Kayıpruhlarfanzin#3

Page 1


bu ve bundan sonraki sayılarda yazı ve şiirleri yazar ismi belirtmeden çıkatma kararı almış bulunmaktayız, ikinci bir karara kadar da bu böyle olacaktır. zira bu çalışma kollektif bir bilincin ürünüdür ve bu ürünler bizden çıktıktan sonra zaten herkese ve hiçkimseye ait olmaktadırlar. do l a yı s ı yl a b u f a n z i n e l i n i z e ge ç ti k te n s o n r a o n u p a r a ya ç e vi r me k ha r i c i n de i s te di ği n i z ş e k i l de k u l l a n a b i l i r s i n i z . i s te r p a k e t ya p ı p s e vgi l i n i z e do ğu mgü n ü he di ye s i o l a r a k ve r i n ( n o t: te r k e di l me i hti ma l i n e k a r ş ı s o r u ml u l u k k a b u l e tme yi z ) i s te r ç e yi z i n i z e k o yu n , i s te r s e n i z de tu va l e t k a ğı dı o l a r a k k u l l a n ı n . b u n l a r b i z i i l gi l e n di r e n me vz u l a r de ği l . de ği ş ti r i p , b o z u p , ye n i de n ya p ma k da s i z i n b i l e c e ği n i z b i r du r u m. f a n z i n i o k u du k ta n s o n r a k ü ç ü k b e yi n l e r i n i z de n ç ı k a c a k b ü yü k l ü k ü ç ü k l ü f i k i r l e r i a yr ı m gö z e tme k s i z i n f a n z i n i n f a ys b ı k s a yf a s ı n a me s a j l a ya b i l i r s i n i z , ha k a r e t e de b i l i r , k ü f r e de b i l i r , a ş ı k o l a b i l i r , k a vga ç ı k a r a b i l i r ve ya a da m to p l a yı p ç ı k ı ş a ç a ğı r a b i l i r s i n i z . me mn u n o l u r u z ,


kendimizi yinelemekten sakınmak gibi bir kaygı içerisindeyiz ve buna karşın ne durumda olduğumuzu tam olarak kestirememekteyiz, bize ayna olunuz ve mümkünse boy aynası. . . son olarak bu sayıda yine Tarık Cemil, Tarık Nazım ve Araz Endar üçlüsünün yumruklarını zihninizde hissetmeye hazır olun. ben biraz kondisyon eksiği hissettim ama siz ne düşünürsünüz bilemem. herkese tatlı intiharlar diliyorum. . .

HAKIKATIN IŞLEMESI IÇIN YALAN VE ZULÜM ICAP EDIYORSA, SIKEYIM ÖYLE HAKIKATI. . .


ANARŞIST ADIMLAR 1 Anarşizm ilk ortaya çıktığı zamandan itibaren devlet ve mülkiyet kavramlarına karşı durdu. Ancak bu karşı duruşta mülkiyetten ve kapitalden daha çok devlete karşı çıkış ön plandaydı ki bunda dönemin devlet yapılarının ve faşizmin etkisi ve günümüzdeki gibi net bir “serbest piyasa ekonomisi hakimiyeti”nin olmayışı etkiliydi. Oysa çağımızda sermaye, devletleri yönlendiren büyük güç olarak meydandadır, devletleri ve ülkeleri büyük şirketler yönetmektedir, bu açıdan günümüz anarşist düşüncesinin yumruğunu sermayeye/kapitale/sermaye sahiplerine göstermeye ağırlık vermesi daha uygun olacaktır. (ki çağımızın bu tavrı sadece anarşistlerin değil bütün vicdan sahibi insanların takınması gereken bir tavırdır. –anarşizm bir vicdan meselesidir- ) Artık saldırarak veya herhangi bir şekilde devleti yıkmak imkânsız görünmektedir. Çünkü devlet zaten bu tür tepkimelere bağlı kurulmuş bir sistemdir. Saldırırsan karşılık verir ve bu onu kendi gözünde meşru kılar. Fakat kapital ve mülkiyet ortadan kalktığı vakit, devlet işlevselliğini kendiliğinden yitirecektir. Zira devletin meşruiyeti mülkiyetle sağlanır, devlet kapitalle ayakta durur, vergiler, sermaye, büyük şirketler…


Anarşizm, çağımızda doğrudan kapitalle savaşmalıdır ve böylece kazandığı zaman devlet gibi ikincil bir düşmanı da karşısından silmiş olur. Devletle savaşıp küçük de olsa bir ihtimalle kazandığını varsaysak bile karşısında daha güçlü ve daha sinsi bir düşman bulacaktır. Kapitali alt etmek daha zordur ama imkânsız değildir. Mülkiyet ayaktayken devleti yıkmak ise imkânsızdır. Özel mülkiyet hürriyeti saran zehirli bir sarmaşıktır, devlet o sarmaşığı sulayıp dibini çapalayan bahçıvandır, ikisi de hastalıklı algılardır ve hastalıklı, sakat meyveleri vardır. Sarmaşığı söküp attıktan sonra beyinsiz bahçıvan zaten çapayı kendi kafasına saplayacaktır.

