KöklüDeğişim 71.Sayı

Page 1



‫بسم اهلل الرحمن الرحيم‬ Ağustos Ayı Takdim

KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004

İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsi Dergi Şaban 1431 Ağustos 2010 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren İdari İşler Müdürü Hakkı Eren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı No: 31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abonelik&Reklam Tel: (+90) 0 312 229 77 91 Faks: (+90) 0 312 229 77 92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net

Temsilcilikler

İstanbul Bülent Kurşun Tel: 0 536 638 67 68 Bursa 0 532 627 35 89 kdbursa@hotmail.com

Abonelik ve Hesap Numaları

Yurtiçi

Yurtdışı

6 Aylık

6 Aylık

24 TL

24 TL

Yıllık (12 Ay) Yıllık (12 Ay) 48 TL

48 EUO

PTT Posta Çeki:

Ziraat Bankası Euro Hesabı Başkent Şb. TR93000100 1683474757825001 TCZBTR2A

Ahmet Sivren Adına

1911803

Ziraat Bankası TL Hesabı Başkent Şb. 4745782-5002

Baskı 01.08.2010 Rulo Ofset ve Matbaacılık Adres: K.Karabekir Cd. No: 120/86 İskitler-Ankara 0 312 312 50 75

Yerel-Süreli ISSN: 1304 - 8274

Bu sayımızı okumaya başladığınız günlerde Ramazan-ı Şerif’e girmiş ya da girmek üzere olacağız. Bu vesile ile başta bütün Müslüman kardeşlerimiz olmak üzere siz değerli KöklüDeğişim okuyucularının Ramazan-ı Şeriflerini kutluyor, bu güzel ve bereketli ayın bütün İslam âlemine hayır getirmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz. Bizleri Recep ve Şaban ayına ulaştıran Rabbimiz İnşaAllah Ramazan ayına ve akabinde gelecek olan Iyd-ul Fıtr’a da ulaştırsın diyoruz. Bu ayki içeriğimiz yine beğeneceğiniz ve merak ettiğiniz makalelerle dolu olmakla birlikte, İnşaAllah sizler açısından daha da verimli olur diye umut ediyoruz. Sizlere bu ay sevindirici bir haber vererek başlamak istiyoruz. Daha önce dergimizde yazdığı bir yazıdan dolayı hakkında soruşturma açılan ve bu kapsamda dört aylık hamile olmasına karşın haksız bir şekilde tutuklanarak cezaevine konulan yazarımız Çiğdem Albasan yapılan itirazlar sonucunda nihayet tahliye edildi. İnşaAllah Rabbimiz bu hayırlı bacımızı en güzel şekilde mükâfatlandırır. Bu ay Gündem bölümümüze İdari İşler Müdürümüz Hakkı Eren ile birlikte Türkiye’den bazı gazetecilerin de katıldığı Hizb-ut Tahrir‘in Beyrut Konferansı ile başlayacak ve Müslümanların sorunlarının ele alındığı bu konferansa ait detayları güzel bir üslupla anlatmaya çalışacağız. Devamında ise referanduma kilitlenen ülke gündeminde ne yapacağını bilmeyen, referandum paketinin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ve bu konuda nasıl hareket edeceğini kestiremeyen Müslümanlara yön verecek makaleler ile bu konuya açıklık getireceğiz. Mübarek diye adlandırılan ve içerisinde bulunduğumuz bugünlerde defaatle kutlanan kutsal günlerin ve kutsal yerlerin nasıl belirleneceğine dair bir yazıyı da Miraç hadisesi ile birlikte ele alacağız. Ve yine petrolü Müslümanların kanı, gözyaşı ve hayatlarından daha değerli olarak görenlerin Irak üzerinde oynadıkları kirli oyuna açıklık getirecek ve Türkiye’deki terör meselesi ile Irak siyasetini ilişkilendirecek olan bir yazı dizisine de bu aydan itibaren başlayacağız. Türkiye de var olan birçok enerji kaynağının durumunu ve nasıl kullanılamadığını da başka bir makale ile irdeleyeceğiz. Geçen aydan devam eden Çin siyasetine dair izahatı bu ay sonlandıracak ve yine iktisadi düşünceler ile alakalı yazı dizimize devam edeceğiz. Geçtiğimiz günlerde cezaevinde yakalandığı bir hastalık sonucu vefat eden bir Müslüman kardeşimiz üzerinden affetmekten dahi mahrum olanlara da hak kelamı ile sesleneceğiz. Kısa-Yorum bölümünde ise; CHP’de Kılıçdaroğlu ile meydana gelen hareketliliğin nedenini, bu değişimin arka planını ve Saadet Partisi’nin en son gerçekleştirdiği olaylı kongresini kısa ama öz mefhumlarla değerlendireceğiz. İktibas bölümünde bundan sonra her ay bir yazı yayınlamaya karar verdik. Bu ay sizleri zayıflatılan İslam Devleti Perspektifi adlı makale ile buluşturacağız. Yine Okuyucudan Gelen ve Tefsir bölümleri ile de KöklüDeğişim’in bu sayısını tamamlayacağız. KöklüDeğişim susukunluğun kırılma noktası olmaya devam ediyor… Not 1: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız. Not 2: Dergimiz, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

1

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


İÇİNDEKİLER GÜNDEM Lübnan’daki Küresel Medya Konferansından İzlenimler...........................................................Hakkı Eren.........3 Alışılagelmiş Senaryoların Referandumu................................................Erkan Akkaya......10 Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı, Garip Müslümanların Diyarı Irak….............İbrahim Er.......14 Türkiye’nin Enerji Potansiyeli ve Enerjide Yaşanan Sorunlar.............................Talha Yaşar......20 Çin Siyaseti - Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket Etmenin Keyfiyeti.......Esad Mansur......23 Seçmen Gerçekten Ne İstiyor?.................A. Celil Cengiz......29 İnsanlığın ve İslam Ümmeti’nin Önünde Gelişme Ufku Olarak Miraç...................A. Sadık Altınel......33 Sömürge ve Müslümanlar Üzerinden Hesaplaşma......................................................Esma Sıddık......39 Affetmekten Dahi Mahrum Olanlara....................................................Yiğit Serdengeçti......42 Anayasa Değişikliğinin Değiştiremeyecekleri...................................Halime Aydın......45 Ramazan Ayının Veriminden Faydalanmak................................................Ekrem Muakkil....49 İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm (5)..................................................Hakkı Eren....52

KISA-YORUM Laik Jakobenlerin Son Hamlesi; Kılıçdaroğlu!.....................................................Murat Savaş......55 O Ne Derse “O”.............................................Selman Suruç......57

İKTİBAS Zayıflatılan İslâm Devleti Perspektifi............................................Şükrü Hüseyinoğlu......59 Yahudilere Karşı Siyâsî Uyanıklık........Şeyh Ebu Yâsin......62 HABERİNİZ OLSUN..................................KöklüDeğişim......67

OKUYUCUDAN GELEN Tatilde(mi)yiz!.................................................Esma Sıddık......73 TEFSİR Bakara Suresi 262-266. Ayetler......Esad Mansur......76 Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

2


Hakkı EREN

T

organizasyona katılacağımdan dolayı memnun olmuştum. Benimle beraber davetli olan diğer medya mensupları ise şunlardı. Vakit gazetesinin Ortadoğu uzmanı olan gazeteci yazar Ahmet Varol, yine aynı gazeteden gazeteci yazar Mustafa Özcan, Timetürk ve Vuslat dergisi yazarlarından araştırmacı yazar Ali Öner, Haksöz dergisi yazarlarından olan ve Özgür Der adına bu konferansa icabet eden araştırmacı yazar Bülent Şahin Eşdeğer, Olay TV’den gazeteci ve televizyoncu Cüneyt Önder, Doğru Haber gazetesinden yazar Feyzullah Zerey ve Mustazaf Der İstanbul Şube başkanı olan yazar Said Şahin idi. Ayrıca ilk başta yine Vakit gazetesinin dış haberler muhabiri olan Adem Özkese’nin de heyete Şam’dan gelerek Beyrut’ta katılacağı söylenmişti. Ama Lübnan’a gittiğimizde Adem Özkese’nin konferansa üç gün kala kolunun kırılması nedeniyle aramıza katılamayacağını söylendi.

emmuz ayının içerisinde Beyrut’ta düzenlenen Küresel Medya konferansına Köklü Değişim Dergisi’ni temsilen davet edildim. Ve diğer davetli olan gazeteciler ve başka medya mensupları ile birlikte 16 Temmuz da Lübnan’a hareket ettim. Bu büyük organizasyonu Hizb-ut Tahrir düzenliyor ve konferans “Hizb-ut Tahrir’in Uluslararası ve Bölgesel Sıcak Meselelere İlişkin Duruşu” adını taşıyordu. Konferansın düzenlenme tarihi oldukça manidardı. Zira konferansın düzenlendiği tarih Hilafet’in hicri olarak yıkılış yıldönümüne tekabül ediyordu. Daha önce de bildiğim kadarı ile Hizb-ut Tahrir, bu tarihin önemine binaen geçen senelerde yine bu tür büyük organizasyonlar yapmış ve tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Geçen sene Endonezya da gerçekleştirilen Alimler Konferansı ve yine daha önceki senelerde gerçekleştirilen ve yüz binlerin katıldığı konferans, yürüyüş ve mitingler yapmışlardı.

