KöklüDeğişim 69.Sayı

Page 1



KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004

İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsi Dergi Cemaziy’el Âhir 1431 Haziran 2010 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren İdari İşler Müdürü Hakkı Eren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı No: 31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abonelik&Reklam Tel: (+90) 0 312 229 77 91 Faks: (+90) 0 312 229 77 92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net

Temsilcilikler

İstanbul Bülent Kurşun Tel: 0 536 638 67 68 Bursa 0 532 627 35 89 kdbursa@hotmail.com

Abonelik ve Hesap Numaları

Yurtiçi

Yurtdışı

6 Aylık

6 Aylık

24 TL

24 TL

Yıllık (12 Ay) Yıllık (12 Ay) 48 TL

48 EUO

PTT Posta Çeki:

Ziraat Bankası Euro Hesabı Başkent Şb. TR93000100 1683474757825001 TCZBTR2A

Ahmet Sivren Adına

1911803

Ziraat Bankası TL Hesabı Başkent Şb. 4745782-5002

Baskı 01.06.2010 Rulo Ofset ve Matbaacılık Adres: K.Karabekir Cd. No: 120/86 İskitler-Ankara 0 312 312 50 75

Yerel-Süreli ISSN: 1304 - 8274

‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬ Haziran Ayı Takdim Geçtiğimiz ay içerisinde zânilerin hoş görüldüğüne, basit tartışmalar neticesinde katliamların işlenerek insan canına nasıl da kolayca kıyıldığına ve çocuk yaştaki yavrularımızın mide bulandırıcı şekilde cinsel bir obje olarak nasıl da kullanıldığına hep beraber şahitlik ettik. Bunları yaşadığımız şu günlerde; İslami bir değişimi ne kadar da arzuladığımız, ona ne kadar muhtaç olduğumuz ve tek kurtuluşun ancak onunla olacağına olan inancımız bir kez daha belirginleşti. Böylesi bir konjonktürde insana yakışan bir hayat ve onurlu bir yaşam sürmek için, İslam ile değişmek ve değiştirmek istememiz kadar doğal ne olabilir ki! Ama ne yazık ki ve ne tuhaf ki, olağan dışı ve marjinal görünen, bizim bu istek ve çalışmalarımız oluyor. Bizde bunun ne kadar olağan bir durum olduğunu göstermek ve marjinal olanın sadece ve sadece insan fıtratına ve İslam dinine aykırı olan hususlar olduğunu ortaya koymak için yine siz değerli okuyucularımızın bir kez daha yanındayız… Elhamdülillah! İç ve dış siyasette gerçekleşen birçok siyasi gelişmeden değerlendirebildiğimiz kadarı ile 69. sayımızı sizlere faydalı olabilecek şekilde derlemeye çalıştık. Azim bizden ve muvaffakiyet Âlemlerin Rabbi olan Allahu Teâlâ’dandır. Bu ayki gündem bölümümüze; “One Minute” söyleminin yalancının mumunun gibi yatsıya kadar yandığını gösteren, gasıp yahudi varlığı “İsrail’in” uzun yıllardan beri üye olmayı beklediği OECD’ye üye olmasını sağlayan ve kamuoyunda gündem oluşturmayan, üstün körü geçilen bir yazı ile başladık. Ve devamında, Kapitalizmin gücünün sanal ve kirli bir siyasetten geldiğini, Rusya ile Türkiye yakınlaşmasının nasıl yorumlanması gerektiğini, Kıbrıs’ta yeni seçim sonuçlarının nasıl doğru bir bakışla okunacağını, İran’ın uranyum zenginleştirme projesinde attığı geri adımın sorunu çözüp çözemeyeceğini, kâfirlerin bundan razı olup olmayacağını, hayvancılık konusunda Türkiye’nin içine düştüğü darboğazın asıl sebebinin ne olduğunu, Şanlıurfa da bu yıl 4.’sü düzenlenen Halil İbrahim Buluşmaları’nın arka planında ki hain emelleri, kendi putlarını yiyen ve kendi düzenlerinin günahkarları olan beşeri sistem revizyoncularını eleştiren hayırlı makaleler bulacaksınız. Ayrıca yine gündem bölümünde geçen sayılardan devam eden Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak ve İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm isimli yazı dizilerinin devamını bulacak, Allah Azze ve Celle’ye duyulan saygının ne ve nasıl olması gerektiğini izah eden bir makale ile de sonlandıracağız. Medrese-i Yusufiyeden’de bölümünde T.C. zindanlarından aranan adaleti ve Okuyucudan Gelen bölümünde de Filistin, “İsrail”, ABD ve Kudüs ile ve “El-Esmaül Hüsna Gerçeği” ile alakalı yazıları bulacaksınız. Kısa-Yorum, İktibas ve Tefsir bölümleri ile de bu sayımızı sonlandıracağız. İnşaAllah. İslam ile Değişmek ve Değiştirmek İçin KöklüDeğişim başlıyor… Hazır mısınız? Not 1: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız. Not 2: Dergimiz, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

1

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


İÇİNDEKİLER GÜNDEM “İsrail”in Zaferi Erdoğan’ın Eliyle Oldu......Hakkı Eren........3 Kapitalistlerin Güçleri Sanal ve Kaynağı da Kirli Siyasettirlığı...............................................İbrahim Er........6 Rusya-Türkiye Yakınlaşması Hayır Mı? Şer Mi?........................................Erkan Akkaya......13 Kıbrıs, Daha Ne Zaman İşgalden Kurtulacaktır?............................Cuma Canpolat......17 İran’ın Geri Adımı Yeterli Olacak Mı?...............................................Yiğit Serdengeçti......21 Türkiye’de Hayvancılığın Dünü Bugünü ve Geleceği.........................................Talha Yaşar......24 “Halil İbrahim Buluşmaları”nın Gerçeği.......................................................Abdullah Mesut......28 Kendi Putunu Yiyen Sistemler!..............Erkan Kardelen......33 Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak (3)....................................Ahmet Sadık Altınel......36 İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm......................................................Hakkı Eren......44 Allahu Teâlâ’ya Saygı Göstermek.................Esma Sıddık....48

MEDRESE-İ YUSUFİYE’DEN T.C. Adaleti! Herkese Eşit İşliyor Mu?........Murat Savaş......53

OKUYUCUDAN GELEN Filistin–“İsrail”– ABD ve Kudüs....................Fatih Hisar......56 El-Esmaü’l-Hüsna Gerçeği............................Esma Sıddık......61

KISA-YORUM Adaletin Olmadığı Yerde Adaletsizlik ve Zulüm Olur..............................................Ümit Sarıkaya......66 Vesayet Sistemi ve Düzen Partileri..........Feridun Çırak......68

İKTİBAS Firavun Mu Haklı Yoksa Şirzimetun Kelilun Mu?.................................Yalçın İçyer......70 TEFSİR Bakara Suresi 254.-256. Ayetler.....Esad Mansur......76

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

2


Hakkı EREN

M

ayıs ayının ortasında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 31 üye ülkenin oybirliği ile gasıp yahudi varlığı ve Siyonist “İsrail” Organisation for Economic Cooperation and Development (OECD) / Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü üyeliğine kabul edildi. “İsrail”, Estonya ve Slovenya, 2007 yılından beri yürütülen katılım müzakerelerinin sonucunu bekliyordu. Türkiye dâhil 31 ülkenin yer aldığı OECD’ye yeni üyeliğin onaylanması için, üye ülkelerin oybirliği gerekmektedir. Buna göre, Filistin yönetiminin Türkiye’ye yaptığı çağrılara rağmen, AKP hükümeti “İsrail’in” üyeliğini onaylamış oldu. Oybirliği ile karar alan örgütte, eğer Türkiye veto hakkını kullanmış olsaydı, “İsrail’in” üyeliği gerçekleşmeyecekti.

“koruyucusu” ilan eden Recep Erdoğan’ın Başbakanlığını yaptığı hükümet, karara şerh koyduğunu ifade etse dahi, “İsrail’in” OECD üyeliğini engelleyecek hiçbir girişimde bulunmadı. Koyulan şerh kararı da zaten gelecek olan muhtemel baskıları önlemek içindi. Yani riyakârlık aynen devam etmektedir. Ellerinden gelen bir şey varken bunu yapmayarak çok konuşan insanlar, şüphesiz ki yeryüzünün en kötü konuşan insanlarıdır. Oysaki Başbakan Erdoğan’ın her ortamda haklarını savunmaya yeltendiği Filistin yönetimi oylamadan bir hafta önce bütün OECD ülkelerine gönderdiği mektupla “İsrail’in” üyeliğinin veto edilmesini istemişti. Mektupta “İsrail’in” 2009 yılında sona eren Gazze saldırısı sonrası aynı kente uyguladığı ambargonun insanlık dışı koşullar oluşturduğu ve bu ortamı yaratan bir ülkenin OECD üyesi olmaması gerektiği ifade edilmişti. Buna ilaveten özellikle AKP hükümetine bazı heyet-

2009 yılında Davos toplantısında, “İsrail” eski Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “one minute” diyerek, kendisini Filistinlilerin

3

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


“İsrail”in Zaferi Erdoğan’ın Eliyle Oldu ler göndererek bu kararı engellemesi için ayrıca rica da bulunmuşlardı. Ama yapılan bu rica ve talepler hiçbir anlam ifade etmedi. Ve AKP hükümeti eliyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti yahudi “İsrail” varlığına devletlerarası arenada bir meşruiyet kapısı açmış oldu. Bu tavrıyla Hükümet, “İsrail”e karşı sadece söylem düzeyinde kalan bir siyaset yürüttüğünü ve zulme karşı ciddi, cesur ve samimi olmadığını ikrar etmiş oldu.

4- Ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyo-ekonomik eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi 5- Devletlerarası yükümlülüklere uygun olarak çok taraflı ve ülkeler arasında ayrım gözetmeyen dünya ticaretinin geliştirilmesine destek verilmesi, gibi… OECD’ye üye veya bu örgüte üyelik talebinde bulunan ülkeler, sosyo-politik ve ekonomik yaşamda, aşağıda belirtilen üç ilkeyi vazgeçilmez değerler olarak benimsemek zorundadırlar. Demokrasi, İnsan Hakları ve Yurttaş özgürlüğüne bağlılık…

Yaklaşık olarak yirmi yıldır OECD üyeliği bekleyen “İsrail”in Maliye Bakanı Youval Steinitz ise, bunun “İsrail” için tarihi bir başarı olduğunu vurguladı. Böylece “İsrail”in Bu ilkeler aynı zamanda yukarıda beOECD’ye katılımı sonucu uluslararası katılirtilen amaçların gerçekleştirilmesine de lım notunun artacağını ve yabancı yatırım hizmet ederler. OECD, için daha güven verici olacağını ifade etti. AKP hükümeti eliyle Türkiye bir taraftan bu ilkeCumhuriyeti Devleti yahudi lerin üye ülkelerde güçOECD kapitalist dünya “İsrail” varlığına devletlerarası lendirilmesine katkı sağdüzenin de gerçekten etarenada bir meşruiyet kapısı larken, diğer taraftan kili bir devletlerarası ekoaçmış oldu. Bu tavrıyla Hükümet, da örgüte üye olmayan nomi örgütüdür. 14 Ara“İsrail”e karşı sadece söylem ülkelerde ilkelerinin talık 1960 tarihinde imzalanıtımını yapmaktadır. düzeyinde kalan bir siyaset nan Paris Sözleşmesi’ne Kurucu olan ülkeler arayürüttüğünü ve zulme karşı dayanılarak kurulmuş ve sında Fransa, Almanya, savaş yıkıntıları içindeki ciddi, cesur ve samimi olmadığını İtalya, Belçika, Hollanda, Avrupa’nın Marshall Plaikrar etmiş oldu. Kanada, İngiltere, İspanya nı çerçevesinde yeniden ve ABD gibi ülkeler varyapılandırılması amacıyla 1948 yılında kurudır. Örgüte daha sonra katılan ülkelerden lan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün ise Güney Kore, Japonya, Avustralya gibi (OEEC) doğrudan mirasçısı konumundadır. ülkeler vardır. ABD teşkilat içinde fiilen Batı Örgütün tüzüğe bağlanmış amaçları arasınBloğu’nun lideri gibi hareket etmektedir. da şunlar vardır: OECD bünyesinde ayrıca, çevre kirliliği, enerji 1- Finansal istikrarın eşzamanlı olarak problemleri, dünya para sistemi, sermaye korunduğu üye ülkelerde ve hem de özelhareketleri, ticaretin serbestleştirilmesi, bilim likle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam ve eğitim, sanayi, insan gücü ve istihdam gibi standardının iyileştirilmesi konularda çalışmalar yapmak ve çeşitli ortak politikalar belirlemek için kurulan çeşitli 2- Sürekli ve dengeli ekonomik gelişim komiteler vardır. OECD’nin en üst organı sağlayan politikaya destek ve yardım etmek Konsey’dir. Konseyin üyeler için bağlayıcı karar alma yetkisi vardır. 3- İşsizliğin ortadan kaldırılması Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

4


“İsrail”in Zaferi Erdoğan’ın Eliyle Oldu “İsrail” için OECD üyeliği bir anlamda önemli bir prestijden öte, yıllardır uyguladığı insanlık dışı hareketler, soykırım, taciz ve tehcir politikalarını kamufle etmeye yönelik bir fırsat olacaktır. “İsrail” bu çalışmaları ile uluslararası platformlarda kendisine suni alanlar açma gayretindedir.

Siyonist katliamlara dolaylı olarak destek anlamına gelmektedir. Ve bu Allah katında çok büyük bir cürümdür. Oysaki Filistin, BOP’un model ortaklığı için bir sıçrama tahtası olarak görülmemeli tam aksine gasıp yahudi varlığını söküp atmak ve işgale son vermek için şiar edinilmelidir. Filistin üzerinden kâfirlerin verdiği kıytırık dünya menfaatlerine tenezzül edilmemeli, bu kutsal belde üzerinden ancak Allahu Teâlâ’nın vaad ettiği ahiret hesapları yapılmalıdır. Filistin’in bir karış toprağından vazgeçilmemeli ve bu asla pazarlık konusu edilmemelidir. İşte Filistin sevdası böyle bir sevda ve Filistin kavgası O’nu canından malından daha aziz bildiğimiz bir kavgadır. Varsa yüreği yeten hodri meydan…

Fakat sahte Filistin sevdalıları aynı orantıda bir gayret içerisinde değillerdir. Zira onların sevdaları da, söylemleri de, çalışmaları da tamamen yapmacık ve menfaatçidir. Ellerinde bulunan tarihi bir sorumluluğu bilinçli olarak kullanmamış ve Filistin gibi kutsal bir belde ve orada yaşayan mazlum Müslümanlar üzerinden siyaset yapmaya kalkışmışlardır. Şüphesiz “İsrail’e” üyelik yolunu açan bu utanç verici tutum vahşi olan bu işgale ve

5

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


İbrahim ER

D

evletlerarası sahnede bir devleti güçlü kılan, gelişen olayları yönlendirerek ve çıkarları doğrultusunda diğer devletlerin kararlarını etkileyerek istediğini elde edebilecek yani dünya siyasetine yön verebilecek konuma getiren husus, o devletin fiili gücüdür. Fiili güce etki eden çeşitli faktörler vardır. Yüzeysel olarak bakıldığında; siyasi, ekonomik ve askeri unsurlar devletlerin gücünü oluşturmada ön planda görünmektedirler. Bunların yanı sıra yine; teknolojik faktörler, nüfus faktörü, coğrafi konum ve diplomasi de bir devlet için önemli güç unsurlarındandır. Bir devleti güçlü kılan unsurların temelinde yatan husus ise; o devletin ideolojisini ortaya koyan, hayata bakış açısını belirleyen ve sahip olunan fikir, ölçü ve kanaatlere kaynak teşkil eden akidedir. Akidenin ortaya koymuş olduğu ideoloji ile bu ideolojiye ait koruma, tatbik ve yayılma keyfiyetlerinin beyanı, devletin iç ve dış siyasetinin içeriğini de ortaya koymuş olur. Bu durum devletin gücünü oluşturan temeldir. Çünkü onun siyasetini belirleyen de, siyaseti üzerinde etkili olan da yalnızca ideolojidir. Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Bu tür devletler kendi stratejilerini belirleyen bir ideolojiye sahip olduklarından, çeşitli sebeplerden dolayı zayıf düşmüş olsalar bile başka devletlerin veya güç odaklarının tesiri altına girmezler ve onlara boyun bükmezler. Devletler açısından güç kavramı yerli yerine konulup, bu gücü oluşturan dinamikler de derin ve aydın bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde; genelde dünyanın, özelde de İslam Ümmetinin gücü ve güçlüyü algılama konusunda ciddi yanılgılara düştüğüne tanık olmaktayız. Bu gün artık kapitalizmin dünya üzerinde tek başına hüküm sürmesi, iktisadi açıdan elde edilenler, teknolojide gelinen nokta ve bu teknolojinin silah sanayine direk etki etmesi gibi unsurlar, ABD’yi ve diğer kapitalist devletleri güçlü kılmaktadır ya da güçlü görünmelerine sebep olmaktadır. Bu devletler, dolayısı ile de kapitalizm; sahip oldukları siyasi, ekonomik ve askeri değerlerle dünyaya hükmetmekte ve dünya siyasetine yön vermektedirler. Onların sahip oldukları gücün boyutları ortadadır. Ancak; bu gücü sırf hissederek değerlendirmek, onu fikir süzgecinden geçirmemek ve meseleye siyasi

6


Kapitalistlerin Güçleri Sanal ve Kaynağı da Kirli Siyasettir basiretten yoksun yaklaşmak, statükoya yani dayandığını ve onların bekasını sağlayan şemevcut duruma teslim olmayı da berabeyin de, onların güdümündeki ajan yönetimrinde getirmektedir. Mevcut durum ise; söler olduğunu açıkça görebiliriz. Bu durumu mürgeci kâfirlerin Müslümanlar üzerindeki daha iyi idrak edebilmek için tarihsel sürece tahakkümünden, mallarına, canlarına ve ırzbir göz atmamız yeterlidir: larına kastetmesinden ve ümmeti zillete terk Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osetmesinden başka bir şey değildir. Başka bir manlı İslam Devleti’nin müttefikleriyle birlikifade ile Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın ilahlığıte yenik sayılmasının ve buna bağlı olarak da nın, egemenliğinin dolayısıyla da O’nun hailerleyen süreçte Hilafet’in ilgasıyla resmen yat nizamının yürürlükten kaldırılıp, yerine ortadan kaldırılmasının ardından, Kapitalist insanların egemenliğinin ve insan aklı ürünü İdeolojinin “Güneş Batmayan İmparatorlubir hayat sisteminin getirilmiş olmasıdır. İşte ğu” olan İngiltere’nin dünya siyasetinde I. bu vahim duruma ve bu duruma ilişkin AlDevlet konumuna yükselmesi teyit edilmiş lah Subhanehu ve Teâlâ’nın oldu. Yaklaşık aynı yıllaremir ve nehiylerine rağ...Son Yüzyılı Değerlendirdi- da Ekim 1917 Devrimiyle men; Kapitalist sömürgeğimiz Zaman; Gerçekte Sömürgeci Çarlık Rusya’sının yıkılıp cilerin gücüne takılmak, yerine sosyalist/komüonların gücü üzerinden Kapitalistlerin Güçlerinin Sanal nist ideoloji temeli üzerihesaplar yapmak sure- Bir Güç Olduğunu (Varsayımlara ne bina edilen Sovyetler tiyle Allah’ın vaadinden Dayandığını), Onları Güçlü Birliği’nin kurulması başumut kesmek veya O’nun Kılan Şeylerin Uyguladıkları langıçta kapitalistler için davasına karşı duyarsız “Kirli Siyasetle” Elde Ettikleri bir sorun oluşturmasa Sömürgelerine Dayandığını Ve da, bu durum II. Dünya kalmak, bir Müslüman’ın maruz kalabileceği en büOnların Bekasını Sağlayan Şeyin Savaşından sonra tamayük tehlikedir. De, Onların Güdümündeki Ajan men tersine dönmüştür. َّ ‫إِنَّما َٰذلِكُم‬ Yönetimler Olduğunu Açıkça II. Dünya Savaşının ar‫اء ُه‬ ُ ‫ان يُ َخو‬ ُ ‫الش ْي َط‬ َ َ ‫ِّف أَ ْول َِي‬ ُ Görebiliriz. ‫ِين‬ ِ ‫وه ْم َو َخا ُف‬ dından savaşın galipleَ ‫ون إِ ْن ُك ْنتُ ْم ُم ْؤ ِمن‬ ُ ‫َف اَل َت َخا ُف‬ rinden biri olan Sovyetler “İşte o şeytan ancak Birliği’nin Doğu Avrupa’yı ideolojisi altına kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız alarak genişlemesi, diğer galip devlet olan onlardan korkmayın, Benden korkun.” (Al-i ABD’nin de kendi kabuğundan çıkarak gözüİmran 175) nü, çoğu İngiltere’nin sömürüsü altında olan Onları (kâfirleri) değerlendirirken teslimiyerüstü ve yer altı zenginliklerine çevirmesi yetçi bir bakıştan kurtulmak elzemdir. Onve bunları elde etme azmi, iki kutuplu dünların vakıasını çok iyi idrak ederek, aslında ya düzenini de beraberinde getirmiş oldu. II. onların gücünün nelere dayandığını da çok Dünya Savaşından yaralı çıkan İngiltere ise, kolay bir biçimde anlayabiliriz. İşte bunu geri planda kalmış ve elindekileri kaybetmebaşarabildiğimiz ve bu doğrultuda da son menin derdine düşmüştür. yüzyılı değerlendirdiğimiz zaman; gerçek1961 Viyana Antlaşmasıyla Sovyetler Birte sömürgeci kapitalistlerin güçlerinin sanal liği kendi ilerlemesinin önüne set çekmiş ve bir güç olduğunu (varsayımlara dayandığıideolojisinin sacayaklarından birisini (yanı), onları güçlü kılan şeylerin uyguladıkları yılma) keserek, ideolojiyi kendi sınırlarına “kirli siyasetle” elde ettikleri sömürgelerine

7

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Kapitalistlerin Güçleri Sanal ve Kaynağı da Kirli Siyasettir hapsetmek suretiyle yıkılma sürecini başlatmıştır. Nihayetinde de bu uygulamadan otuz yıl sonra sosyalist/komünist ideoloji ile onun güçlü temsilcisi olan Sovyetler Birliği Devleti dünya sahnesinden silinmiştir. Şu an itibari ile dünyada komünizme yönelik yalnızca birkaç şekli uygulama mevcuttur. Dolayısıyla iki kutuplu dünya düzeni ortadan kalkmış ve dünya tamamen kapitalist ideolojiye teslim olmuştur. Oluşan bu yeni düzenle birlikte, dünya üzerindeki egemenliği tesis yani dünya üzerindeki servetleri ve stratejik noktaları kontrol altına alma mücadelesi, bu sömürü ideolojisinin (kapitalizmin) devletleri arasında geçmeye başlamıştır. İnsanlık için son derece tehlikeli olan bu oyunun başrolünde, eline geçirdiği dünya liderliğini daha da sağlamlaştırıp perçinlemeye çalışan ABD vardır. O’nun mücadelesi de, ağırlıklı olarak eski başrol oyuncusu olan İngiltere ile O’nun sahip olduklarını ele geçirmeye yöneliktir. İngiltere ise elinde kalanları korumak ve kaptırdıklarını da yeniden ele geçirmek için mücadele vermektedir. Bu iki devletin birbirleriyle olan mücadelesi, dünya üzerindeki siyasi mücadelelerin esasını teşkil etmektedir. Her ne kadar bazı Avrupa Devletleri ile Rusya, Çin ve Hindistan gibi devletler bu siyasi mücadelenin içinde bulunuyor olsalar da, onların mücadeleleri ideolojik olmayıp, genellikle ekonomi esaslı ve dar sahaların hedeflendiği mücadelelerdir. Bunların hedefi de kısaca; birinci devlet konumundaki devleti sıkıştırmak, onun zaafları kollamak ve ona karşı kendilerinde var olan kozları kullanmak suretiyle menfaatler elde edebilmektir.

topraklar, hızla parçalanarak ve hatta siyasi komplolarla aynı bölgeler birkaç defa bölünerek Kapitalist İdeolojinin bekasına hizmet edecek “lokmalar” haline getirilmişlerdir. Bunların içinde Sovyetler Birliği’nden kalan Doğu Avrupa Devletleri, konumları ve sahip oldukları açısından değerlendirildiklerinde, dünya siyaseti açısından herhangi bir öneme sahip değildirler ve genel olarak da etkisiz eleman olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Kapitalist bekaya hizmet eden ve şu anda da bu siyasetin figüranlığını yapanlar; gerek sahip oldukları yer altı ve yerüstü zenginlikleri açısından, gerekse bulundukları stratejik konumları açısından neredeyse tamamını Müslümanların oluşturduğu “İslam Beldeleri” ve bunun dışında kalan Afrika’nın diğer kısımlarıdır. Türkiye’den Kıbrıs’a, Ortadoğu’dan Arap Yarımadasına, Kafkaslardan Ön Asya’ya ve Afrika’nın Kuzeyinden Ortalarına kadar olan bu geniş yelpazenin tamamı “İslam Beldesidir” ve “Kapitalist Dünya Siyasetinin” üzerine odaklanmış olduğu bölgedir. Buralar dünya siyasetinin kalbinin attığı yerlerdir. Oraların figüranları ise kesinlikle çoğunluğu Müslümanlardan meydana gelmiş olan halkları değil, kapitalizmin kurduğu şekli devletler ile o devletlerin başında bulunup da sömürgecilerle işbirliği yaparak kendi halklarına ihanet eden yöneticilerdir. Çünkü “sömürgeci kâfirlerin” o bölgelerdeki tahakkümlerini sağlayan ve mevcut siyasi senaryolarını devam ettiren en önemli husus, bu yöneticilerin/figüranların bölgelerinde üstlendikleri rollerdir. Halklar ise her ne kadar bu rolün bir parçası gibi görünseler de, aslında onlar bu “siyasi tezgâhın” mağdurları ve mazlumlarıdırlar.

Dengelerin çok hızlı bir şekilde değiştiği bu son yüzyıllık dilim, dünya siyaset sahnesinin figüranlarını da hızlı bir şekilde oluşturmuştur. Dikkat edilecek olursa; I. Dünya Savaşı’ndan sonra “Hilafet Topraklarıyla”, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra ortada kalan “Komünist Şemsiye” altındaki Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Dünya siyasetine bu bakış açısıyla bakmak, bu siyasetin üzerinde döndüğü gerçekleri görmek açısından önemlidir. Bu bakış açısıyla baktığımızda bizler açısından ABD

8


Kapitalistlerin Güçleri Sanal ve Kaynağı da Kirli Siyasettir ile İngiltere, AB, Rusya veya diğerlerinin birbirlerinden hiçbir farkı yoktur. Bu bakıştan ortaya çıkan tek gerçek, “İslam Beldelerinin” her karışının bu devletlerden herhangi birisinin tahakkümü/sömürüsü altında olduğu gerçeğidir. Bu kapitalist istila sayesinde, onların bekası teminat altında gözükmektedir. Onların varlığı da, askeri, siyasi ve ekonomik alanlardaki güçleri de bu bölgelerdeki varlıklarını devam ettirebilmelerine bağlıdır. Bu bölgeler ise bize aittir.

ekonomik bir çöküş demektir. Kapitalizmin ekonomisinin çürüklüğünü ve uygulamış olduğu ekonomik sistemin bozukluğunu anlamak için ekonomik deha olmaya gerek yoktur. Önemli olan vakıayı derinlemesine analiz ederek sağlıklı bir düşünce ortaya koyabilmektir. Mesela dünya tarihi boyunca insanlar belli dönemlerde çok büyük ekonomik sıkıntılar yaşamışlardır. Yaşanan bu sıkıntıların genelde iki sebebi olmuştur: Bunların birincisi kıtlıklardır; bu hususta insanların yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü vuku bulan husus Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya ait olan ve kaza dairesinde gerçekleşen bir husustur. Bu durumda insanlar, varsa stoklarına yönelirler, yoksa da yönetimler bu mağduriyeti gidermek için değişik yollar ararlar ve bir sonraki döneme yönelik tedbirler alırlar. İkincisi ise; zalim yönetimlerin ve eşkiyaların insanların mallarını gasp etmeleri ya da mallarını talan etmeleridir. Bu durum da, Allah onlara bir çıkış kapısı gösterene kadar devam eder. Ancak “ekonomik kriz”, yalnızca kapitalizmle birlikte ortaya çıkan ve kendi ideolojilerini bile tehlikeye atan bir husustur. Her bir krize farklı isimler verseler de aslında mesele tektir. İlki 1873 yılında ortaya çıkan ve “piyasa daralması” adıyla anılan krizle, sonuncusu günümüzde hala devam eden ve “sermaye krizi” diye anılan kriz arasında esas itibari ile herhangi bir fark yoktur. Bunlar kapitalizmin tamahkârlığı ve beceriksizliği neticesinde ortaya çıkmış krizlerdir.

İşte bu yüzden kapitalistlerin sahip oldukları güç hangi açıdan bakılırsa bakılsın gerçek değil sanaldır, yani mesele onların güçlü olmaları değil, güçlü kabul edilmeleridir. Bu ön kabulü gerçekleştirenler ise; akidevi açıdan kendilerinde problem bulunması sebebiyle kendi dinlerine karşı güvenlerini yitirerek, Batının İslam hakkındaki fitnelerine ve Müslümanlar üzerindeki siyasi oyunlarına alet olanlarla, samimi olmalarına rağmen kendilerinde oluşan fikri ve siyasi zafiyet yüzünden yüzeysel düşünmekten öteye geçemeyen bazı zavallı Müslümanlardır. Gerçekleşen bu ön kabuller, beraberinde teslimiyeti getirmekte ve onlarla birlikte hareket etmeyi gerektirmektedir. Bu vahim durum da onların bekasını güvence altına almaktadır. Oysa kapitalist sistem, adı üstünde sermaye sahiplerinin etkin olduğu ve yönetimin onlar tarafından şekillendirildiği bir sistemdir. Dolayısıyla onlar için sermaye, zenginlik, kazanç vs. her şeydir ve nasıl elde edildiği hiç önemli değildir. Sistemin bekası için ekonomik yön asıldır. Dolayısıyla onların bu asıl teşkil eden yönüyle ilgili gücü yani ekonomisi bile sanaldır. Sömürgelerinden hortumladıklarıyla ayakta durabilmekte ve varlıklarını devam ettirebilmektedirler. Bu musluklar kesildiği anda ekonomik açıdan yapabilecekleri hiçbir şey yoktur ve böyle bir olay onlar için kısa bir sürede gerçekleşecek

Yeryüzünde var olan bütün yer altı ve yerüstü zenginliklerine, sahip olunan muazzam teknolojiye ve Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın vermiş olduğu bol nimetlere rağmen kendi ekonomik sistemini kilitlemek, insanları maddi açıdan bunaltmak ve bazı bölgeleri yıllarca açlığa terk etmek kolay bir iş olmasa gerek. Bu tip krizler her ne kadar

9

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Kapitalistlerin Güçleri Sanal ve Kaynağı da Kirli Siyasettir kapitalizmin işleyişi ile lirgin bir şekilde hissedililgili olarak zaman zaOnların Askeri Güçleri ise miştir. Bu yüzden askeri man kasıtlı olarak oluşSadece Gelişmiş Araçlardan ve alandaki başarıları da, turulsa da, bu son krizle İleri Teknoloji Ürünü Silahlardan askeri müdahalenin gerbirlikte artık iş onların çekleştirildiği bölgedeki İbarettir. Bunları Kullanan ve kontrolünden çıkmıştır. ajanlarına ve onların desSevk Eden İnsan Gücü Açısından Zati bir değeri olmayan teklerine bağlı olmuştur. ise Onlar İçin Çok Daha Vahim ve bir kâğıt parçasından Özetlemeye çalıştığımız Bir Durum Söz Konusudur. ibaret olan ancak siyasi gibi sahip oldukları güç tesirlerle değerli kabul ve o gücü oluşturan unedilen para birimleri, her an patlayabilecek surların hiç birisi kendilerine ait değerlerden ve ekonomiyi çökertebilecek kadar tehlikekaynaklanmamaktadır. Onları güçlü kılan ya li bir husus olan borsa gerçeği, siyasi krizle da öyle görünmelerine sebep olan hususlar, birlikte can çekişen büyük sermaye şirketleİslam Beldelerinde sahip oldukları sömürüri, insanlara kan ağlatan faiz sistemi, maddi ler ile onları destekleyen işbirlikçi yönetimsıkıntı içindeki toplumlar ve mülkiyetlerle lerdir. Bu yüzden kapitalistler ve onların ilgili yapılanmalar Kapitalist ideolojinin gerajanları tarafından bu bölgelerde yürütülen çek gücünü ortaya koyan unsurlardır. Onun siyasetin açık olması yani halklar tarafından kendi bekasının asli unsuru olan ekonomi ile anlaşılabilir olması en büyük tehlikedir. Onilgili bile yaptıkları ve bundan sonra da yalar açısından açık siyaset demek, “açıkların pabilecekleri ancak bu kadardır. ortaya çıkması” demektir. Bugün ister ABD gibi birinci konumdaki devlet olsun, isterse İngiltere ve diğerleri olsun, bütün kapitalist devletlerin siyasi güçlerinin kaynağı; sahip oldukları bu çürük ve sanal ekonomiyle birlikte, sömürü altında tuttukları İslam Beldelerindeki yönetimler ve bu yönetimleri sürdüren ajan yöneticilerin kendilerine olan sadakatlerine bağlıdır. O yöneticilerin kendi tebalarına karşı yapmış oldukları her ihanet, kapitalistlere ekonomik ve siyasi bir güç olarak geri dönmektedir. İşte onların siyasi gücünü oluşturan unsurlar da ana hatlarıyla bunlardır.

Onların varlık sebebi ve bekasının teminatı olan kirli siyasete gelince: Kapitalist İdeolojinin “kaypak” yapısı ile teknolojinin ulaştığı seviye, son bir asırda çok hızlı bir şekilde değişen güç dengeleri ve bu dengelerin sürekli olarak zorlanması, siyasi planları ve bunların uygulama üsluplarını da etkilemiştir. Siyasi manevralar, şantajlar ve tehditler devletlerarası siyasette kullanılabilir hususlardan olmalarına rağmen, özellikle İslam Topraklarında kurulmuş olan devletlerin yöneticileri bu hususları yaklaşık bir asırdır kendi halklarına uygulamaktadırlar. Başlangıçta uygulanan bu necis siyasetle Müslümanların birbirleriyle olan bağları nasıl koparılmış, oluşturulan sahte değerler ve yalan söylemlerle araları nasıl açılmışsa, bu gün de yalan ve tehditlere dayalı bu siyasetle İslam topraklarındaki statüko muhafaza edilmektedir. İşte üzerine dikkatlerin yoğunlaştırılması gereken nokta da budur.

Onların askeri güçleri ise sadece gelişmiş araçlardan ve ileri teknoloji ürünü silahlardan ibarettir. Bunları kullanan ve sevk eden insan gücü açısından ise onlar için çok daha vahim bir durum söz konusudur. Bu yüzden giriştikleri her askeri harekâttan başarısızlıkla çıkmışlardır. Askeri personel açısından yaşadıkları sıkıntılar ise bu harekâtlarda daha be-

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

10


Kapitalistlerin Güçleri Sanal ve Kaynağı da Kirli Siyasettir mı mülgadır.” İfadelerini içeren yasa 3 Mart 1924 tarihinde TBMM tarafından kabul edilmiş, 6 Mart 1924 yılında Resmi Gazete’nin 63. Sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (Yayımlandığı Düstur: Tertip:3, Cilt:5, Sayfa:323). Bu kanunun kabulü ve yürürlüğe girmesi, bir devletin kendi halkına uygulamış olduğu aldatmaca siyasetin ilk ve en önemli örneğini oluşturmaktadır. Hilafetin ilgasına neden olan hususları, kendilerince haklı gerekçeleri ve bunun halkın iradesiyle gerçekleştirildiği hususlarını bir kenara bırakıp (ki bunlar da doğru değildir) sadece kaldırılma gerekçesinde geçen “Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan…” ifadesi bile bugüne kadar doğruluğu ortaya konulamamış gerçek dışı bir ifadedir. Ancak bu ifade, o günkü halkın tepkisinin önüne geçebilmek açısından oldukça önemli bir ifadeydi. Gerçekte ise hükümet ve cumhuriyet kelimeleri ne mana bakımından böyle bir anlamı ifade etmektedir, ne de bu kelimelerin mefhumunda böyle bir anlam barınmaktadır. Hükümet kelimesi genel anlamda hükmetme yetkisine sahip olan otoriteyi ifade eder. Cumhuriyet kelimesi ise halkın/cumhurun yani çoğunluğun egemenliğini ifade eden bir yönetim biçimidir. Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın egemenliğinin tesisini gerçekleştiren “Hilafet” makamının bu kelimelerin ne manasında ve ne de mefhumunda yer alması mümkün değildir ve bu kelimelerle uzaktan ve yakından en ufak bir ilişkisi yoktur. O günkü meclisin almış olduğu bu kararın ve yapmış olduğu yasanın tek bir anlamı vardır. O anlam da; İslam’ın hükümlerinin hayattan kaldırılması için öncelikle onu tatbik etmekle mükellef olan makamın devre dışı bırakılması ve İslam’a ait olan ne varsa yok edilmesidir. Bu yüzden bu durumun İslam’a ve Halifesi’ne sıkı sıkıya bağlı olan ümmet tarafından bilinmemesi gerekmektedir. İşte mesele bundan ibarettir.

Bir devletin kendi iç siyasetini kendi tebasından gizlemesi, bu siyaseti; yalan, çarpıtma ve tehditlerle yürütmesi siyasi anlamda yobazlıktır, kendi halkına ihanettir. Bu durum, halkla yönetim arasındaki uçurumun bir ifadesi yani toplumla devletin birbiriyle farklı değerlere sahip olduğunun ve aynı cinsten olmadığının bir göstergesidir. Oysa tebasıyla barışık olan ve varlıklarını tebasının akidesine dayandıran yönetimler; yalnızca o tebanın bekasına yönelik olan ve onun maslahatlarıyla ilgili olup da stratejik olarak gizlenmesi gereken hususlarda gizli siyaset yürütürler. Bunun dışındaki uygulamalar, bu gün de devam ettiği gibi yönetimlerin tebasından korktuğunun ve bu yüzden de onun uyanmasını istemediğinin bir göstergesidir. Hilafet’in ilgasıyla birlikte ortaya çıkan devletçiklerle, onlara dikte edilen nizam ve yönetimlerin uygulamış oldukları siyaset bu minval üzeredir. Müslümanların bu kirli siyasetin ortasına atıldığı dönem Hilafet’in ilgasıyla birlikte başlamıştır. Bu ilgadan önceki süreçte, batı kültürü ile onun gönüllü(!) elçilerinin tesiri ve son yüz elli yıl boyunca devam eden emperyalist saldırıların neticesinde ortaya birçok olumsuzluk çıkmıştır. Bütün bu olumsuzluklara ve ümmetin sürekli olarak maruz kaldığı kışkırtmalara rağmen; ne devlet kendi halkını/ümmeti düşman olarak görmüş, ne de ümmet kendi devletinden kurtulmak istemiştir. Bilakis bu iki unsur arasındaki bağ çok kuvvetliydi. Bu yüzden hilafetin ilgası ve onun ümmetten gizlenmesi için de böle siyasi bir manevraya ihtiyaç vardı: Hilafet’in ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki haricine çıkarılmasına dair 431 No’lu devrim kanunu: Madde-1 “Halife halledilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan, Hilafet Maka-

11

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Kapitalistlerin Güçleri Sanal ve Kaynağı da Kirli Siyasettir Bu siyasi icraat, İslam Beldelerinde bahsettiğimiz türden siyasetin en acı uygulamasıdır.

onların güçlerinin ve güçlerine dayanak olan unsurların çürüklüğü ortadadır. Bu hallerine rağmen hala ümmete tahakküm edebilmeleri, onu zillete terk etmeleri, canlarına ve mallarına kastedebilmeleri ise asıl vahim olan husustur. İslam akidesinin ve ondan kaynaklanan fikirlerin, duyguların ve nizamların ümmette oluşturacağı gücün yanında onların gücünün varlığından bile bahsedilemez. İslam Devleti asırlar boyunca bu güçle âleme hükmetti ve yine bu güçle bugün sanal güç sahibi bu devletleri önünde diz çöktürttü.