Dünyanın sonunun nasıl geleceğini hayal etmek, kapitalizmin ortadan nasıl kaldırılacağını düşünmekten daha gerçekçi, kolay ve daha ulaşılabilir geliyor artık. Evet, özgür olduklarını söylüyorlar, çünkü özgür olmadıklarını söylemeye yarayan şeyler ellerinden uzun yıllar önce alınmıştır.


HAZİRANDA ÖLMEK Sokaktayım Kim var sokakta, ne? Herkeslerle dolu kimsesiz bir sokak ortasında Sokaktayım Gece Kan ve egzoz dumanı kokuyor Haziranlarda ölmek ya da başka bir ayında herhangi bir yılın Zor mu hala ustasını yitirmesi gibi bir çırağın Kor düşer bir yana bir yanımız polis copu Ama nerde sıkılan yumruklar haziran çiçeklerini ezen postallara Gece Asfalt ve motor yağı kokuyor Göçüp giden niceleri ve biz Cılız yenmiş ekinler gibi kalakaldığında anlıyorsun Nerede mavi gök, nerede beyaz bulut, nerede kuş sesleri Uğuldayan beton yığınları arasında Ve leylak ve tomurcuk… Ayaz vuralı çok oluyor Gece Demir parmaklık ve açlık kokuyor


Çığlık çığlık acıyan Haziran Ilık ılık kanıyor avuçlarımıza Avuçlarımızda vebali kundaktaki bebelerin Ticarethanelerde ve borsalarda İstatiksel salınımları ölü bedenlerin İş makinalarında boş bakışları ergen ölülerinin Mavi nerede Nerede çınar ağacımız Hani çiçekler alnımızı okşayan haziran sıcağında Bedenler morarmıyor belki işkence odalarında Ama morarmış zihinler Ve medyanın zerkettiği uyuşturucunun sarhoşuyuz Gece Hinidir kokusuz zaten kimi kandırıyorum Hissizliğin paranoyası yanında yatan bebek cesedini görmüyor Sokaktayım Kim var sokakta, ne? Sonu yok bi yolculuk yalnızca Ve işte Zarif bir şairin buyurduğu gibi Sokaklar banka dükkânlarıyla dolu Çünkü bizler aşksızız nicedir Çünkü artık âşıklardan çok kredi sözleşmeleri ve borç senetleri var


Ölüm iadeli taahhütlü mektuplarla geliyor kapımıza Ki insanın anlamı Kendine yer ediniyor toptan ölüsevici bir kavmin varoşlarında İnsanın anlamı Mı? Ne anlamı? Ölmek gibi haziranda yahut şubat soğuğunda Nazım’ ın Arif’ in çığlığı yer etmiyor mu kulaklarda Ama yılarsak kahretsin bizi ağustos sıcağı Ama yılarsak kahretsin bizi şubat soğuğu Ama yılarsak kalleşiz Karanlığa karışsın çıldırmış kahkahamız İlerde sarı ve sıcak bir pencereye Gece Ne kokarsa koksun artık bir önemi yok Sokaklar insan iskeletleri Nasıl olsa umurunda değiliz birbirimizin Nasıl olsa acıdan öldürüyoruz birbirimizi Şimdi ben nasıl taşıyayım yükünü acılarının 3 haziran 63’ ün Kimim ben bu dizeleri Ağlayan kim var anlattıklarımı Haziranlarda ölmek ya da başka bir ayında herhangi bir yılın Zor mu hala ustasını yitirmesi gibi bir çırağın (3 haziran 2014)



Bi utanç yürüyüşü sadece yaşanılan Adım adım büyüyen Adım adım sondan bir önceki çıkmaz yola kıvrılan Sayfayı çevir ve ben buradayım Yıkım ve harabe işte arkamdan sürükleyip geldiğim Maviye çalan ne varsa yakıp siyahı doğuruyorum sancılı uyanışlarla Krallar ve dalkavuklar, siyasetçiler ve çürümüş politika, zorbalar ve liberaller Hepsinin hak ettiği kesin ve keskin bir kılıç darbesi Ağır adımlarla aşağı inen tanrıyı izliyorum Telaşlı adımlarla yukarı çıkan inançlı kullarını Solgun gözlerinde leş bi korku… Devrimi önce sevdiğim kadının gözlerinde yaptım Ve maviye boyadım yeşilden. Ve saçlarını kızıla Ki kanlı olacak biliyorum, pek çok ruhun gırtlağında hançer, atardamarlardan fışkıran kan dudaklarına kırmızı bi ruj gibi konacak İlk taşı hangimiz kayacak Sayfayı çevir ve ben buradayım Yapmakta olduğum ne varsa yapmadıklarımın Bildiğim ne varsa bilmediklerimin ve olduğum şey olamadıklarımın


Toplumsal yasalar ve ahlak kuralları çerçevesinde katlediyorum ruhumu Ve yüzündeki morluklar ve ruhundaki çatlaklar ve aşağılanmaların ve sokaklarca ve şehirlerce ve toplumlarca vurulan tokatlar makul sınırlarında anayasanın Sayfayı çevir ama ben neredeyim? My soul is broken, my woman Ve sen uzak ülkelerden gelen bi şifacı mısın? Everything goes to dark, Sesler ve gölgeler ve lisanlar ve şakaklarıma doğru uzanan bi el var Her şey çoktan karardı ama ne önemi var Aydınlık bi mezar taşına konan karga Umursamaz kaç adam öldürdüğünü, Gagasını isminin yazılı olduğu mermerde biler ve gider Sayfayı çevir ve ben yokum Ve yaşanan ne varsa şimdi iç sevişmeli bir gökyüzünden düşen, baş aşağı düşen beyaz bir gölge gibi önemsiz çoklarına göre. Kanayan ne varsa içime aldığımda geçecek, Alkol ve kan ve gözyaşı kokan Ölüm kokan gasılhanelerde… Oysa gözyaşı kokmaz kimilerine göre Ve kokanın ölüm değil de ölü olduğunu Ölümün o kesin ve keskin kokusunu…


