بسم اهلل الرحمن الرحيم Temmuz Ayı Takdim
KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004
İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsi Dergi Recep 1431 Temmuz 2010 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren İdari İşler Müdürü Hakkı Eren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı No: 31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abonelik&Reklam Tel: (+90) 0 312 229 77 91 Faks: (+90) 0 312 229 77 92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net
Temsilcilikler
İstanbul Bülent Kurşun Tel: 0 536 638 67 68 Bursa 0 532 627 35 89 kdbursa@hotmail.com
Abonelik ve Hesap Numaları
Yurtiçi
Yurtdışı
6 Aylık
6 Aylık
24 TL
24 TL
Yıllık (12 Ay) Yıllık (12 Ay) 48 TL
48 EUO
PTT Posta Çeki:
Ziraat Bankası Euro Hesabı Başkent Şb. TR93000100 1683474757825001 TCZBTR2A
Ahmet Sivren Adına
1911803
Ziraat Bankası TL Hesabı Başkent Şb. 4745782-5002
Baskı 01.07.2010 Rulo Ofset ve Matbaacılık Adres: K.Karabekir Cd. No: 120/86 İskitler-Ankara 0 312 312 50 75
Yerel-Süreli ISSN: 1304 - 8274
Mavi Marmara gemi hadisesinden sonra Müslüman ülkelerin yahudiler karşısında ne kadar aciz kaldıkları görülünce bu Müslümanlarda şu ihtiyacının oluşmasına ve dillerde konuşulmasına vesile oldu. Bu ihtiyaç ise; İslâm Ümmeti’ne kol kanat gerecek, haklarını savunacak ve kendilerine yapılan zulümlerden sonra bunların hesabını soracak olan bir lider ve bir devlettir. Müslümanlar bu vesile ile şunu da görmüş oldular ki o da; Filistin meselesinin ancak ve ancak Tarık bin Ziyad komutasında yola çıkan gemiler misali gemilerle çözüleceğidir. Filistin’i kurtaracak olan gemiler; insani yardım değil, şahadet arzusu ile dolu asker yüklü gemilerdir. Filistin’i kurtaracak olan gemiler; bir daha geri dönmemek üzere yola çıkan gemilerdir. Filistin’i kurtaracak olan gemiler; düzmece bandırallı değil, Tevhid sancağı çekilmiş olan gemilerdir. Yine Filistin meselesi; gasıp yahudi varlığını otorite olarak kabul etmekle değil, Allah Azze ve Celle’nin emirleri doğrultusunda hükmetmeyen bütün otoriteleri reddetmekle çözülür. Kuru sözler veya gözyaşlarıyla değil, şer’i hükümler doğrultusunda atılacak olan somut adımlarla çözülür. Yahudi varlığı “İsrail”e karşı savaş ilan edecek cesaret ve daim bir siyasi basiret ile çözülür. Filistin meselesi yahudileri kınamakla değil, onlara anladıkları dilden cevap vermekle çözülür. Yüreğimizi dağlayan ve 9 Müslüman kardeşimizin katledilmesine vesile olan bu hadiseden sonra şunu gördük ki, tepkiler yanlış adreslere verilmekte ve meselenin esas suçluları başka yerlerde aranmaktadır. Ve çözüm yerine sadece kınama metinleri yayınlanmaktadır. İşte bunun üzerine KöklüDeğişim Dergisi olarak Müslüman kardeşlerimizi uyarmak ve bize göre racih olanı ortaya koymak için, Ankara Kızılay Meydanı’nda, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda ve Bursa’da Basın Açıklamaları yaparak Allahu Teâlâ’ya verdiğimiz sözü yerine getirmek ve hakkı haykırmak istedik. Ve bu ayki kapağımıza bu Basın Açıklamalarının resimlerini ve ilk konu olarakta Basın Açıklamamızın metnini koyduk. Gündem bölümünde; Mavi Marmara olayı üzerine sahih bakış açısı ile yazılmış birkaç makaleyi, son dönemlerde meydana gelen terör olaylarının arka planını, ekonomisi ile devleşen Çin siyasetinin dününü, bugününü ve yarınını, Tarım ve hayvancılıktan sonra bu seferde Türkiye madenlerinin vahametini, Kırgızistan’da meydana gelen olaylarının nedenlerini, İslam âleminde gerçekleşen tüm bu acı vakıalara rağmen, çözümü yabancı uyruklu çocuklara Türkçe şarkı söyletmekte bulmanın mantıksızlığını ve yaz tatilinin başladığı bu günlerde çocuklarımıza dair dikkat etmemiz gereken bazı noktaları, ümmetin Hilâfet’e giderken liderlerin nereye gittiğini ve devam eden yazı dizisinde ise yine İktisadi sistemlerin bozukluklarını bulacaksınız. Haberiniz Olsun bölümünde; İslam Coğrafyasında gerçekleşen ve birçok okuyucumuzun gözünden kaçan bazı haberleri sizlerle paylaşacağız. Okuyucudan Gelen ve Tefsir bölümleri ile de KöklüDeğişim’in bu ay tirajını 1.000 adet daha arttırdığımız 70. sayısını tamamlayacaksınız. İslam ile Değişmek ve Değiştirmek İçin, KöklüDeğişim başlıyor… Not 1: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız. Not 2: Dergimiz, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.
1
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
İÇİNDEKİLER
GÜNDEM KöklüDeğişim Dergisin’den Basın Açıklaması.......................3 “İsrail”in Katliamları ve Uluslararası Hukukun İnce Detayları......................................................İbrahim Er........7 Filistin’e Kucak Mı Açılıyor Yoksa Tuzak Mı Kuruluyor?...........................................Hayreddin Karadağ......14 Son Terör Olaylarına Dair Bir Değerlendirme...................................................Hakkı Eren......20 Filistin, Yahudi Varlığı “İsrail”den Daha Ne Zaman Kurtulacaktır?.............................................Cuma Canpolat......24 Kırgızistan’da Sahnelenen Oyun ve Perde Arkasındaki GerçeklerGeleceği...........Fatma Nur Şahin......28 O Gün, Acının Rengi Maviydi.....................Esma Sıddık......32 Türkiye’deki Madenler Hangi Devletlerin Sömürü Çarkını Döndürüyor!.......................................Talha Yaşar......36 Çin Siyaseti - Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket Etmenin Keyfiyeti...........................Esad Mansur......39 Türkçe Olimpiyatları...................................Halime Aydın......44 İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm........................................................Hakkı Eren....48 Çocuklarımızı Ateşten Korumak.............A. Sadık Altınel....52 İnsanoğlunun Dört Farklı Dönemdeki Yaşam Tarzı..................................................Ekrem Muakkil....56
OKUYUCUDAN GELEN Ümmet Gider Hilâfet’e, Liderleri Gider İhânete...................................................Esma Sıddık......61
İKTİBAS Yardım Filosunun Olumlu Olumsuz Yönleri..........................................Ahmet Kalkan......64 HABERİNİZ OLSUN..................................KöklüDeğişim......72 TEFSİR Bakara Suresi 257.-261. Ayetler.....Esad Mansur......75
Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
2
Editörden
H
amd Âlemlerin Rabbi olan Allahu Teâlâ’ya, Salât ve Selâm yeryüzünün gördüğü en güzel insan olan Ahmet, Mahmut, Muhammed Mustafa’ya, Âline ve tüm ashabının üzerine olsun ve ba’d.
dımıyla yerleşen ve daha sonra Amerika’nın desteğiyle ayakta duran yahudi varlığı “İsrail”, zulüm üstüne zulüm katmış ve katliam üstüne katliam yapmıştır. 1948 yılından beri Filistin, işgal edilmiş bir İslami belde ve esaretten kurtarılması gereken bir emanettir. Dolayısıyla onu gasıp Yahudi varlığından temizleyebilmek için Halife Ömer’lerin ve komutan Salâhuddîn’lerin torunlarına ihtiyaç vardır. Sultan Abdulhamid gibi cesur siyasetçilere ihtiyaç vardır.
Filistin, İslâmî Beldelerden bir parçadır! Filistin, Müslümanların ilk kıblegahıdır! Filistin, İsrâ’nın sonu ve Miraç’ın başlangıcıdır! Filistin, kanayan yaramız ve çözüm bulmamız gereken kavgamızdır! Filistin, Ömer RadiyAllahu Anh döneminde fethedilmiş ve şanlı komutan Salâhuddîn Eyyubi Rahmetullahi Aleyh döneminde ise Haçlılardan temizlenmiştir. Ve ümmet ona gereken ilgiyi göstererek, bu kutsal beldeyi canı ve malı pahasına korumuştur. Halife Abdulhamid Han gibi bir karışından bile, ne teklifle gelinirse gelinsin vazgeçilmemiştir. İşte Filistin böylesi büyük bir sevdadır.
O yüzden bizler bu basın açıklamamızda gasıp yahudi varlığı olan “İsrail’i” kınamıyoruz. Zira ona karşı sadece cihad edilir diyoruz. Evet, yanlış anlamadınız! Biz gasıp Yahudi varlığı “İsrail”i kınamıyoruz!!! Çünkü biliyoruz ki:
Ama maalesef Müslümanlardan gasp edilen bu kutsal topraklara İngilizlerin yar-
Ancak zayıf ve aciz olanlar kınar!
3
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
KöklüDeğişim Dergisi’nden Basın Açıklaması konuda Rabbimizin bizleri uyarmış ve onlar hakkında şöyle buyurmuştur: ِين أَ ْش َرُكوْا ِ َّلََت ِج َد َّن أَ َش َّد الن َ آمنُوْا ال َْي ُهوَد َوالَّذ َ اوًة لِّلَّذ َ ِين َ اس َع َد “İnsanlar içerisinde iman edenlere en şiddetli olan düşman Yahudiler ve şirk koşanlardır.” (el-Maide 82) O yüzden laftan anlamayan yahudiler kınanmaz. Onlara anladıkları dilden cevap verilerek hadleri bildirilir.
Ankara
Ey Müslümanlar!
Gücü yetmeyen ve düşmanından korkanlar kınar!
Biz, bu saldırılara karşı suspus olanları kıHaddini bildiremeyen ve vatandaşlarına nıyoruz! Ordularını kışlalarda tutarak hareyapılanların hesabını soramayanlar kınar! kete geçirmeyenleri kınıyoruz! Yağmayacağını bildiğimiz halde gürKuru bir özür ile tatBiz, bu saldırılara karşı suspus lemekten bile aciz kalanmin olacağını açıklayanlar olanları kınıyoruz! Ordularını ları kınıyoruz! Sadece söz kınar! kışlalarda tutarak harekete üreterek somut adımlar Dik bir duruş gösteregeçirmeyenleri kınıyoruz! atamayanları kınıyoruz! meyen ve zillete mahkûm Yağmayacağını bildiğimiz halde Küçücük bir varlığa karolanlar kınar! şı, sahip oldukları devasa gürlemekten bile aciz kalanları İşte o yüzden biz, Siyogüçle cevap vermeyenleri kınıyoruz! Sadece söz üreterek nist ve gasıp Yahudi varkınıyoruz! Kendi tebaasomut adımlar atamayanları lığını kınamıyoruz. Zira sını korumaktan bihaber kınıyoruz! Küçücük bir varlığa ona karşı sadece ve sadece karşı, sahip oldukları devasa güçle olanları kınıyoruz! MüsCihad edilir diyoruz… lümanların ferdi tepkisincevap vermeyenleri kınıyoruz! den çekinerek, Yahudileri Devletlerarası sularda koruma gayreti içerisinde bulunanları kınımazlum Gazze halkına yardım götüren Müsyoruz! Anti-semitizim yapmayın diyenleri lüman kardeşlerimize karşı yapılan bu aleni kınıyoruz! Ellerine Müslüman kanı bulaşmış ve haddini bilmez saldırıyı işleyeni değil, bu katliama yönelik olarak önlem almayanları kınıyoruz. Zira bu, yahudinin ne ilk nede son saldırısıdır. Bu katliamlar, Ortadoğu’nun yaramaz ve aşağılık maymun seviyesinde olan, her fırsatta Müslümanları katleden, zulmü bırakın insanları, dağlara ve taşlara kadar sirayet eden Yahudi varlığı devletçiğin olağan amelleridir. Maalesef bu saldırı, Yahudi varlığının kurulduğu 1948 yılından beri işlediği katliamlara baktığımızda sadece küçük bir kısmıdır. Ve zulüm onların en iyi bildiği İstanbul iştir. Çünkü onlar bizden nefret ederler. Bu Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
4
KöklüDeğişim Dergisi’nden Basın Açıklaması olanların o kanlı ellerini tutanları kınıyoruz! Müslümanların ilk kıblesi olan ve kutsal mekânlarından birisi olan Mescid-i Aksa’yı işgal ettiği halde Yahudi ile istihbarat antlaşması yapanları kınıyoruz! Askeri ve ekonomik işbirliği içerisinde olanları kınıyoruz! Yahudileri hoş görmeyi ve dinlerarası diyalog kurmayı tavsiye edenleri kınıyoruz! Gemideki Müslüman kardeşlerimizi katledenlere ses çıkarmayıp neden mazluma yardım götürürken zalimden izin almadınız İstanbul diyenleri kınıyoruz!
zayıfıdır.” (Müslim, Ahmed b. Hanbel) Ey Müslümanlar! Filistin meselesinin köklü çözümünü ortaya koymamız elbette mümkündür. Bilinmelidir ki, her tür sorunun köklü çözümü mutlak olarak Allah Azze ve Celle’nin sunduğu şer’i çözümdür. Bu da Kur’ân’a ve Sünnet’e başvurarak, Şer’i hükmün bunlardan alınmasında ve buna muhalefet edilmemesinde yatmaktadır. İşte Filistin meselesi, hayat-memat meselesi olan İslâmî bir meseledir. Hayat-memat meselesi ise, bu toprağın Allah yolunda Cihad edilerek kâfir Batı’nın ve Yahudilerin elinden geri alınmasını gerektirir.
Esas kınanması gereken bütün İslami beldelerdeki yöneticileri kınıyoruz! Zira yönetici olmanın vakıası tebasını korumayı gerektirir. ٌ ُاع َو َم ْسئ ول َع ْن َرِعيَّ ِت ِه ٍ ام َر َ “İmam, yöneticidir ُ اإلم ve yönettiklerinden mesuldür.” (Buhari)
Bu konuda Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: ِ ِّج ِ ُون فِي َسب ال َ ُم ْ ِيل اللّ ِه َوال ُْم ْس َت َ ِين م َ ض َعف َ ال تُقَا ِتل َِن الر ْ َو َما لَك َّ ان الَّذِين يقُولُون ربَّ َنا أَ ْخرِج َنا مِن ه ِذ ِه ا ْلقَري ِة الظالِ ِم ِ د ل و ل ا و ِ ْ ْ َ ْ َ َ َوالنِّ َساء َْ َ َ َ َ ْ َّ َّ نك َولِيًّا َ اج َعل ل َنا مِن ل ُد َ أَ ْهل ْ ُها َو َّ َّ ِ نك َن ير ص ًا َ اج َعل ل َنا مِن ل ُد ْ َو “Siz neden Allah yolunda savaşmıyorsunuz ki? Halbuki erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan mustazaf olanlar diyorlar ki: ‘Rabbimiz, sen bizi ehli zalim olan şu beldeden kurtar.’” (en-Nisa 75)
Ayrıca, elleriyle güçleri yettiği halde, parmaklarını bile kıpırdatmayanları kınıyoruz! Dilleriyle güçleri yettiği halde, lafı geveleyip duranları kınıyoruz! İmanın en zayıfı olan kalpten buğz etmeyi, en erdemli tepki olarak ortaya koyanları kınıyoruz! Aynen Rasulullah’ın dediği gibi… Bursa
ِّرُه ُم ُم ْنك ًا ْ َر َفلْيُ َغي ْ َم ْن َأَرى ِم ْنك َ ف َ ِسا ِن ِه َفإِ ْن ل َْم َي ْس َت ِط ْع َف ِب َق ْل ِب ِه َوَذل ُ ض َع ْ ِك أ َ ب َِي ِد ِه َفإِ ْن ل َْم َي ْس َت ِط ْع َف ِبل ان ِ اإليم َ
Ve biz biliyoruz ki; bu gasıp varlığa hak ettiği cevabı verecek olan ancak İslamî bir otoritedir. Zira o, Allah Azze ve Celle’nin hükümlerini uygulamaktan başka hesap yapmaz. Tek bir Müslüman için bile savaşmaktan asla geri durmaz. Müslümanlara yapılan zulmü karşılıksız bırakmaz.
“Sizden kim bir münker görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle (ona karşı) buğz beslesin. Bu da imanın en
5
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
KöklüDeğişim Dergisi’nden Basın Açıklaması Çünkü bir Müslüman’ın kanının dökülmesi, tebasından birine zulüm edilmesi ona çok ağır gelir. Ve şanlı İslam tarihinde bunun birçok örneği vardır. Bunu en iyi bilen bir Müslüman kadına yaptıklarından dolayı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından Medine’den sürgün edilen Kaynuka Yahudileri’dir.
KöklüDeğişim Dergisi olarak Yüce Rabbimizden, bu hain saldırıda İnşaAllah şehit olan kardeşlerimizin şahadetlerini kabul buyurmasını, yaralı olan kardeşlerimize acil şifalar vermesini, Müslüman kanı akıtan yahudileri de en kısa zamanda kahhar ismiyle kahretmesini niyaz ediyoruz. Ve yine Rabbimizden Müslümanları koruyup kollayacak, İslami hükümleri hayata hâkim kılacak olan, Hz. Ömer gibi adaletli, Mutasımlar gibi çağrılara icabet etmede gecikmeyen, Abdulhamidler gibi siyasi basiretli Halifeleri en yakın zamanda Müslümanlara nasip etsin diyoruz. Ve son olarak İslam Ümmeti’nin başı sağ olsun diyoruz.
Bu vahim vakıadan sonra bugün İslâmî Beldelerdeki yöneticilerin, artık hiçbir Ankara şekilde samimiyetleri kalmamıştır. Çünkü onlar, Allah’ı, Allah’ın Rasulü’nü ve Müminleri bırakıp onlara düşman olan Amerikalıları, İngilizleri ve Yahudileri dost edinmişlerdir. Hâlbuki Rableri onlara şöyle buyurmuştu:
Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh.
َّ ِين َو َمن َي ْف َع ْل َ ِين أَ ْول َِياء مِن ُد ْو ِن ال ُْم ْؤ ِمن َ ون ا ْلكَافِر َ ُال َيتَّ ِخ ِذ ال ُْم ْؤ ِمن ِن اللّ ِه فِي َش ْي ٍء َ َذل َس م َ ِك َفل َْي
“Müminler, Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Her kim bunu yaparsa, onun Allah ile bağı hiç bir şeyde kalmamıştır.” (Âli İmrân 28)
Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
6
İbrahim ER
3
1 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece saat 02:00 sularında “İsrail” hücumbotlarının ve hava birliğinin harekete geçmesiyle, başlangıçta uyarı atışlarıyla başlayan bu operasyon; saat 04:00 sularında “İsrail” askerlerinin denizden ve havadan “Mavi Marmara” gemisini işgal etmesiyle ve ardından da dokuz sivil Müslüman’ı katletmesiyle devam etmiş, operasyon esnasında yaralanan onlarca kişiye çeşitli eziyet ve işkenceler yapılmış, daha sonra da “İsrail” ele geçirmiş olduğu gemileri Aşdod Limanı’na çekerek gemideki diğer yolcuların da çoğunu gözaltına alıp tutuklamıştır. Ancak “İsrail”, olaydan sonraki birkaç gün içerisinde cenazeleri göndermiş ve bütün yaralı ve tutukluları da iade etmiştir.
olsa da; gemilere Türk Bayrağı’nın çekilmiş olması, bu yardım hareketini organize eden derneğin bir Türk Derneği olması, gemilerin Türkiye’den hareket etmiş olması ve İsrail askerlerinin katlettiği insanların Türk Vatandaşı olması gibi nedenlerden dolayı meseleyi otomatikman Türkiye-“İsrail” meselesi haline getirmiştir. Hemen hemen bütün dünya ülkeleri meseleyi yakından takip ederlerken veya meseleyle ilgili tepkilerini ortaya koyarlarken, bir taraftan da bakışlarını bu iki ülkeye yöneltmişlerdir. Olayın ardından başta Türkiye ve Ortadoğu ülkeleri olmak üzere toplumlar bazında mitingler, basın açıklamaları, yürüyüşler ve “İsrail” Büyükelçiliklerine yönelik bir takım eylemlerle olay protesto edilmiş, devletler bazında da kınama mesajları birbiri ardına sıralanmıştır. Benzeri türden olaylar, yine devletler ve halklar bazında dünyanın birçok ülkesinde meydana gelmiş ve bu olaylar ülkelerin gündemlerindeki sıcaklığını birkaç gün boyunca korumuştur.
“Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” kampanyası kapsamında Gazze’ye insani yardım malzemesi götüren altı gemilik bu filo, her ne kadar otuz üç ülkeden katılan altı yüz sivil eylemciden meydana gelmesi sebebiyle uluslararası bir nitelik taşıyor
7
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
“İsrail”in Katliamları ve Uluslararası Hukukun İnce Detayları Bu süreçte özellikle Türkiye’nin yaklalecekler, Türkiye’nin yapabilecekleri, diğer şımları dikkat çekicidir. Olayın meydana devletlerin konuya bakışları ve haklı-haksız gelmesiyle birlikte Başbakan Erdoğan Güney değerlendirmeleri, bazı din adamlarının ve Amerika (Şili) ziyaretini yarıda keserek yurkanaat önderlerinin konuyla ilgili görüşleri da dönerken, Dışişleri Bakanının temasları ve bunlara gelen tepkiler gibi birçok mesele ve başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzekamuoyunu meşgul etmiş ve bunlar farklı re uluslararası kuruluşları harekete geçirme şekillerde yazılı ve görsel basına yansımışlarçabaları, birbiri ardına gelen kınama ve medır. Bir de bunların yanında gün gibi ortada selenin “Uluslararası Hukuk” çerçevesinde olup ta basına yansımayan ve kamuoyunu ele alınacağı mesajları, Türkiye Cumhuriyeti her nedense fazlaca meşgul etmeyen hususDevleti’nin ortaya koymuş olduğu ilk teplar vardır ki, asıl konuşulması ve üzerinde kilerin özetidir. Nitekim bu çerçevede Başdurulması gereken hususlar onlardır. Mebakan Yardımcısı Bülent Arınç “Kimse bizsela; “İsrail”in bu şımarıklığı ve küstahlığı den savaş ilan etmemizi beklemesin” şeklinde nereden kaynaklanmaktadır? Dünyanın en bir beyanda bulunmuştur. korkak milleti olmalarına Olaydan bir gün sonra Başrağmen nasıl bu kadar ceMesela; “İsrail”in bu bakan Erdoğan’ın Ak Parti sur davranabilmektedirler? şımarıklığı ve küstahlığı gurup toplantısında yaptı- nereden kaynaklanmaktadır? İsrail’in bu zamana kadar ğı ve dünyanın en saygın yapmış olduğu zulüm ve Dünyanın en korkak haber kanallarının canlı yakatliamların BM nezdinmilleti olmalarına rağmen yınlarıyla tam on sekiz ülde ele alınmasının onun nasıl bu kadar cesur kede anında izlenen sert(!) bu cesaretindeki rolü nedavranabilmektedirler? konuşmasının içeriği de dir? Uluslararası Hukuk “İsrail”in bu zamana kadar özetle bakışları “Uluslaradüzmecesinin bu Yahudi yapmış olduğu zulüm ve rası Hukuka” yöneltiyordu. varlığına katmış olduğu katliamların BM nezdinde Bu etkili konuşma her ne gücün boyutları nelerdir? kadar duyguları okşayarak Nasıl oluyor da bulunduele alınmasının onun bu halklar üzerinde hissi bir ğu bölgede askeri, siyasi cesaretindeki rolü nedir? hoşnutluk oluştursa da, çöve ekonomik anlamda tek züm olarak ortaya somut bir şey koymaktan destekçisi olan Türkiye’yi bu kadar kolay uzaktı. Bunlarla birlikte; “İsrail”le yapılması karşısına alabiliyor? Gerçekten de Türk ve planlanan üç askeri tatbikatın iptal edilmesi, Dünya ekonomisi üzerindeki etkisi bahsedilTürkiye’nin “İsrail” Büyükelçisi’nin geri çadiği kadar büyük müdür yoksa bunlar kasıtlı ğırılması ve “İsrail”le yapılacak bir milli futolarak üretilmiş palavralar mıdır? Eğer gerbol maçının iptal edilmesi de yine “İsrail”e çekten ona dur demek ve haddini bildirmek yönelik ilk tepkilerdendir. Bu hususlara gerekiyorsa, bunun yöntemi nasıl olmalıdır? TBMM’nin hazırladığı “zoraki” ortak deklaİşte kamuoyunda ve onun sesi olan medyarasyonunu da dâhil edebiliriz. da haber yapılan ve tartışılan konular bunlar olmalıdır. Bu olayın medya boyutunda ise çok farklı, hatta birbirine tamamen zıt görüşler ortaya “İsrail”in yardım gemilerine yönelik yapkonulmuş; günlerce süren tartışma programmış olduğu bu son saldırıyı baz alarak meları, olayın “Uluslararası Hukuk” boyutunseleyi sadece bu olayla sınırlandırmak, onu dan değerlendirilmesi, bundan sonra olabibugünün meselesiymiş gibi değerlendirTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
8
“İsrail”in Katliamları ve Uluslararası Hukukun İnce Detayları mek veya o şekilde göstermeye çalışanların ardından dönemin süper gücü olan İngiltere, etkisinde kalmak, bizleri meseleyi sağlıklı dünyanın değişik bölgelerinden Yahudilerin değerlendirmekten uzaklaştırır ve yüzeyFilistin’e göç etmelerini sağlayacak icraatlara sel düşünmeye sevk eder. Çünkü mesele başladı. Onları eğitti ve silahlandırdı. İkinci “İsrail”in ne “Mavi Marmara” gemisindeki Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milyardım gönüllülerine yapmış olduğu saldırıletler (BM) kuruldu. BM Genel Kurulu’nun dır, ne kurulduğu günden bu yana Filistin’de çıkarmış olduğu 29-10-1947 Tarihli ve “181 Müslümanlara yapmış olduğu zulüm, işkenSayılı Taksim Kararı” yayınlandı. Bu karar ce ve soykırımlardır, ne Batı Şeria ve ne de uyarınca; yerli Filistin halkıyla, Filistin’i işGazze’dir. Eğer mesele bunlardan ibaret olgal edenler (Yahudiler) arasındaki toprak saydı, Yahudi Varlığı’nın hesabını görmek paylaşımı gerçekleşecektir. Kısacası bu karar ve ona haddini bildirmek gerçekten çok koFilistin’i bölüşme kararıdır. Bu kararla birliklay olurdu. Mesele başlı başına oradaki gasıp te bütün altyapılar oluşturulmuş ve artık sıra Yahudi Varlığı ile O’nu ora“İşgalci Yahudileri” devlet ya yerleştirip devlet halihaline getirmeye gelmiştir. İngiltere, kendi ne getirenler ve tanıyarak ajanlarının yönetimindeki Sonuçta bu senaryo da kuO’nu meşrulaştıranlardır. yedi Arap Devleti’ni güya sursuz bir şekilde işletilmiş Kendisiyle; askeri, siyasi Filistin’de devlet kurmasın ve bu senaryo kapsamında ve ekonomik alanda anlaşİngiltere, kendi ajanlarının diye Yahudilere saldırtmış malar yaparak ekonomisini yönetimindeki yedi Arap ve göstermelik bir savaş destekleyip, varlığı önünDevleti’ni güya Filistin’de çıkartmıştır. Bu savaş, deki engellere siper olarak devlet kurmasın diye YahuO’nun bekasına kefil olan- Yahudilerin bu yedi devleti dilere saldırtmış ve gösterpüskürtmesiyle, bir başka melik bir savaş çıkartmıştır. lardır. O’nun yaptıklarına ifadeyle İngiliz ajanı boyun büküp kınayanların Bu savaş, Yahudilerin bu yöneticilerin geri çekilerek ve O’ndan gelecek bir özüryedi devleti püskürtmesiyFilistin’i Yahudilere hibe le yaptıklarının üstünü örtle, bir başka ifadeyle İngiliz mek suretiyle kendi halk- etmeleriyle son bulmuştur. ajanı yöneticilerin geri çelarına, kısacası bu ümmete kilerek Filistin’i Yahudilere ihanet edenlerin meselesidir. Mesele O’nun hibe etmeleriyle son bulmuştur. Yahudilerin kurucusu, koruyucusu ve meşrulaştırıcısı “Bağımsızlık Savaşı(!)” dedikleri bu savaş olanlardan O’na “dur demesini” beklemekneticesinde, 15.05.1948 Tarihinde Yahudi tir. O’nun varlığını kullanarak Ortadoğu’da Devleti’nin kuruluşu ilan edilmiştir. bekasını garanti altına alıp, bölgeyle ilgili Bu Yahudi Devleti’nin ilanının ardından; projelerini hayata geçirmeye çalışanlardan ABD, Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere O’na “hesap sormasını” istemektir. gibi devletler, hiç zaman kaybetmeden O’nu Yahudi Varlığı’nın Filistin’e yerleşmesi, tanıdıklarını ilan ettiler. Daha sonraki süreçdönemin İngiliz Dışişleri Bakanı’nın ismine te bölgede nüfuz mücadelesi veren devletler, atfen 02.11.1917 tarihinde imzalanan “Balfour kendi oluşturdukları ve “Ortadoğu Krizi” Deklarasyonuna” dayanmaktadır. Bu bildiriadını verdikleri bu Filistin meselesi hakkınde İngilizler, Yahudilerin Filistin’i işgal etmeda her biri kendi çıkarlarına uygun projeler leri ve orada bir devlet kurmaları için yardım üretmeye başladılar. Üretilen bütün projeetmeyi taahhüt ediyorlardı. Bu taahhüdün lerde “Yahudi Varlığı’nın” yeri, bölgedeki
9
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
“İsrail”in Katliamları ve Uluslararası Hukukun İnce Detayları diğer bütün devletlerin yerinden daha fazla bir ağarlığa sahipti. Çünkü sömürgecilerin Ortadoğu’daki varlıkları ve bölge üzerindeki projelerinin işletilebilmesi; bölgedeki kriz ortamının sürekliliğine, bu kriz ortamının sürekliliği de İsrail’in varlığına, saldırılarına ve gücüne bağlıdır. İşte sömürgecilerin çıkarlarına hizmet edecek durum budur. Ayrıca Sömürgeci kâfirler bu Yahudi Varlığı’nı devletleştirerek:
Filistin meselesi ve Yahudilerin bu bölgedeki gayrimeşru varlığı meselesi olmaktan çıkmış, İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklar meselesi haline gelmiştir. 1948’de işgal ettikleri ise tertiplenen bu senaryo ve oluşturulan hava ile meşrulaştırılmıştır, oralar İsrail’in toprağı olarak kabul edilir hale gelmiştir. Yani artık mesele, bugünlere kadar ulaştığı üzere “Batı Şeria ve Gazze” meselesi olmuştur. Bu durumu teyit eden ise; “İsrail’in” 1967 Savaşı’nda işgal ettiği topraklardan çekilmesine çağrıda bulunan, BM Güvenlik Konseyi’nin yayınlamış olduğu 242 sayılı meşhur kararıdır. Bu karar ise ortaya necis kokular saçan, “İsrail”i Filistin’de meşru hale getiren “Sömürgeci kâfirlerin” oyunundan başka bir şey değildir.
1. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İslam Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte, kurulan milli devletçikler ve oluşturulan suni sınırlarla zaten parçalanmış olan bu ümmetin önüne, tekrar bir araya gelmesine engel teşkil edebilecek yabancı bir cismi yerleştirmiş oldular. 2. Müslümanları Yahudi karşıtı bir çatışmayla meşgul ederek, asıl mücadelenin yani Hilafet’i ortadan kaldıran “Kâfir Batı” ile Müslümanlar arasında olması gereken mücadelenin eksenini kaydırmış oldular. Çünkü asıl mücadele Müslümanlarla sömürgeciler arasında iken, Yahudilerin Filistin’i işgal etmesiyle bu mücadele Yahudi merkezli bir mücadele halini aldı. O’nu o bölgeye yerleştirip devlet haline getirenlerle olan mücadele ise hafifledi.
“İsrail”le ilgili yakın tarihteki gelişmeler de bundan farklı değildir. Hamas’ın füze saldırılarını bahane ederek 27 Aralık 2008 günü hava ve kara saldırılarıyla silahsız Filistin halkına karşı başlatmış olduğu taarruz tam 22 gün sürdü. Sonra da, 31 Mayıs’ta “İsrail” saldırısına maruz kalan yardım konvoyunun da harekete geçmesine neden olan Gazze üzerindeki “İsrail” ablukası başladı. Bu saldırılarda, “İsrail” bombalarına ve mermilerine hedef olan 1500 civarında Müslüman katledildi. Operasyonun sona erdiği 17 Ocak 2009 Tarihinden bu yana da, “İsrail” ablukası altında 1,5 milyon Müslüman açlığa ve sefalete terk edilmiş bir şekilde yaşamını devam ettirmeye çalışmaktadır. “İsrail”in 22 gün süren bu katliamı esnasında da bildik senaryolar işlemeye devam etti. BM Güvenlik Konseyi toplandı, “Uluslararası Hukuk” çerçevesinde “İsrail”in suç işlediğinden bahsedildi, birtakım devletler tarafından kınama mesajları yayınlandı. Peki, bir sonuç çıktı mı? Hayır. Çünkü “İsrail”in bu taarruzu, ABD’nin Ortadoğu çözüm planı çerçevesinde kendi çıkarlarına uygun şekilde gerçekleştireceği çözümün sürecini hızlandırmak ve bu çözümü
3. Onlar, Yahudileri o bölgeye toplayıp onlara bir devlet kurdurarak kendi ülkelerindeki Yahudi belasından; Onların fesadından, fitnelerinden ve bozgunculuklarından kurtulmuş oldular. İşte anlatmaya çalıştığımız bu nedenlerden dolayı “Sömürgecilerin” Yahudi Varlığı’nı korumaları, onu güçlendirmeleri ve onun yaptıklarına göz yummaları kendi çıkarları açısından kaçınılmazdır. Hatta tertiplemiş oldukları 1967 Savaşıyla “İsrail”; Mısır, Ürdün ve Suriye’ye karşı savaşı kazanmış, bu savaş sonucunda yenilmez(!) İsrail Ordusu, “Batı Şeria, Gazze, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası’nı” altı gün içinde ele geçirmiştir. Bu üç devletin ajan yöneticilerinin açık ihanetleriyle kaybedilen bu savaş sonrası, mesele Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
10
“İsrail”in Katliamları ve Uluslararası Hukukun İnce Detayları meşrulaştırmak kastıyla ortaya koyduğu bir senaryodur. Bu yüzden bu saldırıdan da, diğer bütün saldırılarda olduğu gibi diğer büyük devletlerden veya BM’den “İsrail’in” aleyhine bir şeyin çıkmasını beklemek büyük bir saflık olur.
İşte “İsrail”in şımarıklığının ve küstahlığının dayanağı ve olanca korkaklıklarına rağmen böylesine cesaret gerektiren hareketlere girişmelerinin sebebi, buraya kadar anlatmaya çalıştığımız, “Sömürgeci kâfirlerin” desteğiyle oluşan bu necis vakıadır.
İşte “İsrail”in şımarıklığının ve küstahlığının dayanağı ve olanca korkaklıklarına rağmen böylesine cesaret gerektiren hareketlere girişmelerinin sebebi, buraya kadar anlatmaya çalıştığımız, “Sömürgeci kâfirlerin” desteğiyle oluşan bu necis vakıadır. Bu yüzden “Mavi Marmara” katliamından sonra BM Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırmanın ve onlardan İsrail’e yönelik bir yaptırım çıkmasını beklemenin bir mantığı yoktur. “İsrail”in yaptıklarını tek tek ele alarak, “Uluslararası Hukukun” bilmem kaçıncı maddelerini ihlal ettiği üzerine açıklamalar yapmak ve bu hukuk üzerinden kendi haklılığını ve mağduriyetini ortaya koymaya çalışmak abesle iştigalden başka bir şey değildir. “İsrail”in katliamları karşısında “Uluslararası Hukukun” ince detaylarına girmek, yalnızca bu Yahudi Varlığı’nın gücüne güç katar. BM nezdinde ele alınan her mesele de O’nun cesaretini arttırır. Çünkü o gasıp varlık, bu kanallar üzerinden kendisine karşı hiçbir ordunun gerçekten harekete geçmeyeceğinden emindir. Her şeyin her zaman olduğu gibi yine söylem bazında kalacağını çok iyi bilmektedir.
davet etmeler, bir devletin acizliğini ve içinde bulunduğu vahim durumu gösterir. İşte bu son olayda da Türkiye Devleti tarafından aynı durum tekrarlanmış, bu katliamdan dolayı Müslümanlardan gelebilecek tepkilere yönelik bir göz boyama hareketine girişilmiştir.
Olayın hemen ardından Başbakan Erdoğan Ak Parti gurup toplantısında, içerisinde “İsrail”e yönelik sert söylemlerin bulunduğu ve Müslümanların hoşnut olmasını sağlayacak duygusal içerikli bir konuşma yaptı. Bu konuşma, yapılan canlı yayınlar sayesinde 18 ülkede anında izlenmiş oldu. Böylece birçok Müslüman, Türkiye’nin “İsrail”e olan tepkisine ve Filistin konusundaki hassasiyetine de tanıklık etmiş oldu. Ancak samimiyetlerin ve hassasiyetlerin hayata indirilmesinde söylemlerin hiçbir önemi yoktur. Bunun aksini düşünenlere geçen Mayıs ayı ortalarında yapılan ve İsrail’in OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) üyeliğine kabul edildiği toplantıyı en güncel ve en çarpıcı bir örnek olarak hatırlatmak istiyorum. (Detay için; Köklü Değişim Dergisi, Sayı:69)
Ancak her şeye rağmen bu konuşmanın Müslüman halklar üzerindeki tesiri çok büyük oldu. Hem içeride, hem de dışarıda Müslümanlar artık kendilerine sahip çıkan bir liderin varlığından bahsetmeye başladılar. Aynı şekilde bu konuşmanın ve ondan önceki çıkışların etkisiyle, özellikle de Ortadoğu halkları arasında Erdoğan’a yönelik çok ciddi bir teveccüh oluşmuştur. Bu teveccühün etkileri, ileriki dönemde Filistin meselesinin çözümüne yönelik ABD planının yürürlüğe girmesinde kendisini mutlaka gösterecektir.