İslam ümmeti üzerindeki tesiri çok büyük olan bu uygulamanın neticesinde, ümmet parçalara ayrılmış ve işleri sömürgeci kâfirlerin insafına(!) terk edilmiştir. O tarihte kurulan yeni devletler ve onların başındaki ajanlar aynı siyaseti günümüze kadar devam ettirmişler ve efendilerinin güçlerine ve bekalarına çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu ajan yöneticiler öylesine takdire şayan(!) işler gerçekleştirmişlerdir ki, onların işbirliği olmasa ümmet bu hallere düşmez; onların akideleri, kültürleri ve hayat nizamları (demokrasi, cumhuriyet, laiklik vs.) Müslümanların zihinlerine ve yaşantılarına tesir etmemiş olurdu da, böylece sömürgeci kâfirler de burunlarını İslam Topraklarına sokamazlardı. Hatta sokmuş olsalar bile o burunları anında kırılır ve Müslümanların kılına bile zarar vermelerine izin verilmezdi. Bugün de sömürgecilere karşı içten bağlı olanlar aynı çizgide ve büyük bir kararlılıkla görevlerini yerine getirmektedirler. Aynı kirli siyaset Müslümanların hayatlarındaki varlığını sürdürmeye devam etmekte ve başta ABD olmak üzere sömürgeci devletlerin bekalarına yönelik gayretler olanca hızıyla devam etmektedir. Yapılan her siyasi icraat onların çıkarınadır. “Yapılmak istenen anayasa değişikliği, nükleer sorunun çözümü için yapılan İran ziyareti, zaman zaman İsrail’in hedef alınması veya İsrail’le yapılan diplomatik temaslar, Kıbrıs seçimlerinin arz ettiği önem” gibi daha birçok siyasi husus ve hatta bütün siyasi hususlar, onların çıkarlarına yönelik senaryoların hayata geçirilmiş halleridir. Bu konuların altında yatan gerçek budur.

Allah’a ve Rasulü’ne düşman olanlarla onların işlerini kolaylaştıranlara karşı bu ümmetin son derece uyanık olması elzemdir. Onların varlık sebebi olan, İslam’a yönelik sorgulamalarına ve Müslümanlara yönelik fitnelerine asla pirim vermemelidirler. İslam, batılın karşısında savunma aracı yapılacak ruhani bir din değil, batılın kafasına çarpılarak onu paramparça edecek bir hayat nizamıdır. İslam, kâfirlerin zulmü altında ve zillet içerisinde yaşayan mazlumların çektiklerinin hesabını sorarak, o sömürgecilere ve Yahudi varlığına hak ettikleri muameleyi uygulayacak bir otoritedir. Bu otoriteyi tesis etmek ise Müslümanlar üzerindeki en öncelikli mesuliyettir ve Allah’ın ikamesini farz kıldığı bir husustur. Elbette Allah Subhanehu ve Teâlâ bu yolda çalışanların amellerini zayi etmeyecektir ve elbette nusretini gönderecek ve nurunu tamamlayacaktır. Yeter ki Müslümanlar kâfirlerin görüntülerine kanıp onlardan korkarak umutlarını yitirmesinler, yeter ki bu yolda yürürken arkalarında Allah Subhanehu Teâlâ’nın yardımı olduğunu unutmasınlar… ِ ‫ور اللَّ ِه ِبأَ ْف َو‬ ‫َو كَرَِه‬ ِ ُ‫ِم َواللَّ ُه ُمت ُِّم ن‬ َ ‫يُرِي ُد‬ َ ُ‫ون لِيُ ْط ِفئُوا ن‬ ْ ‫ورِه َول‬ ْ ‫اهه‬ ‫ون‬ َ ‫ِر‬ ُ ‫ا ْلكَاف‬

İşte sömürgecileri güçlü kılan hususlarla, güçlerinin dayandığı temeller bunlardır. Onlar bu şartlar altında değerlendirildiğinde,

“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler istemese de Allah kendi nurunu tamamlayacaktır.” (es-Saff 8)

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

12


Erkan AKKAYA

Y

ıl 1921, feleğin çemberinden geçmiş iki yeni devletin ilk anlaşması Moskova’da yapılmıştı. Sovyet Rusya ile 1.TBMM’nin Moskova’da bir araya gelerek geçmişlerine set çektiği ilk yakınlaşma siyaseti birkaç madde ile dünya devletlerinin dikkatini çekiyordu. Zira en önemli maddesi Osmanlı hükümetinin Çarlık Rusya ile yaptığı bütün anlaşmaların geçersiz sayılacak olmasıydı ki bu iki ülkenin makûs talihini gözler önüne sermektedir. TBMM, Osmanlı hükümetinin bütün kararlarını feshediyor, Sovyet Rusya’da Çarlıktan kalan izleri silmeye çalışıyordu. Aynı zamanda Rusya; itilaf devletleri ile mücadele eden TBMM’nin de aslında emperyalizmle mücadele ettiğini düşünüyor ve her konuda destek veriyordu. Zira kendisi de Bolşevik (komünist) rejimi ülkesinde yerleştirmek için çaba harcıyordu. Rusya misak-ı milli sınırlarını ve kapitülasyonların kaldırılması fikrini kabul etmiş Türkiye ile olan sınırların TBMM’nin lehine çizilmesine fırsat vermiştir. Burada güttüğü en büyük menfaat Türkiye’de emperyalist

güçlerin varlığını engellemek ve güneyde kendisine yakın politik düşüncede olan tampon bir bölge oluşturmaktı. Mustafa Kemal liderliğindeki TBMM ile Lenin liderliğindeki Rusya arasında yapılan birçok dostluk anlaşması ve Kurtuluş Savaşı’nda yaptıkları yardımlar için minnettarlığın göstergesi olarak Taksim Cumhuriyet anıtına M. Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın hemen yanlarında da Sovyet General Mihail Frunze ve Mareşal Kliment Voroşilov’un heykelleri diktirilmiştir. I. Dünya Savaşı’nda düşman iki ülkenin, savaştan sonraki bağımsızlık mücadelesinde kurduğu dostluk; ne var ki uzun sürmemiştir. II.Dünya Savaşı’ndan en kârlı çıkan ülke olan Amerika Birleşik Devletleri Sovyet Rusya ile uzun soluklu bir soğuk savaş yürütecektir. Çünkü taşıdığı kapitalist ideoloji için komünist tehdit yok edilmesi gereken bir kangrendir. Bu bağlamda dünya, bir taraftan komünizmin tehditkâr tavırları, diğer taraftan kapitalizmin sömürgeci yaklaşımlarıyla

13

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Rusya-Türkiye Yakınlaşması Hayır Mı? Şer Mi? iki kutba bölünmüş, doğusu ve batısıyla iki blok halinde yönetimlerini sürdürmüşlerdir. Savaştan önceki Büyük Britanya, gücünü önemli ölçüde kaybettiği için elindeki sömürge ülkeleri korumakla yetinecektir. Tabi bu kolay olmayacaktır. Zira birçok İngiliz sömürgesini kendi tahakkümüne alan ABD, 50’li yıllarda Türkiye’yi de büyük oranda kontrol altına almıştır. Türkiye’nin 1952’de NATO’ya sokulmasıyla beraber Rusya algılaması da değişmek ve dönüşmek zorunda kalmıştır. Geçmişteki dostane tavırlar ‘Kızıl Tehdit’ korkusuyla bastırılmış ve doğu bloğundaki komünist tehlikenin kotarılması (üstesinden gelme) işi T.C.’ye bırakılmıştır. Komşu ülkeler olması hasebiyle birbirine birçok konuda muhtaç olan iki ülkenin 1960-70’lerde ekonomi ilişkilerinde gelişme, 1984’te doğalgaz alanında yapılan anlaşmalar ile soğuk havaların ısınmasına sebep olmuştur.

çekleşmiş, Başkan Putin’in Aralık 2004’deki Ankara ziyareti sırasında iki ülke arasında ticaret hacminin önümüzdeki üç yıl içinde 25 milyar dolara çıkarılması konusunda uzlaşmaya varılmıştır. Ayrıca ziyaret sırasında iki ülke arasında enerji alanındaki işbirliğinin genişletilerek sürdürülmesi konusunda önemli uzlaşmalara varılmıştır. Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Ocak 2005’de Moskova’ya yaptığı ziyaret de iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi bakımından önemli olmuştur. İki ülke arasındaki ilişkiler sadece iktisadi olmamış güvenlik ve terörizmle mücadele konusunda da ‘Avrasya Eylem Planı’ imzalanmıştır. Bu planla Avrupa’dan Asya’ya uzanan koridor boyunca tehdit olarak Müslümanlar lanse edilmiş ve ‘İslam Terörü’(!) için ortak önlemler alınmıştır. Böylesi bir hengâmede herkes payına düşen menfaat kadar hamle yapmak konusunda ellerinden geleni yapmaktadır. Ülkelerin stratejik etki alanları, ittifak halinde olduğu ülkelerin çıkarlarına ters düşmemesi gibi birçok etken bu anlaşmaların seyrini çizecektir.

SSCB’nin yıkılması ile değişen Rusya’nın, Türkiye algılaması da değişmiş, Kafkaslarda ve Orta Asya’da oluşabilecek Amerika tehdidinin Türkiye tarafından icra edileceği tezleri düşünülmeye başlanmıştır. Bu sırada her ne kadar jeopolitik rekabet olsa da ekonomik işbirliği süreci de devam etmektedir. Rusya’nın sıcak denizlere inme isteği, Karadeniz’deki tanker geçişini sınırlandırma düşüncesi hatta Avrupa’ya ulaşırken kırılma noktası olarak Türkiye’yi gözden kaçırmamasını gerektirmiştir. Menfaatler savaşında ikili ilişkilerden nemalanmada yarışırcasına 1997’de Rusya Başbakanı Victor Cernomirdin Türkiye’nin ekonomik anlamda stratejik ortakları olduğunu ifade etmiş, Ekim 2000’de Türkiye’yi ziyaret eden Başbakan Mihail Kasyanov da ticaret hacminin 3 milyar dolardan 10 milyar dolara çıkarılmasını önermiştir. 2003 yılı itibariyle bu hedef gerçekleşmiştir. Ekonomik alanda sıkı işbirliği sonucu bugün geldiğimiz noktada Mavi Akım projesi gerHaziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

11-12 Mayıs tarihlerinde Medvedev’in gerçekleştirdiği ziyaret ile ülkeler arasında 25 kadar protokol imzalanmış ve ortalama 25 milyar dolarlık yatırımın önü açılmıştır. Bu anlaşmalardan bazıları tarım ve ziraat sektöründe olduğu gibi ulaşım ve enerji alanında da olmuştur. Aynı zamanda karşılıklı vize muafiyeti kaldırılmış olup, 90 gün içinde 30 günden daha kısa seyahatler için vize gerekmeyecektir. Üretimde kolaylık ve sağlık konularında da anlaşmaların yapıldığı bu ziyarette Rusya ayrıca tavuk ve kümes hayvancılığında da Türkiye’nin birinci ihracatçı ülkesi olmak istemektedir. Kafkas-Samsun demiryolu feribotu üzerinden de Rusya Federasyonu ile Türkiye arasındaki ulaşım ağı daha kompleks hale getirilmesi adına imzalar

14


Rusya-Türkiye Yakınlaşması Hayır Mı? Şer Mi? atılmıştır. Turizm alaile Avrupa arasındaki nında ve kültür-sanat Nükleer enerji bir devletin gaz geçişinin tankerleretkinlikleri alanında diğer devletlere olan bağlılığını le yapılmasının deniz bakanlıklar nezdinde trafiğini olumsuz etkikırmak için önemli bir fırsattır imzalar atılmasıyla da lediğini ve güvenliği ama bu kendi topraklarında her alanda Rusya ile tehdit ettiğini ifade etkendi mühendislerince işletilip, mekte ve buradaki geTürkiye arasında sıcak yine kendi dağıtım şirketleriyle çişlerin boru hatlarıyla bir yakınlaşma olduğu sağlandığında geçerlidir. tüm dünya kamuoyusağlanmasını istemekna deklare edilmiştir. tedir ki bu hattın döBütün bu imzalar ne anlama geliyor, iki ülke şenmesinde yine söz sahibi Rusya olmak zoarasındaki ilişkiler nasıl açıklanmalı ve gerundadır. İkinci Dünya Savaşı ile boğazların lecekte devletlerarası diplomasi bu konuya statüsünün ABD ve Avrupa lehine değişmenasıl bir yaklaşım sergileyecek? Tüm bu sosiyle devletlerarasında sıkça soğuk rüzgârlar rular bu ziyaretin esas gayesini gözler önüne esmesine sebep olan bu meseleyi de Rusya serecektir. lehine çözümlemek istemektedir. Tüm bunlar göstermektedir ki, bu anlaşma metinleri kısa vadede Türkiye, uzun vadede Rusya lehine olacaktır. Bu da vizelerin kaldırılması gibi önemli bir meseleyi Rusya tarafından kabul edilip, sürdürülebilir ilişkiler için çok da önemsiz kılmaktadır. Tabi bu ziyaretler gerçekleşirken, imzalar atılıp anlaşmalar onaylanırken Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm bunlardan gafil olduğu, Türkiye’ye karışmadığı ve sessiz kaldığı düşünülmemelidir. Aksine tüm bu işbirliği Türkiye’nin bölgede yükselen bir güç olup, diğer devletlerden eksik olan yanlarının tamamlanması adına yapılmış ve tabiri caizse ABD’nin eli kolu hükmündedir. ‫ض‬ ٍ ‫ض ُه ْم أَ ْول َِياء َب ْع‬ ُ ‫ذين َك َف ُروْا َب ْع‬ َ َّ‫َوال‬

Şöyle ki, bu imzaların en kayda değer olanı şüphesiz ki, nükleer enerji tesisinin inşa edilecek olmasıdır. Yaklaşık 6-7 yıl sürmesi planlanan santral için Mersin-Akkuyu bölgesi Rusya’nın tam da arzuladığı bir yer. Zira asırlardır sıcak denizlere inme isteği Akdeniz sahillerinde santral bulundurmak sayesinde gerçekleşmiş olacak. Ayrıca NATO üyesi bir ülkede santral kurmasıyla Rusya; ABD ve Avrupa Birliği ülkelerine iyi bir gözdağı vermiş olacak. Ayrıca Türkiye santrali kuracak olan şirketten 15 yıl boyunca elektrik satın alarak enerji bağımlısı bir ülke konumuna düşecek. Daha önce de doğalgaz satın aldığı Rusya’dan şimdi de elektrik alacak olması Türkiye’nin uzun vadede sürdürülebilir enerji kaynakları konusunda Rusların insafına terk edilmiş olacak. Nükleer enerji bir devletin diğer devletlere olan bağlılığını kırmak için önemli bir fırsattır ama bu kendi topraklarında kendi mühendislerince işletilip, yine kendi dağıtım şirketleriyle sağlandığında geçerlidir.

‘’Kâfir olanlar birbirlerini desteklerler.’’ (el-Enfal 73)

Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘komşularla sıfır sorun’ projesi kimin projesidir yahut kimin daha çok işine yaramaktadır. Güçsüz, etkisiz, sorunlu bir devletin bölgede sözünün geçmesi ne kadar muhtemeldir? Yine Ermenistan’da bile nükleer enerji tesisi varken Türkiye’de hala olmaması Türk ekonomisinin canlı ve diri olduğu, enerji ko-

Kayda değer bir başka imza da Karadeniz sularında gaz taşımacılığının yapılması konusunda atılmıştır. Burada da Rusya, Asya

15

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Rusya-Türkiye Yakınlaşması Hayır Mı? Şer Mi? Örneğin Sultan Abdulhamid Han için zamanın birçok lideri, yönetici vasıflarının birçoğu kendisinde var diyerek ona imrenmişlerdir. Değişen dengelere ve bozulan alakalara bütün devletler kayıtsız kalırken İslami devletler çarçabuk intibak gösterebilmişlerdir. Hz. Ömer’in siyasi basireti ve Ömer bin Abdülaziz’in kıvrak zekâsı sayesinde ümmetin kalkınması gerçekleşmiş ve İslam ideolojisinden zerre kadar sapılmamıştır. İşte bu sayede fetihler artıp, toplumlar refaha kavuşabilmiştir. Aksi takdirde esası olmayan yönetimlerin, üzerinde seyredilmeyen fikirlerin ve sahip olunan anlamsız zenginliklerin devletleri kalkındırması imkânsızdır.

nusunda bağımsız ve zengin olduğu savı ne kadar inandırıcı olmaktadır? Hülasa açıkça görülmektedir ki, burada mecburi bir birliktelik vardır. İdeolojik politikaların ortasında kalan Türkiye cumhuriyeti bir yandan efendi-köle ilişkilerinde dikkatli davranıp hırpalanmayacak, diğer yandan bekası ve liderliği için risk alacak, ama en önemlisi de attığı her adımı konjektürel atacaktır. Kısacası kaypak ve esnek bir diplomasi izleyecektir. Bu da onun vakıada ideolojik devletlerin rant savaşına sahne olan ideolojisiz bir devlet olduğunun açık bir karinesidir. ‫ُم َع ُدوًّا ُّمبِي ًنا‬ َ ‫إِ َّن ا ْلكَافِر‬ ْ ‫ِين كَانُوْا لَك‬

َّ ‫ال‬ ِ ‫ِّك‬ ‫ِيع‬ َ ‫َّت َكل َِم ُت َرب‬ َّ ‫ال ُم َب ِّد ِل لِ َكل َِما ِت ِه َوُه َو‬ ً ‫ص ْدقًا َو َع ْد‬ ْ ‫َوَتم‬ ُ ‫السم‬ ‫ِيم‬ ُ ‫ال َْعل‬

‘’Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.’’ (en-Nisa 101)

‘‘Rabbinizin sözü, doğruluk ve adalet ile tamamlandı. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O es-Semi’dir (işitir) ve elÂlim’dir (bilir).’’ (En’âm 115)

Oysaki geçmişte İslam Devletleri’nin tüm anlaşmaları Müslümanların maslahatları göz önüne alınarak yapılmış ve İslam akidesi yönetimin esası kılınmıştır. Bu sayede devletlerarası politik tuzaklara düşülmemiş ve diğer devletlerle çizilen rota İslam ahkâmı dışına çıkmamıştır.

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

16


Cuma CANPOLAT

1

8 Nisan 2010’da Kuzey Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı için yapılan seçime katılım % 76,3 oranında oldu ve seçimi Derviş Eroğlu 61.491 oy alarak kazandı. Mehmet Ali Talat ise 52.302 oyda kaldı.

Yeni Cumhurbaşkanı Eroğlu ise, sömürgeci kâfir İngiltere’nin planına göre Rumlarla görüşmek istiyor. Ancak Başbakan Erdoğan 18 Nisan akşamı NTV’de katıldığı programda gazetecilerin sorularını cevaplandırırken şöyle dedi: ”Orada hangi Cumhurbaşkanı gelirse gelsin bu kararlılığı devam ettirmesi gerekir. Sayın Eroğlu ile de yine bu sürecin devamı gerekir. Eroğlu’nun bu konuda farklı düşüncesi yok. Aynı kararlılıkta devam edeceğiz”. Ve Başbakan Erdoğan açıklamasını şöyle sürdürdü ”Farklı süreç işleyeceğine inanmıyorum. Aynı şekilde bu süreci devam ettireceğimizi düşünüyorum”.

İşte alınan bu oy farklılığından dolayı Derviş Eroğlu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı seçilmiş olunca hemen şöyle bir demeç verdi: ”Yeminden sonra ilk işim Türkiye ile durum değerlendirmesi yapmak olacak. Yaşayabilir çözüm için çalışacağım”. Ve Eroğlu bu açıklamasına şöyle devam etti ”Rumlarla hemen görüşme masasına oturacağım ve masadan kalkmayacağım… Özetle Türkiye ile uyumlu bir şekilde müzakereler masada kalmadan devam edecek” dedi. Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybeden Mehmet Ali Talat ise şöyle dedi: ”Sonuçlar yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor. Benim çözüm hayalim devam etmektedir”. Böylece Kuzey Kıbrıs eski Cumhurbaşkanı olan Talat Rum kesimine 5 yıldır kabul ettirmeye çalıştığı sömürgeci kâfir Amerika’nın planının sonuçsuz kaldığını itiraf etmiş oldu.

Böylece Başbakan Erdoğan eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından, Amerika’nın isteğine göre hazırlanmış olan ve Annan Planı olarak tanınan sürecin devam etmesini istiyor. Peki, bu planda ne vardı diye şöyle bir hatırlatma yaparsak şunları söyleyebiliriz. ”Bir ana belge ile toplam beş ek belgeden oluşan bu planda Kıbrıs sorununun sonuçlandırılması sürecine eşlik edecek ve yardımcı olacak düzenlemeler, ilgili dev-

17

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Kıbrıs, Daha Ne Zaman İşgalden Kurtulacaktır? letler olarak Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında yapılacak anlaşmalar, BM Güvenlik Konseyi’nin kararına bırakılacak hususlar, Kıbrıs’ın AB’ye katılımı konusunda AB’den talep edilecek olan hususlar, 1960 Kıbrıs Anayasası ve buna bağlı olarak toprak, vatandaşlık, mal-mülk, iç güvenlik hizmetleri gibi Kıbrıs Devleti’nin iç ve dış ilişkilerini düzenleyen konular yer alıyordu. İşte AKP de Annan planı çerçevesinde görüşme sürecine devam edilmesini istiyor ve Talat’ın seçimleri kaybetmesiyle birlikte bir nebze endişelenmiş gözüküyor.

yon devleti olsun istiyor. Hâlbuki Kıbrıs’ın tamamında köklü çözüm İslam ümmetinin bir beldesi olarak devam etmesidir. Çünkü Kıbrıs 3. Halife Osman İbni Affan RadıyAllahu Anhu döneminde Hicri 27. el-muvafık Miladi 649 senesinde İslam Ordusu tarafından fethedildi. Kıbrıs halkı, Raşidi Hilafet Devleti döneminde, Emevi Hilafet Devleti döneminde, Abbasi Hilafet Devleti döneminde ve Osmanlı Hilafet Devleti döneminde hep İslam’ın hükümlerine ve adaletine göre yönetilmişti. Ancak Osmanlı Hilafet Devleti’nin son dönemlerine doğru Kıbrıs’la ilgili Halife 2. Abdulhamid döneminde Osmanlı Hilafet Devleti ile İngiltere arasında 1876’da şöyle bir antlaşma imzalanmıştı:

Hâlbuki Amerikan patentli Annan Planı 24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs’ta referanduma sunulduğunda Kıbrıs Türk kesimi %64.90 “Evet” oyu kullanırken, Rum tarafının ise %75.83’ü ”Hayır” oyu kullanınca Annan planı için uygulama yok olmuştu. Ancak Başbakan Erdoğan hala Annan planını empoze etmeye çalışıyor! 18 Nisan 2010 akşamı Başbakan Erdoğan bu konuda da şöyle diyordu. ”Güneyle kuzey arasında görüşmeler yoğun şekilde devam etti. Garantör ülke olarak bizde bu sürecin hiç olmazsa bu yıl bitirilmesini arzuluyoruz. Biz bu işi ilk başlattığımız zaman Ocak 2004 Davos’tu. BM Genel Sekreteri Annan’a, “Bir adım önde olacağız” demiştik, bunu devam ettirmeliyiz. Masadan kaçan taraf Türk tarafı olmayacak. Prensibimiz “kazan kazan” olsun. Kuzey Kıbrıs’ın geleceğini basit hesaplar uğruna feda etmemeleri gerekir” dedi.

1. Askeri ve siyasi egemenlik Osmanlı Hilafeti’nde kalacak. 2. İngilizler yıllık 92 bin altın lira kira bedeli ödeyecekler. 3. İngilizler adada bulundukları sürece Osmanlı askeri komutanlarından birinin komutasında olacaklar. 4. İngilizler ”İngilizlerin ellerinde” Rusya’nın Çanakkale’ye saldırıp Akdenize, sonra Kıbrıs’a ineceğine dair güvenilir bilgiler bulunduğunu, iddia ettikleri Rus tehlikesinin geçmesinden sonra çıkacaklar. İşte Sultan Abdulhamid bu antlaşma ile Osmanlı Devleti’ni Rusya karşısında kuvvetlendirmeyi düşünüyordu ve Rusya tehlikesini Kıbrıs’tan bertaraf etmek için İngiltere’nin Rusya ile çekişeceğini umuyordu. Ancak hain İngiltere, Sultan Abdulhamid’e karşı 1908 senesinde İttihatçılar vasıtası ile bir komplo kurarak onu yönetimden uzaklaştırdılar. Sonra 1914 yılında kâfir devletler tarafından birinci dünya savaşı patlayınca ve Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında savaşa katılınca, İngiltere bu durumu bahane ederek Kıbrıs’la ilgili antlaşmayı bozduğunu ilan edip, Kıbrıs’ı il-

Velhasıl ne Amerikan’ın Annan planı Kıbrıs’ın çıkarınadır, nede Kıbrıs’ı gasp eden İngiltere’nin planı Kıbrıs’ın çıkarınadır. Çünkü her iki planda Kıbrıs’ı bölmeyi ve sömürgeci kâfir devletlerinin nüfuzu altında Kıbrıs’ın kalmasını hedeflemektedirler. İngiltere kendi planına göre Kıbrıs’ta iki kurucu devlet olsun istiyor ve mevcut yapıyı korumayı hedefliyor. Amerika ise Kıbrıs’ta iki kurucu devletin üzerinde üçüncü bir federas-

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

18


Kıbrıs, Daha Ne Zaman İşgalden Kurtulacaktır? hak ettiğini ilan etti. Sonra Temmuz 1923’te Lozan antlaşmasını İsmet İnönü İngilizler ile imzalayınca Osmanlı Devleti’nden ayrılan Ankara hükümeti, Kıbrıs üzerindeki İngiliz gaspını ve İngiltere’ye ilhak edilmesini resmen tanıdı.

nanistan Kıbrıs’ı istemeye başladı. Böylece Kıbrıs üzerindeki İngiltere ve Amerika çekişmeleri ikinci dünya savaşından sonra başlamıştır ve hala devam etmektedir.

İngiltere’nin Kıbrıs üzerinde (Güney Kıbrıs’ın Akrotırı ve Dikilya bölgesinde) yaklaşık 256 km karelik bir alanı kapsayan Lozan antlaşmasına göre Kıbrıs’taki Müsiki büyük askeri üssü vardır. Ayrıca İngillümanlar ya Türk ya da İngiliz vatandaşlığıtere, 5-11 Kasım 1959 da hem Türkiye’ye nı kabul edecekler ve Türk vatandaşlığını kahem de Yunanistan’a veto hakkı tanıyan 27 bul edenlerin Kıbrıs’tan çıkmaları gerektiği maddelik Bağımsızlık antlaşması (Zürih anifade ediliyordu. Ve bu Lozan anlaşmasının laşması) ile Kıbrıs’ı Cumhuriyete dönüştür21. maddesi şöyle idi: ”Kıbrıs Türkleri İngiliz dü ve şeklen bağımsızlığını vatandaşlığına girmiş olup verdi. Sonra 20 Ocak 1960 Türk vatandaşlıklarını yitirLozan antlaşmasına tarihinde Kıbrıs’ı “Common mişlerdir. Bununla beraber göre Kıbrıs’taki bu antlaşmanın kabulünden Müslümanlar ya Türk ya Wealth’ e ”(İngiliz Milletler Topluluğu’na) üye yaparak itibaren iki sene içerisinde da İngiliz vatandaşlığını egemenliğini devam ettirTürk vatandaşlığını tercih kabul edecekler ve Türk mektedir. edebileceklerdir. Bu takvatandaşlığını kabul dirde bu haklarını o tarihAmerika ise 5 Temmuz edenlerin Kıbrıs’tan ten itibaren on iki ay içinde 1974’te Kıbrıs’ta askeri bir çıkmaları gerektiği ifade Kıbrıs’ı terk etmeye mecburdarbe yaptırınca, İngiltere ediliyordu. Ve bu Lozan durlar ”. İşte bundan sonra hemen Türkiye’yi harekete anlaşmasının 21. maddesi geçirdi ve Türkiye 24 TemKıbrıs’a Mart 1925 yılında şöyle idi: ”Kıbrıs Türkleri muz 1974’te Kıbrıs’a askeri bir İngiliz yönetici atandı İngiliz vatandaşlığına ve sonra Kıbrıs’ın İngiliz bir harekât gerçekleştirgirmiş olup Türk Sömürge Tacına (Crown di. Sonra 15.11.1983 Kıbrıs vatandaşlıklarını Colony) bağlı bir sömürge Türk kesiminin yöneticisi yitirmişlerdir. olduğu ilan edildi. İşte bu Rauf Denktaş Türkiye deki durum 1959 yılına kadar (12 Eylül 1980) askeri otodevam etti. Sonra Kıbrıs ”Bağımsız cumhuritenin desteğini alarak Kuzey Kıbrıs’ta bir riyet” olarak ilan edildi. Ancak ikinci dünTürk devleti (Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuya savaşında İngiltere başarılı olamayınca riyeti) kurulduğunu ilan etti. Böylece Müslüve Amerika dünya siyasetinde öne geçince, manların beldesi Kıbrıs’ta, sömürgeci kâfir İngiltere’nin elindeki sömürgeleri kendi söolan Amerika’nın ve sömürgeci kâfir olan mürgesi yapmak için çalıştı. Ve kâfir Ameriİngiltere’nin çekişmeleri devam ede geldi. ka da stratejik olarak çok önemli bir kavşakta Amerika, İngiltere’yi Kıbrıs’tan kovmak ve bulunan Kıbrıs’a gözünü dikti. Ve Amerikan kendi hegemonyasını yerleştirmek istiyor. destekli kilise, Rum halkı için 15.01.1950’de Ancak Amerika bunda hala başarılı olamadı, bir referandum düzenledi ve sonuçta oyla18 Nisan 2010’da yapılan Cumhurbaşkanlığı rın %96’sının Enosis’in (Yunanistan’a ilhak) seçimini de İngiliz taraftarı olanlara kaptırlehine çıktığı görüldü. İşte bundan sonra Yudı.

19

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Kıbrıs, Daha Ne Zaman İşgalden Kurtulacaktır? Kıbrıs için sahih çözüm ise, Kıbrıs’ın tamamının Türkiye’ye ilhak edilmesidir. Zaten Kıbrıs birinci dünya savaşına kadar Osmanlı Hilafet Devleti’nin bir beldesi idi. Ve bu hali ile işgal edilmiş bir İslam beldesi olarak gözükmektedir. Oradaki otorite tamamen Müslümanların elinde olmalıdır. İngiltere’nin üsleri yok edilmeli ve Kıbrıs’tan çıkarılmalıdır. Ve aynı zamanda başka bir şerir plan olan Amerika’nın planları asla uygulanmamalıdır. Keza İngiltere’nin planları da asla uygulanmamalıdır. Kıbrıs’ta ikame eden Rumlar ise onlar aslen zımmi sayılırlar. Ve onlar gayri Müslim oldukları için Müslümanların beldelerinde asla yönetici olamazlar. Böyle bir hakları yoktur. Çünkü Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

”Ve kâfirler öne geçtiklerini sanmasınlar. Şüphesiz onlar (İslam’a iman edenlere sahip çıkan Allah’ı) aciz bırakamazlar. Ve siz onlara karşı takatinize (gücünüze) göre kuvvet (silahlanmak) ve ribat (cihad) atları hazırlayın. Siz onunla Allah’ın düşmanlarını (kâfileri) kendi düşmanlarınızı ve sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği diğer düşmanları (münafıkları) korkutursunuz. Ve siz Allah yolunda (cihad için) ne infak ederseniz o size tam ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız” (el-Enfal 59-60) Ve eğer gösterilmiş olan bu sahih çözüm şimdi uygulanmaz ise, ileride Allah’ın izni ile mutlaka uygulanacaktır. Çünkü Raşidi Hilafet Devleti Allah’ın izni ve İslam Ümmeti’nin sadık gayreti ile yeniden kurulunca işgal altındaki Kıbrıs yeniden fethedilecektir. İnşaAllah.

‫ال‬ ً ‫ِين َسبِي‬ َ ‫ِين َعلَى ال ُْم ْؤ ِمن‬ َ ‫َولَن َي ْج َع َل اللّ ُه لِْلكَافِر‬ ”Ve Allah, kâfirler için Mü’minlerin üzerinde ebediyen yol (otorite) oluşturmayacaktır.” (en-Nisa 141) ‫َهم مَّا‬ َ ‫ِين َك َف ُروْا َس َب ُقوْا إِنَّ ُه ْم‬ َ ‫َو‬ َ ‫ال يُ ْع ِج ُز‬ َ ‫ال َي ْح َس َب َّن الَّذ‬ ُ ‫ون َوأَ ِع ُّدوْا ل‬ ِ ‫ُوٍة َومِن رَِّب‬ ‫ُم‬ َّ ‫اس َت َط ْعتُم مِّن ق‬ َ ‫اط ال‬ َ ُ‫ْخ ْي ِل تُ ْرِهب‬ ْ ْ ‫ون ِب ِه َع ْد َّو اللّ ِه َو َع ُد َّوك‬ ِ ‫َم ُه ْم َو َما تُن ِف ُقوْا مِن َش ْي ٍء فِي‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫ي‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫ال‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫ن‬ ‫و‬ ‫َم‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ِم‬ ‫ه‬ ‫ن‬ ‫و‬ ‫د‬ ‫ِن‬ ‫م‬ ‫ِين‬ ‫ر‬ ‫آخ‬ ّ َ َ َ ‫َو‬ ُ َْ ُ ُ َُ ُ َْ ْ ُ َّ ِ ‫َسب‬ ‫ون‬ َ ‫ُم َوأَنتُ ْم‬ َ ‫َم‬ ُ ‫ال تُ ْظل‬ ْ ‫ِيل اللّ ِه يُ َوف إِل َْيك‬

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

20


Yiğit SERDENGEÇTİ

O

bama’nın ABD başkanı seçilmesi ile birlikte belli İslami beldelerde sevinç naraları atılmış ve küfrün başı olan Amerika, yıllardır Müslümanlara yönelik olarak yaptığı binlerce zulme, katliama ve baskılara rağmen bir değişiklik ile güzel görünmeye başlamıştı. Hatta ülkemizde de kurbanlar kesilmiş ve İran’da da “kayıp imam” bulundu söylemleri dillendirilmişti. Obama’nın İslam âlemine yönelik izleyeceği siyaset kâfirliğinden belli olmasına karşın yine bu çevreler tarafından yeni bir umutla beklenir olmuştu. Özellikle Irak, Afganistan ve İran konularında nasıl bir üslup takınacağı merak edilmişti.

ce hareket ederek tuğyanlarına, zulümlerine ve katliamlarına devam etmektedir. Yazımın konusu gereği Amerika’nın İran’la olan ilişkilerine ve son günlerde gündem olan uranyum zenginleştirme meselesine değinmeden önce yukarıdaki açıklamayı yapmayı uygun gördüm. Maalesef yorumlarımız bizi haklı çıkarmış ve İran’a yönelik Amerikan politikasının genel hatlarında Obama’nın Bush’tan bir farkı olmadığı görülmüştür. Bush, Amerikan çıkarına olmasından dolayı Irak hususunda İran’a toplu müzakereler çağrısında bulunmuştu. Obama da yine Amerikan çıkarına olmasından dolayı Afganistan konusunda İran’a toplu müzakereler çağrısında bulunmuştur! Dolayısıyla her ikisi için de asıl ve önemli olan Amerika’nın çıkarlarıdır. Daha sonra Bush’un İran’ın uranyum zenginleştirmesini engelleme yönünde yaptığı çağrıyı Obama da yapmamış mıdır? Bush, İran’ın nükleer

O zaman ki yazılarımızda da değindiğimiz ve haklı çıktığımız üzere bizler yaklaşık olarak bir seneden fazla süredir gözlemlediğimize göre küfrün başında siyaseten bir değişiklik olmamıştır. Ve kâfir Obama’lı ABD, İslam ve Müslümanlara karşın daha da sinsi-

21

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


İran’ın Geri Adımı Yeterli Olacak Mı? politikasına karşı çıkıyor da Obama karşı çıkmıyor mu? Bush, İran’a yönelik yaptırımları uzatıyor da Obama uzatmıyor mu? Bu ikisinin arasındaki fark, genel politikada olmayıp sadece üslupta değil midir?

yönelik Avrupa ile Yahudi varlığının aşırı baskısından kolayca kurtulmuş olmaktadır. Yani yine kendi çıkarları için başka bir Müslüman ülkenin kendisi açısından önemli bir taviz vermesi sorun değildir.

İşte İran’nın uranyum zenginleştirmesi Celili ile Burns’un Cenevre’de görüşmehususundaki tutumunu değiştirmeye sevk si ve aynı anda otuz küsur seneden sonra eden şey Bush dönemine binaen Obama siMuttaki’nin Washington’u ziyaret etmesi, yasetidir. Nitekim İran uzun senelerdir zenİran’ın bu katı tutumunun değişmesinde ginleştirmenin bir dış ülke yerine İran’da muhakkak ki belirleyici bir rol oynamıştır. yapılması konusunda ısrar Dolayısıyla İran’ın bu değiederken Cenevre toplantışimi, Avrupalıların bu yeni İran’ın son beş sene sının, özellikle de bu topdeğişimi kabul etmesine ve boyunca değişmeyen lantının akabinde ki ikili önümüzdeki senelerde satutumundan çark etmesi, Amerika-İran görüşmesinin vaş tehdidinden ve savaş uranyum zenginleştirmesi ardından kararını değiştirsinyali vermekten uzak bir hususunda ön bir uyarı miştir. Bugün İranlı yetkilişekilde İran ile yeni müolmaksızın ani bir şekilde ler, daha önce reddettikleri zakere turlarına başlamadeğişikliğe gitmesi ve şeyi kabul ettiklerini açıkya ikna olmasına neden İran’ın ilk kez uranyum lamışlardır. Bu durumun olmuştur. Dolayısıyla da zenginleştirmesinin izahatını şöyle yapabilir ve Avrupalıların elini zayıflatopraklarının dışında konuya açıklık getirmeye tarak İran’a ve bu hususta yapılmasına muvafakat çalışabiliriz; Amerikan politikasına karetmesi İran için nükleer şı en önemli baskı kozunu politikasında dramatik İran’ın son beş sene boolan temel bir taviz sayılır. kaybetmelerine neden olyunca değişmeyen tutumuştur. mundan çark etmesi, uranyum zenginleştirmesi hususunda ön bir Böylece Amerika, İran’ın bu ani tavizi sauyarı olmaksızın ani bir şekilde değişikliğe yesinde Avrupalıların Ortadoğu bölgesinde gitmesi ve İran’ın ilk kez uranyum zenginleşAmerikalılar ile olan çetin rekabetlerinde sütirmesinin topraklarının dışında yapılmasına rekli kullandığı kozu ortadan kaldırmış ve muvafakat etmesi İran için nükleer politikakendi elini güçlendirmiştir. sında dramatik olan temel bir taviz sayılır. İran’ın bu kararı almasında AKP hükümeBu tavizin nedeni ise İran’a karşı somut astinin gerçekleştirdiği tekli ve çoklu ziyaretkeri bir operasyonun yapılmasının gereklililer, yürüttüğü diplomaside etkili olmuştur. ği hususunda Avrupa ile Yahudi varlığının Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Ahmet DavuAmerika’ya yönelik baskısının hatsafhaya toğlu, gerek programlı gerekse son dakika ulaşmasıdır. Dolayısıyla İran’a telkin etme, gelişmeleri üzerine toplam 6 kez Tahran’a onu fırtına karşısında teslim olmaya ve urangiderek en üst seviyede görüşmeler yapmışyum zenginleştirmesini toprakları dışında tır. Bu konuda Başbakan Erdoğan, İran’la yayapmayı kabullenmeye icbar etme dışında pılan bu protokolün aslında bir “diplomasi bu baskıdan kurtulmasının başka yolu kalzaferi” olduğunu ifade ederek, “Zorlu bir sümamıştır. Böylelikle Amerika, kendisine reçti, bu zorlu sürecin sonunda yapıldı. BuraHaziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

22


İran’ın Geri Adımı Yeterli Olacak Mı? da Brezilya’nın da katkısını anmamda fayda var” diyerek şöyle devam etti “Tabi bunu teyit ederken barışçıl amaçlarla uranyum zenginleştirme çalışması yapılacağını da, her ülkenin hakkı olması nedeniyle orada bu da ayrıca teyit ediliyor. Yani yarın biz Rusya ile şuanda nükleer enerji noktasında bir anlaşma yapıyoruz ve dolayısıyla nükleer enerji santralini kurduğumuz zaman bizim de burada zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyacımız olacak. Eğer bunu biz kendimiz yapabiliyorsak, şüphesiz ki kendimiz de yapacağız, ama mesele nedir; barışçıl amaçlı olarak bunu enerjide kullanmaktır. Mesele bu olduktan sonra zaten bu doğal, en tabi haktır”.

masıyla şoke oldu. Ve yine Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de, İran’ın elindeki uranyumu Türkiye’ye göndermeyi kabul etmesinin ‘olumlu bir adım’ olduğunu, ancak Tahran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetini durdurması gerektiğini vurguladı.