16 Temmuz akşamı heyete dâhil olan kişilerin bir araya gelmesi ile birlikte İstanbul’dan Beyrut’a doğru hareket ettik. Beyrut havaa-

Konferansa gitmeden önce diğer katılımcıları da öğrenmiş ve onlarla birlikte böyle bir

3

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Lübnan’daki Küresel Medya Konferansı’ndan İzlenimler lanında gerçekleşen pasaport kontrolleri esiçin çaba harcarken, bizler ise bunun yerine nasında daha önce Gazze’ye yardım götüren tarihi ve sosyal içerikli mekânların gezdirilGazze’ye Özgürlük Filosu gemilerinden Mavi mesini talep ettik. Bunun üzerine 2007 yılınMarmara da olan ve gasıp yahudi varlığı “İsda Trablus’ta şiddetli çatışmaların yaşandırail” tarafından gözaltına alınan Ahmet Varol ğı Nahr El-Bared mülteci kampına gitmek ve Mustafa Özcan’ın işlemlerinde bir sorun istedik. Fakat uzaktan harabeye döndüğü oluştu. Lübnan devleti pasaportunda “İsragözüken kampın etrafında bulunan Lübnan il” damgası bulunan şahısların ülkelerine askerleri, bırakın bölgeye girmeyi fotoğraf girmesini yasaklamış olduğundan bu gazebile çekmemize engel oldular. Daha sonra ise tecilerin de gözaltılar sonucunda Türkiye’ye yine Trablus’ta bulunan ve Filistinli mültecigeri dönerken pasaportlarına vurulan çıkış lerin yerleştirildiği başka bir kampa gitmek mühürü sorun oluşturmuştu. Ama Ahmet için hareket ettik. Lübnan da toplam 12 adet Varol’un askerlere durumu izah etmesinin Filistin mülteci kampının olduğunu öğrenardından büyük bir teveccüh ile işleri hemen dik. Kamp içerisine girdiğimizde uygun bir gerçekleştirildi. Yani daha Lübnan’a girmeyerde durduk ama heyetten bazı kişilerin den önce “İsrail” düşmanı vakıayı algılamadan heBürokratik işlemlerin ve mağduru olmak bizlere men fotoğraf makinelerine ardından havaalanının yolcu bir dizi kolaylıklar sağlasarılmaları sonucunda bir çıkışında ellerinde kelimeyi mıştı. Bu durumun seyahaanda silahlı muhafızlar tatimizin diğer bölümlerinde rafından durdurulduk. Bitevhid bayrakları olan ve de işe yarayacağını o an için ze kamp içerisinde resim değişik ülkelerden gelen bilmiyorduk. organizasyoncular tarafından çekmenin yasak olduğunu belirttiler ve kendilerince karşılandık. Bu kişilerin Bürokratik işlemlerin aroluşturdukları güvenlik dından havaalanının yolcu hepsinin üzerinde Hizb-ut merkezine götürdüler. Buçıkışında ellerinde kelimeTahrir logosu ve isimlerinin rada ellerinde kaleşnikoflar yi tevhid bayrakları olan olduğu yaka kartları vardı. bulunan Filistinli mülteciler ve değişik ülkelerden gevardı. Daha sonra ise bir sorumlu gelerek ne len organizasyoncular tarafından karşılanyaptığımızı, nereden geldiğimizi sordu. Ve dık. Bu kişilerin hepsinin üzerinde Hizb-ut kendilerinin kampın güvenliğini sağlamakla Tahrir logosu ve isimlerinin olduğu yaka görevli olduklarını ve her türlü istihbarata kartları vardı. Bu sıcak karşılamadan sonra engel olmaya çalıştıklarını söyleyerek bizleTrablus’un yüksek kesimlerinde bulunan ve ri kibarca kamptan kovdu. Filistin mülteci coğrafi olarak çok güzel olan bir bölgeye gökampının vahim durumunu ve bu olayı görtürülerek gece yarısı otellere yerleştirildik. dükten sonra orada yaşamanın bile ne kadar Bizimle ilgilenmesi için görevlendirilen kizor olduğunu idrak ettim. Daha sonra dolaşşilerin içerisinde Türkçe konuşanlarında buma fırsatı bulduğum bazı kamplar ile alakalı lunması işlerimizi daha da kolaylaştırmıştı. değerlendirmelerimi inşaAllah yazımın sonBu benim ve tüm heyetin üzerinde şahsımca raki bölümlerinde yapacağım. olumlu bir etki oluşturmuştu. Bize konferansın pazar günü olacağı ve cumartesi günü ise Trablus’ta bir geziye katılacağımız söylendi.

Yaşamış olduğumuz bu heyecan dolu anların ve yorgunluğun ardından tekrar otele döndük ve dinlenmeye başladık. Bu arada heyette bulunan kişiler arasında gerçekten

Ertesi gün görevli arkadaşlar bizlere Trablus’un coğrafi güzelliklerini gezdirmek Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

4


Lübnan’daki Küresel Medya Konferansı’ndan İzlenimler çok verimli olduğunu düşündüğüm fikri tartışmalar yapılıyor ve birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Ertesi gün gerçekleşecek olan konferans ile alakalı Lübnan hükümetinin yapmaya çalıştığı engellemeleri duyuyor ve aslında şaşırıyorduk. Görevli kişiler Lübnan iktidarının Nasranî olduğunu ve bu tür bir konferansın iptali için girişimlerde bulunulduğunu söylüyorlardı.

1. Arap Ülkelerindeki Müslümanların Sorunları (Filistin, Irak, Sudan) 2. Güney Asya’daki Müslümanların Sorunları (Afganistan, Pakistan ve Keşmir) 3. Güneydoğu Asya’daki Müslümanların Sorunları (Endonezya’daki Ayrılıkçı Hareketler) 4. Batı ve Orta Asya’daki Müslümanların Sorunları (Türkiye, Kıbrıs, Kafkaslar, Doğu Türkistan)

Sabah otelden çıkıp Beyrut’ta konferansın yapıldığı Bristoll oteline geldiğimizde bunu daha da iyi anlamış olduk. Çünkü otelin etrafın da ki tüm yollar trafiğe kapatılmış ve nerede ise her beş metrede bir silahlı asker konuşlandırılmıştı. Nerede ise yüzlerce silahlı asker vardı diyebilirim. Zira Lübnan da güvenliği askerler sağlıyordu. Bizlerde diğer bütün misafirler gibi askerlerin arasından geçerek otele ve konferansın yapılacağı salona girdik. Kapıda altı yedi kişiden oluşan bir heyet gelen herkesi karşılıyor ve bütün katılımcılara görevliler tarafından yer gösteriliyordu. Konferans başlamadan önce canlı yayınlar ile Hizb-ut Tahrir’in değişik ülkelerden gelen bazı temsilcileri ile röportajlar yapılıyor ve salona gelen kişiler hakkında bilgi veriliyordu.

İkinci Bölüm: Batıdaki Müslümanlara Yapılan Saldırılar Üçüncü Bölüm: Müslümanları ve Gayrimüslimleri İlgilendiren Uluslararası Genel Sorunlar 1.ABD’de Başlayıp Dünyaya Yayılan Ekonomik Kriz 2.Küresel Nükleer Enerji Krizi ve Özellikle İran’daki Barışçıl Nükleer Enerji Fâdi Abdullatif’in bu konuşmasının ardından etkileyici bir sine vizyon gösterimi yapıldı. Ayrıca katılımcıları bilgilendirmek adına konferansa yaklaşık olarak 19 ülkeden katılımın gerçekleştirildiği ve bu ülkelerin Sudan, Ürdün, Yemen, Avustralya, Danimarka, Endonezya, İngiltere, Türkiye, Japonya, Rusya, Ukrayna, Belçika, Hollanda, Suriye, Pakistan, Malezya ve Avusturya olduğu belirtildi. Ve yine konferansa katılımcı olmak isteyen fakat Lübnan hükümetinin vize vermemesi nedeniyle Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Hindistan, Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan ve Kırgızistan’dan medya mensuplarının gelemediği belirtildi.

İşte bu gelişmeler ile başlayan konferans Fâdi Abdullatif’in açılış konuşması ile başladı ve Abdullatif konuşmasında konferansın üç bölümden oluşacağını belirtti. Bu bölümler ise şunlardı; Birinci Bölüm: Saldırıya Uğrayan İslami Beldeler ve Sorunları

Konferansın ilk bölümünde Filistin meselesine değinildi ve Hizb-ut Tahrir’in Avust-

5

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Lübnan’daki Küresel Medya Konferansı’ndan İzlenimler Hilafet ile hükmediyor ve bu yönetim şekli adaleti, huzuru beraberinde getiriyordu. Bugün ise bu coğrafyada sadece Müslümanlar değil diğer din mensupları da huzursuzdur. Yine Mescid-i Aksa’nın hatibi de aynı yöntemle bir konuşma yaptı ve Hilafet’in önemine değindi. Bu konuşma büyük bir teveccüh ile karşılandı. Devamla Musa el-Mebkuri; Güney Sudan’daki el-Barza siyasi sorunlarını, Hizb ut Tahrir Pakistan’dan Saad Cağranifi; Afganistan ve Keşmir sorunlarını, Hizb-ut Tahrir Endonezya’dan Abdulhakim ise; Açe ve Doğu Timor’da ki ayrılıkçı hareketlerden bahsetti. Diğer bölümlerde ise Japonya İslam Meclisi Başkanı Prof. Hasan Ka Nakata, Türkiye’den Haluk Özdoğan ve Hanefi Yağmur konuşmalar yaptı.

ralya Medya Temsilcisi olan İsmail Vahvah bir konuşma yaptı. Oldukça etkili bir hatip olduğunu gördüğüm Vahvah; Filistin meselesinin ümmetin meselesi olduğunu ve bu kutsal beldenin de ancak ümmetin beraber hareket etmesiyle kurtulacağını söyledi. İslam âleminde ki bütün yöneticilerin aynı şeyleri söylediğini fakat hepsinin de “İsrail” ile ilişkilerine devam ettiğini belirtti. İkinci olarak ise Sudan’daki sorunları ele almak üzere kürsüye Hizb-ut Tahrir Sudan resmi sözcüsü olan Osman İbrahim geldi ve o da, Sudan’ın güney kesimlerinde meydana gelen sorunların Sudan’ın sahip olduğu zenginliklerden dolayı batılı devletlerin kışkırtmasıyla ve kendi hegomanya mücadeleleri nedeniyle meydana gelmektedir dedi. Daha sonra ise Hizb-ut Tahrir’in Irak Medya Temsilcisi Ebu Zeyd’in konuşmasıyla birinci bölümün ilk kısmı tamamlandı.