Bunun böyle olduğunu İslam beldelerindeki yöneticiler de çok iyi bilmektedirler. Ancak yaşanan her olaydan sonra meseleyi BM’ye götürme gayretleri, “Uluslararası Hukuk” çerçevesinde hak ve hukuk arayışları, kınamalar ve cürümü işleyeni özür dilemeye
Bu son gemi baskınının muhatabının
11
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
“İsrail”in Katliamları ve Uluslararası Hukukun İnce Detayları Türkiye olması, özellikle son dönemlerde “İsrail”in Türkiye’ye karşı çıkışları, Türkiye’nin bu çıkışlara göstermiş olduğu sert tepkiler, toplumda “İsrail”e yönelik oluşan bakışları olması gerekenden farklı yönlere kaydırmaktadır. Aslında öyle bir takım gerçekler vardır ki; sadece bunları düşünebilmek bile, “İsrail”in vakıası ve Türkiye ile olan ilişkilerinin aydınlanması açısından yeterlidir.
Ekonomik açıdan da durum yukarıdakinden farklı değildir. “İsrail”in dünya ekonomisini kontrol altında tuttuğuna ve istediği anda istediği ülkeyi ekonomik açıdan çökertebileceğine yönelik kamuoyunda çok ciddi anlayışlar vardır. Bu anlayışları, “İsrail” devletinin ekonomisini de göz önünde bulundurarak değerlendirirsek; olayın gerçek boyutları hakkında fikir sahibi olabiliriz ve böylece bu konudaki gerçeklerle, oluşan şehir efsanelerinin arasını da ayırmış oluruz.
Bu konuyla ilgili olarak öncelikle, “İsrail”in Türk ve Dünya Ekonomisi üzerindeki etkisine, onu yönlendirmesine ve bu konudaki gücüne değinmek gerekir. “İsrail”in dünya üzerindeki siyasi etkisi ile sahip olduğu ekonomik ve askeri gücü abartılan hususlardandır. Bunun sebebi de, Sömürgeci kâfirlerin kontrolü altında ve çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmiş olduğu cürümlere dayanak oluşturmaktır. Çünkü dünya kamuoyunda “İsrail”, sürekli olarak kural tanımazlığıyla ve başına buyruk hareketleriyle tanınır ve bunun nedenlerinden biri olarak da O’nun askeri ve ekonomik alanda sahip oldukları gösterilir. Oysa bu yaklaşımlar doğru değildir ve kasıtlı oluşturulmuş bir atmosferin ürünüdür. Siyasi ve askeri alanda yaptıklarıyla ilgili gücü nereden aldığına yukarıda değinmeye çalıştık. Zaten gücü ne olursa olsun, böyle küçük bir cüsseden bu kadar büyük cürümlerin ortaya çıkması eşyanın tabiatına aykırıdır, doğal değildir. Her açıdan bu yüzyılın devasa gücü olarak kabul edilen ABD’nin, bütün askeri gücüne rağmen son on yılda boğulduğu bataklıkları gözümüzün önüne getirirsek ne demek istediğimiz daha da iyi anlaşılacaktır. Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
“İsrail”in ekonomisi, sanayi, tarım ve turizme dayanır. Doğal su kaynakları çok kısıtlı olmasına rağmen son 20 yıldır tarım sektörü oldukça gelişmiştir. Birçok ülkeye tarım ürünleri ihracatı gerçekleştirmektedir. Tarım ürünlerinde kendi kendine yetecek kapasitededir. Dışarıdan hububat ithalatı yapmaktadır. Başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin ve ABD’nin yardımları sayesinde ülkenin ekonomisi çok hızlı gelişmektedir. Önemli sayılacak ticari açıkları bu yardımlarla telafi edilmektedir. Dış borcun hemen hemen yarısı ABD’yedir. Bu da ekonomik ve askeri yardımdır. Başka ülkelerdeki Yahudilerin sahip oldukları firmalardan düzenli olarak para yardımı akmaktadır. Sanayi alanında hatırı sayılır bir yere sahiptir. Makine ve elektronik sektöründe oldukça ileri seviyededir. Ancak bunun yanında hayvancılık gelişmemiştir. Yer altı zenginlikleri açısından bakır, fosfor, doğalgaz, petrol ve elmastan oluşmaktadır. Ticareti özellikle de ithalatı büyük ölçüde ABD, İngiltere ve Almanya ile gerçekleşmektedir. GSMH açısından Avrupa ortalamasına yakındır.
12
“İsrail”in Katliamları ve Uluslararası Hukukun İnce Detayları Bu konu üzerinde çok detaylı araştırmalar yapılabilir ancak şu görüntü itibari ile “İsrail” ekonomisinin klasik kapitalist ekonomilerden bir farkı yoktur. Hatta onlardan farklı olarak çok daha fazla yardım almakta ve o şekilde ayakta durabilmektedir. O’nun gücünün başka ülkelerdeki Yahudi şirketlerine dayanması düşüncesi ise akılcı bir yaklaşımın ürünü değildir. Çünkü her ne kadar o şirketlerin sahipleri Yahudi olsalar da, gerçekte o şirketler bulundukları ülkelere ait şirketlerdir ve bulundukları ülkelerin ticari hukukuyla kayıtlıdırlar. Dolayısıyla “İsrail”in o şirketler üzerinde hiçbir hakkı ve yaptırım yetkisi yoktur, ancak onlardan kendisine para yardımı ulaşabilir. Başka ülkelerdeki “İsrail” şirketleri açısından durum farklıdır. Ancak, “İsrail”in hiçbir ciddi ülkede o ülkenin ekonomisini ele geçirebilecek düzeyde şirketi ve ekonomik anlamda egemenliği yoktur. Hatta şu son gelişmelerden sonra yaşanabilecek pazar kayıpları “İsrail” şirketlerini ciddi anlamda sıkıntıya sokacaktır. Bu husus son günlerde “İsrail”li yetkililer tarafından da sık sık dile getirilmektedir.
lı yürütülen ticari ilişkilerde ithalat ve ihracat dengeli bir şekilde yürümektedir ve yaklaşık 1,5 milyar dolar düzeyinde seyretmektedir. Ticari açıdan Türkiye-“İsrail” malları için önemli bir pazar olduğu gibi, “İsrail” şirketleri için de önemli bir iş sahasıdır. Kısacası kurulduğu günden bu yana “İsrail”-Türkiye ilişkileri çok özel bir şekilde yürütülmektedir. Bütün bu koşullar değerlendirildiğinde “İsrail”in Türkiye’yi karşısına alması ve ona meydan okuması kendi açısından akıllıca bir hareket değildir. Çünkü “İsrail”in böylesine hayati meselelerde, oluşturduğu izlenimlerin aksine başına buyruk hareket etmesi pek mümkün görünmemektedir. İşte Yahudi Varlığı’nın, askeri, siyasi ve ekonomik açıdan sahip olduğu değerler ve onu ayakta tutan dengeler bu şekildedir. Onu güçlü kılan unsurlar ise; sahip oldukları değil, ona destek çıkıp Ortadoğu ile ilgili planlarını onun üzerinden yapan Sömürgeci kâfirlerdir. Bu statüko devam ettiği müddetçe o ne yaparsa yapsın, ona karşı kimse kınamadan öteye bir şey yapamayacaktır. Bu yüzden bu Yahudi Varlığı’nı durdurmanın, bu zamana kadar yaptıklarının hesabını sorarak ona haddini bildirmenin tek yolu, ona anlayacağı dilden bir muamelede bulunmaktır yani orduları harekete geçirerek onu İslam topraklarından söküp atmaktır. Yoksa ona özür diletmek veya tazminat ödetmek değildir. Bunu da gerçekleştirecek olan da, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın izniyle, başında “kendisiyle korunulup, kendisiyle savaşılan” bir Halife’nin bulunduğu İslâm Devleti ve onun “Şanlı Ordusu” olacaktır. İşte o zaman, askeri, siyasi ve ekonomik gücün ne anlama geldiğini bütün dünya görecektir...
Son olarak “İsrail”-Türkiye ilişkilerine bir göz attığımızda karşımıza oldukça dikkat çekici hususlar çıkmaktadır. Özellikle tankların ve savaş uçaklarının modernizasyonu ile milyarlarca doları bulan meblağlar “İsrail” ekonomisine önemli katkılar sağlamaktadır. Yapılmış olan askeri, siyasi ve ekonomik alandaki anlaşmaların tümü, yaptıkları neticesinde tüm çevresinin kendisine düşman olan Müslümanlardan oluştuğu ve tek bir dostunun bile bulunmadığı bu coğrafyada ona teminat oluşturmaktadır. Türkiye bu açıdan “İsrail” için çok önemlidir ve sanıldığının tersine “İsrail”in Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Bu yüzden, dünyanın sayılı orduları arasında gösterilen Türk Ordusunun ağır silah ve uçak modernizasyonlarının “İsrail”e yaptırılması oldukça manidardır. Bunun dışında karşılık-
13
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Hayreddin KARADAĞ
A
llah Azze ve Celle’nin insanlar için seçmiş ve beğenmiş olduğu ve ondan başka bir alternatif din kabul etmediği İslam şeriatının hükümlerini inkâr eden ve bu dinin hayata hâkim olmasına engel olmaya çalışan kâfirlerin vay haline… Tağutlara ‘La’ demeyip tevhid yerine şirke bulaşan ve Allah Azze ve Celle’ye ortak koşarak iman eden fasıkların vay haline… Çeşitli siyasi manevralarla Müslümanların kanına giren, inananların üzerinde baskıyla hâkimiyet kuran, zulmü artıran, Müslümanlar arasına fitne tohumu ekerek ortalığa fesat yayan zalimlerin vay haline…
ِين َ ُر اللّ ُه َواللّ ُه َخ ْي ُر ال َْماكِر َ ُر ُ ون َوَي ْمك ُ َوَي ْمك “Onlar tuzak kuruyorlar Allah da tuzak kuruyordu. Hâlbuki Allah tuzak kurucuların en hayırlısıdır.” (el-Enfal 30) Yaşadığımız şu zaman diliminde Müslümanlara yine tatlılar, şerbetler ikram ediliyor. Tabii içine zehir karıştırılarak. İlk önce AKP eliyle ve malum cemaatin de desteğiyle demokratik İslam fikri zehirli olduğunu bilinerek verilmişti bu topluma. Ve bu zehirli fikir; şirin, sevimli ve etkili liderler(!) eliyle pazarlandı ve halen de pazarlanmaktadır. Şimdilerde ise ümmet yeni bir ihanet senaryosu ile karşı karşıyadır. Bu ihanetin adına ise ‘ölümü gösterip sıtmaya razı ettiren sömürgeci kâfir stratejisi’ de denilebilir. Yahut vahyin hükmü yerine aklın hükmünü seçen ruveybidaların alçaklığı da denilebilir. Ya da duyulduğu şekliyle ‘laik bir Filistin Devleti’ de denilebilir. İlk bakışta bu söylem kulağa
Kâfirler, fasıklar ve zalimler tarafından Müslümanlara kurulan komplolar elbette bir bir deşifre edilecek ve bir gün bütün bu çalışmaları boşa gidecektir. Çünkü bu, Allah Azze ve Celle’nin vaadi ve asla şaşmayacak olan hayırlı bir sonuçtur: Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
14
Filistin’e Kucak mı Açılıyor Yoksa Tuzak mı Kuruluyor? o kadar hoş geliyor ki ‘Bu nasıl bir ihanet olabilir? , Savaş olsa daha mı iyiydi? , Devlet olmalarında ne sakınca var? , Türkiye de sonuçta bağımsız laik bir devlet değil mi?’ denilebilir.
Alınan bu kararlardan sonra “İsrail” Başbakanı Benyamin Netanyahu ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’u arayarak Filistin tarafı ile müzakerelerin yeniden başlamasına yeşil ışık yaktığını ve bu çerçevede Filistinliler ile güven artırıcı önlemler uygulanmasına ilişkin önerilerini bildirdi. Nitekim 21.03. 2010’da Haaretz Gazetesi’nin haberine göre İçişleri Bakanı Eli Yişai, Ramat Slomo’da 1600 konut inşaatını öngören projeyle ilgili adımların en azından Eylül ayına kadar ertelenmesini duyurdu. 23.03.2010’da ise Netanyahu, “İsrail” yanlısı etkin lobi grubu olan ‘Amerikan-“İsrail” Halkla İlişkiler Komitesinin’ (AIPAC) toplantısında yüzlerce kongre üyesi ve aralarında senatöründe bulunduğu yaklaşık 8 bin kişiye hitaben şöyle seslendi: “Yahudi halkı Kudüs’ü 3 bin yıl önce de inşa ediyordu ve şimdi de inşa ediyor. Kudüs bir yerleşim yeri değil, o bizim başkentimiz” dedi ve “Amerikalılar, Avrupalılar, “İsrail”liler, Filistinliler herkes biliyor ki bu mahalleler herhangi bir barış anlaşmasında “İsrail”in parçası olacak. Dolayısıyla buraların inşası hiçbir şekilde iki devletli çözüm olasılığını engellemiyor” diyerek Kudüs kendilerine kaldığı takdirde yapılan uzlaşılardan sonra Filistin’i devlet olarak tanıyabileceklerinin sinyalini verdi.
Hâlbuki şu hakikatlerin ışığında bunların ‘boş verin’ denilebilirliğini, düşünülmemesi bile gerekir. Çünkü yıllarca emperyalist kâfirlerin yardımıyla toprakları gasp edilen, insanları çoluk çocuk, kadın erkek demeden, yaşlısıyla ve genciyle katledilen, namuslarına göz dikilen Filistin’e bir ihanettir. Bu Filistin’e kendisinden alınan toprakları bile çok görerek, bir avuç toprakta onlara devlet vasfı vermek demektir. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir. Kaldı ki bu devlet kurulsa bile, Allah indinde asla meşru bir devlet olarak kabul edilmeyecektir. Türkiye’nin, İran’ın, Mısır’ın, Pakistan’ın, Arabistan’ın meşru birer devlet olarak kabul edilmediği gibi. Çünkü bu devletlerin hepsi birer Dar’ul Küfür olup, Dar’ul İslâm değillerdir. Zira hiç biri İslam nizamı ile yönetilmemektedir. Bu kısa hatırlatmayı yaptıktan sonra bu ihanet senaryosunu kimlerin yazdığına ve başrolünde kimlerin oynadığına geçebiliriz. Geçtiğimiz Mart ayında ABD, AB, BM ve Rusya gibi emperyalist kâfirler, Ortadoğu Dörtlüsü adı altında toplanıp Müslümanlar hakkında bir karara vardılar. Aldıkları bu karara göre Filistin’de başkenti Kudüs olacak laik bir Filistin Devleti kurulacak ve Ortadoğu’da barış sağlanacak. Aldıkları kararları şu şekilde özetleyebiliriz.
Amerika, İngiltere ve Rusya gibi sömürgeciliği kendine metod olarak benimsemiş kapitalist devletlerin birbirleriyle didiştiği ve devamlı olarak çatıştığı olmuştur. Ama bu devletler karşılarına ne zaman Müslümanları alsalar güçlerini birleştirmişler ve Müslümanlara karşı ortak menfaatler doğrultusunda birlikte hareket etmişlerdir. İşte Avrupa, Asya ve Afrika’da birçok ülkede ajanları vasıtası ile hegemonyalarını yerleştirme mücadelesi vererek çatışan bu devletlerin üyeleri 19.03.2010’da Ortadoğu Dörtlüsü zirvesinde bir araya gelmiş ve bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması noktasında ortak mutabakata varmışlardır.
- Filistinlilere ait evlerin yıkılması ve tahliye edilmesine son verilecek, - “İsrail” tüm yerleşim yerleri ile ilgili eylemlerini durduracak, - Taraflar arasında başlayacak müzakereler 24 ay içerisinde laik bir Filistin Devletinin kurulmasıyla sonuçlanacak,
15
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Filistin’e Kucak mı Açılıyor Yoksa Tuzak mı Kuruluyor? Onların ilk bakışta kulağa hoş gelen bu yan yana yaşaması ve başkenti Doğu Kudüs olan söylemleri boş söylemlerden başka bir şey Filistin Devleti’nin kurulması gerekli. Bu doğruldeğildir. Zira hepsi de dünya siyasetinde söz tuda Sayın Abbas ve arkadaşlarının çalışmalarısahibi olan bu devletler sinsi siyasi planlarını nı Türkiye olarak destekliyoruz. Yerleşim yerleri uygulamak için böylesi hilelere ve desiselere Doğu Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik başvurmaktadırlar. Dünya siyasetine birinci çabalar ve tahliye uygulamaları barış sürecini büyük devlet olarak yerleşen Amerika ise, zorlaştırıyor” diye konuşmuştur. kurulacak olan Filistin Devleti ile İslam dünDaha iki ay önce bir araya gelen Ortayasında oluşmuş olan Amerikan karşıtlığını doğu Dörtlüsü üyelerinin aldığı bu kararönlemeyi istemektedir. Zira onun BOP plaların üze-rinden fazla bir zaman geçmeden nında Ortadoğu’da kaos olmamalıdır. Bunun Başbakan Erdoğan yine kendisine verilen içinde zamanında icazet ve yardım verdiği görevi yerine getirmek için çalışmalara başajanlarına bugün emir vermekte ve planlarını lamıştır. Zira 10.05.2010’da İslam Konfebu minvalde uygulatmaktaransı Örgütü Parlamento dır. Zira Türkiye’de iktidara Onların ilk bakışta kulağa Birliği’nin (İKOPAB) genişgeldiği günden beri Ameletilmiş II. Olağanüstü İcra hoş gelen bu söylemleri rikan atına binen Başbakan Komitesi’nin İstanbul’daki boş söylemlerden başka bir Erdoğan, o günden beri katoplantısında “İsrail”i yine şey değildir. Zira hepsi de pitalizm kılıcını kuşanmış dünya siyasetinde söz sahibi eleştirerek barış için Filistin ve sağa sola savurmaktadır. olan bu devletler sinsi siyasi Devleti’nin kurulmasına şu Nitekim geçtiğimiz sene şekilde dikkatleri çekmişplanlarını uygulamak için Amerika’nın yeni Başkanı tir; ”Dünya Gazze’ye de sessiz böylesi hilelere ve desiselere Barack Obama’nın FilistinFilistin’e de sessiz. Ama farklı başvurmaktadırlar. “İsrail” barışının kalıcılığı bir yerde olduğu zaman bakı...Amerika ise, kurulacak için elden gelen azami gayyorsunuz ki gümbür gümbür olan Filistin Devleti ile reti göstereceğini, tam basesler çıkıyor. Şimdiye kadar ğımsız Filistin Devleti’nin İslam dünyasında oluşmuş BM Güvenlik Konseyi’nin alkurulmasının kaçınılmaz olan Amerikan karşıtlığını dığı kararlar uygulanmadı. Bu olduğunu ifade etmesinden önlemeyi istemektedir. kararlar niçin uygulanmadı?” sonra Başbakan Erdoğan 24 TBMM Başkanı Mehmet Ali Eylül 2009’da BM genel kurulunda yaptığı Şahin ise kapanış oturumunda şunları söyleaçıklamada: “Filistin-“İsrail” ihtilafının, yan miştir; ”BM kararlarına uygun olacak, başkenti yana barış ve güvenlik içinde var olacak iki devKudüs-ü Şerif olacak, egemen kendi ayakları üzelet temelinde çözüme kavuşturulmasını, bölge ve rinde bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması, dünya barışının vazgeçilmez bir şartı olarak göOrtadoğu’da adil, kalıcı ve kapsamlı bir barış için rüyoruz. Filistin’de ulusal uzlaşının sağlanması, tek çıkar yoldur. “İsrail”in bunu engellemeye yöbağımsız Filistin Devleti’nin kurulması sürecini nelik her türlü uluslararası hukuka aykırı uyguhızlandıracaktır” demiştir. Cumhurbaşkanı lamalarına bir an önce son verilmelidir.” Ne yaAbdullah Gül’de Amerika’nın bu çözümünü zık ki sömürgeci kâfirlerin almış olduğu bu beğenmiş olacak ki Türkiye’yi ziyaret eden fasit kararlar, işbirlikçi yöneticiler sayesinde Filistin Başkanı Mahmut Abbas ile Çankaya Müslümanlara kabul ettirilmeye çalışılmakköşkündeki görüşmesinde “Ortadoğu’da gertadır. İzzeti, kâfirlerin yanında durarak ve çek barış sağlanabilmesi için iki bağımsız devletin ABD’ tam itaat ederek arayanlar bu arayışTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
16
Filistin’e Kucak mı Açılıyor Yoksa Tuzak mı Kuruluyor? ran ve o mübarek beldede lanetlenmiş Yahudileri toplayıp onlara silah yardımı yaparak güçlendiren ve gayri meşru varlıklarını devlet olarak kabul edenler hep bu aşağılık zevattır. Yıllardır Filistin’de yapılan katliamlara ses çıkarmayan ve Müslümanların öldürülüşünden zevk duyan da yine bu zevattır. Çünkü kendileri her ne kadar insan hakları ve özgürlüklerden bahsetseler de, karşılarında elinde kalkanı bulunmayan Müslümanlara karşı daima merhametsizce ve acımasızca hareket etmişlerdir. Amerikan füzeleriyle vurulan, Rus bombalarıyla kavrulan, İngiliz savaş uçaklarıyla yakılan insanların -ki çoğunluğu Müslümanlardır- nerede kaldı mal ve can güvenliği? Nerede kaldı özgürlükleri? Barış için bir araya geldiğini söyleyen bu insanlar gerçektende çok güzel barışı (!) tesis ediyorlar. Vurarak, yakarak ve yıkarak gerçekleştirilen bu ameller barışı mı, yoksa savaşı mı andırıyor. Fitne ve fesat çıkarttıkları halde bizler ıslah edicileriz demeleri aslında pek de şaşırtıcı bir durum değildir. Çünkü bu kâfirlerin sürekli olarak kullandıkları bir argümandır. Zira Allah Subhanehu ve Teâlâ onların bu hali hakkında şöyle buyurmuştur:
larının cezası olarak yücelttikleri bu değersiz şeylerin altında kalacaklar ve değersiz bir şekilde yaşayacaklardır. Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler ise İslâmî hükümleri terk ettiklerinden dolayı bunun vebalini ahirete götüreceklerdir. ون ِ ِين أَ ْول َِياء مِن ُد َ ِين أََي ْب َت ُغ َ ون ال ُْم ْؤ ِمن َ ُون ا ْلكَافِر َ ِين َيتَّ ِخذ َ الَّذ َّ ِزَة َفإِ َّن الع َّ ِعن َد ُهم ا ْلع ِيعا ً ِزَة لِلّ ِه َجم ُ “Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, yoksa onların yanında izzet mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet Allah’a aittir!” (en-Nisa 139)
Müslümanların başlarındaki yöneticilerin, Filistin’i işgal edip topraklarına çöreklenen ve onu zorla gasp eden “İsrail’i” oradan söküp atmaları gerekirken, o kutsal toprakların sadece küçük bir parçasında Filistin Devletinin kurulması karşılığında ondan razı olacaklarını açıklamaları ve diğer topraklardan feragat etmeleri gerçektende Müslümanlar için son derece acı verici bir durumdur. Zira Müslümanların İslam’ı ideal bir yaşam biçimi ve hayat nizamı olarak kabul etmelerinden sonra ve bu mükemmel olan nizamı dünyaya yaymalarının akabinde 2. Raşid Hâlife Hz. Ömer zamanında Müslümanların ilk kıblesinin bulunduğu bu kutsal belde feth edilmiş ve İslam’ın nuruyla aydınlanmıştı. Ama 1948’den beri bu mübarek yerler, yaşamı öteden beri insanlara zehir etmeyi ve ortalığı fesada vermeyi alışkanlık haline getirmiş olan Yahudiler tarafından yakılmakta ve yıkılmaktadır. Diğer sömürgeci kâfir devletler de kendi milletlerinden olduğu için -ki küfür tek millettir- onlara bu yıkımda yardım etmektedirler.
َ ال تُ ْف ِس ُدوْا فِي ا ون ِ أل ْر َ َ ِإو�ذَا ق َ َه ْم َ ِح ُ ِيل ل ُ صل ْ ض قَالُوْا إِنَّ َما َن ْح ُن ُم “Onlara ‘yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde ‘biz ancak ıslah edicileriz’ derler.” (el-Bakara 11) Evet, onların kendilerine sorsak bozguncu olmadıklarını söylerler. Hatta kafa tutarcasına yapmış oldukları işlerin insanlığın yararına olduğunu yapıcı olduklarını söylemekten de çekinmezler. Dünyanın her bir tarafında anarşi çıkarıp terör uygulayarak insanların kanını paraya çeviren, kimyasal silahlar satarak midesini şişiren bu adamlara “yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın” desek, onlar “Biz Londra’da, Moskova’da, İstanbul’da insanları ıslah için bir araya geliyoruz” derler. Peki, o zaman her zirvelerinin sonunda niçin
Ortadoğu Dörtlüsü toplantılarında, BM de alınan kararlarda ‘barış için Filistin Devleti’nin kurulmasını istiyoruz’ diyenlerin hepsi aşağılık birer yalancıdır. Zira Filistin’i işgal edip Osmanlı Hilafet Devleti’nden ayı-
17
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Filistin’e Kucak mı Açılıyor Yoksa Tuzak mı Kuruluyor? Afganistan’da, Irak’ta ve Filistin’de yüzlerce insan öldürülüyor. Bozgunculuğun en korkuncunu yaptıkları halde ‘bizim hareketlerimiz yapıcıdır’ diyenler her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bizim yapmamız gereken ise Rabbimizin şu kavline kulak vermektir:
bulunulan laik bir küfür devleti değil de aralarında sınır bulunmayan İslam Hilâfet Devleti’nin kurulup, bir Halife liderliğinde bütün İslam ordularını toplamak istemektedir. İnsanları Allah yolundan alıkoymak için varını yoğunu harcayan kâfirlere karşı diş bilemekte ve Müslümanlara yaptıkları hayvani işkencelerden dolayı hesap sormak istemekَّ ون ولَكِن ون َ ال َي ْش ُع ُر َ َ أَال إِنَّ ُه ْم ُه ُم ال ُْم ْف ِس ُد tedir. Çünkü bu ümmet kılıç kuşanan Rasulü “Dikkat, asıl fesatçılar onlardır, ancak Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümonlar şuursuzdurlar.” (el-Bakara 12) metidir. Ve bu ümmet unutmamıştır yıllardır kardeşlerinin akan kanlarını! Unutmamıştır Dolayısıyla onların akıl hocalığına aldanailk kıbleleri olan Mescid-i Aksa’yı! Unutmacak ve iyi niyet palavralarına da inanacak demıştır analarının gözlerinden ğiliz. İşbirlikçi yöneticilerden akan yaşları! Unutmamıştır de medet bekleyecek değiliz. Onlar istediler ki necis kâfirlerin iffetli bacılaAkrebinde kimseye kini yokMüslümanlar bu rının ırzlarına dokunurken tur ama onun sokması fıtrabölgede Yahudilerle söylediği “Biz Muhammed’i tının gereğidir. Onlar Müslüçatışıp dururken, asıl işte şimdi öldürdük ve o bize manların gövdesine bu zehri çatışmalarının Hilâfet’i bakire kızlarını bıraktı” sözüakıtırken Müslümanların birnü… ortadan kaldıran kâfir birlerine kavuşmalarını engellemeyi ve birlikteliklerin- batı ile olması gerektiğini Ama bu ümmet silah oladen uzaklaştırmayı hedefleunutsunlar ve Hilâfet rak asla gözyaşını seçmeyediler. İşte bunun için Müslücektir. Şam Kadısı Ebu Saad gibi Müslümanları manların arasına bu yabancı el-Haravi gibi. Zira o, Filistin tek bir devlet çatısı cismi yerleştirdiler. Onlar Haçlılar tarafından işgal edilaltında toplayacak olan istediler ki Müslümanlar bu diğinde İslam âleminin bu asli işlerinden de uzak bölgede Yahudilerle çatışıp saldırıya kayıtsız kalmasına dursunlar. dururken, asıl çatışmalarının isyan ederek Valiye şöyle deHilâfet’i ortadan kaldıran mişti: “Ne çok kan döküldü. Ne kâfir batı ile olması gerektiğini unutsunlar ve çok güzel kız, tatlı çehrelerini utançtan elleriyle Hilâfet gibi Müslümanları tek bir devlet çatıörtmek zorunda kaldı. Yiğit Müslümanlar hakası altında toplayacak olan asli işlerinden de rete mi alıştı? Şerefsizliği mi kabul etti?” O’nun uzak dursunlar. “İsrail”i Müslümanların babu öfke dolu sözlerini işitince ağlamaya başşına saranlar bugün güya kurulacak laik bir layanlara ise Haravi kızarak şöyle dedi; ”KıFilistin Devleti ile onları ödüllendirmektedir. lıçlar savaş ateşini canlandırdığında, artık insaBu durum aynı, ‘Bahçenin yarısını işgal edip nın en kötü silahı gözyaşıdır.” Evet, bu ümmet bahçenin üstüne çöreklenen ve diğer yarısını şu an ağlamaktadır ama ağlamak onun silahı bahçe sahibine iade ediyorum, onun olsun değildir. Bilakis onun silahı Hilâfet’i ikame diyen azgın bahçıvanın durumu gibi komik edip orduları toplayan bir Halifeyle olacakbir durumdur.’ tır. İnşaAllah. Nitekim Yahudilerle MüslüBugün Müslümanlar, aralarında sınır Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
manların tekrar savaşıp Müslümanların ga-
18
Filistin’e Kucak mı Açılıyor Yoksa Tuzak mı Kuruluyor? lip geleceğini Allah Subhanehu ve Teâlâ haber vermiştir:
“Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe Kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.” (Müslim, Fiten, 82)
َ اب لَتُ ْف ِس ُد َّن فِي ا ض ِ أل ْر ِ ِيل فِي ا ْل ِك َت َ َض ْي َنا إِلَى َبنِي إِ ْس َارئ َ َوق ُ َّ ُم ِع َبا ًدا َم َّرَت ْي ِن َولََت ْعلُن ُعلُوًّا َكب ًا ُ ِير َفإِذَا َجاء َو ْع ُد أو ْ اله َما َب َع ْث َنا َعل َْيك ِّ ِ ُم ك و ار ي الد َل ال خ ا و اس ج ٍ لََّنا أُ ْولِي َب ْأ َ ْ ِ ً َان َو ْع ًدا َّم ْف ُعو َّ ال ث َ َ َ ُ َ س َشدِي ٍد َف ٍ ِم َوأَ ْم َد ْد َناكُم ِبأَ ْم َو ِير َر َنف ًا َّ ُم ا ْلك َ ال َوَبن َ ُم أَ ْكث ْ ِين َو َج َع ْل َناك ْ َرَة َعل َْيه ُ َرَد ْد َنا لَك ْ َ َ َ ِ ُم َ ِإو� ْن أ َسأتُ ْم َفل ََها َفإِذَا َجاء َو ْع ُد اآلخ َرِة ْ إِ ْن أَ ْح َسنتُ ْم أ ْح َسنتُ ْم لأِ ن ُف ِسك ِّروْا َما َ ُوه أَو َ ل َِي ُسو ُؤوْا ُو ُج ُ َّل َم َّرٍة َولِيُ َتب ُ َما َد َخل َ ُم َول َِي ْد ُخلُوْا ال َْم ْس ِج َد ك ْ وهك ِير َوْا َت ْتب ًا ْ َعل
Müslümanların bu savaşı başlatıp topraklarını gasp eden sömürgeci kâfirlerden geri al-ması için ise Hilâfet’in kurulması gerekmektedir. Çünkü Müslümanların ordularının top-lanması ancak İslam ile hükmeden bir Halife ile mümkündür. Halife’ye beyât verilip cihad aşkı başladığında ise bu ümmet asla durdurulamayacaktır. Binlerce şehit verilse dahi İslâm Orduları cihaddan vazgeçmeyecektir. Çünkü müminler şimdiden çok kârlı bir ticareti seç-mişler canlarını ve mallarını Allah’a, cennet’i kendilerine vermesi şartıyla satmışlardır:
“Kitapta Ben-i İsrail hakkında hükmümüzü verdik ki; ‘Yeryüzünde iki kez fesat çıkaracaksınız ve bu arada parlak bir yükseliş dönemi yaşayacaksınız’. Birincisinin vakti gelince üzerinize son derece atılgan ve acımasız kullarımızı saldık. Bunlar evlerinizin köşe bucaklarını arayarak sizi yakalamaya giriştiler. Bu, Allah’ın yerine gelmesi kaçınılmaz bir sözü idi. Sonra eski iktidarınızı size geri vererek bu düşmanlarınıza karşı üstün konuma gelmenizi sağladık. Sizi mal ve evlâd artışı ile destekledik ve sizi güçlü orduya sahip kıldık. Eğer, iyilik ederseniz kendiniz için iyilik edersiniz, eğer kötülük ederseniz, o da kendiniz içindir. İkincisinin vadesi gelince üzerinize salacağımız başka saldırganlar acınızın yüzlerinize yansımasına yol açarlar. İlk seferinde gelenlerin yaptıkları gibi Mescid’e girerler ve yükselttiğiniz her şeyi yerle bir ederler.”
الجنَّ َة ْ إِ َّن اللّ َه َ ِن ال ُْم ْؤ ِمن َ اش َت َرى م ُ َهم ِبأَ َّن ل ُ ِين أَن ُف َس ُه ْم َوأَ ْم َوال َ َه ُم ِ ُون فِي َسب ُون َ ُون َويُ ْق َتل َ ِيل اللّ ِه َف َي ْقتُل َ يُقَا ِتل “Allah, müminlerin mallarını ve canlarını, karşılığında kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürülürler ve öldürürler.” (et-Tevbe 111)
(el-İsra 4-7)
Yahudiler tarihlerinde çok kere Filistin’e girip yerleşmiş, ama her defasında fitne ve boz-gunculuklarından dolayı da çıkarılmışlardır. Bu ayette Yahudiler’e bozgunculuklarından dolayı ve Allah’ın vaadi gereği tekrar bir milletin onların başına musallat olacağı ve azabın en acısını tattıracağı ifade edilmektedir. Nitekim bu milletin Müslümanlar olduğunu Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle haber vermiştir:
19
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Hakkı EREN
M
aalesef son iki ay içerisinde askeri birliklere ve kamusal alanlara yönelik yapılan saldırılar Müslüman Türk halkını hüzne boğmuş ve var olan dertlerine bir dert daha eklemiştir. Yirmi altı yıldır kanayan yara tekrar azdırılmış ve Anadolu insanı artık yeter diyerek feryat figan etmiştir. Tüm söylenenlerin aksine Analar yine ağlamış, yürekler yeniden sızlamış ve her zaman olduğu gibi ateş yine düştüğü yeri yakmıştır. Uzun yıllar boyunca kardeşçe yaşamış olan iki Müslüman kimlik çatıştırılmış ve aralarına kin ve nifak tohumları saçılmıştır. Gözlerde akacak yaş kalmadığı gibi, bu acılara dayanacak sabır da kalmamıştır.
rıyayla Karakolu, İskenderun Deniz İkmal Destek Komutanlığı, Şemdinli Sınır Birliği ve İstanbul Halkalı’da ki servis aracına yönelik patlama ve arada birçok irili ufaklı hadise. Ve hayatını kaybeden asker ve siviller. Cumhurbaşkanı Gül’ün “çok güzel şeyler olacak” diyerek başlattığı ve “biz çözmezsek başkaları gelip çözerler” diyerek önemini vurguladığı, içeriği bugün bile anlaşılamayan ABD patentli ‘Demokratik Açılım’ sürecinde bir arpa boyu yol alınamamıştır. Bugüne kadar geçen süreçte âdeta dağ fare doğurmuş ve çok basit düzenlemeler bile gerçekleştirilememiştir. Habur görüntüleri, yapılan tartışmalar ve mecliste edilen kavgalardan hariç akıllarda bir şey kalmamıştır. Taş atan çocuklar halen cezaevlerinde ve değiştirilmek istenen yasalar da halen yürürlüktedir.
