sömürücü '' olarak nitelenen sahneler de yasanmış somut gerçekler. Sanat ''gerçekler''üzerine kurulu bir mizansense ve filmde Yahudi soykırımını işliyorsa bunda anormal

olan nedir?;açıkçası anlamakta güçlük çekiyorum. Üstelik film son noktada bu temanın(Yahudi soykırımı) sınırlarını da aşan bir örgüye sahip. Nazi askeriyle Szpilman arasında kurulan ''insani bağın''ne denli önemli mesajlar içerdiğine değinmemize gerek yoktur sanırım.Sonra sanatın yüceliği adına da çok şey sunuyor bu film. Szpilman'ın genel anlamda çizdiği ''korkak''görüntüsünün piyano basına geçtiğinde bir ''başkaldırışa''dönüşmesi bilmem dikkatinizi çekti mi?Kendisini piyanonun tuşlarına teslim eden Alman askerinin,duygularına da tercüman olabilen bu tınlamalar sanatın'' evrenselliği''ni bir kez daha ortaya koymuyor mu? Film sadece Chopin'in, Beethoven'in o eşsiz eserlerini dinleme adına bile izlenebilir bence… Filmin Oscar’a boğulmasını ''Hollywood''ta etkin olan'' lobilerle''açıklamak,kendi içinde sağlam verilerle desteklenebilecek bir düşünce olmakla birlikte,filmin başarısını sadece buna bağlamanın haksızlık olacağını düşünüyorum.Ayrıca Filistinİsrail çatışmasının yaşandığı su dönemde ''ırkçı çağrışımlar''uyandırabilecek söylemlerden uzak durulması gerektiğine inanıyorum.Üstelik bu durum, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı'' devlet terörünü'' görmeyeceğimiz anlamına da gelmez… 2.dünya savaşında hitlerin Yahudi ırkını yok etme çabalarını filme aktarmış ve bunda son derece başarılı olunmuştur.izlerken insanın tüyleri ürperiyor..Irk ayrımına karşıtlık için American History X izlenmeli....


Dreamspark, kısaca Microsoft’un öğrencilere sağladığı muhteşem bir imkândır. Açıklayacak olursak, Microsoft’un birçok ürününün (Visual Studio, SQL Server vb.) öğrenciler tarafından lisanslı ve ücretsiz olarak kullanılmasını sağladığı bir hizmettir. Bunun için tek gereken bir Dreamspark aktivasyon şifresidir, yazımızın devamında nasıl temin edeceğinizden de bahsedeceğiz tabi ki. Microsoft öğrencileri müşterilerinden daha çok önemser. Bu çok iddialı bir söz olduğu kadar gerçektir. Geleceğe hâkim olmak için gelecekteki insanlara hâkim olmak gerektiğini söylemeliyiz. Microsoft ta bu yönde bir adım atıyor ve gelecekteki yazılımcılara, mühendislere (yani biz öğrencilere) normalde yüzlerce dolar değerinde olan yazılımları “ücretsiz” sunuyor. Öncelikle bu yazılımları silmediğiniz sürece öğrenim sürenizin ve Dreamspark üyeliğinizin devamı boyunca kullanabiliyorsunuz.

Bu yazılımlara ek olarak, 2012 yılı ile birlikte bir çok araç daha Dreamspark üyelerinin kullanımına sunulmuştur. Bunlardan bazıları; Visual Studio 2011 Beta, SQL Server 2012Beta’dır. Yani anlayabileceğiniz üzere Microsoft yeni ürünler çıkartır çıkartmaz siz öğrencilerle paylaşmaktan büyük “keyif ” almaktadır. Microsoft’un tüm Dreamspark ürünlerini görmek için http://www.dreamspark.com/ adresini ziyaret etmeniz yeterlidir. Ayrıca üye olmak ve diğer tüm detayları öğrenmek için de bu adresi ziyaret etmeyi unutmayınız.

Pluralsight Nedir? Bunun yanı sıra, Dreamspark birçok ücretsiz görsel eğitimin de öğrencilere ulaşmasını sağlayan bir kaynak sayılabilir, çünkü normal şartlarda üyeliği ücretli olan platformlara ücretsiz üye olma imkânı tanıyor, bu servisin adı da Pluralsight. Bu hizmet bizlere 90 günlük ücretsiz eğitim alma hakkı tanıyor. Sisteme üye olduğunuz andan itibaren 90 günlük ücretsiz deneme süreniz başlıyor ve dilediğiniz tüm kategorilerdeki görsel eğitimleri almanızı sağlıyor, “öğrenme” sürecinde görsel katkı hiç şüphesiz çok büyük katkılar ve kısa sürede iyi temellere oturmuş bir programlama deneyimi bırakacaktır ardında. Bu sebepledir ki Dreamspark aktivasyon şifrenizle birlikte bu sistemi en azından mutlaka gözden geçirin.