Karanlıkta parlayan bıçağın kesin ve keskin soğuğu, tenin yaşadığı tereddüt, boğazdan akan kanın sıcağıyla. Sanrıdaki yanılgı, karanlık bir güneş gibi ılık ve kadifeyle sarmalanmış cinayetlerin yengisine varır sonunda İçsaplantısal rastlantıların doğurduğu ölesiye çirkin bi piçin alkol ve kan ve döl kokan kasıklarından medeni sıçmıkların lağım kokularına doğru uzanan fahişe rahibeler… Kapıları kaptın, kapıları kapatın… daha çok yozlaşalım ve ibadetimizi aksatmayalım güncel borç bilgilerimize. Biraz daha antidepresan ve midebulantıları eşliğinde çekilen kül tadı ağza alınan göğüslerde. Hayır ıtır kokmayacak hiçbir göğüs çünkü yüksek teknoloj inin lağımıyla ovduk nicedir kadınlarımızı ve piç adalet kavramı kaldı elimizde verimsiz bi inek gibi, Oysa biz yarattık ve kendimizden ne kadar uzağa taşırsak o kadar iyi olacağını zannettik. Serbest piyasa bozgununu yaşayalı ne kadar zaman oluyor kadim dinler? Sanrıların balgısında Gölgeler beyazdır Baş aşağı düşen yüzler göğe doğru



sabah güzeldir bir yönüyle, gün, ilerledikçe kirlenir. zaman çok güzel bi kadının çok güzel bakışları gibi yakıcı olabilir oysa anlamsızdır aslında yeni doğan bi günün güzel olması diğer bütün sabahlar gibi. . . uzun sürmüş bi günün akşamı gibi, sabah güneşine yüzünü dönen uykulu gözler ya da. sanrısal mutluluklar, bir anda yükseliveren biranın köpüğü. saçları bir kadının, dipsiz bi ormanın ortası, ışıksız, yalnızca ormanın kendi sesi yalnızca kendi havası. ne varsa dışarda bırakıyor içine girdiğinde. Bir ses her zaman başka bir sesi anımsatır, tuhaf ve bulanık yollar aydınlık sokaklara çıkmaz hiç bir zaman, ağır ağır yiter ne varsa, oysa zaman hiçbirşeyi silemez, yalnızca yer değiştirebilir. . . Acılar paylaşıldıkça azalmaz biz kendi acımızla bir başkasının canını yaktığımızı düşünerek mutlu oluruz sadece. . . Bütün bunlar göğüs uçlarındaki anlamsız sertleşme kadar olağan belki, belki de dilinin ağzımdaki gösterişli dansı kadar realist. . .


Yaşam başka yerde diyor kundera, bu bana hep “ben bir başkasıdır’ ı” anımsatır. Oysa yalnızca olduğumuz yerde yaşıyor ve olduğumuz kişi oluyoruz. Oluyor muyuz? Olabilir, ama sanırım ben hep başka yerde başka biri olarak yaşadım. Yaşadığımı zannettim belki de, belki de hiçbir zaman, hiçbir yerde yaşamadım. Ama nihayetinde uzam nedir ki? Her şey ve hiçbir şey… ki bazıları olmakta olduğu kişi olmayı istemeyerek, devrimci bir eyleme girişiyor, yaşamak başlı başına bi devrim kimileri için. Karamsar değilim, hayır! Daha önce de söyledim, söylememiş de olabilirim, belki bir başkası söylemiştir, kısacası hayat tuhaf şeylerle dolu. Otobüste birisiyle gözgöze geliyorsun, o hafifçe gülümseyerek başını yana doğru çeviriyor ama sen tam da o anda otobüsten iniyor oluyorsun, sen artık orada değilsin ve o senin bilemeyeceğin bi durakta inmek için yoluna devam ediyor. Zaten bütün otobüs yolculukları bir durakta inmek için değil midir? Hayatları bir duraktan alıp başka bi durakta indirmek. Senden başkasının bilmediği bi durakta, hatta bazen senin bile… belediye otobüsleri çok acımasız. Uzam beni içine çekiyor ve herkesi, aşağı, aşağı ve aşağı düşüyorum derine, daha derine, ölü kuzgun gölgeleri ve henüz vadinin üzerinden dağılmamış sabah sisi…