Burada bu son terör olaylarına dair siyasi bir değerlendirmeyle birlikte, bu menfur olaylardan sonra siyasilerin ve askerlerin sergiledikleri tavrı inceleyeceğiz. PKK lideri Öcalan’ın “31 Mayıs’tan sonra ben yokum” açıklamasının ardından Haziran ayının başı ile birlikte yaklaşık olarak elli’ye yakın insanımız terör saldırılarında hayatını kaybetti. Sırasıyla sayarsak; Tunceli kırsal kesimi, SaTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Şemdinli de askeri birliğe yapılan saldırı neticesinde bölgeye giden Başbakan Erdoğan her şey yolunda mesajı vermiş ama ondan iki gün sonra gerçekleşen Halkalı saldırılarına engel olamamıştır. Medyanın
20
Son Terör Olaylarına Dair Bir Değerlendirme da meseleyi ajite etmesiyle birlikte bir anda ne direnen odakların elini daha da güçlenkaos atmosferi oluşturulmuştur. Terörü çödirmiştir. Türkiye’nin yumuşak karnını bilen zeceğiz diye hükümet ise halkın güvenliğisiyonistler belli odaklara destek vermişlerni sağlamak yerine halka kalabalık yerlerde dir. Hükümeti zora sokacak hususlar medya dolaşılmaması uyarısında bulunmuştur. Mueliyle gündem edilmeye çalışılmıştır. Dikkat halefetin de olaya siyasi bir menfaat açısınedilirse; Baykal’ın CHP’nin başından indirildan bakarak, CHP’nin bu sorunu ancak biz mesi ve CHP de meydana gelen toparlanma, çözeriz ve MHP’nin OHAL talebi çözümden Başsavcı Cihaner dosyasında olduğu gibi yardaha ziyade bu kaostan pay çıkarma çerçegının yekten hükümete açıkça kafa tutması vesindedir. Ergenekon ve daha sonra gelen ve hukuku çiğnemesi, Ergenekon tutuklusu Kafes ve Balyoz operasyonları hükümetin Haberal’ın davasında verilen tazminat karabelli noktalarda atılım yapmasında etkili olrı, terör saldırılarının birden tavan yapması, muş ve bu operasyonlar sayesinde Anayasa Balyoz darbe planında suçlanan askerlerin değişiklikleri meclisten geçirilmiştir. Ama tamamının serbest bırakılması, Kafes eylem her nedense bu operasyonlaplanında verilen tahliye kara devam edilmemiş aksine rarları hep bu toparlanmaABD veya AKP davalar soğutularak birçok nın ve AKP’nin iç siyasette hükümeti şunu gayet tahliye gerçekleştirilmiştir. derin yapıları hafife almasınet olarak görmelidir ki; Her ne yapıldı ise AKP içenın ürünüdür. Demokratik Türkiye’den dış siyasette rideki parazitleri tam olarak Açılım sürecinin sekteye uğverim alınabilmesi için, iç temizleyememiş ve cesaretli raması ve soğutulmasının da siyasette var olan sorunlar davranamamıştır. İç siyabunlarla alakası vardır. tamamen temizlenmelidir. sette bunca derin sorunlarla O yüzden gerek Erdoğan Askeri vesayet tüm derin ve nerede ise kökü cumhugerekse son terör olaylarınuzantılarıyla birlikte riyetin oluşumuna kadar dan sonra bir taziye mesajı ortadan kaldırılmalı ve gidebilecek olan karanlık çeyayınlayan Fethullah Gülen laik Kemalist güruhun telerle mücadele yarım bırabu konulara dikkat çekmişson kalesi olan yargı da kılmış ve nedense üstlerine lerdir. Başbakan Erdoğan: daha fazla gidilememiştir. temizlenmelidir. “Türkiye’nin gür sedası dünBunun yanında küresel güç yanın her yerinde yankılanıyor. ABD’nin hükümetten istekleri ve model orİşte böyle bir dönemde terör devreye giriyor… taklığın gerekleri doğrultusunda da Filistin Türkiye milli birliğini ve kardeşliğini güçlendirve İran sorunları çıkmış ve Türkiye dış siyamek, kırgınlıkları gidermek, ayrımcılığı ortadan sette de hassas bir döneme girmiştir. kaldırmak adına, tarihi bir süreçte iken terör örgütü devreye giriyor, bu bir tesadüf değildir?” demiştir. Fethullah Gülen ise: “Göstere göstere yapılan terör saldırıları, daha önce defalarca görülen karanlık oyunların bir yenisinin sahneye konulmasından ibarettir. Bütün bir toplumun içini acıtan terör, beslendiği kaynaklarla aslında geleceğimizi karartmayı, ülkemizi demokrasiden ve insan haklarından uzaklaştırmayı hedeflemektedir.” demiştir. (Cihan Haber Ajansı)
ABD veya AKP hükümeti şunu gayet net olarak görmelidir ki; Türkiye’den dış siyasette verim alınabilmesi için, iç siyasette var olan sorunlar tamamen temizlenmelidir. Askeri vesayet tüm derin uzantılarıyla birlikte ortadan kaldırılmalı ve laik Kemalist güruhun son kalesi olan yargı da temizlenmelidir. Özellikle son iki ay içerisinde “İsrail”i de karşısına alan AKP hükümeti zaten kendisi-
21
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Son Terör Olaylarına Dair Bir Değerlendirme Hükümet ve hükümete yakın olan bazı ağızlar başta İskenderun saldırısı olmak üzere son terör eylemlerinde “İsrail’in” parmağı var açıklamaları yapmışlardı. Buna karşın Genelkurmay İç Güvenlik Harekat Dairesi Başkanı Tümgeneral Fahri Kır, yaptığı bilgilendirme toplantısında, Reşadiye ve İskenderun’a yönelik terör saldırılarının arkasında “İsrail’in olduğuna” ilişkin yorumları kesin bir dille yalanladı ve bu değerlendirmeler gerçek dışıdır dedi. ABD ile istihbarat paylaşımında da bir sorun olmadığını belirtti. Ayrıca bu toplantı da terör olaylarının artacağının bilgisinin verilmesi ve hemen akabinde gerçekleşen Şemdinli saldırısı, bilgi ver sorumluluktan kurtul mantığıyla verilmiştir. Zaten böylesi bir konjonktürde herkes bunu tahmin edebilir. Fakat bütün yetki ve imkânlarla donatılmış olan bir kurumun, otuz yıldır mücadele ettiği bir örgüt ile alakalı yapabilecekleri sadece bu olayları engellemek olmalıdır. Daha önce Dağlıca ve Aktütün saldırılarından sonra ihmali ya da kastı gün yüzüne çıkan TSK’ya karşı bu türden sorgulayıcı bir yaklaşımda sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’den gelmiştir. Şahin, `Türk Silahlı Kuvvetleri, vatandaşlarımıza tatmin edici bir açıklama yapmalı` diyerek bir nevi hedef göstermiştir. Yine Başbakan Erdoğan’da, “Terörle mücadele devletin tüm kurumlarının uyum içinde sürdürülmesi halinde başarıya ulaşır. Yasama, yürütme ve yargı bu noktada eğer dayanışma içinde olmazlarsa o zaman açık söylüyorum bu işin bir kanadı eksik kalır.” diyerek devlet içerisinde bazı merkezlerin terörle mücadelede kaçak dövüştüğünü belirtmiştir.
tandaşlarının teslim olmaları halinde af edeceğini bildirmektedir. Uranyum meselesinde Türkiye’ye güvenen İran ise, PEJAK’a karşı göz açtırmamakta ve sert tedbir ve operasyonlarla kendi sınırını güvenli kılmaktadır. Tek sorunlu bölge ise bu manada K.Irak toprakları kalmaktadır. Barzani nedense sadece sözlü duruş göstermekte ve PKK’ya karşı somut adımlar atmamaktadır. Bu da Irak siyasetinin rant paylaşımında ABD’nin kendisine istediğini vermemesi ile alakalıdır. Ya da Türkiye’nin Suriye ve İran ile yakaladığı diyalogu ve aynı ekseni K. Irak yönetimi ile yakalayamamasındandır. Barzani bir şekilde ikna edilmedikçe bu bölgeden gelen saldırılar engellenemeyeceği gibi, PKK’nın dağ kadrosu da asla yok edilemez. O yüzden eski tavırlarından uzak olan Barzani, hem küresel güçlerin hem de bölge vakıasının getirdiği şartların neticesinde Türkiye’ye karşı daha ılıman durmaktadır. Sanki istedikleri verilirse o da kendisinden istenileni sağlayacaktır. Zira Türk kamuoyunun hoşuna giden açıklamalar yapmaya devam etmektedir. Geçen ayki Türkiye ziyaretinde, ‘PKK’nın tek taraflı ateşkesi fesh etmesi’ yönündeki bir soruya karşılık “Böyle bir şey varsa PKK’ya teessüf ederim” diyen Barzani, Şemdinli saldırısından sonra da PKK’nın bir eylemini ilk kez resmi olarak kınamıştır. Yapılan açıklamada, “Biz Kürdistan Bölge Başkanlığı olarak PKK’nın son Şemdinli saldırısıyla ilgili tutumumuzu net bir şekilde dile getiriyoruz ve bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz” denilmiştir. Ama devamında ise, “Türkiye’nin bu saldırıya karşılık olarak gerçekleştirdiği bombardıman faaliyetlerinin sivil yerleşimlere zarar verdiğini” de belirtilmiştir. Ankara’nın Barzani’den beklentisi ise Kandil Dağı gibi PKK’nın tepe kadrosunun konuşlandığı noktalara askeri bir operasyon değildir. Sadece PKK’nın lojistik bağlantılarının kesilmesi ki bu, ikna olmuş bir Barzani’ye hiç de zor değildir.
Tüm bunlarla birlikte PKK ile mücadelede tek sorun maalesef sadece K. Irak gibi görünmektedir. Zira Suriye birçok açıdan hükümetle uyum halinde ve PKK’ya karşı tam destek vermektedir. Sınırlarını muhafaza etmekte ve örgüt içerisinde bulunan vaTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
22
Son Terör Olaylarına Dair Bir Değerlendirme biz bu dağın etrafında kaç kişi bulunduruyoruz biliyor musunuz? Dağın etrafında 10 bin kadar askerimiz var bizim. Oysa bir dağa hâkim olmak için binlerce insana ihtiyacınız yok. O dağa işini iyi yapan, komando eğitimi almış, SAT türü 35-100 James Bond gönderirsiniz, işi bitirirsiniz. Ama gönderilmiyor.”
PKK meselesinde net bir yol alınamamasının bir diğer nedeni de bu terör saldırıları karşısında gerek devlet kurumlarının ahenkle mücadele etmemesi, gerekse siyasi partilerin bu konuyu iktidar kavgasına alet ederek istismar etmeleridir. Bu kadar çok insanı ölen bir ülkede halen bu tür bencil menfaatlerin ve ince hesapların yapılması tek yürek, tek vücut ve tek inanç etrafında toplanılmamasından kaynaklanmaktadır. Ordusu; ben haber verdim sorumlu değilim, hükümeti; bizim dönemimizde daha az sizlerin döneminizde daha çok insan ölmüş, siyasi partilerin; çözüm üretmekten ziyade gerilim oluşturma peşinde olduğu bir ülke nasıl olurda terörle mücadele edebilir. Bu konu çözülmek mi yoksa çözülmemek mi isteniyor. Gerçekten Türk halkının bu soruya verecek net bir cevabı yoktur. Terörle mücadelede yapılan yanlışlıklara bir örnek olması açısından, son dönemde hükümeti eleştiren tespitlerinden mi olsa gerek geçen hafta görevinden alınan eski USAK Başkanı Laçiner’in daha önceki günlerde Taraf gazetesine verdiği röportajdan bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu bilgiler neden otuz yıldır terörün bitirilmediğini anlamamıza yardımcı da olacaktır: “Terörist sivrisinek gibidir. Ordu ise dev bir balyozdur. Türkiye elinde balyozla sivrisineğin peşinde koşturuyor. Siz sivrisinek olsanız, balyozdan korkar mısınız? Korkmazsınız. Balyozun üzerinize isabet etme ihtimali çok düşüktür çünkü. Bu yüzden sivrisinek insanın devamlı orasına burasına konup kanını emmeye çalışır ki, insan balyozu kendisine vursun. (...) Doğu’da 250 bin asker var. Değil 250 bin, 2 milyon asker yerleştirin, terörist gene gelir bombasını atar. Bir ili, 50 kişiyle terörize edebilirsiniz. Çünkü ordular hantaldır. Orduyla iç güvenlik sağlanamaz. Siz 10 bin kişiyi oradan oraya sevk ederken, 50 kişi ıslık çalarak başka bir yere gider. (...) Mesela Gabar Dağı’nın adı çok geçiyor. Bu dağda şu anda 35 PKK’lı var. Bu resmi rakamdır. Peki,
İç siyasette kendisini devamlı olarak sıkıştıran terör meselesini TSK ile çözemeyeceğini anlayan hükümette her saldırıdan sonra oluşan kamuoyundan faydalanarak atmak istediği adımları hızlandırıyor. Aktütün ve Dağlıca’dan sonra sınırların korunması için yine özel bir birlik kurulması fikri gündeme gelmiş ve bazı çalışmalar başlatılmıştı. Şimdi ise hükümet yeni özel hareket birlikleri oluşturarak kendine bağlı olan polis gücünü kuvvetlendiriyor. Ayrıca hatırlarsanız birbirlerine güvenmeyen emniyet kurumlarının arasındaki koordineyi sağlamak amacıyla da KGM oluşturulmuştu. İslam ve Müslümanlarla mücadele de üzerine vazife olmayan işlere karışan askerler nedense her resmi törende sergiledikleri gücü bir türlü PKK meselesinde gösterememişlerdir. Gücü ile övünülen bir ordu var ama otuz yıldır değişen bir şey yok. Ama tüm bunların aksine terör bahane edilerek mağdur edilen bir halk var. Diğer bir mesele ise, AKP’nin kurtuluş reçetesi olarak gördüğü AB ile alakalıdır. Terör örgütüne desteği açık olan ve finans kaynaklarını ülkelerinde bulunduran bu devletler, kendilerine yapılan onca ikaza rağmen ciddi adımlar atmamışlardır ve atmayacaklardır da. Geçen aylarda Avrupa’da PKK’ya yapılan gözaltlılar kimseyi yanıltmasın. Zira bu kişilerin hepsi serbest bırakılmıştır. Buda bize göstermiştir ki terör meselesini himaye edenler, Türkiye Cumhuriyeti devletinin her hükümetinin bu devletlere yakın olmayı mağrifet bildiği kafir batılı devletlerdir. Bu kafir batılı iştahı ile de Türkiye’nin sorunları asla bitmeyecektir.
23
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
1946 1948’DEN 2008’E “İSRAİL”İN İŞGALİ
1947
LÜBNAN
“İsrail” Toprakları Filistin Toprakları
LÜBNAN
TelAviv
Ramallah Darusselam
FİLİSTİN
Nablus
TelAviv
SURİYE Hayfa
Akdeniz
Akdeniz Nablus
ÜRDÜN TelAviv
Ramallah Darusselam
Gazze
Gazze
“İSRAİL”
Ramallah Darusselam
“İSRAİL”
MISIR
MISIR
LÜBNAN
Hayfa
Akdeniz ÜRDÜN
2008
SURİYE
Hayfa
Akdeniz Nablus
LÜBNAN
SURİYE
SURİYE
Hayfa
Gazze
1949-67
Nablus
ÜRDÜN TelAviv
Gazze
ÜRDÜN
Ramallah Darusselam
“İSRAİL”
MISIR
Cuma CANPOLAT
M
üslümanların kadim düşmanı olan Yahudi varlığı ”İsrail” Ordusunun Deniz ve Hava kuvvetlerine mensup silahlı komandolar, 31 Mayıs gecesi saat 04:20 itibariyle, Filistin’in Gazze beldesine yardım götüren Mavi Marmara Gemisi’nin sivil yolcularına karşı vahşice saldırıda bulununca, yeniden büyük bir katliam gerçekleştirmiş oldu.
Bütün bunlara rağmen gasıp Yahudi varlığı (“İsrail”) hükümetinin Savunma Bakanı Ehud Barak bu vahşi saldırıdan 2 saat sonra şöyle bir iddiada bulunarak, ”İlk ateşin yardım taşıyan gemiden açıldığı”nı utanmadan söylüyordu. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise onu hemen şöyle yalanlıyordu; ”Onlar silahsızdı.” Sonra Vecdi Gönül bu vahşi Yahudi cinayetini şöyle değerlendirdi; ”Bunlar kabul edilecek gelişmeler değil… Burada hassas bir durum var. Sanki olay Türkiye ile “İsrail” arasındaymış gibi görülmemeli. Türkiye’nin devre dışı kalması söz konusu değil. Ama 33 ülkede bu işin içinde” diyerek Türk Silahlı Kuvveleri’nin Yahudi varlığı (“İsrail”) Ordusu tarafından yapılan saldırıların intikamını almayacağına maalesef işaret ediyordu. Başbakan Vekili Bülent Arınç ise bu durumu, ”Saat 04:20 itibariyle “İsrail” Hava Kuvvetleri Gazze’ye giden yardım gemilerine saldırdı”, diyerek değerlendirdikten sonra Türkiye-“İsrail” arasında bu yıl yapılacak olan üç Askeri tatbikatın bu
Bu olayda silahsız Müslümanların kanları, korsan, haydut Yahudi askerleri tarafından akıtıldı. Bu Operasyon denizden ve havadan devam etti. Sonuçta Mavi Marmara Gemsi’nin yolcuları teslim oldu, çünkü Yahudi (“İsrail”) Ordusunun kanlı baskını cinayetleri ve katliamları sonucunda yaralanmalar çoğalmıştı. Sonra Mavi Marmara gemisinin sivil yolcuları ve diğer yük taşıyan gemiler Tadros Aşdod Limanı’na götürüldüler. Gemideki yolcular 3 gün boyunca nezarette tutuldular. Sorguya çekildiler, 9 şehit verdiler ve 30’dan fazla da yaralı vardı. Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
24
Filistin, Yahudi Varlığı ”İsrail”den Daha Ne Zaman Kurtulacaktır? saldırıdan sonra iptal edildiğini şöyle açıkladı; ”İsrail” ile planlanan üç tatbikat iptal edildi. Bu tatbikatlar,16 Ağustos’ta “İsrail”de yapılacak Deniz Kızı Arama Kurtarma Tatbikatı’ydı. Bu tatbikatı karşılığı olarak Türkiye’de yapılacak olan Arama Kurtarma Tatbikatı ve “İsrail”de yapılacak olan Barış Güvercini isimli Türkiye, Ürdün-İsrail ortak tatbikatı da iptal edildi. Genç Milli Futbol Takımı, “İsrail” genç Milli Futbol Takımı’yla maç yapmak için “İsrail”deydi. Bu maçı da iptal ettik ve takımımız Türkiye’ye dönüyor”. Sonra Başbakan Vekili Arınç Türkiye’nin “İsrail”deki Büyük Elçisi’nin Ankara’ya çağrıldığını açıkladı.
sularda Gazze’ye gitmekte olan konvoyu hedef alan askeri operasyonu sırasında güç kullanılması sonucu meydana gelen ölüm ve yaralanma olaylarından derin üzüntü duymaktadır… Bu eylemleri kınamaktadır” denildi. Fakat Yahudi varlığı “İsrail”, Birleşmiş Milletlerin Güvenlik Konseyi’nden şimdiye kadar çıkan sayısızca karardan hangisini uyguladı ki? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de yayımladığı mesajda şöyle dedi; ”Yardım konvoyuna “İsrail” askeri kuvvetleri tarafından güç kullanılmasını şiddetle kınıyorum… Gazze ablukası, uluslararası büyük bir insani trajedi, derhal kaldırılmasını bekliyoruz. Türkiye, sorumluların cezalandırılmasını talep etmektedir.” Fakat uluslararası sularda sivil topluma karşı gerçekleşen korsanlık, cinayetler ve yaralamalar sonucunda yapılan kınamalar ne zaman yeterli olmuştur ki?
İşte bütün bu ifadelerden anlaşılıyor ki, Türkiye devleti Yahudi varlığı (“İsrail”) ile 62 yıldır batılı kâfir sömürgeci devletlerinin çıkarları için kurulmuş olan diplomatik ilişkilerini, askeri ilişkilerini, iktisadi ve ticari ilişkilerini maalesef kesmek istemiyor! Zaten Başbakan Vekili Arınç bunu şöyle açıkça ifade etti, ”Askeri anlaşmalar ile ortak programlarda şimdilik bir değişiklik yok. Bölgeye askeri gemi göndermemiz söz konusu değil… Hiç kimse bizden bu olay sebebiyle “İsrail”e savaş ilan etmemizi beklemesin…” Böylelikle Yahudi varlığına Türkiye’nin Başbakan vekili olarak güvence vermeye çalıştı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmasında ”İsrail”in eli kana bulanmıştır. Savaş zamanı bile sivil halka ateş açılmaz. İnsani yardım için hareket eden insanlara ateş açılmasının hiçbir mazereti olmaz… ”dedikten sonra Türkiye olarak konseyden beklentilerini şöyle sıraladı; ”İsrail” özür dilemeli. Derhal soruşturma açılmalı. İsrail’e sert bir uyarı yapılmalı. Gemiler serbest bırakılmalı. Ölenlerin yakınlarına ve yaralılara tazminat ödenmeli. Gazze’deki işgale son verilmeli.” İşte bu kuru söylemlerden sonra, Bileşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da bağlayıcı olmayan hafif bir başkanlık açıklaması yapılarak, ”Güvenlik konseyi, “İsrail”in uluslararası
Bu kanlı baskın gerçekleştirildiğinde Şili (Latin Amerika)’da bulunan Başbakan Erdoğan ise programını iptal edip Türkiye’ye hareketinden önce Şili havaalanında yaptığı açıklamada ”İsrail” yetkililerinin silah ifadelerini paylaşmak mümkün değildir. Bunlar açık ve net söylüyorum, yalandır. Uluslararası sulardaki olay nedeniyle NATO’yu da toplantıya çağıracağız. Bu saldırı gerekçesi ne olursa olsun uluslararası hukuka aykırı bir devlet terörüdür. Bu saldırı “İsrail”in bölgede barış istemediğini bir daha ortaya koydu… Bütün gönüllülerin derhal serbest bırakmasını istiyoruz” dedi. Böylelikle Erdoğan, Yahudi varlığından bütün Filistin topraklarından hemen çekilmesini talep etmesi gerekli olduğu halde ondan “bölgede barış” istemediği için şikâyette bulundu! Yine Erdoğan, Türkiye’ye döndüğünde 1 Haziran 2010’da Ak Parti grup toplantısında menfur saldırı ile ilgili şöyle dedi; “İsrail”in bu sorumsuz saldırısı mutlaka cezalandırılmalıdır. Türkiye olarak bu işin peşini bırakmayacağız… Uluslararası toplum buna derhal müdahale etmelidir.”
25
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Filistin, Yahudi Varlığı ”İsrail”den Daha Ne Zaman Kurtulacaktır? laşmaların iptaline ilişkin bir soruya da şöyle Bütün bunlara rağmen Yahudi varlığı (“İscevap verdi, ”Bu konuların nasıl bir seyir alacarail”), Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmağı “İsrail”in tutumuna bağlıdır. “İsrail” uluslara yolcularına ve diğer yük gemilerine karşı rarası hukukun öngördüğü ve BM’nin talep ettiği uluslararası sularda yaptığı bu korsanlığı, komisyonun kurulmasına yeşil ışık yakar ve bu düzenlediği operasyonu, işlediği cinayetlekomisyonun sorularını cevaplamaya hazır olursa, ri, yaptığı yaralamaları ve yolcuların 72 saat ilişkiler tabi başka türlü seyredecek.” Cumhurboyunca tutuklu kalmalarını haklı çıkarabaşkanı Abdullah Gül ise Fransız Le Mond bilmek için uluslararası sularda tutukladığı gazetesine verdiği röportajda, ”İsrail” hatalaTürkiye’nin Mavi Marmara Gemisi’nin silahrını telafi etme yönünde hareket etmezse, diplosız yolcularını Gazze-Hamas direnişçilerine matik ilişkileri durdurabiliriz. Durumu değiştiredestek verdikleri iddiası ile mahkemeye çıcek girişimler olmazsa, bu olayı unutmamız ya da kartmak için hazırlıklar yaptı. Bu ise Türkiye affetmemiz imkânsız görünüyor. Ayrıca bağımsız hükümetini zora sokmaya yönelik bir çabaysoruşturma da yapılmalıdır” dı. Bunun üzerine Başbakan Filistin’in köklü çözümüne dedi. (12.6.2010 Hürriyet) Erdoğan ABD üzerinden gelince; malum olduğu Yahudi varlığına şöyle bir Asıl meselemiz olan gibi Filistin’in bütün ültimatom gönderdi; ”VaFilistin’in köklü çözümüne toprakları İslâm Ümmeti’ne tandaşlarımız mahkemeye çıgelince; malum olduğu gibi aittir. Çünkü Filistin karılmaya kalkışılırsa bizde bu Filistin’in bütün toprakHicretin 16.ncı yılında olayın arkasındaki büyüğünden ları İslâm Ümmeti’ne aitküçüğüne herkes için yargı süRaşidi Hilafet Devleti’nin tir. Çünkü Filistin Hicretin reci başlatır ve “İsrail” ile dipikinci Halifesi olan Ömer 16.ncı yılında Raşidi Hilafet lomatik ilişkimizi keseriz.” İşte İbnul Hattab döneminde Devleti’nin ikinci Halifesi bu ültimatom üzerine ABD İslam Ordusu tarafından olan Ömer İbnul Hattab döBaşkanı Obama devreye gir- fethedilmişti. Bundan dolayı neminde İslam Ordusu tadi ve Yahudi varlığı “İsrail” rafından fethedilmişti. BunFilistin’in bütün dâhili ve hükümeti 2 saat sonra, ”Büdan dolayı Filistin’in bütün harici yönetimi İslâm’ın tün Türkleri serbest bırakma” hâkimiyeti altında tamamen dâhili ve harici yönetimi kararını duyurdu. Böylece İslâm’ın hâkimiyeti altında Müslümanların elinde Yahudi varlığı uluslararası tamamen Müslümanların olmalıdır. sularda tutuklamış olduğu elinde olmalıdır. Orada yaTürkleri 72 saat sonra serbest bırakmış oldu. şayan gayrimüslimler asla yönetici olamazTürkiye ile Yahudi (“İsrail”) arasındaki diplar, onlar Müslümanların memleketlerinde lomatik ilişkiler, askeri ilişkiler, iktisadı ilişİslâm’ın zimmî hükümlerine, kendi dinlerine kiler ve ticari ilişkilere gelince, onlar hala deve İslam’ın adalet hükümlerine göre yaşamvam etmektedir. Ayrıca İstanbul’da 8 Hazilarını devam ettirebilirler. Eğer onların haklaran 2010’da yapılan Asya’da İşbirliği ve Gürına karşı adaletsizlik yapılırsa, onlar hemen ven Artırıcı Önlemler Konferansı’na (CICA) Müslümanlar gibi İslam Hilafet Devleti’nin katılan 22 devlet ve hükümet başkanları zirMezalim Mahkemelerine şikâyette bulunup vesinin toplantısında Yahudi varlığı “İsrail” haklarını talep edebilirler. Böylece bütün Ankara’daki Büyükelçisi Gaby Levy ile maFilistin toprağı Müslümanların memleketi alesef temsil edildi. Dışişleri Bakanı Ahmet olarak Müslümanların yönetiminde kıyaDavutoğlu, Türkiye-“İsrail” arasındaki anmete kadar devam etmelidir. Zaten Filistin, Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
26
Filistin, Yahudi Varlığı ”İsrail”den Daha Ne Zaman Kurtulacaktır? Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Hilafet Devleti’nin mübarek bir beldesi idi. Ancak sömürgeci kâfir İngiltere, Birinci Dünya Savaşı esnasında Filistin’i işgal edince ona çeşitli devletlerde bulunan Yahudilerin göç etmelerine izin verdi ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Filistin’in bir kısmını Yahudi göçebelerine gasp ettirdi. Böylece 1948 yılında Filistin’in bir kısmında Yahudi varlığı (“İsrail”) oluştu. Ancak silahsız, himayesiz olan Filistin halkı o günden bugüne kadar bu zalim Yahudi varlığının oluşumuna karşı devamlı mücadele vermiş olduğu halde, bu mücadele hep yetersiz kalmıştır.
Yine Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: ُّ ْح َيا َة ِ الد ْن َيا ب ِ ِل فِي َسب ِاآلخ َرِة َو َمن ْ َفلْيُقَات َ ِين َي ْش ُر َ ِيل اللّ ِه الَّذ َ ون ال َ َ ِ ِل فِي َسب يما َو َما ْ يُقَات َ ِب َف َس ْو ْ ِيل اللّ ِه َفيُ ْق َت ْل أو َي ْغل ً ف نُ ْؤتِي ِه أ ْج ًار َع ِظ ِّ ِ ِّج ِ ُون فِي َسب ال َوالن َساء َ ُم ْ ِيل اللّ ِه َوال ُْم ْس َت َ ِين م َ ض َعف َ ال تُقَا ِتل َِن الر ْ لَك َّ َّ َ َ ِ ِ ِ ِ َّ ُها ل ه أ م ل ا الظ ة ي َر ق ل ا ه ذ ه ِن م ا ن ِج ر خ أ ا ن ب ر ُون ل ُو ق ي ِين ذ ال ان ِ د ل و ِ ْ ْ َ ْ َْ ْ ََ َ َ َ َ َوا ْل َْ َ ْ ِ َّ َّ َّ َّ ِ نك َن ير ص ًا َ اج َعل ل َنا مِن ل ُد َ اج َعل ل َنا مِن ل ُد ْ نك َولِيًّا َو ْ َو “Allah yolunda (cihad da) her kim savaşır ve bunun akabinde öldürülür veya galip olursa, Biz onun muazzam ecrini ileride vereceğiz. Ve siz neden Allah yolunda savaşmıyorsunuz ki, hâlbuki erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan mustazaf olanlar diyorlar ki: ‘Rabbimiz sen bizi ehli zalim olan şu beldeden kurtar’.” (en-Nisa 74-75)
Velhasıl Filistin deki Yahudi varlığı “İsrail” biran önce kökünden sökülüp atılmalıdır ve Filistin’in bütün beldeleri Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki durumda olduğu gibi kendi halkına iade edilmelidir. Filistin Halkı, Yahudi varlığı ile herhangi bir barışı ABD planına göre olsun veya İngiltere planına göre olsun, asla kabul etmemelidir. Çünkü mübarek Filistin beldesi yalnız halkının değil aynı zamanda diğer Müslümanların da memleketidir ve böyle bir barış Allah’a, Rasulü’ne ve İslam Ümmeti’ne karşı büyük bir hıyanettir. Buna göre eğer günümüzdeki Müslümanların yöneticileri Filistin’deki Yahudi varlığı “İsrail”i kökünden söküp Filistin Halkı’nı bundan kurtarmazlarsa, yakında İnşaAllah Raşidi Hilâfet kurulunca Filistin Halkı’nı mutlaka bu Yahudi varlığından kurtaracaktır. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle diyor:
ِين أَ ْش َرُكوْا ِ َّلََت ِج َد َّن أَ َش َّد الن َ آمنُوْا ال َْي ُهوَد َوالَّذ َ اوًة لِّلَّذ َ ِين َ اس َع َد “Elbette Sen (Rasulüm Muhammed) iman edenlere, İnsanlar içinde en şiddetli olan düşman olarak Yahudileri ve şirk koşanları bulacaksın.” (el-Maide 82)
َّ ْ اغل ِ ِي َج اه ْم ْ ِين َو ُّ ُّها النَّب َ ار َوال ُْم َنا ِفق ُ ِم َو َم ْأ َو َ اه ِد ا ْلكُف َ َيا أَي ْ ُظ َعل َْيه ِ س ال َْم ير ُ ص َ َج َهنَّ ُم َوِب ْئ ”Ey en-Nebi kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ol. Onların mekânı (karargâhı) cehennemdir ve ne kötü bir dönüştür.” (et-Tevbe 73)
27
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Fatma Nur ŞAHİN
K
ırgızistan’da 11 Haziran’da başlayıp yaklaşık bir hafta kadar süren kanlı şiddet olaylarında yüzlerce insan ölmüş, binlercesi yaralanmış ve yüz binlercesi de yerlerini yurtlarını terk ederek mülteci durumuna düşürülmüştür. Kırgızistan’ın güneyinde yaşayan Özbekler, Müslümanlardan nefret eden zalim Kerimov’a sığınmaktan başka çare bulamamıştır. Açıklanan ölü ve yaralı sayıları sürekli değişirken, Kırgız yetkililer çıkan olaylarda binlerce insanın ölmüş olabileceğini ifade etmiştir. Kırgızistan bir anda maskeli provokatörlerin ortalıkta dolaştığı, kaos ve karmaşanın hakim olduğu, yağmalama ve soygunların yaşandığı bir hal almıştır. Tüm dünyanın dikkatle takip ettiği olaylarla ilgili yapılan yorumlar ise genelde basit bir etnik çatışma gibi gösterilmeye çalışılsa da, olayların zamanlaması ve planlı bir şekilde ilerlemiş olması aslında göründüğü gibi sıradan bir etnik çatışma olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Meselenin anlaşılması için Kırgızistan’ın vakıasını anlamak ve o bölgede yakın tarihte gerçekleşen hadiseleri etraflıca değerlendirmek gerekmektedir. Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Kırgızistan, etrafında Kazakistan, Çin, Tacikistan ve Özbekistan’ın olduğu stratejik öneme ve zengin su kaynaklarına sahip olan, ancak bundan başka bir zenginliği bulunmayan fakir bir Orta Asya ülkesidir. Yaklaşık beş milyon nüfusa sahip olan ülkede Kırgızların yanı sıra Özbekler, Ruslar, Tacikler ve diğer milletlerden oluşan Kırgız vatandaşları yaşamaktadır. Aynı dili konuşup, aynı dine inansalar da sürekli ön planda tutulmaya çalışılan bu farklı etnik yapıdır. Bu etnik yapı ise bölgede her zaman sorun çıkmasına zemin oluşturmuştur. Ayrıca Kırgızistan’da farklı milliyetlerin arasındaki ayrım ve çatışma gibi kuzeyi ile güneyi arasında da ciddi bir çatışma söz konusudur. Güneyi, daha fazla muhafazakâr insanların yaşadığı ve Özbeklerin çoğunlukta olduğu yer olmakla beraber, başkent Bişkek’in bulunduğu kuzeyi ise, Rusların çoğunlukta olduğu ve daha fazla Ruslaşma belirtileri gösteren bölgedir. Bu farklılık iki bölge arasında sürekli bir gerginlik havası oluşturmaktadır. Bu etnik
28
Kırgızistan’da Sahnelenen Oyun ve Perde Arkasındaki... yapının yanı sıra yöneticilerinden dolayı dışarıdan müdahalelere açık bir durumda olan Kırgızistan, bağımsızlığını ilan ettikten sonra da sıklıkla ayaklanmalar, iç karışıklıklar ve devrimlerin yaşandığı bir ülke haline gelmiştir. İstikrardan yana hep uzak kalmıştır.
ABD’nin desteği ile 2005’te “Lale Devrimini” gerçekleştirip Askar Akayev’i devirerek iktidara gelen Kurmanbek Bakiyev geçtiğimiz Nisan ayında gerçekleşen devrimle yönetimden indirilmiş ve yerine kendisiyle birlikte eski hükümeti deviren ve sonradan ters düştükleri Roza Otunbayeva geçici hükümetin başkanı geçerek iş başında olduklarını ilan etmiştir.
ve beklendiği gibi ülke bir anda karışmıştır.
Yaşanan bu kanlı olaylar ile ilgili olarak Kırgızistan geçici hükümetinin başkanı Roza Otunbayeva bu olayların arkasında devrik lider Bakiyev’in akrabalarının olduğunu ve bu olayların 27 Haziran’da gerçekleşecek olan referandumun engellenmesi için çıkarıldığını söyle-miştir. Olayların arka planına baktığımızda Kırgızistan’ın önemini ve bu ülke üzerinde Çin, Rusya ve ABD’nin mücadeleye girdiklerini görüyoruz. Kırgızistan Orta Asya enerji kaynaklarına hâkimiyet açısından önemli bir ülkedir. Ayrıca ülkede başkent Bişkek’in yakınlarında ABD’nin Manas askeri üssü ve Rusya’nın da Kant askeri üssü bulunmaktadır. Manas hava üssü ABD’nin Afganistan’a müdahalesinde kullandığı önemli bir üstür. Özellikle Rusya, kendi nüfuz alanında gördüğü Kırgızistan’da ABD üssünün olmasını istememekte ve bu karışıklıkları fırsat bilerek kendisinden yardım isteyen Kırgızistan da ki geçici hükümete, ABD Manas üssünün kapatılması karşılığında barış gücü desteği sağlayabileceğini söylemektedir. Bu konu kendisine sorulduğunda Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, “Manas askeri üssünün sürekli faaliyet göstermesinden yana olmadıklarını belirtiyor” ve “bu üs vazifesini tamamladıktan sonra faaliyetlerini sona erdirmelidir” diyor. O yüzden bu askeri üsler yaşanan sorunların, çatışmanın ve bölgedeki huzursuzluğun en önemli nedenlerindendir.
ABD’nin desteği ile 2005’te “Lale Devrimini” gerçekleştirip Askar Akayev’i devirerek iktidara gelen Kurmanbek Bakiyev geçtiğimiz Nisan ayında gerçekleşen devrimle yönetimden indirilmiş ve yerine kendisiyle birlikte eski hükümeti deviren ve sonradan ters düştükleri Roza Otunbayeva geçici hükümetin başkanı geçerek iş başında olduklarını ilan etmiştir. Bakiyev kendisinden önceki dönemde gerçekleşen yolsuzlukları ve kötü gidişatı aratmayan bir lider olmuştur. Rusya Başbakanı Putin de Bakiyev ile ilgili olarak onun kendisinden önceki lider ile ilgili eleştirdiği yolsuzluk ve zimmetine mal geçirme gibi hususlarda kendi iktidara geçtikten sonra eleştirdiği her şeyi fazlasıyla yaptığını söylemiştir. ABD’nin desteği ile başa gelmiş olmasına rağmen Bakiyev, Rusya’ya 2 milyar dolar kredi karşılığında ABD üssünü kapatma sözü vermiş ancak daha sonra da bu sözünde durmayıp ABD ile yüksek kira bedeli karşılığında yeni antlaşma imzalamıştır. Bu şekilde Rusya’yı kandıran Bakiyev, kendisinden memnun olmayan Rusya’nın desteğiyle kanlı bir darbe sonucu baştan indirilmiş ve ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. O günden sonra 27 Haziran’da yapılacak denilen referandum öncesinde yeni ayaklanma ve karışıklıkların yaşanacağı da tahmin edilen bir gerçekti. Ve 11 Haziran da olan olmuş
Bu gün yaşanan çatışmalar doksanlı yıllarda da yaşanmıştır. O bölgede Rusya, ABD ve onların göreve getirdikleri piyon yöneti-
29
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Kırgızistan’da Sahnelenen Oyun ve Perde Arkasındaki... uyarıda bulunmuşlardır. Aslında asıl korkulan husus bölgeye yayılacak olan etnik çatışmalar değildir. Bu karışıklıklardan yola çıkarak insanların bu bölgede son dönemlerde etkisini daha da bariz bir şekilde hissettiren İslamî hareketlere meyletmeleri ve bunun bu İslamî grupların işine yarayacak olmasıdır. Aklıselim sahibi olanlar ve bu bölgeyi iyi tanıyanlar, genel olarak bölgenin İslam’ın hâkim olacağı köklü bir değişime gebe olduğunu ve son zamanlarda İslami hareketin ivme kazandığını sıkça dile getirmektedirler. İşte tüm bu karışıklıklardan bıkan halklara, doğru çözümün yanında birde kurtuluş reçetesi sunulduğunda buna meyletmeleri ve bu büyük değişimi gerçekleştirmeyi istemeleri doğal bir refleks olacaktır. Bölgedeki diğer ülkelerde kan dökülmeden gerçekleşen renkli devrimler de, halkların istediğinde bunu başarabileceklerini göstermiştir.
cilerin eli ile Kırgız ve Özbekler arasında çatışmalar çıkmış ve binlerce Müslüman yine bu çatışmalarda hayatını kaybetmiştir. O dönemde Rusların müdahalesiyle son bulmuş olan çatışmalar bu gün yeniden alevlendirilmiştir. Ve bölge bu çatışmalara gebe bir şekilde olduğundan köklü bir çözüme muhtaçtır. Kırgızistan’ın vakıasına bakıldığında yöneticilerinin; İslam beldelerinin genel tablosuna uygun olarak halkının isteklerine ve menfaatlerine önem vermeyen, sırtlarını büyük bir güce dayamış olmanın ukalalığıyla halkını yönetmeye çalışan, halkına yoksulluğu ve sefaleti layık gören ve hükmetmede adaletsizliği tercih eden yöneticiler olduklarını görüyoruz. Kırgızistan halkı da diğer İslamî beldelerde olduğu gibi fakirlik ve sefalet ile mücadele etmek zorunda bırakılmış, huzur ve refaha ulaşma imkânları olmamış bir halk olmuştur. Fakirlik ile boğuşmak zorunda bırakılan halklar ise en ufak bir kıvılcımla meydanlara dökülmeye müsait olan ve kaybedecek bir şeyi olmadığı için isteyenlerin istediği gibi yönlendirdiği, kullanabildiği topluluklar olarak yaşamaya mahkûmdurlar. Bu bölgeyi ve halklarını iyi tanıyan sömürgeci kâfirlerde bu durumdan faydalanmaktan geri durmamışlardır.