18 19


Yallaapps Nedir? Dreamspark bunlara ilaveten Windows Phone 7 için uygulama geliştiren Türk programcılara bir başka sisteme ücretsiz üyelik olması suretiyle bir fayda daha sağlıyor ki onun adı da Yallaapps. Maalesef henüz Marketplace (Windows Phone 7 uygulama marketi) Türk geliştiricilere henüz açık değil. Bu sebeple bazı firmalar ile anlaşan Microsoft, açılmadığı ülkelerdeki geliştiricilerin uygulamalarını bazı aracı firmalar ile bünyesine alıyor. Yallaapps’e üye olduktan sonra (ki bu üyelik için de Dreamspark aktivasyon şifresi gerekmekte) uygulamalarınız Yallaapps çalışanları tarafından kontrol ediliyor ve bir sorun bulunamaması halinde Marketplace’e yayınlanması için gönderiliyor. Eğer Microsoft ta uygulamanızda yayınlanmasına engel olacak bir durum görmez ise uygulamanız markette yayınlanmış oluyor. Dreamspark ile Yallaapps üyesi olmanız durumunda 100 adet ücretsiz uygulama gönderim hakkı kazanıyorsunuz. Bu da demek oluyor ki toplamda 100 kez “bu uygulamayı ücretsiz yayınlanması için gönder” tuşuna tıklayabiliyorsunuz :) Ancak bunun aksine, eğer uygulamanızı ücretli gönderirseniz (yani indirme başına para kazanmak isterseniz) sınırsız uygulama gönderme hakkınız oluyor. Yaptığınız uygulamadan kazandığınız ücretler paypal gibi araçlar ile size ödeniyor ve ne yazık ki her markette olduğu gibi %20-%25 bir kesinti oluyor kazancınızda (0.99 cent’e sattığınız bir uygulamadan genel olarak indirme başına 0.70 cent kazanıyorsunuz). Marketplace Türk geliştiricilere açılana kadar tek çare bu Arap asıllı firma ile uygulamalarımızı göndermek. Bu firma zaman zaman çeşitli yarışmalar da düzenlemektedir, uygulamalarınızın ne kadar kolay yapıldığı değil ne kadar işlevsel ve basit olduğudur. Bunu aklınızda tutarak tüm uygulamalarınızı büyük bir keyif ile göndermeyi sakın ihmal etmeyin.

Dreamspark Aktivasyon Şifresini Edinme Tüm bu anlattığımız hizmetlerden yararlanmak için Dreamspark aktivasyon şifresine ihtiyaç duymaktasınız ve haliyle bu hizmeti almanın en önemli şartı bu şifreyi edinebilmek. Bu bölümde de bu şifreyi edinebilmeniz adına size birkaç yol göstereceğim. • Öncelikle benim tavsiye ettiğim edinme biçimi http://www.dreamspark.com adresine girerek okulunuzun mail adresiyle üye olmanız. Bu üyelik için bir okul e-posta adresi gerekmekte (.edu.tr uzantılı olması şart) Bu e-posta ile başvurduktan sonra aktivasyon şifreniz ilgili e-posta adresine otomatik gönderilmekte. Genellikle bu şekilde şifre edinebilmektesiniz ancak bazen okul ve Microsoft’un iletişim eksikliğinden kaynaklanan sebeplerden dolayı şifre edinemeyebilirsiniz. Bu durumda ise alternatif yollar mevcut. • Eğer üstteki önerilen seçenek işe yaramamış ise bir diğer yöntem de üniversitenizin MSP (Microsoft Student Partner)’sinden bir aktivasyon şifresi kartı talep etmektir. Bu kart üzerinde bir aktivasyon şifresi mevcuttur ve üyeliğinizi sağlamanıza yetip artmaktadır. • Üniversitenizde bir MSP yok ise geriye kalan bir diğer çözüm yolumuz ise yardim@msakademik.net adresine e-posta gönderip bir aktivasyon şifresi talep etmektir. Diğer çözümler sorununuzu çözmez ise birkaç gün içerisinde bu adresten Dreamspark aktivasyon şifresi isteyebilir ve sorununuzu çözebilirsiniz.


Bitirirken; Bu durumların tümüne ek olarak çevrenizdeki diğer üniversitelerdeki arkadaşlarınız eğer okuldaki MSP’yi tanıyor ise onlardan da yardım istemekten çekinmeyin, sizin okulunuzda görevli olmamaları diğer MSP’lerin size yardım etmeyeceği anlamına gelmemektedir, azami çaba göstereceklerdir mutlaka size yardımcı olmak için. Okulunuzda görevli MSP olup olmadığını ise http://msakademik.net/#/microsoft-student-partners/ msplerimizi-taniyin adresinden öğrenebilir ve iletişime geçebilirsiniz. Eğer her şeye rağmen sorununuzu çözemezseniz veya konu ile alakalı başka sorularınız var ise Beykent Üniversitesi MSP’si olarak bendeniz Onur Tırpan sizlere gerekli yardımda bulunmaktan memnuniyet duyarım. Tüm soru ve sorunlarınız için e-posta adresim onur.tirpan@msakademik.net ’tir. Not olarak belirtmem gereken bir diğer durum ise şu anda maalesef bir aktivasyon şifresi ile hem Dreamspark hem Yallaapps üyeliği gerçekleştiremeyebiliyor olmanız. Bu durum yakında “mutlaka” çözülecektir. Hatta belki şu an çözülmüş bile olabilir :) Bu yüzden iki aktivasyon şifresine ihtiyaç duyabilirsiniz, lütfen bu konudaki sıkıntılarınızı da dile getirmekten çekinmeyin. Saygılar ve sevgilerimle :)