Mavinin üstünde ve siyahın tam içinde Alnıma dayalı bir şey var ama ben bilemiyorum Aşk denilen şey Irzına geçilmiş bi sürtük Sürünüyor şimdi bir yerlerde Zamanın tam üstünde ve uzayan ıslak yolun içinde Yapışkan duygusallığınızı nerenize sokmak istiyorsanız oranıza sokunuz Barış denen şey insanın doğasına aykırı Oysa yaradılışımızda var kaypaklık, tacirlerin reklam aj ansı savaş karşıtı gösteriler bile Bütün suçların en yakın takipçisiyim ve nerede bir günah görsem yerde para bulan dilenci gibi sevinirim Göğsümdeki boşluktan çıkan elim yüzünde gezinir sevgilim Arzın üzerinde ve ana rahminin içinde Şakağıma bir namlu dayalı ama beni irkilten yalnızca çeliğin soğuğu Sokaktan geçen kırmızılı kadın tanrıya ne kadar çok benziyor Oysa yalnızca birkaç kelime uzağımda şirk fısıltıları Kızıl bi fahişenin üzerinde ve tuhaf şekilde dar ve ıslak organının içinde Kendisi Diyar’ ın saklı mücevheri Alnımdan sızan terin sıcağı çeliği ısıtıyor Kanımda ılık bi zahir dolaşıyor İçimde ne varsa boşaldığında anlıyorum Hiçliğin kudreti taze bir kızın doğum sancıları kadar çığlık çığlığa ve gerçek.


zindanına pencere olmayacak bilirim kelimelerden kurulu mırıldanmalarım merhemlerle ovmak gerekse yaralarını elimde acı tütün var sade kendi acılarıma sardığım. . .

Ve uzayıp giden bütün bu yalanlar. . . Uzayın sonsuzluğu yalan gecenin karanlık olduğu ve zamanın hızla aktığı yalan sonsuz denen şey yalan devlet ve marlbora yalan yeniden gülemeyeceğin ve yeniden gülemeyeceğim yalan güzel olmadığın yalan seni öpemeyeceğim yalan banka hesap cüzdanları ve krediler ve kadınların beden ölçüleri ve etek boyları yalan daha böyle birsürü uzayıp kısalan ilahi ve bilimsel yalan ama sen aldırma çünkü gamzelerin öylesine gerçek yüzünde hayat bulan. . .


YAĞMURLU HAZİRAN BETİĞİ Yağmurun yıkadığı asfaltta bir erkeği henüz terk etmiş bir kadının bulanık yansıması ilerliyordu, bulanık adımlarla. Yeşil bir atın sırtında mavi bir denizi geçiyor gibi. Yanımda oturuyordu, henüz sabahleyin sardığım tütünden sundum, aldı. Henüz sabahleyin kendi kokusuna kattığı parfümden ikram etti almadım. Çünkü kendi kokusu her zaman daha iyidir, diğer kokulardan (tanrının usta bir ıtriyatçı olduğuna iman etmeme sebep olmuştur kimi zaman) . Sırf bu yüzden sevişirken başımı dolgun göğüslerinin arasında dakikalarca tuttuğum olurdu, sırf göğüslerinin arasında demlendirdiği kokusunu ciğerlerime doldurabilmek için. Başka bir yerde, başka bir zamandayla başlayan ve keşkeyle biten bir şeyler söyledi. Yolun karşısındaki kadının mı yoksa yanımdaki kadının mı konuştuğunu tam ansıyamadım. Sanki küçük bir kentin hayli küçük bir çayevinde, köşede, teknesi aşınmış setarını çalarken kendi dilinde hüzünlü bir şarkı mırıldanan yabancı bir yolcuyu dinliyormuşum hissine kapıldım. Hazirandı ve sürekli yağmur yağıyordu, hava haziranı gücendirmek istercesine soğuktu.


Tam da burada bana doğru sokuldu üşümüş olmalı diye düşündüm ve ben de ortalama bir erkeğin yapması gerekeni yapıp hafifçe kendime doğru çektim. Yolun karşısındaki kadının yansıması yukarı doğru kaydı. Asfalt yol, siyah, buzlu bir ayna gibi büyümeye ve uzamı doldurmaya başladı. Büyüyen yolla birlikte kadın da büyümüyordu ama tuhaf bir şekilde yaklaşıyordu, bize veya bana doğru. Daha fazla sokulup yanağını yanağıma yapıştırdı, sakallarım yüzüme battı, normalde onun yüzüne batması gerekirken. Yaşlı bir şaman bunu başkalarına çektireceğim acıyı da kendimin çektiğine yordu, isteyerek yapmıyordum oysa bilim adamlarıysa bir çeşit empat olduğumu söylüyor. Yağmurun cilaladığı asfalt yolun karşısındaki kadına bakıyorum, gitmekle kalmak arasında bocalıyor gibi, yansının bulanıklığı ayak bileklerinden kavrıyor onu. Ne kadar içindeysem o kadar fazlayım kendimden, bunu anlıyorum, böylece anlıyorum dişil bir ikiyle eril bir ikinin toplamı dört olmayabilir, veya daha eksik bir iki. Ve gece… hiçliği hissetmeye başlıyorum usul usul. Kısa bir süre boşluğa düşüyormuşum hissine kapılıyorum ama daha sonra hiçliği tenimde duyumsuyorum, her yöne yayıldığını biliyorum ve yoğunlaşıyor gittikçe.