Özbekistan Cumhurbaşkanı Kerimov, Kırgızistan’daki olaylara ilişkin olarak bu yıkıcı eylemlerin dışarıdan organize edilmiş ve yönetilmiş olaylar olduğunu ifade etmiştir. Ve olaylarda ne Kırgızlar ne de Özbeklerin sorumlu tutulamayacağını söylemiştir. Zira Mayıs 2005’te Andican’da yaşanan olaylar ile ilgili bir tecrübeye sahip olduğu için bunu rahatlıkla ifade edebilmiştir. O günde etrafta rastgele ateş eden maskeli insanlar, kaos ve kargaşa vardı. Ve yine nasıl bir oyunun içerisinde olduklarının farkında bile olmayan Müslümanlar. O olaylarda ise
Diğer yandan İnsan Hakları İzleme Örgütü ile Uluslararası Kriz Grubu, Kırgızistan’daki etnik çatışmaların diğer bölge ülkelerine yayılma riskinin büyük olduğu konusunda Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
30
Kırgızistan’da Sahnelenen Oyun ve Perde Arkasındaki... Özbekistan’dan kaçıp Kırgızistan’a sığınmaya çalışan mazlum insanlar vardı. Artık söylendiği gibi Özbekler ya da Kırgızların suçlu olmadığını, asıl suçluların bu karışıklıkları çıkaran, dışarıdan işleri organize eden güçler ve içerideki piyon yöneticilerin olduğunu herkes anlayabilmektedir.
çatışması gibi aynı hastalıklı zihniyetin ürünü olan çatışmalardır. Müslümanların yaşadığı bu beldelerde nüfuz çatışmasına giren sömürgeci kâfirler bu etnik farklılıkları kullanarak planlarını uygulamaya koymuş ve bunda da başarılı olmuşlardır. Kendi aralarında girdikleri nüfuz çatışmasında ve menfaatlerinin çatıştığı yerde Müslümanların kalplerine saldıkları ve onları paramparça etmiş olan bu milliyetçilik hastalığından faydalanmışlardır. Yüzyıllardır birbirleriyle kardeşçe yaşamış olan Müslümanların içine düştüğü bu durum her geçen gün değişime olan ihtiyacı daha da hissedilir hale getirmiştir. Bu değişimin gerçekleşmesi ise artık an meselesidir. Müslümanlar başlarına gelen bu felaketlerin asıl sebebinin arkasında savaşacakları, kendisiyle korunacakları, halkını seven ve halkının da kendisini sevdiği, adil, güvenilir, kuvvetli ve basiretli bir yöneticiye sahip olmamalarından kaynaklandığını görmeye başlamıştır artık.
Tarihine baktığımızda yüz yılarca bir arada yaşadığını gördüğümüz Özbek ve Kırgızlar, neden şimdi birbirlerini yakarak öldürmeye çalışıyorlar. Onları bu vahşete iten asıl sebebin ne olduğuna bakmak gerekir. Bu öfkenin kaynağı nedir? Bu halklar nasıl birbirlerinden bu kadar nefret eder hale getirildiler? Birbirlerini ateşe verip sonrada alkışlarla yanışını seyredecek kadar nasıl bir kine büründüler? Aynı dili konuşan ve aynı inanca sahip olan bu insanların arasında bu öfke ve nefret nasıl oluşturuldu? Bunlar gerçekten sıradan etnik çatışmalar mı, yoksa arkasında daha büyük oyunlar mı var? İşte tüm bu soruların cevabı verilmeden bu mesele asla çözüme kavuşturulamaz. Elbette İslam beldelerini bir veba gibi kuşatmış olan milliyetçilik hastalığı kâfirlerin işlerini kolaylaştıran ve ellerini kuvvetlendiren önemli bir unsurdur. Parçalayarak ve farklılıklarından yola çıkıp ayrıştırarak, karşılarında büyük bir güç olarak durmasına engel oldukları halkları böylece daha kolay yönlendirebilmişlerdir. Müslümanlar asıl düşmanları olan kâfirleri bir tarafa bırakarak, farklı milliyete sahip olduğunu düşündüğü, ama aslında kardeşi olanlarla savaşır hale gelmiştir. İngiltere, ABD ve de Sovyetler Birliği her zaman İslam beldelerinde bu ayrımı ortaya çıkarmış, körüklemiş ve bundan nemalanmıştır. Aksi takdirde Müslümanların çoğunlukta olduğu bu coğrafyada hüküm sürmeleri mümkün olamazdı. Bu gün Türkiye’de sahnelenen oyunda bundan farklı değildir. Kürt-Türk çatışması Kırgız-Özbek
31
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Esma SIDDIK
G
azze abluka altında. Bitmez Filistin’in çilesi. Ve dinmez topraklarında, sularında çığlıklar...
şeklindedir. Bu düzene geçiş planı hazırlanır. Hedef; Orta Doğu’da ki problemleri çözüyormuş gibi görünüp, imajını düzeltmek ve bu şekilde Müslümanların ateşini almaktır. Aynı zamanda, kendinin şekillendirdiği bir kurtarıcının arkasında Müslümanları toplamak ve böylelikle, onların “Ümmet” vasfıyla birleşmelerini engellemek, hedefin esaslarındandır.
Artık Filistin Ümmet’in sadece kanayan yarası değil, aynı zamanda Ümmet’in küfre ve zulme karşı verdiği mücadelenin sembolu haline gelmiştir. Ümmet, için için yanmaktadır. Ümmet’in ateşinin sömürgeci kafirleri ve onların ajanlarını içine çekip yakması ve yok etmesi an meselesidir. İşte bu, kafirleri kara kara düşündürmektedir. Acilen bir çözüm ve çözümü uygulayacak bir kurtarıcı gerekmektedir...
Son zamanlarda meydana gelen siyasi olaylar dikkatle ve kronolojik sıraya göre izlendiğinde, bu planın detayları ve yürürlüğe konulduğu açıkca görülecektir.
Bu tehlike karşısında ABD kolları sıvar. Bölgede ayağını sabitleştirebilmek ve hakimiyetini arttırabilmek için, kendine karşı yapılan ayaklanmalara bir son vermesi gerekmektedir. Bunun için Orta Doğu’ya yeni bir düzen getirilmesi gerektiği düşüncesindedir. Bu yeni düzenin ana fikri; artık sömürme işini doğrudan kendisinin yürütmeyeceği fakat bunun yerine menfaatlerini onun adına gözetecek maşalar bulup işi onlara devredeceği Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
1. ABD Ortadoğu’da barış istediğini açıklar, bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması için hummalı bir çalışma içerisine girer. Zira bu, bir nebzede olsa Müslümanların ateşini alacaktır. Aynı zamanda Müslümanlara, ılımlı İslam fikrini benimsemeleri çağrısında bulunulur. ABD’nin yürüttüğü bu çalışmalar diğer devletlerden büyük destek görür. Biri hariç... Bağımsız Filistin Devleti fikri “İsrail”in hiç hoşuna gitmemiştir. Siyasi
32
O Gün, Acının Rengi Maviydi alanda etkili bir çok ülke “İsrail”e baskı yapmaya başlarlar.
Merkezi’nden Erdoğan’ın mektubuyla ilgili yapılan açıklama şöyledir: “Başbakan Erdoğan mektubunda İran’ın nükleer programı konusunda geçtiğimiz hafta Tahran’da yapılan anlaşmanın detaylarına ilişkin bilgi aktarmıştır.”
2. Diğer taraftan İran’ın sahip olduğu işlenmemiş uranyum Batı’da tedirginliğe yol açar. Sahip olduğu nükleer silahlardan do4. “İsrail” Başbakanı Netanyahu’nun, ABD layı İran’a yaptırımlar uygulanmakta, siyaBaşkanı Barack Obama’nın daveti üzerine Orsi baskı yapılmaktadır. Bu baskıyı en ağır tadoğu barış süreci açısından kritik önem taşekilde yapan ABD’dir. Fakat ne ilginçtir ki şıdığı belirtilen bir ziyaret için Washington’a nükleer silahları İran’a satan ABD’nin bizgitmesi planlanır. Netanyahu’ya bağımsız bir zat kendisidir. Siyasi arenanın kör noktaFilistin Devleti’nin kurulması için baskı yapısında İran’la çeşitli anlaşmalar yapan yine lacaktır. “İsrail” ise bundan ABD’dir. ABD’nin bu baskısı aslında göstermeliktir. İHH İnsani Yardım Vakfı son derece rahatsızdır. Kendisinin ve BM’in yükBaşkanı Bülent Yıldırım; 5. Gazze’ye insani yarlendikleri bu göstermelik dım için “Mavi Marmara” “Dışişleri Bakanlığımız, baskı görevi, Avrupa’ya, gemisi ile 3 yük gemisi yola Avrupa Parlamentosu, İran’a fiziki müdahale kaçıkar, Kıbrıs’ın güneyinde Fransa Dışişleri Bakanlığı pılarını kapatmaktadır. Bu diğer gemiler ve yolcular ve daha birçok ülkeden şekilde bölgede egemen beklenir. Hedef; Gazze’ye hareketimizi destekleyen güç olarak sadece kendisi açıklamalar yapıldı” şeklinde uygulanan ablukayı kırkalmaktadır. Aynı zamanmak ve Filistinlilere insani açıklama yapar. Yani tüm da ABD, “arsız çocuğunu” yardım götürmektir. resmi makamlar ve otoriteler bir nebze kontrol altında İHH İnsani Yardım Vakbu yardım filosundan ve tutabilmek içinde İran’ı fı Başkanı Bülent Yıldırım; hedefinden haberdardır. kullanmaktadır. Zira “İs“Dışişleri Bakanlığımız, Avrail” ABD’nin planlarına rupa Parlamentosu, Fransa Dışişleri Bakanlığı aykırı hareket etmekte ve Ümmet’in ateşinin ve daha birçok ülkeden hareketimizi destekleyen alevlenerek büyümesine neden olmaktadır. açıklamalar yapıldı” şeklinde açıklama yapar. İran ise kendine biçilen rolü oynamaktadır. Yani tüm resmi makamlar ve otoriteler bu Kah iç siyaseti gereği yerde kül bırakmamakyardım filosundan ve hedefinden haberdarta, kah menfaatı gereği, kapalı kapılar ardındır. da el sıkışmaktadır. Hamaslı Başbakan İsmail Haniye, abluka uygulamasının uluslararası bir karar doğrultusunda alındığını, şimdi aynı şekilde uluslararası bir konvoyla kırılacağını belirtir. Haniye, Ortadoğu bölgesinde stratejik değişikler yaşandığını, bu stratejik değişikliklerin liderliğini de Türkiye’nin yaptığını da sözlerine ekler.
3. ABD Başkanı Barack Obama, 20 Nisan tarihinde Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ve Tayyip Erdoğan’a bir mektup gönderir. Mektup özetle, Türkiye ve Brezilya’nın aracılığı ile İran’ın bir yıl içinde 1.200 kilogram uranyumu Türkiye’ye göndermesi, karşılığında da yeni yakıt alması gerektiğini bildiriyordu. İran’a talepler kabul ettirilir. Ardından Erdoğan Obama’ya cevaben bir mektup gönderir. Başbakanlık Basın
6. Beklenen yolcular ve gemiler gelir ve Mavi Marmara’nında içinde bulunduğu filo
33
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
O Gün, Acının Rengi Maviydi Gazze’ye doğru yola çıkar.
nın alınması gerektiğini değil, bu saldırının bölgede aşırı dincileri güçlendirmesine yol açma riskinin bulunduğundan bahsetmektedir: “İsrail”in izlediği siyaset Ortadoğu’da aşırı dinciliği kuvvetlendirir. Bölgede eğilim tersine dönmezse saldırının ve uzlaşma karşıtı siyasetlerin devamının en acı kurbanlarından biri itidallilik olacağından endişeliyim.”
7. Hatay’ın İskenderun İlçesi’nde Modern Evler Mahallesi’ndeki Deniz İkmal Destek Komutanlığı’na gece 00:30 sıralarında TEM Otoyolu’ndan roketatarlı saldırı düzenlenir. 7 asker şehit olur. Birçok askerde yaralanır. 8. “İsrail” sularına 72 mil açıklıkta, yani uluslararası sularda, “İsrail” askerleri Gazze filosundaki Türk gemilere saldırır. Rabbimiz Azze ve Celle, kendilerini Kur’ân-ı Kerim’de damgaladığı tüm vasıfları kuşanarak, silahsızlara, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara saldırır yahudiler. Mavi denizin üzerinde, mavi gökkubbenin altında, sıkışır kalır Mavi Marmara. O gün, mavidir acının rengi... Zalimin mazluma saldırısına, mazlumu katline şahitlik eder tüm dünya. Müslümanlar ayaklanır. “Cihad! Orduları çıkarın kışlalarından!” nidaları yükselir. Her Müslüman tek başına Filistin olur, her biri tek başına Ümmet oldur. Böyle Ümmeti hangi güç yok edebilir! Bu nidalara karşın liderlerin cevapları büyük bir hayal kırıklığına yol açar.
9. Netanyahu Obama ile yapacağı görüşmeyi iptal eder. Böylelikle “İsrail”in neden Gazze filosunun kendi sularına girmesini bekleyemediği anlaşılır. Bu olay sayesinde gündemi değiştirdiğini ve ABD’nin baskısından kurtulacağını düşünür. Fakat düşündüğü gibi olmaz. Tüm dünyada halklar “İsrail”e karşı öfkelerini açık seçik gösterirler. “İsrail”e baskılar artar. 10. Hatay’ın İskenderun ilçesinde görev yapan Anadolu Episkoposluğu ve Havarisel Vekilli Luigi Padovese, evinde uğradığı bıçaklı saldırıda öldürülür. Türk medyasından aynı ses yükselir: “Bu saldırıyı “İsrail”in yaptığına dair kuşkuların olduğu, “İsrail”in kendi lehine gündemi değiştirmek istediği, İskenderun’daki saldırıylada “İsrail”in bağlantısı olabileceği” haberleri yapılır. Bu cinayetle “İsrail”, en azından Avrupa’da kendi lehine bir hava oluşturmaya çalışmıştır fakat başarılı olamamıştır. Sanki gizli bir el, Avrupa’da bu olay üzerinde konuşan ağızları susturur.
Türkiye Cumhuriyeti: “Hiç kimse bu olay sebebiyle “İsrail”e savaş ilan etmemizi beklemesin. Böyle bir şey olmaz. Mümkün de değil, doğru da değil” der. BM: “Kınıyoruz” der. İKÖ: “Kınıyoruz” der. Yani “İsrail” kınanır ama sadece kınanır. Tek ülke hariç. Nikaragua hükümeti, yaptığı bir açıklamayla, “İsrail”le tüm diplomatik ilişkilerini resmen kestiğini” bildirir.
11. “İsrail” iyiden iyiye kızar, siyasi satranç oynamaya karar verir. Rum basını, bir grup “İsrail”linin, “Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgalci olduğu” tezini savunmak için KKTC açıklarına bir gemi seferi düzenlemeyi planladığını yazar.
Bazıları Ümmet’in beslediği duyguların zıttı duygulara sahiptir. Müslümana yardım edebilmek için zalimden, kafirden izin alınması gerektiğini ısrarla savunurlar. Arap liderler, bu olay hakkında Müslümanların lehine tek bir söz dahi söylemezler. Daha farklı kaygılar beslerler. Mesela, Ürdün Kralı Abdullah’ın eşi Kraliçe Rania, İngiliz The Independent’a yazdığı makalede, Müslümanların korunmaları ve intikamlarıTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
12. BM Güvenlik Konseyi, İran’a nükleer programı nedeniyle yeni ve sıkı yaptırımlar getiren karar tasarısını kabul eder. Çünkü oylamada 12 ülke “Evet”, 2 ülke “Hayır” ve bir ülke çekimser oy kullanmıştır. Türkiye ve
34
O Gün, Acının Rengi Maviydi Brezilya “Hayır” oyunu kullanan ülkelerdir. Türkiye’nin bu tutumu tüm dünyada büyük yankı uyandırır. Türk medyası: “Türkiye ABD’ye kafa tuttu, sözünün ardında durdu” şeklinde haberler yapar. Araplar ise Türkiye’yi, haklının yanında duran mert yönetimiyle, mert bir ülke olarak görürler. Zaten T.C. yönetimi son zamanlarda Ortadoğu’da kahramanlaşmıştır. “Son padişah, son Halife,” şeklinde ünvanlar yapıştırılır Başbakan Erdoğan’a.
leştirilmeye çalışılır. Zira Türkiye tarihi ve şuanki yönetiminin sosyal statüsü buna bir hayli musaittir. Kendisine verilen bu roldan Türkiye memnundur. Çünkü Türkiye, global siyasi arenada artık daha fazla söz sahibi olmayı istemektedir. Zaten, stratejik ve ticari olarak Türkiye dünyada önemli bir yere sahiptir. Bazı ürünlerin ihracı, büyük ölçüde Türkiye’nin elindedir. Görüldüğü gibi tüm devletler kendi dertlerindelerdir. Hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu uğurda da Müslümanları kullanmaktadırlar. Acıyı tüm şiddetiyle yaşayan ise sevdiklerinin canına kıyılan Müslümanlardır. Onları, Ümmeti düşünen ve “Ordular nerede?!” çağrılarına, bir Halife’nin dışında yanıt veren kimseler olmayacaktır.
13. İran satrançta bir hamle yapar. İran, Gazze’ye yardım gönderebileceğini belirtir. Ayrıca, Devrim Muhafızları donanmasının filoya eşlik edeceğini duyurur. 14. T.C.’de, PKK saldırılarında art ardına askerler öldürülür. Gözler yine “İsrail”e çevrilir.
Hilafet Devleti’nin dışında hiç bir devlet ordularını kışlalardan çıkarmayacaktır. Ümmet bu tuzaklara düşmeyecektir İnşaAllah, Allah Celle Celaluhu ise tuzak kuranların en hayırlısıdır!
Sonuç; ABD’nin İran’la göstermelik nükleer silah kavgasında ve Gazze ablukasının kırılması çalışmalarıyla Türkiye kahramanlaştırılır. Yani ABD’nin kurtarıcısı bulunmuştur. Ümmet Türkiye’nin arkasında bir-
35
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Talha YAŞAR
T
ürkiye, doğal kaynaklar açısından oldukça zengin bir potansiyele sahip olmasına rağmen bu kaynakların ekonomiye dönüştürülmesi noktasında ise dibe vurmuş bir görüntü arz etmektedir. Nitekim bu doğal kaynaklardan biri olan madenler gerek çeşitlilik bakımından gerekse de rezerv bakımından oldukça zengin olmasına rağmen uzun yıllar Türkiye’nin maden çeşitliliği bakımından zengin fakat rezerv bakımından fakir olduğu spekülasyonları kapitalist şirketlerin sömürü çarkını döndürmekten başka bir şeye hizmet etmemiştir. Bu gün dünya üzerinde maden çeşitliliğine sahip 160 ülke içerisinde Türkiye 30 maden üzerinde yapılan üretim bakımından 10. sırada olmasına rağmen elde ettiği gelir bakımından ise son sıralarda yer almaktadır. Yine bu gün dünyada ticareti yapılan 90 maden çeşidinden yaklaşık 80 tanesi Türkiye’de bulunmaktadır. Özellikle stratejik, ekonomik değeri çok yüksek olan bor, uranyum, toryum gibi madenler devletlerarası siyasette iktisadi, siyasi
Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
ve de askeri bir güç olarak kullanılmaktadır. Fakat bu madenlerin bazıları Türkiye’de dünya üretiminin yarısından fazlası, bazıları ise dünyada rezerv bakımından çok üst sıralarda olmasına rağmen bu doğal kaynaklar hiçbir zaman ne iktisadi olarak ne siyaset olarak ne de askeri bir güç olarak dünya devletleri üzerinde etkisi olmamıştır. Yıllarca kalkınmayı iktisada bağlayan basiretten yoksun devlet adamları, iktisadi olarak çok yüksek değerde doğal olarak var olan demir, çinko, krom gibi ağır sanayinin hammaddesi olan kaynakları kullanmamış, yine sanayinin ara malları olarak kullanılacak olan bakır, fosfat, alüminyum gibi madenlerde kullanılmamış, bu madenleri kullananlar ise küresel kapitalist şirketler olup buralardan elde ettikleri geliri kendi ülkelerine transfer etmişlerdir. Türkiye’de mevcut çıkarılan madenler ve tespit edilmiş maden rezervlerinin ortalama olarak değeri 2,5 trilyon dolar, tahmini ma-
36
Türkiye’deki Madenler Hangi Devletlerin Sömürü Çarkını… den rezervi ise 10 trilyon dolara yakın bir potansiyel arz etmektedir. Bu kadar iktisadi olarak yüksek bir maden potansiyeline sahip olan Türkiye yıllık maden üretimi 2–2,5 milyar dolar düzeyinde, ihracatı ise 1 milyar dolar civarında seyretmektedir. 2005 yılında AKP hükümeti iktisadi sıçrama yaptığını iddia etmesine rağmen bu yıl içinde 3 milyar dolarlık maden üretilip bir kısmı ihraç edilmiş bir kısmı ise iç piyasada kullanılmış aynı yıl içerisinde ise maden ithalatı 20 milyar doların üzerinde seyretmiş ve aradaki açık kapanamaz bir hale gelmiştir.
vamı için harcanmıştır. Yine bu küresel kapitalist şirketler bir yerdeki madenleri işlerken kolay çıkarılabilen, ya da kaymak dediğimiz üst kesimini alarak geri kalanını kullanılamaz hale getirip zehirleme, ileri teknoloji ile maden havzasında büyük çukurlar oluşturma gibi faaliyetleri ‘kurdun koyun sürüsüne dalıp karnını doyurmaktan ziyade sürüyü talan etme’ düşüncesinden başka bir şey değildir. Buradan bu küresel kapitalist şirketlerin, bu ülkelerin madenlerine nasıl hâkim olduklarına baktığımızda önce madencilikte ithalat özendirilmiş, ‘yerli üretimin ithalattan daha maliyetli olduğu anlayışı hâkim kılınmış’ daha sonra liberalleşme anlayışı verilerek birçok işletme kapanmış daha sonra birçok kamu kurum ve kuruluşları siyasal düzlemde etkisiz hale getirilerek bu şirketlerin at koşturabilecekleri alanları oluşturulmuş.
Yukarıda bahsettiğimiz üzere Türkiye, dünyada ticareti yapılan 90 maden çeşidinden 80 e yakını kendi coğrafyasında olmasına rağmen hangi akla hizmet edilip 20 milyar dolar maden ithalatı yapmakta. Evet, küresel kapitalist şirketlere baktığımızda bir yerin doğal kaynaklarını sömürmekte o kadar ustaca üsluplar ortaya koymuşlar ki, sanki bu şirketler kendi menfaatlerinden çok bulundukları yerdeki halkın menfaatlerini daha çok düşündükleri izlenimini vâr olan ajan, uşak, hain yöneticiler sayesinde çok rahat bir şekilde halka yutturmaya çalışmaktalar. Nitekim kapitalist şirketler buradan çıkardıkları madenleri kendi ülkelerinde işleyip mamul madde olarak tekrar bizlere satmaktalar.
AKP hükümetiyle birlikte her alanda liberalleşme anlayışını hâkim kılma noktasında madencilik sektörü de, bu anlayıştan nasibini almış 17 Haziran 2003 de yürürlüğe giren 4875 sayılı doğrudan yabancı yatırımcılar kanunu ile Başbakan Erdoğan’ın deyimiyle Türkiye de Ahmet, Mehmetler yatırım yapabildiği gibi Hanslar da yatırım yapacak deyip Türkiye’deki yaklaşık 400 maden işletmesinin sahibi küresel kapitalist şirketler olmuşlardır. Buradaki şirketlerin çoğunluğu ise ABD, İngiltere, Almanya, İsrail, Rusya, Fransa gibi devletlere ait kapitalist şirketlerdir. Evet, bu ülkenin kaynaklarının başlarına Hanslar geçirilmiş fakat Ahmetler Mehmetler ise kazma kürek Madencilikle uğraştırılmıştır. AKP hükümetinin marifetlerinden yeni bir tanesi ise sanki bu ülkede maden için açılmamış alan kalmamış gibi havasını, suyunu, kaynaklarını kâfirlere talan ettirdikleri yetmezmiş gibi hiçbir engelleme getirmeksizin ülkenin her alanında madenlerin kaymağını kâfirlere peşkeş çekip var olan doğal alanların ise bozulması için aveneleriyle birlikte gece gündüz
Ham olarak satılan madenlerden elde edilen geliri çok büyük bir meblağ gibi halka ballandıra ballandıra anlatan fakat ihraç ettiklerinin onlarca katını ithal ettiklerini bir türlü ağzına alamayan bu fasit düzenin fasık yöneticileri, kirli yüzlerini karanlıklarda gizlemeye çalışmaktalar. Şu bir hakikat ki küresel kapitalist şirketlerin asıl amacı kar ve elde ettikleri kârı ise kendi ülkelerine transfer edilmesi meselesidir. Bunu bir çarpıcı örnekle somutlaştıralım 1935-1960 yıllarında ABD, şirketleri Şili de ürettikleri bakır madeninin gelirinin %91’ini kendi ülkelerine transfer ederken sadece %9 u buradaki işletmenin de-
37
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Türkiye’deki Madenler Hangi Devletlerin Sömürü Çarkını… kâfirlerin menfaati için mecliste gerekli yasal düzenlemeler yapmalarıdır. Var olan maden kaynakları atıl duruma getirilmiş yerine yeni bozulacak alanlar seçilmiş, atıl duruma getirilmiş olan birkaç maden işletmesi şunlardır; Malatya–Hasan Çelebi, Bingöl demir yatakları, Mazıdağı fosfat yatağı şuan atıl durumda bırakılmış. Hâlbuki Türkiye her yıl demir, gübre ithal etmektedir.
Şimdi bakışımızı keskinleştirip üzerimizdeki ölü toprağını atmamız gerekmektedir bu gün çok basit teknolojilerle demir, kurşun gibi madenler sanayide çok yüksek oranda kullanılabilirken, savaş sanayisinin hammaddesi olan demir, çelik, krom çok yüksek düzeyde olmasına rağmen neden cüzi fiyatla ham olarak satılmaktadır. Daha önce de değindiğimiz gibi bu kadar yüksek iktisadi maden potansiyeline sahip olan bu ümmete elbette sorumluluklar düşmektedir, çünkü bu zenginlik ümmetin malıdır ümmetin malı ise talan edilmek için kâfirlerin ayakları altında olması için değil ümmetin refahı için kullanılmalı. Herkes takdir eder ki bir ailenin sorumluluğu çocuğa, aklı olmayana verilmez aksi takdirde var olan kaynağı tüketip yağmalar. Bizler basit bir ailenin sorumluluğunu çocuğa, aklı olmayana teslim etmekten imtina ederken nasıl olurda bütün ümmeti vebal altına alacak, onları korumaktan aciz olan, mallarına sahip çıkamayan kafirlerin, zalimlerin, menfaatine çalışan bu bozuk düzeni ve başındakilerini başımıza lider edinebiliriz. Bu gün olması gereken ümmeti dilenci konumuna getiren, kaynaklarını tarumar eden bu fasit nizamın yıkılarak yerine tertemiz olan İslam Nizamının hâkim olmasıdır, yine var olan yöneticiler tarihin çöplüğüne gönderilerek yerine herkesin emin olacağı Raşidî Halifelerin getirilmesidir. İşte o zaman ümmetin madenleri kâfirlerin sömürü çarkını döndürmeyecek. Raşidî Hilafet Devleti’nin güvenliğinde ümmete dönecektir.
5 Haziran 2004 de yapılan 5177 sayılı yasa değiştirilerek 3213 sayılı madencilik yasasıyla madencilik önündeki tüm engeller temizlenmelidir, bunun için ormanlar, su kaynakları, sit alanları, meralar, tarım alanları gibi birçok yer hiçbir denetleme getirilmeden alınan izinle şirketler bu istedikleri yerlerde maden araması yapıp işleyebilecekler. Şu bir gerçek ki hammadde olarak maden ticareti yapan hiçbir ülkenin iktisaden kalkındıkları görülmemiştir. Fakat hammaddesi olmamasına rağmen iktisaden kalkınmış birçok devlet mevcuttur. Türkiye dünya madenciliğinde 10. sırada yer almasına rağmen iktisadi girdi olarak 2-2,5 milyar dolarla 52. sırada yer almaktadır. ABD, 2 trilyon dolar maden ürünü satmakla birinci sırada yer alırken Rusya 400 milyar dolarlık maden ihracatı yapmakta, Avustralya da ise bu oran 100 milyar doların üzerindedir. Bu ülkeler madencilik bakımından çok zengin olan ülkeler değillerdir fakat buralarda var olan küresel kapitalist şirket ağları madencilik yönünden zengin olan ülkelerin madenlerini çok cüzi paralarla alıp kendi ülkelerinde yüksek teknolojiyle işletip çok geniş pazarlara çok yüksek fiyatlarla madenleri satmaktalar. Türkiye gibi geri kalmış, kalkınamamış ülkelerin ise emek hamallığının yanında iktisaden kalkınmış devletlerin çöplüğü olması yanlarına kâr kalmıştır.
Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
38
Esad MANSUR Evrensel siyasi tesir veya etkinin en önemli unsuru; devletin ideolojik olmasıdır. Bu durumda; ideolojik devlet bu ideolojiye göre dış siyasetini çizer ve böylece onun siyasetinin hedefi belli olup onu gerçekleştirmek için sınırlı bir bölgede değil bütün dünya çapında çalışır. Zira ideolojinin özelliği evrenselliktir.
- 1. BÖLÜM Giriş Bilindiği gibi Çin dünyadaki en kalabalık nüfusa sahip olan devlettir. Nüfus sayısı 1,3 milyarı aşmakta ve yüz ölçümü 9,6 milyon km² alana denk gelmektedir. Bu hali ile Çin’in yüz ölçümü ABD’nin yüz ölçümüne yaklaşıktır. Fakat bir devletin dünyadaki siyasi tesiri nüfus sayısına veya yüz ölçümüne göre ölçülmez. Ancak dünyadaki birinci büyük devlet ve diğer devletler üzerindeki tesir etme gücüne göre ölçülür. Özellikle; dünyadaki birinci devletin karşısında durmak, ona meydan okumak, onun proje ve planlarını teşhir edip bozmaya çalışmak, buna karşı başka projeleri ve çözümleri ortaya atmak, bunları uygulamak için ciddiyet gösterip tam ısrarla çalışmak ve buna benzer faal amellere başvurmakla ölçülebilir. İşte bizde Çin siyasetini incelerken dünyadaki evrensel siyaseti etkileme gücünü ve bunu gerçekleştirmek üzere sahip olduğu imkânları ve yaptığı eylemleri ele alacağız.
Komünist Çin’in Kuruluşu Çin 1949’da içinde komünist devrim gerçekleşince komünizmi bir ideoloji olarak benimsemişti. Kendi komünist lideri olan Mao’ya nispet edilip Maoculuk olarak adlandırılmıştı. Diğer komünist devletler gibi Sovyetler Birliğine tabi olmamıştı. Zira Çin devrimi Amerika’nın kurduğu tuzakla başarılı olmuştu. ABD, Sovyetler Birliğine rakip bulmak için Çin devriminin başarısını bir takım üsluplarla sağlayarak Çin’deki ajanları rezil ederek Tayvan adasına kaçmalarına mecbur bırakmış ve orada Milli Çin Cumhuriyetinin kurulmasıyla bunların çalışmalarını sınırlı kılmıştı.
39
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... mizledi ve o siyaseti teşvik eden bütün kitapları da yaktırdı. Bu devrim 1976’ya kadar sürdü. Vietnam savaşı ise 1964’ten 1976’ya kadar devam etti. Böylece ABD ve Sovyetler Birliği bu iki savaştan hedef edindikleri hususları elde ettiler. Nitekim bu esnada ABD diplomatik alanda çalışıp Çin’le temas etmek ve ona ABD’nin yürüttüğü dünya düzenini kabul ettirmek için uğraşıyordu. ABD Başkanı Nixon, Şubat 1971’de Birlik konuşmasında Çin’le diyalog kurmanın gerekliğinden söz etmişti. Daha sonra güvenlik için kendi Baş Danışmanı olan Henry Kisinger’i gizlice yöneticileriyle temas kurması için Haziran 1971’de Çin’e göndermişti. Bunun akabinde ise Ekim 1971 Çin BM’lere daimi üye olarak alındı. Böylece Çin ABD’nin liderliğinde var olan dünya düzenini kabul edip ‘Barış İçerisinde Yaşama’ya rıza gösterdi. Şubat 1972’de ABD Başkanı Nixon’un Pekin’e ziyareti gerçekleşti. Bu ziyaret tarihi sayıldı ve devletlerarası durumunda tarihi bir değişim noktası olarak da addedildi. Nitekim Sovyetler Birliğinin Küba’daki nükleer başlıklı füzeler krizi akabinde Viyana’da kabul ettiği kapitalizmle ‘Barış İçerisinde Yaşama’ fikrini, Çin on seneden sonra kabul etmiş oldu.
Bundan sonra ise, komünizme liderlik etme davası üzerinde Sovyetler Birliği ile Çin arasında çekişme başlamıştı. Ancak Çin halkının özellikleri, Çin’in dünyada etkili bir devlet olmasına yardımcı unsur değildi. Çünkü Çin halkı evrensel büyük bir devletlerinin olması tamahkârlığına sahip olmadığı gibi, dünya sorumluluğunun hissine de sahip değillerdi. Onun en yüksek tamahkârlığı bölgesinde etkili, büyük bir devlet olmaktı. Bu nedenle Çin bölgesel büyük bir devlet olarak sayılmıştır. Çin’e Karşı Amerika Ve Sovyetler Birliğinin İttifakı 1961’de Viyana’da ABD ile Sovyetler Birliği arsında dünyadaki nüfuz ve egemenlik paylaşılınca, güce başvurmadan sorunları çözmek için anlaşılınca ve bu nedenle ‘Barış İçerisinde Yaşmak’ veya ‘Detant’ adlı siyaset ortaya çıkınca Çin üzerinde de anlaşmaya vardılar. Fakat Çin bu siyasete karşı çıkıp Sovyetler Birliğinin komünizmden saptığını söylemiştir. Çünkü komünizme göre kapitalizmle anlaşmak mümkün değildir ve arasındaki çekişme ebedidir. Onun hedefi de kapitalizmi dünyadan söküp yerine komünist sosyalizmi hâkim kılmaktır. Böylece Çin ile Sovyetler Birliği arasında çekişme ve düşmanlık durumu başladı ve hatta askeri çatışmaya dönüştü.
Çin - ABD İlişkilerin Gelişmesi Çin-ABD ilişkileri gelişmeye başladı. Fakat hep ABD tarafından teklifler ve fikirler geliyor, bu teklifler Çin’in önüne sürülüyor ve Çin de genellikle bunları kabul ediyordu. Nixon’ın, ‘Birlik’ konuşmasında Çin’le diyalogun kurulmasının gerekliliğinden söz etmesinden başlayarak, Tayvan veya Milli Çin’in BM’lere bağlı olan Milli Güvenlik Konseyinin daimi üyeliğinden uzaklaştırılması, yerine Çin’in getirilmesi, ABD Başkanının Baş Danışmanı Kisinger’in Çin’e gizlice ziyaret etmesi ve ondan sonra ABD Başkanı Nixon’un ziyaret etmesine kadar hepsi Amerika tarafından tertip edilen hareketlerdi.