Faydalanabileceğiniz çeşitli yardımcı kaynaklar: (Yunus Emre Araç’a güzel anlatımları için teşekkürler) http://yunusemrearac.wordpress.com/2012/04/29/dreamspark-uyelik/ (Dreamspark’a adım adım üyelik) http://yunusemrearac.wordpress.com/2012/05/09/windows-phone-uygulamalarinin-yallaapps-aracilgiyla-yayinlanmasi/ (Yallaapps aracılığı ile uygulama yayınlamak) http://yunusemrearac.wordpress.com/2012/05/07/yallaapps-uyeligi/ (Dreamspark aktivasyon şifresi ile Yallaapps üyeliği almak)

Onur TIRPAN

o.tirpan@kalemsizdergi.com

20 21


BULUT BİLİŞİM TEKNOLOJİSİ NE KADAR TEMİZ ? Oktay Yenitürk

o.yeniturk@kalemsizdergi.com

Selamlar, kalemsiz okurları. Dergimizin bu sayısında, sizlere son dönemim en moda teknoloji bulut bilişim sisteminden bahsedeceğim. Bu yazıda sizlere “Bulut teknolojisinin çevreye ne gibi zararı olabilir ki?” sorunun cevabını vermeyi amaçlıyorum. İlk önce sizlere bulut bilişim teknolojisinden bahsetmek istiyorum. Hayatımızdaki birçok teknoloji firması postalarımızı, fotoğraflarımızı, şarkılarımızı, videolarımızı (kısaca internetteki tüm multimedya ürünlerimizi) sunucularda tutuyor. Bu sunuculara ise biz bulut sunucu, bulut bilişim teknolojisi gibi isimler veriyoruz. iCloud, Google Docs gibi sistemlerden bahsediyoruz. Fakat bu sunucu merkezleri bir hayli elektrik harcıyor. Greenpeace raporunda, bir enerji merkezinin 250 bin dairenin elektriğini harcadığı açıklandı. Bu merkezlerin her geçen günde harcadığı enerji artıyor. İşte olaylar burda patlak veriyor. Bizim bulut bilişim sunucularına yüklediğimiz her ürün kirli bir şekilde oralarda depolanıyor. Çünkü başta Apple firması olmak üzere çoğu bulut sunucusunun enerjisi kömürden sağlanıyor. Kömür ise bildiğimiz üzere büyük bir çevre sorunu. İklim değişikliğine zemin hazırlıyor ve astım hastalığının en büyük tetikleyicilerinden birisi kömür. Bunun yanında çoktan temiz enerjiye yönelmeye başlamış olanlar var. Başta Facebook olmak üzere Google ve Yahoo! Şirketleri de temiz enerjiye yöneliyorlar. Bu yazdığım şirketler yeni enerji planlarını hazırlamaya başladılar. Kurulması planlanan yeni veri merkezlerinin enerjisini de yenilenebilir kaynaklardan sağlayacaklarının sözünü verdiler. Biz ise tüm çevre dostları olarak geride kalan Microsoft, Apple, Amazon gibi şirketlere bulutumuzu temizlesini söylüyoruz, gerekirse emir veriyoruz bunun için. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere. Öneri ve şikayetleriniz, tartışlarınız için e-posta adresimden iletişim sağlayabilirsiniz. Bu yazı Nisan 2012 tarihli “Bulutunuz ne kadar temiz” (www. bulutumutemizle.org) isimli Greenpeace raporundan derlenerek hazırlanmıştır.

Çevreciler İçin Nisan & Mayıs Başlıkları Çernobil’in 16. Yıldönümü

Anadolu Grubu’na İzin Yok

Çernobil’in 16. Yıl dönümü olması sebebi ile Türkiye’de ve dünyada bir çok aktivist ve çevreci gruplar bir araya geldi. Ankara’da Rosatom şirketinin binasına tırmanan Greenpeace aktivistleri ‘Akkuyu Çernobil Olmasın’ yazılı pankartları açtılar. Beyoğlu’nda Karadeniz İsyandadır grubu kalabalık bir yürüyüş düzenledi.

Anadolu Grubu’nun Gerze’de kurmak istediği termik santral için sunduğu ÇED (Çevresel Etki Değerlendirilmesi) raporu eksik bulundu, bu nedenle Anadolu Grubu’na 10 gün ek süre verildi. Görüşmeler başlamadan önce Ankara İller Bankası Macunköy tesisleri önünde Gerze halkı bir basın açıklaması yaptı ve termik santralin kurulmasını protesto etti.

Japonya’dan Nükleersiz Yaz !

1 Milyon İzmirli

2011 Mart ayında yaşanan Fukuşima nükleer santral kazasından sonra Japonya 2012 yaz dönemine son reaktörünü de kapatarak nükleersiz giriyor. Japonya bu girişimiyle tüm dünyaya nükleersiz bir geleceğin mümkün olduğunu gösteriyor.

İzmir’in Aliağa ilçesinde yapılması planlanan termik santrallere karşı, Aliağa ve İzmir’de binlerce kişi “Termik yapma, istemiyoruz!” mitingi düzenledi. Bu mitinge bir çok çevre örgütü, sendika ve siyasi parti katıldı. (www.1milyon.org adresinden kampanyaya katılabilirsiniz.)