O kadar yoğun ki, beni sarmalıyor ve hissediyorum. Karanlık, kolumdan tutup beni içine çekiyor. Hiçliğin yoğunluğu! Ve sonra anlıyorum, hiçlik, mutlak varlık… Hazirandı ve sürekli yağmur yağıyordu, hava haziranı gücendirmek istercesine soğuktu. Sırtımı iğde ağacının yarıklarla dolu gövdesine yaslayıp güneşin altında kırık şamandıra plastiğiyle top oynayan sümüklü çocukları izlediğim günü anımsadım aniden. Sıcaktı ve toz her taraftaydı, ağacın gölgesi serinletmiyordu kesinlikle ve çocukların ötesinde sonsuz bozkırın bulanıklığı zihinde psikedelik bir etki bırakıyordu. Göğe doğru kaynayarak yükselen halüsinatif su buharı perdesi. Tıpkı şimdi olduğu gibi, kendi yansıması tarafından yutulan kadın, yansıma artık bütünüyle yakalamış onu, tamamen buzlu ve siyah bir camın ardında kalmış. Artık yanımda oturmuyor, yavaş yavaş siliniyor bıraktığı bütün his. Taş zemine vuran topuklu ayakkabı sesini dinliyorum bir süre; tak takkkk, tak takkk, tak takk… uzaklaşıyor evet. Neden gidiyor olduğunu düşünüyorum ama ne önemi var, hepsi gider diyor içimden bir ses. Bırak gitsin, gidiyor.


Dışındaki saçma sapan resimleri kendi çizdiğim küçük resimlerle kapattığım camel paketinden bir tütün daha çıkarıyorum ve iki vuruşta yanıyor kibrit, çcccsssshh… alevini dokundurmadan yakıyorum, derinden çekilen iki nefes ve dumanı, ffffffff… yolun karşısındaki kadını ve az önce yanımdan ayrılan kadını kaplıyor, gri, büklüm büklüm. Dağıldığında ikisi de gitmiş oluyor ve bir üçüncü kadın Yağmurun cilaladığı asfalt yolun ortayerinde ağır ama kararlı adımlarla ilerliyor. Zorlu bir gece geçirdiğini düşündüren adımlarla. Ve birden kokusunu duyumsuyorum, tanrısal, terli göğsün coğrafyası. Ve anlıyorum baştan beri tek bir kadın, yanımda veya yolun karşısında nerde olursa olsun, tek bir kadın. Yansımalar dağılıyor, ıslanıp omuzlarına yapışmış saçlarıyla benden temizlenmek ister gibi kendini yağmura sunan kadın tek başına orada duruyor. Hazirandı ve sürekli yağmur yağıyordu, hava haziranı gücendirmek istercesine soğuktu.


Kuzgun sanrısına iliştirilmiş bi gecenin ortası. Ne az ne çok, sarhoş olmuş dolanan kelimeler, gürültülü fısıltılar ve sessiz çığlıklar aralanıyor gözlerinde. Gözleri çok uzakta olan bi kadının, içerde hissedilen dokunuşları. . . Oysa asırlar önce aşık olduğu bi kadının her kıvrımına şiirler yazmış ve ellerinin uzak coğrafyasıyla sırdaş kılınan kuytulara sahip olmuş. Şimdi hiçbir kadının göğsü ıtır kokmayacak mı öyle sarhoş edici tatlılıkla yıllanmış harmanlar gibi, mavi daha mavi olmayacaksa veya gecenin doğurganlığı akmayacaksa sesinden ılık ılık, şiiri öldür ulumalarına izin vermeden kedilerin, oysa kirli bi çakal gibi yüzüne karşı ulurum ben kim bilir hangi dağa yankı salarak. Ama yalnızca tenini giyinmiş bi kadının yüzükoyun uzanması gibi inişçıkışlı gidilmesi gereken yer. Oysa döndüğüm zaman ağzının mayhoş ıslaklığı karşılamalıydı beni ki beni sonsuz kuraklığına sürdü cehenneminin, yiten ne varsa akşam göğündeki sızıdır artık. . .


Hukuk yalnızca insanoğlunun kendi yarattığı adaletsizliği örtmek için kullandığı el bezinden başka nedir ki? Tıpkı ilaç firmalarının önce insanları hasta edip sonra tedavi için ilaç satması gibi, tıpkı yazılım şirketlerinin önce virüs programını yayıp sonra antivirüs programlarını satması gibi… Hukuk da bu ikincil tepkimelerden biri yalnızca, suçun ve ahlaksızlığın kaynağını tamamen ortadan kaldırmak yerine, bırakın suç işlensin ve biz de suçluya ceza verelim der adalet dağıtıcılarımız. Bir cinayet işlenecek ihbarıyla cinayet masasındaki polisi ararsın ve sana cevabı şu olur; adam ölmeden beni neden arıyorsun?


Eva için ağıt. . .