Türkiye’den konferansa katılan biz basın mensupları adına da Mustafa Özcan ve Ahmet Varol söz aldılar ve onlarda görüşlerini ve sorularını yönelttiler. Ahmet Varol konuşmasının başında Türkiye’de sonlanan Hilafet’in inşaAllah tekrar Türkiye de kurulacağını söyledi ve bu söylem salondakilerin

İkinci bölüme geçmeden önce video bağlantıları ile Kudüs Rum Patrik yardımcısı el-Mederan Adaullah Hanna şunları söyledi: Daha önce bu topraklarda Müslümanlar

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

6


Lübnan’daki Küresel Medya Konferansı’ndan İzlenimler tekbirleri ile karşılık buldu. Varol konuşmasında Mavi Marmara gemisinde yaşadıklarından bahsetti ve bilgiler verdi. Son olarak da “davanız davamızdır” diyerek konuşmasını bitirdi. Mustafa Özcan ise, konferansın hayırlara vesile olmasını dilediğini ve günümüz şartlarında Hilafet’in nasıl olacağının düşünülmesini ve bu konuda İslami gruplarla istişareler yapılması gerektiğini belirtti. Özcan’ın bu sorusuna ise Irak Medya Temsilcisi Ebu Zeyd; Hizb-ut Tahrir’e göre İslam Devletinin dünyada tek bir otorite olacağını ve İslam Devletinin demokrasi’den farklı bir sistem olduğunu, İslam Birliği veya ülkelerin birliğinin Hilafet ile aynı manada olmadığını izah etti.

nunda basın toplantısı düzenleneceği bildirildi. Hizb-ut Tahrir’in dünyanın hemen hemen bütün kıtalarından gelen medya temsilcileri ve resmi sözcülerine soru sorma imkanı bulacağımız söylendi. Bu bilgi ile beraber tekrar kaldığımız otele geri döndük ve konferansa dair değerlendirmeler yapmaya, belli noktalarda eleştiriler de bulunmaya ve bu eleştirilen hususları çözümlemeye çalıştık. Sabah saat 11.00 de başlayacak basın toplantısına giderken Hizb-ut Tahrir’in Trablus’ta bulunan Ofisine götürüldük. Bu arada bizimle beraber yine başka ülkelerden gelen basın mensupları ile tanışma imkânı bulduğumuz gibi yine bu farklı bölgelerden farklı düşünce yapısına sahip kişilerin devamlı fikri ve siyasi tartışmalar yaptıklarına şahit olduk. Mesela, BBC’nin Ürdün den gelen muhabiri ile Sudan heyeti arasında siyasi meseleler üzerinde cereyan eden tartışmayı heyetteki herkes unutmayacaktır diye düşünüyorum. Bu arada yolda belli noktalara uğramamız ve hesaba katmadığımız Beyrut trafiğinin azizliği neticesinde basın toplantısının an-

Diğer konuşmacılarında sunumlarını yapmasının ardından Ahmet el Kasas, Osman Bahaş ve Fâdi Abdullatif’in kapanış konuşmasıyla konferans sona erdi. İşte bu atmosferde sona eren konferansta soru sorma fırsatı bulamayan veya detay bilgi almak isteyen biz basın mensupları için, ertesi gün yine Bristoll otelinin başka bir salo-

7

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Lübnan’daki Küresel Medya Konferansı’ndan İzlenimler deler ile aynı olan şey, toplumdaki insanların arsındaki sınıflaşma ve gelir uçurumuydu. Müslümanların yaşadığı bu yerleşim yerlerinin hemen 3-4 kilometre yakınındaki hayat ise, belki bütün Avrupa’yı bile imrendirecek nitelikteydi. Bir yanda fakirliğin ulaştığı ve insan onuruna bile yakışmayacak sefalet, diğer yandan burjuvazinin ulaştığı en yüksek nokta birbirlerine çok uzak olmalarına rağmen mesafe olarak çok yakın duruyordu.

cak sonuna yetişebildik. Ve salonda bulunan kişilerle bire bir görüşmeler yapmaya başladık. Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu Müdürü Osman Bahaş ile Ali Öner, Ahmet Varol, Mustafa Özcan ve heyetteki diğer katılımcılar özel görüşme imkânı buldular ve sorularını yönelttiler. Daha sonra hatıra fotoğrafları çekinilerek toplantı sona erdi. Bunun üzerine Beyrut’ta kalan beş - altı saati değerlendirme konusunda herkesin farklı planları olduğu için ayrıldık. Ben ve heyetteki bazı katılımcılar Müslümanların hafızasına kazınan ve unutmadıkları Sabra ve Şatilla katliamlarının yapıldığı kamplara gitmek istedik. Bu kamplarda gördüğümüz manzara gerçekten tahayyül bile edemeyeceğimiz türdendi. Zira 2010 yılında yaşamamıza rağmen yoksulluk, imkânların kısıtlı olması ve insanların yaşadığı evlerin hali gerçekten çok kötü durumda idi. Onları görünce Türkiye’de yaşayan Müslümanların ne kadar rahat ve elverişli ortamlarda bulunduklarını düşündüm. Fakat Türkiye ve diğer İslam bel-

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Dikkatimi çeken bir diğer nokta ise birçok yerde gördüğüm Türk bayrakları idi. Özellikle “one minute” ve Gazze’ye Özgürlük Filosundan sonra Başbakan Erdoğan’ın gösterdiği çıkış Lübnan da çok büyük bir sevgi oluşturmuş. Başbakan Erdoğan’ın resimlerini bütün yerleşim yerlerinde görmek mümkün. Lübnan’lıların Türkiye’den geldiğimizi öğrendiklerinde söyledikleri üç isim; Başbakan Erdoğan, Polat Alemdar ve Memati Baş. Yani Lübnan her hali ile siyasetinden, filmine kadar gözünü Türkiye’ye dikmiş durumda. Tabi ki orada yaşayan Müslümanlarda…!

8


Lübnan’daki Küresel Medya Konferansı’ndan İzlenimler Ümmetin gözünü Türkiye’ye dikmesi ve kurtarıcı olarak Türkleri görmesi, elbette ki Osmanlı’dan kalan mirasın neticesidir. Tarihin son dönemlerinde Türkler tarafından muhafaza edilen bu garip Müslümanlar, inanın bugün de yine aynı şeyi arzuluyorlar. İç savaşlar neticesinde oldukça yorulan Lübnan halkı artık mücadele etmekten bezmiş gibi duruyor. Nasranîlerin çoğunlukta olduğu bu ülkede kafalar oldukça karışmış bir halde. Dikkatimi çeken bir diğer husus, şehrin merkezlerindeki belli noktalarda askerler tarafından gün boyu yapılan kontroller. Bizi gezdiren Said isimli kardeşimize bu durumu sorduğumuzda şu manidar cümleyi kullandı: “Lübnan ordusu kendi halkına karşı çok cesur ve acımasızdır. Fakat “İsrail” ordusu Lübnan’a girdiğinde onlara çay ikram ediyorlar.”

renkleri olan Müslümanlar tüm bu farklılıklarına rağmen ortak bir neticede birleşiyorlar ki, o da Hilafet’tir. Japonyalı profesörden tutunda, Afrikalı yerlilere varıncaya, dünyanın öbür ucu olan Avustralya’dan tutunda diğer ucu olan Britanya’ya kadar herkes aynı söylemlerde bulunuyor. Herkes İslam Âleminin içerisinde bulunduğu bu fasit vakıadan bir an önce kurtulmasını istiyor ve bunun nasıl gerçekleşeceğini biliyor. Rabbime hamdolsun ki İslam ümmeti doğru yol üzerinde yürümekte ve kâfirlerin olağanca baskılarına rağmen sırat-ı müstakimden sapmamaktadır. İşte bizleri kurtuluşa götürecek olan unsur budur. İslam kardeşliğinin yanında fikri birlikteliklerin olması da, umudumuzu canlandırmakta ve güzel günlerin habercisi olmaktadır. Bu konferansı tertip eden ve gerçekleşmesinde her türlü desteği olan Müslümanlara, Rabbimizin bol miktarda ecir vermesi için dua ediyorum. Allah onlardan razı olsun İnşaAllah.

Kanaatimce bu konferansın tüm heyet üzerinde bırakmış olduğu izlenim geçekten olumludur. Zira birçok farklı ülkeden bir araya gelen, farklı dilleri konuşan ve farklı

9

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Erkan AKKAYA

B

ilindiği üzere Türkiye’deki demokratlarca kara gün olarak gösterilen ve 12 Eylül darbesinden sonra baskıcı bir mantıkla ve kazuistik (aşırı ayrıntılı) bir şekilde hazırlanmış, liberallerin gözünde demokrasiyi katletmiş bir anayasa yürürlüğe girmişti. Bu anayasa ile hak ve özgürlükler oldukça sınırlandırılmış, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmuş ve darbeciler meşrulaştırılmıştı. Yapısı itibariyle sıkıyönetim yasalarıyla dolu 82 anayasası, devletin bekasını sağlamak adına güçlü ama toplumun ve bireylerin hakları için çok zayıf bir anayasa idi.

nı oluşturmak istediği, diğer yandan Avrupa Birliği’nin tam üyelik için reformların gerçekleştirilmesini istediği bir ortamda hükümet anayasayı büsbütün değil de, kısmi olarak değiştirmeye çalıştı. Zira bu değişiklikler ile AKP kendi varlığını sağlam temellere oturtacaktı. Böylece kritik sayılardaki oylamaların neticesinde her şeye rağmen hassas konumdaki yasalarla birlikte paket kabul edildi ve meclis kararı çıkmış oldu. Daha sonra ise Meclis kararının çıkmasına karşılık ana muhalefet partisince Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açılmış ve anayasa değişikliğinin kaldırılması talep edilmişti.

Yıllarca değiştirilmesi istenilen fakat kimsenin el süremediği bu yasaları gerek kamuoyu gücü, gerekse de meclis çoğunluğu ile değiştirmeye çalışan AKP iktidarı önce ‘Sivil Anayasa’ gündemiyle çıkış yapmış fakat muhaliflerce kotarılmış ve engellenmişti. AKP ne zaman anayasa değişikliğinden bahsetse ülkede terör olayları artmakta ve bir türlü istenilen mesafe kat edilememekteydi. Bir yandan Amerika’nın kendi devlet yapısı-

Yine burada yıllardır üzerinde durduğumuz Amerikan-İngiliz çatışması bir kez daha gerçekleşmiş oldu. Evet, Türkiye kısır bir döngüyle yönetilmeye(!) devam ediyor. Bu ‘Kısır Döngü’ Amerika tarafından Türkiye’ye enjekte edilmesi istenen demokrat, liberal ve ılımlı yasalara karşılık, ülkede köklü bir geçmişi bulunan İngilizlerin laik, kemalist, ve katı siyasetlerine devam etmesi isteği üzerine sürüp gidiyor. Ülkedeki kritik kurumlara

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

10


Alışılagelmiş Senaryoların Referandumu pineklemiş bu İngiliz güdümlü taifenin bir uzantısı olarak Anayasa Mahkemesi de yine alışılagelmiş bir tavır ile anayasa paketinde kırpmalar yapmış ve saflarını bu anlamda sinsice korumaya çalışmıştır. Zira anayasa paketini büsbütün iptal etmeyerek hem içerisindeki demokratları, hem yasama organlarını, hem de Türk halkını memnun etmiş ve doğacak olumsuz tepkilerini bastırmıştır. Diğer yandan bazı küçük kırpmalarla hassas noktaları kendi lehlerine düzenlemiş ve laik, kemalist taifeye de cüzi payeler vermiştir.