Fakat Brezilya ve Türkiye’nin yoğun diplomatik temaslarının ardından ve İran’ın nükleer takas önerisini kabul eden bu tavizinden sonra ABD’den gelen yaptırım açıkla-

‫“ َو َعلَى اللّ ِه َفل َْي َت َو َّك ِل ال ُْم ْؤ ِمنُون‬Mü’minler yalnız Allah’a güvensinler.” (et-Tevbe 51)

Sonuç olarak Müslümanların ellerindeki gücü çoğaltmaları muhakkak ki güzel bir neticedir. Fakat bu, güçlerini gerektiği zaman kullanmaları ve bu güçlerine kâfir devletleri ortak etmemeleri koşuluyladır. Böyle olmadığı sürece maalesef verilen bu tavizler yenilerini getirecek ve Müslümanların yöneticileri asla kâfirlere güvenilmemesi gerektiğini geçte olsa öğreneceklerdir.

23

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Talha YAŞAR

T

ürkiye’de son yıllarda en fazla tartışma konusu haline gelmeye başlayan konulardan bir tanesi de hayvancılığın durumu ile alakalıdır. Bunun sonucunda hayvansal ürünlerde meydana gelen fahiş fiyat artışı, yıllarca üzeri örtülmeye çalışılan bu sorunun artık gün yüzüne çıkmasıdır. Geçen ay tarımcılık ile alakalı vahim durumu gözler önüne sermiştik. Bu ay da artan et fiyatları ve gündem olan bu sorun üzerine Türkiye de hayvancılık ne durumdadır bunu belirtmeye gayret edeceğim İnşaAllah.

gibi kalkınma çabası için de olan devletlerde ise sanayi, tarım ve hayvancılık aynı paralel de ilerlememektedir. Sanayi ne kadar önemli ise tarım ve hayvancılıkta o kadar önemlidir. Türkiye sanayisinin %80-85’i gıda ve tekstil üzerine yoğunluk kazanmasına rağmen hayvancılık gerilemektedir. Kalkınmış devletler kendi kaynaklarını maksimum derecede kullanırken Türkiye ise var olan kaynaklarını eritmekte, kendini dışa bağımlı bir hale getirmektedir. Tabi bunun ceremesini ise Müslümanlar çekmektedir.

Binaenaleyh, Türkiye’de, cumhuriyet öncesinde hayvancılığın durumuna bakıldığında yüzyıllarca boyunca milyonlarca kilometrekarelik alana hükmeden Osmanlı Hilafet Devleti’nde, hayvancılığın az emekle çok gelir getiren önemli bir uğraş alanı olmasından dolayı bugünün Türkiye’sinde yaşanan et, süt ve hayvansal ürün sıkıntısı yaşanmamıştır. Kalkınmış devletlere bakıldığında sanayi ve hayvancılığın bir arada geliştiği görülmektedir. Kalkınamamış veya Türkiye Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Hayvancılığın, Türkiye de ne kadar vahim bir hal aldığını basit bir karşılaştırmayla görebiliriz. Osmanlı Hilafet Devleti’nin son dönemlerinde yani savaşların, kuraklığın, uygun olmayan koşulların en yüksek olduğu dönemlerde dahi gıda ihtiyacı dışa bağımlı olmamış, bu dönemlerde bile kişi başına ortalama et tüketimi 20 kg’ın üstünde olmuştur. Cumhuriyetle birlikte her alanda gelişme kaydedildiğini yalanını yüzyıla yakın bir

24


Türkiye’de Hayvancılığın Dünü Bugünü ve Geleceği süredir Türkiye’de yaşayan Müslümanlara yutturmaya çalışan cumhuriyet avâneleri hayvancılığında cumhuriyetle birlikte gelişme kaydettiğini iddia etmektedir.

baş koyun,9 milyon baş sığır,6 milyon baş keçiye gerilemiştir. Kalkınmış birçok ülkeye baktığımızda İngiltere, Fransa, Danimarka, Hollanda, ABD gibi ülkelerde hayvancılığın çok önemli bir yer kapladığını görmekteyiz. ABD de sadece sığır sayısı 110 milyon baş civarında iken mandıracılıktan yıllık elde edilen gelir 100 milyar dolar, et üretiminden elde ettiği gelir ise 450-500 milyar dolar civarındadır. Hollanda da orta büyüklükteki bir havyacılık işletmesi ‘45-50’ baş ineğe sahip işletmenin aylık peynir üretimi 12-15 ton olup kg fiyatı ise 8 Euro’dan ihraç edilmektedir. Hollanda’nın sadece yıllık süt ihracatı 10 milyar Euro’dur. 25 milyon nüfusa sahip Avustralya da 100 milyon başın üzerinde koyun yetiştirilir. Türkiye de 10 milyar dolar üzerinde süt ve süt ürünleri ticarete konu olmakta bu rakamın %90’nı yabancı yatırımcılara gitmektedir. Türkiye’nin yıllık et, süt ve süt ürünleri ihracat geliri 850-900 milyon dolar civarı yani 1 milyar dolar dahi değil iken yabancılar için Türkiye süt ve süt ürünleri bakımından 10 milyar dolarlık büyük bir Pazar haline gelmiştir.

Fakat bizler biliyoruz ki ve de tarih buna şahit olmuştur ki birçok alanda olduğu gibi sanayi, tarım, hayvancılık alanında da Türkiye, Osmanlı Hilafet Devleti’nin kırıntılarıyla kendini ayakta tutabilmiştir. Hayvancılık, 1980’li yıllara kadar sorun oluşturmadan devam etmiştir. Fakat artan nüfusla birlikte hayvancılık ise gün geçtikçe sorunlu bir hal almaya başlamıştır. 24 Ocak 1980 deki liberalleşme serüveniyle Türkiye de birçok kuruluş bu tarihten sonra özelleşmeye başlamış havyacılığın can damarını oluşturan ‘yem sanayi’ hayvan yetiştiricilerinin güvencesi olan et balık kurumu (EBK) ve süt endüstri kurumu (SEK), kuruluşları özelleşmeye başlamıştır. SEK bünyesinde bulunan 32 işletmeden 19’u kapatılmış diğerleri ise yabancı yatırımcıların elinde istedikleri şekilde süt ve süt ürünlerinde istedikleri fiyatları koymaya sebep olmuştur. Yem fiyatlarındaki fahiş artışlar, üreticinin ürettiği ürünü hak ettiği fiyata satamaması yani üretici ürettiği 1 kg sütü 350 -400 kuruşa satarken pastörize süt 2-3 liraya satılmaktadır. Aradaki kar farkını ise yukarıda bahsettiğimiz yabancı müteşebbisler almaktadır. Bu şartlar altında maliyetini dahi karşılayamayan üreticiler T.C. devletinin, AB ile yaptığı gümrük anlaşmaları çerçevesinde hayvancılığı bitirme noktasına getirmiş, kapitalist şirketlerin istedikleri olmuş yani yerli üretim en alta çekilmiş gümrük anlaşmalarıyla da kendi ülkelerindeki eti, sütü ve süt ürünlerini Türkiye de istedikleri fiyata pazarlayabilme olanağına kavuşmuşlar.

Nüfusu sürekli artan, dinamik yapıya sahip olan Türkiye hayvancılığı ise sürekli gerilemekte, artan nüfus ihtiyacı olan besin maddelerini kendisi üretememekte ve kapitalist şirketlerin iştahını kabartan bir pazar haline gelmektedir. Bütün bu izahatlardan sonra baktığımızda ise içtiğimiz sütün, yediğimiz hayvansal ürünler olan peynirin, tereyağının, balın, yoğurdun ve de etin fiyatının bu denli yüksek olmasının cevabı yukarıda belirttiğimiz gibi gümrük anlaşmalarıdır. Yem sanayisinde ve et sanayisinde özelleştirilmesi kapsamında yer alan kapitalist şirketler önce yerli üretimi durdurma noktasına getirmişlerdir. Sonra da hem kendi ülkelerindeki ürünleri pazarlama olanağı bulmuşlar hem de bu ürünleri istedikleri fahiş fiyatlara satabilmişlerdir.

Türkiye de 1980 de 49 milyon baş koyun, 17 milyon baş sığır, 19 milyon baş keçi mevcut iken günümüzde bu rakam,23 milyon

25

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Türkiye’de Hayvancılığın Dünü Bugünü ve Geleceği Son birkaç aydır Türkiye de et fiyatlaNitekim Türkiye’nin coğrafi konumu göz rının katlanarak yükselmesi, aslında yıllar önüne alındığında her türlü hayvancılığın yaönce temeli atılan, bahis ettiğimiz gelişmepılmasına müsait bir coğrafya olması ve balerin neticesinde bu hâli almaya başlamıştır. lıkçılıktan, arıcılığa, küçükbaş hayvancılıktan Osmanlı Hilafet Devleti’nin son yıllarında büyükbaş hayvancılığa kadar her türlü faalidahi kişi başına et tüketimi 20 kg üstünde yetin yapılmasına olanak sağlayan koşullar iken, sözüm ona teknolojik olarak çok üst kullanılmamaktadır. Zira Türkiye üç tarafı seviyelere geldiğini iddia eden cumhuriyet denizlerle çevrili olması, bir iç denize sahip döneminde et tüketimi lüks olmuştur. Ama olması ve birçok göl ile akarsuya sahip olmayöneticiler bunu göremeyecek kadar kör ya sına rağmen balıkçılık bakımından oldukça da, basiretleri bağlanmış hainlerdir. Türkiye geridedir. Çünkü avlanan balıklar, bırakın de yılık kırmızı et üretimi 350.000 ton, beyaz dış ticarete konu olmayı kendi ülkesinde ki et üretimi ise 800.000 ton yani toplam yıllık et nüfusa dahi yetmemektedir. Yine, çok çeşitli üretimi 1.150.000 tondur. iklimlere sahip olmasına Bu rakamı 80 milyon nürağmen arıcılık faaliyetiSon birkaç aydır Türkiye fusa oranladığımız zaman ne baktığımızda toplam 4 de et fiyatlarının katlanarak ise kişi başına ortalama et milyon arı kovanına sahip yükselmesi, aslında yıllar miktarı 12-13 kg’dır. Fakat olmasına rağmen üretilen önce temeli atılan, bahis bu oranda et tüketen insan bal oranı 65.000 ton civaettiğimiz gelişmelerin sayısı halkın ekonomik serında, kovan başına 13neticesinde bu hâli almaya viyesi göz önünde alındı14 kg bal üretilmektedir. başlamıştır. Osmanlı Hilafet ğında çok sınırlı oranda Oysa birçok ülkede kovan Devleti’nin son yıllarında kalacağı aşikar bir şekilde başına 50-80 kg bal üretidahi kişi başına et tüketimi ortadadır. Zira Türkiye de lebilmektedir. Bütün bu 20 kg üstünde iken, sözüm kırmızı et fiyatının 20 ila 40 koşullar göz önüne alınona teknolojik olarak çok üst lira arasında değiştiği göz dığında doğal kaynaklaseviyelere geldiğini iddia önüne alındığında dünyarın neden değerlendirilenın en pahalı etini tüketen eden cumhuriyet döneminde mediği sorusunun cevabı ülke konumundadır. aslında var olan nizamın et tüketimi lüks olmuştur. batıllığında ve bu nizamı Yani Allah Subhanehu ayakta tutmaya çalışan yöneticilerde olduğu ve Teâlâ her türlü zenginliği bitirmesine rağgörülecektir. Kâfirler yapay çalışmalar sonumen, her iklimde farklı bitki çeşitliliğini suncunda dünya tarım ve hayvancılığında söz masına rağmen bu bereketli yerlerde Allah sahibi iken her türlü doğal koşullara sahip Subhanehu ve Teâlâ’nın sunduğu nimetlerden olan Türkiye’nin bu sektörlerde adı dahi geçMüslümanların daha çok faydalanması gememektedir. rekirken, kâfirlerle antlaşmalar yapan yöneticiler eliyle bunlar kâfirlere sunulmaktadır. Mevcut AKP hükümeti, hayvancılığı geliştirmek için IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların sunduğu programlar çerçevesinde, ümmetin kaynaklarını ipotek altına almakta ve sonuçta bugün olduğu üzere ümmetin yediği eti yine ümmete zehir etmektedirler. Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Bizler şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki var olan kokuşmuş nizam yerine hak olan temiz, nezih olan İslam nizamı hâkim olursa, var olan uşak yöneticiler yerine herkesin hakkının teslim edildiği bir düzen kurulursa, mevcut kaynakları en verimli şekilde değerlendiren ve tebasının üzerinde

26


Türkiye’de Hayvancılığın Dünü Bugünü ve Geleceği gözetleyici, koruyucu olan Halifeler olursa bu zillet sona erecektir. Çünkü; Türkiye hayvancılık bakımından var olan doğal kaynakları kullanıldığında en az 200 milyon küçükbaş hayvan, 100 milyonun üzerinde büyükbaş hayvan yetiştiriciliğine uygun, 50 milyon arı kovanını besleyecek doğal ortam, bundan en az 1,5 milyon ton bal üretimi sağlayabilecek kapasiteye sahiptir. Bu ürünlerden yılda en az 350-400 milyar dolar gelir sağlamaya muktedir olabilecektir. Bununla beraber burada yaşayan insanlar süt ve süt ürünlerini

ve de eti dünyanın en ucuz gıdaları olarak tüketebilecekler bu gün yaşanan et terörü insanların gündeminde olmayacaktır. Allah’ın, Rasulü’nün ve de müminlerin razı olduğu günler gelecek, Müslümanlar da Allah’ın temiz rızık olarak verdiği nimetlerinden faydalanacak ve bu topraklar kâfirlerin pazarı olmaktan kurtulacaktır. Tam tersine bütün küfür beldeleri Müslümanların pazarı olacaktır.

27

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Abdullah MESUT

2

2-23 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleştirilen 4. Halil İbrahim Buluşmaları Konferansı, daha konferansa yaklaşık bir ay süreden fazla olmasına karşın büyük bir hazırlık ve reklam ile gerçekleştirilmiştir. Bu konferansa en büyük desteği verenler ise toplumun önde gelen kurumları, kuruluşları, cemaat liderleri, İslami kimliği öne çıkmış gerçekte ise kimin yanında olduğu ve kime çalıştığı belli olmayan hoca efendiler, yazarlar ve çizerlerdir. İşin vahim olan tarafı da bu olsa gerek!

ba gerçekleştirilmeye çalışılan medeniyetler ittifakıyla, Dinler arası diyalogla ne gibi bir alakası var? Önceki yıllarda Hoca Efendi yanına Şanlıurfa’nın en büyük camilerinden olan Halil’ul Rahman Camii imamı Sabri Hoca ve İl Müftüsünü de alarak beraber Harran ilçesinde yaşayan Nasranî bir erkek ile Müslüman bir kadının nikâhını kıymışlardı. Şer’an haram olan bu nikâh merasimi ile dünyaya dinler arası diyalogun gerçekleşmesi, medeniyetler arası ittifakın oluşması, yani üç dinin de ortak olarak peygamberliğini kabul edip ataları saydıkları İbrahim Aleyhisselam’ın şehrinde özellikle gerçekleştirildi. Bu olayı gerçekleştirerek İslam dininin delaleti ve subuti kati olan ayetlerini çiğneme pahasına diyalog mesajını verme ile de bir alakası var mı? Ki bugünlerde Amerika Birleşik Devletlerinin çeşitli üniversitelerinde Hoca Efendinin dinlerin diyalogu, medeniyetlerin ittifakı ve İslam, Nasranî ve Yahudi kardeşliğinin

Peki, nedir bu Halil İbrahim buluşmalarının gerçeği? Bununla amaçlanan asıl hedef? Gerçekleşmesini umdukları netice? Toplumun bilinçaltına sokuşturulmak istenen ve meşrulaştırmaya çalışılan nedir acaba? Bir süre önce Mardin üniversitesi tarafından Mardin, bugün dünyada üç büyük dini temsil eden mabetleri, camileri vs. ibadet yerleri ve insanlarıyla çok kültürlülüğün yoğun olduğu bir dünya şehri kabul edilmişti. AcaHaziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

28


“Halil İbrahim Buluşmaları”nın Gerçeği vurgulanması, üç dinin de semavi din olduğu ve aralarındaki ortak düşüncelerin, fikirlerin öne çıkıp vurgulanması ve subuti kati olan ayetlerin ve hadislerin ortadan kalkması pahasına yapılmaktadır.

subuti kati olan deliller sadece Müslümanların kardeş olduğunu söylemiyor mu? Bu kardeşlik şu ayeti kerime ile sabit değil mi? ‫ون إِ ْخ َوٌة‬ َ ُ‫“ إِنَّ َما ال ُْم ْؤ ِمن‬Müminler ancak karde tir.” (Hucurat 10)

1.’si, 2.’si, 3.’sü ve bu yıl da 4.’sü gerçekleştirilen 4. Uluslararası Halil İbrahim buluşmalarının hem de üç din tarafından kutsal kabul edilen Şanlıurfa şehrinde yapılmasının ayrıca bir anlamı olsa gerek. Halil İbrahim buluşmalarının içeriğine dönecek olursak, İbrahim Aleyhi’s Selam cömertliğine ve misafirperverliğine vurgu yapılıyor ki öyledir. İbrahim Aleyhi’s Selam’ın ile alakalı ayet bizlere bunu haber veriyor:

Yine ancak Müslümanların kardeş olacağını örnek aldığımız sahabeler şu olay ile bize gayet açık ve şekilde göstermişlerdir. Musab bin Umeyr, Bedir savaşında iken kardeşi müşriklerin tarafındadır. Ve Müslümanlara karşı savaşırken Ensar’dan bir Müslüman’a esir düşünce, Musab bin Umeyr’e seslenerek “Ey Musab beni kurtarsana” demiştir. Bunun üzerine ”Kardeşim değilsin” der ve cevaben “Seni esir alan benim kardeşimdir. Sen benim kardeşim değilsin.” der. Daha sonra esir alan Ensar’a seslenerek “Onu sıkı tut elinden bırakma annesi zengindir.” demiştir.

ِ ‫اءت ُرُسلَُنا إِ ْب َر‬ ‫َم َف َما‬ َ ‫َما ق‬ ْ ‫َولَ َق ْد َج‬ ً ‫يم بِالْبُ ْش َرى قَالُوْا َسال‬ ٌ ‫َال َسال‬ َ ‫اه‬ ‫ِج ٍل َحنِي ٍذ‬ َ ‫لَب‬ ْ ‫ِث أَن َجاء ِبع‬ “Elçilerimiz İbrahim’e geldiklerinde, ‘selam olsun’ dediler. O da, ‘selam olsun’ dedi. Ve hemen önlerine pişirilmiş buzağıyı acilen getirdi.”(Hud 69 )

O yüzden bu buluşma ve gerçekleştirilen konferanslar serisi ümmetin birliği, şeriat ve İslam devleti gibi İslam’ın olmazsa olmaz katiyetteki düsturlarını tamamen ortadan kaldıran çağrılar yapmaktadır. Burada dördüncü “Halil İbrahim Buluşmaları” adı altında İslam’ı diğer dinlerle aynı terazi kefesine koyup, aralarında hiçbir farkın ve çelişkinin olmadığını hepsinin de Allah Azze ve Celle tarafından gönderilen hak dinler olduğu ve dinlerin diyalogunun oluşmasının hiçbir mahsuru ve zararının olmadığı, hepsinin eşit olduğu tezi verilmek istenmektedir. Bu fasid tezi çürütmek için İslam’ın şer i hükümlerini açıklamadan önce bu yapılmak istenen cürümün asıl sebebinin ve onların bu düşünce ve fikirlerle ne gibi amaçlar taşıdığını söylemek konunun aydınlatılması açısından önemlidir.

Yine İbrahim Aleyhi’s Selam’ın özelliklerine binaen dinlerarası diyalog ve medeniyetler arası ittifak bağlamında ve de üç dininde hak din olduğunu, vahiy kökenli olduğunu belirtme mesajları veriliyor. Bu yapılmak istenen diyalog çalışmaları da birkaç gayrimüslim profesör, doçent ve doktor gibi akademik unvanlı kişilerle pekiştirilmek ve süslü yemeklerle halka sunulmak isteniyor. Bu yönü ile İbrahim Aleyhi’s Selam’a gerçektende ne kadar iğrenç ve çirkin bir iftira atılmaktadır. Hani Ali RadıyAllahu Anh’ın güzel bir sözü var ya “Hak söyleyip batılı kastediyorlar” ne kadarda doğru. Evet, İbrahim Aleyhi’s Selam gerçektende merhametli, yumuşak huylu, misafirperver ve cömert idi. Bu işin doğru yönü. Peki ya bu konferansla yapılmak istenen dinlerarası diyalog çalışmaları, Nasrani, Yahudi ve Müslümanların kardeş olduğu safsatası İbrahim Aleyhi’s Selam’ın hangi amelinde ve söyleminde var. İslam da delaleti ve

İlk olarak devletlerarasındaki yeri ve önemi, bölgesel yönü ve kapitalizm akidesini benimsemiş ABD Ortadoğu proje ve planlarıyla alakası üzerinde duracağız. Geçen yıl aynı amaç ve minval doğrultusunda sanatçı Sezen

29

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


“Halil İbrahim Buluşmaları”nın Gerçeği Aksu’nun getirilmesi, dansöz oynatılıp dinABD tartışmasız bir şekilde dünya liderliği lerin buluşturulması, tirit yemeğinin verilkoltuğuna oturdu. ABD birinci devlet olmamesi ve çocukların sünnet edilmesi gibi vs. sı hasebiyle ve benimsemiş olduğu kapitalist süsleme ve bezemelerle Müslüman halkımıideolojinin gereği olarak hızla dünya üzerinzın zihinlerine bulaştırılan bu necis fikrin ifşa deki devletlerin hâkimiyetini ele geçirme, edilmesi ve asıl amacının ortaya çıkarılması nüfuzunu yayma ve sömürge elde etmeye üzerimize farz olmaktadır. Çünkü bu yolla büyük bir azimle iştirak etti. Ancak kendisi kâfir güçler; Müslüman halkımızı sömürmeiçin ve ilerde sömürgelerinden onu söküp yi derinleştirmek, hâkimiyet ve nüfuzlarını atacak onun için büyük tehlike arz eden ve kalıcı hale getirmek amacıyla bazı uşak olan derhal önlem alması gereken bir konu varsiyasiler ve İslami yazar kılıklı Amerikancı dı. O da İslam’dı. Çünkü ABD, Rusya’yı sıHoca Efendiler gibi Müslümanların kanaat nırlandırmak için Doğu Avrupa ülkelerinde önderliğini yapan kişileri ve hükümete yağdevrimler yapıp (Ukrayna, Polonya, Romancılık yapıp kurumdaki ya, vs.) kendisine bağlı yerini sağlamlaştırmaya ajan iktidarlarıyla Avrupa Dinlerarası Diyalog; çalışan valilik memurlaABD’nin dünyada yürürlüğe ile Rusya arasında tamrı gibi insanlarla bu tür pon bölgeler oluşturup koyduğu “Genişletilmiş konferanslar yaparak Avrupa ile Rusya arasınOrtadoğu Projesinin” bir bu necis fikirleri Müslüda denge kurup birinin parçasıdır. ABD, Sovyetler manların içinde yaymaya ötekine nüfuzunu engelBirliği yıkılıp doğu bloğu çalışmaktadırlar. Bunu leyerek güçlerini bölgesel1991 yılında çökünce (dinlerin buluşmasını) leştirdi. Ayrıca yine Rusya dünyada devletlerarasında 1. ve Çin’in Orta Asya, Ortaİslam’danmış gibi gösterip süper güç tahtına oturdu. ABD politikalarına hizmet doğu ve Hint okyanusuna etmektedirler. Şimdi biz nüfuz etmelerine ve bu bu konunun hem siyasi boyutunu ve sonrabölgelere hâkimiyet kurmalarını engellemek da şer’i hükmünü açıklamak ve Müslüman amacıyla da tampon bölgeler oluşturdu. Ve halkımız üzerinde oynanmak istenen oyunu bu güçleri de bölgeselleştirdi ki böylece siifşa etmeye çalışacağız. Çünkü bu boynumuyasi manevralarla asli hedefine ulaşsın. O za bir borç olmuştur. da zengin Ortadoğu kaynaklarını sömürebilmek içindir. Ancak nihai hedefi sömürgeDinlerarası Diyalog; ABD’nin dünyada cilik olan ABD bile, kapitalist ve sömürgeci yürürlüğe koyduğu “Genişletilmiş Ortadobir ülke olarak sömürgeciliğin ve talanın değu Projesinin” bir parçasıdır. ABD, Sovyetrinleşip süreklilik kazanması, bu bölgelerden ler Birliği yıkılıp doğu bloğu 1991 yılında bir daha sökülüp atılmaması için kalıcı ve çökünce dünyada devletlerarasında 1. süper uzun süreli hâkimiyet projeleri geliştirmiştir. güç tahtına oturdu. Ondan önce dünya kapiÇünkü ABD biliyor ki, Ortadoğu’nun genetalist blok (ABD, İngiltere, Fransa, İtalya vs.) li Müslüman’dır. İnanmış oldukları İslam ve komünist blok (Rusya, Çin vs.) olarak ikidininin Müslüman mensupları arasında, bu ye ayrılmıştı ve dünya bu iki bloğun çatışma dini yeniden canlanıp iktidara gelmesi ve hialanı durumundaydı. Kapitalist blok siyaselafetin kurulmasını isteyen ve canı gönülden tini komünist bloğun dünyadaki nüfuzunu çalışıp ümmetin birliğini sağlayacak, İslam kırmaya hasretmişti. İşte Sovyetler Birliği yıdevletini tesis edip Müslümanların kalkanı kınca kapitalizm bloğu ve onun lider ülkesi Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

30


“Halil İbrahim Buluşmaları”nın Gerçeği olan Hilafetin ikame edilmesini isteyenler bulunmaktadır. Ve ABD bu bölgede kurulacak olan Hilafet Devleti’nin derhal yabancı güçlerin bu bölgelerdeki varlığını kökünden söküp atacağını bilmekte ve buda uykularını kaçırmaktadır. O yüzden ABD ve ona destek olan diğer kapitalist ülkeler siyasetlerini ve güçlerinin tamamını Müslümanlara hasretmişlerdir. Asli olarak İslam’ı bertaraf etme, Müslümanları pasifize hale getirme, kontrol edilebilir ve kendilerine itaatkâr yapma, kendi fikir ve düşüncelerini benimsetme ve nihai köle yapma niyetindedirler. Çünkü sadece sömürmek ve talan etmek ile yetinecek olsalardı Müslümanların yaşadığı Ortadoğu bölgesi dışında ve Ortadoğu bölgesinden servet ve zenginlik açısından aşağı kalır yanı olmayan –Afrika, Avustralya, Güney Amerika vs.-ülkelere yönelirlerdi. Ancak sömürmenin yanında daha büyük önem arz eden mesele İslami Hilafetin zuhur etmesi ve onların kafalarını bunun meşgul etmesidir.

bunu sağlamaya çalışmaktadırlar. Hilafet’in ikamesini geciktirmek amacıyla Müslümanlar içinde Müslümanları etkileyecek olan kanaat önderlerini, yazarları, Hoca Efendileri kullanarak İslami Hilafet’in zuhur etmesini baltalamak istemektedirler. İşte Halil İbrahim buluşmalarının gerçeği budur. Ortadoğu da hâkimiyetini derinleştirmek için bunları yapmaktadır. Zira İslam kâfir ve katil olan ABD’nin hoş görülmesini değil, kendisine karşı durulmasını emreder. Bu türden buluşmalar ve konferanslar tamamen ABD güdümlüdür. Ve şer an caiz değildir. Müslümanların dinin delaleti ve subuti kati olan ayetlerini rafa kaldıran bu gibi konferanslara katılmaları, bu fikirlere çağırmaları, dinlemeleri ve kabul etmeleri haramdır. Özellikle bu işlerde Şanlıurfa ve Mardin’in seçilmesi ve şehirde Sharaton, Hilton ve Dedeman gibi beş yıldızlı otellerin çoğalması, “İsrail”in bölgede arazi satın alması hep bunlarla ilgilidir. GAP ve YAYLAK projesinin mühendisi olan “İsrail” bölgeye yönelik ciddi yatırımlar da yapmaktadır. Bu tür konferanslarda sanki ileride gelecek günlerin hazırlığı konumundadır. İslam ile diğer dinlerin eşit sayılacağını gibi tamamen haram olan düşünce ve fikirler topluma aşılanmaya çalışılmaktadır. Bunu süsleyip püsleyerek bir Truva atı gibi topluma sunmaktadırlar. Çünkü kendileri ilerde buralarda kuracakları şirketleri, fabrikaları ve teşkilatları için halkın önünde kendilerini ve dinlerini meşrulaştırmak istemektedirler. Ve en önemlisi ise İslam dininin siyasal olarak zuhur edip onları İslam beldelerinden söküp atmasını bertaraf etmeye çalışmaktadırlar. Çünkü onlarda iyi biliyorlar ki Kur’an-ı Kerim’i yani İslam’ın özünü değiştiremezler. ِّ ُ ‫َحاف‬ ‫ون‬ َ ‫ِظ‬ َ ‫إِنَّا َن ْح ُن َن َّزْل َنا الذك‬ َ ‫ْر َ ِإو�نَّا لَ ُه ل‬

İşte bu azılı kâfirler Allahu Teâlâ’nın ayeti kerimede: ‫اءه ْم‬ َ ‫َما َي ْع ِرُف‬ َ ‫“ الَّذ‬Onlar ُ ‫ون أَ ْب َن‬ ُ ‫ِين آ َت ْي َن‬ َ ‫اه ُم ا ْل ِك َت‬ َ ‫اب َي ْع ِرُفوَن ُه ك‬ seni kendi çocuklarını tanıdığı gibi tanırlar.” (Bakara 146) belirtmiş olduğu gibi bizim dinimizin hak olduğunu ve Allahu Teâlâ’nın kitabından ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadislerinde verilen vaadlerin gerçekleşeceğinden emindirler. Bu süreci ve değişmeyecek olan neticeyi geciktirmeye yönelik ellerinden gelen çabayı da harcamaktadırlar. Evet, zaferin İslam’ın ve Müslümanların olacağı ile alakalı ayeti kerimeler ve hadisler çoktur. Kâfirler Rabbimizin vaatlerini bilmekte ve o yüzden İslam’ın hayatta tekrar hâkim olmasını yani Hilafet’in yeniden ikame edilmesini, ümmetin birliğinin ve kardeşliğinin sağlanmasını engellemek istemektedirler. Kendilerini bize hoş gösterme, dinlerarası diyalog ve hoşgörü masallarıyla da

“Şüphesiz Biz (Allah) zikri (Kur’an-ı) indirdik ve onun koruyucusu Biz’iz.” (Hicr 9)

31

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


“Halil İbrahim Buluşmaları”nın Gerçeği Bu ayeti kerimede belirtildiği gibi İslam’ın değişmesi mümkün değildir. O halde yapmaları gereken de tek bir şey kalıyor, o da Müslümanların zihnini kendi batıl düşünceleriyle kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.

gu ve medeniyetlerin ittifakları olsun bundan amaçlanan kesinlikle bilinmelidir ki, işin siyasi boyutu da budur. Böylece ABD Ortadoğu bölgesinde hâkimiyetini, nüfuzunu ve sömürgeleştirmesini derinleştirsin. Kendisini Müslümanların bölgesinden söküp atacak, sömürmesine son verecek, İslami iktidara taşıyıp Hilafet yoluyla ümmetin birliğini sağlayacak ve İslam davetini cihad yoluyla âleme taşıyacak olan devletin oluşumunu bertaraf etme politikasındandır. Bu içeriği ABD üniversitelerinde tasarlanmış olan buluşmalar, İslamiyeti Müslümanların zihinlerinde kendi istemiş oldukları çerçeveye uydurma çabasıdır. İslam’ın şer’i nasslarıyla delaleti ve subuti kati olan hükümleri rafa kaldırma çabasıdır. Misyonerliğin başka bir versiyonudur. İslam’ın kesinlikle haram kıldığı Müslim kadınlarla gayri Müslim erkeklerin evlenmesinin önünün açılması, ümmetin İslam kardeşliğinin bozulmasına yol açmaktadır. Aynı zamanda İslam’ın cihad fikrini, devlet fikrini ve siyasi yönünü yok etme hamlesidir. Buna kesinlikle Müslümanların izin vermemesi gerekir.

ِ ‫ص ُّدوْا َعن َسب‬ ‫ِيل اللّ ِه َف َسيُن ِفقُوَن َها‬ َ ‫ِين َك َف ُروْا يُن ِفق‬ َ ‫إِ َّن الَّذ‬ ُ ‫ُون أَ ْم َوال‬ ُ ‫َه ْم ل َِي‬ ‫ون‬ َّ ‫ِم َح ْس َرًة ث‬ َّ ‫ث‬ َ ُ‫ُم يُ ْغلَب‬ ُ ‫ُم َتك‬ ْ ‫ُون َعل َْيه‬ “Onlar insanları Allah’ın yolundan alıkoymak için mallarını harcayacaklardır. Ancak bu harcama onların içinde hasret olarak kalacaktır.” (el-Enfal 36) Dinlerin diyalogu, dinlerin buluşması, medeniyetlerin ittifakı, Halil İbrahim Buluşmaları vs. her ne isimle anılırsa anılsın hepsinin ortak olan düşüncesi aynıdır. O da ABD’nin “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” adı altında Müslümanların yaşadığı beldelerde siyasi olarak muhafazakâr, demokrat ama laik bir Müslüman kitle oluşturmaktır. ABD bunu Ortadoğu projesi eş başkan Recep Erdoğan ve AKP yoluyla siyasi olarak da yürütmektedir. İşte bu dinlerin buluşması olsun Halil İbrahim Buluşmaları olsun ve dinlerin diyalo-

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

32


Erkan KARDELEN

İ

nsanoğlu o kadar eksik, aciz ve sınırlı ki. Fakat bunu inkâr edip, “insanlar mükemmel varlıklardır, kendi nizamını belirleyebilir” diyen insanlar, kendileri için getirdikleri kanunlarla sürekli oynuyorlar. Bugün kendisi için maslahat olarak gördüğü bir şeyin biraz sonra zarar olduğunu düşünüp onu değiştirmek için var gücüyle çalışıyor.

“Ya Rasulûllah, bir şeye gülüyorum, bir şeye de ağlıyorum. İslam’la müşerref olmadan, hamurdan put yapıp tapıyor, acıkınca yiyordum. Bunu hatırlayıp gülüyorum. Bir şeye de ağlıyorum, kızımın göstermiş olduğu şefkate rağmen, diri diri kuma gömdüm. Buna da ağlıyorum”. Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: “Ya Ömer, bunları iman zamanında mı yaptın yoksa cehalet zamanında mı?” Ömer RadıyAllahu Anh: “Cehalet zamanında ya Rasulûllah” deyince Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem “O zaman bundan sorulmayacaksın” buyurdular.

Tıpkı İslamiyet gelmeden önceki Mekke müşrikleri gibi… Zira onlar da günümüzdeki yöneticiler gibi idiler. Bir gün bir kanun, adet, gelenek çıkarılıyor ancak o kanun çok geçmeden yerini diğer bir kanun, adet ve geleneğe bırakıyordu. Hatta yola çıkarken hamurdan ya da helvadan bir put yapılıyor, o yolculuk esnasında puta tapılıyor ve putla işleri bittikten sonra acıktıkları zaman yiyordular. Ömer RadıyAllahu Anh örneğinde olduğu gibi.