Bulutumu Temizle

Greenpeace aktivistleri 18 Nisan’da İstanbul’daki Microsoft binasına giderek eylem gerçekleştirdiler. Bu eylemde aktivistler yazılım şirketini kirli enerjiler yerine yenilenebilir enerji kullanmaya çağırdılar.

Greenpeace Shell’e Karşı Eylemdeydi

13 farklı ülkeden 20 Greenpeace aktivisti, Helsinki’de Shell’in petrol arama gemisine tırmanarak limandan kalkışını engelledi. 20 aktivist ‘The Nordica’ isimli gemiye çıkıp “Stop Shell” (Shell’i Durdur) yazan bir pankart açtı.


Açılııııın Google Merhaba bu ayki sayımız yine güncel android yazılımlarıyla ilgili.Malum ‘Android Market’ kapandı ve nerede ise hiçbir şeyi değişmedi.Tabi bizim de bu çok fazla değişmemiş bir Android Market’e Google Play diyebilmemiz oldukça zor oldu.Uzmanlar.Google’ın kendi resmi sayfalarından biri olan Android Market’in adının Google Play olarak değiştirilmesini olumlu bir adım olarak görüyor ve bunun en büyük nedeninin de aynı zamanlarda Apple’ın yeni ipad’i çıkarması olarak açıklanıyor. Bende bu yazımda daha önce yazdığım Android Market’teki en iyi uygulamalar başlıklı yazının devamını yazacağım.

Skater Boy Çoğu kişinin görüşü aynıydı açıkçası : “Angry Birds serisinden sonra artık hiçbir oyundan yeteri kadar zevk alamam,çıta bayağı yükseldi.”Bin kaykayınıza en sarp dağlardan tutun en korkunç mezarlıklara kadar çeşitli engelleri aşarak “end” tabelasına ulaşmak. Hadi muhteşem oyunlar.

Bmx Boy

Bu uygulamanın en kötü yanı, açıkçası bir oyunun tadına tam varamadan çıkmış olması ve açıkçası biz daha ona doyamamışken “alın size bir tane daha muhteşem bir oyun” diyorlar. Buna karşın oyunda macera devam ediyor, farklı ortamlar göze çarpmıyor değil.

Burak KARAKAYA b.karakaya@kalemsizdergi.com

22 23


e Play geliyorrrr Angry Birds Space

Bu kızgın kuşlar kimdir ? Nedir Yahu ? Hiç mi geçmeyecek bu kuşların kızgınlığı ? ‘Turist Ömer’ misali,Kızgın Kuşlar,Rio’da,dünyada veya uzayda ama her zaman farklı yerlerde sanki ünlü bir şarkıcının sürekli turneler yapması gibi. Space uygulamasında en azından ayak uydurmuş diğerlerine. Aslında diğerlerinden birçok açıdan oldukça üstün buna karşın artık küçük sevimsiz domuzcukları öldürmek bayağı çantada keklik haline gelmiş.

The Sims Free Play

Şaka mı bu ? Yoksa bana mı öyle geliyor? Sims’in Pc versiyonu bile bu kadar başarılı değil. İnanılmaz duygularla oynuyor insan Sims Free Play oyununu. Bu kadar başarılı olmaya hakkın var mı be kardeşim oyun hakkında fazla konuşmayacağım ve takdiri size bırakacağım.

Football Manager Handheld 2012

Aslında ilk duyduğumda demiştim ki “Football Manager’i Android’e taşımanın ne anlamı var?” Çok anlamı varmış. Evet, belki Türkiye ligi yok, Yunanistan ligi yok ve benzer ligler yok ama o kadar mükemmel yapmışlar ki. Uygulama 10 $.Kötüye sevk etmiş gibi olmayım ama laf aramızda internette ücretsiz bulmak mümkün. İşte dosyamın kapanış uygulamasının resimleriyle sizi baş başa bırakıyorum.