maddelerin önemini daha net kavramış olacağız. Şöyle ki; darbe anayasasında partilerin mali denetiminin yapılması ve kapatma kararları tamamıyla Anayasa Mahkemesince (AYM) yürütülüyorken, yeni paketle partilerin mali denetimleri Sayıştay’a, kapatma kararı ise mecliste kurulacak bir komisyonun oylamasına bırakılacak. Bu maddedeki değişimle Anayasa Mahkemesi’nin tek elden yönetimine sınırlama getirilmiş ve parti kapatmanın zorlaştırılması sağlanmıştır. Ayrıca bu maddenin devamında partilerin temelli kapatılabilmesi ve temelli kapatılan Anayasa Mahkemesi bu şekilde karar partilerin liderlerinin de milletvekilliklerinin alırken MHP ve CHP gibi partiler de refesona ermesi gibi ‘antidemokratik’(!) fıkralar randumda ‘Hayır’ diyeceklerini açık bir şeyürürlükten kaldırılacakkilde beyan etmişlerdir. tır. Yine 82 anayasasıyla Onların ‘Hayır’ demesinin Sadece Orduyla sınırlı kal- Cumhurbaşkanı’nın tek altında yatan temel etken mayacak anayasa taslağında başına alabileceği ve Yükkesinlikle anayasa pakehâkim ve savcılarında denetimi sek Askeri Şura (YAŞ) tinden memnuniyetsiz oltopluca Adalet Bakanlığı’na sonucunda çıkacak kamaları değildir. Zira bu bırakılarak Adalet Müfettişleri rarlar yargı denetimi dıgün değişiklik adına her eliyle düzenlenecektir. Yargıya şında iken, yeni taslak ile kesimden memnuniyet okunmaktadır. Onların bu kopmaz bağlarla bağlı ‘İngiliz’ YAŞ’da çıkan asker ihraç etme gibi kararlara yargı değişime ‘Hayır’ demeleri güdümlü laik kurumlarda bu yolu açılabilecektir. Bu ise Türkiye’deki bu klasikleşşekilde kontrol altına alınmak ‘Kemalist Ordu’ içine ılımmiş ‘kısır döngü’nün ürüistenmektedir. lı ve demokrat askerlerin nüdür. Referanduma giyerleşmesi veya oradan decek olan bu anayasa pauzaklaştırılmaması anlamı taşımaktadır. keti oylaması aslında seçim öncesi bir denge yoklamasıdır. İktidar ve muhalefet partileri tabanlarını çalıştırarak çıkacak sonucu kendi lehlerine çevirme gayreti içerisinde olacaklardır. Keza sandıkta ‘Evet’ oyu kullanacak seçmenlerin büyük bir kısma bu anayasa paketinin içeriği konusunda çok fazla bilgiye sahip olmamakla beraber, sırf AKP’ye güvendikleri için bu oyu kullanacaklardır. ‘Hayır’ oyu kullanacak seçmenler ise AKP’nin zaafa uğraması ve kendi siyasi partilerinin talepleri doğrultusunda hareket edeceklerdir.

Sadece Orduyla sınırlı kalmayacak anayasa taslağında hâkim ve savcılarında denetimi topluca Adalet Bakanlığı’na bırakılarak Adalet Müfettişleri eliyle düzenlenecektir. Yargıya kopmaz bağlarla bağlı ‘İngiliz’ güdümlü laik kurumlarda bu şekilde kontrol altına alınmak istenmektedir. Ama bunla sınırlı kalmayarak yeni taslak ile Askeri Mahkemelere de yalnızca asker olan kişilere dava açabileceği sınırlaması getirilmesiyle de askeri yargının içine dönmesi düşünülmüştür. Yine 11 olan Anayasa Mahkemesi üye sayısının yeni taslak ile 17 üyeye çıkarılması

Şimdi ideolojik bir fabrikasyon olan bu anayasa değişikliğine bakacak olursak, bazı

11

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Alışılagelmiş Senaryoların Referandumu düşünülmüş ve TBMM’ye 3, an önce hayata indirgeyip Her ne kadar vakıanın Cumhurbaşkanı’na da Yarözelde kendisini ve genelde gıtay, Danıştay, Askeri Yarise ABD’yi razı etmek isteseyri referandum için gıtay, Askeri Yüksek İdare mektedir. Eskiden beri ulu‘Evet’ kararı çıkacağını Mahkemesi, Sayıştay, YÖK salcı, laik, kemalist güruha gösterse de buradan ve Baro başkanlarının belirtahakküm eden İngiltere’yi, çıkacak kararın ne olursa leyeceği adaylardan 14 üyeTürkiye’deki derin yapı ve olsun İslamî olmayacağı yi seçme hakkı getirilmiştir. sinsi mecralardan alaşağı etve Müslümanları hiçbir Ayrıca 65 yaşına kadar bilfiil meyi düşünen ABD’nin bu şekilde tatmin etmeyeceği görevinde olan üyelerin de anayasa metni ile demokragerçeğiyle karşı karşıyayız. tik, liberal ve ılımlı siyaseti görev süreleri 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. Bu fıkradaki daha da güçlenecektir. Zira değişiklik büsbütün ulusalcı, laik kesimin elden çıkarılması göze alınamayan Türkiye atardamarını kesmek olarak düşünülebilir. için nokta atışı yapmak bu minvalde hiçte Yine bir başka ulusalcı unsur HSYK’nın da 7 kolay olmayacaktır. Burada üzüntü verici asıl 5 yedek olan üye sayısı yeni metinde 21 hadise bu iki müstekbir zümrenin referanasıl 10 yedek şeklinde düzenlenmiş olup başdum savaşına Müslüman halkın alet edilekanlığı da yine Adalet Bakanlığınca yürütücek olmasıdır. lecektir. Bu şekilde HSYK kararlarına da yeni Her ne kadar vakıanın seyri referandum metinle beraber yargı yolu açılabilecektir. için ‘evet’ kararı çıkacağını gösterse de buraKeza geçici 15. maddede belirtilen özetle 12 dan çıkacak kararın ne olursa olsun İslamî olEylül darbecilerine kapatılan yargı yolu da, mayacağı ve Müslümanları hiçbir şekilde tatbu maddenin kaldırılması sonrasında açılmış min etmeyeceği gerçeğiyle karşı karşıyayız. oldu. Fakat bugüne kadar olduğu gibi yine hiçbir darbecinin değil yargılanması, haklaBizlerin tek ve şaşmaz perspektifi olan rında cezai işlem bile başlatılamayacaktır. İslamî perspektiften bakacak olursak bu mesele adeta insanın kanun koyucu ve hükümran olmasını meşrulaştırmaktan öteye gitmeyecektir. Bir kısım zümrenin icat ettiği beşer mahsulü kanunların, bir diğer zümre tarafından feshedilip başkaca acziyet dolu kanunlarla değiştirilmesi bu kokuşmuş ve köhnemiş nizamların artık lağım çukuruna atılmasının vaktinin geldiğinin apaçık göstergesidir.

Buna benzer toplamda 23 madde değişikliklerinin hiçbiri belli bir ihtiyaçtan, toplumun maddi manevi geri kalışına engel olmaktan dolayı yapılmış değişiklikler değildir. Hatta bu değiştirme hiçbir şekilde AKP’nin seçimlerden önce verdiği vaatlere de dayanmamakta, uzaktan yakından Müslüman halkın istek ve arzuları ile uyuşmamaktadır. Zira ne İmam Hatip Liseleri’nin önünü kapamak için yapılan katsayı zulmü, ne kamusal alanda zalimane bir şekilde yasaklanan başörtüsü farzı, ne de muhlis İslam davetçilerine reva görülen tutuklama ve akıl almaz iftiralar bu anayasa değişikliğinde söz konusu dahi yapılmamıştır. Buradan bile anlaşılıyor ki, genel seçimlere yaklaşılırken koalisyon endişesi taşıyan AKP bu anayasa değişikliğini bir Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

‫ِع‬ ِ ‫ِن ا ْل ِك َت‬ َ ‫نزَل اللّ ُه َو‬ َ َ‫ِما أ‬ َ‫م‬ ْ ‫ال َتتَّب‬ ْ ‫اب َو ُم َه ْي ِم ًنا َعل َْي ِه َف‬ َ ‫احكُم َب ْي َن ُهم ب‬ ِّ‫ِن الْح ًق‬ َ ‫اءه ْم َعمَّا َج‬ ُ ‫أَ ْه َو‬ َ َ ‫اءك م‬ “Öyleyse aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp da onların hevalarına uyma.” (el-Maide 48) Hilafet’in ilga edilmesiyle beraber İslam Nizamı’nın kâfirlerce ayaklar altına alındı-

12


Alışılagelmiş Senaryoların Referandumu gözüne kestiren bu küstahların yasalarını ve ABD-İngiltere çatışmasından doğan tağuti nizamların tamamının tarihin geri dönülmez çöplüğüne atılması kaçınılmazdır. Bu yüzden referandum gibi bir isyana bulaşmamız hem şer’i olarak haram olmakla beraber, hem de siyasi olarak içine düşeceğimiz bir tuzak niteliği taşımaktadır.

ğı, ümmetin vahdetinin kukla yöneticilerce parçalanmaya başlandığı, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın hükümlerinin batı hayranlarınca yok sayıldığı günden bugüne her daim Müslümanlar kul yapısı olan eksik, aciz, sınırlı ve değişken yasaların zulmü altında inlemektedir. Müslümanlara böylesi bir günde Allah’a isyan dolu anayasaları büsbütün ellerinin tersiyle itmelerinden başka çıkar yol yoktur. Bilinmelidir ki cahiliye yasalarına ‘evet’ veya ‘hayır’ demek ilahi yasalara meydan okumak demektir. Bundan önceki 82 anayasası ne kadar batıl ise bundan sonraki yasalarda ondan geri kalmayacak ölçüde batıl ve fasittir. Biz deriz ki; figüranlar olarak Müslüman halkı

ِّ ‫ِن اللّ ِه حك‬ ِ ‫ْج‬ ‫ون‬ َ ُ‫َوٍم يُوِقن‬ َ ‫ون َو َم ْن أَ ْح َس ُن م‬ َ ‫اهلِيَّ ِة َي ْب ُغ‬ َ ‫ْم ال‬ ً ُ ْ ‫ْما لق‬ َ ‫أَ َف ُحك‬ “Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Yakinen/katiyetle inanan bir toplum için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” (el-Maide 50)

13

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


İbrahim ER

B

ir taraftan zamanın su gibi akıp geçmesi, diğer taraftan her gün yeni olaylara sahne olan mevcut siyasi ortamın etkisiyle sürekli olarak değişen kamuoyu ve sık sık oluşturulan suni gündemler sebebiyle, birçok siyasi olayın üzeri çok kısa sürede küllenmektedir. Bununla birlikte o olaylarla ilgili kamuoyunda oluşan sıcak gündem yok olmakta, oluşan toplumsal tepkiler hafiflemekte ve kabaran hislerin oluşturduğu hüzün seli yerini sükûnete bırakmaktadır.