Bu bağlamda T.C. Devlet’i, ne kadar da o topluma benziyor. Henüz cumhuriyet tarihi küçükken, cumhuriyetin tarihi çok geçmemişken, bu ülkede anayasa dört defa topyekûn değişti ve son örneği de günümüzde olmak suretiyle bilmem kaç defa bazı maddelerinde değişikliğe gidildi. Bir taife, anayasa değişikliği için var güçleriyle çalışır, bunun gerekli olduğunun kamuoyunu yap-

Bir gün Ömer RadıyAllahu Anh, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e dedi ki:

33

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Kendi Putunu Yiyen Sistemler! maya uğraşırlarken, diğer bir taife de, bu değişikliği engellemeye ve bunun gerekli olmadığını kamuoyuna kabul ettirmeye çalışıyor. Yani antipropagandasını yapıyor. Ve bu çalışmaları yapanlar da halkın vekâlet verdiği, vekil tayin ettiği kelli-felli adamlar. Hâlbuki o vekiller, milletvekili olduklarında anayasaya sadakat yemini etmişlerdi. Ama ne kadar da acizler, ne kadar da gafiller!

fatına getirip kanunlar vâaz eden insanlar, kendi putlarını yiyen cahiliyedeki Mekke müşriklerine ne kadar da çok benziyorlar. Önce anayasaya sadık kalacaklarına dair söz verip yemin ediyorlar sonra da o anayasayı günümüze uygun değil diyerek değiştirmeye çalışıyorlar. Rabbim ne kadar da doğru söylemiş. Bugün bunun vakıasını ne kadar da yakından hissediyoruz. Allah Subhanehu ve Teâlâ muhtelif ayetlerde de şöyle buyuruyor:

Milletvekili olurken yaptıkları yemin şöyledir:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vaِ ‫اس أُ َّم ًة َو‬ ‫ِين‬ َ ‫ِين َو ُمنذِر‬ َ ‫ِّين ُم َب ِّشر‬ َ ‫اح َد ًة َف َب َع َث اللّ ُه النَّبِي‬ َ ‫ك‬ ُ َّ‫َان الن‬ ِّ tanın ve milletin bölünmez ‫ُم َب ْي َن‬ َ َ‫َوأ‬ َ ‫نزَل َم َع ُه ُم ا ْل ِك َت‬ َ ‫اب بِال‬ َ ‫ْحق ل َِي ْحك‬ َّ ِ‫َف فِي ِه إ‬ bütünlüğünü, milletin ka‫ال‬ ِ َّ‫الن‬ َ ‫اخ َتل‬ ْ ‫اخ َتلَ ُفوْا فِي ِه َو َما‬ ْ ‫ِيما‬ َ ‫اس ف‬ Görüldüğü gibi yıtsız ve şartsız egemenliğiُ ‫وه مِن َب ْع ِد َما َجاء ْت ُه ُم ال َْبيِّ َن‬ َ ‫الَّذ‬ ُ ُ‫ِين أُوت‬ kendilerini Allah Subhanehu ‫ات َب ْغ ًيا‬ ni koruyacağıma; hukukun ‫اخ َتلَ ُفوْا فِي ِه‬ ْ ‫آمنُوْا ل َِما‬ َ ‫َب ْي َن ُه ْم َف َه َدى اللّ ُه الَّذ‬ َ ‫ِين‬ ve Teâlâ’’ya rağmen üstünlüğüne, demokratik ve ‫ْح ِّق ِبإِ ْذ ِن ِه َواللّ ُه َي ْهدِي َمن َي َشاء إِلَى‬ َ‫م‬ َ ‫ِن ال‬ kanun koyucu sıfatına laik cumhuriyete ve Atatürk ٍ ‫ُّس َتقِي ٍم‬ ‫م‬ ‫اط‬ ‫ر‬ ‫ص‬ َ ِ ْ getirip kanunlar vâaz eden ilke ve inkılâplarına bağlı “İnsanlar bir tek ümmet insanlar, kendi putlarını kalacağıma; toplumun huidi. Sonra Allah, müjdeleyiyiyen cahiliyedeki Mekke zur ve refahı, milli dayanışmüşriklerine ne kadar da çok ci ve uyarıcı olarak nebileri ma ve adalet anlayışı içinde gönderdi. İnsanlar arasınherkesin insan haklarından benziyorlar. Önce anayasaya da, anlaşmazlığa düştüklesadık kalacaklarına dair söz ve temel hürriyetlerden yari hususlarda hüküm verrarlanması ülküsünden ve verip yemin ediyorlar sonra meleri için, onlarla beraber Anayasa’ya sadakatten ayda o anayasayı günümüze hak yolu gösteren kitapları rılmayacağıma; büyük Türk uygun değil diyerek da indirdi. Ancak kendilemilleti önünde namusum ve değiştirmeye çalışıyorlar. rine kitap verilenler, apaşerefim üzerine ant içerim.” çık deliller geldikten sonAyrıca kanun kelimesinin ıstılahi tanımı ra, aralarındaki zulümden (kıskançlıktan) şöyledir: ”Sultan’ın insanları, karşılıklı alakaötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun larında uymaya mecbur ettiği kaideler toplaüzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtimıdır.” Yani hâkimiyet sahibi yönetici birtalafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi.Alkım hükümler emrettiği zaman, bu hükümler lah dilediğini doğru yola iletir.” (el-Bakara 213) kanun halini alır ve insanların bağlanmasını َّ ‫ْك َفإِذًا‬ ِ ‫ِّن ال ُْمل‬ ِ ‫َه ْم َن‬ ‫ِير‬ ‫اس َنق ًا‬ َ ُ‫ال يُ ْؤت‬ َ ‫يب م‬ ٌ ‫ص‬ ُ ‫أَ ْم ل‬ َ َّ‫ون الن‬ gerektirir. Ancak kendilerini hüküm koyucu “Yoksa onların mülkten (hükümranlıkolarak görenler bile koydukları bu hüküm ve tan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı inkanunlara sadık kalacaklarına yemin ettiklesanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) ri halde bağlanmıyorlar ki, diğer insanlar bu vermezlerdi.” (en-Nisa 53) hükümlere neden bağlansın? َ ‫ات َوا‬ ُ ‫أَ َول َْم َي‬ ِ ‫او‬ ِ ‫نظ ُروْا فِي َملَك‬ ‫َق اللّ ُه مِن َش ْي ٍء‬ ِ ‫أل ْر‬ َّ ‫ُوت‬ َ ‫ض َو َما َخل‬ َ ‫الس َم‬ Görüldüğü gibi kendilerini Allah Subhaٍ ‫ُه ْم َف ِبأَ ِّي َحد‬ ‫ون‬ َ ُ‫ِيث َب ْع َد ُه يُ ْؤ ِمن‬ َ ‫َوأَ ْن َع َسى أَن َيك‬ ُ ‫ُون َق ِد ا ْق َت َر َب أَ َجل‬ nehu ve Teâlâ’’ya rağmen kanun koyucu sıHaziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

34


Kendi Putunu Yiyen Sistemler! çok kendi menfaatlerini düşünen ve bizleri asla umursamayan bu insanların peşinde gitmeyelim. Gelin, kanun koymaya en layık olan, tek bir ilah olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın hükümlerini tatbik edin ve bunun Arz’a yayılması için mücadele edin.

“Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah’ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur’an’dan sonra hangi söze inanacaklar?” (A’raf 185) َّ ِ‫“ إِ ِن الْحكْم إ‬Hüküm sadece Allah’a ai ‫ال لِلّ ِه‬ ُ ُ tir.” (Yusuf 40)

ِ ‫َوق‬ ‫ون‬ َ ‫ون َو َستُ َرُّد‬ َ ُ‫ُم َو َرُسولُ ُه َوال ُْم ْؤ ِمن‬ ْ ‫ُل‬ ْ ‫اع َملُوْا َف َس َي َرى اللّ ُه َع َملَك‬ َّ ِ ِ ِّ ‫ُون‬ ‫ل‬ ‫م‬ ‫ع‬ ‫ت‬ ‫م‬ ‫ت‬ ‫ُن‬ ‫ك‬ ‫ا‬ ‫ِم‬ ‫ب‬ ‫ُم‬ ‫ك‬ ‫ئ‬ ‫ب‬ ‫ن‬ ‫ي‬ ‫ف‬ ‫ة‬ ‫د‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ‫الش‬ ‫و‬ ‫ب‬ ِ ‫ي‬ ‫غ‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫م‬ ْ َ َ ْ َ ْ ُ َ ُ َ ُ َ َ َ َ ْ َ ِ ‫إِلَى َعال‬

‫ون‬ َ ‫َي‬ َ ‫ُم‬ ْ ‫ُم ك‬ ُ ‫ف َت ْحك‬ ْ ‫“ َما لَك‬Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?” (Kalem 36)

“De ki: “Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Rasûlü de, mü’minler de göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir.” (Tevbe 105)

Ve bunlar gibi daha birçok ayet mevcuttur. Yani esasında yasa belirleyen, kanun koyucu olan sadece ve sadece Allah Subhanehu ve Teâlâ’dır. Hüküm ve hâkimiyet kayıtsız, şartsız Allah’ındır. Ve tek yetkili o’dur.

َّ ‫ون‬ َ ‫ِيما كُنتُ ْم فِي ِه َت ْخ َتلِ ُف‬ َ ‫ام ِة ف‬ َ ‫ُم َي ْوَم ا ْلق َِي‬ ْ ‫ُم َب ْي َنك‬ ُ ‫الل ُه َي ْحك‬

Peki ya siz ne yapacaksınız ey Türkiye’deki Müslümanlar! Yarın önünüze sandıklar koyacaklar. Ve diyecekler ki; “Biz bu kanunları sizin için daha uygun, daha hayırlı gördük. Gelin bunu yasalaştıralım.“ Peki, siz ne yapacaksınız? Allahu Teâlâ’ya rağmen kendinize kanunlar mı ihdas edeceksiniz? Yoksa Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın yasalaşmasını emrettiği hükümleri tatbik makamına yerleştirip onunla tekrar izzet ve şerefinize tekrar mı ulaşacaksınız? Bir yol ayrımındasınız ve seçim sizindir.

“Allah kıyamet gününde, ihtilaf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir.” (Hac 69) NOT: Put ayet ve hadislerde “sanem” ve “vesen” şeklinde de isimlendirilmektedir. “Asnâm-putlar” “sanem” kelimesinin çoğuludur. İbnul-Esîr en-Nihâye adlı kitabında “sanem” kelimesini; “Allah’dan başka ilâh edinilen şey” diye tanımlamaktadır. Bu da müşriklerin taptıkları putlar anlamına geldiği gibi Allah’ın nizamına ve hâkimiyetine engel olan tüm tağutlar manasınadır.

Allah’ın kanunları size yetmedi mi? Allah Azze ve Celle kanun koyucu olarak size yetmedi de, eksik, aciz ve sınırlı olan birkaç akıldan çıkan ve size dayatılan, eksik, aciz ve sınırlı olan hükümlerle mi yönetilmek istiyorsunuz? Eksik, aciz ve sınırlı olan hükümlerle yönetilmeyi kendinize yakıştırabiliyor musunuz? ِّ ‫ِن اللّ ِه حك‬ ِ ‫ْج‬ ‫ون‬ َ ُ‫َوٍم يُوِقن‬ َ ‫ون َو َم ْن أَ ْح َس ُن م‬ َ ‫اهلِيَّ ِة َي ْب ُغ‬ َ ‫ْم ال‬ ً ُ ْ ‫ْما لق‬ َ ‫أَ َف ُحك‬ “Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar! İyi iman eden bir toplum için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim olabilir!” (Maide 50) Gelin hep birlikte karşı çıkalım. Bizleri süslü ve yalan sözlerle kandıran, bizlerden

35

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Ahmet Sadık ALTINEL

Geçen Sayıdan Devam...

zor bir gündür. Kâfirler için kolay değildir. O yapayalnız yarattığım kimseyi sen bana bırak. Ben ona bolca mal verdim ve şahit olan oğullar (verdim), Kendisi için (dünya nimetlerini) yaydıkça yaydım. Sonra daha da artırmamı arzuluyor. Kesinlikle hayır. Çünkü o ayetlerimize karşı inatçıdır. Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.” (Müddessir 8-17)

c. Siyasal (Erkin başında bulunanlarla) Mücadele Bu süreçte ilahi rehberlik, arzuladığı toplum modelinin inşasına karşı direnen ve İslam’a karşı düşmanlıkta öne çıkan siyasal erkin başındaki bazı isimleri gündemine alıyordu. Örneğin Tebbet Suresi küfrün elebaşlarından birisi ve Müslümanlara en büyük eziyetleri yapmış olan Ebu Leheb ve Hanımı hakkında inmiş bir suredir. Kur’ân ayrıca bir benzerini yazma gayreti içine giren Velid b. Muğire’nin çabalarını deşifre ediyor ve onu tehdit ediyordu:

İlahi eksenli tasavvurun topluma iletilmesi bağlamında sunduğumuz üç alt başlığı değerlendirecek olursak özetle şunlar söylenebilir. Öncelikle Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem, yaşadığı dönemin yaygın düşünce biçimi ve değer yargılarını eleştiren, onların batıllığı ve tutarsızlığını ortaya koyan bir yol izlemiştir. Zira toplumlar ancak sahip oldukları düşünceler doğrultusunda eğilimler ortaya koyarlar. Dolayısıyla toplumların farklı bir eğilim içine girmesini, bir yaşam biçimin-

‫ِين‬ َ ‫ُور َف َذل‬ ِ ‫ِر فِي النَّاق‬ َ ‫ير َعلَى ا ْلكَافِر‬ ٌ ‫ِك َي ْو َم ِئ ٍذ َي ْوٌم َع ِس‬ َ ‫َفإِذَا نُق‬ ‫ِين‬ ٍ ‫َغ ْي ُر َي ِس‬ ُ ‫ْت َو ِحي ًدا َو َج َعل‬ ُ ‫َرنِي َو َم ْن َخلَق‬ َ ‫َّم ُدوًدا َوَبن‬ ْ ‫ير ذ‬ ْ ‫ْت لَ ُه َمالاً م‬ َّ‫ا‬ ُّ َّ َ َ ْ ‫َان آِل َيا ِت َنا‬ ‫ك‬ ‫ه‬ ‫ن‬ ‫إ‬ ‫َل‬ ‫ك‬ ‫د‬ ‫ِي‬ ‫ز‬ ‫أ‬ ‫ن‬ ‫أ‬ ‫ع‬ ‫م‬ ‫ط‬ ‫ي‬ ‫ُم‬ ‫ث‬ ‫ا‬ ‫د‬ ‫ِي‬ ‫ه‬ ‫م‬ ‫ت‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫َّدت‬ ‫ه‬ ‫م‬ َ ِ َّ َ ُ َ ْ َُ َ ً َْ ُ َ ‫ُش ُهوًدا َو‬ ‫ص ُعوًدا‬ َ ‫َعنِي ًدا َسأُ ْرِه ُق ُه‬ “Sur’a üflendiği zaman. İşte o gün, çok Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

36


Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak (3) rı ekonomi projelerine, beşeri hukuk sistemlerine velhasılı İslami olmayan her şeye karşı durmaları, İslami çözümler, projeler sunmaları ve ümmetin İslam’a olan güveni artırıcı kasıtlı faaliyetler yapmaları gerekmektedir.

den ötekine geçmesini istiyorsak söz konusu toplumun zihinlerine çöreklenmiş olan ve gerçekte eğilimlerinin saiki olan geleneksel düşünce kalıpları ve hayata bakış açılarını tartışmaya açmamız ve onların önce batıllığını ortaya koyduktan sonra onlara doğru düşünce biçimini; İslami fikirleri sunmamız gerekmektedir. Aksi takdirde içimizde taşıdığımız fikirler İslami fikirler de olsa batılı küfür fikirlerini dillendirdikçe toplumun hayatında bir şey değişmeyecektir. Bilakis zamanla değişen bizler olacağız. Bakın Kur’ân-ı Kerim hak batıl arasındaki kaçınılmaz hesaplaşmayı nasıl tasvir ediyor:

Son olarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yukarıda ifade etmeye çalıştığımız cahili düşünce ve onun dayattığı yaşam biçiminin şu ya da bu nedenlerle koruyuculuğuna soyunmuş olan Mekke liderlerine yönelik çağrısı, İslam’a düşmanlık yapanlara karşı meydan okuması ve onların mesajını engellemeye dönük kirli hesaplarını deşifre etmesi vs. bütün bunlar onun kelimenin tam anlamıyla siyasi bir mücadele yürüttüğünü kanıtlamaktadır. Bu itibarla Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem hayatı boyunca İslam akidesi ekseninde toplumu değiştirmeye yönelik fikri ve siyasi mücadele vermiştir. Maalesef İslami hareketler bugün Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sîretini sistematik bir bütünlük içinde ele almadıkları için çoğunlukla konjonktüre paralel olarak şekil alan, her an değişebilen, savruldukça savrulan bir yapıya dönüşmüştür. Her esen rüzgâra göre şekil alan böyle bir yapının bırakın dünyayı değiştirmeyi yaşadığı toplumda inandırıcılığını koruması dahi mümkün değildir.

ِ ‫اط ِل َف َي ْد َم ُغ ُه َفإِذَا ُه َو َز‬ ِ ‫ْح ِّق َعلَى ال َْب‬ ‫ْوْي ُل‬ ُ ‫َب ْل َن ْقذ‬ َ ‫ِف بِال‬ َ ‫ُم ال‬ ُ ‫اه ٌق َولَك‬ ِ ‫مِمَّا َت‬ ‫ون‬ َ ‫ص ُف‬

“İşte biz hakkı, batılın üstüne fırlatırız, o da, onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) nitelendire geldiklerinizden dolayı eyvahlar size.” (el-Enbiya 18)

Bir diğer nokta; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in toplumda yaygın ve bozuk ilişki biçimlerini de gündemine almasıdır. Yani iktisadi, sosyal ve siyasi anlamda hayatın bütün alanlarında kamuoyu oluşturmaya çalıştığı İslami hayat tasavvuruna aykırı her tür icraatı ve uygulamayı eleştiriyor, onun yanlışlığını tartışmaya açıyordu. Yani ilk vahiy geldiği günden beri aslında Mekke’de her gün gündemi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem belirliyordu. Eleştirdiği ilişki biçimine alternatif çözümler, salt vahyi referans alan projeler sunuyordu. Örneğin kızları diri diri gömmelerini eleştirmekle kalmıyor, İslam’ın konuyla ilgili bakış açısını ortaya koyuyordu. O halde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in izini sürdüğünü söyleyen İslami cemaat ve hareketlerin batıdan ve doğudan transfer edilen küfür sistemlerine, sahte kalkınma planlarına, esasında ümmetin servetlerini sömürmek için uygulamaya koydukla-

İlahî rehberliğin düşünce ve gönüllerini aydınlattığı insanlar, insani yaşam standartlarından ne kadar uzak olduklarını, insana ve hayata karşı ne kadar basit ve ilkel bir bakışa sahip olduklarını anlamaya başladılar. Deryada koordinatlarını kaybetmiş kaptan gibi, yüzyıllardır kayalıkların arasına sıkışmış bu vadinin insanlarına, İslam rüzgâr gibi esiyor, onlara hayat veren oksijeni taşıyordu. İlahî rahmet, merhametin zerresine kadar iliklerinden çekildiği, böylece kendi evlatlarına bile kıyacak noktaya gelmiş olan bu insanların elinden tutunca insan olduklarının

37

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak (3) farkına vardılar. Allah Rasulü’nün insan merkezli çağrısı onların yüreklerini ısıtıyordu. Bir kez yeşeren bu yürekler bir daha çorak, kurak araziye geri döner mi?

‫ُون‬ ٍ ‫ُر‬ ْ ‫آن َغ ْي ِر َهذَا أَ ْو َب ِّد ْل ُه ق‬ ُ ‫ُل َما َيك‬ ْ ‫ِبق‬ َّ َ ُ َ ِّ ‫ِع‬ Amcası Ebu Talip’le ilettikleri ُ ‫لِي أ ْن أ َبدلَ ُه مِن ِت ْلقَاء َن ْف ِسي إِ ْن أتب‬ َّ ‫اف إِ ْن‬ ُ ‫َي إِنِّي أَ َخ‬ bu tekliflere Allah Rasulü َّ ‫وحى إِل‬ َ ُ‫إِال َما ي‬ ‫َاب َي ْوٍم َع ِظي ٍم‬ SallAllahu Aleyhi ve Sellem, değil َ ‫ص ْي ُت َربِّي َعذ‬ َ ‫َع‬ “Ve vaktinde, ayetdünyayı ve içindekileri “güneşi lerimiz, kesin birer belsağ elime, ayı sol elime verseniz ge olarak kendilerine yinede (İslam’a davet) yolundan Allah Rasulü SallAlokunduğu zaman, o bidönmeyeceğim” diyordu. Yani lahu Aleyhi ve Sellem’in zimle karşılaşmayı umAllah Rasulü SallAllahu Aleyhi davetinin toplumda ve Sellem onların tekliflerine karşı mayanlar, “Bundan başyankı bulması, her geka bir Kur’ân getir veya yerine getirmeleri imkânsız bir çen gün destekçilerinin bunu değiştir.” dediler. teklifte bulunuyordu. artması sonucu müşDe ki; Onu kendiliğimrikler şaşkına döndüler. den değişti-remem, beRasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e İslam nim açımdan bu olacak bir şey değildir. Ben davetini terk etmesi karşılığında o günün koancak bana vahyolunana uyarım. Rabbime şullarında en yüksek statü sahibi olmak anisyan edersem, şüphesiz büyük bir günün lamına gelen, Kâbe’nin anahtarlarını kendisiazabından korkarım.” (Yunus 15) ne vereceklerini, isterse Mekke’nin en güzel Belki de davetinin ilk yıllarında onu bu kızlarını verebileceklerini hatta aralarında kadar ciddiye almıyorlardı. Geleneksel düpara toplayıp kendisini Mekke’nin en zengişünce yapılarının ilk defa bu denli ciddi ve ni yapabileceklerini söylediler. Kur’ân Allah sistematik bir biçimde sorgulandığına tanık Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yolu gösolan Mekke seçkinleri bir dizi yol ve yönteteriyordu: me başvurdular. Bu yöntem Rasulullah Salَّ َ ُ ‫اءه ْم‬ َ ‫َفلِ َذل‬ ُ ‫ِع أ ْه َو‬ lAllahu Aleyhi ve Sellem’in şahsını, dolaylı ْ ‫ِر َت َولاَ َتتب‬ ْ ‫َما أم‬ َ ‫اس َتق ِْم ك‬ ْ ‫ِك َفا ْد ُع َو‬ olarak mesajını karalamaya yönelik bir dizi “İşte bunun için,davet et. Ve emrolunkampanyayı içeriyordu. Bu çerçevede sloduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevesleriganlaştırdıkları bir takım kavramlardan hane sakın uyma!…” (eş-Şûrâ 15) reket ettiler: Amcası Ebu Talip’le ilettikleri bu tekliflere ِ ُ‫ِيث لِي‬ ِ ‫ْحد‬ ِ ‫ض َّل َعن َسب‬ ‫ِيل اللَّ ِه ِب َغ ْي ِر‬ ِ َّ‫ِن الن‬ َ ‫َوم‬ َ ‫اس َمن َي ْش َترِي ل َْه َو ال‬ Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem, deَّ ُ ِ ‫ِين‬ ‫ه‬ ‫م‬ ‫َاب‬ ‫ذ‬ ‫ع‬ ‫م‬ ‫َه‬ ‫ل‬ ‫ِك‬ ‫ئ‬ ‫ل‬ ‫و‬ ‫أ‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ز‬ ‫ه‬ ‫ا‬ ‫َه‬ ‫ذ‬ ‫خ‬ َ َ ُّ ٌ ٌ َ ُْ ً ُ ُ َ ‫ِع ْل ٍم َوَيت‬ ğil dünyayı ve içindekileri “güneşi sağ elime, “Ve insanlardan öyleleri var ki, bilgisi ayı sol elime verseniz yinede (İslam’a davet) olmayanları Allah yolundan saptırmak ve yolundan dönmeyeceğim” diyordu. Yani Alonu gülünç duruma düşürmek için kelime lah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem onların oyunu yapmaya kalkışırlar. İşte böyleleri tekliflerine karşı yerine getirmeleri imkânsız için alçaltıcı azap vardır.” (Lokman 6) bir teklifte bulunuyordu. Bırakın serveti, Kâbe’nin anahtarlarını vs. bana güneşi ve ayı verebilir misiniz? Veremezsiniz. Yani beni yolumdan döndüremezsiniz demeye getiriyordu:

Mekke’nin elitleri sık sık bir araya geliyor ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in daveti karşısında nasıl bir atraksiyon geliştireceklerini düşünüyorlardı.

ٍ ‫ِم َآياتُ َنا َبيِّ َن‬ ‫ون لِقَاء َنا ا ْئ ِت‬ َ ‫ات ق‬ َ ‫ِين‬ َ ‫ال َي ْرُج‬ َ ‫َال الَّذ‬ ْ ‫َ ِإو�ذَا تُ ْتلَى َعل َْيه‬ Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

1. Önce Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve

38


Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak (3) Sellem’in kâhin ve şair hatta deli olduğunu söylediler. Kur’ân, onların bu argümanlarını boşa çıkartan ayetlerle inmeye devam ediyordu.

2. Kur’ân’ı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in uydurduğunu söylüyorlardı. Kur’ân cevap veriyordu: ‫ِن اللَّ ِه َش ْي ًئا ُه َو‬ ْ ‫ُون ا ْف َت َرُاه ق‬ َ ‫ُون لِي م‬ َ ‫ُل إِ ِن ا ْف َت َرْيتُ ُه َف اَل َت ْملِك‬ َ ‫أَ ْم َيقُول‬ ‫ُم‬ ُ ‫ِما تُف‬ َ ‫ِيض‬ َ ‫أَ ْعل َُم ب‬ ْ ‫ون فِي ِه َك َفى ِب ِه َشهِي ًدا َب ْينِي َوَب ْي َنك‬

ِّ ‫َفذ‬ ِ ‫ُون َش‬ ِ ‫ِّك ِبك‬ ‫اع ٌر‬ ٍ ُ‫َاه ٍن َولاَ َم ْجن‬ َ ‫ِع َم ِت َرب‬ َ َ‫َك ْر َف َما أ‬ َ ‫ون أَ ْم َيقُول‬ ْ ‫نت ِبن‬ ِ ‫ِّن ال ُْم َت َرب‬ ‫ين أَ ْم‬ ِ ُ‫َّص ِب ِه َرْي َب ال َْمن‬ ْ ‫ون ق‬ َ ‫ِّص‬ َ ‫َّصوا َفإِنِّي َم َعكُم م‬ ُ ‫نَّ َت َرب‬ ُ ‫ُل َت َرب‬ َّ‫َولَ ُه بل لا‬ ُ ‫َوٌم َط‬ َ ‫ون أَ ْم َيقُول‬ َ ‫اغ‬ َ َّ ‫ُون َتق‬ َ ‫َت ْأ ُم ُرُه ْم أَ ْح اَل ُم ُهم ب‬ ْ ‫ِهذَا أَ ْم ُه ْم ق‬ ‫ون‬ َ ُ‫يُ ْؤ ِمن‬

“Yoksa “Bütün bunları o uydurdu” mu diyorlar? De ki (Ey Muhammed): “Eğer onu ben uydursaydım Allah’a karşı sizin bana hiçbir faydanız dokunmazdı. O, sizin, hakkında (düşüncesizce) yaygara kopardığınız şeyi daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şahit olarak O yeter!..” (el-Ahkaf 8)

“(Ey Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli. Yoksa onlar, “O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar? Onlara de ki: “Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. Yoksa bunu onlara emir eden hayalleri mi? Yoksa onlar azgın bir kavim mi? Yoksa “Bunu (Kur’ân’ı) kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Bilahis onlar, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar.” (et-Tur

3. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem‘i, İlahî iradeyle muhatap olabilecek statüde görmüyorlardı. Yani Allah vahiy gönderecek olsa bizler gibi, Mekke ve Taif’in zengin, seçkin insanları dururken senin gibi bir çobana mı gönderir? demeye getiriyorlardı. Allah Azze ve Celle cevap veriyordu:

29-33)

َّ ِ‫اءهم الْه َدى إ‬ ‫ال أَن قَالُوْا أَ​َب َع َث‬ ُ ُ ُ ‫اس أَن يُ ْؤ ِمنُوْا إِ ْذ َج‬ َ َّ‫َو َما َم َن َع الن‬ ‫ال‬ ً ‫َّسو‬ ُ‫اللّ ُه َب َش ًار ر‬

Kur’ân Rasulullah’a kendisi hakkında söylenenleri yanıtlamasını değil, bu çirkin kampanyaları yürütenlerle etkin bir mücadeleye girişmesini öneriyor:

“İnsanlara (bir Rasul eliyle) doğru yol bilgisi geldiği zaman onları inanmaktan alıkoyan, “Yoksa Allah bir insanı Rasul olarak mı gönderdi?” diye itiraz etmelerinden başka bir şey değildir.” (İsra 94)

ٍ ‫ِحد‬ ‫ِن َغ ْي ِر َش ْي ٍء‬ ْ ‫ِين أَ ْم ُخلِ ُقوا م‬ َ ‫صا ِدق‬ َ ‫َفل َْي ْأتُوا ب‬ َ ‫ِيث ِّم ْثلِ ِه إِن كَانُوا‬ ِ ‫او‬ ‫ون أَ ْم ِعن َد ُه ْم‬ َّ ‫ُون أَ ْم َخلَ ُقوا‬ َ ‫أَ ْم ُه ُم ال‬ َ ‫ات َوالأَْ ْر‬ َ ُ‫ض َبل لاَّ يُوِقن‬ َ ‫ْخالِق‬ َ ‫الس َم‬ َّ ‫ون فِي ِه َفل َْي ْأ ِت‬ َ ‫ِن َرب‬ َ ‫ِع‬ َ ‫ص ْي ِط ُر‬ ُ ‫َخ َازئ‬ ُ ‫ون أَ ْم ل‬ ُ ‫َه ْم ُسل ٌم َي ْس َتم‬ َ ‫ِّك أَ ْم ُه ُم ال ُْم‬ َ ‫ِسل‬ ‫ِين‬ ٍ ‫ان ُّمب‬ ٍ ‫ْط‬ ُ ‫ُم ْس َتم‬ ُ ‫ِع ُهم ب‬

4. Hakikati kavramaları için onları düşünmeye iten birçok ayet gelmiş, deliller ortaya konmuşken onlar işi yokuşa sürmek için ‫بِاللّ ِه‬ ‫ال‬ ً ‫…“ َوال َْمآل ِئ َك ِة َقبِي‬Allah’ı ve melekleri bizimle yüz yüze getirmedikçe” (İsra 92) vb… olağan üstü bir takım olaylar gerçekleştirmesini istediler. Onların açığa vurduklarını da sakladıklarını da bilen Rabbimiz cevap verdi:

“Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler! Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak iman etmiyorlar. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa her şeye hâkim olan kendileri midir? Yoksa onların, kendisi vasıtasıyla (ilâhî vahyi) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? (Eğer varsa) dinleyenleri, açık bir delil getirsin!” (et-Tur 34-38)

‫ات ِعن َد اللَّ ِه‬ ْ ‫ات مِّن رَّبِّ ِه ق‬ َ‫َولاَ أُنز‬ ٌ ‫ِل َعل َْي ِه َآي‬ ُ ‫ُل إِنَّ َما آْال َي‬ ْ ‫َوقَالُوا ل‬ َّ ‫ِم‬ َ َ‫ِم أَنا أ‬ ٌ ‫ِير ُّمب‬ َ ‫نزْل َنا َعل َْي َك ا ْل ِك َت‬ ٌ ‫َ ِإو�نَّ َما أَ​َنا َنذ‬ ْ ‫اب يُ ْتلَى َعل َْيه‬ ْ ‫ِين أَ َول َْم َي ْك ِفه‬ ‫ون‬ َ ‫إِ َّن فِي َذل‬ َ ُ‫َوٍم يُ ْؤ ِمن‬ َ ‫َرْح َم ًة َوِذك‬ َ ‫ِك ل‬ ْ ‫ْرى لِق‬ “Onlar, dediler ki; “O’na Rabbinden ayetler (mucizeler) işaretler indirilseydi?” diye sorarlar. De ki: “Mucize (göstermek)

39

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak (3) yalnız Allah’ın kudretindedir; ben ise sadece bir uyarıcıyım. Kendilerine okuman için sana kitap indirmiş olmamız onlara yetmez mi? Kuşkusuz onda rahmet(imizin tezahürü) ve iman edecek kimseler için bir uyarı vardır.” (Ankebut 50-51)

Karalama kampanyalarına rağmen her geçen gün Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in mesajına kulak veren insan sayısı artıyordu. Yüzyıllarca hakikat ışığının süzmesinden bile mahrum kalmış bu çorak arazinin insanları, hayatlarına İlahî eksende anlam kazandıran Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in etrafında hâle hâle toplanıyorlardı.

Baskı ve işkence, 3 yıl süren boykot dönemini de içeriyordu. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem zayıf ve korunmasız sahabelerini Habeşistan’a gönderdi. Başta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem olmak üzere müşriklerin baskı ve işkencelerine karşı yüce Rabbimiz Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i ve mü’minleri sabra ve metanete çağırıyordu: ‫ِك‬ َ ‫ُّس ِل مِن ق َْبل‬ َ ‫َك إِلاَّ َما َق ْد ق‬ َ ‫َال ل‬ ُ ‫َما يُق‬ ُ‫ِيل لِلر‬

5. Bu yöntemlerin hiç birisi sonuç vermeyince baskı ve işkencelere başvurdular. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in önerdiği hayat tasavvuruna, ortaya koyduğu insan aklını ve vicdanını doyuran apaçık deliller karşısında söyleyecek sözü olmayanlar, her hangi bir fikri olmayanların elinden başka ne gelebilirdi? Rabbimiz onların planlarının takipçisi olduğunu bildiriyor:

“(Ey Muhammed), senin için söylenenler, senden önceki (Allah’ın) Rasulleri için söylenenlerden başka bir şey değildir.” (Fus-

ِ ‫َي ًدا َف َمه‬ ‫ِين أَ ْم ِهل ُْه ْم ُر َوْي ًدا‬ َ ‫ِّل ا ْلكَافِر‬ ْ ‫َوأَكِي ُد ك‬ “Ve Ben öyle planlar planlıyorum ki, sen kâfirlere biraz muhlet tanı!” (et-Tarık 16-17)

silet 43)

ِّ ‫ِيل وذَرنِي والْمك‬ ‫ِين‬ َ ‫َذب‬ َ ‫ِر َعلَى َما َيقُول‬ ْ ‫ُون َو‬ ْ ‫اصب‬ ُ َ ْ َ ً‫اه ُج ْرُه ْم َه ْج ًار َجم ا‬ ْ ‫َو‬ ‫ص ٍة‬ ً‫أُولِي النَّ ْع َم ِة َو َم ِّهل ُْه ْم َقل ا‬ َّ ‫اما ذَا ُغ‬ ً ‫يما َو َط َع‬ ً ‫ِيل إِ َّن لَ َد ْي َنا أَن َكالاً َو َج ِح‬ ‫ِيما‬ ً ‫َو َعذ‬ ً ‫َابا أَل‬

َّ ِ ‫نظ ُر‬ ِ ُ‫ال ت‬ ِ‫ق‬ ‫ِّي اللّ ُه الَّذِي‬ ِ ‫ُم كِي ُد‬ َ ‫ون َف‬ َّ ‫ُم ث‬ ْ ‫ُل ا ْد ُعوْا ُش َركَاءك‬ َ ‫ون إِن َولِي‬ َّ ِ ‫الصال‬ ‫ين‬ َّ ‫اب َوُه َو َي َت َولى‬ َ ‫ِح‬ َ ‫َن َّزَل ا ْل ِك َت‬ “De ki: “Haydi, Allah’a ortak olarak gördüğünüz bütün o varlıkları çağırın, bana karşı elinizden geleni ardınıza koymayın ve böylece bana göz açtırmayın! Doğrusu, benim koruyucum bu kitabı indiren Allah’tır; ve O ıslah edicilerin velisidir.” (el-Araf 195-196)

“Onların (senin aleyhinde) söyleyebileceği her şeye sabret ve onlardan uygun şekilde uzaklaş. Ve nimet içinde oldukları halde (Allah’tan geldiğini umursamadan) küfredenleri bana bırak; onlara bir süre daha mühlet ver. Şüphesiz katımızda ağır prangalar ve yakıcı bir alev, boğaza takılan yiyecek ve şiddetli bir azap (onları beklemektedir).” (el-Müzzemmil 10-13)

Karalama kampanyalarına rağmen her geçen gün Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in mesajına kulak veren insan sayısı artıyordu. Yüzyıllarca hakikat ışığının süzmesinden bile mahrum kalmış bu çorak arazinin insanları, hayatlarına İlahî eksende anlam kazandıran Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in etrafında hâle hâle toplanıHaziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

yorlardı. Ona ve davasına her yaştan ve her statüden insanlar inanarak destek çıktılar. Kimler vardı bu destekçiler arasında? Bizim çalışmamız o yiğitlerin her birinden uzun uzadıya bahsetmeye elvermiyor.

َّ ‫ص ُرَنا‬ ُ ‫ُّس ُل َو َظ ُّنوْا أَنَّ ُه ْم َق ْد ُكذِبُوْا َج‬ َ َ‫اس َت ْيأ‬ ْ ‫اءه ْم َن‬ ُ‫س الر‬ ْ ‫َحتى إِذَا‬ ‫ِين‬ َ ‫َفنُ ِّج َي َمن نَّ َشاء َو‬ َ ‫َوِم ال ُْم ْج ِرم‬ ْ ‫ال يُ َرُّد َب ْأ ُس َنا َع ِن ا ْلق‬

“Nihayet bu Rasuller (elçiler) neredeyse bütün ümitlerini kaybettikleri ve haki-

40


Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak (3) katen yalancılıkla damgalandıklarını gördükleri bir sırada Bizim yardımımız kendilerine ulaşmıştır ve böylece dilediğimizi kurtarmışızdır (hakkı inkâr edenleri ise yok etmişizdir): Ve azabımız günaha gömülüp gitmişlerdae asla geri çevrilemez.” (Yusuf 110)

ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu, büyük bir kurtuluştur!” (Buruc 4-11) ‫ُّس ِل‬ َ ‫ص َب َر أُ ْولُوا ال َْع ْزِم م‬ ْ ‫اصب‬ َ ‫ِر ك‬ َ ‫َما‬ ْ ‫َف‬ ُ‫ِن الر‬ “Öyleyse (ey inananlar), kalpleri azim ve kararlılıkla doldurulmuş olan bütün Rasuller gibi sıkıntılara karşı sabırlı olun ve onlara sabırla katlanın.” (Ahkaf 35)

‫َوْا مِن ق َْبلِكُم‬ ُ ‫ْجنَّ َة َولَمَّا َي ْأ ِتكُم َّمث‬ َ ‫َل الَّذ‬ َ ‫أَ ْم َح ِس ْبتُ ْم أَن َت ْد ُخلُوْا ال‬ ْ ‫ِين َخل‬ َّ َّ ‫َّس ْت ُه ُم ال َْب ْأ َساء َو‬ ‫آمنُوْا َم َع ُه‬ ُ ‫َّس‬ َ ‫ْزلُوْا َحتَّى َيق‬ ِ ‫الض َّراء َو ُزل‬ َّ ‫م‬ َ ‫ول َوالذ‬ َ ‫ِين‬ ُ‫ُول الر‬ َ ‫ِيب‬ ٌ ‫ص َر اللّ ِه قَر‬ ْ ‫ص ُر اللّ ِه أال إِ َّن َن‬ ْ ‫َم َتى َن‬

Cahiliye toplumunun seçkinleri İlahî mesaja karşı direniyor, İlahî mesajın taşıyıcısı olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i çirkin yakıştırmalarla, baskı ve işkencelerle etkisiz kılmaya çalışıyorlardı. Kur’ân onları tehdit eden bir dil kullanıyordu:

“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Rasul ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (el-Bakara 214)

ِ ‫ِين َس َع ْوا فِي َآيا ِت َنا ُم َع‬ ‫ِّج ٍز‬ َ ‫ِين أُ ْولَئ‬ َ ‫اجز‬ َ ‫َوالَّذ‬ ٌ ‫َه ْم َعذ‬ ُ ‫ِك ل‬ ْ‫َاب مِّن ر‬

‫ِيم‬ ٌ ‫أَل‬ “Ayetlerimize karşı mücadele ederek onların amacını geçersiz kılmaya çalışanlara gelince, (yaptıkları) çirkinliklerin bir sonucu olarak onlar için acıklı bir azap vardır.”

Yüce Rabbimiz geçmiş kavimlerden örnekler veriyor, duruşlarını netleştirmeye ve sürdürmeye çağırıyordu.

(es-Sebe 5)

ِ ‫ار ذ‬ ‫ُعوٌد َوُه ْم‬ َ ‫ُقت‬ ِ َّ‫اب الأُْ ْخ ُدوِد الن‬ ُ ‫ص َح‬ ُ ‫ْوقُوِد إِ ْذ ُه ْم َعل َْي َها ق‬ ْ َ‫ِل أ‬ َ ‫َات ال‬ َّ َّ‫لا‬ ِ ‫َموا ِم ْن ُه ْم إِ أَن يُ ْؤ ِمنُوا بِالل ِه‬ ‫ق‬ ‫ن‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫و‬ ‫د‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫ش‬ ‫ِين‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ؤ‬ ‫ْم‬ ‫ل‬ ‫ِا‬ ‫ب‬ ‫ُون‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫ف‬ ‫ي‬ ‫ا‬ ُ ْ ُ َ َ َ ٌ ُ َ ْ ُ َ َ َ ‫َعلَى َم‬ ِّ َّ ِ ‫او‬ ِ ‫ات َوالأَْ ْر‬ ‫ض َوالل ُه َعلَى كُل َش ْي ٍء‬ ُ ‫ْحمِي ِد الَّذِي لَ ُه ُمل‬ ِ ‫ال َْعز‬ َّ ‫ْك‬ َ ‫ِيز ال‬ َ ‫الس َم‬ َّ َّ ِ ‫ِين َوال ُْم ْؤ ِم َن‬ ‫َاب‬ َّ ‫ات ث‬ َ ‫ِين َف َتنُوا ال ُْم ْؤ ِمن‬ َ ‫َشهِي ٌد إِن الذ‬ ُ ‫َه ْم َعذ‬ ُ ‫ُم ل َْم َيتُوبُوا َفل‬ َّ َّ ِ ‫ِح‬ ‫َه ْم‬ ِ ‫ْحر‬ َّ ‫آمنُوا َو َع ِملُوا‬ َ ‫ِيق إِن الذ‬ ُ ‫َه ْم َعذ‬ ُ ‫ات ل‬ ُ ‫َج َهنَّ َم َول‬ َ ‫الصال‬ َ ‫َاب ال‬ َ ‫ِين‬ ‫ِير‬ َ ‫ار َذل‬ ٌ َّ‫َجن‬ ُ ‫ِك ا ْل َف ْو ُز ا ْل َكب‬ ُ ‫ِها الأَْ ْن َه‬ َ ‫ات َت ْجرِي مِن َت ْحت‬

Ancak her türlü zorluğa ve tahammül edilemez işkencelere rağmen Rasul’ün şiddete asla başvurmadığını görüyoruz. Kur’ân ayetlerinin hiçbirinin en ufak bir şekilde, dolaylı olarak dahi şiddete işaret etmediğini görüyoruz. Ondan, karalamalara, yakışıksız iftiralara, işkence ve boykota rağmen Rabbisinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağırması isteniyordu: ِ ‫ِّك بِال‬ ِ ‫ا ْد ُع إِلِى َسب‬ ‫ْح َس َن ِة َو َجا ِدل ُْهم بِالَّتِي‬ َ ‫ِيل َرب‬ َ ‫ْم ِة َوال َْم ْو ِع َظ ِة ال‬ َ ‫ْحك‬ َّ ‫ضل َعن َسبِيلِ ِه َوُه َو أَ ْعل َُم‬ َ ‫ِه َي أَ ْح َس ُن إِ َّن َرب‬ َ ‫ِمن‬ َ ‫َّك ُه َو أَ ْعل َُم ب‬ ‫ِين‬ َ ‫بِال ُْم ْه َتد‬

“Kahredilesi olanlar, o çukur hazırlayanlar, (imana ermiş olanlara karşı) şiddetle yanan ateş (çukurunu)! Onlar, ateşin etrafında oturmuş, mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlar mü’minlerden ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık olan Allah’a inanmalarından dolayı intikam alıyorlardı. Allah, her şeye şahittir. İnanan erkekler ile inanan kadınlara işkence edenlere ve sonra hiçbir pişmanlık duymayanlara gelince, onları cehennem azabı beklemektedir. Evet, yakıcı azap beklemektedir onları! İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel, en inandırıcı yöntemlerle tartış; şüphesiz, O’nun yolundan kimin saptığını en iyi bilen senin Rabbin’dir ve yine doğru yola erişenleri de en iyi bilen O’dur.” (Nahl 125) Ona bu ulvi görevi veren Rabbimiz ondan sadece uygun bir dille anlatmasını istiyordu.