KLASİK

24 25

Bu sayımızda müzik türlerinden kimi zaman bizi rahatlatan, kafamız bozukken dinlemek istediğimiz, güzel duygulara kapıldığımız, hayatın gürültüsünden uzaklaştığımız ki bu kişiden kişiye değişir; ‘Klasik Müziği’ ele alıyoruz. Klasik Batı Müziği, genelde yüksek kültür seviyesi ile bağdaştırılan, halk müziklerinden net çizgilerle ayrılmış, Avrupa kökenli ve ağırlıklı müzik türüdür. En önemli özelliği, çok sesli olmasıdır. Toplumsal olarak Klasik Müziğe pek önem vermeyiz, belki bu kültürümüzden kaynaklanır, belki de yaşayış tarzlarımızdan. Ama şu da var ki ülkemizde gerçekten kaliteli klasik müzik yapan sanatçılar var. Öyle ki insanlar ülkemizin dışından gelip bizim müzisyenlerimizi dinliyorlar. Fakat biz toplum olarak klasik müziğe önem vermediğimizden dolayı, olan bitenden habersizce yaşıyoruz malesef. Ülkemizdeki sanata önemi ve ilgiyi bir kenara bırakıp Klasik Müziği tarihinden itibaren iyice bir süzme yoluna koyulalım.. Klasik müzikte Rönesans zamanında(1347–1780) Romen Diyojen'in katkılarıyla belli başlı ilk besteler ortaya çıkmıştır. Müzik, kilise çevresinde gelişmiştir ve genellikle vokal müzik ağırlıktadır. Klasik müziğe ilk olarak başlanan bu dönemden daha sonra Barok dönemi(1600–1750) gelir. Barok stilinin Rönesans stilinden farkı, daha süslü bir anlatıma sahip olmasıdır. Barok müzik döneminin müzikteki başlıca büyük yeniliği "fonksiyonel tonalite" kavramının çok geliştirilmesidir. Bu dönemdeki besteciler ve çalgıcılar çok daha ayrıntılı ve incelikli müziksel süsler uygulamaya başlamışlar; müziksel notasyon şeklini değiştirmişler ve müziksel çalgıları yeni teknikler kullanarak çalmaya başlamışlardır. Barok müziği döneminde müziksel çalgılarla müzik icra edilmesinin ebadi, kapsam genişliği ve karmaşıklığı artmıştır. Barok müzik dönemi opera görsel sanatının kurulup, geliştirilip ve yaygınlaştırılması dönemidir. Bugün kullanılan müzik terimleri ve kavramlarının çoğunluğu Barok müzik döneminde ortaya çıkartılmış ve o zamandan beri kullanılmıştır. Barok dönemi zamanla belirli etkenlerden kapanmıştır. Kapanmasına yol açan etkenlerden biri de piyanonun icadıdır. Barok’un kapanmasının ardından Klasik döneme(1750–1820) geçilmiştir. Klasik dönemde her orkestrada klavyeli çalgı bulundurma zorunluluğu kalkmış, piyano orkestraya katıldığı zaman da mutlaka solist görevi görür olmuştur. Dönemi seçkinleştiren bir başka şey ise senfoninin yaygınlaşmasıdır. Klasik dönemde geride kaldıktan sonra günümüzde de örneklerini oldukça gördüğümüz, Klasik Müziğin can damarlarının oluştuğu Romantik Dönem(1820–1900) gelir. Romantik Dönem; müziğin kilise ve saray egemenliği altından çıkıp halka yayıldığı, kalıpların ve düzenin yıkılıp yerine daha özgür olan romantizmin geldiği dönemdir. Kendi arasında üç döneme ayrılır. Bunlar: Erken, Orta ve Geç Romantik Dönemdir. Özellikle Erken Romantik Dönemde klasik müziğin simge isimlerinden biri olan Ludwig van Beethoven karşımıza çıkmaktadır. Romantik Dönemden daha sonra günümüzde de akımı devam eden Modern Dönem karşımıza çıkıyor. Modern dönem içerisinde Romantizmi sürdürenler (Richard Strauss, Gustav Mahler, Sergey Rahmaninov, Edward Elgar) olduğu gibi müziğin genel kimliğini değiştiren asıl Modern besteciler (Claude Debussy, Maurice Ravel, Bela Bartok, İgor Stravinski, Dimitri Sostakoviç, Sergey Prokofiyev) kendilerine has bir stil geliştirmişlerdir. George Gershwin klasik müzikle cazı birleştiren besteciler arasında en ünlüsüdür. Edgard Varèse, elektronik müzik akımını başlatmıştır. Arnold Schönberg ve öğrencileri Alban Berg ile Anton Webern atonal müzik akımının yaratıcısı ve ilerleticisi olmuşlardır. Carl Orff, ilkel çağların müzikleri ve metinlerini yeniden canlandırıp modernize etmiştir. Ayrıca Türkiye'de çoksesli müziğin başlaması da bu döneme rastlar (Cemal Reşit Rey, Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses). Günümüzde Krzysztof Penderecki, Arvo Pärt gibi besteciler de modern dönemi sürdürmektedirler. Klasik Batı Müziği dönemleri gördüğümüz gibi 5 Döneme ayrılıyor. Bu 5 dönemi kısa kısa işledikten sonra Klasik Müziğin zaten günlük hayatımızda çoğunu bildiğimiz çalgılarını atlarsak konunun bir yanı eksik kalır diye düşünüyorum. İşte Klasik Müziğin yaylı, üflemeli ve vurmalı çalgıları.


K MÜZİK

Can Alp ALAÇAM c.alp@kalemsizdergi.com

Yaylı çalgılar

Yaylı çalgılar bir orkestranın en önemli öğesidir. Yayla sürtündüğünde titreşen tellerden oluşan tahta çalgılardır. Diğer bir adı da "Keman Ailesi”dir. Keman: Yaylı çalgıların en küçüğüdür. Soprano ses verir. Viyola: Kemandan biraz daha büyük, tınısı daha lirik bir çalgıdır. Alto ses verir. Çello (Viyolonsel): Sesi insan sesine en yakın olan çalgı olarak da bilinir. Bir ucu yere dayanarak çalınır. Tenor ses verir. Kontrbas (veya sadece Bas): Yaylı çalgılar arasında en büyük olanıdır (Boyu bir insan boyuna ulaşır). Baş ses verir. Klavsen: Klavyeli bir çalgıdır barok döneminin en önemli çalgısıdır. Avrupa'da yaylı çalgılar "telli çalgılar" olarak adlandırılır ve böylece bu aileye arp (harp) da eklenir. Arp, çok sayıda tele ve pedala sahip olan bir çalgıdır ve telleri parmakla çekilerek titreştirilir. Keman ailesinin üyeleri de buna benzeyen bir biçimde çalınmaya müsaittir (pizzicato).