Sömürgeci kâfir devletlerin yapmış olduğu bu şiddetli taarruzlar o kadar sık meydana gelmekte ve yaşanan acılar o kadar şiddetli olmaktadır ki; içine düşülen zilletin, oluşan çıkmazların ve yaşanan şokların ardı arkası hiç kesilmemektedir. Her gün onlarca Müslüman katledilmekte, onlarcası sakat kalmakta, birçoğu yurtlarından sürülmekte, kadınlar tecavüze uğramakta ve mallar yağmalanıp yok edilmektedir. Bütün bu yaşananlar ise, başta ABD ve onunla çekişen İngiltere ile diğer bazı Avrupa Devletleri’nin İslam topraklarını hortumlayabilmeleri ve oralarda kalıcı yerler edinerek bu şekilde kendi bekalarını garanti altına alabilmeleri içindir.

Coğrafi konumları ve sahip oldukları zenginlikler sebebiyle İslam Beldeleri; sömürgeci kâfirlerin öncelikli hedefleri haline gelmişler, içinde bulundukları hal (İslam Devleti’nin yıkılması) yüzünden onların kendileri üzerine yaptıkları necis planlara engel olamamışlar ve bu planların uygulama sahası olmaktan da kurtulamamışlardır. Onun için İslam Beldeleri’nin maruz kaldığı taarruzlar gerçekten çok şiddetli olmuş, Müslümanların çektikleri sıkıntılar ve yaşadıkları acılar tahammül sınırlarının çok üzerine çıkmıştır. Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

ABD’nin, işgal ettiği topraklar ile kendi pis kültürlerinin ve hayata bakış açılarının bir ürünü olan “Demokrasi ve İnsan Hakları” uğruna katlettiği milyonlarca Müslüman, Yahudi Varlığı’nın yıllardır Filistin’de yaptığı katliamlar ve şu anda açlığa ve sefalete terk etmiş olduğu 1,5 milyon Müslüman’ın çektikleri, neredeyse her gün insanların topluca

14


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... siyasi olayların hiç birisi günü birlik ortaya çıkan olaylar değildirler. Bilakis, gerek yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile coğrafi konumları açısından sömürgeci kâfirlerin iştahlarını kabartmaları ve gerekse İslami Hayatı yeniden başlatarak -kendisiyle korunulan ve savaşılan- bir Halife etrafında toplanarak sahip oldukları güçle Kapitalist istilaya son vermeleri tehlikesini önleyebilmeleri açısından, Kapitalistlerin bizzat senaryolarını yazıp uygulamaya koydukları olaylardır.” Bu yüzden bu olayların zaman zaman kamuoyunun gündeminden uzaklaşması, o olayların sona erdiği veya güncelliğini yitirdiği anlamına gelmez. Aslında olayların muhatabı olan bölgelerde zulümler olanca hızıyla devam etmekte, yaşanan sıkıntılarda ve çekilen acılarda hiçbir değişiklik olmamaktadır. İşte biz de bu açıklamaların ışığında büyük acılara sahne olan Irak’ı ve O’nun üzerinde dönmekte olan Sömürgeci Kâfirlerin kirli oyunlarını en güncel haliyle hatırlamak ve hatırlatmak istedik. Böylece Irak’taki son seçimler, PKK olayı, Demokratik Açılım Projesi ve Kuzey Irak’taki Barzani faktörünün ne anlamlara geldiğini, adı geçen bu unsurların hangi kirli oyunların ve sinsi planların uzantısı ve pratiği olduğunu net bir şekilde anlamış olalım:

bulunduğu mekânlarda patlayan bombalar, birbirine düşmüş İslami Guruplar, işbaşındaki ajan yöneticilerin kendi halklarına reva gördüğü uygulamalar ve onların, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın dinini sahiplenerek, bu dini hayata yeniden hâkim kılma mücadelesi veren Müslümanlara yaptıklarının hepsi, sömürgeci kâfirlerin çıkarlarına yönelik planların hayata geçirilmesiyle ilgilidir. Ancak yaşanan bu olayların boyutları ne kadar büyük, halklar üzerindeki tesirleri de ne kadar güçlü olursa olsun, halklarda var olan yüzeysel bakış ve oluşturulan suni gündemler olayların kısa sürede unutulmasına sebep olmaktadırlar. Daha geçen ay gündem Yahudi Varlığı’na ve O’nun yardım gemilerine yapmış olduğu saldırıya ve katlettiği yardım gönüllülerine odaklanmış iken, bu gün artık gündemde bu olayla ilgili bir tek kırıntı dahi kalmamıştır. Oysa bu olayın yankıları İslam Beldelerinde ve dünyada çok büyük olmuştur ve bu olayla ilgili ortada henüz hiçbir çözüm yoktur. Geriye dönük yaşananları göz önüne getirdiğimizde, bütün olaylar ve ümmetin canını yakan bütün taarruzlar için durum aynıdır. Bu durum, ümmet üzerinde necis planlarını uygulayan sömürgecilerin kamuoyunu da kontrollerinde tuttuklarının, onu istedikleri gibi yönlendirdiklerinin bir göstergesidir. Böylelikle yaptıkları pis işlerin ve zulümlerin kamuoyundaki etkisi çabuk kırılsın ve bu zulümlerin oluşturduğu sarsıntılar ümmeti harekete geçirecek boyutlara ulaşmasın.

Hz. Ömer zamanında fethedilerek (M.634644) bir İslam toprağı haline getirilen Irak, insanlık tarihinin en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış eski bir yerleşim bölgesidir. Asur, Babil, Ninova, Ora ve diğer nice medeniyetler hep bu topraklardan geçmişlerdir. Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra da diğer İslami fetihlerin başlangıç ve hareket noktası olmuştur. Basra, Bağdat, Kufe, Samarra ve Musul gibi İslam’ın en büyük şehirleri bu topraklarda kurulmuş ve bu şehirler ilim ve medeniyette asırlar boyunca dünyanın en önemli merkezleri olmuşlardır. Irak/Bağdat, Şam vilayetiyle birlikte İslam Devleti’nin o bölgedeki iki vilayetinden biri-

Ancak yüzeysel bakış açısından kurtulmuş ve siyasi basirete sahip olan Müslümanların bu gelişmelere bakışları, onları tahlil etmeleri ve onlarla ilgili ortaya koymuş oldukları çözümler kamuoyundaki yönlendirmelerden çok farklıdır. Bu yüzden bakışlar yüzeysel bile olsa şu husus kesinlikle hatırdan çıkarılmamalıdır: “İslam Beldelerinde gerçekleşen

15

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... sidir; bu yüzden bütün İslam Beldeleri gibi orası da Müslümanlar açısından çok önemlidir, asla kendisinden vazgeçilemez ve kesinlikle kafirlerin eline bırakılarak onların insafına terk edilemez.

dünya üzerinde petrol araştırmalarının yapıldığı dönemdir. Onların bu konudaki asıl girişimleri ise I. Dünya Savaşı ve sonrasındadır. Zaten bu dönemden 1926 yılına kadar bu mesele; henüz sınırları çizilmemiş ve isimleri konulmamış ama muhtemelen İngilizlerin Irak, aynen Filistin, Keşmir, Afganistan ve planlarında yer alan Türkiye ve Irak devdiğerleri gibi “Hilafet’in İlgasının” bedelini letleriyle İngiltere arasında çözüm bekleyen en ağır ödeyen güzide beldelerimizden bir bir problem olarak devam edecektir. 1932 tanesidir. Arap Yarımadasının bir uzantısı yılında Irak bağımsızlığını(!) kazanacak ve olan bu topraklar, Fırat ve Dicle nehirleriyle kısa da olsa sakin bir dönem geçirecek, anbölünen, dünyanın en verimli, en cömert ve cak II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinden en büyük ovasını bünyesinde barındırmakitibaren bölge petrolleri üzerinde söz sahibi tadır. Irak, coğrafi konumu açısından da çok olmak isteyen başka ortakçılar devreye girönemlidir. Körfezin başınmeye başlayacaklardır. Bu da yer alması, O’nu Avru- Irak, aynen Filistin, Keşmir, yüzden Irak, İngiltere’nin pa ile Hint Okyanusu arabu bölgedeki petrol rezerAfganistan ve diğerleri sındaki en önemli ulaşım vini keşfederek bu petrolü gibi “Hilafet’in İlgasının” yollarından birisi haline elde etmeye yönelik senarbedelini en ağır ödeyen getirmektedir. Bu özelliği yolarını uygulamaya koygüzide beldelerimizden sebebiyle Irak, o dönem duğu tarihten, 2003 yılınbir tanesidir. Arap İngilizler açısından çok Yarımadasının bir uzantısı daki ABD işgaline, 21 Mart büyük bir öneme sahipti. 2010 tarihinde yapılan son olan bu topraklar, Fırat Çünkü İngiliz sömürgeciliseçimlere ve o seçimlerden ve Dicle nehirleriyle ğinin en önemli ayağı olan, de günümüze kadar birçok bölünen, dünyanın en “İngiliz Tacı’nın” (Crown musibetlere maruz kalmışverimli, en cömert ve en Colony) yıldızı kabul editır. Bu musibetler başlanbüyük ovasını bünyesinde len Hindistan’ın başlıca tigıçta İngiltere’nin, daha cari yolu konumundaydı. barındırmaktadır. sonra da ABD’nin, koruİngilizler açısından sahip masız kalmış bu toprakları olduğu bu önemin yanında bir de yirminci ganimet addedip onlar üzerindeki emelleriyüzyılın başlarında petrolün keşfedilmesiyne ulaşma gayretleridir. Ancak bu sömürgele birlikte bu güzide bölge dünya liderliğini ci gayretler ilk dönemlerde hiç de istedikleri elde etmenin önemli bir ayağı haline gelmişsonuçları vermemiş, İslam Devleti yıkılana tir. Osmanlı İslam Devleti’nin yıkılmasının kadar da ulaşmak istedikleri hiçbir hedefe ardından parçalanarak korumasız hale getiulaşamamışlardır. rilen bu topraklar, artık sömürgeci devletleOn dokuzuncu yüzyılın son çeyreğindeki rin egemenlik kurma ve pay alma mücadeleilk hamlelerinde İngilizler, karşılarında İslam lerine sahne olmaya başlamıştır. Devleti’ni bulmuşlardır. Devletin dirayetli ve İngiltere’nin Irak üzerinde oyunlara başsiyasi basiret timsali Halifesi Sultan II. Abdülladığı dönem on dokuzuncu yüzyılın son hamid; devlet içindeki bütün problemlere ve çeyreğine tekabül eden zaman dilimidir. Bu batıda tahsil görüp batı kültürüyle ve onun dönem aynı zamanda petrolün keşfedilip hayat tarzıyla beyinleri sulanmış yobazların Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