41

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak (3) Medine’de İslami hayatın başlatılması için yeterli kamuoyu desteğinin oluşmuş olduğu Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem anlaşılmaktadır. Ayrıca, “Nihayet bir gün bir Mekke toplumunun İslam davetine algılarıaraya gelerek “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve nı hiçbir açık kapı bırakmaksızın kapamaları Sellem Mekke’nin dağlarında korka korka daha sonucu toplumun kilitlenme noktasına geldine kadar dolaşacak ve gittiği yerlerden kovulmağini anlayınca özellikle davetin onuncu yılınya devam edecek.” dedik.” sözünden Ensar’ın dan itibaren farklı arayışlara girdi. Bu, Allah Medine’ye geldiğinde Rasulullah SallAllahu Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in toplumu Aleyhi ve Sellem’e Mekke’de karşılaştığından değiştirme noktasında takip ettiği metodun farklı pozisyon sunabilecek dirayette oldukson aşamasını ifade etmektedir. Bu bağları, dolayısıyla onu himaye edebilecek ve lamda özellikle hac ve panayır mevsiminde İslami Devleti ikame edebilecek yeterli güce Mekke’ye dışarıdan gelen kabilelere İslam’ı sahip oldukları anlaşılmaktadır. Allah Rasuanlatıyordu. Medineli bir grup ziyaretçi ile lü SallAllahu Aleyhi ve Seltanışıncaya kadar bu dulem bu potansiyeli ikinci rum devam etti. Bizler bu yazımızda Allah akabe biatlarında çoğunCabir b. Abdullah şöyle Rasulü SallAllahu Aleyhi ve lukla Evs ve Hazreç lideranlatıyor: “Rasulullah SalSellem’in İslami mücadelesini lerinden oluşan Ensar toplAllahu Aleyhi ve Sellem’i luluğunda gördüğü için vahiy eksenli ve Kur’ân’ın memleketimize kabul ettik hicret kararı almıştır. Zira öngördüğü metod üzere ve onu doğruladık. Bizim inEnsar ikinci akabe biatıngerçekleştirdiğini, toplumun sanlarımız Medine’den kalda, Rasulullah SallAllahu değişimi noktasında kıp Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i (O’nun sistematik bir faaliyet Aleyhi ve Sellem’e gidiyoryeryüzünde egemen kılyürüttüğünü anlatmaya lar; Müslüman olup Kur’ân maya çalıştığı dinini, ilahi öğrenerek dönüyorlardı. Daçalıştık. Unutmayalım ki, iradeyi) kendi canlarını, ha sonra bu Müslüman olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi evlatlarını, mallarını ve kişiler kendi aile fertlerini ve Sellem’e hitap bütün eşlerini korudukları gibi İslam’a kazandırıyorlardı. Müslümanlara hitaptır… koruyacaklarına dair söz Böylece içinde Müslüman vermişlerdir. Bilindiği gibi olmayan ev neredeyse kalmabiat İslam Devlet Başkanı’nın seçilmesi dedı. Nihayet bir gün bir araya gelerek “Rasululmektir. Dolayısıyla Allah Rasulü SallAllahu lah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’nin dağAleyhi ve Sellem Medine’nin ileri gelenleri talarında korka korka daha ne kadar dolaşacak ve rafından ikinci akabe biatlarında devlet başgittiği yerlerden kovulmaya devam edecek.” dekanı olarak seçilmiş ve böylece yeryüzündeki dik. Bunun üzerine yetmiş kişilik bir heyet oluşilk İslam Devleti (M. 622) kurulmuştur. turarak hac mevsiminde Mekke’ye gittik. Akabe Vadisi’nde buluşmak üzere sözleştik. Birer ikişer Bizler bu yazımızda Allah Rasulü SallAloraya toplandık ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi lahu Aleyhi ve Sellem’in İslami mücadelesini ve Sellem’e “Ey Allah’ın Rasulü sana ne üzerine vahiy eksenli ve Kur’ân’ın öngördüğü metod biat edelim?”dedik. Ve ona böylece biat ettik.” üzere gerçekleştirdiğini, toplumun değişimi 3. NUSRET TALEBİ

noktasında sistematik bir faaliyet yürüttüğünü anlatmaya çalıştık. Unutmayalım ki,

Cabir b. Abdullah’ın “Böylece içinde Müslüman olmayan ev neredeyse kalmadı.” ifadesinden

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

42


Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i An(la)mak (3) Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitap bütün Müslümanlara hitaptır…

tarihte olduğu gibi onu küresel çapta güçlü bir aktör olarak siyaset sahnesine yeniden çıkartacak olan İslami Devlet’in inşası için en sağlıklı metod ve yöntemleri keşfetmek için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in siyretine bir de bu gözle bakmalarını öneriyoruz.

Bizler kutlu doğum münasebetiyle bir başka açıdan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i anlamanın kapılarını aralamaya çalıştık. Müslüman kardeşlerimizin sevgi ve barışın elçisi, gül kokulu peygamber gibi kutlu nebinin yaygın ve popüler retoriğe kurban eden mevsimlik yaklaşımlara aldanmamaları için bir hatırlatma yaptık. Ve buradan seslenmek istiyoruz; hiçbir popilist yaklaşım Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in cahili sistemleri köklü bir şekilde dönüştürücü kimliğini gözlerden kaçıramayacaktır. Müslüman kardeşlerimize; İslam Ümmeti’ni, İslam akidesi ve ondan türeyen sistemlerle kalkındıracak, servetlerini ve canlarını koruyacak,

‫ِع َغ ْي َر‬ ِ ‫َو َمن يُ َشاق‬ َ ‫َّس‬ َ ‫ول مِن َب ْع ِد َما َت َبي‬ ْ ‫َّن لَ ُه ال ُْه َدى َوَي َّتب‬ ُ‫ِق الر‬ َّ ِّ ِ ‫اءت َم‬ ِ ‫َسب‬ ‫ير‬ ‫ص ًا‬ ْ ‫صلِ ِه َج َهنَّ َم َو َس‬ َ ‫ِيل ال ُْم ْؤ ِمن‬ ْ ُ‫ِين نُ َول ِه َما َت َولى َون‬ “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Rasul’e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (enNisa 115)

43

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Hakkı EREN

Geçen Sayıdan Devam... Yani bu düşünceye göre; doğan her çocuk “Milli Gelire” bir ortak olarak kabul edilir ve hiçbir kapitalist gelirini paylaşmak istemez. Kapitalistlerin insan tanımı ile bu düşünceyi bağdaştırmak da yerinde olacaktır. Keza onlara göre insan; sınırsız istek ve ihtiyaçları olan bir varlıktır. İnsanda sınırsız olan bu ihtiyaçlara karşılık doğada var olan maddeler sınırlı özelliktedir. O yüzden ne kadar az insan olursa hayat onlar için o kadar rahat olacak gibidir. İşte o günlerden bugünlere değin nüfusu azaltmaya yönelik olarak izlenen siyasetlerin altında yatan düşünce budur. Bundan dolayı Avrupa’da nüfus halen az görülmektedir. Hatta bu durumdan ve artmayan nüfus sayısından dolayı devletler çocuk yardımı politikaları uygulamaktadır.

Malthus’un Nüfus Yasası: 1801 yılında İngiltere’de yapılan ilk kapsamlı nüfus sayımının sonuçları bazı aydınlar gibi Malthus’u da çokça düşündürmüştür. Hatta belki de endişelendirmiştir diyebiliriz. Bu endişe onu harekete geçirmiş, nüfus konusunda araştırma yapmış ve kendini tanıtan kitabını kaleme almıştır. Malthus’a göre; insanların üremesi yani nüfus artışı ile yiyecek maddesi üretimi arasında sürekli bir savaş vardır. Daha doğrusu kapitalizmin temelinde var olan “insanın ihtiyaçları sınırsızdır ama ihtiyaç maddeleri sınırlıdır” düşüncesi bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bu düşünceye göre eşyanın tabiatı gereği nüfus, yiyecek maddeleri miktarının belirlediği sınırları aşmamalıdır. Aksi halde nüfus sayısındaki artış bir şekilde engellenmelidir. Kapitalist ülkelerde yok denilebilecek kadar az olan nüfus artışının altında yatan sebep de işte budur. Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Kapitalizm insanı o kadar bencil ve egoist yapar ki; insanlar dünyaya gelen bir çocuğu bile kendi hayatlarının konforu için tehlike görür. İşte “yaşamak için öldüreceksin” ya da “yaşamak için sömüreceksin” zihniyetinin

44


İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm temeli budur!

riktirmeyi uygun görürler. Kötü günler için, zengin olmak için veya bazen de anlamsız olarak saklamayı tercih ederler. İşte o zamanda bu denge aksamaz mı diye sormak gerekir. Burada determinist bir düşünce ile hareket etmek esasen yanlıştır diyebiliriz.

Zirai Üretim Yasası: Maltus; yiyecek maddelerinin arzının nüfus sayısı artışından az olacağına inanıyor demiştik. Bu zirai üretim yasası ile de aslında nüfus yasasını desteklemek istiyordu. Hatta belki de buna zorunlu idi. Yani asıl amacı; yiyecek maddelerinin sınırlılığını hissettirmekti. Yoksa meşhur nüfus yasası havada kalırdı.

İktisadi Siyaseti: Malthus; zirai üretimi kısıtlı gördüğü için, tahıl yasalarının sağladığı korumayı savunuyordu. Bunun yanında serbest ticaret yapılması gerektiğini düşünüyordu. Smith gibi devlet harcamalarına ve gereksiz memuriyet istihdamlarına karşı değildi.

Bu bağlamda yine ‘’Azalan Getiriler Yasasını’’ geliştirmiştir. Bu teoriye göre; Eğer biri dışında tüm üretim faktörleri sabit kalırsa, değişken faktöre ardı ardına birimler eklemek suretiyle elde edilen hâsıla artışı, belli bir noktadan sonra azalacaktır. O yüzden verimliliği tabiat olayları ile de değişkenlik gösteren, sınırları belli bir arazide üretimin diğer faktörleri artsa da bu devamlı değildir. Ve zamanla da düşmeye başlayacaktır.

Malthus; yiyecek maddelerinin üretiminin artışına büyük önem vermekte ve bu alanda teşviklerin arttırılmasının gerekliliğine inanmaktaydı. Tarım ürünlerinin fiyatının yüksek tutulmasının sayesinde, bunların üretime yönelik doğal bir teşvikin olacağını söylüyordu.

Yani ona göre; üretimde sabit olarak kalan faktör topraktır. Birde tabiat olayları toprağın verimliliğini de etkilemektedir. Sel, kuraklık, don vb. gibi. Buda sınırlı görülen toprağa daha da temkinli bakmayı sağlıyordu. Toprak korunması gereken önemli faktörlerin başında geliyordu.

Ayrıca o‘da Smith gibi yoksulları korumaya yönelik olarak çıkarılan “Fakirleri Koruma” yasalarına karşı idi. Malthus’un iktisadi düşünceleri bende şu gerçeğin bir kez daha netleşmesine vesile olmuştur. “Vakıayı düşünceye kaynak yapmak” gerçekten çok saçma ve beyhude bir iş ve sonuç bakımından da oldukça isabetsizdir. Vakıa etrafında deveran eden bu düşünürler ve onların bu fasid düşünceleri ne kadar da esastan uzaktır. Mesela; Malthus ve o’nun iktisadi düşünlerinin odak noktasında 1801 yılında İngiltere de yapılan nüfus sayımının sonuçları bulunuyor. Acaba o nüfus sayımı yapılmasa idi veya sonucu yanlışlıkla çok düşük çıksa idi ne olacaktı? Malthus bu düşüncelere ulaşabilecek mi idi?

Piyasa Yasası: Maltus’a göre; Piyasa kendi kendini düzenleyici özelliklere sahiptir. İnsanlar ihtiyaç duydukları malları almak için gelir elde edeceklerdir. Bu geliri elde etmek için ise bir alanda üretim yapacaklardır. Ve kazançlarını tüketecekler buda başka bir insanın gelir elde etmesine vesile olacaktır. Bu şekilde de piyasa kendi kendini düzenleyecektir. Birinin tüketimi diğerinin üretimine, birinin gideri de diğerinin gelirine vasıta olacaktır demektedir.

Vakıadan neşet eden yasalar, vakıa değişince geçerliliklerini yitirirler ve kendi kendilerini ilga ederler. Bütün kapitalist ve beşer olan fikirler gibi.

Ama unutulan bir nokta vardır bence. İnsanlar bazen gelirlerini harcamak yerine bi-

45

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm ğı da toprağa verdiği bu değerin karşısında toprağın ona sağladığı ranttır.

C) DAVİD RICARDO: (1772 - 1823) Ricardo; Londra borsasında işe girmiş ve iktisadi hayatına memur olarak başlamış bir iktisadçıdır. Yahudi bir ailenin çocuğu olan Ricardo, yahudi cemaati dışından biri ile evlendiği için ailesi tarafından dışlanmıştır. 1815’lere gelindiğinde büyük bir servet sahibi olmuştur. 1799 yılında Adam Smith ‘i okumaya başlamış ve iktisadi düşünceye bu vesile ile atılmıştır. Ve yaklaşık olarak on yıl sonra da ilk eserini yayınlamıştır. Ama 1817 yılında kaleme aldığı ‘Siyasi İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri’ isimleri kitabı ile devrin en önde giden iktisatçısı olagelmiştir diyebiliriz. 1819 yılında bu ün ile parlamentoya girmiş ve düşüncelerini İngiliz Avam Kamarasında ders vermeye karar götürebilmiştir.

Ricardo’nun tarıma verdiği bu önem ve yazılarının çoğunda bu konuyu ele alması, o’nun iktisadi dev bir çiftlik gibi gördüğü söylemlerini ortaya çıkarmıştır. Analitik Programı: Tarım sektörünü eşsiz kabul edilmesini söylüyordu. O’nu bu düşünceye iten nedenler ise şunlardır: 1-) Tarım aynı malın hem girdi, hem de çıktı olarak gösterdiği yegâne sektördü. Buğday tohum olarak kullanıldığında bir girdi, temel besin maddesi olarak kullanıldığında ise bir çıktıdır. 2-) Tarımsal çıktılar, diğer tüm alanlarının vazgeçilmez girdileridir. Çünkü o dönemde işçiye ücret avansı olarak gıda maddeleri mevcudiyeti zorunlu idi.

Ricardo; Malthus ile aynı kuramsal çerçeveyi kullanmış olmasına karşın ciddi sayılabilecek görüş ayrılıkları yaşamıştır. Buna karşın birbirlerini tanımış ve gerçek anlamda saygı duymuş ve sevmişlerdir.

Ricardo’nun tarıma yüklediği bu analitik üstünlük, onun canlanması ile diğer sektörlerinde canlanacağı inancından kaynaklanmaktadır.

Ricardo ile Malthus, Napolyon savaşları sonucunda oluşan kötü sayılabilecek bir iktisadi ortamda yaşamışlar ve içerisinde bulundukları bu konjonktür düşüncelerini şekillendirmiştir.

Ricardo’ya göre; nüfus artışı tüm branşlardaki kar oranlarını daraltacaktır. Değer Teorisi Yeniden Formüllendirişi: Ricardo; değerin Smith’in dediği gibi emekle belirleneceğine dair katı izahın yürümediğini gördü. Bu nedenle değeri yeniden formüle etmek istedi. Çünkü artık üretimde makineler kullanılmaya başlamış ve bu durum emekçi işçi sınıfı için bir tehlike oluşturmuş gözükmekteydi.

Ricardo; siyasi iktisattaki temel sorunun, farklı sınıflar arasında bölüşümü düzenleyen yasalardan kaynaklandığını ileri sürmüştür. Ve yine Ricardo; Malthus’un zirai üretim teorisi üzerinde aynı düşünmüştür. İngiltere’de ortaya çıkan düşük tahıl hasatları buğdayın ithal edilmesini gerektirmiştir. Bu ithalatta buğday fiyatlarının aşırı derecede yükselmesine sebep olmuştur. Böyle bir dönemde tarıma çok değer vermiştir. Elde ettiği servetin büyük bölümünü toprağa yatırmış ve arazi satın almıştır. Ömrünün sonlarına doğru elde ettiği servetin ana kaynaHaziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Ricardo; makineleşmenin önce işçiler için tehlike oluşturmayacağını savunmuş, fakat daha sonra kendi deyimi ile ‘bir toplumun net gelirinin arttığı zaman brüt gelirininde artacağı konusunda yanıldığını kabul etmiştir. Ama yinede makineleşmeye karşı değil-

46


İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm dir. Onun gibi düşünmeyenler ise 1811 ve 1812 yıllarında düşmen kabul ettikleri tekstil makinelerini tahrip etmişlerdir.

Bir malın başka bir ülkeden daha düşük fiyatla ithal edilmesinin “Mukayeseli Avantajlar Teorisi” kapsamında değerlendirilmesini ve bu yolla iktisadi büyümenin sağlanacağını savunuyordu. Yalnız bu dış ticaretin İngiliz ekonomisine göre, erozyona uğrayan karların olduğu alanlarda olmaması gerekli diyordu.

Smith; toplumun farklı sınıflar arasında çıkar uyumu olacağını söylemiş ama teknolojide meydana gelen bu ilerlemeler neticesinde, ücret erbabı, rant ve kar sahipleri arasında bir uyum oluşmamıştır. Ricardo’ da bunu kabul etmiştir sanki.

Ricardo; çağının düşüncesine iz bırakmış olan finans sistemine ilişkin de görüşler sunmuştur. Uluslararası ticareti kolaylaştıracak bir finans sisteminin olmasını düşünmüştür. Çünkü ona göre ticaret artık ülkeler arasında daha büyük ölçülerde olacak gibiydi. Ayrıca yine ülkenin para stokunun direkt olarak altına bağlanması gerektiğinide söylemiştir. Bunun bank not sistemini otomatikman düzenleyeceğine inanıyordu.

Yani klasik değer analizi Smith’den Ricardo’ya kadar zor fark edilir fakat köklü bir değişiklilik geçirmiştir. Bu konudaki görüşünü Ricardo şöyle açıklıyordu; “O halde, ham ürününün nispi fiyatının artmasının nedeni toprak sahibine rant ödenmesi değil, elde edilen son kısmın üretiminde istihdam edilen emeğin fazla olmasıdır. Tahılın değeri, onun için hiçbir rant ödemeyen toprak da veya hiçbir rant ödemeyen sermayeyle üretilmesine harcanmış emek miktarı tarafından düzenlenir’.

Vergilendirme ile ilgili olarak Ricardo’nun temel görüşü şu idi:

ise

1) Kâra isabet eden vergiler sıfırlanamasalar bile asgari düzeyde tutulması

İktisadi Siyaseti:

2) Üretken olmayan tüketicilere ve masraflara, özelliklede gelirler içindeki rant payına ve lüks tüketime yüklenen vergi daha çok arzu edilmeli.

Ricardo; geleceğe yönelik olarak gerçekleşmesi düşünülen ferahlığa sadece teknolojik gelişmelerle ulaşılacağını düşünmüyordu. Tarımsal yiyecek maddelerinin fiyatlarını, dolayısıyla ücretin artmasını önlemek için, bu tarım ürünlerini daha düşük fiyatla üreten ülkelerden ithal edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden tarım yasalarının yerli üreticiyi koruyan düşüncesine düşmanca tavır almıştı.

Devam Edecek…

Fakirleri koruma yasalarına diğer klasikçiler gibi yaklaşarak şöyle demiştir: “Yoksulların dostu olan herkesin, bu yasaların lağv edilmesini şiddetle arzulaması gerekir.” Piyasanın kendi düzenini sağlayacağına ve devlet müdealesinin yanlış olduğunu düşünüyordu.

47

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Esma SIDDIK ‫َار‬ ‫ون لِلَّ ِه َوق ًا‬ َ ‫ُم لاَ َت ْرُج‬ ْ ‫“ َما لَك‬Size ne oluyor ki Allah’a saygı göstermek istemiyorsunuz?”

şeyden çekinmeden Allahu Teâlâ’ya kulluk etmek demektir.

(Nuh 13)

Dahası yaradana saygı, tevhid ve itaatin yanı sıra, itaatte sebat etmekle sağlanabilir. Nitekim İbn Bahr’ın söz konusu ayeti kerimeye getirdiği izaha göre, vekar (ta­zim) Allah için sebat göstermek demektir.

Ayet-i Kerime’de geçen ‫َار‬ ً ‫“ َوق‬Vekar” kelimesi, tazim etmek, saygı duymak anlamındadır. Burada Allahu Teâlâ, retorik ve keskin bir soruyla kendisine saygı gösterilmesini talep etmektedir. Saygı; sevgi ve bağlılık karışımı bir duygudur. Bu duygunun ne şekilde dışa yansıtılması gerektiğini, âlimler, belirtilen ayetin tefsirinde şöyle izah ediyorlar:

İslam ideolojisi tek doğru ideojidir. Tüm zaman ve mekânlarda değişmeyen bu doğruya inanan ise elbette üstündür. Bu hakikate binaen, Allah Celle Celaluhu’ya saygı göstermek, dimdik bir duruş ve büyük bir asaletle (saygı uyandıran davranış şekli/arılık) Allah Celle Celaluhu’ya itaat etmek ve bu itaatte sebat etmek anlamına gelir. Fakat bu asil duruşu, günümüzde Müslümanlar sergileyememektedirler maalesef. Bunun sebebi ise, Allah’a kulluk etmelerinde zihinlerini aydınlatacak, kendilerine güç katacak vahiyden kaynaklanan fikirlerden uzaklaşmaları ve bu fikirlerin yoksunluğundan doğan boşluğu bilinçli veya bilinçsiz, batıl fikirlerle doldurmuş olmalarıdır.

İbn Zeyd: “Size ne oluyor da Allah’a itaat olan hiçbir iş yapmıyor­sunuz?” Ayet-i Kerime şöyle de açıklanmıştır: “Siz ne diye Allah’ı tevhid etmiyorsunuz? Çünkü Al­lah’ı tazim eden O’nu tevhid etmiş olur.” Evet, izahatlardan da anlaşıldığı üzere Allahu Teâlâ’ya saygı göstermek, ancak ve ancak O’nu birlemek ve O’na itaat etmekle olur. İtaat, Allahu Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uymak, yani hiç kimseden ve hiçbirHaziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

48


Allahu Teâlâ’ya Saygı Göstermek Dünya çapında, genel atmosfer bu fikirler doğrultusunda şekillendirilmektedir. Bu da; Müslümanların Allah’a kulluktan çekinmelerine ve bunun neticesinde, ayak bastıkları toprakları, soludukları havayı ve bunlar gibi tüm nimetleri yaratıp kendilerinin emrine sunan Rabb’lerine saygısızlık yapmalarına neden olmuştur. ‫َوَيزي ُد ُهم‬ ‫ال‬ َ ‫ُيما َو‬ ً ‫أَل‬

le Celaluhu Müslümanlardan, dünyayı buna göre değerlendirmelerini istemektedir. Zira ömür dünyayı elde etmek için verilmemiştir. Dünya, ömrü gerektiği gibi geçirebilmek amaçlı insanoğlunun emrine amade kılınmıştır. Müslüman önceliği her zaman için Allahu Teâlâ’ya kulluğa, yani Allah’ın rızasını elde etmeye vermelidir. Kendini dünyaya değil Allah Celle Celaluhu’ya adamalıdır. Diğer sevgiler, Allahu Teâlâ’ya beslenen sevgiyi kesinlikle geçmemelidirler. Allah’u Teâlâ Müslümanları dünyayı sevmemeleri ve bu dünyayı hiçbir zaman ahiretlerinin önüne geçirmemeleri gerektiği yönünde tenkit etmektedir:

ِّ ِ ‫ِح‬ ‫ورُه ْم‬ َّ ‫آمنُوْا َو َع ِملُوْا‬ َ ‫َفأَمَّا الَّذ‬ َ ‫ِم أُ ُج‬ َ ‫الصال‬ َ ‫ِين‬ ْ ‫ات َفيُ َوفيه‬ ِّ ‫َابا‬ ْ ‫مِّن َف‬ َ ‫ضلِ ِه َوأَمَّا الَّذ‬ ً ‫اس َتك َْب ُروْا َفيُ َعذبُ ُه ْم َعذ‬ ْ ‫اس َتن َك ُفوْا َو‬ ْ ‫ِين‬ ِ ‫ال َن‬ ‫ير‬ ‫ص ًا‬ ِ ‫َهم مِّن ُد‬ َ ‫ون اللّ ِه َولِيًّا َو‬ َ ‫َي ِج ُد‬ ُ ‫ون ل‬

“İman edenler ve salih amel işleyenlere, ecirlerini ödeyecek, onlara nimetinden daha da artıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları Dünya ve dünya elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine nimetlerini Allahu Teâlâ Allah’tan başka bir dost ve yaratmıştır. Ve O Celle yardımcı bulamazlar.” (enCelaluhu’nun nazarında Nisa 173)

Müslümanların, Allah Celle Celaluhu’ya kulluk etmelerinin önünde duran, ferdi ve/veya ekonomik ve/veya toplumsal ve/veya yönetimsel (otorite) birtakım çekinceleri vardır.

bunların hiç bir kıymeti yoktur. Allah Celle Celaluhu Müslümanlardan, dünyayı buna göre değerlendirmelerini istemektedir. Zira ömür dünyayı elde etmek için verilmemiştir.

‫َان يُرِي ُد َح ْر َث آْال ِخ َرِة َن ِزْد لَ ُه‬ َ ‫َمن ك‬ ُّ ‫َان يُرِي ُد َح ْر َث‬ ‫الد ْن َيا نُؤِت ِه‬ ‫ك‬ ‫ن‬ ‫فِي َح ْرِث ِه َو َم‬ َ ِ َّ‫ِم ْن َها َو َما لَ ُه فِي آْال ِخ َرِة مِن ن‬ ٍ ‫ص‬ ‫يب‬ “Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya karını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.” (eş-Şura 20)

Doğru veya yanlış gözetmeksizin, sorunsuzca heva ve heveslerinin isteklerini yerine getirebilme arzusu, Müslümanları, Allah Celle Celaluhu’ya kulluktan çekinmelerine iten bir diğer husustur. Doğru ölçüyü ortaya koyup, ona tâbi olmak, Müslümanların çekincelerinden bir diğeridir.

Bu çekinmelere sebep olan etkenlerden ilki dünya sevgisidir. Bu meselede Müslümanların çekincelerini, doğru öncelik sıralamasını yapmak ve buna uymak, oluşturmaktadır. Dünyayı sevmek, insanı hayatında daima önceliği ona vermesine, büyük bir hırsla dünyaya sarılmasına, ondan vazgeçememesine, helal ve haram gözetmeksizin daha fazla elde etme arzusu ile sürekli kamçılanmasına sebep olur.

Müslümanlar, heva ve heveslerinin liderliğinde, Allahu Teâlâ’nın koyduğu ölçülerden uzak bir yaşam sürmemelidirler. Zira İslam, tam bir teslimiyetle, Allah Celle Celaluhu’ya arzularına boyun eğme anlamını taşır. Allah’ın iyi gördüğünü, iyi; kötü gördüğünü, kötü görmeyi gerektirir. Heva ve hevesi ölçü yapmaktan ve onun peşinde koşturmaktan da men eder. Müslüman, canının

Dünya ve dünya nimetlerini Allahu Teâlâ yaratmıştır. Ve O Celle Celaluhu’nun nazarında bunların hiç bir kıymeti yoktur. Allah Cel-

49

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Allahu Teâlâ’ya Saygı Göstermek istediği yöne yürüyüp, zevklerinin tatminine koşamaz. Hatta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu meseleyi doğrudan iman meselesine bağlamış ve şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki, Rabbin rızkı dilediğine genişletir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, basiretlidir (çok iyi görür).” (el-İsra 30)

‫ال يؤمن أحدكم حتى يكون هواه تبعاً لما جئت به‬

Allahu Teâlâ’ya kulluktan çekinilmesine neden olan bir başka etken ise toplumsal baskı ve kınanma korkusudur. Doğruların ebedi üstünlüğüne güvenmek ve kalabalıklar içerisinde bu doğruları bir meşale gibi, gururla taşımak, birçok Müslümanın çekincesidir. Toplumdan, aileden, arkadaş çevresinden dışlanma endişesi içerisindedirler. Müslümanlar etraflarındaki insanların tepkisini çekmemek, baskılara maruz kalmamak ve akıntıya ters düşmemek için Allahu Teâlâ’nın emirlerine aykırı hareket etmektedirler. Zira ‘el neder’, ‘gülerler adama’, ‘hangi zamanda yaşıyoruz,’ gibi cümleler, artık Müslümanlar arasında çok yaygın hale gelmiştir maalesef. Hayatlarını Allahu Teâlâ’nın emir ve yasaklarından uzak bir şekilde idame ettiren Müslümanlar, aralarında bulunan fakat kendilerinin aksine Allah Celle Celaluhu’ya yaklaşmayı kendilerine ideal edinmiş olan din kardeşlerine, sık sık “garipler” olduklarını hissettirmektedirler.

“Sizden biriniz iman etmiş olmaz. Ta ki, onun hevası benim getirdiğime tabi olasıya kadar.” (Ebu Naim ve Nasr b. İbrahim El-Muktesi rivayet edip sahih olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Nevevi de sahih olduğunu söylemiştir.)

Birçok Müslüman rızık kaygısıyla Allah Celle Celaluhu’ya kulluk etmekten çekinmektedir. Hayatta kontrolleri altında olmayan alanların olduğunun idraki ve bunun sonuçlarına teslimiyet göstermek Müslümanların çekincelerindendir. Mesela, Müslümanlar, sahip oldukları İslami kimliği öne çıkardıkları zaman, kendilerine ait işyerlerinin kabul görmeyeceğinden, dolayısı ile rızık kazanamayacaklarından korkup Allahu Teâlâ’ya kulluk etmekten çekinmektedirler. Mevcut statükoya uymaktadırlar. Veyahutta çalıştıkları işyerinde, namaz kıldıkları, oruç tuttukları, Allah Celle Celaluhu’nun Kelam’ından bahsettikleri vs. zaman patronun gazabına uğrayıp işlerini kaybetme, ailelerine nafaka götürememe korkusu ile tavizler vermektedirler. Oysaki patronu ve patronun vesilesi ile kendilerine ulaştırılan rızkı yaratan Allahu Teâlâ’dır. Müslümanların bu noktada bilmeleri gereken, rızkı temin edebilmek için çalışmanın farz olduğu, vesilelerin her zaman için değişebileceği fakat rızkı verenin hep Bâki kaldığıdır. Aynı zamanda rızkın miktarı da Rabb’ın kontrolündedir. Dolayısı ile insan kendisine ayrılandan daha fazlasını alamayacaktır. Kendisine ayrılanın ise hiç bir güç önüne geçemeyecektir. Zira Allahu Teâlâ bu hususla ilgili şöyle buyurmaktadır:

Mesela, tesettür hükmüne riayet eden mümine kızlarımıza: “Daha genç değilmisiniz böyle şeyler için?! Yaşlı ninelere dönmüşsünüz” denmektedir. Yoksa İslam sırf yaşlılara mı indirilmiştir?! Zinanın her türünden uzak duran, namaz kılan, ebeveynlerine itaat eden, vs. mü’minlere, sıra dışı davranışta bulunuyorlarmışçasına, hayret dolu gözlerle bakmaktadırlar. Hatta zaman zaman bu kardeşlerimize ağır ağır ithamlarda dahi bulunmaktadırlar. Oysaki tüm kainat, herşeyi ile Allah Celle Celaluhu’ya boyun eğmişken, sadece insanlar O Celle Celaluhu’ya isyan etme cüretini göstermişlerdir. Bu durumda kim sıradışıdır acaba? Sahibi Azze ve Celle’ye itaat eden mü’min mi? Yoksa Yaratıcısı Azze ve Celle’ye itaat etmekten beri duran Müslüman mı?!

‫ِير‬ ‫ِبا ِد ِه َخب ًا‬ َ ‫إِ َّن َرب‬ ْ ‫َّك َي ْب ُس ُط الر‬ َ ‫ِر إِنَّ ُه ك‬ َ ‫َان ِبع‬ ُ ‫ِمن َي َشاء َوَي ْقد‬ َ ‫ِّز َق ل‬ ِ ‫َب‬ ‫ير‬ ‫ص ًا‬ Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

50


Allahu Teâlâ’ya Saygı Göstermek Müslümanlar, yalnızlığın oluşturduğu, soğuk ıssızlığı sıyırıp atmalıdırlar. Zira Allah Celle Celaluhu’nun kayıtsız şartsız, doğru yolda yürüyen Müslümanların dost’udur. O Azze ve Celle öyle bir dost’tur ki ne ihanet eder, ne yalnız bırakır, nede unutur.

َّ ‫إَِّنما َذلِكُم‬ ‫ون إِن‬ ِ ‫وه ْم َو َخا ُف‬ َ ‫اءه َف‬ ُ ‫ان يُ َخو‬ ُ ‫الش ْي َط‬ ُ ‫ال َت َخا ُف‬ ُ ‫ِّف أَ ْول َِي‬ َ ُ ‫ِين‬ ْ ‫كُنتُم م‬ َ ‫ُّؤ ِمن‬ “İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Ve eğersiz iman ediyorsanız onlardan korkmayın, benden korkun.” (Âli İmran 175)

Müslümanın görevi, var gücü ile Allah Celle Celaluhu’yu razı etmeye çalışmak ve bu yolda toplumdan/ aileden/ arkadaş çevresinden gelen baskılar karşısında yılmamaktır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Nitekim Allahu Teâlâ’nın gücüne denk hiçbir güç yoktur. O Celle Celaluhu koskoca dünyayı, güneş ve ayla uyumlu bir şekilde döndürmektedir. O Celle Celaluhu gökyüzünü direksiz yeryüzünden ayrı tutmaktadır. O Celle Celaluhu insanların ve hayvanların, hep‫َو َم َة لاَ ِئ ٍم‬ َ ‫“ لاَ َي َخا ُف‬...hiçbir kınayanın kın ْ ‫ون ل‬ sinin rızkını vermektedir. O Celle Celaluhu masından korkmazlar.” (el-Maide 54) sayısızca insan yaratmıştır, halen yaratmaktadır da ve Müslümanların Allah Nitekim Allahu her biri birbirinden farklıCelle Celaluhu’ya kulluktan Teâlâ’nın gücüne denk dır. Bütün bu saydıklarımız çekinmelerinin bir diğer hiçbir güç yoktur. O Celle zaten kendi başına muaznedeni, günümüzde hâkim Celaluhu koskoca dünyayı, zam bir gücün göstergesiolan zorba yönetimlerin güneş ve ayla uyumlu bir dir. Birde bunların hepsinin eziyetlerine maruz kalma şekilde döndermektedir. ve daha fazlasının Allah Celendişeleridir. Korku ve güç O Celle Celaluhu gökyüzüle Celaluhu tarafından aynı terimlerinin doğru kavranılnü direksiz yeryüzünden anda yapıldığı düşünüldüması ve bu kavrayışın gereayrı tutmaktadır. O Celle ğünde, O Celle Celaluhu’nun ğinin yerine getirilmesi yani Celaluhu insanların ve gücünün ne kadar büyük mefhum haline dönüştürülhayvanların, hepsinin rız- olduğu ortaya çıkmaktadır. mesi Müslümanların aşmakta Allah Celle Celaluhu şöyle en çok zorlandıkları çekincekını vermektedir. buyurmaktadır: lerden biridir. Mesela, zalim idareciye ‘hak’ sözü söylemekten, zalimlerin ِ ‫او‬ ۚ‫ض‬ ِ ‫ات َولاَ فِي الأَْ ْر‬ َّ ‫ِن َش ْي ٍء فِي‬ ْ ‫َان اللَّ ُه لِيُ ْع ِج َزُه م‬ َ ‫َو َما ك‬ َ ‫الس َم‬ bertaraf edilmesi ve Hakk’ın hâkim kılınması ‫ِير‬ ‫ِيما َقد ًا‬ َ ‫إِنَّ ُه ك‬ ً ‫َان َعل‬ için yürütülen siyasi çalışmalara katılmaktan “Ne göklerde ne de yerde Allah’ı aciz bıgeri durmaktadırlar. Başlarına gelebilecek rakacak bir güç vardır. O, ezelden Âlimdir, müsibetler onları yıldırmaktadır. Hapis, can Kadir’dir.” (Fatır 44) güvenliklerinin olamayışı vs. geri adım atmalarına yol açmaktadır. Hayat verme ve hayat alma gücü ise sadece Allahu Teâlâ’da dır. Allah Celle Celaluhu Yaratılmış tüm varlıklar, yaratılmış olmaher bir insan için bir ölüm vakti belirlemiştir. ları hasebiyle acizdirler. Bilinmelidir ki aciz Her insan ancak o vaktin yani ecelin gelmeolan bir varlık asla güçlü değildir. Güçlü olsiyle ölecektir. Yani ölümün vakti asla deduğunu düşünen ise sadece kendini kandığişmez. İster zalimlerin zindanlarında olsun rır. Zira ölüm onu mutlaka gelip bulacaktır. ister yumuşacık yataklarda olsun ecel geldiDolayısı ile korkulmaya layık olan sadece, ğinde bu hayat yolculuğunda, ne bir an geri ölümsüz olan Allah Celle Celaluhu’dur.

51

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Allahu Teâlâ’ya Saygı Göstermek nede bir an ileri gidilebilecektir.