Ve sonra sen dev bir ispermecet balinası oluyorsun beni yutuvereceğini sanıyorum hem korkuyorum ama daha çok bi rahatlama sen yaklaşıp vücudumdaki planktonları hüpletiyorsun bense bi mürekkep balığının riskini taşıyorum bir mürekkep balığı olmadan bir mürekkep balığı olduğumu düşünerek. . . Hayat benim için çok riskli diyorsun ispermeçet balinası olduğunu unutarak sonra okyanus ne kadar büyük değil mi diye soruyorsun ne olduğunu hatırlayarak ağlamaya başlıyorsun böylelikle bedenimden devşirdiğin planktonları bikaç denizanasını ve bi talihsizlik sonucu yutuvermişolduğun maviceketliadamınsolkolunu suratıma kusuyorsun bence artık tek tip beslenmen gerek diyorum yaşlanmaya başladın ve anlıyorum sonsuz denen şeyin sadece ne zaman biteceğini bilmediğimiz bi oyunun sanrısı olduğunu. . . Annem olsaydı gelip üzerimi örterdi diyorum ve sen annem oluveriyorsun gelip üzerimi açıyorsun. . . Eva, sana bir romanın içinde rastladığım o günden beri başucumda kulağıma bir şeyler fısıldıyorsun yaralarına acı tütünler basıyorsun yaralarıma yaralarımıza iyi gelecek göreceksin diyorsun ama hiçbir şey gittikçe daha iyi olmuyor. Sen kızılderililerin kutsal bakiresi bir irokua yerlisi teninin her zerresine işlenmiş dövme bu.


Uzattığım sakallarım san daha çok benzememe sebep oluyor bunu biliyorsun, biliyorsun ve her sabah onları tütsülüyorsun kendi özsuyunla yıkıyorsun ve daha ve daha ve daha sana benziyorum sakallarım uzadıkça ve her gece sabaha evrildikçe. Dışarı çıkmamız gerek diyorum çıkmalı ve savaşmalıyız kime karşı savaşacaksın diyorsun kimin tarafını tutacaksın ve diyorsun ki insanların zaten umurunda değiliz onlar kendi yarattıkları şeylere uzun zamandır tapınıyorlar ve kendi düşmanlarını kendileri doğuruyorlar herkesten gizli sonra sokaklarda caddelerde bi sürek avı başlatıyorlar kendi ruhlarını zincirlemek için diyorsun kimse senden yana değilse ve tüm insanlıkla savaşacak kadar güçlü değilsen otur yanıma ve şunun tadına bak diyorsun. Bütün bunlara senin de inanmadığını biliyorum bunu bildiğimi sen de biliyorsun yalnızca kendimizi farklı görme gayreti farklı olma çabası bi ergen çocuk çırpınması gözlerini kapayıp olduğu yerde zıplayıp durması ilerlemek için ve sonunda yorulup düşmesi. . . sokakta akan beyin kanalizasyonuna biz de dahiliz Eva beni avutmaya çalışman boşuna çünkü annem olamayacak kadar kendimsin çünkü yaralarına bastığın tütün yalnızca sarhoşluk veriyor acıya açsın ve bunu seviyorsun. . . Eva, irokua bakiresi, uzunevin en kuytusunda en çok çığlık senin ama sarıldığın şey bi kenger dikenden başka nedir ki


ve Eva bunların her birini belleğine yazıyorsun tekrar diriltmeyi başardığında uğruna lanetlendiğin adama bir bir anlatacaksın ve sonra sen okuduğun dergiyi bi kenara bırakacaksın ben okuduğum dergiyi bi kenara bırakacağım ne okumuşsak kenarına bırakılacağız okuduğumuz öykü okuduğumuz öyküyü okuyan öykü bu ikisini okuyan öykü ve diğer öyküler birinin hayatını okuyorsun bi başkası senin hayatını ve gerçek olan hangisi bunu yalnızca ölüm biliyor. Kalıplarımız tekrar ve tekrar ve tekrar hazzını duyarken acının ve sancının sen bir nehir oluveriyorsun beni içinde sürükleyen, nereye gittiğimizi bilmediğini söylüyorsun nereye gittiğini bilmeyen bir nehirde nereye gideceğini bilmeyen adamın tedirginliğinde sularını yutuyorum ciğerlerime doluyor tuzu yaralarımı pişiriyor ama sen akmaya devam ediyorsun istençsiz bi ölüm gibi nereye gittiğini bilmeyen bi nehir olarak ve ben bi an yüzme bilmediğimi anımsıyorum vücudumda ne kadar su varsa hepsini emiyorsun gözeneklerimden beni anlayabilmen için bana bişeyler vermen gerek diyorsun bunu bi nehir olarak mı yoksa yağmurdan korkan küçükyerlikızçocuğu olarak mı söylüyorsun bilmiyorum bilmediğim daha pek çok şey olduğunu da bilmiyorum henüz,


nereye gittiğimizi nereden geldiğimizi ilerde senin ve benim karşıma çıkacak kayalıkları ve kafa aşağı düşüp dibindeki kayada kafatasımı parçalayacağım büyük şelaleyi bilmiyorum sen de bilmiyorsun ve ben gözlerinde ışıyan en yakın yıldızın ışığının altmış bin yaşında olduğunu ve seni kadim bi sümer tanrıçasına(lilith değil onu biliyorum) benzettiğini bilmiyorum bunu sende bilmiyorsun ama bilmeden yaşıyorsun bi sümer tanrıçası gibi yaşıyorsun nereye varacağını bilmeyen bi nehir gibi yaşıyorsun istençsiz bi ölüm gibi yaşıyorsun sen Eva, başucumda bana kendi dilinde dualar mırıldanıyorsun rüzgar öldü sen öldün biz öldük. . . Derimi sıyırıp al küskün bakan gözlerinden, yılgınlığımı da biteviye üretip durduğum bu kahrı da ne varsa soyup al nereye koyacağını düşünmeden fırlatıp at bi kenara ki yaşamın vasatlığını ve durağanlığını ve yitirdiğin ne varsa ve yitirdiğin kim varsa. . . günler ölümle yoğrulmakta, ikiyanımızdan bizi sarmalayan bi ırmak gibi akıyor işte oysa biz ona hiç yokmuş gibi davranıyoruz bize küsüyor belki biraz, temizlenmen için asırlardır biriktirdiğim gözyaşlarıyla yıkıyorum seni ama bütün bu bataklığın içinde yüzerken imkansız bütün bu.