16


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... kışkırtmalarına ve tehditrak dikkat çekmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nın lerine rağmen İngilizleÇünkü; İngilizler bu reardından İngiltere ve rin hamlelerine yerinde ferandumu halka manda Müttefiklerinin savaşı kazanıp hamlelerle karşılık vereyönetiminden kurtuluOsmanlı İslam Devleti’nin rek onları istediklerinden şun bir adımıymış gibi mağlup olmasıyla, diğer İslam mahrum etmiştir. Abdülgöstererek, bizzat halkın toprakları gibi Irak ta İngilizlerin oylarıyla bir anlamda Hihamid Han bizzat kendi pençesine düşmüş oldu. Irak’ı cebinden (hazine-i hassa) lafet’ten ayrılmanın onapara harcayarak o dönem yını verdirmeyi başarOsmanlı Devleti’nden koparmak bölgenin petrol haritamışlardır. Bu arada Muiçin çabalayan İngiltere de bu sını çıkarmaları için bir sul meselesi, daha ziyade emeline ulaşmış oldu. heyet tutmuştur. Nitepetrol kuyuları meselesi kim 22 Ekim 1901 tarihinde Alman Maden de bu kuyuların değişik bir yoldan İngilizleMühendisi Paul Groskoph ve Habib Necip rin eline geçmesiyle farklı bir boyut kazanEfendi’nin başkanlığındaki araştırma birimi mıştır. 10 Şubat 1918 yılında Abdülhamid çalışmalarını Abdülhamid Han’a sunmuşHan’ın vefatıyla birlikte, avukatı tarafından tur. Bu rapor doğrultusunda Abdülhamid bu kuyuların tapularının izinsiz olarak(!) İnHan, İngilizlerin Musul petrolleri üzerindeki gilizlere satılmasıyla kuyular İngilizlerin elioyunlarını bertaraf etmek için bu petrollerin ne geçmiştir. bulunduğu bölgeyi satın alarak kendi şahsi Bu arada Türkiye’de de işgalci güçlere malı haline getirmiştir, Musul petrollerinin karşı büyük bir direniş başlatılmış, oluşturutapusunu üzerine almıştır. lan Misak-ı Milli (Milli Yemin) çerçevesinde Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İngilbağımsızlık mücadelesine dolayısı ile de bir tere ve Müttefiklerinin savaşı kazanıp Os“Kurtuluş Savaşı’na” girilmiştir. Buraya kamanlı İslam Devleti’nin mağlup olmasıyla, dar her şey normalmiş gibi gözükse de aslındiğer İslam toprakları gibi Irak’ta İngilizleda asıl tuhaflıklar bundan sonra başlamakrin pençesine düşmüş oldu. Irak’ı Osmanlı tadır. Çünkü Musul ve Kerkük Türkiye’de Devleti’nden koparmak için çabalayan İnbaşlatılmış olan bu milli hareketin “Misak-ı giltere de bu emeline ulaşmış oldu. Her ne Milli” sınırlarına dâhildir. Dolayısıyla bu kadar İngiliz ve Hint birliklerinden oluşan “yemine” göre, bu sınırların içerisi vatan kaİngiliz güçleri savaşın ikinci yılında el-Kut’ta bul edilmiş ve bu vatandan en son düşman büyük bir yenilgiye uğramış olsalar da daha kovuluncaya kadar gerekirse bütün canların sonra durumu kurtararak hedeflerine ulaşfeda edileceği üzerine and içilmiştir. Sonuçmışlardır. 1917 yılına gelindiğinde Musul ta “vatan kutsaldır” ve “ya istiklal ya ölüm” dışında bu günkü Irak’ın tamamı İngilizlerin ilkesi doğrultusunda hareket edilmektedir. yönetimine girmiştir. Çok geçmeden 8 KaFakat her nasılsa mesele birden bire “Misak-ı sım 1918 de Musul’da İngilizler tarafından Milli” sınırlarından, Musul ve Kerkük petele geçirilmiş oldu. 25 Nisan 1920 tarihinde rollerinde Türkiye’nin payı meselesine dönmanda yönetimi başlamış, 23 Ağustos 1921 müştür. İngilizler olayı bu boyuta çekerek yılına gelindiğinde de yapılan referandum çok ciddi bir siyasi manevra yapmışlar ve sonucu “Faysal” Irak’ın ilk kralı olmuştur. meseleyi kendilerine has bir mesele haline 29 Haziran 1921 yılında yapılan bu referangetirmişlerdir. Böylelikle Musul-Kerkük dodum, klasik İngiliz siyasetinin bir örneği olalayısıyla da petrol kuyuları tamamen kendi

17

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... işgali altında bulunan, diğer galip devletlerin üzerinde herhangi bir hak iddia edemeyeceği Irak tarafında bırakılmış oldu. Bu İngiltere açısından petrol kuyularına sahip olma konusunda en az risk teşkil eden bir çözümdür. Türkiye’nin “Misak-ı Milli” sınırlarıyla ilgili hususa gelince; Bu konuda Özdemir Bey komutasındaki birlikler bölgedeki aşiretlerin de desteğiyle “Derbent Muharebesinde” İngilizleri geri püskürtmeyi başarmış, bu olay bölge insanında güven duygusunu yeniden tesis etmiş ve düşmana karşı tekrar bir güç oluşturmalarını sağlamıştır. Süleymaniye, Kerkük ve Musul bölgesi halkı, bağlılıklarını bildirmek için, vergilerini Ankara’ya göndermeye başlamışlardır. Bölgede Müslümanlar lehine değişen denge İngilizleri, Süleymaniye’yi terk etmeye mecbur etmiş ve aşiretler şehre girerek duruma hâkim olmuşlardır.

planlanan Musul-Kerkük harekâtından öncedir. Yine Batı Anadolu ve Boğazlar bölgesinde önemli herhangi bir isyan veya ayaklanma hareketi olmadığına göre, tam da İngilizlerin Musul ve Kerkük’ten püskürtüleceği bir sırada bu batıya asker kaydırma ihtiyacı nereden doğmuştur? Geriye bir ihtimal kalıyor; birliklerin Musul-Kerkük bölgesinden batıya kaydırılmaya başladığı tarih ve o günün ulaşım şartları göz önünde bulundurulduğunda, bu hazırlıkların Saltanat’ın kaldırılmasına yönelik hazırlıklar olduğu göze çarpıyor. Çünkü 1 Kasım 1922 kaldırılan “Saltanat”, bazı tarihi kaynaklarda bahsedildiği üzere babadan oğula geçen padişahlık sisteminin kaldırılması değildir. Tam tersi, kendilerinin de ifade ettiği gibi; “Padişahlıkla Halifeliğin birbirinden ayrılması” daha doğru bir ifadeyle “Halife’nin otoritesinin elinden alınmasıdır” ve Hilafet makamının sembolik bir hale getirilmesidir. Bu da ümmetin hoşuna gitmeyecek ve ümmeti karşı harekete geçirebilecek bir durumdur. İşte tedbirler bunun içindir. Bu olayın ardından Halife VI. Mehmed Vahidettin İstanbul’dan ayrılmıştır. Musul-Kerkük meselesinin çözümü hususundaki bir başka tuhaf durum, her iki tarafın da yaklaşan Lozan Konferansı sebebiyle meseleyi diplomatik yollardan çözmeyi daha münasip görmeleridir. Oysa o an içinde bulundukları durum itibarıyle bunu yalnızca İngilizlerin istemesi gerekirdi.

7 Eylül 1922’de Fevzi Paşa, Doğu ve el-Cezîre cepheleri komutanlarına Musul’u geri almak için hareket emri vermiştir. Bunun için de aşiretler ve yerli halktan kuvvet tedarik olunarak Özdemir Bey Müfrezesi takviye edilmiş ve İmâdiye-Süleymaniye hattı üzerinden Musul-Kerkük’e taarruzla görevlendirilmiştir. Tam da bu sırada ve her nedense birden bire “Batı Anadolu ve Boğazlar bölgesinde kuvvet bulundurulması ihtiyacı ortaya çıkmış ve hazırlanan bu kuvvetler batıya kaydırılmıştır”. Eğer tarihler bizi yanıltmıyorsa; 26 Ağustos 1922 yılında başlayan “Büyük Taarruz” 30 Ağustos 1922 günü Yunan birliklerinin tamamen bozguna uğratılmasıyla son bulmuş, en son 9 Eylül’de İzmir’in kurtarılmasıyla bu savaş tamamlanmıştır. Dolayısıyla bu olay, Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Böylece Musul-Kerkük meselesinin çözümü; “maskelerin düştüğü ve gerçek yüzlerin ortaya çıktığı“ 24 Temmuz 1923 tarihindeki Lozan Konferansı’na kalmıştır. Lozan

18


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... Konferansı’nda da meseleyle ilgili olarak tarafların görüşmelerinden (Türkiye-İngiltere) herhangi bir sonuç alınamadığından ve taraflar “Musul” konusunda anlaşamadıkları için (ki bu anlaşmazlık meseleyi tamamen iki tarafın özel meselesi haline getirmek ve diğer müttefikleri devre dışı bırakmak içindir), “Irak sınırının nihai şekli iki tarafın daha sonra gerçekleştirecekleri görüşmelerle belirlenecektir” şeklinde bir karar alınmıştır. Sonuç olarak da 5 Haziran 1926 tarihinde iki tarafın anlaşmaları neticesinde Irak sınırının nihai şekli ortaya konulmuştur. Bu anlaşmanın 14. maddesine göre; Türkiye’nin Musul’u Irak’a bırakması karşılığında, 25 yıl süreyle Irak petrollerinin yıllık gelirinden %10 pay alacaktır. Bu da yıllık 5.5 milyon sterlinlik bir miktara tekabül etmektedir. İşte bu konudaki nihai çözümün hikâyesi bu şekildedir. Bu çözümle birlikte Irak sınırı netleşmiş, Musul’un Irak’a bırakılmasıyla birlikte de İngilizler Irak petrollerinin tek sahibi olmuşlardır, ya da bir başka ifadeyle o zengin petrol yatakları onlara peşkeş çekilmiştir.

edilen zaferlerden sonra yeni bir devletin kurulması ve bu yeni devletin siyasi pazarlıkların yapıldığı anlaşmalarda elde ettiği başarılar son dönemin tarihi kaynaklarında yerini almıştır. Ancak bu süreçle ilgili sorgulanan ve çelişkilerle dolu birçok husus mevcuttur. Sadece stratejik açıdan önemli olan hususların hiç birisinde başarı elde edememesi bu çelişkileri doğrulamaktadır. Boğazlar Meselesi, Kıbrıs Meselesi, bugün “Yunan Adaları” olarak bilinen adalar, sahip olduğu zenginlikleri ve yer altı kaynakları üzerindeki tasarrufu, kurulan devletin dışında Osmanlı Devleti’nden olanca zenginlikleri ve bereketiyle kalan milyonlarca kilometre karelik alan ve yazımızın da konusu olan Irak… Misak-ı Milli sınırları içerisinde olmasına rağmen sadece 25 yıl süreyle yıllık petrol gelirlerinin %10’u karşılığında Musul ve Kerkük’ten vazgeçilmesi bile bu çelişkileri doğrulamak için yeterlidir. Üstelik İngilizleri o bölgeden çıkarabilecek şartlar mevcutken bunların yapılması meseleye başka bir izah şekli bırakmamaktadır. Bu yüzden Türkiye’nin diğer stratejik meselelerde olduğu gibi Irak meselesinde de etkisiz eleman olması doğaldır.