Teâlâ’ya saygı gösterilmiş olur. Bu saygının karşılığı ise şu şekilde anlatılmıştır Kur’ân-ı Kerim’de:

Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

‫ِين‬ ُ َّ‫ِم َجن‬ َ ‫ار َخالِد‬ ُ ‫ِها الأَْ ْن َه‬ َ ‫ات َع ْد ٍن َت ْجرِي مِن َت ْحت‬ ْ ‫َج َاز ُؤُه ْم ِعن َد َربِّه‬ ِ ‫ِيها أَ​َب ًدا ر‬ ‫ِم ْن َخ ِش َي َربَّ ُه‬ َ ‫ضوا َع ْن ُه َذل‬ ُ ‫َّض َي اللَّ ُه َع ْن ُه ْم َو َر‬ َ‫ف‬ َ ‫ِك ل‬

ِّ ‫اع ًة ۖ َو َل‬ َ ‫ُه ْم لاَ َي ْس َت ْأ ِخ ُر‬ َ ‫ون َس‬ ُ ‫اء أَ َجل‬ َ ‫َولِكُل أُ َّم ٍة أَ َج ٌل ۖ َفإِذَا َج‬ ‫ون‬ َ ‫ِم‬ ُ ‫َي ْس َت ْقد‬

“Onların Rableri katındaki mükafatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.” (el-Beyyine 8)

“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (el-Araf 34) İman edenin arkasında işte böyle muazzam bir güç vardır. Bu durumda hangi zalimin zulmü ve tuzağı Müslüman’a zarar verebilir ki?! Allahu Teâlâ bu mesele hakkında Enfal suresi 30. ayette şöyle buyurmaktadır:

Kur’ân-ı Kerim’de, itaatleri ve itaatlerinde sebat etmeleri ile Allah’a saygının zirvesine ulaşmış, geçmiş ümmetlerden bahseden birçok kıssa vardır. Bu kıssalar ise bizler için ibrettir. Buruç suresinde bahsi geçen kavimin kıssası, Allah Celle Celaluhu’ya saygımızda bizlere ışık tutacaktır inşallah. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem söz konusu kıssayı şu şekilde anlatmıştır:

‫وك‬ َ ‫ِج‬ َ ‫وك أَ ْو َي ْقتُل‬ َ ُ‫ِين َك َف ُروْا لِيُ ْث ِبت‬ َ ‫ُر ب‬ َ ‫ِك الَّذ‬ ُ ‫َ ِإو� ْذ َي ْمك‬ ُ‫ُوك أَ ْو يُ ْخر‬ ‫ِين‬ ‫ِر‬ ‫ك‬ ‫ا‬ ‫ْم‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ‫ي‬ ‫خ‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫ال‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫ال‬ ‫ُر‬ ‫ك‬ ّ ّ َ َ ُ ْ َ ُ َ ُ ُ ‫ون َوَي ْم‬ َ ‫ُر‬ ُ ‫َوَي ْمك‬ “Vaktinde kafirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.”

Abdurrahman b. Ebi Leyla, Süheyb-i Rumi’nin, Rasulullah’ın, Ashab’ul Uhdud hakkında şunları buyurduğunu rivayet ettiğini söylemiştir: “...Kral’ın yanına gidildi ve ona: “Gördün mü vallahi senin korktuğun başına geldi, insanlar iman ettiler” denildi. Bunun üzerine Kral, yol kavşaklarına çukurlar kazılmasını emretti. Çukurlar kazıldı. Kral, onların içine ateş yaktırdı, “dininden dönmeyenleri oraya atıp yakın” dedi. Yahut da onlara; “Haydi kendini hendeğe at” denildi. Onlar da bunu yaptılar. Nihayet bir kadın geldi. Kucağında çocuğu vardı. Kendisini ateşe atmaktan çekindi. Çocuk ona; “Anneciğim sabret çünkü sen, hak üzeresin” dedi.” (Müslim, K.ez-Zühd, Bab: 73, Hadis No:3005/ Tirmi-

Evet, Müslüman’ın lehine tuzak kuran Allah Celle Celaluhu’dur. Böyle bir Yardımcı ve İlahi yardım ile kim baş edebilir?! َّ ِ‫ِيز الر‬ ‫يم‬ ُ ‫اء َوُه َو ال َْعز‬ ُ ‫ص ِر الل ِه ۚ َي ْن‬ ْ ‫ِب َن‬ ُ ‫ص ُر َم ْن َي َش‬ ُ ‫َّح‬ “Allah, dilediğine yardım eder, galip kılar. O, el-Aziz (mutlak güç sahibi)’dir, erRahim (çok esirgeyici)’dir.” (Rum 5) Allah Celle Celaluhu’ya saygı göstermek; hiçbir şeyden korkmadan, hiçbir baskı karşısında yılmadan, ecel ve rızık kaygısını atmış vaziyette, dünya sevgisinden uzak, Allahu Teâlâ’nın küçük büyük tüm emirlerini, titreye titreye yerine getirmektir. Yani kısacası kalpte, elde ve dilde Allah Celle Celaluhu’ya kulluk etmekten çekinmemekle Allahu

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

zi, K.Tefsir el-Kur’an, Sure:85, Bab:2, Hadis No:3340)

52


Murat SAVAŞ

A

llahu Teâlâ Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i Medine’de İslami bir devlet eliyle hayata hâkim kılmış ve dinin tüm hükümlerini insanlar üzerine devlet başkanı sıfatıyla uygulatmaya başlamıştı. Artık tüm teba aralarındaki anlaşmazlıkları Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e arz ediyor ve o da aralarında adaletle hüküm ediyordu.

suçu işleyince ceza vermezlerdi. Bunun bir örneği de geçmişte Hindistan’da yaşanmıştır. Hindistan’da insanlar üç sınıfa ayrılmış ve aynı suçu işlemesine rağmen üst sınıftaki birisiyle alt sınıftaki birine verilen cezalar tamamen birbirinden farklı olmuştur. Örneğin, alt sınıftan birisi üst sınıftaki birinin yüzüne tükürse idam edilirken, üst sınıftakiler alttakilere her türlü hareketi yapabilirlerdi…

“…Allah’a yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma’da suç işlese cezasını verirdim.” (Buhari ve Müslim) Hadis-i şerifi gereğince kimseye bir ayrıcalık ve tolerans gösterilmiyordu. Fakat günümüzde dokunulmazlık zırhına bürünmüş milletvekillerinin, yüksek mevkide görev yapan akademisyenlerin, bürokratların ve paşalarının yargı karşısındaki ayrıcalıklarının vakası İslam’ın adalet anlayışı ile açıkça çelişmektedir. Evet, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in de tasvir ettiği gibi önceki kavimler, özellikle Yahudiler aralarında gariban birisi hırsızlık yaptığında derhal cezasını verirler, fakat soylu birisi aynı

Günümüzde ise bu duruma hiçte aratmayan fakat daha modern bir hukuksuzluk ile karşı karşıyayız. Örneğin; Cumhurbaşkanının vatana ihanetten başka bir suçtan dolayı yargılanamaması, milletvekillerinin dokunulmazlık zırhı ile korunması, askeri personelin Genelkurmayın izni olmadan yargılanamaması, hâkim ve savcılarında sadece üst düzey mahkemelerde yargılanması gibi. Son olarakta bu tür bir hukuksuzluğa yeni anayasa paketine giren parti kapatmayla ilgili dava açılabilmesi için yine aynı partinin üyelerinin de içinde bulunduğu bir komisyondan izin almaksızın kapatma davası açılamaması gibi

53

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


T.C. Adaleti! Herkese Eşit İşliyor Mu? modern bir adaletsizlik daha eklenmiştir.

milletinden kast ettikleri T.C. vatandaşlarına okutsak hakkımızda nasıl bir hüküm verirlerdi? Nüfusun %95’inin Müslüman olduğuna dayanarak söylüyorum, eminim hepsi alnımızdan öpüp, bizleri tebrik ederlerdi. Çünkü iddianamede, İslam’ı yeryüzüne hâkim kılıp, insanlar arasında Kur’an ve Sünnet’e göre hüküm verecek bir İslam Hilafet Devleti kuracağımız gibi zaten Müslümanların yıllardır özlemini çektiği bir işi yapmakla suçlanıyoruz.

Yine “yargı önünde herkes eşittir” gibi içi boş bir kavram dillendirildiği halde, yukarda bahsettiğim zırhlara bürünemeyen bir takım akademisyen ve emekli askerlerinin hiç de zayıf ve sıradan insanlarla eşit yargılanmadığını görmekteyiz. Yaklaşık yirmi aydır tutuklu olduğu halde hiç cezaevinde yatmayanlar, tutukluluk süresini GATA veya daha başka saraylarda geçirenlerden bahsediyorum. Kimileride cami bombalama ve kendi uçağımızı düşürerek ülkeyi kaosa sokmayı planladıkları halde tutuksuz yargılanmaktalar. Çoğu dosyalarda bilindiği gibi zaman aşımına uğratılmakta veya kavuşturulmaya gerek olmadığı gerekçesiyle sessizce kapatılmaktadır. Fakat madalyonun öteki yüzü hiç de böyle değildir. Dergimizin yazarlarından Çiğdem Albasan sahip olduğu fikirleri kaleme almasından veya dile getirmesinden dolayı zalimce bir uygulama ile tutuklanması “hukukun karşısında herkesin eşit” olduğu yalanını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bacımızın bakıma muhtaç bir çocuğu ve şu an yaklaşık olarak altı aylık hamile olmasına rağmen eşiyle birlikte cezaevine konulması artık tuzun koktuğunun göstergesidir. Esasen fikirlerinden dolayı tutuklanan tek kişi bu bacımız da değildir.

Yine bizleri ve bizim gibi düşünen Müslümanları terörist olarak yaftalayan zalim idareci ve bu yönde yayın yapan İslami ve dindar kılıklı medya organlarına sesleniyorum. Gelin bize karşı yapılan operasyonları saptırarak yaptığınız yayınlar gibi şimdide hakkımızda hazırlanan iddianameleri de yayınlayın. Yayınlayın da insanlar hem sizin gerçek yüzünüzü hem bizim yaptığımız güzel amelleri hem de yargının adaletsizliğini görsünler. Evet, maalesef bu ülkede yargı karşısında eşitlik yok! Bu ülkede yargı adil değil! Bu ülkede adamına göre hukuk var! Ama başlangıçtaki hadis-i şerif’e dönecek olursak bu durumun hep böle gitmeyeceğini, yargıdaki adaletsizliğin bu sistemin sonunun başlangıcı olduğunu hepimiz görebiliriz. Zira kendi kurallarına uymamak, bir sistemin zayıflığının, basitliğinin ve çökmek üzere olduğunun ilk göstergesidir. Geçmiş kavimlerde bundan dolayı helak olmuştur. Ben bu helak olmaktan insanların değil de, sistemlerin yıkılıp gittiğini anlıyorum. Çünkü hiçbir dönem insan türü tamamen yok olmuş değildir. Yok, olan sadece batıl sistemlerle o sistemin avaneleridir.

Aynı hukuksuzluğu bundan on ay öncede yaşamıştık. Yaklaşık olarak ikiyüz kişi tutuklanmıştık. Fakat şimdiye kadar yapılan Türkiye genelindeki mahkemelerde ilk duruşmalarda Elhamdulillah çoğu arkadaşımız tahliye oldular. Ancak (adaletin farklı işlediğini göstermek için yazıyorum) aynı “suç” şüphesiyle ve aynı kanun maddelerinden yargılandığımız halde bizler halen beş arkadaşımla birlikte tutuklu bulunmaktayız. Bazen düşünüyorum, hani hâkimler kararlarını Türk milleti adına veriyorlar ya! Acaba hakkımızda hazırlanan iddianameyi, Türk

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Son sözüm de akademisyen, yazar ve toplumun önderliğine soyunan belli zevatadır. Televizyon programlarında saatlerce kadın haklarından dem vuran, Ergenekon terör ör-

54


T.C. Adaleti! Herkese Eşit İşliyor Mu? gütü sanıklarını savunan sizler, hiçbir kimsenin örgüt üyeliğinden dolayı tutuklanamayacağını haykıran hukukçular, fikir hürriyetini savunan kimsenin fikrini ifade ettiğinden dolayı tutuklanamayacağını haykıranlar, darbe planı yapmanın suç olmadığını belirtenler neden sadece belli kesimler için hukuk arıyorlar. Neden bu yorumlar ve tartışmalar sırf tutuklanan paşalara, akademisyenlere yönelik yapılıyor. Neden Müslümanlara yapılan zulümleri ve hukuksuzlukları hiç eleştirmiyorsunuz.

bakmıyorlar mı? İnsanların akılların koyduğu yargı sistemlerinin hepsi de batıl ve fasid değil mi? Yeryüzünde gerçek bir adalet anlayışı nerede mevcut? Tek doğru yargı sistemi İslam hukuku değil mi? İnsanı yaratan Yaratıcı aynı zamanda düzen koyucu, kanun koyucu olan tek ilah değil mi?

Ayrıca yeni yargı reformunu kurtuluş gibi görenler, adaletin sanki yeniden tesis edileceği izlenimini oluşturanlar hiç etraflarına

َّ ‫“ أَ َفال َتذ‬Yoksa düşünmez misiniz?” ‫ون‬ َ ‫َك ُر‬

İnsanın bu konuda aciz olduğunu, sürekli değişen yasalardan ve iki gün önce hazırladığı 28 maddelik paketi iki gün sonra 30’a çıkartan ve bir kısmanda yeniden düzenlemeye giden AKP’nin akıl hocalarında gördük. (Nahl 17)

55

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Fatih HİSAR

E

ski Kudüs kentini çevreleyen ve bugün de büyük bölümü ayakta olan surların inşası 16. yüzyıl, Osmanlı dönemi Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmıştır. Şehir sekiz adet sur kapısından meydana gelmiştir. Müslüman, Nasranî (Hıristiyan) ve Yahudi mahalleleri 4000 yıllık tarih süreci içerisinde buranın temsilcileri ve sahipleri konumunda bulunmuşlardır.

sesi hakkında Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َّ َ ‫سبح‬ ‫ْح َار ِم إِلَى‬ ً ‫ِع ْب ِد ِه ل َْي‬ َ ‫ال م‬ َ ‫ِّن ال َْم ْس ِج ِد ال‬ َُْ َ ‫ان الذِي أَ ْس َرى ب‬ َّ َّ َ ِ ِ ‫ِيع‬ ‫م‬ ‫الس‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫ه‬ ‫ن‬ ‫إ‬ ‫ا‬ ‫ن‬ ‫ت‬ ‫ا‬ ‫آي‬ ‫ِن‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫ِي‬ ‫ر‬ ‫ن‬ ‫ل‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫و‬ ‫ح‬ ‫ا‬ ‫ن‬ ‫ك‬ ‫ار‬ ‫ب‬ ‫ِي‬ ‫ذ‬ ‫ال‬ ‫ى‬ ‫ْص‬ ‫ق‬ ‫أل‬ ‫ا‬ ‫ال َْم ْس ِج ِد‬ َ ُ َّ َ ُ ُ ِ َ َ ْ ُ َ ُ ُ ْ َ َ ْ َ َ َ ِ ‫الب‬ ‫ير‬ َ ُ ‫ص‬ “Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürütenin şanı pek yücedir.” (el-İsra 1) Ayette bahsi geçen Mescid-i Aksa’nın çevresi ise, başta Kudüs sonra diğer bütün Filistin topraklarıdır.

Harem-i Şerif ve onun bahçesindeki Mescid-i Aksa, Müslümanları; Ağlama Duvarı, Yahudileri; Hz. İsa’nın Acılar Yolu da, Nasranîleri temsil etmesi açısından, üç semavi dinin şehirdeki sembolleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mescid-i Aksa; Allah’ın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanında Mescid-i Aksa (Mekke’ye en uzak mescid) olarak adlandırılan mescidin yapımı bazı rivayetlere göre, Hz. Davud zamanında başlamış ve oğlu Hz. Süleyman zamanında tamamlanmıştır. Müslümanlara kıble olarak Kudüs’e yönelmeleri emrinin gelmesinin ardından, hicretten sonra 17 ay boyunca Müslümanlar Kudüs’e yönelerek namaz kılmışlardır. Daha sonra yeni bir vahiy ile kıble Kudüs yerine Mekke tayin edilmiştir. Kudüs etrafındaki mezarlık alan-

Vahye dayanan üç büyük dince kutsal kabul edilen Kudüs, Müslümanlar için ayrı bir öneme sahiptir ve İslam beldelerinin en önemlilerindendir. Allah’ın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem Miraç gecesinde Burak adlı bineğiyle birlikte buraya gelip ‘’Muallak Taşı’’ diye anılan kutsal kayanın üzerinden Allah katına yükselmiş olması Müslümanlar için bu beldenin önemini arttırır. Miraç hadiHaziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

56


Filistin–“İsrail”– ABD ve Kudüs da Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Selem’in sahabelerinden Selman-ı Farisi’nin mezarının olduğuna da rivayet edilmektedir.

Birinci safha; Filistinlilere yapılan vahşetin durdurulması ve politik reformların yapılması, “İsrail”in Filistin’e ait şehirlerden çekilmesi ve yayılmayı içeren inşaatların durdurulması.

Hz. İsa Aleyhisselam’ın “Acılar Yolu” Nasranîlerin Kudüs’teki önemli bir mekânıdır. Hz. İsa Aleyhisselam’ın çarmıha gerildiği varsayılan yer olan bugün ki St. Sepulchre Kilisesi’ne kadar yürüdüğü Via Dolorosa (Acılar Yolu) boyunca durakladığı 14 nokta, bugün Nasranîlerce ziyaret edilmektedir. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği varsayılan yerde kurulan Sepulchre Kilisesi’nde (Kutsal Naaş Kilisesi) Hz. İsa’nın yatırıldığı musalla taşı ile mezarı bulunmaktadır. Farklı kiliseler burada gün boyunca ayinler yapmaktadır.

Bu safha 2003 Mayıs ayına kadar olan süreci içermektedir. İkinci safha; Bir devletlerarası konferans tertiplenerek sıralanacak konularda çözümler aranacak. Konular ise: - Bölgesel su kaynakları. - Silahların kontrolü. - Arap ülkelerinin İntifada öncesi “İsrail” ile olan ilişkilerini düzenlenmesi.

Üç semavi din için büyük önemi olan Kudüs, Filistin-“İsrail” arasında “Kudüs Sorunu” olarak, en önemli sorunu teşkil etmektedir. Dünyanın üç önemli dininin tek ortak merkezi olan Kudüs, bu yönüyle sadece bölgesel nitelikli bir sorun da değildir. Dolayısıyla arabulucuların müzakere masasındaki tarafları; Kudüs söz konusu olduğunda, iki siyasi temsilcisi olmaktan çıkarak dünya ya yayılmış üç büyük dinin temsilcileri niteliği kazanmakta ve dini söylemler kullanarak büyük bir çoğunluğun temsilcileri olarak hareket etmektedirler.

- Belirlenen hudutlar içerisinde bir Filistin devletinin kurulmasının sağlanması. - Filistin ekonomisini iyileştirmek için bir süreç başlatılması. Bu safha Haziran-Aralık 2003 arasında gerçekleşmesi planlanan süreçti. Üçüncü safha; İkinci bir devletlerarası konferans düzenlenerek, çatışmaların önlenmesi ve oluşturulan düzen için sürekli statü anlaşmalarının yapılması için, nihai sınırların belirlenmesi, en önemli konu olan Kudüs’ün konumunun çözülmesi, mülteci sorunları ve Arap devletleri ile “İsrail” arasında barış anlaşmaları yapılmasını içermektedir.

Kudüs sorunun çözümü için 2002 yılında İspanya’nın Madrid şehrinde Birleşmiş Milletler, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği’nden oluşan “Dörtlü”, “Orta Doğu’da çözüme yönelik bir yol haritası” ile süreci yeniden canlandırmaya çalışmışlardır. Bu kapsamda ABD Başkanı George W. Bush 24 Haziran 2002 tarihinde “İsrail” ve Filistinlilerin barış içinde yaşayabilecekleri iki devletli bir yapıyı oluşturmayı hedefleyen bir yol haritasından bahsetmiştir.

Bu safhada 2004-2005 yılı arasındaki süreci içermekteydi. Ortaya konulan yol haritası Arap ülkeleri tarafından desteklenmesine rağmen, Mayıs 2003’te Ariel Şaron’un yeni yerleşimcilere yer temini için “İsrail”in inşaat yapması gerektiği ve bu yüzden yeni yol haritasının kabul edilmesinin mümkün olamayacağını açıklamasının ardından Filistin tarafı karşı hareketlere başlamıştır. ABD Başkanı George W. Bush, Temmuz ayı ortasında “İsrail”lilerle

Belirlenen yol haritası üç safhadan oluşacaktı:

57

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Filistin–“İsrail”– ABD ve Kudüs Filistinliler arasında barış görüşmelerinin Filistin’i tanımayacağı, ve Siyonist bakışıyla yeniden başlatılmasını tartışmak üzere devoradaki Müslümanlara zulmetmeye devam letlerarası bir toplantı yapılması çağrısında edeceği, oluşturulacak tüm devletlerarası bulundu. Amerikalı yetkililer, konferansın konferanslar ve bunların sonucunda çıkabi27 Kasım’da Annapolis kentinde düzenlenelecek karar, deklarasyon vb. bildirimleri başı ceğini açıkladılar. Annapolis Konferansı ile buyruk bir şekilde dinlemeyeceği aşikardır. Başkan George W. Bush’un ‘’Barış için Yol George W. Bush’un ardından seçildikHaritası’’ kapsamında ‘İki Devletli Çözümü’ ten sonra dünya kamuoyunda sempati topgündeme getirmiştir. İmzalanan ortak deklalamak için siyasi turlara çıkarak 4 Haziran rasyonda “İsrail” ve Filistin, nihai amaç olan 2009’da Mısır’da Müslüman dünyasına hi“Filistinlilere bir Filistin yurdu, “İsraillilere” tap eden yeni ABD Başkanı Barak Obama, bir “İsrail” yurdu olacak iki devletli bir çözüABD’nin Ortadoğu’daki hedefleri doğrulmü hedeflediklerini” açıklamıştır. İki devletli tusunda iki devletli çözümden yana olduçözümü ABD, “İsrail” ve Filistin’de El Fetih ğunu ve bu yol haritasını kabul etmiş, Hamas ise desteklediğini açıklamıştır. George W. Bush’un ardınkarşı çıkmış, çalışmalarına 14 Haziran 2009 tarihinde dan seçildikten sonra dünya bu yönde devam etmiştir. “İsrail” Başbakanı Benjakamuoyunda sempati toplaAncak, prensipte anlaşılmin Netanyahu Bat İlan masına rağmen üç temel mak için siyasi turlara çıkarak Üniversitesi’nde yaptığı konuda ciddi görüş ayrı4 Haziran 2009’da Mısır’da konuşmada ilk olarak Ürlıkları oluşmuştur. Bunlar; Müslüman dünyasına hidün Nehri’nin Batı’sında Kudüs’ün statüsü, sınırları tap eden yeni ABD Başkasilahlardan arındırılmış ve Mescidi Aksa’dır. Yeni nı Barak Obama, ABD’nin bir Filistin devletinin kukurulacak Filistin devletiOrtadoğu’daki hedefleri doğrulacağından bahsetmiştir. nin sınırları, Batı Şeria’daki Netanyahu’nun 2009 Hazirultusunda iki devletli çö“İsrail” yerleşimi ve Filisran ayı sonunda yapmış olzümden yana olduğunu ve tinli mültecilerin geri dönduğu bir başka açıklamada bu yol haritasını desteklediğimesi sorunları olarak sıraise, “Birleşik Kudüs’ün Yani açıklamıştır. lanabilinir. hudi halkının ve “İsrail” devBu bağlamda Batı Şeria’da “İsrail”in yerleletinin başşehri ve bu şehirde “İsrail” egemenliği şim için yeni yerler açması görüşmeleri zora tartışılamaz” olduğunu ifade etmesi “İsrail” sokmuştur. 2009’dan itibaren ABD ve AB ve Filistin görüşmeleri arasında bir kriz oluş“İsrail” hükümetine Filistin devletinin kurulturmuş, Filistin Müzakerecisi Saeb Erakat ması ve iki devletli çözüm için verdiği sözü Doğu Kudüs Filistin devletinin başşehri olatutması konusunda baskıya başlamışlardır. rak belirlenmez ise, iki devlet arasında barı2009 Mart ayında AB yetkilileri yeni seçilen şın gerçekleşmesinin mümkün olamayacağıhükümetin Başbakanı olan Netanyahu’nun nı söylemiştir. Netanyahu’nun bu açıklamaFilistin devletini kabul etmesi veya sonuçlaları ayrıca Filistin den başka ABD ile “İsrail” rına katlanması gerektiği konusunda açıklaarasında da gerginliğe sebep olmuştur. ma yapmışlardır. Bundan dolayı dünya siABD Başkan yardımcısı Josept Biden’in yasetinde yalnız bırakılan her çıkışında (one “İsrail”e ziyaretini bu atmosfer altında, ilişminute gibi) azarlanan bir “İsrail” yönetimi kileri yeniden canlandırmak ve güven tazegörmekteyiz. Bu tutumu “İsrail” varlığının Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

58


Filistin–“İsrail”– ABD ve Kudüs üzerindeki kuşatmanın hafifletilmesini ve Batı Şeria’daki yollardan kontrol noktalarının kaldırılmasını istemektedir.

lemek maksadıyla yaptığını anlatmaya çalışmıştır. Ancak, “İsrail” hükümeti içinde bulunan şahinlerle, güvercinlerin çatışmasının yarattığı istikrarsız görünüm burada da kendisini göstermiş ve “İsrail” İçişleri Bakanlığı Doğu Kudüs’te 1600 yeni yerleşime izin verileceğini açıklamıştır. Bu açıklamanın ABD Başkan Yardımcısı Biden’in “İsrail”i ziyareti sırasında yapılmış olması ABD’de şok etkisi yapmış ve Başkan Yardımcısı’nın kınaması ve ABD yönetiminin bağımsız Filistin devletinin kurulması için kararlı olduklarını ifade etmesi ile sonuçlanmıştır. Batı Şeria’daki inşaatları ABD baskısı sonucu 10 aylık bir süre ile askıya alan “İsrail”, başkentleri olarak kabul ettikleri Kudüs şehrini bu kısıtlamadan hariç tutmuşlardı. Bunun yanı sıra Filistinli yetkililerin “İsrail”in bu girişiminin barış görüşmelerinde ciddi olmadığının göstergesi olduğunu ileri sürmelerine neden olmuştu.

4. Dolaylı görüşmeler dâhil, Filistinlilerle yapılacak tüm müzakerelerin yaşanan çatışmaların merkezindeki, sınırlar, mülteciler meselesi, Kudüs, güvenlik anlaşmaları, su ve yerleşim konuları hakkında olacağına dair resmi bir bildiri yayınlanması. Her ne kadar istekler Filistin yanlısı ve çıkarlarını gözeten bir yaklaşım sergilese de, bugün ABD tarihinde en fazla Yahudi kökenli temsilcinin bulunduğu bir ABD parlamentosu ile çalışan Başkan Obama, Dışişleri Bakanı’nın yapmış olduğu sert açıklamayı yumuşatarak, yaptığı açıklamalarda “dostlar arasında arada sırada bazı sorunların olabileceği” yönünde görüş beyan etmiştir. Onuncu ayın sonuna gelindiğinde ise değişen hiçbir şeyin olmadığını sadece Müslümanları aldatmaktan başka bir çalışmanın yapılmadığı görülmektedir. “42 yıllık politikamız aynen sürecek” açıklamasında bulunan Netanyahu, “İsrail”in Kudüs ile ilgili görüşünü; Bakanlar Kurulu toplantısının başlangıcında yaptığı konuşmada da tekrarladı. Netanyahu, ABD ziyareti sırasında “İsrail”in bu konudaki mesajının açık ve net olacağını belirterek, “Kudüs’teki politikamız, geçen 42 yılda olduğu gibi aynen sürecektir” dedi.

Açıklamaların hemen ardından, ABD Dış İşleri Bakanı Hilary Clinton’ın Filistin’le olan ikili ilişkilerin geliştirilmesi ve barış görüşmelerinin devam edebilmesi için Netanyahu’dan isteklerini sıralamıştır. 1. Ramat Shlomo mahallesinde planlanan inşaatın Biden’ın ziyareti esnasında açıklanmasına giden sürecin soruşturulması. Amerikalılar “İsrail”den bu hareketin bürokratik veya politik nedenlerle alınan planlı bir karar mı olduğuna dair resmi açıklama istemektedir.

Öte yandan “İsrail”in ABD Dışişleri Bakanı’na söz verdiği “iyi niyet” jestleri çerçevesindeki önlemler arasında, 2008 yılı sonundaki Dökme Kurşun operasyonundan bu yana ilk kez “İsrail”in Gazze Şeridi üzerine uygulanan ablukayı hafifletme de yer alıyordu. Buna göre, “İsrail” hükümetinin BM tarafının Gazze’ye kanalizasyon sistemi ile zarar gören bir un fabrikasının yeniden yapımı ve Han Yunus’ta 150 ev yapımı için inşaat malzemesinin gönderilmesine yeşil ışık yaktığı bildirildi. Netanyahu ayrıca, “yakınlaşma”

2. Kudüs Bölge Planlama ve İnşaat Komitesi’nin Ramat Shlomo’da 1600 yeni yerleşim birimi inşa edilmesine yönelik kararının iptal edilmesi. 3. Barış görüşmelerinin yeniden başlaması adına Filistinlilere önemli jestte bulunulması. Bu bağlamda, ABD, yüzlerce Filistinli tutuklunun serbest bırakılmasını, “İsrail” ordusunun Batı Şeria’dan çekilerek bölgenin Filistin kontrolüne bırakılması, Gazze Şeridi

59

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Filistin–“İsrail”– ABD ve Kudüs görüşmelerinde Filistin Yönetimi tarafı ile tüm kilit konuların görüşülmesini de benimsedi; nihai sonuca ancak doğrudan görüşmeler yoluyla varılmasını da şart koştu. “İsrail” Başbakanının Clinton ile görüşmesinde Filistin Yönetimi Devlet Başkanı Mahmut Abbas’a iyi niyet jesti olarak, El Fetihli yüzlerce siyasi tutuklunun serbest bırakılması sözünü de verdiği belirtiliyor.

bu hem daha hayırlı, hem da netice bakımından daha güzeldir.” (en-Nisa 59) Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulması ise ancak Müslümanların samimi gayretlerinin birleştirilmesiyle mümkün olur ve Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın nusreti pek yakındır. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: ِّ ‫اب بِال‬ ‫اك اللّ ُه‬ ِ َّ‫ُم َب ْي َن الن‬ َ ‫ِما أَ َر‬ َ َ‫إِنَّا أ‬ َ َ ‫نزْل َنا إِل َْي َك ا ْل ِك َت‬ َ ‫اس ب‬ َ ‫ْحق لَِت ْحك‬ ِ ‫ِين َخ‬ ‫يما‬ َ ‫َو‬ َ ‫ال َتكُن لِّل‬ َ ‫ْخآ ِئن‬ ً‫ص‬

ِّ ‫إِ َّن‬ İslam’ın son din olması, ‫َم‬ ِ ‫ين ِعن َد اللّ ِه ا‬ َ ‫الد‬ ُ ‫إل ْسال‬ “Şühesiz Allah katında (tek) din İslam’dır” (Âli İmran 19) şiarı; Müslümanlar için o beldenin korunulması ve kollanılması bakımından elzemdir. Bu düsturun gözetilmediği tüm çalışma, durum ve tutumlar Kudüs ve belde halkı için çözüm teşkil etmeyecektir. Yapılanlar hep gündelik ve kısır olacaktır. Oradaki mevcut vakıanın köklü bir çözüme ihtiyacı vardır. Bu çözüm Yahudi varlığının oradan def edilmesiyle olabilir. Bunu yapabilecek tek güç ise ancak ve ancak İslam Devleti’dir. Oradaki köklü çözüm yeniden Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulması ile mümkündür.

“Şüphezi Biz (Allah), sana hak ile kitap inzal ettik insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilede hükmedesin diye ve hainler için taraf olma.” (en-Nisa 105) Ve şöyle buyurdu: ‫اءه ْم‬ َ ‫نزَل اللّ ُه َو‬ َ َ‫ِما أ‬ ُ ‫ِع أَ ْه َو‬ ْ ‫ال َتتَّب‬ ْ ‫َف‬ َ ‫احكُم َب ْي َن ُهم ب‬ “Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma.” (Maide 48) Müslim Kitab-ul İmara’da Nafiden, Abdullah İbni Ömer’den rivayetle Allah’ın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Selem şöyle buyurdu:

Müslim Kitab-ul İmara’da Ahmet, Nesai ve Ebu Davut’tan A’rac’tan, Ebu Hureyra’dan Allah’ın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Selem şöyle buyurdu:

َّ ‫ِن َطاع ٍة لَق‬ ‫ام ِة ال ُح َّج َة لَ ُه َو َم ْن‬ ْ ‫َع َي ًدا م‬ َ َ ‫َم ْن َخل‬ َ ‫ِي الل َه َي ْوَم ا ْلق َِي‬ َ ِ ‫ات مِي َت ًة َج‬ ‫اهلِيَّ ًة‬ َ ‫س فِي ُعنُ ِق ِه َب ْي َع ٌة َم‬ َ ‫َم‬ َ ‫ات َول َْي‬ “Kim itaatten elini çekerse, kıyamet gününde bir delil olmaksızın Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Kimde boynunda bey’at olmaksızın ölürse cahiliye ölümüyle ölür.”

‫ِن َو َارِئ ِه َويُ َّتقَى ِب ِه‬ ْ ‫ام ُجنَّ ٌة يُقَا َت ُل م‬ َ ‫إِنَّ َما‬ ُ ‫اإلم‬ “İmam bir kalkandır. Onun arkasında çarpışılır ve onunla korunulur.” (Ahmet b. Hanbel)

(Müslim)

Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َ ‫ول َوأُ ْولِي‬ ّ‫ُوا ه‬ ْ ‫للاَ َوأَ ِطيع‬ ْ ‫وا أَ ِطيع‬ ْ ُ‫َيا أَ ُّي َها الَّ ِذينَ آ َمن‬ َ ُ‫ُوا الرَّ س‬ ‫األم ِْر‬ ّ‫ه‬ ُ ‫ِم‬ َ ‫نك ْم َفإِن َت َن‬ َ‫ول إِن ُكنتُ ْم تُ ْؤ ِمنُون‬ ِ ُ‫ازعْ تُ ْم ِفي َش ْي ٍء َفرُ ُّدو ُه إِلَى للاِ َوالرَّ س‬ ْ ّ‫ه‬ ً ‫اآلخر َذلِ َك َخيْرٌ َوأَحْ َس ُن َت ْأو‬ ‫يال‬ ِ ِ ِ ‫ِباللِ َوال َي ْو ِم‬ “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin Rasul’e ve sizden olan Ululemr’e de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahirete hakikaten inanıyorsanız onu Allah ve Rasulü’ne götürün;

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

60


Esma SIDDIK

İ

nsanları, kainatı ve hayatı yaratan yegâne ve tek varlık; insan, hayat ve kâinatı, benzersiz olarak yaratan, Zat’ı ve güzel isimlerinde eşi ve benzeri olmayan Allahu Teâlâ’dır. O, her şeyin tek Malik’idir. O, iman edilmeye ve kendisine kulluk yapılmaya layık tek İlah’tır.

Ayetleri ve hadisleri incelediğimizde, Allahu Teâlâ’nın 99 ismi olduğunu görmekteyiz. 99 İsmiyle, Yaratan Kendini Yaratılana Tanıtmaktadır. Allah Celle Celaluhu kendini kullarına tanıtmaktadır, vasıflarından bahsetmektedir ki kulları O’nu iyice tanısınlar. O’na gereğince kulluk etsinler, O’ndan gereğince korksunlar ve O’nu gereğince sevsinler. Ve Allah Azze ve Celle kullarına karşı o denli merhametlidir ki sadece tek bir isimle değil, 99 farklı isimle kendini tanıtmaktadır. Yani El-Esmaü’lHüsna, Allah’ın kullarına büyük bir lütfüdür.

Allah’u Teâlâ’nın emirlerini yerine getirdiğimiz takdirde Allah Celle Celaluhu bizleri yaptıklarımızın karşılığında kat kat ödüllendirecektir, çünkü O eş-Şakir’dir. Allahu Teâlâ Rahman’dır, Rahim’dir. Varlığına ve birliğine iman ettiğimiz Allahu Teâlâ’yı, Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği güzel isimleri ile övmekteyiz. Nitekim Allah Celle Celaluhu Araf suresi 180. ayette şöyle buyurmaktadır:

Allah Celle Celaluhu insanlığı ve kâinatı yarattıktan sonra, bizleri karanlıklar içerisinde bırakmamıştır. Yüce Rabbimiz bizleri başıboş bırakıp, belirsizliklere sürüklememiştir. Kıyamet suresi 36. ayette Allah Celle Celaluhu şöyle buyurmaktadır:

َّ ‫ِها‬ َ ‫وه ب‬ ُ ‫ْح ْس َنى َفا ْد ُع‬ ُ ‫اء ال‬ ُ ‫َولِل ِه الأَْ ْس َم‬ “En güzel isimler (el-esmaü’l-hüsna) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin.”

61

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


El-Esmaü’l-Hüsna Gerçeği ‫َال إِنَّنِي‬ َ ‫صالِحاً َوق‬ َ ‫ال مِّمَّن َد َعا إِلَى اللَّ ِه َو َعم‬ ً ‫َو‬ َ ‫ِل‬ ْ ‫َو َم ْن أَ ْح َس ُن ق‬ ‫ِين‬ َ ‫ِن ال ُْم ْسلِم‬ َ‫م‬

‫ان أَن يُ ْت َر َك ُس ًدى‬ ُ ‫نس‬ َ ِْ‫أَ​َي ْح َس ُب الإ‬ “Yoksa insan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!”

“(İnsanları) Allah’a davet eden ve salih amel işleyenden ve ‘Ben kesinlikle Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet 33)

Kıyamet suresinde de belirtildiği gibi, insanlar, dünyaya indirildikleri ilk günden bu yana hiç başıboş bırakılmamışlardır. Bu noktada, son Rasul olarak, İslam dini ile Muhammed Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem gönderilmiştir. Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem indirilen Kur’ân-ı Kerim’de neye ve nasıl iman edilmesi gerektiği vahyedilmiştir.

Yukarıda belirtilen ayetlerden anlaşılacağa üzere, sadece iman değil aynı zamanda Müslümandan amel etmesi de beklenmektedir. Hatta Allah Azze ve Celle kalpteki inanca göre amel etmemekten bizi men etmekte ve en şiddetli şekilde bizleri böyle bir davranıştan sakındırmaktadır. Yüce Kitab’ı, Kur’an-ı Kerim’de, Allah Celle Celaluhu Ümmeti Muhammed’i şöyle uyarmaktadır:

Bazı ayetler ve hadislerde önceki peygamberlerden bahsedilmekte, önceki kavimlerin kıssaları aktarılmakta, melekler, vs. anlatılmaktadır. Bazı ayetler ve hadislerde ise orucun ve namazın farziyetinden, zekât vermekten, vs. bahsedilmektedir.

‫ُون كَبُ َر َمقْتاً ِعن َد اللَّ ِه‬ َ ‫ُون َما لاَ َت ْف َعل‬ َ ‫ِين َآ َمنُوا ل َِم َتقُول‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َيا أَي‬ ‫ُون‬ َ ‫أَن َتقُولُوا َما لاَ َت ْف َعل‬ “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” (es-Saf 2-3)

Kur’an-ı Kerim’de ki ayetleri ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’ın Sünnetullahını incelediğimiz zaman hükümler arasındaki bir fark dikkatimizi çekmektedir. Dikkatle incelendiğinde bazı ayetlerin ve hadislerin sadece kalple ilgili görevler içerdiklerini görebiliriz. Buna bir örnek Bakara suresinin 285. Ayeti kerimesidir:

Konumuza tekrar dönecek olursak, Allahu Teâlâ’nın isimlerini incelediğimizde, iman ve aynı zamanda ameli içerisinde barındıran bir özelliğe sahip olduğunu görebiliriz.

ٌّ َ ُ‫ِن ربِّ ِه والْم ْؤ ِمن‬ ‫ام َن بِاللَّ ِه‬ َ‫ِما أُ ْنز‬ ُ ‫َّس‬ َ ‫ون كُل َء‬ ُ َ َ ْ ‫ِل إِل َْي ِه م‬ َ ‫ول ب‬ َ ‫َء‬ ُ‫ام َن الر‬ ‫َو َم اَل ِئ َك ِت ِه َو ُكتُ ِب ِه َو ُرُسلِ ِه‬

Allahu Teâlâ’nın bir kaç isminin izahı ve hayatımıza yansıması gereken noktalar:

“er-Rasul kendisine Rabbinden indirilene iman etti ve mü’min olanlarda. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitapların ve Rasullerine iman ettiler.”