Sorularına cevap bulamıyorum sorularımıza, kimsenin gitmediği yerlere gidip kimsenin görmediği yerleri görmek istiyorum ama sen devlet kurumlarında bana bi iş buluyorsun çalışmam için. Burunlarımızdan beynimizi kusuyoruz sabah kahvaltısında ekmeğe sürünüp yemek için, sokağın köşesinde çocuklar sidik yarıştırıyorlar ki bu bizim her adımda bi yarışma, daha iyi olma daha daha daha budalalığımızdan fazlasıyla pratik geliyor bize. . . gönderdiğim mektupları arıyorum bulduğumda ne yapacağımı bilmeden ama asırlar önce yaktığımı bilmiyorum, Eva, kavruk yüzlü yerli kızı, irokua bakiresi seni hatırlamıyorum artık, yüzünün annemin yüzüne benzediğini hatırlamıyorum gözlerin elaydı hatırlamıyorum, saçların beline kadar uzanırdı hatırlamıyorum. Hatırlamıyorum sesinin sesime ne kadar benzediğini, kendi halkına ihanet ettiğin söyleniyor, kendime ihanet ettiğim söyleniyor, ihanetimiz söyleniyor pazar yerlerinde ve sokak aralarında, kimsenin bizim varlığımızdan haberi yok oysaki. Senin yokluğun benim varlığıma ontoloj ik bi açıklama getirmiyor, kim olduğumu kimliğimden anladıklarını düşünüyor kolluk kuvvetleri oysa ben kimliksiz bi zorbayım. Oysa insanız işte affet diyecekken toprakları inşaat şirketlerine satılmış çiftçiler gibi sürgün ediliyorum metafizik bi vatansız olarak


bu iğrenç badanalı odada küçük bi yeryüzü kuruyorum şiir yardımıyla. zaman yaralarımızı sağaltmıyor Eva, tuz basmak faydasız dahası Bir sokak lambası kadar huzursuzum, bir sokak lambasının altı kadar, yarın her şey daha güzel olacak diye yaşayamadığımız bu günler ne kadar çok Eva. Yarın için ırzına geçtiğimiz şimdi bize bi yarın sunmayacak yaşamak için çok geç artık. . . Yağmurlu bi akşamüstünün gri göğüne bakıp hatırlayacaksın kentin neden bi süredir bu kadar soğuk olduğunu, bir kaç damla ansızın karşılaşılan eski bi dostun verdiği hayretseme gibi elmacıkkemiklerinin üzerine düşecek, hatırlayacaksın, aysız gecenin karanlığına sığınıp sanrısal bi intiharın yatay ve dikey izdüşümlerini seyrettiğini. Karşıdan gelen kadının yüzünde bi başka kadının yüzünü göreceksin, için acıyacak, duyumsadığın parfüm kokusu sana uzun zaman önce unuttuğunu zannettiğin ama aslında ruhuna bi çivi gibi çakılmış ıtır kokusunu anımsatacak, göğüslerine yasladığında başını kokladığın kokuyu, öyle güven veren bi kokuya başka birinde rastlamadığını düşüneceksin, ufka bakıp günün eğilmekte olduğunu sezeceksin belli belirsiz sızan kızıllıktan, aldırış etmeyeceksin, çıkarıp bi tütün yakacaksın belki, bütün bunları bir başkasına anlatamadığın için biraz huzursuz olacaksın belki


ama yürümeye başladığında o da geçecek, hepsi gececek, yada sana öyle gelecek. . . Her şey ne kadar yavan diyorsun ben çok güzel bi kadının çok güzel sesinden kızılderili bi bakirenin yarı zamanlı mutluluğunu dinlerken, ağır aksak ilerlemesi gibi bi şiirin. Dışarıdaki rüzgarın dışarıdaki kapıyı düzenli olarak çarpması veya beyinlerimize yalnızlığın sonsuz izdüşümünü çakması, takk. . . yabanıl bi melodi gibi rüzgarın inleyen ıslığı en kuytu çatlaklarımızda yankı buluyor uzun zamandır söylenegelen ağıtlar çok dilli bi koro yalnızca, takk. . . havanın sıcaklığından yakınıyorum ve bunu değerlendiriyoruz ve sen titreyen ellerimin zihinsel kusmukları hizaya soktuğu not defterim oluyorsun biraz menteşe gıcırtısıyla birlikte uzun soluklu bi sessizlik iniltisi rüzgarın, takk. . . Gün ortasında irkiliyorsun Eva. Kirli, çatlamış ve zamanla -farkedilmeden- içbükey bi hal almış pencerenden, tenine vurduğunda tanrısal bi şavkıma fısıldayan gün ışığında gelip geçen ve bu histerik dokunuşun farkında bile olmayan insanlara bakıyorsun. Kadınlara, adamlara, çocuklara ve ikibüklüm, sırtında kabuğunu taşıyan bi kaplumbağa gibi sırtlarında yıllardır berkittikleri dünya yorgunluğunu taşıyan ihtiyarlara bakıyorsun. . . ama olmuyor Eva, yapamıyorsun, bunu biliyorsun. . .