1961’de ABD ile Sovyetler Birliği Çin üzerinde şöyle anlaşmışlardı; ABD Vietnam’da savaş çıkartacak, böylece Çin’i orada yıpratıp güney doğu Asya’ya uzanmasını engellemekle beraber, onu masaya getirip kendisine ‘Barış İçerisinde Yaşama’ siyasetini kabul ettirecekti. Bunu sağlamaya yönelik Sovyetler Birliği ise, Çin’in içinde bu siyasetin kabul görmesi için fikri savaş başlatarak propaganda hamlesini yürütecekti. Mao bunu hissedince 1966’da kendi ülkesinde kültür devrimi başlattı. Bu devrimle çok insanı teTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
40
Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... Sovyetler Birliğinin Çin’le ilişkileri gerginleşip aralarında çatışmalar meydana gelince ve Çin’in nükleer santrallerini vurmakla tehdit edince, 1971’de Nixon Sovyetlerin Çin’e tehdit etmesi karşısında ABD’nin buna seyirci kalmayacağını açıkladı. ABD’nin bu tutumla Çin’i kendi tarafına çekmesi, liderlik ettiği dünya düzenine ve ‘Barış İçinde Yaşama’yı kabul etmek için tuzakta koyduğu yem idi. Böylece Çin, Sovyetler Birliğinin daha önce kabul ettiği ‘Barış İçerisinde Yaşama’yı kabullenmiş ve böylece her ikisi de ABD’ye yönelik komünist propagandanın yapılmasından vazgeçmiş oldu.
sette Avrupa karşısında (Afrika’da olduğu gibi) da kullanmaya çalışıyor. Çin ile ABD Arasındaki Gerginliğin Sebepleri
Buna rağmen ABD ile Çin arasında gerginliğe sebep olan meseleler vardır. Bunlardan biri Kuzey Kore sorunudur. ABD doğu Asya’da varlığını sürdürebilmek için Kuzey Kore’yle durumu gergin halde bırakıyor. Nitekim o bölgede kendisine ait 250 bin asker vardır. Ayrıca; Çin’in o bölgede egemen olmasını engellemek için orada gerginliği devam ettiriyor. Zira bu ABD ile Çin arasında bölge Çin’in kendisi için ABD planları dâhilinde gerginliğe sebep olan meseleler saydığı tabii nüfuz bölgegelişen bu süreci daha sidir. 1994’te ABD Kuzey vardır. Bunlardan biri Kuzey sonra şu gelişmeler talip Kore’nin nükleer santralKore sorunudur. ABD doğu etti. 1978’de ABD BaşAsya’da varlığını sürdürebilmek lerini vurmayı tehdit etkanı Jemy Carter ABDmişti. Bu sorunu çözmek için Kuzey Kore’yle durumu Tayvan (Milli Çin) saiçin anlaşma yapılıp tehgergin halde bırakıyor. Nitekiam o vunma antlaşmasını ilga ditler durduruldu. ABD etti. 1979’da ABD Başkan bölgede kendisine ait 250 bin asker bu vurma operasyonuyardımcısı Walter Mounvardır. Ayrıca; Çin’in o bölgede nun faydadan daha zidale Çin’le ilişkileri noregemen olmasını engellemek için yade zarar getireceği hemalleştirmek üzere Çin’i orada gerginliği devam ettiriyor. sapları yaptı. Çin’i kayziyaret ederek daha önce bedebilirdi. Oysa Çin’i Nixon’un ziyareti akabinde başkentlerinde kazanmak, kullanmak, ondan faydalanmak açtıkları ‘Temas Kurma Büroları’nı Büyükelve bir takım çıkarları elde etmek için plançiliklere çevirdi. Sonra ABD Savunma Bakaları vardı. Yine de Tayvan adasının meselenı Harold Brawn Batı Pasifik (okyanusun)’de si ABD ile Çin gerginliğe sebep olmaktadır. Amerika’nın gücünü artıracağını açıklayınca ABD bu adanın Çin’e ait olduğunu içerik ola(Çin buna her zaman itiraz etmesine rağmen) rak tanımasına rağmen hala Çin’e ilhak edilbu sefer itiraz etmeyip bunun arkasında Çin medi. ABD bu adadaki Çin’in hakkını bir koz halkını temsil eden Milli Çin Cumhuriyeti olarak kendisine karşı kullanmaktadır. değil de Çin Halk Cumhuriyeti diye tanıdı. İşte bu iki mesele dışında ABD ile Çin araBöylece Amerika Çin’i yanına çekip kazansında gerginliği meydana getiren bariz mesedı. Daha önce Sovyetler Birliğine karşı Çin’i leler pek yoktur. Ancak Çin’in iç sorunlarına çıkartıp komünist dünyayı bölmek için nasıl karışmak üzere ABD’nin çalışması vardır. onu kullandı ise, Sovyetler Birliğinin Asya’da ABD, Çin içinde insan hakları ve hürriyetler nüfus sağlamak üzere gerçekleştirdiği faalimeselesini kışkırtmaya çalışıyor. Fakat Çin yetleri engellemek için de kullandı. Ve ilerde 1989’da Pekin meydanında yaptığı gibi bunu onu kullanmak için yol açıldı. İşte bu gün de, ezmek ve öldürmekle karşıladı. Yine de Tiiktisatta ki malî sorunlarını çözmek ve siya-
41
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... bet ve Budist rahip Dalai Lama’nın meselesi da vardır. ABD bunları belli çıkarları elde etmek maksadıyla Çin’e baskı unsuru olarak kullandı. Ayrıca ABD Doğu Türkistan meselesini Çin’e karşı istismar etmek üzere bazı Müslümanları kazanıp kullanmaya çalışıyor. İşte bu nedenlerden dolayı Çin, ABD karşısında savunma konumundadır ve hiçbir zaman saldırgan konumuna geçmez. Hatta Çin, ABD’nin kendi içişlerine karışma çabalarına karşı saldıran tutuma girmez ve onu etkileyici tutum da sergilemez.
kurmak gerektiğini belirterek istişare yapmaya ve barışçı çözümlere başvurmaya çağırmıştı. (24.11.2007 Çin Haber Sitesi) Yine Çin Halk Sitesinde, Çin’in Darfur’la ilgili siyasetinin şu esaslar üzerine kaim olduğu açıklanmıştır: “Sudan’a baskı yapmayı reddetmek, diplomatik ikna etme yolunu kullanmak, orada Afrika gücüyle beraber BM’lere ait gücü yaymaktır.” İşte bu görüşler ABD’nin Sudan’la ilgili siyaseti istikametinde ki görüşleridir. Nitekim Rusya da, Orta Asya’da Amerika karşısında durabilmek ve kurtuluş isteyerek İslam’a dönmek için çalışan Müslümanların karşısında durabilmek için Çin’i kullanmaya çalıyor.
Çin’in Amerika ve Rusya Tarafından Kullanılması Çin hep Amerika’nın teklif ve fikirlerini bekler, fakat kendisi hiç bir fikir veya teklifi ABD’ye sunmaz. Diğer devletlere fikir, proje ve pakt kurma önerisini göstermez. Daha doğrusu diğer devletler ona bu tür hususları arz eder. Misal olarak; Rusya ona pakt kurma fikrini sunarak 1996’da Şanghay anlaşmasını imzalamıştı. Dünya müşkülleri hakkında fikir ve çözüm pek göstermez, başkalarınkini benimser. Böylece etkileyici olmayıp etkilenen devlet gözükür. Bu açık bir şekilde BM’ler ve buna bağlı olan Devletlerarası Güvenlik Konseyinde görülmektedir. Bu kuruluşlarda dünya sorunları hakkında ondan pek teklif veya çözüm gelmez. Başkalarınınkini ya kabul eder ya da reddeder veyahut da çekimser olur. Bu şekilde başkaların tesiri altında kalıp kendi çıkarını buna göre ayarlar. Misal olarak; Afrika’da Avrupa karşısında ABD onu kullanmaya çalışmaktadır. Sudan’ın Darfur sorunu, Demokratik Kongo ve diğer Afrika devletlerinin sorunlarında ABD’nin Çin’i nasıl kullandığı görülmektedir. Şubat 2007’de Çin Başkanı Hu Jintao Afrika’nın bir kaç devletini ziyaret ederken Sudan’a uğrayıp Sudan’ın kendi toprağı üzerine egemenliğine, toprağın birliğine saygı gösterdiğini, bunun sorunlarını çözmek için eşitçe diyalog Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Çin’in ABD’ye Karşı Faal Olmaması İşte Çin’in Amerika’ya karşı siyaseti; dünyanın herhangi bir yerinde faal olarak onu tehdit eden veya onunla yarışan veyahut onu birinci devlet merkezinde sıkıştıran değil de, genellikle çıkarları ekseninde onunla anlaşmaya yönelik bir siyasettir. Bu son mali krizde ABD kendini kurtarmak için Çin’e yaslanmaya başlamıştır. Çin kendine Amerikan yatırımını çeken bir ülke idi. Fakat bu krizden sonra ABD kendi hazinesini, şirketlerini ve bankalarını kurtarmak için Çin’in yatırımlarını kendisine çekmeye başladı. Buna binaen Morgan Stanly gibi mali şirketlerinden on milyarlarca dolar değerinde hisse satın aldığı gibi, Freddie Mc ve Fannie Mae emlak firmalarından yarım trilyon dolar değerinde gayrı menkul satın aldı. Bunun yanında ABD’nin hazinesine ait bir trilyon dolara yakın hisse senedini de satın aldı. Sanki en direk olarak bu tür hisseleri almaya mecburdu. Nitekim dünyada dolar rezervi en fazla Çin’de vardır. Bunun miktarı iki trilyonu aşmaktadır. Dolar sanki Çin’in resmi dış parası olmuştur. Zira Çin, dışarıda malı ve ticari işlemlerinde dolarla çalışmaktadır. Bütün bu hususlar
42
Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... Amerika’nın ekonomisini destekler ve yıkılmasını engeller. Geçen sene -2009- Nisan ayında, Londra’da yapılmış olan G20’in yan toplantılarında ABD Başkanı Obama Çin Başkanı Hu Jintao ile görüşmesinde ‘stratejik diyalog’ kurma mekanizması ve de ‘iktisadı diyalog’ kurma mekanizması oluşturma teklifinde bulununca Çin bu teklifi kabul etti. Buna göre ‘stratejik mekanizma’nın ABD’nin temsilcisi onun Dışişleri Bakanı H. Clinton ve iktisadi mekanizmanın ABD’nin temsilcisi onun Hazine Bakanı T. Genther olacaktır. Bu anlaşmayla ABD, Çin vasıtasıyla hem siyasi hem ekonomik hedefleri gerçekleştirmeye çalışır.
ziyaret etmeden önce “Çin’in evrensel rolünü hoşça karşılıyoruz” derken şunu da açıkladı: “Çin canlı ve rekabet eden bir ortaktır.” Ve devamla şöyle açıkladı: “ABD olarak Çin’i siyasetimizin içine sokmaya çalışmıyoruz. Çin’le iyi alakayı kurmak diğer devletlerle ikili ilişkilerimizi ihmal etmek demek değildir. Daha doğrusu güçlü ve pek ilerlemiş Çin’in tırmanması devletlerarası durum için kuvvet kaynağıdır.” (Reuters 14.11.2009) Obama Çin’i ziyaretinde her konuda yardımlaşmayı sürdüreceğini ilan etti. Buna askeri yardımlaşma da eklendi. Bu nedenle Çin, Aden Körfezinde bir askeri üs kuracağına dair açıklamalar yaptı. Bunun manası; ABD Çin’i oraya çekip bu körfezde Avrupa karşısında onunla yardımlaşacaktır. Yine 9.6.2010 tarihinde ABD, İran’a müeyyideleri artırma hususunda Çin’i kendi yanına çekebildi. Oysa Çin daha önce bunu kabul etmiyordu. Bu şekilde Çin ABD’nin isteklerine boyun eğdiğini bir kez daha göstermiş oldu.
Şu var ki; son zamanlarda Çin kendisinin ABD ve Rusya tarafından değişik yerlere çekilmeye çalışıldığını görmüş, kendisinden hem siyasi, hem iktisadi hem de askeri yardım istenmeye başlanınca da oralarda tecrübe kazanıp devletlerarası durumu anlamaya başlamış, bu da onu evrensel büyük devlet olma düşüncesine yöneltmiştir. ABD Başkanı Obama geçen sene -2009- Kasım ayında Çin’i
Devam Edecek…
43
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Halime AYDIN
T
ürkiye’de 2003 yılından beri, düzenli olarak her sene “Türkçe Olimpiyatları” adı altında bir takım faaliyetler düzenlenmektedir. Bu faaliyetler, büyük imkânların seferber edildiği organizasyonlar ve yabancı ülkelerde ki Fethullah Gülen ve cemaatine ait okullarda okuyan öğrencilerin katılımları ile gerçekleştirilmektedir. En iyi Türkçe öğrenenleri ödüllendirmek amacıyla, bu sene 8.si düzenlenen Türkçe Olimpiyatları, Yahudi varlığı “İsrail”in dünyaya meydan okuyarak Müslümanları katlettiği bir zamana denk gelmiş olmasına rağmen her sene ki gibi bir takım organizasyonlarla kutlanmıştır. Şiirler okuyan, türküler seslendiren öğrenciler, yoğun çabalarla hazırlanıp, her sene benzerleri tekrarlanan görüntüler sergilemektedirler. Bu sene ki etkinlikleri, hükümetinde resmi televizyon kanalı TRT eliyle desteklemesi, her fırsatta İslam’a saldıran -Erdoğan’ın tabiriyle- taşeron medyanın geniş övgülerle yer vermesi de dikkat çekici idi. Başta söylediğim gibi; büyük maddiyatlarla sekiz seneTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
dir hazırlanan ve Türkçe Olimpiyatları olarak isimlendirilen bu faaliyetlerin, ümmete ne kazandırdığını ve ne gibi sonuçlar doğurduğunu ele almaya çalışalım İnşaAllah. Öncelikle bu sene ki organizasyonlar hakkında yapılan yorumlara birkaç örnek verelim: “Türkçe Olimpiyatları beklediğim sabahtı. Fecri sadık doğdu. İslam güneşi her tarafı aydınlatacak, hakla batıl açıkça görülecek.” (Hekimoğlu İsmail)
“Gurur verici. Türkofonik bir dünyanın oluşmaya başladığını gördük. Bundan 10-15 yıl sonra Türkofonik dünyanın alacağı şekle ve geleceğe Türkçe Olimpiyatları’nın gözüyle bakmak heyecan vericiydi.” (Akif Beki) “Dünyanın 120 ülkesinden gelen çocukların coşkuyla Türkçe konuşmaları gurur vericiydi. Ben bunu Türkiye adına yapılmış büyük bir hizmet olarak görüyorum. Yeni ve modern anlamda bir kültür milliyetçiliği olarak görüyorum.” (İsmail Küçükkaya)
44
Türkçe Olimpiyatları “Çok güzel bir tablo. Hem Türkiye’nin geleceğine hem de bu ülkelerin geleceğine bu hareketin büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum. Gençler ülke ilişkilerinin düzelmesinin de mimarı olacaklar.” (Hasan Karakaya)
kalkındırmamıştır. Aynı şey Türk dili ve diğer diller içinde geçerlidir. İnsanların bin bir türlü çabalar sonucu telaffuz edebildikleri Türkçe şiirleri okumakla, Türkçe şarkıları seslendirmekle, dünyaya daha aydın bakacaklarını zannetmek mantıksız bir yaklaşımTürkiye’nin aydınları olarak nitelenen kidır. Dil öğrenmek meselelere aydın bakmayı şilerin yorumlarından birkaç örnek verdikten öğretmez. Bu bağlamda yapılan yorumlarsonra, bu meseleye aydınca bakıp bakmadıkda olduğu gibi, Türkçe öğretmek ile İslam larını irdelemek gerekmektedir. Elbette dil güneşinin her tarafa yayılacağı arasında bir insanların iletişimi açısından önemli bir araçbağlantı kurmak olsa olsa bir hayal olabilir. tır. Farklı kültürlere sahip insanlar birbirleİslam’ın yayılmasında dil, önemli bir rol oyriyle dil aracılığıyla anlaşabilirler. Allahu nayacaksa eğer, şüphesiz bu dil Kur’ân’ın dili Teâlâ, kendi varlığına ve hikmetine bir delil Arapça’dır. Arapça diğer dilolarak insanları birbirlerini lerle aynı fonksiyona sahip anlayamadıkları farklı dillerTürkçe öğretmek ile İslam olmasının yanı sıra, kapsamı, de yarattığını bildirmiştir: güneşinin her tarafa etkileyiciliği açısından diğer yayılacağı arasında bir ِ او ِ ِ ض ِ ات َوالأَْ ْر م الس ْق ل خ ه ت ا آي ِن م و َّ ُ َ ْ َ َ dilleri geçmiştir. Arapçanın َ َ bağlantı kurmak olsa ِ ف أَل ِك َ ُم إِ َّن فِي َذل ُ َاخ ِتلا ْ َو tesir gücünü kâfirler bile َ ُم َوأَل ْ ْوا ِنك ْ ْس َن ِتك ِّ olsa bir hayal olabilir. َلآ ٍ ِ ِين م ل ا ْع ل ل ات ي َ َ َ itiraf etmektedirler. İslam’ı İslam’ın yayılmasında dil, anlamak, Kur’ân’ın mesajını “Göklerin ve yerin yaönemli bir rol oynayacaksa idrak edebilmek için, Arap ratılması ile dillerinizin ve eğer, şüphesiz bu dil dili önemli bir araçtır. Türkçe renklerinizin ayrı olması, Kur’ân’ın dili Arapça’dır. konuşabilmek, aynı şekilde O’nun ayetlerindendir. ŞüpArapça diğer dillerle aynı Türkçe konuşan bir insana hesiz bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.” fonksiyona sahip olmasının İslamı anlatmaya yarayacaktır. Ki dünyada sadece Türkyanı sıra, kapsamı, (Rum 22) lerin yaşamadığı gerçeğini etkileyiciliği açısından İnsanların hangi dile ve göz önüne alırsak, Türkçe diğer dilleri geçmiştir. hangi ırka mensup olacaklaöğrenmek ile İslamın dünyarını belirleme yetkileri yokya yayılması arasında bir bağın olamayacatur. Bir ırkın diğer bir ırka üstünlüğü olamağını idrak edebiliriz. Bunun dışında bir dilin yacağı gibi, dillerinde birbirlerinden üstün diğerine üstün olduğunu, dünyaya yayılmaolduğu iddia edilemez. Bu sebeple fonksisıyla parlak bir geleceğe ulaşılacağını iddia yonları bakımından, Türkçe ve diğer diler etmek yersizdir. arasında bir fark bulunmamaktadır. Dünyada ki bütün diller aynı görevi görür ve iletişimi sağlarlar. İnsanlara Türkçe öğretmek ile İngilizce öğretmek arasında hiçbir fark yoktur. Yıllardır Türkiye’de İngilizce yabancı dil olarak öğretilmektedir. Dahası dünyada da böyledir. Türkiye ve dünyada öğrencilerin ilkokuldan itibaren İngilizce öğrenmeleri, ne Türkiye’yi ne de dünyayı kültürleştirmemiş,
Kaldı ki, Türkçeyi oluşturan kelimeleri incelediğimizde, birçoğunun Arapça, Farsça vs. kökenli olduğunu görebiliriz. Yani Türkçe’nin diğer dillerden üstün bir yanı yoktur. Her dilin kendine özgü bir yapısı ve güzellikleri vardır. Bu Allahu Teâlâ’nın gücünü, her şeyi muhteşem bir organize ile nasıl organize ettiğini tefekkür edebileceği-
45
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Türkçe Olimpiyatları miz bir konudur. O bakımdan beş milyonluk dünya nüfusunun üç milyonu Türkçe konuşsa da kalkınma adına değişen bir şey olmayacaktır. İngilizlere göre de bütün dünya İngilizceyi konuşursa medenileşecektir. Halbuki dünyanın sorunu, ortak bir dile mensup olmak değildir.
ya başlanmıştır. Azerbaycan’da, Nahçıvan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Türkmenistan’da, Tacikistan’da okullar açılmış, 2004 yılının sonlarında ise gülen cemaatinin Özbekistan’da ki okulları CIA ile paralel çalıştığı iddiasıyla, Rusya tarafından kapatılmıştır. Dünyanın birçok yerinde okul açıp, binlerce öğrenci yetiştirmek, o okullarda görev yapacak öğretmenleri gönderebilmek ve her türlü ihtiyaçlarını karşılamak, bütün bunları organize edebilmek basit bir iş değildir elbette. Eski ABD Başkanı Clinton tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen, Amerikan Foreign Policy dergisinin yaptığı ankette “yaşayan en büyük entelektüel” seçilen Fethullah Gülen’in, İslam düşmanı bu insanlar tarafından neden bu kadar sevildiği, bu kadar maddi desteği kimden temin ettiği çokça tartışılan ve düşündüren bir konudur. Bu konuda yorum yapmadan Fethullah Gülen’in kendi sözlerine yer verelim; “Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyayı kumanda edebilir. Bütün dünya da yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı. Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinden hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. Amerika ile iyi geçinmezseniz işinizi bozarlar. Amerika’nın bize yarım arpa kadar sadece bizim menfaatimize desteği yoktur. Buna rağmen şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir.”
Dünya üzerinde insanlar, ekonomik sıkıntılarla, sefaletle, haksızlıklarla karşı karşıyadır. Aynı sıkıntıların yanı sıra özel olarak Müslümanlar, asimile çalışmaları, propagandalar ve katliamlarla karşı karşıyadır. Dahası kendi aralarında ki ihtilaflar ile meşgul durumdadırlar. Ne zaman ki dünya üzerinde Müslümanlar, kapitalist nizamın, ecnebi kültürün etkisinden kurtulmayı başarırlar, İslami ideolojiyi tedebbür ederler, işte o zaman ortak bir dile sahip olabilirler. Ayrıca yapılan organizasyonlarda Türkçe sevgi dili olarak tabir edilmiştir. Acaba kimlere yönelik, kimler için bir sevgiden bahsedilmektedir? Dinlerarası diyalog faaliyetlerini hatırlatan bu ifadeyle kastedilmek istenen nedir? Tağutların yeryüzüne egemen olduğu, Müslümanların aç bırakıldıkları, zulüm gördükleri, katledildikleri, evlerinden, yurtlarından çıkarıldıkları, bütün bunlara karşı zalimlerden hesap soracakları günleri bekledikleri bir konjonktürde, kim, kime karşı sevgi ve muhabbet duyacaktır? Yeri geldiğinde Müslüman kardeşlerini terörist ilan edenlerin, sevgiyi, hoşgörüyü dillerinden düşürmemeleri, yaşadıkları ve yaşattıkları çelişkiler, bu soruları akla getirmektedir. Hoşgörü ve sevgiden bahsedip, diğer yandan “İsrail”in katliamına yönelik Fethullah Gülen’in sözleri bilakis, ümmette kızgınlığa ve öfkeye sebep olmuştur. Şuna da değinmekte fayda vardır. Gülen cemaatinin Türkçe konuşmayı öğreten okulları, 1980li yılların sonuna doğru, özellikle Türkî cumhuriyetlerde açılmaTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Amacım Türkçeyi aşağılamak değildir. Müslümanların nasıl çelişkiler yaşadıklarını göstermektir. Türkçenin diğer dillerden üs-
46
Türkçe Olimpiyatları tün bir yanının olmadığını, ümmetin şu anda Türkçe öğrenmeye ihtiyacı olmadığını ifade edebilmektir. Zira yeryüzü Müslüman kanıyla boyanırken, Müslümanlar akıl almaz zulümler görüyorlarken, bin bir türlü oyunlar oynanırken, yabancılara Türkçe konuşmayı öğretmekle, Türkçe olimpiyatları düzenlemekle ne kazanılabilir ki? Sekiz yıldır ne kazanılmıştır? Türkçe veya Arapça veya başka bir dilde şarkı söylemenin şiirler okumanın ümmete ne gibi getirileri olacaktır? Böyle bir durumda ancak, içgüdülerini organize edememiş bir insan, milliyetçi bir ruh hali içerisinde gururlanıp, alkış tutabilir. Duygusal tepkiler verebilir. Hâlbuki Müslüman, milliyetçi duygulardan arınmak zorundadır. Ümmetin bu tip organizasyonlara ihtiyacı yoktur. Ümmetin İslam’a sarılarak, Allah’ın boyasıyla boyanarak kalkınmaya, zalimlerin zulümlerine son vermeye, zalimlerden hesap sormaya ihtiyacı vardır. Bu kadar insan maddi sıkıntılarla yaşarken, ümmet için bir fayda sağlayamayacak böylesi organizasyonlara maddi yatırımlarda bulunmanın bir gereği yoktur.
esasları doğrultusunda hazırlanmış belli bir müfredatı vardır. Bu müfredat, dini ilkelerini geri plana iten, laik ve amellerinde menfaatçiliği esas alan insan tipi oluşturmayı hedeflemektedir. Kullanılan dil Türkçe de olsa, Arapça da olsa, Kürtçe de olsa, eğitim müfredatı aynıdır. Ümmetin enerjisini bu gibi işlere harcamak yerine ümmetin kalkınmasını sağlayacak işlerle meşgul olmak, bu ümmet için daha hayırlı sonuçlar doğuracaktır. Zaten bu faaliyetler, ümmetin vahdetini sağlayacak, izzet ve şerefe kavuşmasına vesile olacak, gerçek anlamda kalkınmasına sebep olacak faaliyetler olsaydı, batıdan, batı yanlısı medyadan ve hükümetten bu kadar destek göremezdi. Bu faaliyetlerle Müslümanları oyalamak ağır bir vebal yüklenmektir aynı zamanda. Aklıselim herkesin, milliyetçi duyguları bir kenara bırakıp, gerçekçi düşünmeleri ve bu çalışmaların ümmete ne faydası olacağını tefekkür etmeleri gerekmektedir. Ki ümmeti kalkındıracak, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’ün metodu üzerinde çalışsınlar. Ümmetin ihtiyacı olan İslamî hayatı yeniden başlatmaya dönük çalışmalar sergilesinler.
Ayrıca dünyanın hangi bölgesinde okul açılırsa açılsın, okulların kapitalist nizamın
47
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Hakkı EREN Geçen Sayıdan Devam... duyacağını da söylüyor ama bunu kendince doğru bulmuyordu.
D) JOHN STUART MİLL (1806-1873) Stuart Mill, Ricardo ile yakın ilişkisi olan babası Jamest Mill tarafından küçük yaşta eğitilmeye başlandı. Sekiz yaşında iken Yunan klasiklerini orjinal metinlerinden okuyabilen Mill, on üç yaşında dönemin iktisadçıları olan Smith ve Ricardo’yu da okumaya başlamıştır.
1823 yılında East İndia Company’de babasının yanında asistan olarak işe başladı. Ve burada 25 yıl çalıştı. Hayatının son yıllarında kısa bir süre parlemento üyeliği de yaptı. Bu süre içerisinde işçi sınıfının hakları ve kadınlara da oy kullanma hakkının verilmesi için oldukça çalıştı.
Mill, Klasik iktisadi düşündeki amacının yeni bir şey ortaya koymak değil, Smith’den beri gelen klasik analizi sağlam bir temele otutturmak olarak belirtmiştir. Fakat yaptığı çalışmalar ile bu amacın ötesine ulaşmıştır diyebiliriz. Mill niteliksel mülahazaların, niceliksel mülahazalar kadar hesaba katılmasını gerektiğini söylüyor ve şöyle diyordu. ‘Mutmain bir aptal olmaktansa, tatminsiz bir Sokrates olmak iyidir.’ Mill, bunu söylerken farklı zevk çeşitlerinin olduğunu da belirtiyordu. Kimilerinin somut zevkler peşinde koşacağı gibi kimilerinde soyut zevklere ilgi Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Değer Yaklaşımı: Mill’in iktisad teorisi üzerine yazdığı ilk denemelerinden biri üretken ve üretken olmayan emeği tanımlamaya çalışıyordu. Bildiğimiz gibi klasikçiler ancak maddi nesneler üretildiği zaman emeği verimli veya üretken olarak kabul ediyorlardı. Mill bu düşünceye bir açılım getirdi. Elle tutulmayan yani maddi olmayan bazı emeğinde üretken olabileceğini söyledi. Örneğin; işçileri eğitmek için harcanan emek gibi. Fakat yinede klasik analizin dışına fazla çıkamıyor
48
İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm ve şu kaydı ‘bu tür emekleri, nihai sonucunun maddi ürünlerde bir artış sağlaması koşuluyla’ koyuyordu.
etmesi gerektiğini savunanların hayat ideali beni cezbetmiyor. İnsanların bu mücadele içerisinde birbirlerini ezip geçme, sıkıştırma ve haklarını yemeleri insan soyunun en kötü kaderi veya endüstriyel gelişmenin evrelerinden birinin nahoş semptomlarıdır.”
Üretim ve Dağıtım Yasaları ile İlgili Görüşü: Mill‘in klasik gelenekle gerçekleştirdiği en önemli değişiklik, genelde iktisadi faaliyete özelde ise gelir dağılımını yöneten yasalara getirdiği yeni yorumdu. Mill, iktisadi yasaların iki türünü birbirinden ayırarak yoluna devam etti. Birinci tür yasalar üretimi yönetmekte idi ve bunlar tabiat ve teknoliji tarafından tesbit edilen değişmez yasalardı. Bununla birlikte toplumsal ürünün bölüşümünü yöneten ikinci tür yasalar ise, farklı bir katagori oluşturmaktaydı. Bu yasalar toplumsal olarak tesbit edilip insanın denetiminde bulunmaktaydı.
Bu görüş İngiltere’deki çağdaşlara hitabendi. Aynı zamanda Mill, ABD’deki olayları yakından inceliyor ve bu konuda onlara daha da sert sözler söylüyordu. “Bütün bu iktisadi gelişmenin onlara sağladığı şey; cinsiyetlerinden birinin tümünün hayatlarını dolar avcılığına, diğerinin ise dolar avcıları yetiştirmeye adamış olmalarıdır.” Ayrıca kâr oranlarının düşmesi ile irtibatlı istikrarsızlıklar, her zaman daha fazlasını isteyen müteşebbislerin yüksek riskli maceralara atılmasını da engelleyecektir diye düşünmüyordu. İktisadi riskin ve durgunluğun olması, açgözlü kapitalistlerin düşünmesine vesile olur demeye çalışıyordu.
Maltus’un işçi sınıfının tedbirli davranmasını yönelik hiç ihtimal vermediği nüfus yasasına karşın ise Milli, işçilerin bir şekilde davranış alışkanlıklarının değişebileceğini ve bunun için yoğun bir eğitim gerektiğini söylüyordu. Mill şöyle diyordu; ‘İşçilerde eğitim ve meydana gelen gelişmeye karşın, nüfusun sermaye ve istihdama göre tedricende olsa azalan bir oran tutturması imkansız gibi gözükmemeli’.
İktisad Siyaseti: Mill, seleflerinin aksine belli konularda iktisadi hayata devlet müdahalesi olması gerektiğini düşünüyordu. Ona göre hükümetler sivileştirme misyonlarını gerçekleştirirken, aynı zamanda önemli bir istikrara kavuşturma işlevini de yerine getirebilirlerdi.
Zımni Hedefler Revizyonu: Klasik yazarların bütünü sürekli olarak iktisadi gelişmeye dem vurmuştur. Üretimde ki artışın iktisadi büyemenin temel faktörü olduğunu dillendirmişlerdir. Fakat Stuart Mill, bu düşünceye karşı çıkmıştır. Mill, bu düşünceye “üretim artışının hala önemli bir hedef olduğu yerler ancak dünyanın geri kalmış ülkeleridir” diyerek karşı çıkıyordu.
Ayrıca Mill, sermaye ihracatını da savunmuştur. Borç veren ülkenin, borç alan ülkeden düşük maliyetle ham madde ve yiyecek kaynaklarını işletmesi dahilinde kârının iki misline çıkacağını söylemiştir. Yani bir nevi emperyalizm! Mill’in görüşlerinin kendi döneminde filizlenen Sosyalist düşüncelerden etkilendiğini ve Smith’den bu yana konan yasaların artık iflasın eşiğine geldiğini, hatta klasik ekolün son iktisadçısı Miil’in bile bu yasalardan
Mill’e göre; gelişmenin durması yani sabit durum, kötü bir durum değildi. Aksine o şöyle düşünüyordu; “itiraf etmeliyim ki, insanın normal durumunu ilerletmesi için mücadele
49
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm bazılarına karşı durmaktan beri olmadığını görmek mümkündür. Her ne kadar çabalasa da yine de klasik iktisadi düşüncenin ve analitik programların vakıanın değişmesi ile değişmesine engel olamamıştır.
ve bölüşümün analizi hususunda yeni bir biçimlendirme yapmıştır. Onun yorumuna göre; geliştirme sermayeye dayalı olarak düzenlenmiş, üretim alanlarında geçim sektörü emek gücünden bütünüyle soğurulmuş bir aşamaya varacaktır. Ve bu nokta, iktisadi dünyanın ikinci aşamasıdır. Yani artık neoklasik iktisadın içerisine girilmiştir.
E) KLASİK İKTİSADA EKLER • Adam Smith’in ‘Miletlerin Zenginliğinden’, Stuart Mill’in ‘Siyasi İktisadın İlkeleri’ arasında görülen bu analitik sentez, oldukça önemli değişikliler göstermiştir. Çünkü bu süreç, vakıa itibari ile hızlı bir değişimin yaşandığı bir zaman dilimine tekabül eder. • Günümüzde bile, temel iktisadi meseleler ile alakalı düşünceler ortaya koymak isteyenler klasik literatürü ziyaret etmekte ve incelemektedirler. Gelir, gelirin bölüşümü ve iktisadi büyüme gibi temel iktisadi meselelere ilişkin söyledikleri, günümüz sorunlarına çözüm bulmak isteyenlere sunacak çok şeye sahiptir.
• Klasik geleneğe yapılan ziyaretlerin en hünerlisi ise, Ricardo’nun mektup ve edisyonlarını bir araya getiren Piere Sroffa’dır. Sroffa; klasik analizin dinamik hamlesini bir kenara bırakarak Ricardo’nun değer takdirine Klasik iktisadçılar başvuruda bulunmaksızın, serbest piyasanın tahıl ekonomisinin bir yararlarını hep dile kâr oranı sağladığı temel getirmişlerdir. Klasik üzerine bir ekonominin ekolün mensuplarına göre, sorunlarını, varlığını ve serbest piyasa tezi iktisadi gelişmesini sağlayan bir kaynakların tahsisini en sistem kurmuştur.
ileri düzeye getirmek için bir süreç olarak değil de, daha çok büyümenin lokomotifi olarak önemlidir.
• Klasik iktisadçılar serbest piyasanın yararlarını hep dile getirmişlerdir. Klasik ekolün mensuplarına göre, serbest piyasa tezi iktisadi kaynakların tahsisini en ileri düzeye getirmek için bir süreç olarak değil de, daha çok büyümenin lokomotifi olarak önemlidir.
• Modernleştirilmiş klasik analizin ortaya çıkardığı en ilginç sonuçlara W.A. Lewis ulaşmıştır. Lewis’in ortaya koymuş olduğu ”az gelişmiş ülkelerde büyüme modeli” analizi oldukça önemlidir. Lewis’in bu ilginç analizi; klasik analitik düşüncenin varyasyonlarının günümüz meselelerine katkıda bulunacağı bir örnektir.
• Klasik ana görüşün mesajı, toplumda var olan fakirlik gibi sıkıntıları ortadan kaldırmanın en iyi yolunun üretimi genişletmek olduğuydu. Yani fakirler, kendilerini korumaya yönelik yasalar yerine, büyüyen ve güçlü bir iktisadi sürecin içerisinde sorunlarından kurtulabilirdi.
Lewis; bu sentezine göre tipik az gelişmiş ülkeyi iki bölümden müteşekkil görmüştür. Kapitalist sektör ve geleneksel geçim sektörü.
• Klasik yazarların iktisadi meseleleri devletin müdahalesine hoş bakmamalarına neden olan sebep, yaşadıkları dönemin koşulları idi. Yoksa bu tür müdahalelere katı bir şekilde karşı değillerdi.
Lewis; orjinal klasikçilerin kulandıkları sınıf farklılıklarının yerine, sektörel farklılıklar yerleştirmek süretiyle büyüme Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
50
İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm • Klasik gelenek, tabiki bazı sorunlarıda cevapsız bırakmıştı. Bu sorunların önde gelenleri ise şunlarıdır;
• Klasik teori; değer ve fiyat ilişkilerine dikkatleri yöneltmiş ama bu meseleleri kendileri adına incelememiştir. Aksine onlara önem verilmemesinin nedeni, büyüme ve bölüşümle ilgili önemli sorunlarla ilişkileri olmuştur.
1-) Piyasa fiyatının teşekkül sürecini 2-) İktisadi dalgalanmalar sorununu 3-) Arz koşullarının ve maliyetlerinin tam olarak izahını
• Klasik düşünce; feodal toplum, ortadoks yaklaşım ve özgürlükçü fikirlerin birbirleri ile henüz kopmadığı ve makinalaşmanın çoğalmaya başladığı bir süreçte şekillenmiştir. O yüzden bu düşünceyi bu hususlar etkilemiştir diyebilirim. 1750’li yıllar ile 1870’li yıllar arasında bu şekillenme ortaya çıkmıştır. Kapitalizm’in ana düşüncelerini içerisinde barındırmıştır.
• Arz-talep konularını Stuart Mill detaylı olarak incelememiş ve bu problemin kokusunu alarak ve birşeyler düşünmüştür. • Klasik teorinin hakkını ve sınırlılıklarını tam olarak teslim etmesi için, o çağın kurumsal iklimini görmek gerekir. • Klasik teorinin analitik öncelikleri, iktisadi gelişmenin sorun ve ihtimalleri ile gelir bölüşümü ve toplam hasıladaki değişiklikler arasındaki etkileşim olmuştur.
Devam Edecek…
51
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Ahmet Sadık ALTINEL
Y
eni bir yaz tatiline girmiş bulunuyoruz. Çocuklarımız uzun bir mesainin ardından okullarına yaz tatili boyunca ara verecekler.
şehvetin, tüketim çılgınlığının kucağına itmekte ve onları nesneleştirerek sonunda büyük bir buhranın içine sürüklemektedir. Öğütücü olan bu sistemin paralelinde, kitle iletişim araçları da gençlerimizi baştan çıkartmak için elinden geleni yapmaktadır. Onlara, hayatın anlamını bedensel tatminden ibaret olduğu fikrini aşılamaktadır. Televizyonlarda oynayan dizilere baktığımızda, aktörlerin özellikle genç oyunculardan oluştuğunu, senaryoların gençleri hedef kitle olarak gözettiğini kolayca anlayabiliyoruz. Ve bu senaryolar içinde özellikle cinsellik ön plana çıkmakta, çarpık ilişkiler, en olmadık şekillerde izleyiciye sunulmakta ve ahlaksızlık ve fuhşiyat sıradanlaştırılmaktadır.
Kimi çocuklarımız tatillerini, eğitim yılının yorgunluğunu atmak üzere memleketlerinde, kimileri internet Caferlerde, kimileri sokak köşelerinde belki kimileri ailelerinden uzaklarda özel tatil mekânlarında geçirecekler. Yüklendikleri “stresi” atmak adına çılgınca eğlenecekler… Türkiye’de uygulanan eğitim sistemi çocuklarımızı kendi akidesinden, dolayısıyla tarihinden, kültüründen ve ümmetinden koparmaktadır. Okullarda temel İslami düşünüş biçimiyle taban tabana çelişmekte olan batı düşüncesi esas alınarak eğitilmeye çalışılan gençliğimiz önce kendisine ardından ailesine, çevresine ve ümmetine karşı giderek yabancılaşmaktadır. Bu hali ile hayatı anlamdan arındıran, bu yönüyle eğitmekten daha çok öğüten bir sistemdir bu. Gençliğimizi hayatın gerçek anlam ve amacından tecrid eden bu eğitim sistemi, yavrularımızı, markaların, Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
İzleyiciyi aptal yerine koyan, adeta insanımızı mankurtlaştıran diziler, yarışma programları gittikçe daha küçük yaşta çocuklarımızı da içine alarak onların kültürel kodlarını, Müslüman olmalarından bu yana, bin yıldır İslam akidesinin şekillendirdiği genlerini bozmaktadır. Gıdaların genlerini değiştirerek onları kendi tekellerine almak ve
52
Çocuklarımızı Ateşten Korumak ayette insan için koruyucu sistemi şöyle açıklamaktadır:
insanlığı kendilerine tamamıyla bağımlı hale getirmek için çabaladıkları gibi insanımızın da, İslam akidesinin biçimlendirmiş olduğu zihinsel kodlarını, asli genlerini bozup, değiştirip fikren ve amelen kendilerine bağımlı hale getirmeye çabalamaktadırlar.