El-Halık, el-Bari el-Musavir, el-Hallak: ‫ِّح لَ ُه‬ ُ ‫ْخال‬ َ ‫ُه َو اللَّ ُه ال‬ ُ‫ِق ال َْبار‬ ُ ‫صو‬ ُ ‫ِّر لَ ُه الأَْ ْس َماء ال‬ ُ ‫ْح ْس َنى يُ َسب‬ َ ‫ِئ ال ُْم‬ ِ ‫او‬ ‫ِيم‬ ِ ‫ات َوالأَْ ْر‬ َّ ‫َما فِي‬ ُ ‫ض َوُه َو ال َْعز‬ َ ‫ِيز ال‬ َ ‫الس َم‬ ُ ‫ْحك‬ “O, yaratan, var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbis (tenzih) eder. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 24)

Bazı ayetler ise fiilleri de ilgilendirmektedir. İstenilen sadece kalben itikat değil aynı zamanda ayetlerde ve hadislerde geçen mevzuların fiillerle amele dökülmesidir. Allah Celle Celaluhu bizlerden kalplerimizde bulunan inanca uygun yaşamamızı talep etmektedir.

El-Halık: ‫ خلق‬kökünden gelmektedir. Yaratmak, yoktan var etmek, şekil vermek, şekillendirmek anlamına gelmektedir. Halık Celle Celaluhu, içindekiler ile birlikte, tüm kâinatı yoktan var eden, hâkimiyetiyle

Allahu Teâlâ bu konu ile alakalı çeşitli ayetler indirmiştir. Bunlardan bir kaçı: Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

62


El-Esmaü’l-Hüsna Gerçeği düzene koyan, onlara şekil verendir. Hiç kimse O’nun yaptığını yapamaz, yoktan var edemez. Müslüman bunu bir an dahi unutmamalı ve tefekkür etmelidir. Kendisine sunulan bütün dünya nimetlerinin Allahu Teâlâ’dan geldiğini ve bunlara sadece O’nun hâkim olduğunu sürekli hatırlamalıdır. Bu düşünce benliğini sarmalı ve hayatında cisimleşmelidir.

için farzlar yerine getirilmeli ve sırf Allah helalleri sevdiği için, helaller sevilmelidir. Sırf Allah için günahlardan uzak durulmalı ve sırf Allah haramları sevmediği için, haramlar buğz edilmelidir. Örnek olarak verdiğimiz bu birkaç isimden de anlaşılacağı üzere, her şeyi Yaratan, dolayısı ile her şeyin en iyisini bilen Allah Celle Celaluhu’dur. Hüküm koyucu, hâkim Allah Celle Celaluhu’dur. Kulluk sadece Allah Celle Celaluhu’yadır. Kullarını seven ve kayıtsız şartsız sevilmesi gereken ise Allah Celle Celaluhu’dur.

El-Vahid, El-Ehad: ِّ ُ ‫ُل اللّ ُه َخال‬ ِ ‫ْو‬ ِ‫ق‬ ‫َّار‬ ُ ‫اح ُد ا ْلقَه‬ َ ‫ِق كُل َش ْي ٍء َوُه َو ال‬ “De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, Vahid (tek)’dir, Kahhar (karşı durulamaz güç sahibi)‘dir.” (er-Rad 16)

İslam İdeolojisinin Haritası: El-Esmaü’lHüsna

El-Vahid: ‫ وحد‬kökünden gelmektedir. Tek, yalnız, eşsiz, bir tane olmak anlamını taşır. Halık olan Allahu Teâlâ Vahid’dir. Bütün kullar, akide olarak, O’nun mutlak mükemmelliğine ve tekliğine iman etmelidirler. O’nu birlemeliler ve her türlü kulluğu ve ibadeti sadece O’na yönelik, O’nun için yapmaları gerekmektedir. Kınayıcının kınamasından korkmadan, sadece O’nun rızasını gözetmelidirler.

El-Esmaü’l-Hüsna incelendiğinde göze çarpan bir diğer özelliği ise, İslam İdeolojisi’nin adeta haritası gibi olmasıdır. Söz konusu harita, El-Evvel ismiyle insanın dünya yolculuğuna çıkmadan önce bulunduğu başlangıç noktasını aydınlatmaktadır. El-Evvel: ‫َّل‬ ُ ‫“ َو الأَْو‬O her şeyden öncedir...” (Hadid 3)

El-Vedud:

El-Evvel: ‫ اول‬kökünden gelmektedir. İlk, başlangıç anlamına gelmektedir. Kâinatın, insanın ve hayatın başlangıcında Allah Celle Celaluhu vardır. Her şey O Azze ve Celle’den gelmiştir.

‫ْوُدوُد‬ ُ ‫َوُه َو ا ْل َغ ُف‬ َ ‫ور ال‬ “O, çok bağışlayan ve çok sevendir.” (elBuruc: 14)

El-Vedud: ‫ ودود‬kökünden gelmektedir. Çok seven, aşırı sevgisi olan, tutkun, düşkün, katıksız sevgi, hem seven, hem de sevilen anlamına gelmektedir. Allah Celle Celaluhu yarattıklarını, Nebilerini, meleklerini ve mü’min kullarını sever ve onlar tarafından da sevilir. Allahu Teâlâ’yı sevmek farzdır. Bir müminin en çok Yaratıcısını, yani kendisini yoktan var edeni sevmesi gerekmektedir. Müslüman’ın kalbindeki Rabbine olan sevgisi, bütün sevgileri geçmeli, diğer bütün sevgilere galip gelmeli ve diğer sevgilerin hepside O’nun sevgisine bağlı olmalıdır. Dahası sırf Allah

Dünya yolculuğunun aydın, güvenli ve rahat şekilde geçmesini sağlayacak gerekli bilgilerde mesela El-Hâkim ismiyle bu haritada yerini almaktadır: El-Hâkim: ِ ‫َوُه َو ا ْلق‬ ‫ِير‬ َ ‫ِيم ال‬ ُ ‫ْخب‬ َ ‫َاه ُر َف ْو َق ِع َبا ِد ِه َوُه َو ال‬ ُ ‫ْحك‬ “O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” (el-Enam 18) El-Hâkim: ‫ حكم‬kökünden gelmektedir. Hâkim olmak, hükmetmek, emret-

63

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


El-Esmaü’l-Hüsna Gerçeği mek, buyurmak, yasaklamak demektir. Hâkim ise hükmeden, yönetici, kanun koyucu anlamına gelmektedir. Hâkim; geniş ilmi olan, işlerin başlangıcını ve sonucunu bilen, eksiksiz güç ve kudret sahibidir.

İslam Davasını Taşıyanlar ve El-Esmaü’lHüsna İslam davasını taşıyanlar için El-esmaü’lhüsna’nın ayrı bir anlam ve önemi vardır. Zira El-esmaü’l-hüsna, davalarını taşımaları esnasında, sesi çok uzaklardan dahi duyulan coşkun bir çağlayan gibidir. Suyunun sesi, serinliği ve gücü ile bu çağlayan dava taşıyıcısının gücüne güç katmakta, azmini arttırmaktadır. Ve ebediliği ile hiç bir zaman bitip tükenmeyen bir güven kaynağıdır.

Allahu Teâlâ’nın bu ismi doğrudan şer’i hükümlerle alakalıdır. Allahu Teâlâ’nın koyduğu tüm hükümler hatasızdır. Hükümlerde ne bir fazlalık nede bir eksiklik vardır. Çünkü hangi kanunun insan fıtratına uygun olduğunu sadece O bilir. Sadece Allah Celle Celaluhu, emreder veya yasaklar! Zira insanoğlunun koyacağı kanunların her zaman için hatalı ve eksik olacaktır. Ve nihayetinde dünya yolculuğunun sonu, yani kulun varış noktası da ElAhir ismiyle bu haritada yerini almıştır. El-Ahir: ‫…“ َو آْال ِخ ُر‬kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı son’dur…“ (elHadid 3)

Mesela El-Veli ismi kalplere serin sular serpmektedir. ُّ ‫ِي الَّذِين آمنُوا ي ْخرِجهم م‬ ُّ ‫ات إِلَى‬ ِ ‫ُم‬ ‫ور‬ ِ ‫الن‬ ُّ ‫اللَّ ُه َول‬ َ ُْ ُ ُ َ َ َ ‫ِن الظل‬

Allahu Teâlâ’nın koyduğu tüm hükümler hatasızdır. Hükümlerde ne bir fazlalık nede bir eksiklik vardır. Çünkü hangi kanunun insan fıtratına uygun olduğunu sadece O bilir. Sadece Allah Celle Celaluhu, emreder veya yasaklar! Zira insanoğlunun koyacağı kanunların her zaman için hatalı ve eksik olacaktır.

El-Veli: ‫ ولي‬kökünden gelmektedir. Destek veren, yardımcı, dost, arka çıkan, müttefik, koruyucu, malik anlamına gelmektedir. Veli, bir işi üzerine alan, idare eden ve gerçekleştiren için kullanılır. Allah Celle Celaluhu mü’minlerin velisidir, dostudur. Mü’minleri korur, gözetir. Kullarını kesinlikle yarı yolda bırakmaz. Asla kullarının kötülüğünü istemez. Bu dünyada bizlere ayrılan hayat süremizi idame ettirirken sürekli, sadece Allahu Teâlâ’nın bizleri karanlıklardan aydınlığa çıkartacağı bilincinde olmalıyız. Başımıza gelen çeşitli olaylar bizleri ümitsizliğe düşürmemelidir. O Celle Celaluhu’nun bizlerden talep ettiği şeylerin mutlaka bizlerin hayrına olduğu zihinlerimize yerleşmeli, fiillerimize yansımalı ve mefhumlaşmalıdır. Allah Azze ve Celle’nin emirlerine göre yaşamak bizlere sıkıntı vermemelidir. Aksine, O’nun bize

El-Ahir: ‫ اخر‬kökünden gelmektedir. Sonuncu, nihai, son anlamını taşımaktadır. Varış Allah Celle Celaluhu’ yadır. Tüm yaratıkların dönüşleri mutlaka O Celle Celaluhu’yadır. Ve her şey bittiği an O Celle Celaluhu var olmaya devam edecektir. Hiç bir zaman yok olmayacak güç yalnızca Allah Celle Celaluhu’dur. Hesap soracak ve en hızlı şekilde hesapları görecek olan ise yine Allah Celle Celaluhu’dur. Bu haritayı takip eden herkes, İslam dininin tüm hayatı kapsayan bir ideoloji olduğu görecek ve yolunu karanlıklar içerisinden rahatlıkla bulabilecektir.

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

“Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.“ (el-Bakara 257)

64


El-Esmaü’l-Hüsna Gerçeği olan karşılıksız ve katıksız sevgisinden ötürü O’nun emirlerine göre yaşamak hususunda azami titizlik göstermek, şahsiyetimizin en önemli dışa yansımalarından biri haline gelmelidir.

El-Mübin: ‫ مبين‬kökünden gelmektedir. Ortaya çıkmak, görünmek anlamını taşır. Bir şeyi söz veya fiil olarak açıkladı demektir. Beyyine, delil anlamına gelir. Beyan, birşeyi açığa çıkarmak anlamına gelir. Yani Mübin olan Allahu Teâlâ kullarına, doğru yolu beyan edip açıklamış, yaptıklarında kendilerine sevap kazandıracak ve terk ettiklerinde kendilerine günahı müstahak kılacak amelleri, delilleriyle açık ve net açıklamıştır. Bu noktada da Allah Celle Celaluhu’nun kullarına olan merhameti tecelli etmiştir. Zira Allah Azze ve Celle kullarından neler istediğini, delilleriyle izah etmiştir yani zihinleri sorularla dolu, bulanık bırakmamıştır. Bu durumda Allahu Teâlâ’ya bağlılık daha sağlam ve samimi olacaktır.

El-Hâdi, dava taşıyıcısının büyük bir güven duygusu içerisinde sırtını dayayabileceği, Allahu Teâlâ’nın isimlerinden sadece biridir. ‫“ َو َمن يُ ْؤمِن بِاللَّ ِه َي ْه ِد َقل َْب ُه‬Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbine hidayet eder (İslam’a yönlendirir).” (Teğabun 11) El-Hâdi: ‫ حدي‬kökünden gelmektedir. Rehberlik etmek, doğru inancı göstermek, hakkı göstermek anlamını taşır. Hâdi; yol gösterici, rehber, kılavuz, lider anlamına gelmektedir. Hadi, kullarını her türlü faydalı şeylere yöneltir. Her türlü zararlı şeylerden uzaklaşmaları ve korunmaları için onlara, lütuf ile rehberlik eder. Allahu Teâlâ, sadece hayırlara götürecek şeyleri emretmekle kalmayıp, aynı zamanda Müslümanları, hayırlardan uzaklaştıracak kötülükleri göstermektedir. Bunlardan uzak durmaları için, gönderdiği dinler ve peygamberler ile insanlara rehberlik etmektedir.

Evet, El-esmaü’l-hüsna’nın gerçeğini bir kaç örnekle anlatmaya çalıştık. Anlaşıldığı gibi El-esmaü’l-hüsna sadece 99 kutsal isim değil, bunun yanı sıra İslam İdeolojisi’nin haritası ve bu ideolojiye daveti yüklenenlerin dayanağıdır. Allah Celle Celaluhu El-Kâfi’dir.

El-Hâdi ismini adeta tamamlayan bir diğer güven kaynağı ise El-Mübin ismidir. َّ َ ‫َقد جاءكُم م‬ ‫ِين َي ْهدِي ِب ِه اللَّ ُه َم ِن اتَّ َب َع‬ ٌ ‫اب ُمب‬ ٌ ‫ور َو ِك َت‬ ٌ ُ‫ِن الل ِه ن‬ ْ َ َ ْ ُّ ُّ ِ ‫ُم‬ ‫ور ِبإِ ْذ ِن ِه‬ ِ ‫ات إِلَى الن‬ َّ ‫ِض َوا َن ُه ُسبُ َل‬ ْ‫ر‬ َ ‫ِج ُه ْم م‬ ُ‫الس اَل ِم َويُ ْخر‬ َ ‫ِن الظل‬ ٍ ‫ص َر‬ ِ ‫ِم إِلَى‬ ‫اط ُم ْس َتقِي ٍم‬ ‫ه‬ ‫ِي‬ ‫د‬ ‫ه‬ ‫ي‬ ‫و‬ ْ ْ َ​َ “Gerçekten size Allah’tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. Rızasına tabi olanı onunla (Kur’an-ı Kerim ile) selamet yoluna (İslam’a) hidayet eder (yönlendirir) ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, sıratı müstakime (dosdoğru olan yola) iletir.” (Maide 15-16)

65

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


ADALETİN OLMADIĞI YERDE ADALETSİZLİK VE ZULÜM OLUR

takvaya daha yakındır. Ve Allah’dan (azabından) sakının! Şüphesiz ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır” (Maide 8)

Ümit SARIKAYA

Yöneticilerin yönettikleri kimselerin durumlarını hissetmeleri ve problemlerin farkına varmaları gerekir. Yönetici olmanın vakıası da budur zaten. İslam beldelerindeki hain yöneticiler ise her işte alabildiğine kusurlu davranmaya devam ediyorlar. Allah onları kahretsin, nasılda hakka yüz çeviriyorlar! O bakımdan bunların ne dine faydaları oluyor nede dünya ya. Her şeyi bırakıp tamamıyla efendilerine faydalı oluyor ve olmak için çalışıyorlar. Müslümanları ise zora sokacak işlerle uğraşıyorlar. Ümmet onlardan dini ya da dünyevi haklarını isteyecek olursa en şiddetli bir şekilde bu istek ve talepleri cezalandırıyorlar. Bu tür talep de bulunanları ve muhasebe edenleri ise “devletin güvenliğini tehdit ediyorlar” diyerek karalamaya çalışıyorlar. Bu ise hain yöneticilerin sıkıştıkları zaman daima kullanmış olduğu sloganlarıdır.

Toplumların genel manada helak oluş sebebi zulüm ve adaletin olmayışıdır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Sizden önceki ümmetlerin helak sebebi şudur: Aralarında soylu bir kimse hırsızlık yaptımı onu terk eder, ona ilişmezlerdi. Güçsüz ve zayıf bir kimse yaptımı da ona haddi uygularlardı. Allah’a yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapacak olursa şüphesiz onunda elini keserim ” (Buhari ve Müslim)

Adalet yönetimde esastır, toplumda huzurun temelidir. İşte bundan dolayı Müslüman yöneticinin yerine getirmesi gereken büyük maksatlardan biri olarak kabul edilmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: َّ ‫ُم‬ َ ‫ِس ِط َو‬ َ ‫آمنُوْا كُونُوْا قَوَّام‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َيا أَي‬ َ ‫ِين‬ ْ ‫ِين لِلّ ِه ُش َه َداء بِا ْلق‬ ْ ‫ال َي ْجرَِمنك‬ َّ َّ َّ َ َ ‫ْوى َوات ُقوْا اللّ َه إِ َّن اللّ َه‬ ُ ‫َش َن‬ ْ ‫َوٍم َعلَى أال َت ْع ِدلُوْا‬ َ ‫اع ِدلُوْا ُه َو أق‬ َ ‫ْر ُب لِلتق‬ ْ ‫آن ق‬ ‫ُون‬ َ ‫ِما َت ْع َمل‬ ٌ ‫َخب‬ َ ‫ِير ب‬

Bu sloganları kullanırken de söylediklerini desteklemek amacıyla şerli ilim adamlarından, zalimlerden korkup Allah’tan korkmayan sözde âlimlerden yardım alırlar ve fetvalar yayınlatırlar. İşte kâfir, facir ve zalim yöneticilerin karşısında duran ihlâslı Müs-

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletli şahitlik eden kimseler olun! Bir kavme olan kininiz sizi asla adaletsiz olmaya sevk etmesin! Adil olun! Bu Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

66


Kısa - Yorum lümanlar cezaevlerinde iken, yardımcı ve yandaş zevatta protokollerde her geçen gün ilerlemektedir.

olarak kâfirlerin dillerinde, yüreklerinde ve beyinlerinde tekrarlanmıyor mudur? Anacığım haydi duanı bitir ve ağlama, Aksine gül ve umutlan İşte ben sevinçle ve coşkuyla Trablus’a gidiyorum Lanetli ümmeti yok etmek için Uğrunda kanımı feda edeceğim İslam dinine karşı savaşacağım Kuranı silmek için bütün gücümle çarpışacağım

Geçenlerde Türkiye’yi ziyaret eden Çeçenistan Cumhuriyeti Devlet Başkanı Kadirov, kendi vatandaşlarına yıllarca zulmeden Rusya ile beraber ziyaretlerde bulunmaktadır. Beraberce ve kısa zaman aralıklarında Rusya’nın güvencesi altında önce Suriye ve sonra da Türkiye ziyaret edilmiştir. Çeçenistanlı 200 kadar din adamı Suriye’de eğitilecek ve sonra da Çeçenistan da çalışmalara başlayacaklardır. Yani kendi din anlayışlarına uygun bir İslami eğitim süreci başlatılacaktır. İnternet ortamında zani ve sapıklığı açıkça ifşa olmuş olan Kadirov’un geçenlerde Çeçenistan da hizmete sunmuş olduğu bir cami açılışına da Türkiye’den bazı çevreler katılmışlardır. Devlet erkânının yanında protokollerde yer bulan bu Müslümanları Allah için sevmeye ve Allah için nefret etmeye davet ediyorum.

İşte kâfirler İslam’a ve Müslümanlara bu kadar kim ve düşmanlık beslerken, nasıl olurda Müslümanların başındaki yöneticiler kâfirlerin arzularını yerine getirmek için hamleler yaparlar. Kâfirler İslami hareketleri daima incelemeye tabi tutarlar. Amerikan yönetimi ve onların uşakları İslam dünyasında gittikçe yaygınlık kazanan hilafet fikrinden ve İslam devletinin kurulma düşüncesinden son derece rahatsızlık duymaktadır. ABD o bakımdan Müslümanların başındaki hain yöneticiler eliyle İslami hareketleri durdurmaya çalışmaktadır. Böylelikle bu hareketler İslam dünyasının herhangi bir yerinde Raşidi Hilafet Devletinin kurulması ile sevinmesinler ve amaçlarına ulaşamasınlar. Çünkü kâfirler İslam’ın dünya siyasetine etki etmesini engellemek için var güçleriyle mücadele etmekteler. Onların şerir planları veya engellemeleri İslam’ın hâkimiyetine engel olmayacağı gibi, kurmuş oldukları tuzaklar ve engellemelerde onlara yürek acısı olarak geri dönecektir.

Biz şimdiye kadar İslam beldelerindeki hain yöneticilerin Müslümanlara karşı yapılan bu kadar haksızlıklara, zulümlere, kan dökülmesine ve ırzlarına geçilmesine karşılık tek bir tutum sergilediklerine şahit olmadık. Müslümanlara yapılan zulümlere karşılık olarak kâfir Batı dünyasına yeter dediklerini işitmedik. Hâlbuki bu kâfirlerle bütün ilişkilerini kesebilir, petrol ve hammadde ithal edilmesini engelleyebilirler. Fakat kölenin efendisine isyan ettiği nerede görülmüştür? İslam beldesindeki bu yöneticiler ABD’nin ve batılı kâfirlerin kölesidirler. Bizim şu sözleri söylememiz hayret edilecek bir şey değildir. İslam beldelerindeki yöneticilerin çoğunluğu, bilsinler ya da bilmesinler, ABD’nin hedeflerini gerçekleştirmişlerdir. Zaten bilmemelerinin de onlar için mezaret olacak bir tarafı yoktur. Haçlı ordularının Libya’da İslam kalelerini ele geçirmek için giderlerken söylediği şu marş aynen bugün de daha sinsi

‫ِين‬ َ ‫“ َواللّ ُه َخ ْي ُر ال َْماكِر‬Muhakkak tuzak kuranl rın en hayırlısı Allah’dır.” (Âli İmran 54) Bundan dolayı Müslümanların düşmanlarını çok iyi bilmeleri, hazırlıklarını yapmaları ve dinlerini yok etmek isteyen bu tehlikelere karşı elbirliği ile mücadele etmeleri gerekmektedir. Bu mücadelelerini Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünnetine dayalı sapasağlam bir metotla yapmak zorundadırlar. Aksi takdirde emekleri zayi olabileceği gibi zaferde

67

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Kısa - Yorum gecikebilir. Aynı zamanda Irkçı söylemleri ortadadır. Rasulullah SallAllahu Aleybiz şunu da bilmeliyiz, İslam Bunun böyle olmadığını sihi ve Sellem eğer devletin otodüşmanları hiçbir zaman yaseti azda olsa bilen herkes ritesi ortadan kalkacak olursa Müslümanların yanında yer anlar. Son gelişen kaset olaİslam’ın rükünlerinin tek tek almazlar. Bunun için İslam’ın yında da görüldü ki, CHP siortadan kalkacağını şöyle hükümlerini uygulamayı yasi bir partiden ziyade Hint beyan etmektedir: “İslam’ın üstlenmiş güçlü bir devletin felsefesine benzer bir tarikat kulpları tek tek sökülecektir. varlığı kaçınılmazdır. O bakitlesini andırıyor. Bir kulp söküldü mü insankımdan sahih bir hadis de Çünkü siyasetçi değil mülar hemen onun akabinde ki Rasulullah SallAllahu Aleyhi rit yetiştirmiş, yani parti lidekulpu sökmeye çalışırlar, ve Sellem eğer devletin otoriri istifa edince yeni bir lider ilk sökülecek kulp hüküm tesi ortadan kalkacak olursa çıkarmaktan aciz kalmış ve (yönetim)’dir. Sonuncusu ise İslam’ın rükünlerinin tek tek siyaset yapacak adam kalnamaz olacaktır.” ortadan kalkacağını şöyle mamış. Bu T.C. devletinde beyan etmektedir: “İslam’ın siyasette yer tutan partilerin kulpları tek tek sökülecektir. Bir kulp sövelev ki en eskisi bile olsa siyaset yapmaktan küldü mü insanlar hemen onun akabinde ki ve icat edici olmak tan uzak olduklarının bir kulpu sökmeye çalışırlar, ilk sökülecek kulp göstergesidir. Ne yazıktır ki bir o kadar da hüküm (yönetim)’dir. Sonuncusu ise namaz vahim bir vakıadır. Onlarca yıl ve milyonolacaktır.” (Ahmet, İbn Hibban ve Hâkim) larca insan bu siyasi partiden ve ya partilerde sorunlarına çözüm aramışlardır. Burada CHP ele almamız T.C.’nin ilk partisi olması VESAYET SİSTEMİ VE DÜZEN açısındandır. Yani partiyi parti yapan onun PARTİLERİ fikir temeli ve bu temel üzere halkına çözümFeridun ÇIRAK ler sunmasıdır. Dolayısıyla halkının yaşam kalitesini artırmasının refah ve sadettin oluşTürkiye de demokratik manada ve anlammasının sırrı, onun temel fikrinde yani ideoda ilk kurulan parti ilk adıyla “Halk Fıkrası” lojisinde saklıdır. diğer ifadeyle yani şimdiki adıyla CHP’dir. Bu partinin ve diğer patilerin kabul ettikDiğer partiler bu anaç partiden türemişlerdir. leri bir ideolojileri yoktur. Fikri bir temelleri DP vs. gibi… hatta esaslı bir parti programları bile yoktur. CHP, demokratik sol yani sosyal demokİncelenirse iç tüzüklerinin bile birbirlerinin rat (Halkçı) olduğu, bu minval üzere kurulaynısı olduğu görülecektir. Dolayısıyla kirli muş ve hareket tarzını ve çalışma seyrini bu ve bozuk olan yani diğer bir tabiriyle insanşekliyle adlandırıyor. Ne gariptir ki vakıa lık tarihi açısından sicili bozuk olan fikirlerle bunu kabul etmiyor. Yani sözde bu böyle dolu, ideolojiden yoksun ve ciddi bir prograama realite bunu kabul etmiyor. Baktığımız mı olmayan partilerinin insanlığı mutluluğa da kâğıt üzerinde bu söylemin yazılı olduğuulaştırması mümkün görünmemektedir. nu görüyoruz, peki ya gerçekler! Üstün körü Bu kaset meselesi bir bakıma siyasi kişibir bakış ile örnek vermek gerekirse, istinad lerin ve oluşumların nasıl bir siyaset öngöretmiş olduğu Halkçılık yani ırkçı olmayan düklerini ve çalışma alanlarının ne olduğunu ırk, dil, din ayrımı gözetmeyen bir parti olgöstermiştir. Bu zihniyetlerin topluma vereduğunu söylüyor. Peki, gerçekte böyle mi? Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

68


Kısa - Yorum cekleri ne olabilir ki? Kendi partilerinde bile ikinci adamları olmayanların bu topluma ve insanlığa bir şeyler vermeleri imkânsız bir durum içermektedir. Aklıselim olanlar bu durumun ne kadar içler acısı bir durum olduğunu kavrar ve gerekli olan tavrı ortaya koyarlar. Diğer bir parti liderinin de bu durumdan nemalanması trajikomik bir durumdur.

şerefli günlere gelmememiz yakınlaşacaktır. Burada dikkatlerin üzerinde olması gereken husus bizim halk veya ümmet olarak İslam’a olan güvenimizin tam ve canlı olmasıdır. Evet, Müslümanlar; işte dünyayı bu bedbahtlıktan kurtaracak yalnız ve yalnız sizlersiniz, hadi yürüyün kaldırın bu gayri insani ve İslam’dan nasibini almamış olan nizamı! Hadi yürüyün Allah’ın izzetli kulları! Muhakkak bugün ve yarın sizindir. Söküp atın bu çirkin elbiseyi ve giyin yeniden Rasulullah’ın getirdiği Minhac’ı.

Tüm bu partiler her ne kadar ideolojik olmasalar da, genel manada kapitalist ideolojinin çığırtkanlığını yaparlar. Bu bozuk sistemin ve onun taşeronluğunu üstenen partilerin muhasebe edilmesi gereklidir. Çözüm ise İslam İdeolojisi üzerine partiler kurmak ve İslami hükümlere dayalı siyaset gütmektir. Çözümlerini İslam hukuku çerçevesinde ele almak gerekmektedir. İşte o zaman bu siyasi kısırlıktan, siyasi basiretsizlikten ve sömürülmekten kurtulunacak, İslam Akidesi ve çözümleriyle hayat sahnesindeki o izzet ve

َّ ِ ‫ور اللّ ِه ِبأَ ْف َو‬ ‫ورُه‬ َ ‫يُرِي ُد‬ َ ُ‫ِم َوَي ْأ َبى اللّ ُه إِال أَن يُت َِّم ن‬ َ ُ‫ون أَن يُ ْط ِف ُؤوْا ن‬ ْ ‫اهه‬ ‫ون‬ ‫ِر‬ ‫ف‬ ‫َا‬ ‫ك‬ َ ُ ‫َو كَرَِه ا ْل‬ ْ ‫َول‬ “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Allah da asla razı değildir. Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır!” (Tevbe 32)

69

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


ww.velfecr.com Yalçın İÇYER olarak mustazafların uğradığı bir zulümdür. Buna bağlı olarakta Türkiye’de cereyan eden bir duruma da değinerek açık olarak bir haksızlık örneğini vereceğim.

ِ ‫ِين إِ َّن َه ُؤلاَ ء ل‬ ِ ‫ِن َح‬ ‫ُون‬ ِ ‫ِرَع ْو ُن فِي ال َْم َدائ‬ َ ‫ِم ٌة َقلِيل‬ َ ‫اشر‬ ْ ‫َفأَ ْرَس َل ف‬ َ ‫َش ْرذ‬ ُ ‫َ ِإو�نَّ ُه ْم لَ​َنا لَ َغائ‬ ‫ون‬ َ ‫ِر‬ َ ‫ِظ‬ ٌ ‫َجم‬ ُ ‫ِيع َحاذ‬ َ ‫ون َ ِإو�نَّا ل‬ “Ve Firavun, şehirlere (haber) gönderdi ki, ‘Toplanın şüphesiz bunlar hakir ve azıcık bir güruhtur’. Ve şüphesiz onların içi bize karşı kin doludur. Ve şühesiz biz bütünlük içinde ihtiyatlıyız.” (eş-Şuara 53-56)

I- Giriş A- Tarihi Bir Gerçek Yazının başlığını okursanız ve anlamını anlarsanız sorunun yanlış olabileceğini düşünürsünüz. Firavun biliniyor. Gerçi bu kelimede Kur’an’ın anlattığı anlamda yanlış biliniyor. Firavun dendi mi akla Musa Aleyhi’s Selam zamanındaki Mısır’ın başında bulunan despot ve zalim akla geliyor. Kendisini ilah veya Rabb ilan eden Firavun. O gün mümin olan İsrailoğullarını köleleştiren ve onların tüm haklarını gasp eden zalim kral. Nitekim Nil kenarında bulunan ceset onun cesedi kabul edilerek hemen Yunus Suresi’ndeki ayetler çağdaş yorumlanmaya başlandı. Ancak kelimenin taşıdığı anlam ve tarihsel fonksiyonu itibariyle ele alırsak bu anlamı da içine alan daha geniş biraz farklı bir anlamı olduğunu anlarız. Bunu doğru anlarsak tarihsel bazı yanlışlıkları da doğru anlarız. Aynı za-

Hamd vahyi indiren ve onu koruyan âlemlerin Rabbı Allah’a Salât ve Selam vahyi yaşayarak koruyan Hz. Muhammed’e, Ehl-i beytine ve Ashab-i Kiramına olsun. Rabbim onları takip edenlerden razı olsun ve bizleri de onlardan eylesin. Sevgili Kardeşler! Sizleri ve tüm Müslümanları Allah’ın selamıyla selamlıyorum. Rabbim sizlerin ve mazlumların yar ve yardımcısı olsun. Zalimlerin ifsadına karşı bizlere bilinç versin. Sizinle bu makalemde tarihsel olarak değişmeyen bir oyun ve yapılan bir haksızlığı paylaşmak istiyorum. Tarihsel olarak değişmeyen kural müstekbirlerin mazlumlara uyguladığı oyundur. Haksızlık ise buna bağlı Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

70


Firavun Mu Haklı Yoksa Şirzimetun Kelilun Mu? manda Kur’an’da ki Firavun’la ilgili ayetlerin de evrensel ve zamanlara üstü anlamı da anlaşılmış olacaktır. Musa Aleyhi’s Selam’ın kimliği ve mesajı anlaşılacaktır. Dolayısıyla çağımızın Firavunları da anlaşılmış olacaktır. Yine Musa Aleyhi’s Selam’ı önder edinen bizlerinde sorumluluğu anlaşılmış olacaktır. Şimdi başlığı Türkçe ve doğru anlamaya çalışalım. B- Başlığın Anlamı Şirzime-i Kelilun)

(Firavun

Nitekim bugün bir sürü mumyalanmış Firavn tabutları bulunuyor, kazılar neticesinde. Her ne kadar Kur’an açık olarak Hz. Musa Aleyhi’s Selam ile zikir ettiği kralın lakabı Firavn ise de diğerleri de aynı özellikleri olan krallar idi. Zorba ve müstekbirler. O halde aynı özelliklere sahip olan tüm zorba ve müstekbirler Kur’an’a göre Firavn’dur. Onlarla ilgili ayetler de yine evrensel ve ebedi mesajlar taşımaktadır.

ve

ŞİRZİME-İ KELİLUN: Bu sıfat tamlaması Şuara suresinde geçer. Kur’an’da bir tek yerde geçmekte. Firavun adamlarını şehirlere yolluyor.

Başlık iki tarafıyla Firavun’la ilgilidir. Birisi lakabı, diğeri sözüdür. Firavn o zaman Amerikan’ın başında bulunan kralların lakabıdır. Şirzimei Kelilun ise Hz. Musa Aleyhi’s Selam ve ona tabii olanlara Firavun’un yaptığı tanımlamadır. Şimdi bu iki kelimeyi veya lakabı ve ithamı içeren sıfat tamlamasını işleyelim. Önce kelimeleri Kur’an’da ve tarihsel boyutta anlamaya çalışalım.

ِ ‫ِين إِ َّن َه ُؤلاَ ء ل‬ ِ ‫ِن َح‬ ‫ُون‬ ِ ‫ِرَع ْو ُن فِي ال َْم َدائ‬ َ ‫ِم ٌة َقلِيل‬ َ ‫اشر‬ ْ ‫َفأَ ْرَس َل ف‬ َ ‫َش ْرذ‬ َّ ُ ‫َ ِإو�نَّ ُه ْم لَ​َنا لَ َغائ‬ ‫ون‬ َ ‫ِر‬ َ ‫ِظ‬ ٌ ‫َجم‬ ُ ‫ِيع َحاذ‬ َ ‫ون َ ِإو�نا ل‬ “Ve Firavun, şehirlere (haber) gönderdi ki, ‘Toplanın şüphesiz bunlar hakir ve azıcık bir güruhtur’. Ve şüphesiz onların içi bize karşı kin doludur. Ve şühesiz biz bütünlük içinde ihtiyatlıyız.” (eş-Şuara 53-56)

FİRAVN: Firavn, kelimesi muhtemelen o günkü Mısır dili olan Kıptice veya Amerikanca bir kelimedir. Arapçaya da oradan geliyor. Bu lakap Kur’an’da ilk olarak Muzemmil suresinde geçer.

Bu anlatılanlara masal diyenler gerçekten tefekkür kabiliyetlerini yitirmişler. Çünkü o kadar aktüel ve o kadar güncel ki, günümüzü adım adım, olay olay okuyabiliyoruz onunla. Bize olayları canlı bir şekilde gözler önüne seriyor. Burada olayı kelime kelime ele almak konumu aşacağı için sadece iki kelime üzerinde durayım. Bu manzarayı bir hutbemde işlemiştim. Burada konumun dışına çıkağı için sadece konumu ilgilendiren sıfat tamlamasını işleyeceğim.

َّ ِ ‫ُم َرُسولاً َش‬ ‫ِرَع ْو َن‬ ْ ‫َما أَ ْرَس ْل َنا إِلَى ف‬ َ ‫ُم ك‬ ْ ‫اه ًدا َعل َْيك‬ ْ ‫إِنا أَ ْرَس ْل َنا إِل َْيك‬ ‫َرُسول‬ “Şüphesiz size, üzerinize şahid olacak Rasül gönderdik; Firavun’a Rasul gönderdiğimiz gibi.” (el-Müzzemmil 15) Arapçalaşmış yabancı kelimelerden olan “Tefereene: Zorba oldu, büyüklük tasladı, şımardı, kendisini beğendi, tekebbur etti” anlamlarına gelir. Tabii o tarihte ki krallara bu lakaplar yenilmez güçler anlamına gelen ve halkın gözünü korkutan ölümsüz kişilikler anlamında kullanılırdı. Tarihi kaynaklar Mısır’ın başına geçen Firavnları ayrı ayrı isimlerle tanıtmışlar. Yani gerçek isimleriyle. Mesela, Ramsesler gibi. Hz. Yusuf Aleyhi’s Selam‘ın dönemindeki kralda bir Firavn’dı.

Şirzime-i Kelilun: Bu bir sıfat tamlamasıdır. İki kelime var. Biri sıfat, en az olan, en az olanlar. Azlığın mübalağası, bu sıfat kelimesi yine azlığı ifade eden başka bir sıfat anlamlı bir kelimeye sıfat olmuş. Dil anlamını ele alarak ayete anlam verirsek şu anlam çıkar. İnsanlardan çok azıcık bir grup. Gülünç birazcık insanlar. Basit, marjinal hakir ve ayak takımı ufak bir güruh. Fira-

71

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Firavun Mu Haklı Yoksa Şirzimetun Kelilun Mu? vun, ismine uygun bildiri Firavn ve adamlarıyla ve veya ilan ile kendi zorbaGünümüz kapitalist, ateist kurumlarıyla tam benlığına haklılık kazandırve materyalist emperyalist zeştiğini çok güzel ispatmak üzere propagandagüçlerinin yaptığı ile o günkü lıyor. Hatta olayı kendi cılar yolluyor şehirlere. müstekbir ve mütekebbir güç dönemindeki monarşik, Hz. Musa Aleyhi’s Selam olan Firavn’ın yaptıkları ara- cumhuriyetçi parlamenve beraberinde ki mütolara da getirerek gasında bir farkın olmadığını minleri böyle niteliyor. yet güzel benzerlikler açıkça göreceğiz. Rabbimiz Halkın gözünde onları ortaya koyuyor. Firavn Kur’an’da, onun (Firavun’un) ve küçük düşürüyor. Bize ve adamları, Hz. Musa otoritesinin tağut, müstekbir, Aleyhi’s Selam ve mükarşı öfke kusuyorlar. mütekebbir ve müfsit bir zalim minler için ne tür aleyhte Bu ufak güruh. Firavn olarak tanımlıyor. onları küçük ve kınayıcı propaganda yapmışsabir topluluk gösterirken lar, aynısını Mekkeliler kendisini yüceltiyordu. “Onlar bize karşı de Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Selkinle doluydular.” Derken yapacağı zulme lem ve dostlarına karşı yapmışlar. meşruiyet kazandırmak istiyordu. Veya bib) Gümüzde Ayetleri Okuma zim onlara yaptıklarımız ya da yapacaklarıSosyal, siyasal ve ahlaki olarak bir karmız onların o hakir davranışlarından dolaşılaştırma yaparsak ayetlerin gayet aktüel yıdır. Onlar bizi öfkelendiriyorlar. Yoksa biz olduğunu göreceğiz ve bu çağımızı bilen zulüm falan yapmıyoruz. Kimseye haksızlık tanıyan veya adım adım takip eden bilen ve yapmıyoruz. Biz uyanık ve kerim bir toplulugören Allah’ın kelamı, sözü olduğunu göreğuz (Kurtubi Cami el-Ahkam) öyle yanlışlıkceğiz. lar yapar mıyız? “Bize gelince biz uyanık bir toplumuz.” Biz tedbirli, silahlı, hazır, uyanık Günümüz kapitalist, ateist ve materyalist ve şeref sahibi bir topluluğuz. Toplum biemperyalist güçlerinin yaptığı ile o günkü zim peşimizde. Size gelince siz marjinal bir müstekbir ve mütekebbir güç olan Firavn’ın grupsunuz. Nasıl oluyor da bizim karşımıza yaptıkları arasında bir farkın olmadığını dikiliyorsunuz. Bizim kurduğumuz düzene, açıkça göreceğiz. Rabbimiz Kuran’da onun dine, sisteme ve medeniyete uymuyorsu(Firavun’un) ve otoritesinin tağut, müsteknuz? Hem küçük ve hakir görüyor ve hem bir, mütekebbir ve müfsit bir zalim olarak de onlara karşı seferberlik ilan ediyor. Yeritanımlıyor. Bu kavramlar başlı başına birer ni sağlama almak ve emperyalist emellerini makale olacak temel kavramlardır. Bugün gerçekleştirmek için. emperyalist ABD, Rusya, Çin ve Batının ortaklaşa yaptıklarıyla o gün Firavn’ın yaptığı arasında fark yoktur. Bunları burada tek tek söyleme gerek yoktur. Çünkü zalim ve müstekbirlerle ilgili yazılarımda hep değiniyorum. Sadece iki tanesine değineceğim. Birisi böl parçala ve yut politikası. Diğeri karala, küçült ve leke at politikası. Yani kendini haklı çıkarma politikası.