Pencerenin köşesinden odaya sızan gün ışığına bakıyorsun, elini uzatıp dokunmak ister gibi ipek bi kumaşa, titreyen ellerini gezindiriyorsun. Yarı açık gömleğinden içine sızmış, göğüslerinde -belki uysal bi adamın başı gibi- kendine yer edinmiş gün ışığını fark edemiyorsun, geri yanda gırtlağı kesilmiş yarı çıplak adamı fark edemediğin gibi, o adamın gırtlağına o buz gibi demiri dayayıp tereddüt etmeden yana doğru kaydırdığını fark edemediğin gibi. Farkında olmayı bırakalı çok oluyor zaten Eva. Tenine vuran güneşin seni altın sarısına boyayışı gibi uzun ve yavaş… Yerde yatan adamın artık soğumuş dudaklarına kondurduğun öpücük neyin bedeli, odaya sızan ışığa toplanmış toz tanecikleri daha mı az acı veriyor sana. . . kanında hala sana sunulan şarabın dolaştığını duyumsuyorsun bir an, ama bu adamın artık işe yaramayacak olan kısmını kesip adamın ağzına sokuştururkenki soğukkanlılığını etkilemiyor elbette, her zamanki gibi. . . Alnıma bakıp kendine güzel bir mezar taşı beğeniyorsun Eva. Alnına bakıp kendime dipsiz bi kuyu beğeniyorum. Oysa birbirimize bunları bile sunmaktan aciz olduğumuzu ağır ve tinsel dokunuşlarında gizliyorsun. Ansızın tanımadığım biri oluveriyorsun, öyle ki kendine bile yabancıymış gibi, bedenin ruhunun üzerinde emanet bi elbise gibi duruyor,


ansızın oluveriyor bütün bunlar. Az ilerde ölü yatan adamın, zemine yayılmış ılık fakat giderek soğuyan ve akışkanlığını yitiren vücut sıvısının haberi bile olmuyor. Bütün bu yabancılaşmanın sana verdiği sıkıntıyı gidermek üzere yola koyuluyorum, bir şekilde tanıdık bir iz arıyorum, kazanılmış bi esaret gibi kucaklıyorum yadsımalarını. Gece göğünde beyaz bi ayın siyah bi ayı kovalaması gibi duvarlarda ve pencereden sızan sokak lambasının ışığında ve ölü adamın artık soğumuş ve pelteleşmiş kanında yankılanıyoruz. Ve ansızın bi günebakan oluveriyorsun yüksekçe bir binanın çatısında ve yanmaya başlıyorsun, elbiselerimin bir ucundan tutuşturuyorsun düğmelerden ve yaka kenarlarından. Yanarhalimle sarılıyorum sana ve güneşe doğrultuyorum tabancanı, vurulan güneşten kan değil alev akacak üzerimize, bunu ikimizde biliyoruz üstelik. sürecek. . .



Çırılçıplak beynim Çarşaflar arasında ellerime boşalıyor Sokaklar isyan etmeye hazır gibi ama ben Her gece kollarımı kesiyorum omuzlarımdan Belki şair Beşir Fuad gibi kendimi öldürmeliyim usul usul Deneysel bir intihar harcanıp gitmiş bir hayattan evla mıdır? Salası mıdır çınlayan bu hüseyni makamı Uğultu, uğultu, zamanın ve evrenin hızla akışının Şşşşrıltısı asfalt yola değen yağmurun Zaman ne kadar yol alıyorsa mekân da o kadar yer değiştirir “We suffer everyday, what is it for?” Ama yalnızca sensin, yalnızca sen bencilce ezdiğim, ezdiğin, ezdiğimiz bütün bu cam kırıklarının doğradığı bedenimi sağalt “It' s only you, who can tell me apart. ” Kanayan beynim ve kalbim ve tütün dumanıyla yunmuş ciğerlerim Ellerimde, ellerin çarşafların arasında sadece gölgemi bulabilirdi “a stale bitter end” Hüsün kusmuğu, safra sarısı, bir baykuşun neşesi kadar gerçekçi Ve ben her gece meme uçlarımı kesiyorum paslı neşterle Gülerek neşterin paslanmasının imkansızlığından bahsediyorsun Mümkün olan şeylerin ne kadar sonlu olduğundan


At yarışı, iddia kuponu vs, vs… Ama yalnızca sensin, yalnızca sen, içindeki erkeğin, içimdeki kadının, oturup sıçtığım, eğilip kustuğun ne varsa kafası koparılmış bir seher vaktine uğrayan Ne yapıyorsan onu hissediyorsun, neyi hissediyorsam onu yapıyorum, sırtını keselerken sabunlu ellerimi koltuk altlarından sokup göğüslerini avuçlamak gibi Neyi hissediyorsan onu yapıyorum, neyi yapıyorsan hissedebildiğim ne varsa (ki var biliyorum) Boşalıyorum aniden gözlerimden ve bilek damarlarımdan patlıyorum aniden…



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.