َّ َفمن ي ْك ُفر ب ِ اغ اس َت ْم َس َك بِال ُْع ْر َوِة ُ ِالط ْ َ َْ ْ وت َويُ ْؤمِن بِاللّ ِه َف َق ِد َى ُ ال َ ْوْثق “Kim tağutu (şeytanı) inkâr eder ve Allah’a iman ederse sapasağlam kulpa tutunmuş olur.” (Bakara 2)
Burada sözü fazla uzatacak değilim. Hepimizin bildiği şeyler bunlar. Lakin çığ gibi İnsanoğlu; tarihi serüveni içinde her ne üzerimize gelen bu tehlikeye karşı bizler, zaman Allah’ın yarattığı o özgün fıtratından, anneler ve babalar olarak ne yapmalıyız. din üzere yaratılmış temiz doğasından kopİslami kimliği bozulmaya çalışılan evlatlamuş, başka başka batıl din ya da düşüncelere rımıza karşı sorumluluklarımız neler? Hani kapılmışsa, Allah ona yeni bir din ve Rasül bizler çocuğumuz doğar doğmaz, ölümcül göndermiştir. Ve Rabbimiz hastalılara yakalanmasın en son olarak insanlığı fıtradiye, bağışıklık sistemlerini Çocuklarımızın Zihni tıyla buluşturmak ve onun güçlendirmek adına hemen Anlamdaki Bağışıklık bozulan ve deformasyona onları alıp aşı yapmaya göSistemi Ancak İslam uğrayan fıtratını ilk yarattıtürüyoruz. Çocuk, ilerleyen Akidesi ile Oluşturulabilir. ğı temiz haline döndürmek yaşlarda aşısını aldığı mikİslam Akidesinin Hayata, için Hz. Muhammed SallAlropla karşılaştığında, baEvrene ve İnsana İlişkin lahu Aleyhi ve Sellem’i gönğışıklık sistemi o mikrobu Ortaya Koyduğu Düşünüş dermiştir. tanıyor ve ona karşı reaksiBiçimi Bir Mümin İçin Lakin çağımız insanı, yon gösterebiliyor. Aynı şeOnu Fasit ve Bozuk Küfür (Müslümanlar da dâhil olkilde bizler çocuklarımızın mak üzere) özellikle RöneFikirlerinin Bünyesine zihinsel anlamda bağışıklık sans’ın (batının) ürettiği fisistemlerini oluşturmalıyız. Zarar vermesinden kirlerden etkilenerek aklen Çocuklarımızın zihni anlamKoruyucu En Sağlam ve fıtraten tekrar bir bozuldaki bağışıklık sistemi ancak Bağışıklı Sistemidir. ma yaşamıştır. İslam akidesi ile oluşturulabilir. İslam akidesinin hayata, evrene ve insaİçinde yaşadığımız dünya, İslam ülkelena ilişkin ortaya koyduğu düşünüş biçimi bir ri de dâhil olmak üzere 19. yüzyılın ürettiği mümin için onu fasit ve bozuk küfür fikirlefikirlerle şekillenmiştir. Dolayısıyla gözünü rinin bünyesine zarar vermesinden koruyuseküler, maddeci, kutsalı olmayan, küfür cu en sağlam bağışıklı sistemidir. Zira insanı; düşünce ve sistemleri ile şekillenmiş bir dünaklını ve fıtratını yaratan Allah onun hangi yaya açan ve çocukluğunu, gençliğini kısaca sistemle kendisini koruyabileceğini daha iyi yaşamın bütün evrelerini İslam akidesinin bilir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. şekillendirmediği bir dünyada geçirmek durumunda bırakılan evlatlarımızdan nasıl bir ِير َ أَلاَ َي ْعل َُم َم ْن َخل ُ َق َوُه َو اللَّ ِط َ يف ال ُ ْخب kişiliğe sahip olmaları beklenebilir?! “Yoksa Yaratan bilmez mi? Halbuki O İşte bu sistemin evlatlarımızı getirdiği Latiftir her şeyden haberdardır.” (el-Mülk 14) nokta Kur’ân’ın değimiyle tam da ateş çukurunun kenarıdır. Bu sistem anne katili gençKerim olan Allah Azze ve Celle bir başka
53
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Çocuklarımızı Ateşten Korumak ler yetiştirmiştir. Hatırlayın birkaç yıl önce çocuk yaşta sayılabilecek bir genç annesini nasıl öldüreceği konusunda insanların fikirlerini almak için web sitesi kurmuş, online ortamda anket yapmış ve en çok tıklanan seçenekle annesini öldürmüştü. Bu, çok sıra dışı bir örnektir demeyelim. Zira sorun sadece bu çocukta değil. Ankete 4000 kişinin katıldığını düşündüğümüzde bunun bireysel değil toplumsal anlamda çok ciddi bir sorun olduğunu anlayabiliriz. Acaba o anne çocuğunu doğurduğu gün katilini doğurduğunu bilseydi sevinir miydi? Evladım deyip de bağrına basar mıydı? Bu sistem yeryüzünün en şerefli varlıkları olan anneleri nasıl bir trajedinin kurbanı haline getiriyor ?! Fıtrat dini olan İslam’ı hayatın dışına iterek, hayatı tamamen küfür fikir ve sistemleri ile dizayn eden bu sistem Müslüman insanımızı nasıl da fıtratından koparıyor ve onu canavarlaştırıyor?!
“kişisel tercih” vb. çekici kavramların büyüleyici etkisine kapılarak onların şahsiyetlerinde gediklerin açılmasına ve sonra Truva atı gibi karşımıza geçip küfür fikirlerini dillendirmelerine, İslam dışı hayata özlemi andıran tavırlarına sessiz ve tepkisiz kalamayız. Anne ve babalar olarak bizler çocuklarımıza karşı Rabbimizin yüklediği sorumluluğu yerine getirmeliyiz. “Her çağın kendine özgü koşulları var”, “Bizim zamanımızla onların zamanı farklı”, “Gençtir, ne yapsa yeridir” gibi günümüz argümanlarının cazibesine kapılarak rabbimizin yüklediği gözetme ve koruma görevimizi ihmal etmemeliyiz. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerimi’nde şöyle buyurmaktadır: اس ُم َن ًا َ ُّها الَّذ َ َيا أَي ُ َّار َوقُوُد َها الن َ ِين ْ ُم َوأَ ْهلِيك ْ آمنُوا ُقوا أَن ُف َسك َّ ِ َوال ون الل َه َما أَ َم َرُه ْم َ ص َ ْح َج ُ ارُة َعل َْي َها َملاَ ِئ َك ٌة ِغلاَ ٌظ ِش َدا ٌد لاَ َي ْع ون َ ُون َما يُ ْؤ َم ُر َ َوَي ْف َعل “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, iri gövdeli, haşin, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim 6)
O halde bizler, küfür fikir ve sistemlerinin can paremiz olan evlatlarımızın fıtratlarını bozmasına, onları İslam akidesinden koparmasına, tıpkı batılı kafirler gibi Rabbine isyan dolu bir hayat yaşamalarına izin veremeyiz. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Hepiniz çobansınız. Ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.” O halde bizler çocuklarımızın hem dünya hem de ahiretlerinden sorumluyuz. Ailenin koruyucu bir kalkan olması gerekir. Özellikle kâfirlerin asimile etmek, yozlaştırmak ve İslam’dan kopartmak için kendilerine hedef kitle olarak seçtiği evlatlarımızı sapa sağlam surlar gibi korunaklı yapılar içine almamız gerekir. Onları gözetlememiz ve İslami şahsiyete sahip olmaları konusunda behemehâl harekete geçmemiz gerekir.
İbni Abbas RadiyAllahu Anh bu ayet ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Kendinizi, Allah’ın emirlerini yerine getirerek ve yasakladıklarından kaçınarak ateşten koruyun. Ehlinizi ise; onlara Allah’a itaati emredip yasaklarından kaçınmalarını sağlayarak, onları takva ile terbiye ederek koruyunuz. Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” Yani: Allah’a isyan ederek cehenneme girmiş olanlara karşı Allah’ın emrettiği şeyi yerine getirme noktasında asla merhamet göstermeyecek, onlara haşin davranacak cehennem melekleri, zebaniler vardır.
Bizler, İslam düşmanlarının evlatlarımız üzerinden gelecek kurgulamalarına izin veremeyiz. “Kişisel özgürlük”, “kişisel hayat”, Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
O halde daha fazla evlatlarımızla ilgilenmemiz gerekir. Evlatlarımızın şahsiyetini,
54
Çocuklarımızı Ateşten Korumak onları davranış bozukluklarından; haramdan, günahtan, küfür fikirleri ile hayata bakmaktan ve dolayısıyla ruhsal bunalıma düşmelerinden koruyacak olan İslam akidesi ile inşa etmeliyiz.
“Rabbinizin bağışlamasına ve gökle yer arası kadar genişliği olan cennet uğruna yarışınız. Bunu Allah’a ve O’nun Rasullerine iman edenlere hazırlamıştır. İşte bu Allah’ın dilediklerine verdiği bir lütfudur. Ve Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid 21)
Tıpkı Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ilk Müslüman toplumunun, sahabenin şahsiyetini inşa ettiği gibi. Onlar ki, cahiliyyenin karanlıklarında boğuşurken İslam akidesi ile şahsiyetlerini inşa ederek yaşadıkları asrı, saadet asrına çevirmişlerdi.
Evlatlarımız Allahu Teâlâ’dan bizlere sunulmuş birer külfet değil nimettir. O halde onları hayra yönlendirmeliyiz. Vakitlerini kendilerine ve en geniş manada İslami ümmet ailesine nasıl yararlı şekilde değerlendirebileceklerini onlara öğretmeliyiz. Kur’ân’ı, Hadisi Şerifleri ve ilk Müslüman neslin, sahabenin hayatını bol bol okumalarını önermeliyiz.
Hatırlayın, daha 19’unda Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, emrine İslam ordularını verdiği Üsameyi!!! Hatırlayın, İslam’ın ilk yıllarında, yerin demir, göğün bakır olduğu o zorlu günlerde imanlarının yüreklerine kadar işlediği ve çelik bir gövde olup küfre karşı siper alan, yaş ortalamaları 20’yi geçmeyen o sahabeleri!!!
Evlatlarımızı İslam akidesi ile hayata bakan, düşünen güçlü İslami şahsiyetler olarak yetiştirmeliyiz. Evlatlarımızın ait oldukları ümmete yabancılaşmalarına göz yummak yerine kalplerinin İslam’la ve İslam Ümmeti ile atmasını sağlamalıyız.
Hatırlayın, Hz. Ali’yi!!! O, İslam’ı anladığında kimi rivayetlere göre henüz altı yaşındaydı.
Elbette bu söylediklerimiz sorunun çözümüne kısmı katkı sağlayabilir. Ümmetimizin yaşadığı bütün sorunlarda olduğu gibi bu mesele de, İslam akidesini esas alan eğitim sistemini uygulayacak bir İslam devleti ile ancak köklü şekilde çözüme kavuşturulabilir.
Hatırlayın, Musab b. Umeyri!!! O, bir giydiğini bir daha giymeyen varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Annesi onun için Hindistan’dan en değerli kumaşları getirttirip kıyafet yapıyordu. Ama Musab RadiyAllahu Anh daha henüz 17 yaşındayken içinde yüzdüğü bu yalancı cenneti gerçek olanla değiştirdi. O, her şeyin sahibi olan Allah Azze ve Celle ile alış verişini yaptı. O, hiç kimsenin veremeyeceği değeri veren Allah’a sattı canını.
َّ ِيز ُ نص ُر َمن َي َشاء َوُه َو ال َْعز َ َُوَي ْو َم ِئ ٍذ َي ْف َرُح ال ُْم ْؤ ِمن ُ ص ِر الل ِه َي ْ ون ِب َن ِالر يم ُ َّح “O gün müminler Allah’ın zafer vermesiyle sevinecektir. Allah, dilediğini muzaffer eder. O, el-Aziz (kuvvetli)’dir, çok merhametlidir.” (Rum 4,5)
Böylece evlatlarımızın bakışlarını dünyanın aldatıcı zevklerinden ahretin ebedi mutluluğuna dikmelerini sağlamalıyız. Rabbimizin şu buyruğuna evlatlarımızla birlikte kulak verelim. الس َماء ِ َع ْر َّ ض ُ ُم َو َج َّن ٍة َع ْر َ َسا ِب ُقوا إِلَى َم ْغف َ ض َها ك ْ ِرٍة مِّن رَّبِّك َّ َّ ض ُل الل ِه يُ ْؤتِي ِه َمن ِ َوالأَْ ْر َ آمنُوا بِالل ِه َو ُرُسلِ ِه َذل ْ ِك َف َ ض أُ ِع َّد ْت لِلَّذ َ ِين ض ِل ال َْع ِظي ِم ْ َي َشاء َواللَّ ُه ذُو ا ْل َف
55
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Ekrem MUAKKİL
İ
nsanlığın vakıasını vahyin kendisini aydınlatması ile alakalı olarak dört dönemde incelersek şunları söyleyebiliriz:
bakarsak; savaşlarda birbirlerinden aldıkları esirleri soyar ve diri diri yakarlardı. Aynı ülke içindeki insanlar birbirlerine düşman olur, birbirlerini öldürüp kafataslarını şarap kadehi yapmakla tehdit ederlerdi ve yaparlardı da. Kendi öz çocuklarını diri diri toprağa gömerek, su kuyularına atarak öldürürlerdi. İslam gelip uygulanmaya koyulmadığı zaman tüm mekânlarda durum hep böyle idi. Böyle olması da kaçınılmazdı. Esasen şimdi de durum aynen böyledir. Çünkü İslam tatbikatta değildir.
1. Dönem: Tevrat ve İncil kitaplarının tahrifata uğrayıp asılları kaybolduktan sonra, İslami Risalet ve Kuran hayata gelmeden önceki dönemdir. Bu dönemi daha iyi anlamak adına bu dönemde bulunan insanların yaşam tarzlarına kısaca değinirsek şunları görürüz. İslam hayata gelmeden önce, dünya insanları maddi ve manevi her yönden sayıp bitirilemeyecek kadar çok kötü ve çok feci durumda idiler. Dini, siyasi, ahlaki, içtimai, iktisadi yönlerden yıkıntı, çöküntü ve vahşet içinde oldukları bilinen bir gerçektir. Bu dönemde her çeşit fuhşiyat, münkarat, zulüm son derece yaygın hale gelmişti. Bütün devletler, ülkeler, milletler ve hatta aynı devlet içindeki güçlü insanlar güçsüzlere karşı son derece zulmetmekte ve vahşice davranmakta idiler. O merhalede yapılan bazı çirkinliklere Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
İslam hayata gelmeden önceki tüm dünya insanlarının bu vahşete düşmelerinin kesin sebebi; değişmeyen, bozulmayan ve çürütülemeyen sahih bir nizamın, uygulayıcısı olan devletin olmayışı ve kendi beğeni ve arzularıyla hazırlayıp koydukları kanunlar ile hükmedip yönetim yapmaları idi. Elbette bu vahşetin, bu halin değişip tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu ise her türlü kö-
56
İnsanoğlunun Dört Farklı Dönemdeki Yaşam Tarzı tülükleri, haksızlıkları ve zulmü ortadan kaldıracak olan bir nizami ilahinin gelip tatbikata konulması ile ancak mümkün olacaktı. Müreffeh bir hayatının yaşanması için de şu iki hususun bulunması kaçınılmazdı;
safede bulunan ve civarın en yüksek tepesi olan Hira Dağı onun duraklama mekânı olmuştu. Buraya sık sık gelir, burada günlerce kalır ve tefekküre dalardı. Kesinlikle bir yaratanın varlığını, birliğini, her şeye kadir olduğunu anlardı ve bilirdi. Yaratandan bu kötülükleri, zulmü ve vahşeti meydana getiren insanların, kendilerinin hazırlayıp koyduğu müfsit kanunlarının yerine insanların dünya ve ahiretlerini düzenleyen, bozulmayan, değiştirilemeyen ve çürütülemeyen dosdoğru bir kanun ve nizamın verilmesini temenni ve niyaz ediyordu. Yani sahih bir nizamın verilmesini istiyordu.
1- Bozulmayan, değişmeyen ve çürütülemeyen bir nizamın bulunması 2- O nizamın uygulanır, tatbik edilir olması Bu ikisi olmadan emredilen ve istenen İslam hayatının yaşanması mümkün değildir. İşte böyle bir vahşeti ortadan kaldıran, insanlığı bu büyük çıkmazdan kurtaran, insanlığa huzur, sükûn ve adaletli bir yaşam sağlayan bir nizamın olması ve o nizamın Allahu Teâlâ tarafından hazırlanmış ve seçilmiş bir elçi aracılığıyla aktarılıp gerekli olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bunun için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem yaratan tarafından özel bir şekilde güç, kuvvet, anlama, kavrama, belleme, taşıma, götürme v.s. gibi evsafla hazırlanmıştır (Böyle özel bir hazırlanma ancak Rasullere mahsustur. Bu hazırlanmalardan sonra onlara Risalet verilmiş, yaratan tarafından belirlenen emir ve yasakları insanlara götürmeleri için onlar, elçilik görevi ile görevlendirilmiştir). Bu görev onlara yaratan tarafından verilmiştir. Şöyle ki; her yönüyle özel bir şekilde hazırlanıp yetiştirilen Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem 39 yaşlarına gelince gerçekleri yansıtan sadık rüyalar görmeye başlamıştı. Yani yaratan tarafından kendisine hakikatler gösterilmeye başlandı. Bu hakikatler karşısında ortalıkta cereyan eden bu iğrenç olayları, vahşeti ve fuhşiyatı görüp hisseden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu çirkin hareketlerden sıkıldı. Bu çirkinliklerin arasında bulunmaktansa tenha yerlerde bulunmayı tercih etti. Sadık rüyalar görmesi ve tenha yerlerde bulunması açıktan vahyi ilahi gelinceye kadar sürdü.
Yine bir gün Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Hira Dağında ki mağarada bulunduğu bir sırada, Miladi 611 yılı Şubat ayına rastlayan Ramazan ayının 15. ve 16. gecelerinde, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e, Cebrail adında ki, Vahy Meleği birden bire şöyle seslendi: “Ey Muhammed! Sen Allah’ın Rasulü’sün”. Bu ani ses karşısında Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ürpererek iki dizleri üzerine çöküverdi. Bu sesle gelen muazzam haberden sonra, evine dönünceye kadar yanından geçtiği her taşın ve her ağacın “Esselamu Aleyke Ya Rasulullah” dediklerini duyuyordu. Diğer bir rivayete göre ise: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Hira’dan evine dönmek üzere dağın ortalarına doğru geldiklerinde gökten bir ses işitiyordu: “Ey Muhammed Sen Allah’ın Rasulüsün! Bende Cebrail’im” diyordu”. Bununla Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Rasullüğü ve vahiy alma yetki ve yeteneğinde olduğu belirlenmiş oluyordu. Bu husus Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendisinin defalarca ashabına anlatmasıyla tespit edilmiştir. Bu tespit ediliş Rasullüğün nakli delilidir. Geldiği günden bu güne kadar Kur’an-ı Kerim’in bozulmadan, değişmeden ve eşi, benzeri getirilemeden
Mekke şehrine yaklaşık olarak 3 mil me-
57
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
İnsanoğlunun Dört Farklı Dönemdeki Yaşam Tarzı elimizde mevcut oluşu, Muhammed Aleyhi’s Selam’ın Allah Azze ve Celle’nin Rasulü olduğunun akli delilidir. Böylece Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in elçiliği nakli ve akli deliller ile tespit edilmiştir. Bu dönemde vahyin alınması için gerekenler hazırlanmış oluyordu. Ayrıca bu dönemin insanları son derece kötü bir yaşam içinde idiler. Hal böyle olunca; elbette ki vahyin alınması ve onu alabilecek güçte, kuvvette birinin olması gerekliydi. Yani insanlığı kurtuluşa erdiren vahyin hayatta olması, bulunması gerekliydi.
bir şekilde yetiştirilişi de güç, kuvvet, anlama, kavrama, belleme, taşıma, götürme vs. gibi evsaf ile hazırlanışı da, risaletle görevlendirilişi de vahyi ilahiyi alabilmesi ve uygulaması içindi. Daha öncede değindiğimiz gibi İslam hayatının yaşanması hususunda ki kaçınılmaz şartlar olmadan, emredilen ve istenen İslam hayatının yaşanması mümkün değildir. Zira bunlar İslam hayatının yaşama esaslarıdır. Bunlardan herhangi biri olmasa İslam hayatı yaşanmaz. Günümüzde olduğu gibi! Günümüzde; Nizami ilahinin tamamı kâmilen vardır. Fakat nizamın uygulanma yani tatbik edilme keyfiyeti yoktur. Bu keyfiyet: Nizamları tatbik etme, koruma ve daveti taşımadır. İlla olması gerekenler şunlardır:
2. Dönem: Bu dönem ise elçiliğin tespitinden sonra; eşi, benzeri ve dengi olmayan vahyin gelişiyle başlamış oluyor. Siyercilerin beyanatına göre vahyin başlaması Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Alak süresinin ilk beş ayetinin gelmesi ile başlar:
1- Düşünce: Hayat problemlerini, müşkülatlarını çözümleyen ilahi Nizam.
ِ َق ْا ُّك َق اِق َْا اِق َْا ٍ ِن َعل َ ْر َو َرب َ ِاس ِم َرب َ َق َخل َ ِّك الَّذِى َخل ْ ان م َ ال ْن َس ْ ْر ب َّ َّ َّ ِ ان َما ل َْم َي ْعل َْم س ن ال ا م ل ع م ل ق ل ِا ب م ل ع ِى ذ َل ا ْرُم َ ْ ْ َ ْا َ َْ َ َ ِ َ َ َ َ الك
2- Metod: Nizamların uygulanma keyfiyetini yürüten otorite, güç, kuvvet yani Devlet.
“Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.” (el-Alak 5)
Günümüzde bunlardan düşünce yani bölümü vardır. Şer’i hükümler ortadadır ve mevcuttur. Ancak metod yani nizamın tatbik edilip uygulanma keyfiyeti yoktur. Bunun için Kuran’ın hükümleri gerektiği şekilde tatbikatta, uygulamada değildir. Ve istenilen İslam hayatı yaşanmamaktadır. Ve halen İslam nizamı gerektiği şekilde tatbikata konulmamaktadır. Bu hususta Günümüzde ki vakıa böyledir. İşte bunun için İslami hayat yaşamak isteyen Müslümanlar nizamın uygulanma keyfiyetinin bulunmasını sağlamalıdırlar. Şer’i hükümleri uygulayacak olan ancak devlettir. Bunun için Müslümanlar Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in devlet kurma metodu ile illa Hilafet Devleti’ni kurmalıdırlar ki, İslam’ı yaşasınlar.
Vahyin alınması, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hazırlanıp yetiştirilmesi, O’na elçiliğin verilmesi ve vahyi ilahının inzal edilmesi Allahu Teâlâ’ya aittir. Bunların oluşup oluşmamasından kullar sorumlu değillerdir. Fakat İslam Devleti’nin kurulması, hükümlerin uygulanmaya konulması, akidenin korunması ve davetin taşınması ümmetin işidir. Bunlardan ümmet ve Müslümanlar sorumludurlar. 1. dönem ile 2. dönem arasındaki farkta buradadır. Böylece vahyi ilahi lafzan gelmeye başlamış oluyordu. Bu eşi ve benzeri bulunmayan muazzam olay bu ikinci dönemde meydana gelmeye başlamış oldu.
İkinci dönemde vahyi ilahinin gelmesiyle Mekke de müşrikler ile 13 yıl amansız bir mücadele verilmesi, İslam’ın hayata hâkim kılınması içindi. Daha açık bir ifade
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dünyaya gelişi de, yaratan tarafından özel Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
58
İnsanoğlunun Dört Farklı Dönemdeki Yaşam Tarzı ile Kur’an-ı Kerim’in tatbik ve yaşanmıştır. Yapılan İslamî hayatın varlığı, edilip uygulanmasını sağbütün bu kötülüklere katİslam Devleti’nin varlığına lanmalar, koruma, tatbik layan otoritenin kurulması bağlıdır. Şartlarına içindi. Yani; İnsanları küve taşıma keyfiyetini yapan uygun bir İslam Devleti für ve şirk düzenlerinden, devletin kurulması için olvarsa orada İslami hayat yaşayışlarından kurtarıp muştur. yaşanır. Yoksa kesinlikle İslamî bir hayat yaşamına Bu 2. Dönem içinde buistenilen İslamî bir hayatın lunduğumuz dördüncü dögeçiren, İslam akidesini koruyan, şeriat hükümlerini tamamının yaşanması nem ile başlıca üç yönden uygulayan, İslam’ı dünya mümkün değildir. örtüşmektedir: insanlarına taşıyıp götüren 1- İslam’ın otoritesinin yani devletinin olİslam Devleti’nin kurulup bulundurulması mayışı yönünden. içindi. Şu bilinen bir gerçektir ki, insanların dünya ve ahiret hayatlarının düzenlenip tan2- Dinin, şeriat hükümlerinin uygulanzim edilmesi, kesinlikle İslam akidesi üzerimayışı yönünden. ne kurulu bir devletin, bir İslamî otoritenin varlığıyla mümkün olacaktır. Bu konuda 3- Müslümanların her türlü zulme, basesas olan, küfür düzenlerinden ve yaşantılakılara, hakaretlere, haksız yere cezalandırrından kurtulmaktır. Bu kurtuluş ise ancak malara ve öldürülmelere maruz kalmaları ve ancak İslam akidesi üzerine bir devletin yönünden. kurulmasıyla olacaktır. Yani İslamî hayatın Bu 2. dönemde de Kur’an-ı Kerim, Hadisi varlığı, İslam Devleti’nin varlığına bağlıdır. şerifler ve Müslümanlar vardır. Fakat İslam Şartlarına uygun bir İslam Devleti varsa oraakidesi üzere kurulmuş bir devlet yoktur. da İslami hayat yaşanır. Yoksa kesinlikle isteBunun için İslamî yönetim yapılmıyor, kitap, nilen İslamî bir hayatın tamamının yaşanması sünnet ile hükmedilmiyor. İçinde bulundumümkün değildir. Tıpkı günümüzde olduğu ğumuz dördüncü dönemde de durum aynıgibi! Asrımız insanları bu deney içindedirler. dır. Dolayısıyla İslamî yönetim yapılmıyor Birçok İslam ülkeleri, memleketleri ve Müsve Kur’an’ın hükümleri gerektiği şekilde uylümanlar vardır. Kitap ve sünnetin tamamı gulanıp tatbik edilmiyor. Sonuçta her iki döda vardır. Fakat bununla beraber gerektiği nemde de gereken İslamî hayat yaşanmıyor. şekilde İslami bir hayat yaşanmamaktadır. Bütün bu hususlardaki esas, insanoğlunun Çünkü İslamî hayatın yaşanmasını sağlayan dünya ve ahiretlerini elde ettiren bir hayat İslam Devleti dünyada yoktur. yaşamalarıdır. Mesele budur. Müslümanlar Bu üç keyfiyetin bulunup İslamî hayatın bunu çok iyi düşünmeli ve anlamalıdırlar. yaşanması hususunda Rasulullah SallAllahu Ne yapılınca ve nasıl yapılınca her iki dünya Aleyhi ve Sellem ve ashabı kiramın çektikleri iyiliği elde edilir? İşte bu soruların cevabı ne büyük zorluklar, boykotlar, hakaretler, işise o yapılmalıdır. İnsan bu hususu çok iyi kenceler, eziyetler, taşlanmalar, dışlanmalar, idrak etmeli ve bu hususta Rasulullah SallAlaç susuz bırakılmalar, ana, baba, kardeş ve lahu Aleyhi ve Sellem’i esas örnek almalıdır. akrabalardan ayrı tutulmalar, zulmün her çeİkinci dönemde Rasulullah SallAllahu şidinden tattırılmalar ve ölümle tehdit edilAleyhi ve Sellem ve ashabı kiramın siyasi, ikmeler… Bunların hepsi bu ikinci dönemde, tisadi ve içtimai konuları nasıl yürüttüğü, İslam Devleti’nin olmadığı dönemde olmuş
59
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
İnsanoğlunun Dört Farklı Dönemdeki Yaşam Tarzı yürütürken hangi ideolojiyi benimsediği ve hangi ideolojiden doğan nizam ve sistemlere dayanak yaptıkları çok iyi anlaşılmalı ve kavranmalıdır. Bu hususta ve diğer bütün hususlarda bizim için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem sağlam, dayanılır ve güzel örnek olduğu için öyle yapmalıyız. Bunu bize bildiren Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: ِ فِى َرُس ََان َي ْرُجو اهلل َ ُس َوٌة َح َس َن ٌة ل َِم ْن ك ْ ول اهللِ ا ِير َر اهللَ َكث ًا َ َوَذك
Her türlü kötülüklerin ve çirkinliklerin, zülüm ve haksızlıkların kaldırılıp, her türlü iyilik, güzellik ve adaletin gelmesi, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı kiramın örnekliğiyle ve bir İslam Devleti’nin kurulmasıyla mümkün olacaktır. Bu günün Müslümanları yapılmakta olan zulümlerden ve her türlü zulmü ortadan kaldıracak olan Hilafet Devleti’nin yokluğundan sorumludurlar.
ُم َ لَ َق ْد ك ْ َان لَك ِ َوال َْي ْوَم ا ْآلخ َر
İslam dininin emrettiği yeniden bir otorite ise, bu Müslümanların ve özellikle gayri İslamî yönetim yapmakta olan yetkili yöneticilerin samimi ve içtenlikle bunu istemelerine bağlıdır. O muazzam ve muhteşem günler öyle “one minute” demekle, demokrasinin çığırtkanlığını yapmakla olmaz. Elbette ki, bu otoritenin kurulmasının din tarafından belirlenmiş bir yolu vardır. Bir gün yeniden İslami yönetimin yapılıp hükmedilmesi muhakkak olacaktır.
“Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Rasulullah (Allah’ın Elçisi) en güzel örnektir.” (Ahzap 21)
Gerçektende her hususta ve özellikle siyasi konularda Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem biz Müslümanlar için değişmeyen, sağlam ve itimad edilir bir örnektir. Akleden insanlar için bu önemli bir husustur. Ashaptan birçoklarını Habeşistan’a göndermesi, birçok kabile reisiyle görüşmesi, nusret talep edişi, birçok hakaret, baskı ve eziyet karşısında geri adım atmaması almamız gereken örnekliklerdir.
3. ve 4. dönemlerdeki Müslümanların yaşam durumlarının beyanlarına devam edeceğiz inşallah. Yeniden bu otoritenin tesisi için çalışan bütün Müslümanlara selam olsun. Devam Edecek…
Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
60
Esma SIDDIK
D
iğer Batılı ülkeler gibi İslam’ı ve Müslümanları terörist olarak göstererek, halkları bastırmak ve böylelikle sömürmeye daha el verişli hale getirebilmek için korku politikası uygulama trendine Rusya Federasyonu’da katılmıştır. Fakat bu politika istenilen sonuçları doğurmamış, bilakis olayların istenilmeyen yönde cereyan etmesine neden olmuştur. Muhakkak ki Allah Celle Celaluhu tuzak kuranların en hayırlısıdır!
Bu açıdan bakıldığında diğer eski Sovyetler Birliği ülkeleri, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’da yaşayan Müslümanların durumu aynen Rusya’da ki din kardeşlerinin durumu gibidir. Aleyhlerinde tuzaklar kurulmuştur. Baskılar, tutuklamalar, eziyetler, şiddetli işkenceler... Fakat, Muhakkak ki Allah Celle Celaluhu tuzak kuranların en hayırlısıdır! Bu baskılar ve eziyetler Müslümanları yıldıramamış, bilakis onları dahada güçlü kılmıştır. Alexander Rahr ve Mikhail Logvinov’un (Moskova, RİA Novosti), bu hususla alakalı kaleme aldıkları makalede ilginç tespitler yer almaktadır. “Orta Asya’da İslami Ayaklanmalar Mümkün” başlıklı bu makaleden bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum:
Rusya ve bazı eski Sovyetler Birliği ülkelerinde zaten topraklarında var olan İslam hızlı ve köklü bir şekilde canlanmaya başlamıştır. Beslenilen endişeler ise VOANEWS’en yaptığı “Rusya, Müslüman vatandaşlarını radikalleştiriyor mu?” başlıklı haberden de görüleceği üzere açıkca anlaşılmaktadır. Söz konusu haberde, Rus insan hakları eylemcileri, Müslümanların eziyetlere maruz kalmalarının ve tutuklanmalarının din özgürlüğüne yapılan saldırıyı temsil ettiğini ve bunun ise Rusya Federasyonu’nda yaşayan Müslümanların üzerinde radikalleşme etkisi oluşturduğunu belirtiyor.
“Kırgız Başbakan Kurmanbek Bakiyev’in devrilmesi eski bir hakikatı teyit etmiştir: Dahili siyasi problemleri barışçıl şekilde çözmeyi başaramamaları, siyasi ve sosyo-ekonomik modernizasyonu teşvik etmemeleri halinde, tüm otoriter rejimler er yada geç halkın meydana getirdiği öfkeli bir dalga ile devrilmişlerdir.
61
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Ümmet Gider Hilâfet’e, Liderleri Gider İhânete Aynı zamanda, Kırgızistan’daki ayaklanmalar İslami Cihad Hareketi (IJM) ve Tacikistan evvela Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan Birleşmiş Muhalefeti. Bu tehlikeli organizasgibi diğer Orta Asya rejimleri için kötü bir işaretyonların, bir İslamî devlet kurma çalışmaları tir. Devletler politikalarını değiştirmezlerse, bu içerisinde olduklarından bahsediliyor: ülkelerdeki halkların ayaklanmalarının an mese“Militan İslami organizasyonlar, Orta Asya lesi olduğu yönde varsayımlarda bulunulmasının rejimlerine karşı uzun fakat etkili bir saldırı hageçerli sebepleri vardır. Ayrıca, Kırgızistan’daki zırlığı içerisindeler. Bu mücadelenin İslami devmuhalefet laiktır. Fakat yukarıda belirtilen üç ülrimciler için zor olacağı kuşkuludur, çünkü o kedeki muhalif güçler İslami olacaktır. Analistler, bölgedeki ülkeler sosyal ve ekonomik olarak az geOrta Asya’daki çeşitli İslami hareketlerin yaratlişmişler ve elit tabakaları son derece yozlaşmıştıkları sabit yapılaşmaların ve hükümetlerin aklardır. Şayet saldırganlar güçlerini birleştirirler, sine halk tarafından desteklendikleri hususunda askeri ve ‘barışçıl’ kaynakların her ikisinide kullahem fikirler. İslami görüş ve hareketlerin, özellikle nırlarsa, yerel rejimlerin onlara karşı şansı çok az geçtiğimiz günlerde fakirliğin, istikrarsızlığın ve olacaktır. İşte bu yüzden Orta Asya yönetimlerini, İslami radikalizmin yuvası haline gelen Fergana Washington’un 2011’den itibaren Afganistan’da vadisinde, tutunmuş olmaları endişe vericidir. güvenlik sorumluluğunu yerel Aynı zamanda İslamcılar diğer otoritelere bırakmayı planlayan Orta Asya ülkelerindede büSubhanallah, İslam’ın yeni stratejisi kaygılandırmakyük başarı elde ettiler. Bölgede, ayak sesleri Orta Asya’yı tadır. Bölge elitleri, yanlış şekilKırgızistan’daki ayaklanmalasarmıştır! Müslümanların de, tüm problemlerinin sorumrı, harekete geçilmesi için bir hain liderleri artık lusu olarak Afganistan’ı görüçağrı olarak görebilecek birkaç zamanlarının azaldığını yorlar. Bu öyle değil; ABD’nin aktör var. Bunlardan en önemve tahtlarının sallantıda Afganistan’daki savaşı İslami lisi, bölgede 20.000’in üzerinde kaynakların Orta Asya’dan çedestekçisi olan Hizb-ut Tahrir olduğunu bilmektedirler. Bu kilmesine neden olmuştu. Orta (Kurtuluş Partisi)’dir. Hizb-ut yüzden uçurum kenarından Asya’ya geri döndüklerinde, karanlıklara düşmemek Tahrir’in hedefi tüm Müslüman bölge İslami direnişin yeni meriçin tutunabilecek dal ülkeleri, İslam kanunlarıyla yökezi olacaktır.” netilen (Şeriat) ve Müslümanaramaktadırlar. Subhanallah, İslam’ın ayak lar tarafından seçilmiş bir halisesleri Orta Asya’yı sarmıştır! Müslümanfenin devlet liderliğinde, üniter bir İslam devleti ların hain liderleri artık zamanlarının azalaltında birleştirmektir. Hizb-ut Tahrir, devletlere dığını ve tahtlarının sallantıda olduğunu karşı askeri güç kullanımını red ettmiştir. Bölgebilmektedirler. Bu yüzden uçurum kenarındeki ilk “renkli devrimler” Hizb-ut Tahrir’i, yerel dan karanlıklara düşmemek için tutunabiyönetimlerin sivil itaatsizlikle devrilebileceğine, lecek dal aramaktadırlar. İşgalci güçlerden inandırmıştır...” destek istemektedirler. İslam’ın güçlenmesi, Makalenin devamında “toplum mühenbölgedeki işgalcilerinde büyük bir korkuya disliğine” Fergana Vadisi’nde oluşmuş olan kapılmalarına neden olmuştur. El birliği ile İslamî eğilimli Akromiya organizesi örnek Allah’ın vaadinin önüne geçmeye çalışmakolarak veriliyor. Ne kadar tehlikeli olduğu tadırlar. anlatılıyor. Ve tehlikeli İslamî organizasyonİşte başka bir örnek daha. Afganistan’daki lar listesi veriliyor: Hizb-un Nusrat, Tebliğ İngiliz işgal güçlerinin komutanı, emekli GeCemaati, Özbekistan İslami Hareketi (IMU), Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
62
Ümmet Gider Hilâfet’e, Liderleri Gider İhânete neral Dannatt’ın BBC Radyosu’na verdiği bir demeçte sarf ettiği sözler, makalede aktarılanları doğrulamaktadır: “Güney Afganistan’da, Afganistan’da veya Güney Asya’da, Bir İslâmî takvim var ve biz İslâmî takvime karşı muhalefet etmez ve yüzleşmezsek, şayet samimi olmak gerekirse bu etki artarak büyüyecektir. Bu ilerlemenin Güney Asya’dan başlayarak, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya ve 14. asır ile 15. asırdaki büyük İslâm Halifeliğinin ulaştığı (Tuna) çizgileri de aşacaktır.”