İşte I. Dünya Savaşı’nın öncesinde ve sonrasında Irak üzerinde oynanan oyunlar bu şekildedir. Şüphesiz ki dönemin I. Devleti konumunda oturan İngiltere bu gelişmelerin hiç birinden gafil değildir. Hatta bu gelişmelerin tamamına yakınında bizzat onun parmağı vardır. Osmanlı İslam Devleti’nin yıkılmasından yeni kurulan devletlere, bu devletlerin sınırlarının belirlenmesinden sahip oldukları zenginliklerin taksimine kadar bütün gelişmelere öncülük etmiştir. Bu yüzden I. Dünya Savaşı’ndan sonraki “Irak Petrolleri” ve “Irak Sınırı” meselesinin diğer aktörü olan Türkiye aslında bu konunun etkisiz elemanıdır. Onun girişimleri İngiltere’nin petrol kuyularının “tek sahibi” olmasını sağlamıştır.

Devam Edecek…

Türkiye’nin I. Dünya Savaşı sonrasında vermiş olduğu mücadele, cephelerde elde

19

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Talha YAŞAR

G

Türkiye’de cumhuriyetten bu yana ciddi manada bir enerji politikasından bahsetmemiz mümkün değildir. Özellikle 1980’lerde liberalleşme politikalarıyla birlikte enerji kaynaklarının kısıtlı olduğu ve var olan enerji kaynaklarının tamamının devreye konulması durumunda dahi enerji ihtiyacımızın karşılanmayacağı anlayışı hakimdi. Bilimsellikten uzak olan bu anlayış, sadece var olan kaynakların kullanılmamasını ve üstlerinin örtülmesini isteyenlerin çıkarlarına hizmet etmektedir.

elde edilebilecek enerji potansiyeline baktığımızda, enerji konusunda çok büyük bir nimetin var olduğu görülecektir. Fakat var olan bu kaynaklar özellikle heder edilmiş, izlenen politika ve hükümetlerin çıkardıkları yasalarla gizlenmeye çalışılmış ve diğer konularda olduğu gibi halk yine yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasiler tarafından kandırılmıştır. Var olan kaynaklara baktığımızda akarsulardan güneşe, güneşten kömüre, linyite, rüzgara, jeotermale, uranyum ve toryum gibi bir çok kaynağa sahip olan Türkiye’nin enerji konusunda %75 oranında dışarıya bağımlı olması bu söylemimizi doğrulamakta ve izlenen bu politikaların kimlere hizmet ettiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Çünkü cumhuriyetten bu yana Türkiye de petrol için açılan kuyu sayısı toplamda 3000 civarındadır. Bu sayı ise çok küçük ve de sermeyesi çok daha kısıtlı olan ülkelerin bile yıllık olarak açtıkları kuyu sayısı kadardır.

Halbuki enerji elde edilmesinde kullanılabilecek kaynakların çeşitliliği ve bunlardan

Yine Türkiye de var olan 19 petrol şirketinin 16’sı yabancı devletlere aittir. Bu şirketler

eçen ayki yazımızda Türkiye’de madencilikle ilgili konuyu kaleme almıştım. Bu yazımda ise, madencilikten çok da bağımsız olmayan Türkiye’nin enerji varlığını, gerek Türkiye gerekse de dünyada enerji konusunda meydana gelen gelişmeleri kaleme almaya çalışacağım. İnşallah.

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

20


Türkiye’nin Enerji Potansiyeli ve Enerjide Yaşanan Sorunlar yıllarca Türkiye de petrol olTürkiye nükleer enerji87 yıldır izlenen bu madığını ve var olan rezervnin kaynağı olan toryum da manasız politikaların lerin çok kısıtlı olduğunu be380,000 ton gibi ciddi bir resayesinde bu kadar yan etmişlerdir. Fakat yıllar zerve sahiptir. Uranyum kayenerji kaynağına sahip sonra, aynen bir mikrobun nağı olmasına rağmen yeterli olunmasına rağmen enerji uygun ortamı bulduktan arama çalışmaları yapılmadısorunu hiçbir zaman sonra üreyip yayılması gibi, ğı için potansiyel olarak bir bu şirketlerde özellikle AKP netlik oluşturulamamış fakat çözülemeyen konulardan hükümeti sayesinde kendileön görülen potansiyel olarak olmuştur. Zira bu ri için çıkarılan yasalarla uyzihniyet olduğu sürece de ciddi bir rezerve sahip oldugun ortamı bulmuş ve şuanğu düşünümektedir. Bunlaçözülmeyecek bir mesele da bir çok yerde petrol ararın dışında enerjiye dönüşolmaya devam edecektir. maları yapmaya başlamışlartürülebilecek olan rüzgar ve dır. Tüm bunlarla birlikte bilimsel verilerle biyomas gibi bir çok kaynağa sahip olmasına Türkiye’nin petrol yönünden zengin olduğu rağmen yine yukarıda zikrettiğimiz kaynaksöylemleri de medyada dillendirilmektedir. lar hakkıyla kullanıldığı gibi bunlarda gereği Tabi bir çok Ortadoğu ülkesinde olduğu gibi gibi kullanılmamaktadır. buradaki kaynakları da yukarıda bahsettiğiHalbuki tüm bu kaynaklar kullanılsa miz mikroplar yiyecektir!!! Türkiye’nin enerji konusunda hiçbir sorunuYine Türkiye’nin farklı iklimlere ve farknun kalmayacağı ortadadır. 87 yıldır izlenen lı yeryüzü şekillerine sahip olması Allah’ın bu manasız politikaların sayesinde bu kadar bir lütfudur. Ama bir çok akarsuyun olmaenerji kaynağına sahip olunmasına rağmen sı ve bu akarsular üzerinde mevcut kurulu enerji sorunu hiçbir zaman çözülemeyen koolan barajların da yapılmasına rağmen bu nulardan olmuştur. Zira bu zihniyet olduğu barajlardan elde edilen hidroelektrik enersürece de çözülmeyecek bir mesele olmaya jisinin dörtte biri kullanılmakta, dörtte üçü devam edecektir. Enerji bir ülke için hayati ise kullanılmamaktadır. Bu durumun bir öneme sahiptir ve sanayiden hizmete, tarımbenzeri de jeotermalde yaşanmaktadır. Türdan savunmaya kadar bir çok sektörün gelişkiye jeotermal kaynak noktasında dünyada mesine olanak sağlamaktadır. Bunun için bu7. sırada olmasına karşılık bu potansiyelini gün bir çok kapitalist devlet enerji sömürüsü enerjiye dönüştürememektedir. Güneş enerve savaşları yapmaktadır. Bu sömürü kimi jisine baktığımızda da durum farklı değildir. yerlerde askeri olarak yapılırken Türkiye Türkiye’nin özel ve matematiksel konumungibi yerlerde ise siyasi olarak yapılmaktadır. dan dolayı yıllık güneşlenme süresinin olKapitalist devletlerin 2030’a kadar enerji alt dukça uzun olması ve bu kaynağın enerjiye yapısı için 16 trilyon dolar kaynak ayırmaları dönüştürülmesi halinde muazzam bir enerji enerjinin devletler için ne kadar önemli oldupotansiyeli var edeceği üzeri örtünemeyecek ğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. bir gerçektir. Yine Türkiye, Linyit kaynakSiyasi sömürünün yerleştiği Türkiye de ları açısından dünyanın sayılı potansiyeline enerji alanında yaşanan gelişmeleri birkaç sahip olmasına rağmen bu kaynağın sadece örnekle somutlaştıralım: üçte birini kullanmakta, kalan üçte ikisi ise 1- Türkiye 400 milyar kwh hidroelektrik sebebi açıklanmayan bir halde bekletilmekpotansiyelinin sadece 100 milyar kwh kullantedir.

21

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Türkiye’nin Enerji Potansiyeli ve Enerjide Yaşanan Sorunlar makta ve yine Türkiye Avrupa da hidroelektrik potansiyeli olarak Rusya ve Norveç’ten sonra üçüncü sırada olmasına rağmen üretim bakımından ise son sıralardadır.

Türkiye de 1980’den sonra hızlı bir şekilde devam eden liberalleşme hamleleri her hükümet döneminde devem etmiş ve bir bayrak yarışı haline gelmiştir. AKP hükümetiyle birlikte özelleşmemiş hiçbir alan bırakılmamış, bundan enerji de nasibi almış ve çıkartılan 4628 sayılı elektrik piyasası yasası kamunun tamamen bu sektörden çekilmesini öngörmüştür. Örnek alınan Avrupa da bile böylesi bir durum söz konusu değildir. Zira enerji noktasında esnek olan İngiltere ve Almanya %30-35 oranında özelleştirme sağlarken, Fransa enerjide ancak %8 oranında özelleşmeyi sağlamıştır. Ama Türkiye de ise bu oran %100’e ulaşmış durumdadır.

2- Jeotermal kaynak bakımından dünyada 7. sırada, potansiyel olarak ise dünyanın %8’ine sahip olmasına rağmen bu kaynak kullanılmamaktadır. Halbuki bu kaynak kömürden 32, doğalgazdan 40 kat daha az maliyetle enerji üretilebilmekte ve bu kaynak hakkıyla kullanıldığında yıllık 30 milyar dolar gelir getirebilecek düzeydedir. 3- Güneş enerjisi de çok büyük bir potansiyel arz etmektedir. Bugün Türkiye’nin ürettiği toplam enerjinin 10,000 katı kadar yıllık güneş enerjisi potansiyeli mevcuttur ve şuan Türkiye’nin yıllık güneş enerjisi üretimi %0.10 (binde on) civarındadır.

Türkiye’nin enerji noktasında %75 oranında dışa bağımlı olması, kendisinde üretimi olmayan doğalgaz ve petrolle enerji üretmesi sonucunda yıllık 40 milyar dolar enerji ithal etmekte yani ihracatının %40 sadece enerjiye gitmektedir. Sadece yukarıda bahsettiğimiz güneş, akarsu, veya jeotermal enerjiden birisini dahi rantıbıl bir şekilde kullandığında enerjide hiçbir sorun kalmayacaktır. Fakat bu uşak yöneticiler hiçbir zaman kendi kaynaklarını halkın maslahatı için kullanmayıp, alırken de verirken de her zaman efendilerinin menfaatlerini gözetirler ve halklarına dünyanın en zengin enerji kaynaklarına sahip olmalarına rağmen elektriği en pahalı şekilde satarak bu zulmü reva görürler.