Üflemeli çalgılar

İçlerine üflenen nefes sayesinde titreşen çalgılardır. İki gruba ayrılırlar: Tahta üflemeliler ve Bakır üflemeliler. Bu gruplar çalgıların imal edildikleri maddeye göre ayrılmaz, çalışma stillerine göre ayrılır. Flüt: Üflemeli bir çalgı türüdür.İnsanları sakinleştirir. Çok ses olduğunda dengeyi bozar Klarnet: Tek kamışlı tahta üflemelidir. 19. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. Hafif boğukça fakat parlak bir ses çıkarır. Orkestrada normal klarnetten daha kalın ses çıkaran basklarinet de kullanılır. Saksofon: 20. yüzyıl klasik müzik eserlerinde yer alan (örneğin Ravel ve Gershwin'in eserlerinde) tek kamışlı tahta üflemelidir. Bir klarnet alt-turu de denebilir. Obua: Çift kamışlı tahta üflemelidir. Barok dönemden beri orkestraların en popüler çalgılarındandır. Keskin ve acıklı bir sesi vardır. Orkestralarda obuanın yanı sıra biraz daha kalın ses veren körangle (İngiliz kornoşu) da kullanılır. Fagot: Çift kamışlı tahta üflemelidir. Gizemli ve kadifemsi bir sesi vardır. Orkestralarda fagotun yanı sıra, normal fagottan bir oktav daha kalın ses çıkarabilen kontrfagot da kullanılır. Trompet: Pistonlu bakır üflemelidir. Parlak ve coşkulu bir sesi vardır. Trombon: Sürgülü bakır üflemelidir. Trompetten daha kalın ses çıkarır. Sesi biraz daha soğuktur.iticidir. Korno: Pek çok yerinden bükülmüş çok uzun bir borudan oluşur. Dairesel bir şekle, boğuk bir sese sahiptir. Tüba: En kalın sesli bakır üflemelidir. Kornonun daha büyüğü sayılabilir. Pistonludur. Kormen: En ince ses çıkaran metal üflemeli çalgıdır.(1871)

Vurmalı çalgılar (Perküsyon)

Tokmak, baget veya fırça gibi cisimlerle vurularak titreştirilen çalgılardır. Orkestranın en arkasında bulunurlar. Timpanı: Küçük orkestra davullarıdır. Yarım küre biçimindedirler. Çıkaracakları nota, derileri gerilerek ayarlanabilir. Zil: İki dairesel bakır levhadan oluşur, birbirlerine çarpılarak ses çıkartılır. Üçgen: Bir metal çubuğun üçgen şekli oluşturacak şekilde bükülmesiyle yapılır. Küçük bir sopayla vurularak kısa ama etkili bir çin sesi verir. Kastanyet: İspanyol kökenlidir. İki küçük tahta parçasından oluşur, bunların birbirine vurulmasıyla ses çıkarır. Çıngırak: Metalden yapılmış konik biçimli bir çalgıdır. İçinde yine metalden küçük bir tokmak asılıdır, çıngırak sallandıkça koninin iç yüzeyine çarparak ses verir. Tef: Yuvarlak bir tahta kasnağın bir veya iki yanına deriden bir örtü geçirilerek yapılır ve parmak vuruşlarıyla çalınır. Her vuruşta, kasnaktaki ince pirinçten 4-8 çift küçük zil tınlar. Trampet: Dairesel bir metal gövdenin iki tarafına gerilmiş deriden ve bir derinin hemen altındaki gerili kirişlerden oluşur. Bagetle vurulduğunda deriler kirişlerle titreşir ve güçlü, keskin bir pat sesi çıkar. Klasik müzik yüzyıllardır eskimemiş, ve bir o kadar daha eskimeyecek her türlü duyguyu

etkin bir şekilde verebilecek müzik türüdür. Bu yüzden önümüzdeki yıllarda da klasik müziği görmeye devam edeceğiz. Klasik müziği bu yazımda elimden geldiğince sizlere tanıtmaya çalıştım. Bir dahaki yazımızda daha farklı bir müzik türü ile karşınızda olacağız. Müzikli günler..


Ülkemizde ilköğretim çağına geldiği halde okula gitmeyen/gönderilmeyen kabaca 1 milyon çocuk vardır. Okullulaşmada cinsiyet farkı bariz bir şekilde göze çarpmaktadır. Aileler eğitimde erkek çocuklarına öncelik tanırken, kız çocuklarının eğitimini önemsiz ve gereksiz bulmaktadırlar. Kız çocuklarının da okuması için çeşitli destek kampanyaları oluşturulmaktadır. Dünya genelinde her kız ve erkek çocuğun, eğitim hakkından yararlanabilmesi için elimizden gelen her şeyi, her imkânı sağlamamız gerekmektedir. Özellikle de kız çocuklarının eğitimini desteklememiz ve bu durumu iyileştirme, yaşam kalitelerini arttırma çabalarına destek olmalıyız. Kız çocuklarının eğitilmesi toplumun eğitimine de büyük katkılar sağlar. Kadınların eğitim düzeyi arttıkça, ayrımcılığın önlenmesi ve demokratikleşme konusunda da önemli değişiklikler yaratacaktır. Okuma yazma bilmemeleri sosyal hayata katılmaları açısından çok büyük engeller oluşturuyor. Tek başlarına alışverişe çıkamıyorlar, otobüse binemiyorlar, elektrik faturasını okuyamıyorlar ve buna benzer birçok konuda sıkıntı yaşıyorlar. Türkiye İstatistik Kurumu'nun 2008 yılına ait verilerine göre 6 ve üstü yaştaki 64 milyon 241 bin 226 kişilik nüfusumuzun 4 milyon 930 bin 12'si (%7,68) hala okuma yazma bilmiyor. Okuryazar olmayanların %79,98'i ise kadın. Okuryazar olmayanların sayısı cinsiyetin yanı sıra yaşa göre de değişirken, ileri yaş grubunda okuryazarlık azalıyor. 6-13 yaş arasında okuma yazma bilmeyen 17 bin 147 erkek, 35 bin 973 kadın; 65 ve yaş üstü 407 bin 620 erkek, 1 milyon 404 bin 374 kadın var. İş gücü niteliğindeki 18-54 yaş arasında ise 1 milyon 667 bin 686'sı kadın olmak üzere 2 milyon 56 bin 487 kişi okuma bilmiyor. Nüfusun 6.61'lik kısmının ise okuma yazma bilip bilmediği tespit edilememiş durumda..