Bambang Yudhoyono, Singapura yapacağı ziyaret için hareket etmeden önce Halim Perdana Doğu Jakarta’da bulunan Kusuma havaalanında Endonez halkına çağrıda bulundu. Halktan, terörizm ve teröristlerin, şeriatla yönetilecek bir İslâm Devleti kurma çalışmalarına karşı hükümetin verdiği mücadeleye destek vermelerini istedi. “Tüm Endonez halkını, ulusu, kendi halkımızı ve hepimizi terörizm tehlikesi ve insanlık sınırlarının ötesinde hareket eden sorumsuz partilerden kurtarma çalışmalarında, birlikte hareket etmeye davet ediyorum...
Makalede de belirtildiği gibi, ABD’nin ve diğer işgalci kuvvetlerin Orta Asya’yı kontrolü altında tutabilmeleri için Afganistan’ın önemi büyüktür. Zira Afganistan stratejik olarak çok önemli bir noktada bulunmaktadır. Afganistan, Orta Asya’ya fakat aynı zamanda Orta Doğu’ya geçiş sağlayan köprü niteliğindedir. Bu köprüyü korumak uğruna işgalciler tüm imkanlarını seferber etmişlerdir. İşte bu yüzden ABD’nin Afganistan’da ki asker sayısı Irak’taki asker sayısını geçmiştir.
İlginç olan şey, terörün hedefidir. Geçmişte yabancıları hedef alıyorlardı, fakat şimdi bizim ulusumuzu, bizim ülkemizi, bizim devletimizi asıl hedef olarak görüyorlar. Tarihimiz içerisinde sonlandırılmış olan birşeyi, bir İslam Devleti kurmak istiyorlar.” (The Jakarta Globe, Camelia Pasandaran)
Evet, Ümmet Hilafet’e giderken, liderleri ihanete gitmektedirler. Ve ihanetten daha büyük bir zulüm yoktur! Fakat Ümmet artık ayağa kalkmaktadır. İçerisinde bulunduğu bu korkulu hal, güvenli hale dönüşecek ve şanına layık bir Halife ile bu ihanete son verecektir İnşallah.
Hilâfet nidaları sadece Orta Asya’da değil, Güneydoğu Asya’da, Endonezya’da da yankılanmaktadır. Bunun neticesinde Endonezya’daki liderleri de büyük bir kaygı almıştır. Endonezya Cumhurbaşkanı Susilo
63
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Ahmet KALKAN
M
miz olduğu hakkında hüsn-i zannımızı korumalı, onları takdirle yâd etmeliyiz. Türkiye’li Müslümanlar olarak artık bizim de Filistin şehidlerimiz var diye seviniyor, o şehidlerin bereketlerini bekliyoruz.
üslümanların ve mazlum insanların, ancak direnerek var olabileceği, bedel ödeyerek bereketleneceği gözükmüş oldu. Şehid ve gazi vererek Türkiye’li mü’minler Filistin dâvâsına sahip çıktıklarını ispat etmiş oldular. Şehid kanlarının dâvâya hareket ve bereket kattığı bir kez daha anlaşılmış oldu ve olacak.
3- Yardım filosu ile, İsrail’e karşı ambargonun delinmesi ve İsrail’in zâlim ve çirkin yüzünün dünyaya gösterilmesi hedefleniyordu; bu hedefler belirli oranda gerçekleşti.
Mavi Marmara Aynasında Boyumuzun Ölçüsü; Güzel ve Çirkin Yönlerimiz
4- Yardım gemileri vesilesiyle, dünyada Filistin dâvâsına duyarlı insanlar olduğu gösterildi. Mazlum insanlara her inançtan ve her ülkeden insanî yardım yapılabilmesi, insanlığın henüz ölmediğini ispatladı.
Olumlu Yönler Bu süreçte yaşananlarla, bütün problem ve eksikliklere rağmen; Müslümanlara ve dünya halklarına aşağıdaki mesajlar verildi:
5- İsrail, kendisi için en kötü propagandayı yaptı; gözü dönmüş siyonist bir haydut olduğunu dünyaya kafa tutarak gösterdi. İsrail, intihar için kendi ipini çekti. İsrail dünya Müslümanlarının ve hatta dünya kamuoyunun izzetiyle oynamanın cezasını bekliyor. Zulümde bu kadar azgınlaşan bir zihniyeti Allah cezasız bırakmaz. Gönül istiyor ki duyarlı mü’minler olarak biz de bu cezalandırmada görev alalım. İsrail, Kıyâmet Savaşı da deni-
1- Mavi Marmara gemisine farklı cemaatlerden Filistin dostları katıldı. Bu kardeşlerimizin hepsi ölümü göze almış, şâhitliklerini ispat etmeye çalışan canlı şehidlerimizdi. Kaybımız yok bizim, kazancımız var, dokuz şehid kazandık. Gemideki yiğit mü’minler asil, onurlu ve bir o kadar da kahraman tavırları karşısında alınlarından öpülmelidir. 2- Ölenlerimizin, ölümsüzleşen şehidleriTemmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
64
Yardım Filosunun Olumlu Olumsuz Yönleri lebilecek 3. Dünya Savaşının pimini çekmiş oldu. Azgınlığın zirvesine alçalan İsrail, cami duvarı kabilinden gemileri pisledi. Uzun vadede bütün bunlar İsrail’in aleyhine, Filistinli mü’minlerin lehine gelişmeler olacak.
yaptırım yapmayacağı, sadece laf üreteceği, bu olayı seçim yatırımına dönüştürmeye çalışacağı, basîreti hâlâ kapanmamış olan ve görmek isteyen muvahhid mü’minlere gösterilmiş oldu.
6- Gemiye binenler kadar binmek isteyip de başaramayanları da unutmayalım. Yardım filosuna katılmak için nice Müslüman canla başla uğraştı. Çok çeşitli cemaatlerden fedâkâr ve ölümü göze alan insan Gazze ile İstanbul arasında bir kardeşlik köprüsü kurmak için seve seve gitmeye can attılar, gittiler canlarını attılar.
12- Halktan gizli olarak İsrail’le çok yönlü ortak askerî tatbikatlar yapıldığı ortaya çıktı, askerî işbirlikleri yanında istihbarat işbirliklerinin bir kısmı deşifre oldu. 13- On yıl öncesine kadar olaya “Arap-İsrail savaşı” şeklinde şaşı gözüyle bakan ve kendi ülkesi dışında bir olay olarak görüp umursamayan halk, artık meseleye belirli oranda sahip çıktığını gösterdi. Mavi Marmara gemisine yönelik gerçekleştirilen haydutluk ve katliam olayı nedeniyle Türkiye halkının ezici bir çoğunluğu ayağa kalktı. Milyonlarca insan büyük bir üzüntü ve öfke içinde Siyonist saldırıya karşı tepkilerini sergiledi.
7- Farklı ülkelerdeki Müslümanlarla Filistin konusunda aynı görüntüyü sergileyip evrensel İslam kardeşliği ve ümmet olma bilinci ortaya konuldu. Katılanlar, katılmak isteyenler, uğurlayanlar, dua edenler hepsi uğruna can vermek için Allah’ı, O’nun dâvâsını seçmişti. Bu vesileyle her iki anlamdaki “şehâdet” toplumun sadece gündemine değil, yaşayışına da girmiş oldu.
14- Arap ülkelerindeki halklar, çok istedikleri halde İsrail’i kınamak için sokağa bile dökülemeyecek, toplantı yapamayacak şekilde İsrail dostu rejimler altında, zillet içinde yaşadığı görüldü. Mısır’ın, Suud’un ve benzeri ülkelerin taktıkları Filistin maskelerinin altındaki İsrail slüeti daha bir görünür oldu.
8- Farklı cemaatlerin önde gelen insanları, gemi yolculuğu sırasında birbirlerini yolda/ yolculukta daha iyi tanımış, iletişim kurmuş oldular. Gerçekten kan kardeşi oldular, cephe arkadaşlığı yaptılar. Birbirlerini satmadılar, birbirlerine ve dâvâlarına sahip çıktılar. Güzel şeyler yaşadılar, yaşattılar.
15- T.C.’nin derinden derine İsrail dostu olduğu, onunla bağlarını koparmaya hazır olmadığı, medyada hayli siyonist zihniyete sahip yazarların bulunduğu ortaya çıktı. İsrail’in Ortadoğu’dan önce her şeyiyle içimizde olduğu netlik kazandı.
9- Sivil girişimli insanî yardım olmasına rağmen, aktivistlerin bu kadar güçlü siyasi mesaj ve meydan okuma tarzında hareket etmeleri, onların dâvâ bilincini ve şehâdet sevgisini gösteriyordu.
16- T.C., Tarihinin en utanç verici ve onur kırıcı durumunu yaşamış oldu... Düşünün, Uluslar arası sularda sizin vatandaşlarınızın ağırlıklı olarak bulunduğu ve sizin bayrağınızın (resmî olmasa da) çokça asılı olduğu bir gemi, İsrail adlı sözde devletin, korsanlar çetesinin askerleri tarafından basılıp insanlarınız ölecek, yaralanacak, esir alınacak ve siz 10-15 saat sonra çıkıp cılız ve içeriği yönüyle bir o kadar talihsiz bir basın açıklaması yapmakla yetineceksiniz. O iç siyasette aslan ke-
10- Müslümanların ve mazlum insanların, ancak direnerek var olabileceği, bedel ödeyerek bereketleneceği gözükmüş oldu. Şehid ve gazi vererek Türkiye’li mü’minler Filistin dâvâsına sahip çıktıklarını ispat etmiş oldular. Şehid kanlarının dâvâya hareket ve bereket kattığı bir kez daha anlaşılmış oldu ve olacak. 11- T.C. Hükümetinin İsrail’e ciddi hiçbir
65
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Yardım Filosunun Olumlu Olumsuz Yönleri silen genel kurmay başkanınız sus pus olacak; bu da yetmezmiş gibi Bir başbakanınız çıkıp sadece esip gürleyecek ve onun ötesine geçemeyecek...
Olumsuz Yönler
1- Ümmet olarak, yüzde birimizden daha az sayıdaki küstah İsrail’e “dur!” diyememenin zilletini yaşattı T.C. hükümeti. Ümmet 17- Fethullah Gülen zihniyeti, görmek isteolarak, zulmü ve büyük fitneyi ortadan kaldıyen gözlere “lâ”sı olmayan bir din anlayışınracak çok etkili bir şey yapamamanın ve âcil dan “lâ”yı “illâ” gören bir yaklaşıma dönüşkesin çözüm bulamamanın ıstırabını yaşadıtüğünü gösterdi. Reddedilip “hayır” denilğımızı, bu yönüyle gemilerde bazı kardeşlemesi gerekenlere “evet” denilip otorite kabul rimiz bir defa ölürken, bizim çaresizlik içinedilmesi, düşmanlık yapılması gerekenlerden de günde bin defa öldüğümüzü itiraf etmek “izin alınması gerektiği” kendi ağzından düngerekiyor. Aslında ümmet olamadığımızın yaya ilan edildi. cezasını çekiyoruz. Ümmet yok ki, kendi haysiyetiyle oynayanlara hak ettikleri cezalarını 18- Bülent Arınç ile içyüzünü ve uzlaşmaversin. Ne İslâm Devleti, ne Halife ve ne de cı yönünü gösteren hükümet, Ahmet Davuümmet… Ümmeti bu hale getiren tâğutlardır doğlu ve Tayyip Erdoğan ile de dışa, vitrine esas suçlular. Zillet onlakarşı nasıl oynanması rındır. Erdoğan, Atatürk gerektiğini usta bir aktör Devlet yöneticileri, İsrail’i anıtı açmak için çıktığı gibi gösterdi. Yapılması protesto eden hiçbir etkinlikte boy Güney Amerika seferingerekenin sözle zâlimleri göstermezken, böyle bir ortamda de olduğu için Arınç’ın kınamak olmadığı, ama diyalogçuların şarkı yarışmalarına temsil ettiği T.C. hüküT.C. tarihinde bunun bile meti, Gazze İnsani Yarkatılıp onları övmeyi tercih etti. önemli olduğu ve sadece dım Filosu krizinde gerek Türk halkının değil, Arap Bir rakip politikacı, hükümetin karar mekanizmalarında, halk ve yöneticilerinin de tavrını; “Kameralar önünde ‘one gerek demeçlerinde, gealkış tuttuğu ve yeterli göminute’, kapalı kapılar ardında rek Gülen’in ilkesiz söyreceği bir yaklaşım kabul ‘yes please’ demek olarak yo- lemiyle paralelleştiği için edildiği ortaya çıktı. Halrumladı. büyük bir hata ve zaaf kın kandırılmaya müsahali içinde olmuş ve ümitliği yanında, yönetimin metin zilletinden birinci derece sorumlu olhileleri belirginleşti. Bülent Arınç örneğinde duğunu ispat etmiştir. olduğu gibi, politikacılar oy uğruna, kendi partilerinin sözle çıkışlarını bile unutarak, Hoca Efendi’yi desteklemeyi tercih etti; kendileriyle çelişti. Politikacılığın çokyüzlülük olduğu gösterilmiş oldu.
2- Bu olaylar olurken, İsrail’e “one minute” gibi meşhur sözle sataşma dışında nasıl yaptırıma gideceği merakla beklenen Erdoğan, Arjantin’e fiilen tavır almış ve planlandığı halde o ülkeye gitmekten vazgeçmiş. Gerekçe hayli ilginç: Arjantin’de açılması öngörülen Atatürk Anıtı’nın iptal edilmesi. Demek T.C. sadece söylemle değil, eylemle de tavır alabiliyormuş. Tabii, İsrail Atatürk heykelleri yapmakta sakınca görmediği için işi garantiye almış gözüküyor. Meselâ İsrail’in dördüncü büyük kenti Ber Şeva’da Atatürk Meydanı var, tabii ki alanda Atatürk heykeli.
19- Devlet yöneticileri, İsrail’i protesto eden hiçbir etkinlikte boy göstermezken, böyle bir ortamda diyalogçuların şarkı yarışmalarına katılıp onları övmeyi tercih etti. 20- Bir rakip politikacı, hükümetin tavrını; “Kameralar önünde ‘one minute’, kapalı kapılar ardında ‘yes please’ demek olarak yorumladı. Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
66
Yardım Filosunun Olumlu Olumsuz Yönleri bir işlev gördü.
3- T.C., tarihinin en utanç verici ve onur kırıcı durumunu yaşamıştır... Kendisi yaşasa, haydi neyse… Temsil etmeye kalktığı Müslüman halka da bu zilleti tattırmıştır. Düşünün, Uluslar arası sularda sizin vatandaşlarınızın ağırlıklı olarak bulunduğu ve sizin bayrağınızın asılı olduğu bir gemiye İsrail adlı sözde devletin, korsanlar çetesinin askerleri tarafından basılıp insanlarınız ölecek, yaralanacak, esir alınacak ve siz 10-15 saat sonra çıkıp cılız ve içeriği yönüyle bir o kadar talihsiz bir basın açıklaması yapmakla yetineceksiniz. O iç siyasette aslan kesilen genel kurmay başkanınız sus pus olacak; bu da yetmezmiş gibi, Başbakanınız hiçbir radikal tavır göstermeyecek, sadece esip gürleyecek, daha doğrusu kandan rant/oy devşirmeye çalışacak.
6- İnsanlara en büyük yardım, onların karınlarını doyurmak ve tok olarak, daha sağlam binalarda ölümü beklemelerini sağlamak olmamalı; onların önce gönüllerini ve zihinlerini şirkten, küfürden arındırmak olmalı; bu konu kimsenin umurunda olmadı. 7- İsrail’den savaş tamtamları gelirken Arjantin ve Brezilya Gezisinin acelesi ne idi? İsrail’in gemiye saldırma riskinden daha mı önemliydi Arjantin’de açılacak Atatürk heykeli? Her ülke, başka bir ülkeye kendi inancına uygun değerler, faydalı bir şeyler ihraç etmeye çalışır. Bu vesileyle, Erdoğan hükümetinin en çok değer verip ihraç etmek istediği şeyin Atatürk heykeli olduğu ortaya çıktı. Sevsinler böyle İslâmcı(!) başbakanı (Sevsinler, zaten seviyorlar bâtıl Batılılar ve sevdirmeye çalışıyorlar Ortadoğuya).
4- Yardım filosu, İslâmî hedefleri öne çıkartan bir İslâmî tebliğ veya cihad amaçlı değildi. İnsanî, vicdanî bir yardım amacıyla oluşmuş barışçıl gönüllülerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştı. İçlerinde ateistlerin, Hıristiyan, Yahudi ve başka din mensuplarının, Batılı milletvekili ve gazetecilerin bulunduğu sivil insanların ortaklaşa el verdiği bir organizasyondu. İHH, 32 ülkeden gelen onlarca katılımcı kuruluştan sadece biriydi. Olay, İslâm ve küfür olarak safların netleşmesine yönelik kanalize edilmeliydi. İnsanî yardım ve insanî protestolarla sınırlı kaldı.
8- Mavi Marmara gemisine Siyonist askerlerin gerçekleştirdiği korsan saldırıdan ve verilen şehitlerden sonra Amerika kıtasındaki Nikaragua Devleti bile, halkı Müslüman olan ülkelerin başındaki yöneticileri utandırırcasına bir günlük yas ilan etmiş ve Siyonist İsrail ile olan bütün diplomatik ve ticari ilişkilerini kesmiştir. Bu kâfir ve tâğut, tamam da, diğer yöneticiler ne acaba? 9- Tarihten ibret alınmadığı kim bilir kaçıncı kez ortaya konularak; kanı, canı mü’minler verdi, parsayı tâğutlar topladı. İsrail düşmanlarının fedâkârlıkları, İsrail dostu yöneticileri kahraman yapmış oldu. Müslümanlar kan verdi, can verdi; politikacılar bunu oya dönüştürmenin yollarını buldu, şehid kanları üzerinden hesaplar yaptı. Şehidlerin kanlarının yerde kalmasına seyirci olundu. Filistin’li mazlumlara yardımcı olmak isterken şehid olanlara yardımcı olup onların intikamlarını almak hiçbir yetkilinin gündeminde yoktu. Daha önce aldığı İsrail övünç madalyasını iade etmeyi düşünmeyen, İsrail’le anlaşmaları iptal edemeyen zihniyetten Müslümanların
5- Bu olayı, İslâm-küfür mücadelesi olarak yansıtmak doğru olmaz. Hedef, araç, yöntem ve beklentiler; İslâmî cihad veya tebliğle bire bir örtüşen hususlar değildi. Tevhidî tavır, İslâmî mesaj değil; sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde insanî yardım amaçlı bir işlev görüyordu gemi filosu. Gemide tevhid bayrağı yerine Türk bayrakları dalgalanıyordu. İHH başkanı, gemi faciası üzerine T.C. yetkililerine sitem edeceğine bol bol teşekkür ediyor, uzaktan ellerini öpüyor, onların reklamını yapıyordu. Olay, hezimet olduğu halde, zafer gibi takdim edilerek, tâğutlara hizmet eden ve politikacıların ekmeklerine yağ süren
67
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Yardım Filosunun Olumlu Olumsuz Yönleri ne beklediği, hâlâ o kucakta ne aradıkları sorgulanmıyor bile.
vardı. Adana’da 17. Uluslararası Altın Koza Film Festivali, “millet yas tutarken festival yapamayız” denilerek ertelenirken; Diyalogçular, Türkçe şarkılarla coşuyorlardı. Abartı ve özenmenin sırıttığı şekilde Olimpiyat diye adlandırdıkları Türkçe şarkı yarışmasında, bu hizmeti(!) icrâ edenlerin dünya görüşünü açıklayan en uygun parça; “Leylim Ley” birinci olmuş. Böyle bir katliama destek olurcasına, bu zulmü desteklercesine bu direniş ve matem gecesini leylim ley’lerle vur patlasın çal oynasın kutlayan insanlar bütün bunları İslâm’a hizmet adıyla yapıyordu. Kimin yanında yer aldığı tartışılacak şekilde böyle zamanlarda neşeli şarkı ve halkoyunları yarışmaları ve eğlencelerle program yapanları halk daha nasıl tanıyacak, bilmiyorum. Ama, gerekçeleri müthiş: “Türkçe’ye hizmet, hizmetlerin en büyüğüdür.” Afrikalı zenci kıza Türkçe şarkı söyletmenin keyfi, başka hiçbir şeyde bulunmazmış. Tüm eğlenceler, şarkılar Türkçe; Türkçe, üzerinde güneşin batmadığı bir dil haline geliyormuş… Ilımlı İslâm anlayışının taşıyıcısı sözde dindarların düzenlediği Türkçe Olimpiyatları şarkı ve dans yarışmasının iptal edilmemesi, Fethullah Gülen’in talihsiz demecinin pek de dil sürçmesinden kaynaklanmadığını düşündürtmektedir.
Amerikan Wall Street Journal (WSJ) gazetesinde yayınlanan habere göre Gülen, ‘’anlaşma aramadan, izin almadan yardımı yola çıkarmanın otoriteye başkaldırı işareti olduğunu ve fayda getirmeyeceğini’’ bildirdi. T.C yönetimini ülü’l-emr kabul ettiği gibi, Amerika ve İsrail yönetimini de, izin alınması gereken meşru bir yönetim, başındakileri de kendinden olan ülü’l-emr kabul ediyor olmalı.
10- İslâmî sloganların yanında; Türk bayraklarının, bozkurt işaretlerinin ve politikacıları öven konuşmaların da yön verdiği şekilde çeşitli yerlerde protestolar yapıldı. Yapılan fedâkârlıklar ve İslâmî faaliyetler insanlarımızı sağcılığa, merkeze, iktidara yamadı; kazançlar düzenin hanesine yönlendirildi. İnsanımız biraz daha düzenci oldu, kaymalar daha hızlandı. 11- Filistin konusu insanımızı vahdete kısmen ulaştırdı denilebilir mi? Bence denilemez, çünkü herkes kendi bayrağı, kendi sloganı, kendi dünya görüşüyle birlikte katıldı eylemlere ve herkes kendi grupsal hedefleri uğruna konjonktürel tarzda ve geçici heyecanla etkinliklerde yer aldı. Tevhid öne çıkmalı ki, vahdet umut edilsin.
12- İsrail konsoloslukları önünde protestolar yapıldı; onun yerine T.B.M.M. önünde yapılmalıydı esas protestolar. Oradan bir şeyler istenmeli, orası İsrail’e tüm desteklerinden dolayı protesto edilmeliydi. Orası istemese konsolosluk ve elçilik açık olmaz, bunca dostluk ve yardımlaşma sona ererdi. 13- Abartıyı, övünmeyi çok seven bir toplumuz. “Ezilmeden yenildik” diye mağlubiyetten bile zevk duyan anlayış ve aşağılık duygusu verildi insanımıza. “Mavi Marmara, tarihin akışını değiştirdi”; “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” gibi ifadelerin gerçeği yansıtmadığı bilinmelidir.
15- Fethullah Gülen, Siyonist işbirlikçiliğine kapı açan ve Kur’an akaidiyle taban tabana çelişen bu sözleriyle, İslam dışı otoritelerle işbirliği yaparak kendi geleneksel din anlayışını muhafaza etmeye çalışıyor. Son beyanatlarla görülen odur ki; ılımlı İslâm anlayışı bir adım daha ileri (geri) götürülerek İsrail dostluğu ve işbirlikçiliğine ulaşmıştır.
14- Siyonist İsrail’in yardım gemisini vurduğu günün gecesinde Fethullah Gülen’cilerin düzenlediği Türkçe Öğretimi Derneğinin organize ettiği Türkçe Olimpiyatlarının finali Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
16- Somali’de korsanları önlemek için Kızıldeniz’e harp gemisi yollamaktan çe-
68
Yardım Filosunun Olumlu Olumsuz Yönleri kinmeyen, dün Kore’de bugün Pakistan’da NATO şemsiyesi altında savaşmaktan kaçınmayan Türk ordusu… Ve emrindeki bu orduyu Akdeniz’in uluslararası sularında kendi vatandaşlarını korumak için ne Deniz Kuvvetlerini ne Hava Kuvvetlerini harekete geçiremeyen bir hükümet…
kamuoyundan, Türkiye halkından ve insanlık onurundan özür dileyeceği yerde, bir de kalkmış statükoculuğu ilke edinmiş, Fethullah Gülen’in bir facia olarak nitelendirdiğimiz demecini “Hocaefendi her zaman olduğu gibi doğru söylüyor” ifadesiyle bir müridin şeyhine itaati gibi savunabilme bahtsızlığında bulunabilmiştir.
17- Daha olayın sıcaklığı sürerken ilk günde havlu atan teslimiyetçi bir yönetim tarzı: Başbakan vekili Arınç, 31 Mayıs Pazartesi günü, hem de Siyonist saldırı ve katliam gerçekleştikten tam yedi buçuk saat sonra yaptığı ilk konuşmasında “Türkiye’nin savaşa girmesinin söz konusu olmayacağı”nı belirten çok talihsiz bir açıklama yaptı. Hâlbuki, TSK Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı olarak Akdeniz’in uluslararası sularında devriye görevi yapan “Çağrı Grubu” muhriplerini aynı gün saat 00.01’den itibaren olay yerine rahatlıkla yönlendirebilirlerdi.
20- Hükümetin denge politikası denilen politikasına uygun olarak; Konya başta olmak üzere, Ankara, İzmir ve İstanbul’da olayın üzerinden birkaç gün geçmeden örgüt üyesi iddiasıyla Afganistan’a daha önce gidip gelen çok sayıda Müslüman tutuklandı.
Bazı Sorular 1- Bizim insanımız orada ölürken, bunları düşmanlardan koruması gereken halkın çocukları olan askerler, halkın vergileriyle alınmış savaş gemileri neden boy göstermedi? Göstermelik dahi olsa neden orada değildi? Kudüs Günü’nde İsrail’e net tavır alınan toplantı için Sincan’da tankları yürüten, Düzeni eleştiren bir gösteri sonrasında Doğu’da savaş uçaklarını alçaktan uçuran düzenin askeriyesi, İsrail’in kendi vatandaşını suçsuz yere öldürmesi karşısında üç maymunu oynamayı tercih ediyor. Böyle bir ordunun vatanı kime karşı savunduğu tartışılmalı değil mi? İç düşman kabul ettiği kendi insanına gösterdiği demir balyoz rolünü, esas görevi olan dış düşmanlara karşı en küçük çapta göstermeyi niye düşünmemektedir? Acaba başka bir ülkenin insanına bu reva görülseydi, onlar T.C. askerlerinin takındığı tavırsızlığı mı gösterirlerdi?
18- Türkiye Cumhuriyeti neden Mavi Marmara gemisini koruyamamıştır? Ya da korumak istememiştir? Hükümetçe TSK harekete niye geçirilememiştir? TSK’ya uluslar arası hukuktan doğan haklara da dayanılarak yardım ve kurtarma emri niye verilmemiştir? Veya bu emir verildiği varsayılsa, TSK niye ve nasıl emre uymamış veya oyalanarak Mavi Marmara katliamına göz yumulmuştur? 19- Mavi Marmara gemisine 31 Mayıs günü sabah namazı sırasında müdahale eden Siyonist komanda birliklerinin haydutluğuna karşı, bunu engellemek için neler yapılmış, ne tür yazışmalar veya suspayı olarak ne anlaşmalar yapılmış, açıklanmıyor. Başbakan vekili Bülent Arınç ne yapıldığını, ne gibi emirler verildiğini halen açıklamamış, üstelik en kritik zamanda en azından susacağına, hangi akla uyduysa bir de savaş hali olamayacağı açıklamasında bulunmuştur ki bu son derece acziyet içeren ve Türkiye halkını rencide eden büyük bir yanlışlık olmuştur. Ancak Arınç bu gafından ve izzetsizliğinden dolayı
2- Yakın zamana kadar Türk bandıralı olan Mavi Marmara gemisi, Gazze’ye yola çıkmadan kısa süre önce Komor Adaları bandırasına (bayrağına) neden geçirildi? Bu değişiklik ne anlama geliyordu? Eğer gemi Türk bandırası olarak kalsaydı, uluslararası sularda gemiye yapılan bir saldırı, uluslararası hukuk uyarınca Türkiye topraklarına yapılmış sayılacaktı. Bu durum, sadece duygusal bir öneme sahip
69
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Yardım Filosunun Olumlu Olumsuz Yönleri değil. Türkiye, bir NATO üyesi. NATO’nun ünlü 5. Madde’si gereği askeri bloğa üye olan devletlerden birisinin topraklarına başka bir ülke tarafından yapılan saldırıda, blok üyeleri yapılan saldırıya topluca yanıt veriyor. Bandıranın değiştirilmesiyle Türkiye, bir saldırı durumunda uluslararası hukukun sunacağı yolları, hatta NATO müdahalesi ihtimalini dahi kendi elleriyle yok etmiş oluyor. Acaba bütün bunlar niye böyle yapılmış?
Parti yönetimi vekillere izin vermezken açık bir gerekçe göstermedi. Bu aşamada milletvekillerinin gemilerle Gazze’ye gidişlerinin uygun bulunmadığı belirtildi. Milletvekilleri de uzun zamandır hazırlık yürütmelerine karşın parti yönetiminin izin vermemesi nedeniyle son anda gitmekten vazgeçti. Daha önceden gideceklerin içinde olduğu halde, işinin çıktığını söyleyerek vazgeçen Dilipak İsrail’in müdahale ettiği Mavi Marmara’ya binmedi. Onunla birlikte, meclisten izin çıkmadı diye 15 AKP milletvekili gemiye bindirilmedi. Gemilerde 40 kadar yabancı milletvekilleri vardı. AKP’li Milletvekilleri neden yoktu? “Gemi yola çıkmıştı, ama başına gelecekler belli idi, devlet yetkilileri tarafından biliniyordu. Bunun içindi bu milletvekillerinin gitmeme sebebi, daha önce yazışmalarla İsrail’in gemiyi vuracağı kesinlik kazandığı içindi, bunu bilen AKP insanımızı bilerek ölüme yolladı” iddiasına karşı yetkililer ne diyor?
3- Sigortası 27 Nisan’da biten geminin şu anki sigortasının hangi şirkette devam ettiğine kimse neden ulaşamadı? Çünkü sigorta yaptırılmadı. Kim niye yaptırmadı? Gemide zarar gören, yaralanan veya ölen olursa, kayıplar için sigortadan para alınması yolu baştan niye tıkandı? Veya böyle bir olayın gerçekleşeceğini sigorta şirketleri de bildiği için mi sigorta yapmaya yanaşmadılar? 4- AKP’li bazı milletvekillerinin İsrail’in saldırısına uğrayan gemilerle Gazze’ye gitmek istedikleri ancak parti yönetiminin izin vermemesi nedeniyle son anda bundan vazgeçtikleri ortaya çıktı. Gemideki gönüllüler arasında bulunan Yeni Şafak gazetesi yazarı Hakan Albayrak 17 Nisan’da, “Bir grup AKP’li milletvekili 15 Mayıs’ta demir alması planlanan yardım gemilerinde çoktan yer ayırttı” diye yazmıştı. Edinilen bilgilere göre AKP’li bazı vekillerin saldırıya uğrayan gemilerde bulunması son anda AKP yönetimince engellendi. Geçen yıl aralık ayında AKP’li 16 milletvekili, “Filistin’e Yol Açık” sloganıyla Gazze’ye ulaşmak için bir ziyaret gerçekleştirmişti. Bu ziyarette yer alan AKP’li milletvekillerinden aralarında Türkiye-Filistin Dostluk Grubu Başkanı Zeyit Aslan ile Hüsnü Tuna, Cemal Yılmaz Demir ve başka bazı milletvekilleri de İsrail’in saldırdığı gemilerle gitmek istedi. Milletvekilleri, İHH’nin organize ettiği yardım kampanyası kapsamında saldırıya uğrayan Mavi Marmara gemisinde yer alma isteklerini AKP yönetimine iletti. Ancak parti yönetiminden milletvekillerinin bu talebine vize çıkmadı. Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
5- Uzun yıllardır oralarda Müslümanlar vahşice katledilirken İsrailliler hiç kimseden izin isteme ihtiyacı duymamıştı. Bebek, çolukçocuk, ihtiyar, kadın demeden İsrailliler müslümanları katlederken Gülen (mi Ağlayan mı) Hoca niye bir açıklama gereği duymadı da oralarda susuz, ilaçsız, yiyeceksiz bir şekilde aç aç yaşamaya çalışan insanlara iyi niyetli bir şekilde beyaz bayrakla yardım etmeye çalışan müslümanlar vahşi katillerden izin istese ne değişecektir? Zâlim İsrail’i kendisinden düşmanlarına yardım için izin alınacak, itaat edilecek bir yetkide ve makamda görmek dünyaya nizam vermeye kalkan bir hocaefendiye ne kadar yakışır? Türkçe şarkı yarışması kadar şehid kanlarını önemsemeyen insanlar, hiç olmazsa kendi dışlarındaki İslâmî çalışmaları ve muvahhid mü’minleri görmezden geldiği gibi keşke hiç sesini çıkarmasaydı da, şehid ve gazileri eleştirmeseydi… “Hırsızın hiç mi suçu yok?” dedirtecek şekilde suçu mü’minlere yükleme kolaylığını seçti. Niçin? 6- Deniz Baykal gibi birisinin evli bir kadın-
70
Yardım Filosunun Olumlu Olumsuz Yönleri la zina fiilinin akabinde destek mesajları göndermeyi ihmal etmeyen bu zât; İsrail’li çocuklar için ağladığını bildirdiği halde, Filistin’de, Irak’ta ve Afganistan’da şehid olan veya yaralanan insanlar için niye sesi-soluğu çıkmadı?
yuna İslâm adına tevhidî bir mesaj verilmesi gerektiği hiç kimsenin aklına mı gelmiyordu? Yoksa organizatörlerin öyle bir derdi mi yoktu? 12- Bu olayı, başından muvahhid mü’minler İslâm’ı dünya kamuoyuna duyurmak, tevhidî mesajlar vermek ve İslâmî hedefleri öne çıkartmak olarak kullanamadıkları gibi; olayın süreci ve sonucunda da İslâmî ve tevhidî mesajlar hemen hiç ortaya konulamamıştır. Tâğutların kendi çıkarlarına hizmet için istismarına göz yumulmuştur. Bütün bunlar, Müslümanların “acaba kullanılıyor muyuz?” sorusunu sormalarını gerektirmiyor mu?
7- Hop oturup hop kalkan ve her seferinde İsrail’e sadece sözle çatan hükümet, İsrail adlı buzdağının görünmeyen derin ayağını oluşturan A.B.D.’ye karşı niye en küçük bir sitem bile yollayamıyor? Esas çıbanbaşının o olduğunu, İsrail’in her yaptığı fesadı, Amerika’nın izni ve gücüyle yaptığını bilmiyor mu? 8- Acaba, Türkiye’nin yönetimini Ortadoğu’ya ihraç etmek, ılımlı İslâm anlayışını Türkiye örneğiyle diğer halkı Müslüman ülkelere yaymak için bütün bunlar bir senaryo gereği olarak mı uygulandı? Bütün bu olup biten önceden kurgulanmış olaylar, “One minute”’un devamı “two minute” muydu, diye sorgulanması gerekmiyor mu?
13- Rasûlullah olsaydı, bu tür organizasyonlar yaparak mı Filistin’e sahip çıkar, onlara öncelikle inşaat malzemesi mi gönderirdi? Yahudilerin bunca zulmünü sadece protesto mu ederdi? Hükümet Ne Yapmalı?
9- Demokrasilerde “çare” değil, ama “çene” tükenmez. Esip gürlemek gerçekten başarı mıdır? Meselâ İsrail’e benzer saldırı olsaydı ne yapardı? Ya da bu olay sonrasında yapılması gereken sadece diplomatik girişimler mi olmalıydı?
İslâm Devletinin başında bulunan Allah’ın indirdikleriyle hükmeden ülü’l-emrin, İslâmî hükümetin yapacakları farklıdır; bu günkü hükümetten beklenen şeyler elbette farklıdır. Hatta “Bir mü’min, reddetmek zorunda olduğu tâğutlardan hayırlı olarak ne bekleyebilir?” sorusu ve bu soruya net cevap bulmak zorunluluğu önce çıkarılmalıdır. Bununla birlikte, bu hükümet yapılması gerekenleri, yapabilecekleri şeyleri yapıyor değil, halkın gözünü bağlıyor. Dolaylı olarak zulme fırsat veriyor. Sadece laf üretiyor. Mü’minlerin hakla karışık sunulan bâtılı, içinde doğru da bulunan yanlışı tanımaları ve nasıl korunmaları gerekiyorsa öyle korunmaları gerekmektedir.
10- Bu tarz metodlar ümmetin âlimleriyle istişare edilmeli değil mi? Ümmet, küfür ve şirk içinde yüzerken, demir ve çimento yardımı mı öne çıkmalı? Bunca bedel ödenerek gönderilen inşaat malzemeleriyle yapılacak binaların İsrail’in birkaç bombasıyla yeniden yok olacağı, bunun hep tekrar edilerek, Filistinlilerin binanın içinde ve tok olarak ölmeleri mi ciddi faaliyet oluyor, değerlendirilmeli değil mi?
Peki, ya Müslümanlar Ne Yapmalı???
11- İHH, birkaç ay sonra yeniden benzer bir organizasyon yapacağını açıkladı. İslâmî çalışma ve gayretlerin temel misyonunun bu tür organizasyonlar mı olması gerektiği, yoksa Kur’anî, tevhidî ölçüler ışığında Nebevî yöntemlerle İslâm’ın insanlara ulaştırılması mı olmalıydı? İsraillilere ve dünya kamuo-
71
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
KIRIM’DA POLİS CAMİ BASTI
Öte yandan polisin baskısına isyan eden Dereköy Din Cemiyeti üyeleri, Yalta Yürütme Komitesi Sürgünden Dönen Vatandaşlardan Sorumlu İdaresi Başkanı Zaur Smirnov’a başvurdular. Yalta Polis İdaresi müdüründen olayla ilgili bilgi alan Zaur Smirnov, polisin camiye yakın bir bölgede kavga yaşandığı ve kavgaya karışanların camide gizlendiği ihbarını aldıklarını, bu nedenle camiye baskın düzenlediklerini açıkladı. (Kırım Haber Ajansı)
Hizb-ut Tahrir bağlantılı olduğu iddia edilen ‘Yeniden Diriliş’ Gazetesinin son sayısında yer alan bilgilere göre Kırım’ın Yalta kentine bağlı Dereköy Camiine polis baskını yapıldı. Aluşta Müslüman Din Cemiyetinin kurucusu olduğu, ayda iki kez yayınlanan Hizb-ut Tahrir bağlantılı olduğu iddia edilen Vozrojdeniye (Yeniden Diriliş) Gazetesinin son 30. sayısında yer alan bilgilere göre, geçtiğimiz günlerde gece yarısında ikisi sivil kıyafetli olmak üzere tam teçhizatlı otomatik tabancalı, maskeli ve çelik yelekli 10 kişilik Berkut özel polis timi, Dereköy Camii’ne baskın düzenledi.