II- AYETLERİ AKTÜEL OKUMAK a) Ayetleri İniş Ortamında Okumak Mekke Darun Nedvesini ve ehli kitabın Rasulullah ve dostları için kullandıkları kelimelere bakın aynı ifadeleri görürsünüz. Elmalı, yukarda ki Muzemmil Suresi’ndeki ayeti izah ederken, karşılaştırma yapıyor. Mekke’den Hicazı yöneten parlamentonun Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

1- Böl-Yut Politikası:

72


Firavun Mu Haklı Yoksa Şirzimetun Kelilun Mu? Şu ayeti beraberce okuyalım:

üçüncü ve geri kalmış ülkeler. Hâlbuki tüm bu hal onların yeryüzündeki emperyalist politikalarının sonucudur. Yani suçlu onlardır. Tabii onlara karşı Musa’ya Aleyhi’s Selam yakışır bir onur sergilemeyenlerde suçludur. Bunun altını çizelim. Ama onların bu aşağılanmalarını tabii görülmesinin dehşetini anlatmak istiyorum. Kabul etmişler ve zillete düşmüşler. Birilerinin onları uyarması gerekiyor. Yani Musa’ya ihtiyaç var. İsa’ya ihtiyaç var. Muhammed’e ihtiyaç var. Allah’ın salât ve selamı hepsinin üzerine olsun. Onların, gözleri kamaştıran sihirli lambaları sanırım zayıflaştırdıkları halkların gözlerini hakikate kapatmış. Zilleti kabullenmişler. Doğru biz modern değiliz!!! Biz geriyiz!!! Biz fakiriz ve daha nice aşağılayıcı vasıflar. Artık onlardan ne gelirse modernizmdir!!! Karşı gelmek ise gericiliktir.

‫ِف َطا ِئ َف ًة‬ ِ ‫ِرَع ْو َن َع اَل فِي الأَْ ْر‬ ُ ‫ضع‬ ْ ‫ض َو َج َع َل أَ ْهل َ​َها ِش َي ًعا َي ْس َت‬ ْ ‫إِ َّن ف‬ َّ َ ‫ِين‬ َ ‫ِن ال ُْم ْف ِسد‬ َ ‫َان م‬ َ ‫اءه ْم إِن ُه ك‬ ُ ‫ِس‬ ُ ‫ِّح أ ْب َن‬ ُ ‫ِّم ْن ُه ْم يُذَب‬ َ ‫اءه ْم َوَي ْس َت ْحيِي ن‬ “Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise hayatta bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.” (Kassas 4) Bugünkü dünya haritasına bakarsanız bu ayetin ne kadar aktüel olduğunu görürsünüz. Bırakın ayrı ırk ve ayrı topraklara sahip olan ülkelerin parçalanmasına, aynı dil, aynı ırk hatta aynı aşiretler olmasına rağmen aralarına sınır çizilmiş ve parçalanmış bir dünyada yaşıyoruz. Kuzey Kore, Güney Kore, Katar, Kuveyt, İmarat, Dubai, Hollanda, Almanya, Luksenburg ve daha niceleri. Birinci dünya ülkeleri, geri kalmış dünya ülkeleri. Birileri müstekbirliğini ilan etmiş. Bunun devamı için birilerin mustazaf olması gerekiyor. Müstekbir, büyüklenen, güçlü olduğunu iddia eden. Mustazaf küçük ve zayıf düşürülmüş. Bu politika üzerine güneş batmayan Britanya imparatorluğundan günümüze kadar halkların başına örülmüş en büyük oyun ve kurulmuş en tehlikeli tuzaktır. Allah Azze ve Celle yukarda ki ayetlerle bize tarihsel bir felaketin tekerrürünü anlatıyor.

b) Kabul Edilmeyen Karalama: Yukarda ki teslimiyet, asıl suçluları suçsuz, suçsuzları suçlu gösteriyor. Düşünün Firavn, fesat yapıyor, o erkeleri öldürüyor, kadınları kullanıyor, o bölüyor, o parçalıyor ve o sömürüyor, ama suçlu bu fesada karşı gelen Musa Aleyhi’s Selam ve o günkü müminler. Bugünkü hal bakın aynısı. Yıllardır dünyayı sömüren, NATO, RUSYA, ABD, ÇİN ve diğerleri, en katil silahları üreten onlar. En çok katliam yapanlar onlar. Ama kimse onlara terörist demiyor. İslam dünyasında ki işbirlikçi idarelerin yaptığı katliamların haddi hesabı yoktur. Suud’dan, Suriye’ye, Irak’a Türkiye’ye kadar nice insanlar öldürüldü. Köyler yok edildi. Zindanlar yüz binlerin mezarı oldu. Kim onlara terörist dedi. Elli yıldır bir avuç siyonist Filistinliye kan kusturuyor. Yirmi milyon Lübnanlı ülkesini terk etmiş. Afrikalı yıllardır yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle sömürülüyor. Siyahîlerin eline kim silah verip askeri inkılâplar yaptırıyor. Çağımızın Firavnları değil mi? Şirzi-

2- Karalama ve Lekeleme Politikası: Bunu da iki kısma ayırmamız mümkündür. a) Meşrulaştırılmış Hakaret: Kendilerini modern, uyanık, ilerlemiş, silahlanmış, her zaman hazır ve hiç yenilmeyen gösterenlerin söylediklerinin ve yaptıklarının ne olursa olsun meşru görülmesi onların dışındakilerin kınanmış ve aşağılık görülmesi. Geri kalmışlığı, fakirliği, modern olmamalarını kendisine biçilmiş kaftan görüyor ikinci,

73

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Firavun Mu Haklı Yoksa Şirzimetun Kelilun Mu? me -şer güruhu- kimdir şimdi? Firavn neyse bunlarda odur. Ah İsrailoğulları ah! Ne olurdu Allah’ın Musa’yla size yolladığı hakikat asasını bugünde görseydiniz. Bugün Firavnla berabersiniz. Ortak hareket ediyorsunuz. Gelin Musa’nın kardeşi Muhammed’in bıraktığı Kuran’a ve aramızdaki ortak kelimeye sarılalım. Çağımızın müstekbirlerine karşı ortak cephe oluşturalım. Batı ve ABD sizi koruyamayacak. Onlar çıkarları peşindeler. Çıkarlarının bittiği yerde dost tanımazlar.

lara karşı kuruyoruz” Yine o dönem Kenan Paşa kendisine rabıtayla işbirliği yaptığı ithamına cevap veren bir kaseti seyretmiştim. İddiayı doğruluyor ve savunuyor. Evet, o gün dokuz imam için Rabıtadan -Rabitatul Âlem el-İslami- maaş aldık. Ama bunu ülkemizi şeriatçı akımlara karşı korumak için yaptık. Şeriatı burada izah etmeme gerek yok galiba. Cami ve namazın ilahi yasalardan bir yasa olmadığını bilmeyecek kadar bihaber tanımıyorum. Şimdi Sayın Altıkulaç’ın ve Kenan Paşa’nın cümlelerini Türkçeye tercüme etsek şöyle olur. ‘Biz bu İslami yasalara ait kurumları, İslami yasaları savunan akımlara karşı kuruyoruz’ Kim haklı? Hangisi doğru? Yazımın başındaki sorunun günümüz şekli.

Allah aşkına söyleyin şimdi terörist, müfsit ve katil kimdir? Filistinliler mi? Afrikalılar mı? Afganistanlılar mı? Somaliler mi? Iraklılar mı? Tabii bununla ülkesini işgalcilere karşı savunanları kast ediyorum. İşbirlikçileri değil. Ayet böyle nurdur işte. Etrafımızı aydınlatıyor. Bize yol gösteriyor.

Adaletli olanları, yarın Allah’ın katında hesap verebileceklerini iddia edenleri cevaba davet ediyorum. Aynı şeyler Mısır’da da cereyan ediyor. Yani çok canlı ve aktüel. Onun için Kur’an son kitaptır.

III- HİZB-UT TAHRİR, ERGENEKON VE ZALİMLERİN TARİHSEL TAKTİĞİ VE MÜSLÜMANLARIN TAVRI

Türkiye’de bir Ergenekon hikâyesi çıkarıldı ve tüm pislikler onlara yükleniyor. Tabii yapmadılar demekten Allah’a sığınıyorum. Yapılanların hepsi doğru ve daha niceleri çıkacaktır ortaya. Bununla ilgili bir makalemde, Kemalist Ergenekonun yerine Hilalci Ergenekon demiştim. Bununla birileri suçlanırken birileri temize çıkarılıyor. O günkü oyun farklı bir şekilde sergileniyor. O günkü tüm medya Müslümanların parasıyla kurulan medya da dâhil hepsi sistemi ve asıl suçluları haklı gösterdi. Generalleri, paletlileri haklı gösterdi ve birilerini terörist ilan etti. PKK’nın çıkışının suçlusu kimdir? Kim besledi ve kim bitirdi?

ِ ‫إل ْح َس‬ ‫ُرَبى َوَي ْن َهى َع ِن‬ ِ ‫إِ َّن اللّ َه َي ْأ ُم ُر بِال َْع ْد ِل َوا‬ ْ ‫ان َ ِإو�ي َتاء ذِي ا ْلق‬ َّ َّ ‫ِظكُم لَعلكُم َتذ‬ ‫ون‬ ِ ‫ا ْل َف ْح َشاء َوال ُْمنك‬ َ ‫َك ُر‬ ْ َ ْ ُ ‫َر َوال َْب ْغ ِي َيع‬ “Şüphesiz Allah, (size) adaleti, iyi davranmayı ve yakınlara yardımda bulunmayı emrediyor; fuhuşatı (hayâsızlığı), münkeri (fenalığı) ve azgınlığı yasaklıyor; dinleyip tutasınız diye size öğüt veriyor.” (en-Nahl 90) Yukarıdaki girişi yapmamın sebebi bir bakış açısı kazandırmaktı. Biraz uzun oldu. Ama hakikatlerin anlaşılması açısında önemli bir girişti. Aslında bundan önce ki hutbemde de kısmen değinmiştim. Türkiye’de cereyan eden olaylar içinde bulunduğumuz dünyanın küçük bir yansımasıdır. Almanya’da Köln şehrinde ilk olarak T.C. diyaneti tarafından bir cami açıldığında, diyanet bir bildiri dağıttı. Tayyar Altıkulaç imzasıyla. O yazıda şöyle bir cümle geçiyor. “Bu camileri şeriatçı akım-

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Şimdi suçlular kimdirler? Şimdi Türkiye’de başı ezilmesi gereken herkes Ergenekoncu ve terörist olmalıdır ki ezilsin. Bu halk neden bu kadar gafilleşti Allah’ım? İblisin sağdan yaklaşmasını halen niçin anlamıyor?

74


Firavun Mu Haklı Yoksa Şirzimetun Kelilun Mu? Hizb-ut Tahrir’e Ergenekon ve Terör (!) Lekelemesi:

Artık Türkiye’de Allah’a hamdolsun ki maskeler düştü. Bugün seyrettiğimiz manzaralar, halkımızın çok acı çektiği ızdıraplarla Bu örgüt Lübnan’da 1950’lerden sonra Aldolu olmasına rağmen ortaya çıkıyor. Ordu lah Rahmet etsin Takıyyuddin En-Nebhani bizzat kendi insanını vurduruyor. Olan haltarafından kurulmuş bir İslami teşkilattır. kımıza oluyor. Düşünün şehit dedikleri asKendisine belli prensipler edinmiş ve o çerkerin başörtülü annesi kışlalara, garnizonlaçevede çalışıyor. Bu prensiplerinden biri de ra alınmıyor. Ama yıllarca Kürtler öldürdü Hilafet’in ikame edilmesidir. Silahlı mücadeveya Türkler öldürdü diyerek iki halk birbileyi hiç bir zaman caiz görmemiş ve daveti rine düşman edildi. Dinine düşman edildi. kendisine ilke edinmiştir. Bunu Türkiye de Kürt halkı ve Türk halkı tahrif edilmiş bile ki tüm istihbarat kurumları çok iyi biliyorolsa dinine bağlı ve geleneksel dahi olsa yalar. Kendilerin birçok konuda katılmıyorum. şamaya çalışıyorlar. Onun için de yukarda Metot, fikir ve kültür olarak farklı düşünceadı geçen parti halkı genel lerimiz var. Bu, yazımın koprensip olarak Müslüman nusu olmadığı için ona girLübnan’da 1950’lerden görüyor. Nasıl olurda Ergemeyeceğim. Ancak yapılan sonra Allah Rahmet etsin nekon denen kafayla aynı haksızlık ve adaletsizliğe Takıyyuddin En-Nebhani safta olsun? Bu düşünülesusmak yukarda verdiğim tarafından kurulmuş bir mez bir iftiradır. ayet gereği Müslüman’a yakışmaz. İsterdim ki Türkiye deki Müslüman köşe yazarları bunu dile getirsin. Ahmet Varol sağ olsun bir köşe yazısında dile getirmiş.

İslami teşkilattır. Kendisine belli prensipler edinmiş ve o çerçevede çalışıyor. Bu prensiplerinden biri de Hilafet’in ikame edilmesidir. Silahlı mücadeleyi hiç bir zaman caiz görmemiş ve daveti kendisine ilke edinmiştir. Bunu Türkiye de ki tüm istihbarat kurumları çok iyi biliyorlar.

Bu partinin üyelerini hapsedenlerin Osmanlıyı, Selçukluları, Abbasileri, Emevileri ve Rasulullah’ın dönemini anlatan tüm kitapları yasaklamaları gerekiyor. Türkiye’de ki bazı tavırları bana her ne kadar garip geliyorsa da, yapılan karalamanın haksız olduğu kanaatindeyim. Zaten parti bulundukları bölgelerde mensupları olduklarını söyleyen kişi ve kurumları kendi mensupları görmüyor. Çizgilerini takip eden o bölgenin insanı görüyorlar. Onun için evlerinden alınıp bir sürü zulüm ve işkenceye tabii tutulan bu insanların mazlumiyetini ifade etmek istiyorum. En azından birileri onların adına bir şeyler yapıyorsa da bunun bir karalama ve lekeleme olduğu bilinmeli. Bunu da yaptıkları basın açıklamaları ve yazılarıyla kamuoyuna deklere ettiler. Haksızlığa uğrayan bu Müslümanlara sabır diliyorum.

Geçen Tacikistanlı bir Müslüman gençle tanıştık. Bulunduğumuz ortamda yine bu örgütle ilgili soru soruldu. Bildiğim kadarıyla tarafsız anlattım. O genç sonra geldi özel bir soru sordu. Bunlar silahlı mücadele yapmıyorlar mı? Hayır dedim. Birileri yapıyor ve onların adına söylüyorsa bu bir oyundur dedim. Çünkü parti silahlı mücadeleye ancak Halife müsaade eder kanaatindedir. Şayet bu prensiplerini değiştirmemişlerse bu onların genel bir prensibidir. Meğer Tacikistan’da da aynı karalama varmış. Devlet onları ortadan kaldırmak için Firavn misali propagandaya başvuruyormuş. Bir yerlere bomba koyup, sonra bunu Hizb-ut Tahrir yaptı deyip tutuklama, işkence ve tehcir yaptırıyorlarmış.

75

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


BAKARA SURESİ 254-256. AYETLER

Esad MANSUR

A

llah’ın Uğrunda Harcamak Kâfirlerin Zalim Olmaları:

ahiret için yararlı olur. Zira kıyamet gününde alışveriş yoktur ki insan para kazansın ve bu parayı Allah’ın uğrunda harcasın. Bu nedenle; Allahu Teâlâ, o günde alışveriş yoktur dedi. Çünkü alışveriş olunca kazanç olur. Mademki alışveriş yoktur o halde kazanç yoktur demektir. O zaman insan nereden harcayacaktır? Hem de insanın Allah’ın kendisine verdiği rızıktan harcaması isteniyor, kendisine sağladığı kazanç Allah’tandır ve Allah diyor ki; “Ey insan sana verdiğim rızıktan ver, bir kısmını harca.” Ayette; “verdiğim rızıktan” geçmektedir. Böyle olunca; niye insan cimrilik gösteriyor? Hem de Allah’a ve rızkın Allah’tan geldiğine inandıktan sonra nasıl cimrilik yapıp kendisine rızık veren Allah’ın uğrunda harcamak istemez?

ve

ْ َ ‫ِي‬ ْ ‫ُم م‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َياأَي‬ َ ‫ِين‬ ْ ‫آمنُوا أَن ِف ُقوا مِمَّا َر َزْق َناك‬ َ ‫ِن ق َْب ِل أ ْن َيأت‬ َّ َّ ‫ون‬ َ ‫ِم‬ َ ‫ِر‬ َ ‫َي ْوٌم لاَ َب ْي ٌع فِي ِه َولاَ ُخل ٌة َولاَ َش َف‬ ُ ‫اع ٌة َوا ْلكَاف‬ ُ ‫ون ُه ْم الظال‬ “Ey iman edenler! İçinde alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce; size verdiğimiz rızıktan (Allah uğrunda) harcayın. Kâfirler ise, ta kendileri zalimdir.” (Bakara 254) Allah’u Teâlâ, kendine iman edenlere hitap ederek kendi uğrunda harcamalarına çağırıyor. Mademki iman ettiler, öyleyse iman ettikleri ilahın seslenişine icabet etmeliler. Yoksa inandıklarına uymuyorlarsa niye inanıyorlar! Bu nedenle, mü’minlerin Allah’a icabet etmeleri gerekir. Böyle olmazlarsa nasıl iman ettik diyebilirler? Utanmazlar mı? İman edenler iman ettiklerine hep icabet göstermeliler. Sonra bu hitapta uyarı ve tehdit vardır. Çünkü kıyamet günündeki durum anlatılıyor; o gün ne para geçecektir, ne arkadaşlık, ne de şefaat. Hiç bir şey insana o gün fayda veya yardım sağlamıyor. Ancak, dünyada imanıyla birlikte Allah için harcadığı şeyler Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

O gün, kıyamet gününde; arkadaşlık yaramaz, hiçbir kimse başka kimseye yardım edemez. Herkes ayrı ayrı Allah’ın mahkemesine çıkar. Herkes kardeşinden, babası ve annesinden, eşinden, çocuklarından ve yeryüzündeki herkesten kaçar. Şefaatçi bulamaz, araç ve torpil yoktur. Dünyada bazı insanlar cezadan kurtulmak için araç veya torpil bu-

76


Bakara Suresi 254-256. Ayetler labilirler ve böylece kurtulurlar. Fakat kıyamet gününde böyle şey yoktur.

çekleşir. İslam ahkâmı Müslüman olsun olmasın insanların (tebaanın) arasında ayırım hiç göstermez, tam adaleti sağlar. Çünkü bu nizam adalet sahibi olan Allah’tan geliyor. َّ َ‫س ب‬ ‫ِظ اَّل ٍم لِل َْعبِيد‬ َ ‫“ َوأَ َّن الل َه ل َْي‬Yoksa Allah, kullar -

Allah’ın Rasulu Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şefaatçi olması ancak Allah’ın izniyle olur. Ondan sonraki ayette geçen şefaat ancak Allah’ın izniyle olur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadislerinde bu konu geçmektedir. Gelecek ayet -Kürsi ayetinde- bunu izah etmeye çalışacağız.

na karşı asla zulmedici değildir.” (Hac 10, Enfal 51)

Allah kitabında mü’minlerinin hüküm verdikleri zaman tam adaleti sağlamalarını emretmiştir. َّ ‫َمتُم َب ْي َن‬ ‫ُموا بِال َْع ْد ِل‬ ِ ‫الن‬ ُ ‫اس أَ ْن َت ْحك‬ ْ ْ ‫“ َ ِإو�ذَا َحك‬İnsanlar arasında hüküm ederseniz tam adaletle hüküm edin.” (Nisa 58)

Bakara’nın 254. ayetinin ikinci kısmında َّ Allah’u Teâlâ; ‫ون‬ َ ‫ِم‬ َ ‫ِر‬ ُ ‫“ َوا ْلكَاف‬Kâfirlerin ُ ‫ون ُه ْم الظال‬ ta kendileri zalim olduklarını” açıklıyor. Kâfirler Allah’ı inkâr ettikleri veya O’nunla ortak kıldıkları veya Kur’ân’ı veyahut Kur’ân’ın herhangi bir ayetini inkâr ettikleri, Rasulullah’ı veya Sünnet’i inkâr ettikleri için zalim olurlar. Nasıl kendilerini yaratan, en güzel hale getiren ve sayılamayacak kadar nimetleri veren Allah’ı inkâr ederler, nasıl bir ortak kılarlar, Allah’ın verdiği emri nasıl kabul etmezler? Bu nedenle kâfirler zalim olurlar. Lokman Suresi 13. ayetinde geçtiği gibi: ِّ ‫(“ إِ َّن‬Allah’a) şirk koşma, çünkü ُ ‫الش ْر َك ل‬ ‫َظل ٌْم‬ şirk çok büyük bir zulümdür.” (Lokman 13)

Bundan dolayı, zalim olan demokrasi ve kapitalist sistem kaldırılıp yerine adaletli olan Allah’ın hükümleri konulmalıdır. Bütün insanlar bu hükümlerle yönetilmelidir. Zira hükümlerle insanlar haklarını alırlar ve mutlu olurlar. Kur’an-ı Kerim’de zulmü haram kılan, yasaklayan ve kötüleyen birçok ayet geçmektedir. Adaleti de emreden birçok ayet vardır. Hadisi Şerif’te de bu yönde hadisler vardır. Bu nedenle, İslam Hilafet Devleti tarih boyunca insanlar arasında adaletle ünlü idi. Tekrar kurulunca (İnşaAllah) dünya bu adaleti yeniden gözleriyle görecekledir. Yaygarasını yapıp durdukları demokrasinin ne kadar zalim ve aldatıcı olduğunu da o gün daha bariz bir şekilde göreceklerdir. َّ َّ‫لا‬ ‫ُه ِس َن ٌة َولاَ َن ْوٌم لَ ُه َما‬ ُ ‫ُّوم لاَ َت ْأ ُخذ‬ َ ‫الل ُه لاَ إِلَ َه إِ ُه َو ال‬ ُ ‫ْح ُّي ا ْلقَي‬ َّ َّ‫لا‬ ِ ‫او‬ ‫ض َم ْن ذَا الذِي َي ْش َف ُع ِع ْن َد ُه إِ ِبإِ ْذ ِن ِه‬ ِ ‫ات َو َما فِي الأَْ ْر‬ َّ ‫فِي‬ َ ‫الس َم‬ َّ‫ِن ِع ْل ِم ِه إِلا‬ ُ ‫ِم َو َما َخ ْل َف ُه ْم َولاَ يُ ِح‬ َ ‫ون ب‬ ْ ‫ِش ْي ٍء م‬ َ ‫يط‬ ْ ‫َي ْعل َُم َما َب ْي َن أَ ْيدِيه‬ َْ‫لأ‬ ِ ‫او‬ ‫ض َولاَ َيئُوُد ُه ِح ْف ُظ ُه َما َوُه َو‬ َّ ‫ُرِس ُّي ُه‬ َ ‫ات َوا ْر‬ ْ ‫اء َو ِس َع ك‬ َ‫ب‬ َ ‫ِما َش‬ َ ‫الس َم‬ ‫يم‬ ُّ ‫ال َْعل‬ ُ ‫ِي ال َْع ِظ‬

Eğer, kâfirler Allah’a karşı zalim oluyorlarsa insanlara karşı da zalim olacaklardır. İşte çıkarttıkları anayasa ve kanunlar zalim olmaktadırlar. Müslümanlara ve hatta diğer insanlara karşı bakışları zalimcedir, hiç insaflı olamıyorlar. İnsanlar arasında adaleti gerçekleştirmezler. Çünkü kanunları zalim ve bakışları ayırımcıdır. Özellikle İslam’a ve Müslümanlara karşı bakışları hiç insaflı değil, tam zalimcedir. İslam hakkında yazdıklarına bakın hep insafsız ve haksızdır.

“Allah, O’dur ki; kendisinden başka ilah yoktur. Diridir, hep hayattadır, yarattıklarının üzerinde gözeticidir. Onu ne uyuklama ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. O’nun izni olmadan yanında kim şefaat edebilir? Önlerinde ve arkalarında olanı bilir. Ancak dilediği ka-

Bu nedenle, onların hükmü altında bulununca zulüm görülür. Onların demokrasilerine bakın; hep zenginler ve güçlü olanların lehine karar verilir. Bundan dolayı bütün insanlar için adalet aranıyorsa sadece Allah’ın hükmünde ger-

77

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Bakara Suresi 254-256. Ayetler şefaati hiç yaramaz, ancak Allah istediğinde ve razı olduğuna izin verirse olur (Necm süresine bakınız). Allahu Teâlâ, meleklerin değeri ne kadar yüksek olursa olsun kendisi izin vermezse ve razı ettiği kişiler için olmadıkça şefaatin geçerli olmadığını pekiştiriyor. Başka bir ayette; “Ancak razı ettiği kişiler için şefaatçi olurlar.” ifadesi geçiyor.

darı hariç hiçbir şey O’nun ilminden bir şey kuşatamazlar. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplar. Bunları koruyup gözetmek O’na asla ağır gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.” (Bakara 255) Bu ayet, Allahu Teâlâ’nın bazı sıfatlarını içeriyor; vahdaniyeti yanında diridir, hep uyanık, hiç uykuya dalmaz. Hiçbir beşer bu sıfatlara sahip olamaz.

Bu ayetlerde, meleklerin şefaatçi olacaklarına dair kanıt geçmektedir. Hadisi Şerif’lerde Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şefaatçi olacağına dair ispatlar vardır. Bu hadisler ise mütevatirdir. Bu nedenle, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şefaatçi olacağına dair konu akide konusu olur. Çünkü mütevatir hadislerde geçmektedir. Diğerlerinin şefaatleri mütevatir hadislerde geçmedi. Sahih olan Haber-i ahad hadislerde geçtiği için o hadisleri kabul ederiz ve tasdik ederiz. Fakat inanç veya akide haline getirmeyiz. Zira akidenin delili ya ayet ya da mütevatir hadistir. Sahih olan Haber-i ahad hadisleri sırf tasdik ve kabul edilir. Tekzip edilmez ve yalanlanamaz; Sahih olan Haber-i ahad’ı yalanlamak günahtır. Mütevatir hadisi yalanlamak küfürdür.

İnsan buna inanınca kendi yaratıcısının azametini idrak edip ondan korkar veya çekinir. İstenen budur. Allah insanlara kendi azametini ve büyüklüğünü gösteriyor ki insanlar bunu düşünsünler ve gereğini yapsınlar. Nitekim O, Kayyum’dur; yarattıklarının üzerinde gözeticidir. Ne yaptıklarının bilir, iradeleri dışında meydana gelen her husus kendi iradesiyle yürütür. İradeleri dâhilinde meydana gelen şey kendisine rağmen olmaz, kendi müsaadesiyle onlar bir dairede serbest olurlar. Nitekim gökler ve yeryüzünde ne varsa O’nundur, O’nun mülküdür. Bu nedenle söz sahibi olur, buralarda ancak O’nun sözü geçerli olur. Buna inanan kimse Allah’ın emrini yerine getirir. Mülk sahibine saygı göstererek O’na karşı gelmez. Nasıl ki bu mülk sahibi insanların kaderi kendi elinde olunca, o zaman O’ndan korkmalı. Çünkü her an insanı yok edebilir. Nitekim her insan için bir ecel tayin etti, ecel gelince ölür.

Şu var ki; şefaat ancak günah işleyen Müslümanlar için olur. Kâfirler veya müşrikler için hiç geçerli olmaz ve kabul edilmez. Allah’ın, kâfirleri ve müşrikleri asla affetmeyeceği birçok ayette kesin ifadeli ve manalı ayetlerde beyan edilmiştir. ِ ‫او‬ ‫ض‬ َّ ‫ُرِس ُّي ُه‬ َ ‫ات َوالأَْ ْر‬ ْ ‫“ َو ِس َع ك‬O’nun kürsüsü َ ‫الس َم‬

Allah’ın mülk sahibi olduğu için şefaat yapmak isteyenler ancak O’nun izniyle yapabilirler. Şefaati O kabul eder. Şefaat ne için? İnsan Rabbi yanında cezadan kurtulmak için olur. Allah’u Teâlâ içerik olarak bu ayette; “istediğim kimseye ceza veririm” diyor. Ama bunu burada açık şekilde söylemedi, ancak direk şefaatten söz etti. Kendisinin ne kadar rahmetli olduğunu gösteriyor. Burada şefaatçilerin var olduğunu da açıklıyor. Başka bir yerde; göklerde ne kadar melek varsa onların

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

gökleri ve yeri kaplar.” ayette geçen ifadeye gelelim: Kürsünün ne olduğunu hiç bir kimse bilmez. Bazı sahih olan Haber-i ahad hadislerde Kürsü’de göklerin ve yerin hacminin geniş arazide atılan dirhem büyüklüğü kadar olduğu gösterildi. Başka hadiste; arş’a göre kürsü, geniş arazide atılan dirhem büyüklüğü olduğu gösterildi. Bize düşen husus Kürsü’ye inanmaktır.

78


Bakara Suresi 254-256. Ayetler Ama onu düşünmek veya ölçmek değildir. Bu husus Gayp olan akaitle ilgilidir. Aklımızın dairesine sığmaz. Zira duyu araçları; görmek, işitmek, koklamak, tatmak ve dokunmaktır. İnsan bu kürsüyü bu yollarla hissedemez, o zaman bunu düşünemez.

Kimsenin dine, İslam’a girmesine zorlanmaz. İsteyen İslam’a girer, İstemeyen küfürde kalır. Allahu Teâlâ, insanların zorla kendi dinine sokulmasını kabul etmez. Zira insan zorla dine sokulursa hiçbir zaman Mümin olmaz, baskı altına girerse münafık olur. Allahu Teâlâ bunu kabul etmez. İnsan ya gerçekten mümin olsun ya da küfrü üzerinde kalsın, bu şekilde belli olsun.

Kürsünün gökleri ve yeri kapsadığının gösterilmesinin nedeni Allah’ın azameti ve büyüklüğünün ne kadar olduğunu zihinlerde canlandırmaktır. İnsan göklerin büyüklüğünü idrak etmiş değildir, ama onların büyük olduklarını fark ediyor. Kürsü ise bunlardan daha büyüktür. Allah’ın Arş’ı Kürsü’den daha büyüktür. O zaman Allah pek büyüktür, hiçbir akıl onu idrak edemez. Böylece insan yaratıcısı olan Allah’a ve azametine inanır ve imanı artar. Bundan sonra, ona bağlılığı artar ve emrine seve seve boyun eğer.

İslam’dan önce; bazı Arap kadınlar çocuğu olup hayatta kalırsa, Yahudileştirilsin diyerek adak ediyordu. Böylece Ensar’ların bazı çocukları Yahudi olmuştu. Yahudi olan Nadiroğulları diyarlarından sürgün edilince Ensar’ların Yahudi olan çocuklarını zorla, İslam’a sokmak için çalıştılar. Allahu Teâlâ bu ayeti indirdi. Artık İslam’a girmek için kimse zorlanmaz. (İbni Cerir, Ebu Davut ve Nisai’de bundan bahsedilir.)

Yine de başka rivayet; “Bir Ensar’ın iki çocuğu Hıristiyan olmuştu, bu Ensar onları İslam’a zorla sokmak için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e danıştı, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onu engelledi ve Allahu Teâlâ bu ayeti indirdi.” (Abi Hatem ve İbni Habban)

Allahu Teâlâ, o kadar büyük, göklerden ve her şeyden daha büyüktür ki insanlar O’nun büyüklüğünü hiç düşünemez olunca O’nun ilminden de hiçbir şey kuşatamazlar, ancak dilediği kadar öğrenirler. Fakat Allah insanların gizli ve aşikâr taraflarını bilir, nitekim onları yaratan Allah’tır.

Bu nedenle, insanlar İslam’a girmek için zorlanmazlar, zorlamak caiz değildir. Nitekim doğru ve hak olan, İslam ile batıl ve sapık olan diğer din ve fikirler bir birinden belli oldu.

Allahu Teâlâ, büyük, yüce ve azametli olandır. Gökleri ve yeri yarattı, kürsüsü onları kapsar ve aşar. Arş bundan daha büyüktür. İnsan ancak gökleri ve yeri düşünebilir. Bu şekilde, insanlar Allah’ın azametini ve büyüklüğünü idrak ederler.

Allahu Teâlâ başka bir ayette şöyle buyurdu: ‫ِين‬ َ َ‫أَ َفأ‬ َ ‫اس َحتَّى َيكُونُوْا ُم ْؤ ِمن‬ َ َّ‫نت تُكْرُِه الن‬

“Yoksa sen insanlar Mümin olsunlar diye onları zorlamaya mı çalışıyorsun?“ (Yu-

Dinde İkrah Yoktur َّ ‫ُّشد مِن ال َغ ِّي َفمن ي ْك ُفر ب‬ ِّ ‫ْرَاه فِي‬ ِ ‫اغ‬ ‫وت‬ ِ ‫الد‬ ُ ‫ِالط‬ ْ ُ ْ ‫َّن الر‬ َ ‫ين َق ْد َت َبي‬ ْ َ َْ َ ‫لاَ إِك‬ َّ َّ ‫ِيع‬ ْ ‫َويُ ْؤم‬ ٌ ‫َها َوالل ُه َسم‬ َ ‫ام ل‬ َ ‫ْوْثقَى لاَ انف‬ ْ ‫ِن بِالل ِه َف َق ْد‬ ُ ‫اس َت ْم َس َك بِال ُْع ْر َوِة ال‬ َ ‫ِص‬ ‫ِيم‬ ٌ ‫َعل‬ “Dinde (İslam’a girişte) İkrah yoktur, doğruluk ile sapıklık bir birinden belli oldu. Kim Tağutu inkâr eder ve Allaha iman ederse sağlam olan kulpa sarılmış olur. Ve Allah Semi (işiten)’dir ve Âlim (bilen)’dir.”

nus 99)

Bunun manası; “İnsanlar serbestçe mümin olsunlar, hiç onları zorlama” demektir. Başka Ayette: ُّ ‫ُل ال‬ ‫ُم َف َمن َشاء َفلْيُ ْؤمِن َو َمن َشاء َفل َْي ْك ُف ْر إَِّنا‬ َ ِ ‫َوق‬ ْ ‫ْحق مِن رَّبِّك‬ َّ ‫ار‬ ‫ِين َن ًا‬ َ ‫أَ ْع َت ْد َنا لِلظالِم‬

“De ki: Hak Rabbinizdendir. İsteyen iman etsin, isteyen kâfir olsun. Şüphesiz

(Bakara 256)

79

KÖKLÜDEĞİŞİM - Haziran 2010


Bakara Suresi 254-256. Ayetler zalimler için ateş (cehennem) hazırladık.”

zorlanır. Nitekim dine girmek dini yaşamayı veya uygulamayı gerektirir. Sırf dine gireyim, fakat dini yaşamayacağım derse ondan kabul edilmez. Aksi halde bu kişi nasıl Müslüman olabilir ki?! Cihat, insanları İslam’a sokmak için değildir. İnsanlara doğru dini ve nizamı göstermek ve uygulamak için olur. Bu nedenle, başka diyarların ahalisi İslam’a çağırılır, icabet ederlerse onlardan kabul edilir, icabet etmezlerse diyarlarını dar-ul İslam’a çevirsinler, İslam nizamı altına girsinler, inançları üzerinde kalırlar, ibadetlerini yaparlar. Müslümanların hakları ne ise aynı haklara sahip olurlar. Savaş istiyorlarsa onlarla savaşılır, mağlup olunca, dine girmek için zorlanmazlar, dinleri üzerine bırakılır, İslam nizamı onların üzerine uygulanır ve Müslümanların sahip oldukları haklara da sahip olurlar.

(el-Kehf 29)

Hak belli, batıl da belidir. O zaman insanlar inanç hususunda serbest bırakılır. Fakat insan İslam’ı seçtikten sonra dini terk edemez, terk ederse öldürülür. Ancak, tövbe ettirilir. Tövbe edip tekrar dine dönmeyi reddederse öldürülür. Bu hükmü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem birkaç sahih hadiste duyurmuştur. (Bütün hadis kitapları) Zira herhangi bir şahsı dine girmek için hiçbir kimse onu zorlamadı. İslam’a girmeden önce iyice araştırılması ve düşünülmesi ondan istendi. Tüm kanaat getirmeden girmesin. O zaman dinden çıkmak istiyorsa, ölümü hak etmiş olur. Buna rağmen dinden dönerse öldürülmeden önce tekrar ona bir fırsat verilir, onunla konuşulur ve ikna edilir. İnadı üzerinde ısrar ederse, tövbe ettirme müddeti dolduktan sonra öldürülür. Çünkü dini korumak gerekir.

İşte, her halükarda hiçbir zamanda insan dine girmek için zorlanmaz.

Bu da metottan bir parçadır. Dinden fışkıran nizamı uygulamak, dini taşımak ve korumak metottur. Zira İslam düşünce ve metottur. Metodu bu, düşüncesi ise akidesi ve nizamıdır. Burada, dinden maksat akidedir, nitekim imanı gerektirir.

Küfrün başka manası Tağut’tur. Çünkü ayette; “…Kim Tağutu inkâr eder ve Allaha inanırsa sağlam olan ipe sarılmış olur.” buyruluyor. Tağut, şeytan manasına da gelir, çünkü şeytan küfre çağırıyor. Tağut; haddi aşmak ve büyük zulüm manasına da gelir.

Dine inanan kimse, dinin gerektirdiği fikir ve hükümleri uygulamalıdır. Hükümleri uygulamaya zorlanır. Çünkü bu dine aklen inandı, o zaman dini yaşamalı ve uygulamalıdır. Namaz kılmalı, kılmazsa cezalandırılır, zekât vermeli, vermezse zorla ondan alınır ve cezalandırılır, diye ahkâm böyledir. Dinin nehiylerinden vazgeçmeli yoksa cezalandırılır. İçkiden nehiy edildi, içerse cezalandırılır. Zinadan nehiy edildi, zina ederse cezalandırılır ve diğer dinin nehiy ettikleri böyledir, nehyi bozan cezalandırılır.

Allah’a iman eden O’na hiç ortak kılmaz, İsa veya Üzeyir’i O’nun oğulları olarak göstermez. Allah’a iman eden kimse Allah’ın indirdiğine inanır. Çünkü insan Allah’a inanınca ona ibadet etmek ister ve onun emrine de uymak ister. Akıl bunu gerektirir. Allah ibadet, nizamı ve hayat nizamını resulü yoluyla göndermiştir. Bu durumda Allah’a iman hem indirdiği kitaba ve gönderdiği resul’e inanmayı gerektirir. Sadece, Allah’a inanıyorum demekle mümin olamaz. Allah’ın kitabı ve Rasullerine inanmakla beraber mümin olur.

Hülasa olarak, dine girmek için kimse zorlanmaz, ama kim dine girerse dinin ahkâmını, emir ve nehiylerini uygulamaya

Allah insanların ne dediklerini işitir ve inanıp inanmadıklarını bilir, bütün hallerinden haberdar.

Haziran 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

80




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.