KIZ ÇOCUKLA PROB

Dünyada okuma-yazma oranı en yüksek ülkeler şöyle sıralanıyor: Avustralya 99,9 Avusturya 99,9 Belçika 99,9 Kanada 99,9 Çek Cumhuriyeti 99,9 Danimarka 99,9 Finlandiya 99,9 Fransa 99,9 Gürcistan 99,9 Almanya 99,9

26 27

İzlanda 99,9 İrlanda 99,9 Japonya 99,9 Lüksemburg 99,9 Hollanda 99,9 Yeni Zelanda 99,9 Norveç 99,9 İsveç 99,9 İsviçre 99,9 İngiltere 99,9

Özge ÖZG

o.ozguner@kalem


ARININ EĞİTİM BLEMİ

GÜNER

msizdergi.com

Türkiye'nin de aralarında olduğu okuma-yazma bilme oranı yüzde 92 – 93 dolaylarında olan ülkelerin sıralaması da aşağıdaki gibidir: Hong Kong 93,5 Venezuela 93,0 TÜRKİYE 92,9 Fiji 92,9 Brunei 92,7 Filipinler 92,6 Tayland 92,6 Bu arada, ABD de okuma-yazma bilenlerin oranı 97,0 olarak biliniyor. Kız Çocuklarının Eğitimi Önündeki Engeller Okul ve dersliklerin yetersiz oluşu Az gelişmiş bölgelerde, ortalama eğitim seviyesi daha düşüktür. Eğitim seviyesi düşük olan birçok aile kız çocukların eğitiminin önemli olmadığını düşünmesi Okulların genellikle yerleşim yerlerine uzak olması Ailenin ekonomik sorunları Ailelerin erkek çocuklarını, kız çocuklarından daha önde tutan geleneksel yargılarının olması Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi Ailelerin eğitimin önemine olan inançlarının az olması Kız çocuklarını tarlada vs çalıştırmaları Hükümetin eğitime yeterli bütçeyi ayırmaması Bunlar eğitimin önündeki en önemli etkenlerden bir kaçı. Bu liste daha fazla uzatılabilir. Bu sorunun üstesinden gelmek için bizlerde elimizden geleni yapmalıyız. Kız çocuklarının okula gitmesini engelleyen ekonomik ve toplumsal etmenleri ele almak gerekir. Sorunun çözümüne yönelik yapılabilecekler; Ailelerle görüşerek çocuklarını okula göndermeleri konusunda ikna etmeye çalışılmalıdır. Ailelerin çocuklarını okula göndermedeki isteksizliği ekonomik güçlüklerden kaynaklandığından, maddi yardımlar büyük önem taşımaktadır. Mevcut eğitim kurumlarının iyileştirilmesi ve yeni okulların yapılması gerekmektedir. Kız çocuklarının okullulaşması için toplumsal bilincin geliştirilmesi. Lütfen hepimiz gerekli duyarlılığı gösterip onlara destek olalım...

“Doğuda, batıda ve tüm dünyadaki çocukların okutulması için birlik olalım, sokakta ki çocukların da eğitime ihtiyacı var.”


Penguenler, enerji tasarrufu yapmak için sarkaç hareketiyle yürür. Filler, zıplamayan tek memelidir. Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur. Son 4 bin yılda herhangi bir yeni hayvan evcilleştirilmedi. Göç eden kuşlar (V) biçiminde sıralanarak uçar ve bu sayede harcadıkları enerjiden yüzde 23 tasarruf sağlar. Hastalanmayan tek hayvan köpek balıklarıdır. Şili'de lokantada ellerinizi karnınızın üzerine koyun. Yoksa servis yapmazlar. Hindistan'da sokakta tuvaletini yapanlara tepki göstermeyin. Yasaldır. Kolombiya'da gece sakın kırmızı ışıkta durmayın. Soyulursunuz. Çin'de yere tükürmek serbesttir. Balgamın üzerine basmak yasaktır. Japonya'da çatal, kasık yerine kullanılan çubuklara tabağa çapraz koymak hakarettir. Bahama Adaları’nda çiçekli etek giymek koca arıyorum anlamına gelir. Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kanı hissedebilir. Bir bardak taze şampanyanın içine bir kuru üzüm atarsanız üzüm asansör gibi bardağın altından üstüne üstünden altına sürekli dolaşır. Lübnan’da dişi bir hayvanla cinsel ilişkiye girmek serbesttir ama erkek hayvanla yasaktır. 12. Her insanın dilinin izi de parmak izi gibi farklıdır. Her gün doğan çocukların ortalama yüzde 12’si yanlış anne babaya verilmektedir. Birçok ruj çeşidi balık pulu içerir. Kupa papazı bıyıksız olan tek papazdır. Kaplumbağalar k*çlarından da nefes alabilirler. İnekler merdiven çıkabilir ama inemezler. Hiçbir kağıt parçası 7 defadan fazla ikiye katlanamaz.