Dünya Bülteni
İNGİLİZ GENERAL’DEN HİLÂFET İTİRAFI İngiliz Başbakanı David Cameron’un askerî danışmanlığına atanan General Dannatt açık bir şekilde, “Şayet Müslümanlar İslâmî politik idealleri kendilerine uyarlar ve Hilafeti talep ederlerse, bu İngiltere açısından kabul edilemeyecek ve askerî operasyonların garantisi olacaktır” dedi.
Bu sıralarda camide sadece Türkiye’den gelen din görevlisi Hüseyin Efendinin bulunduğunu bilgi veren Vozrojdeniye, Hüseyin Efendiye atıfta bulunarak, polislerin hiçbir evrak ibraz etmeden ve baskın amacını açıklamadan camide arama yaptıklarını, din görevlisine cami ziyaretçileri hakkında sorular sorduklarını belirtti.
Ayrıca David Cameron’un askerî danışmanı Gen. Sir Richard Dannatt “Afganistan savaşının İslâm üzerine olduğunu” itiraf etti. Afganistan’daki İngiliz işgal güçlerinin komutanı Olan emekli Gen. Dannatt BBC Radyosuna verdiği bir demeçte “Güney Afganistan’da, Afganistan’da veya Güney
Gazetede “Ayrıca Hüseyin Efendinin pasaport kontrolü yapan ve özel eşyalarını inceleyen Berkut görevlileri, hiçbir şey bulmadan camiyi terk ettiler” denildi. Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
72
Haberiniz Olsun Asya’da, Bir İslâmi takvim var ve biz İslâmî takvime karşı muhalefet etmez ve yüzleşmesek, şayet samimi olmak gerekirse bu etki artarak büyüyecektir. Bu ilerlemenin Güney Asya’dan başlayarak, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya ve 14. asır ile 15. asırdaki büyük İslâm Halifeliğinin ulaştığı (Tuna) çizgileri de aşacaktır.” dedi.
5 buçuk milyonluk Kırgız nüfusunun yüzde onbeşini oluşturan Özbekler, ülkenin güney sınırında yaşıyor. Bu bölgede bulunan Oş şehri ise geçen Nisan’da devrilen eski Cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev’in kalesi durumunda. Oş şehrinde çok sayıda Özbek kendilerine ait semtlerde yaşıyor.
Cameron’un askeri danışmanı Sir Gen. Dannatt açık bir şekilde, “Şayet Müslümanlar İslâmî politik idealleri kendilerine uyarlar ve Halife düzenini talep ederlerse, bu İngiltere açısından kabul edilemeyecek ve askerî operasyonların garantisi olacaktır.” İfadelerini kullandı. Dannet, Batılı değerlerin politik hayatı tarafını kuşanmış, namaz kılan, veya manevî ibadetler yapan Müslümanlarla bir sorunlarının olmadığını da ifade etti.
Son günlerde bu mahallelere maskeli kişiler tarafından düzenlenen saldırılarda, kadın çocuk gözetmeden ateş açıldığı belirtiliyor. Üzerlerinde Kırgız yazan binalara ise saldırı düzenlenmediği gelen haberler arasında. Özbekler ise yaşanılanlara anlam veremiyor. Iroda Turadzhanova: “Evlerimizi terk edip gidiyoruz çünkü her şeyi yıkıp yakıyorlar. Kadınları dövüyor, erkekleri öldürüyorlar. Niye bu savaş anlamıyorum. Burası bizim de vatanımız. Burada hayatımıza devam etmek isterdik.”
Timeturk KIRGIZİSTAN’DA, 18 HİZB-UT TAHRİR ÜYESİ SERBEST BIRAKILDI
Bişkek, çatışmalardan eski cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev taraftarlarını sorumlu tutuyor. Araştırmacı Şairbek Juraev ise çatışmaların etnik yapısından bahsedilmemesinin sorunları çözmeyeceğini belirtiyor: “Hükümetin olaylardan Bakiyev’i sorumlu tutması yaşananların etnik yapısını ikinci plana atmayı ve insanları yatıştırmayı hedefliyor. Ama suçu sadece Bakiyev’e yıkmak sorunun uzun vadede çözümsüz kalmasına neden olacak.”
1 Ekim 2008’de Nookat şehrinin güneyinde, İslami Fıtr Bayramı’nı kutlarken tutuklanan otuz iki kişiden on sekizi yasak olan İslami gurup Hizb-ut Tahrir’e üye olmaktan dolayı suçlu bulunmuşlardı. Bu kimseler Mayıs 2009’da, 9 ila 20 yıl arası değişen hapis cezası aldılar. 27 Nisanda geçici hükmet, İkinci dünya savaşının sonlandırılmasının 65. yıl dönümü ve Başbakan Kurmanbek Bakiev’in devrilmesi esnasında öldürülenlerin anısına af çıkardığını ilan etti. (Bişkek, 19 Mayıs 2010)
Özbekler ve Kırgızlar arasındaki bir diğer sorun Oş şehrinin de içinde bulunduğu ipek ve pamuk ambarı Fergana vadisi. Uzun süre Kırgızlar’a ait olan bu verimli topraklar Sovyet lider Stalin döneminde Kırgızlar, Tacikler ve Özbekler arasında paylaştırıldı.
Kaynak: Rfe/rl
Bu durumu değerlendirirken bölgede çok güçlü olan Hizb ut-Tahrir gibi aşırı dinci grupların da oynadıkları rolü göz ardı etmemek gerekiyor. Ülkenin güneyinde 8 bin kişinin bu gruplara üye olduğu belirtiliyor.
ETNİK ÇATIŞMANIN ARDINDAKİ GERÇEKLER Kırgızistan Özbekleri akın akın ülkeyi terk ediyor. Aralarında kadınların ve çocukların bulunduğu etnik çatışmalardan kaçan binlerce kişi Kırgızistan sınırına akın etti.
Kaynak: EuroNews (17.06.2010)
73
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Haberiniz Olsun baren Filistin’in işgal edilmiş bir İslami belde ve esaretten kurtarılması gereken bir emanet olduğunu kaydetti.
KIZILAY’DA BİR GRUP İSRAİL’E CİHAT İLAN ETTİ Ankara’da, Köklü Değişim adı verilen bir grup İsrail’in Türk gemilerine saldırısını protesto etti. Grup İsrail’i kınamak yerine İsrail’e cihat edilmesi gerektiğini bildirdi.
Açıklama sırasında tekbir getiren grup üyeleri, daha sonra dağıldı. Emniyet mensuplarının, protesto gösterisi sırasında çevrede geniş güvenlik önlemi aldığı görüldü.
Ankara’da, Köklü Değişim adı verilen bir grup İsrail’in Türk gemilerine saldırısını protesto etti. Grup İsrail’i kınamak yerine İsrail’e cihat edilmesi gerektiğini bildirdi.
Anadolu Ajansı AA
Kızılay Güvenpark’ta toplanan bir grup İsrail’in yardım gemilerine saldırmasını sloganlar eşliğinde protesto etti. Köklü Değişim grubu sözcüleri açıklamalarında İsrail’i kınamanın doğru olmayacağına işaret ederek, “Bir yahudi varlığı olan İsrail’i kınamıyoruz, çünkü zayıf ve aciz olanlar kınar. İşte o yüzden siyonist yahudi varlığını kınamıyoruz. İsrail’e sadece ve sadece cihat ilan ediyoruz” dedi.
BEYAZIT’TA İSRAİL PROTESTOSU İSTANBUL (İHA) – Beyazıt’ta toplanan yüzlerce kişi, Gazze’ye insani yardım taşıyan gemilere yönelik saldırı nedeniyle İsrail’i protesto etti. Köklü Değişim Dergisi tarafından Beyazıt Meydanı’nda düzenlenen İsrail protestosuna 500 kişi katıldı. Grup, öğle namazı sonrasında Beyazıt Meydanı’nda toplandı. Şiddetli yağışın gölgesinde başlayan protesto gösterisine kadın ve çocuklarında katıldıkları gözlendi. Yağmurun şiddetini azaltmasıyla meydana çıkan grup tekbir getirdi. Kur’an-ı Kerim okunmasının ardından Köklü Değişim Dergisi Yazarı Mustafa Bayoğlu basın açıklaması yaptı. Bayoğlu, İsrail’in yaptığının kabul edilemez olduğunu belirterek, “Biz İsrail’i kınamıyoruz. Çünkü onlar kınanmaz, onlarla sadece cihad edilir” diyerek cihad çağrısı yaptı. Bayoğlu, “İsrail” konusunda hükümet yetkililerinin sert tepki göstermediğini iddia etti. Yapılan açıklamanın ardından yüzlerce kişi hep bir birlikte dua etti. Dua edilirken bazı eylemcilerin duygulandıkları gözlendi. Grup, eylemin ardından olaysız dağıldı.
Haber FX - 06.06.2010
BEYAZIT’TA İSRAİL PROTESTO EDİLDİ Köklü Değişim Dergisi’nin organizesiyle Beyazıt Meydanı’nda toplanan kalabalık bir grup İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırısını protesto etti. İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırısı, Beyazıt’ta bir grup tarafından protesto edildi.
Kaynak: İHA
Köklü Değişim Dergisi’nin organizesiyle Beyazıt Meydanı’nda toplanan kalabalık bir grup adına, dergi yazarlarından Mustafa Bayoğlu yaptığı açıklamada, 1948 yılından iti-
Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
74
BAKARA SURESİ 257-261. AYETLER
Esad MANSUR
uyguladıkça karanlıktan nur’a, aydınlığa çıkartılırlar. Birçok ayette Allahu Teâlâ Müminleri karanlıktan aydınlığa çıkartmak için ayetlerini indirdiğini bildiriyor. Misal olarak; Hadid süresi 9. Ayet’tir.
Müminlerin Velisi ve Kâfirlerin Velisi ُّ ِي الَّذِين آمنُوْا ي ْخرِجهم م ُّ ات إِلَى ِ ُم ِين َك َف ُروْا ُّ اللّ ُه َول َ الن ُو ِر َوالَّذ َ ُُ ُ َ َ َ ِّن الظل َّ أَولِيآؤهم ُّ ُّ َ ُ ِ ُم اب َ ات أ ْولَئ ِ ِّن الن ُ الط ُ اغ َ ِجوَن ُهم م ُ ص َح ُوت يُ ْخر َ ور إِلَى الظل ْ ِك أ ُ ُُ َ ْ ِ ون د ل ا خ ا ِيه ف م ِ َّالن َ َ ُ َ ْ ار ُه “Allah, Müminlerin velisidir, onları karanlıktan nur’a çıkarır. Kâfirlerin velileri Tağut tur. Onları nurdan uzaklaştırıp karanlıklara çıkarırlar. Bunlar cehennem sahipleridir. Orada kalıcıdırlar.” (el-Bakara 257)
ُّ ات لِي ْخرِجكُم م ٍ ُه َو الَّذِي يُ َن ِّزُل َعلَى َع ْب ِد ِه َآي ِ ُم ات إِلَى َ َ ُ ٍ ات َبيِّ َن َ ِّن الظل َّ ُّ ِوف ر يم ِ الن ٌ َر ُؤ َ ُم ل ٌ َّح ْ ور َ ِإو� َّن الل َه ِبك “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir.” (el-Hadid 9)
Allah, müminlerin velisi kendisinin olduğunu bildiriyor. Aynı anda, onları karanlıktan aydınlığa çıkartıyor. Veli; dost ve yardım eden demektir. Allah müminlerinin dostu ve yardımcısıdır, onlara yardım eder, zafer verir ve korur. Bu nedenle, müminler Allah’a tevekkül etsin ve O’na dayansınlar. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarmak en büyük yardımdır. Zira insan karanlıkta kalırsa bedbaht, mutsuz ve şaşkın olur, hayatı berbat ve sıkıntılı olur, ahrette cehennemlik olur.
Müminler Allah’ın ayetlerine uymazsa ve uygulamazlarsa karanlığa düşerler ve şaşkın olurlar. Bu asırda, bunu apaçık şekil de görmekteyiz. Müslümanların ne kadar şaşkın ve sefil hayat içinde kıvrandıklarına şahit olmaktayız. Allah’ın ayetlerinin bir kısmını uygulamak yetmez, yalnız ibadet yapmak veya İslam’ın ahlakına uymak ve İslam ahlakına göre örtünmek yetmez, ibadetle, ahlakla, kıyafetle, yiyecekle, devletle, iktisatla, siyasetle, ukubetle ve bütün hususlarla ilgili Allah’ın ayetleri uygulanmalıdır ki karanlıktan aydınlığa çıkartılsınlar. Öyle yapmazlarsa kâfirlerin durumuna düşerler. Kâfirlerse tağut tarafından hep delalete düşürü-
Ayette; “…karanlıktan çıkartıp nur’a getirir…” ifadesi, şimdiki zaman şeklinde geçmiştir. Bunun manası; Allahu Teâlâ, sürekli şekilde ve daima nura çıkartıyor. Nasıl olduğuna gelince; Müminler Allah’ın ayetlerini izledikçe ve
75
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Bakara Suresi 257-261. Ayetler “Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) yoksa görmedin mi? İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir şaşırıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.” (el-Bakara
lüyorlar. Onların dostu ve yardımcısı tağuttur. Şeytan Tağuttur, her saptırıcıda tağuttur. Kâfir veya zalim yöneticiler birer tağuttur, küfür rejimleri birer tağutturlar. Bunlar insanları saptırıyor, Allah’ın ayetlerine muhalefet edip heva ve heveslerine göre insanları yönetiyorlar. Her küfür anayasa ve kanun insanları delalete düşürür. Allah’ın ayetleri yerine küfür kanunları uygulandıkça, insanlar karanlığa düşüyorlar. Allah’ın ayetleri aydınlıktır, küfür kanunları ve hükümleri karanlıktır. Nisa süresi 60. ayette mümin olduklarını iddia edenler tağuta muhakeme olunmak istiyorlar ifadesi geçmektedir.
258)
Rasullerin ve onların yollarını izleyen dava adamları küfre, küfür sistemlerine ve zalimlere karşı susmazlar. Kâfir yöneticilere, zalim idarecilere yağ çekmezler. Onların görevi; yeryüzünden küfür sistemini, zulmü kaldırıp Allah’ın Dinini, Şeriatını hâkim kılmaktır. Bu nedenle Hz. İbrahim Aleyhi’s Selam zamanındaki hükümdarlarla tartışıp Allah’ın dinine davet etti.
ِل مِن َِل إِل َْي َك َو َما أُنز َِما أُنز َ ِين َي ْزُع ُم َ أَل َْم َت َر إِلَى الَّذ َ آمنُوْا ب َ ون أَنَّ ُه ْم َّ ِ اغ وت َ ق َْبل ُ َموْا إِلَى الط َ ِك يُرِي ُد ُ ون أَن َي َت َحاك “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri yoksa görmedin mi? Bunlar, tağutun önünde mahkemeleşmek istiyorlar…” (en-Nisa 60)
Genellikle hükümdarlar kibirli olurlar. Kibirli olan veya kibirlenen kimse daima batılda/ hak olmayanda inat ederler. Zira kendilerinin başkalarının muhtaç oldukları her şeye sahip olduklarını ve ellerindeki güçle her şeyi yapabileceklerine inanırlar. Bu nedenle de hakkı reddedip batıl üzerinde ısrar ederler.
Bakara 256. ayetini açıkladık, İslam’ın tersi tağut diye gösterildi. İslam hükmü aydınlık, tağut veya küfür hükmü karanlıktır. Bu tağut, insanları imandan ve Allah’ın hükmü olan aydınlıktan uzaklaştırıp küfür hükümleri olan karanlığa düşürüyor. Bunda süreklilik ve devamlılık var, insanlar küfür kanunlarına uydukça veya onları uyguladıkça karanlığa düşerler, bedbaht ve mutsuz olurlar. Ahrette cehennemlik olurlar, cehennemde ebediyen kalırlar, oradan hiç çıkamazlar.
Dava adamları zalim hükümdarlardan korkmayacak kadar pek cesur olmalıdırlar. Onlar ahrete inanırlar ve o günü düşünürler. İşte İbrahim Aleyhi’s Selam’ın örneği ortadadır. Allahu Teâlâ, İbrahim Aleyhi’s Selam’ı Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bir örnek olarak gösterdi ve aynı anda ikisini de bizim için birer misal olarak sundu. Bu nedenle Allahu Teâlâ Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e; “Hz. İbrahim’in tartıştığı hükümdarı görmedin mi?” dedi. Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitap ümmetine hitaptır. Allahu Teâlâ bize; inatçı, zalimlerle nasıl tartışılır onu bu şekilde göstermektedir.
Burada, Müminler için uyarı da vardır: Eğer Allah’ın ayetlerinden uzaklaşırlarsa veya İslam dışından çıkartılan ahkâm ve kanunlara uyarlarsa tağuta uymuş olurlar, karanlığa düşerler. Ahrette kâfirler gibi cehenneme girerler. Eğer, bu küfür kanunlara inanarak uyarlarsa ebediyen cehennem de olurlar. Çünkü imandan çıkıp küfre düşmüş olurlar. (Allah korusun!) TARTIŞMANIN YOLU
Kâfirlerle tartışma; önce akide üzerine olmalıdır. Bu sebeple İbrahim Aleyhi’s Selam akide üzerinde durdu. Allah’ın varlığını hükümdara ispatlamaya çalıştı. Hükümdar kendi diyarında her şeye egemen olduğu için istediğini öldü-
ِ آج إِ ْب َر َال َ ْك إِ ْذ ق َ يم فِي رِِّب ِه أَ ْن آ َت ُاه اللّ ُه ال ُْمل َّ أَل َْم َت َر إِلَى الَّذِي َح َ اه ِ َال إِ ْب َر ِ إِ ْب َر يم َفإِ َّن َ ِيت ق َ ِيت ق ُ َال أََنا أُ ْحيِي َوأُم ُ ِّي الَّذِي يُ ْحيِي َويُم ُ اه ُ اه َ يم َرب َّ َّ ْ ْ ِت الذِي َك َف َر ِ ِن ال َْم ْغر ِ اللّ َه َيأتِي بِالش ْم ِ ِن ال َْم ْشر َ ِب فَبُه َ ِها م َس م َ ِق َفأ ِت ب َّ ال يهدِي ا ْلقَوم ِ ِين م ل ا الظ َ ْ َ َ َواللّ ُه َْ Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
76
Bakara Suresi 257-261. Ayetler neltecektir. Davet ancak bu şekilde etkili olur. Nitekim avam ve diğer insanlar yöneticilerine tabidirler. Eğer yöneticiler değişirse halk da değişir.
rüyor, istediğini hayatta bırakıyordu. Bundan dolayı “bende öldürüyor ve diriltiyorum” dedi. Böyle yaptığı için ve bu anlayışla Allah’ın hakikatini idrak edemez. Bunun farkına varan İbrahim Aleyhi’s Selam hemen başka bir delil göstermeye yöneldi. “Allah güneşi doğudan getiriyor sende güneşi batıdan getir” dedi. Kâfir hükümdar şaşırıp kaldı. Çünkü gücü dışında olan bir şeyi yapamayacağını anladı. Fakat zayıf olan insanları öldürmekle kendini onlar karşısında güçlü ve ilah olduğunu zannediyordu.
Bu nedenle İbrahim Aleyhi’s Selam olsun, ister Musa Aleyhi’s Selam olsun Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e kadar Rasuller yöneticilere karşı dikilip daveti açıkça götürdüler ve onlarla tartıştılar. Sahabeler aynı yolu izlediler. Hz. İbrahim Aleyhi’s Selam dönemindeki hükümdar olan Nemrud’a daveti götürdü ve onunla tartıştı.
Zalimlere karşı çıkmak büyük farzlardandır. Ancak bununla beraber tartışma gücüne sahip olmak gerekir. Zalim kimse inatçı olduğu için ona delil gösterilince inatçılığı ortaya çıktığı takdirde başka bir delil göstermeye geçilmelidir. Hatta daha etkileyici deliller serdetmek gerekir. Bu noktada Kur’ân’ın üslubuna uyulur.
Hz. Musa Aleyhi’s Selam dönemindeki hükümdar olan Firavun’a daveti götürdü ve onunla tartıştı. Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem dönemindeki yöneticilerden Ebu Cehil’e, Ebu Leheb’e, Ebu Sufyan’a, El Velid bin Mugire’ye ve diğerlerine daveti götürdü ve onlarla tartıştı. Bu asırda, bunları örnek edinip ciddi şekilde daveti taşıyanlar yalnız fertlerle veya avamla meşgul olmamalı bunun yanında yöneticilere de daveti götürerek onlarla tartışmalı ve hesaba çekmelidirler.
İbrahim Aleyhi’s Selam “Allah diriltiyor ve öldürüyor” deyince zalim hükümdar “bende diriltiyor ve öldürüyorum” dedi. Bu ise zalim kimse tarafından gösterilen bir inattır ve bir kişiyi hayatta bırakma veya öldürme işini Allah’ın yoktan var etmek ve öldürmesine benzetmektedir. İbrahim Aleyhi’s Selam ikinci delili gösterince zalim hükümdar şaşırdı. Nitekim Allah zalim olanları hidayete erdirmez. Bunun manası; zalim kimse kendi zulmü üzerinde ısrar ettikçe Allah onu hidayete erdirmez. Eğer bir zalim kendi zulmünde ısrar etmeyip vazgeçer, pişmanlık duyup tövbe ederse Allah onu hidayete erdirir. Kısacası hidayeti isteyince Allah hidayet verir. Hidayeti reddedip küfür ve fasıklık üzerinde ısrarcı olursa Allah hidayete ulaşmasında o kişiye yardım etmez.
4- Daveti taşıyan kimse cesur olup zalim yöneticilerden korkmazlar. Çünkü Allah için mücadele ederler canları ve çıkarları için değil. Bu nedenle korkak olmazlar. Canını ve çıkarını hesaba katan kimse cesur olmaz korkak olur.
Bu ayetten çıkartabileceğimiz fikirler şunlardır:
6- “Bu zalimler, kâfirler ve fasıklar hiç hidayete tabi olmazlar. Onun için bunlara daveti götürmek abes bir şeydir” denilemez. Öyle olsalar dahi onlara daveti götürmek, onlarla tartışmak ve sürekli hesaba çekme işini yapmak gerekir. َّ ِ َرَي ٍة َوِه َي َخاوَِي ٌة َعلَى ُع ُر َال أَنَّ َى يُ ْحيِي َ وش َها ق ْ أَ ْو كَالذِي َم َّر َعلَى ق َال َ ْت ق َ ُم َب َع َث ُه ق َّ ِها َفأَ َما َت ُه اللّ ُه ِم َئ َة َعا ٍم ث َ َم لَِبث َ َه ِذ ِه اللّ ُه َب ْع َد َم ْوت ْ َال ك َّ ُ ْت ِم َئ َة َعا ٍم ف ِك ث ب ِ ل ل ب َال ق م و ي ض َ َانظ ْر إِلَى َط َعام َ َ ُ لَِبث ٍ ْ َ َ ْت َي ْو ًما أَ ْو َب ْع َ
5- Daveti taşıyan kimse derin ve aydın fikirli olduğu gibi hazır cevap verme yeteneğine de sahip olmalıdır. Yöneticiye birbirinden daha derin deliller ve misaller gösterebilmelidir.
1- Hükümdarları hesaba çekmek gerekir. 2- Eğer hükümdar küfür inançlarına sahipse onunla bu inançlar hususunda tartışmak gerekir. 3- Daveti taşıyan kişi daveti yalnız avama yöneltmeyecektir, daveti yöneticilere de yö-
77
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Bakara Suresi 257-261. Ayetler ُ اس َو ُ ِك ل َْم َي َت َسنَّ ْه َو انظ ْر إِلَى ِ ََّك َآي ًة لِّلن َ ِك َولَِن ْج َعل َ انظ ْر إِلَى ِح َمار َ َو َش َارب َ الع ِ َال أَ ْعل َُم أَ َّن اللّ َه ي ب ت َّا َم ل ف ا م َح ل ا وه ْس ك ن ُم ث ا ه ز نش ن ف َي ك َ َّن لَ ُه ق َ َ َ َ ً ْ َ ُ َ َّ َُ ُ َ ْ ِظا ِم ِّ ِير ٌ َعلَى كُل َش ْي ٍء َقد “Yahut evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) olan kasabaya uğrayanı yoksa görmedin mi? “Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!?” dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. “Bir gün yahut daha az” dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi.” (el-Bakara 259)
Bu belde veya köy nekire lafzıyla geçti, marife lafzıyla geçmedi. ( قريةEl- Kariye) demedi ( قريةkaryeh) dedi. Arasındaki fark; nakire lafzı olan “karye” herhangi bir köy demektir. “Elkariye” ise marife lafzı olur. O zaman belli bir köy demektir. Yukarıdaki ayette El-kariye değil karye dedi. Yine kişi de nakire idi, herhangi bir kişi lafzıyla geçti. Kur’an-ı Kerim bunları nakire lafzıyla gösterdiği zaman belli olmayan köy veya kişi anlamına gelir. Bundan dolayı isimler üzerinde durmamızın bir anlamı yoktur. Allahu Teâlâ o kişiyi dirilttikten sonra ona; “yiyeceğine ve içeceğine bak hiç bozulmamıştır. Merkebine de bak, seni insanlar için bir ayet/ibret olarak göstereceğiz” dedi. Bunun manası; Allahu Teâlâ bu kişiyi o halk için bir mucize olarak göstermiştir. Allahu Teâlâ kendi gücünü göstermek için bu kişiyi öldürdü ve belli bir süre sonra diriltti. Allah insanları tekrar dirilteceğine dair bu kişiyi bir delil olarak o kişinin halkına göstermiştir. Kemiklerin tekrar nasıl bir araya getirilip can verildiğini göstermiştir. Allahu Teâlâ önce kemikleri yaratıp daha sonra etle donatmıştır. Bu kişi; “Allah’ın her şeye kadir olduğuna kesin olarak inanıyorum” dedi.
Allah kendi gücüne, kendisinin her şeyi yapabileceğine dair başka bir delil gösteriyor. Birinci olayda İbrahim Aleyhi’s Selam ile hükümdar arasında geçen tartışmada İbrahim Aleyhi’s Selam tarafından Allahu Teâlâ’nın gücüne delil gösterildi ve hükümdar şaşkınlığa düşürüldü. Fakat bu ikinci misalde; bir kişi yıkılmış bir köye uğradığında “Allah’ın bunu nasıl canlandıracağına” dair kendi kendine sorusu üzerine Allah onu öldürdü. Yüz yıl sonra tekrar diriltti. Allah ona sordu: “Kaç yıl ölü olarak kaldın?” o kişi; “bir gün veya bir günün yarısı kadar” diye cevap verdi. Allahu Teâlâ ona yüz yıl ölü olarak kaldığını bildirdi.
Ayette عامsözcüğü geçti. Bu kelime ilim kelimesinden türedi. Kur’an-ı Kerim’de ilim kelimesi kesin şekilde inanmak manasında geçmektedir. Zira akide kesin inancı gerektirir. İmanın gerçekleşmesi için kesin delil gerekir. Zanni delil gösterilerek kişiye “iman et” denilirse çelişki olur. Zanni delile nasıl inanacaktır? Bu sebeple Allah’ın varlığına delalet eden deliller kesin akli delillerin olması gerekir.
Allahu Teâlâ bu kişinin adını vermedi. Çünkü isim önemli değildir, önemli olan olaydır. Kur’ân’da bazı olaylarda bazen isim verildi, çok azında da isim verilmedi. Bu köyünde ismi zikredilmedi.
ِ َال إِ ْب َر َال َ َال أَ َول َْم تُ ْؤمِن ق َ ف تُ ْحيِي ال َْم ْوَتى ق َ َ ِإو� ْذ ق َ َي ْ يم َر ِّب أَ ِرنِي ك ُ اه َّ ِّ َ َّ َبلَى َولَكِن ل َي ْط َمئ ُم َ ِن َق ْلبِي ق َّ َص ْرُه َّن إِل َْي َك ث ُ َال ف َ َخ ْذ أ ْرَب َع ًة م ُ ِّن الط ْي ِر ف ِّ ْ َّ َّ ٍ اعل َْم أَ َّن و ا ي ع س ك ن ِي ت أ ي ن ه ع د ا ُم ث ا ء ز ج ن ه ن م ل ب ج َ ِّ ْ َ ً ْ َ َ َ ُ ُ ْ َّ ًْ ُ ُ ْ َ َ اج َع ْل َعلَى كُل ْ ِيم ك ح ِيز ز ع ه ل ّ ٌ َ َ ال ٌ َ
Bazı tefsir kitaplarında o kişinin ve köyün adı verilmiştir. Kaynağında “İsrailiyat” (“İsrail”le alakalı hikâyeler) olduğundan dolayı alamayız. Bundan dolayı sadece ayetin bize vereceği mesaj veya ondan çıkartacağımız hüküm veyahut alacağımız ders ve ibretler üzerine durup bugünkü vakıamız üzerine indirmeye çalışırız. Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
“İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine
78
Bakara Suresi 257-261. Ayetler Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem başta olmak üzere bütün sahabeler Allah’ın zaferinin geleceğine kesin şekilde inanıyorlardı. Fakat o zaferi en yakın zamanda görmek için çok şevkli ve meraklı idiler. Allahu Teâlâ bu ayette onlara; “Allah’ın zaferi yakındır” diyerek kalplerine itminan ve huzur getirdi. Böylece meraklarını giderdi ve onları rahatlattı.
Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah Azîz’dir, Hâkîm’dir.” (el-Bakara 260) İbrahim Aleyhi’s Selam inancında şüphe yoktur. Kendi asrındaki azgın olan hükümdarı korkmadan imana çağırdı ve onunla tartıştı. Yukarıda geçen 258. ayette bunu gördük. Hükümdara Allah’ın varlığına delalet eden delilleri gösterip, hükümdarı sıkıştırarak şaşkınlığın içerisine düşürdü.
İşte İbrahim Aleyhi’s Selam’ın isteğine bu açıdan bakılır. O zaten Allah’ın varlığı ve kudretine inanmakta idi. Allahu Teâlâ’nın ona; “Allah’ın aziz ve hâkim olduğuna inan” demesi sırf bir tevkit ve pekiştirmedir.
Demek ki İbrahim Aleyhi’s Selam’ın imanı pek güçlüdür. Fakat İbrahim Aleyhi’s Selam meraktan Allah’ın nasıl ölüleri dirilttiğini görmek istedi. İnsan bir şeye merak duyunca kalbi o şeyi görünceye kadar huzur bulmaz. Zira İbrahim Aleyhi’s Selam Rabbine; “inandım” dedi. Allah onun inandığını elbette biliyor. Bu nedenle onun talebine icabet etti, merakını ve şevkini (özlemini) giderdi. Ona dedi ki; “dört kuş al, kes ve her dağa bir parça koy, sonra onları çağır…” Her kuşun parçaları bir araya gelerek aynı anda o kuşlar İbrahim Aleyhi’s Selam’a yöneldiler. Böylece Allah ona bir mucize gösterdi. İnsan akıl yolu ile bir şeyi idrak ederse onun varlığına inanır. Fakat gözüyle o şeyi görerek idrak ederse kalbi tam itminanlı, huzurlu olur. Misal olarak; insan evladını kaybeder, sonra da bulunursa, bulunduğuna dair bütün deliller gösterilirse o zaman kanaat hâsıl olur ve inandığını beyan eder. Kalbine itminan gelir ve huzurlu olur. İnsan bir şeye inandıktan sonra da o şeyi görmek için özlem içerisinde bulunur. İnsan görmeden bir şeyi severse onu görmek için şevkli olur. Biz Allah’ın zaferinin geleceğine ve Hilâfet’in tekrar kurulacağına inanıyoruz. Fakat hep şevkli kalıp ne zaman kurulacağını hep kendi kendimize soruyoruz. Bu bizde şüphe bulunduğundan dolayı değil buna pek şevkli olduğumuzdan kaynaklanmaktadır. Aynen Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve sahabelerin; “Allah’ın zaferi ne zaman gelecek” dedikleri gibidir. (Bakara 214. ayete ba-
Allah Aziz’dir; her şeye galip gelir ve Kadir’dir, hiç aciz olmaz. Ayrıca Hâkim’dir; her şeyi yaratırken ne için yarattığını bilir. Yarattığının mutlaka bir nedeni vardır fakat çoğu zaman nedenini göstermez. Bundan dolayı neden olduğunu bilemiyoruz. Allahu Teâlâ İbrahim Aleyhi’s Selam’a mucizeyi gösterdikten sonra; Allah’ın her şeye kadir olduğuna ve her şeyde bir hikmetin olduğuna inanmasını istedi. İman etmek için tekrarlı ve pekiştirmeli emir babındandır. ِ َمث ِ َه ْم فِي َسب َل َح َّب ٍة أَ َنب َت ْت َس ْب َع ُ َّمث َ ِين يُن ِفق َ َل الَّذ ُ ُون أَ ْم َوال َ ِيل اللّ ِه ك ِّ ِ ف ل َِمن َي َشاء َواللّ ُه َو ِ ض اس ٌع َ َس َناب ُ اع َ ُِل فِي كُل ُسنبُلَ ٍة ِّم َئ ُة َحبَّ ٍة َواللّ ُه ي ِيم ٌ َعل “Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah Vâsi’dir (lütfu geniştir), O her şeyi bilir.” (el-Bakara 261) Kur’an’da “Allah’ın uğrunda” ifadesi geçmesi cihad manasını taşır. Bu ayetteki harcama harcamadan kasıt cihadda harcama demektir. Cihadda bir kuruş harcayan yedi yüz sevap alır. Zira cihad İslam’ın zirvesidir. Cihad dışındaki harcamanın sevabı daha azdır. Her kuruşa on sevap vardır. Ebu Ubeyde’nin Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle işittiği rivayet edilmiştir: “Allah’ın uğrunda kim güzel bir harcama yaparsa yedi yüz sevap alır. Kim kendine, ai-
kabilirsiniz.)
79
KÖKLÜDEĞİŞİM - Temmuz 2010
Bakara Suresi 257-261. Ayetler İslam Devleti yoksa (günümüzdeki gibi; cihadı yürütecek halife olmayınca) önce bütün Müslümanlar Hilâfet’i tekrar kurmak için mücadele etmelidirler. Günümüzdeki gibi düşmanlar Müslümanların diyarlarına saldırdığında (Halife olmasa da) müdafaa etmek, savunmak farzdır. Buna def cihadı (def etmeksavunma cihadı) denilir. Allah için savaşanlara mücahid denilir, öldürülenler de şehid olur.
lesine harcama yaparsa veya bir hastayı ziyaret ederse veyahut bir eziyeti kaldırırsa bir iyilik on sevaba dönüşür. Oruç bozulmadıkça bir kalkandır. Kime Allah tarafından vücuduna bir bela gelirse kendisine bir keffare (günahı düşüren şey) verilir.” (İbn-i Hanbel ve Nisai) Başka bir rivayette İbni Mesut’tan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediği rivayet edildi:
Allah’ın fadlı geniştir, istediği kişinin sevabını katlar, herkesin niyetine göre verir. Eğer niyeti sırf Allah’ın rızası içinse bol sevap verir. Kişi fazla harcar, fazla gayret sarfederse sevabı da kat kat olur. Eğer kişinin niyeti insanlara gösteriş içinse bunun karşılığını/sevabı alamaz. Aksine günah kazanır, harcadığı ve emeği boşa gider. Cihadı da boşa çıkar. Çünkü ameline riya karıştırmıştır. Allah’ın en nefret ettiği şey riyakârlıktır. Nitekim riyakârlık bütün sevabı süpürür yok eder.
“Kim Allah’ın uğrunda bir deve verirse kıyamet gününde o deve yedi yüz deve ile beraber gelir.” (Müslim ve Nisai) Buna benzer birçok hadis mevcuttur. Burada cihadın ehemmiyeti gösterilmektedir. Cihad devam ettikçe İslam’ın yayılması devam eder, birçok insanın İslam’a girmesine vesile olur, insanlar zulümden kurtulur, Allah’ın mülkü olan yeryüzünde Allah’ın sözü hâkim olur, Müslümanlarda düşmanların saldırılarından korunurlar. Müslümanlar kâfirlerin diyarlarını İslamiyet’i yaymak için fethetmeye cihatla yöneldikçe kâfirler savunmaya geçerler. Ama Müslümanlar cihadı durdurdukça veya ihmal ettikçe kâfirlerin kendilerine saldırmasına zemin hazırlamış olurlar. Çünkü cihad durunca kâfirler fırsat bulup Müslümanlara saldırırlar. Nitekim Osmanlı Hilafet Devleti, Viyana’yı fethedemeyip muhasaradan dönünce kâfirlerin diğer beldelerine olan cihadı da durdurdular. Bu tarihten sonra kâfirler Müslümanların diyarlarına saldırmaya başladılar. Ta ki Hilâfet’in başkenti İstanbul’a gelip orayı işgal ettiler, Hilâfet’i ajanları vasıtası ile yıktılar, yerine laik rejimi kurdular. Bunun tek sebebi cihadı terk etmeleridir.
İnsan her ne kadar niyetini gizlemeye çalışırsa çalışsın, ne iddia ederse etsin Allah onu daha iyi bilir. Zira Allah her şeyi bilendir. Müslüman Allah’ın her şeyi bildiğini her an düşünmeli, hiç unutmamalıdır. Allah’ın razı olmayacağı başka niyetlere ve başka iddialara sahip olmasın…
Allahu Teâlâ cihadla ilgili yüzlerce ayet indirdi. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’de bu konuda yüzlerce hadis buyurdu. Aynı anda Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ilk İslam Devleti’ni Medine’de kurunca, ilk senesinden itibaren cihadı başlattı. Ta vefat edinceye kadar cihadı devam ettirdi. Ayrıca birçok seriyeler gönderiyordu.
Temmuz 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
80