28 29

HİÇ AKLINA BUNL


A GELİR MİYDİ LAR ?

Görkem BAKIR g.bakir@kalemsizdergi.com

Araştırmalara göre inekler merdiven inemezmiş . Yurdum insanı tek ayak üstünde Eiffel’den bile indirir onu . Her sene Kurban Bayramında inenler ne o zaman . Her gün doğan çocukların yüzde 12'si yanlış anne babaya veriliyormuş . Belki de şuan biri bizim yerimize jakuzide uzanıyor olabilir. DNA testi şart oldu birader. Ördeklerin ’vak’ sesi yankı yapmıyor ve nedeni bulunamamış . Allahın işi diyip geçmenizi öneririm olmayınca olmuyor demektir . Thomas Edison ampulü babasının hayrına mı buldu sanıyorsunuz ? Adamda karanlık korkusu var bulmasaydı da korkudan mı ölseydi. İnciler sirkede erir. İnciyi buldukta sirkede eritmesi kaldı arkadaş. Denge ustası kedilerin beyninde toplam 32 tane kas vardır. Beyin jimnastiği denen şeyle bir ilişkisi olabilir mi acaba tartışmaya açık bence. Çocuklar baharda daha fazla büyürmüş. Çalışmalara temmuz gibi başlanırsa bahara yetişiyor benden bu kadar gerisi artık size kalmış. Çin'de yılda 45 milyar adet yemek yeme çubuğu kullanılıyor.Bunun için 25 milyon ağaç kesiliyor. Biri Çinlilere çatal bıçak kullanmayı öğretse hiç fena olmaz aslında. Konserve açacağı,konserveler üretildikten 48 yıl sonra geliştirildiğine göre aradaki 48 yıl konserveler neler çekmiştir kim bilir ? Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil de pamuktan yapılıyormuş geleceğin kalpazanlarına duyurulur . Dünyadaki fotokopi makinelerinde meydana gelen arızaların %23 unun, makinenin üstüne oturup kendi popolarının fotokopisini çekmek isteyen insanlar sayesinde meydana geldiği de ilginç bilgiler arasında .


BURSA: YÖ Merhaba! Arkadaşlar, Beni tanıyorsunuz. Genelde araştırma ve eğitim konulu yazılar yazmaktayım. Ama bu kez farklı bir noktaya da temas etmeden geçemeyeceğim. Bursa…evliyalar şehri, vatanın sadık askerleri, hem köklü bir tarih hem de Avrupa’nın En önemli sanayi şehirlerinden biri. Sporla da arası iyidir Bursa’nın yıllar önce Türkiye Basketbol Ligi’ni aldığı şampiyonluklarla sarsan Tofaş, bu şehrin bir takımıdır. Ayrıca aldığı şampiyonlukla ligimizin 5.büyüğü olan Bursaspor’un bir diğer başarısı da lig tarihinde ilk defa İstanbul dışından bir takımın şampiyonlar ligi gruplarına kalmasıdır. Çoğu güzide şehrin 1 veya 2 şeyi meşhur iken bu şehirde say say bitmez. Zeytin kolonyası, kestane şekeri, ipekleri, havluları, çakıları ve tabi ki bitmeyen tarihi ve dokuları.

30 31


ÖREM KAFE İşte bu dokulardan bir tanesi yani pirinç han, yazımın bu ayki konusunu oluşturacak. Hanın içinde hanı kaplayacak kadar büyük bir kafe var adı: Yörem Kafe. İçindekilerin kalbi çok büyük. Fiyatları da ucuz denilebilir. Mesela ,piliç pane menü(piliç pane, patates kızartması, kola) 5 TL. Bursa’ya geldiğimde her seferinde giderim oraya. Son gittiğimde de bana öyle bir ikram oldu ki kimse inanamaz. Hesabı ödedim ve biri geldi bana sordu “abi ne ikram edebilirim size” dedi. Ben,” Sağ olun” dedim ve gitti. Bir dakika olmadı ki bu sefer başka bir garson geldi ve yine “abi ne ikram edebilirim size” diye sordu ben “sağ olun” dedim ama bu sefer “Bir şey ikram etmek çok istiyorum lütfen” dedi dayanamayıp bir çay aldım. Ama hizmetlere, mekan’ın muhteşemliğine, ücretlere ve her şeyden önce onların insanlıklarına hayran kaldım. Onlar bana tekrar gelin derken.

Burak KARAKAYA b.karakaya@kalemsizdergi.com


Web : www.kalemsizdergi.com | Twitter : Twitter.com/KalemsizDergi | Facebook : Facebook.com/KalemsizDergi


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.