Hal böyle olmasına rağmen Türkiye %90’nını ithal ettiği petrolün bir kısmını enerji üretiminde kullanmakta, %52’sini ise karayolu taşıtlarının yakıtı olarak kullanmaktadır. Zira batılı kafirler enerjinin nerede kullanılması vede yatırımın nereye yapılması gerektiğinin yolunu göstermişlerdir. Bu siyaset halkın maslahatlarını gözetmekten ziyade sömürgeci batının maslahatlarının gözetildiğinin su götürmez bir gerçeğidir. Çünkü petrol şirketlerinin kimin elinde olduğuna bakılması durumunda mesele daha da barizleşecektir. Doğalgazdan enerji üretimine baktığımızda doğalgazın tamamına yakınının ithal edilmesine rağmen bu kaynağın %70’i enerjide kullanılmaktadır ve bu ithal edilen kaynağın payı her sene artmaktadır. Nükleer enerji noktasında Türkiye bu kaynaklara sahip olmasına ve de bu kaynağın çok yüksek oranda enerji verimi sağlamasına rağmen bu enerjiden halen istifade edilememiştir. Fransa enerjisinin %70 nükleer enerjiden karşılarken, Belçika enerjisinin %67’sini bu enerjiden sağlamaktadır. Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Binaenaleyh bu kadar zengin kaynakların olduğu bir coğrafyada olmamıza rağmen nizamın batıl, yöneticilerin ise uşak olmasıyla birlikte bu kaynakları verimli bir şekilde kullanamıyoruz. Siyasi, iktisadi ve enerji açısından da güçlü bir Türkiye olmak için bunlara engel olan bu faktörleri ortadan kaldırmammız gerekir. İşte o zaman güçlü bir Türkiye ve güçlü bir halk ortaya çıkacaktır. İnşaAllah.

22


Esad MANSUR Geçen Sayıdan Devam... Amerika’nın oluşturduğu kamuoyu ve devletlerarası atmosferden etkilenerek veya bunu kullanarak bu son hedef üzerinde duruldu. Bunun manası ise İslamî cemaatlerle savaşmaktır. Bu şekilde o bölgede Amerika’ya karşı olduğu gibi İslamî cemaatlere de karşı olan ve İslam’ın dönüşünü engellemek isteyen Rusya ve Çin müttefik oldu.

- 2. BÖLÜM Çin - Rus İlişkileri: 1991’de Sovyetler Birliği yıkılıp onun yerine geçmeye çalışan Rusya, kendisine ve nüfusuna yönelik Amerika’nın saldırıları karşısında durma mücadelesi verirken Çin’le ittifak kurmaya yöneldi. Çin bu yönelmeyi kabul etti. Çünkü kendisi de Amerika karşısında durmak için Rusya’ya muhtaçtı. Bu nedenle Rusya bir teklifte bulundu ve Çin de bunu kabul etti. Böylece 1996’da Şanghay antlaşması meydana geldi. İşte bu antlaşma Çin ve Rusya ile beraber Rusya’ya bağlı olan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve 2001’de Özbekistan’ı kapsadı. Onların ilan ettikleri gibi bunun hedefi Sovyetler Birliği’nin yıkılışından dolayı Avru-Asya bölgesinde meydana gelen boşluğu doldurmak, başka bir ifadeyle bu bölgeye Amerikan nüfuzunun sızmasını engellemek, ayrılıkçı ve terörist hareketlerle savaşmaktı. 2001 senesinde, 11 Eylül’de ABD’de meydana gelen olaylardan sonra terörizmle savaşmakla ilgili

Rus haber ajansı Novesty’nin yayınladığı gibi 27.1.2009’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Moskova’da, Çin Dışişleri Bakanıyla ortak basın toplantısında bu müttefikliği şöyle açıkladı: “Rusya ve Çin kendilerini direk ilgilendiren milli maslahatlarda geçmişte birbirlerini destekledi, gelecekte de birbirlerini destekleyecektir.” Devamla şöyle de dedi: “Moskova ve Pekin Yardımlaşmak için Şanghay Örgütü’nü kuvvetlendirmek ve geliştirmek için kararlıdırlar.” Çin Dışişleri Bakanı da şunları açıkladı: “Yardımlaşmak için Şanghay Örgütü bu bölgede iktisadi emniyet dâhil olmak üzere emniyeti sağlamak için bir mekanizma sayılır.” Bu nedenle gözlemci olarak Hindistan, İran,

23

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... Mangolya ve Pakistan’ı Şanghay Örgütüne getirdiler. Bu tür devletleri kendilerine çekmek ve onlardan yardım alma amacıyla hareket etmeleri bir gelişme sayılır. Mangolya bu örgüte bağlanmamış olmasına rağmen kendisi Rusya’nın nüfuzu altında bulunduğu için Rusya ve Çin isteyince her an ilhak edilebilir. Fakat Rusya ve Çin için önemli olan diğer gözlemci devletleri kazanmaktır.

siyasetini tüm olarak değiştirip açılım siyasetine yöneldi, iktisadı reformu gerçekleştirdi, pazarı açtı, dış yatırımlara müsaade etti, özel mülkiyetin sektörüne serbestlik verdi, devletin sektörünü daralttı ve toplu çiftlikleri ilga edip ferdi mülkiyete dönüştürdü. Eylül 1982’de Çin Komünist Partisi Merkezi Komitesi, Deng’in reformlarını kabul edince Çin’in yeni resmi ve siyaseti bu oldu. Fakat Çin fiilen ve içerik olarak bir komünist devletin vasfından çıkıp, şeklen bir komünist devlet haline geldi. Bu süreçle birlikte artık Çin’in dış siyaseti komünist ideoloji ve dünyada onu yaymak üzerine kurulu olmadı.

Bunun yanı sıra; Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan ‘BRIC’ kısaltılmasıyla bilinen ekonomik bir örgüt vardır. Bu örgütte siyasi alanda geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu örgüt Haziran 2009’da Rusya’da bir toplantı düzenledi. Hindistan İngilizlere bağlı olmasına, Brezilya Amerika’nın yörüngesinde yürümesine rağmen, Çin ise Rusya ile birlikte Brezilya ve Hindistan’ı kendi taraflarına almaya, onlarla güçlenmeye ve Amerikan egemenliği karşısında durmaya çalışmaktadır.

Çin’in Dâhili Siyasi Oluşumu Bu oluşum Çin’in yönetimde Komünist Parti’nin egemenliğine dayanır. Çin anayasası Çin’de iktidar olabilecek tek partinin Çin Komünist Partisi olacağını açıkça söyler. Bununla birlikte orada sekiz tane demokratik partinin siyasi faaliyet yapmasına müsaade edildi. Oysa bu partiler komünist devriminden de önce vardı. Fakat bu partiler Komünist Parti’nin liderliği altında çalışıp, onunla danışma ve yardımlaşma esası üzerine hareket edeceklerdi. Bunlar ise;

Çin - Avrupa İlişkisi: Çin’in Avrupa’yla ilişkisine gelince; bu ilişki birinci derecede iktisadi esas üzerine oturmaktadır. Şimdiye kadar diğer konularda ciddi bir gelişme göstermemiştir. Avrupa’nın ticari ortaklarına göre Çin, ikinci derecede bulunur. Fakat Avrupa’ya ihracat edenler arasında Çin birinci derecede bulunur. Avrupa, Amerika gibi Çin’i etkilemek için Tibet ve onun rakibi Dalai Lama meselesini kullanmaya çalışır.

1. Komintang Partisi’nin Devrimci Komitesi 2. Çin Demokratik Rabıtanın Partisi 3. Vatanı Tesis Etmek için Çin Cemiyeti 4. Demokrasiyi Geliştirmek için Çin Cemiyeti

Çin’in Yeni Dönemi

5. İşçiler ve Çiftçiler için Çin Partisi

1979’da Çin’in komünist siyaseti sona erdi. Özellikle 1976’da onun lideri Mao Zedongs ölüp 1978’da yerine Deng Xiao Ping geçince Çin yeni bir devreye girdi. Oysa Deng Xiao Ping, Mao’nun kültür devrimine karşı çıkıp açılıma ve reform yapmaya çağıranlardan olduğu için ev hapsindeydi. Mao öldükten sonra kendisine itibar verildi. Deng, Çin’in Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

6. Tshi Kong Dang Partisi 7. Jeo San Cemiyeti 8. Tayvan’da Demokratik Yönetim Rabıtası’dır. Bu partiler komünist devrim olmadan önce Çin’de demokratik, kapitalist bir cumhuriyeti tesis etmeye çalışıyordu. Fakat yö-

24


Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... netime ulaşmak için Komünist Partiyi desteklemişlerdir. Çin’in Evrensel İmkânları

Büyük

etmeyecektir. İşte Çin şimdi bu yanlış yolu izliyor. Oysa evrensel büyük bir devlet olmanın doğru yolu ise; birinci büyük devleti faal bir şekilde tehdit etmek ve onu merkezinden kaydırmaya çalışmaktır. Ancak bu durumda Çin evrensel büyük bir devlet olabilir. Fakat bu tarihte tekerrür etmeyen bir gelişme sayılır ve belli bir süreçten sonra sona erer. Yani bir örnekle tamamen ikinci dünya savaşından önce ve esnasında Japonya’nın olduğu hal gibidir.

Devletinin

Çin, evrensel büyük bir devlet olmak için imkânlara sahip olup, bütün alanlarda kendini geliştirmeye ve güçlendirmeye çalışmaktadır. En son gösterdiği gelişme ise uzay sanayiidir. Ancak Çin, evrensel büyük bir devlet olma fikrini kendi vücuduna yerleştirecek ve bu ihsasa sahip olacak olan bir Müstakbel Hilâfet Devleti’nin Çin’le halka muhtaçtır. Zira tarihte evrensel büyük İlişkisi Nasıl Olacaktır bir devlet olamamıştır. Çinlilerin en yüksek hedefi, bölgesel büyük bir devlet olup ticaAllah’ın izniyle Müslümanların bir Hilâfet rete önem vererek, diğer Devleti olunca Çin’in vaÇin, evrensel büyük bir devlet devletlerle barış ve anlakıası, halkının anlayışını, yış içinde geçinmektir. tarihini ve Çin siyasetinin olmak için imkânlara sahip durumunu anladığımız bu olup, bütün alanlarda kendini Ama son dönemde minvalde onunla muamegeliştirmeye ve güçlendirmeye Çin, evrensel büyük bir lede bulunarak olacaktır. devlet olmaya yönelik ha- çalışmaktadır. En son gösterdiği Bu muamelenin bazı üsgelişme ise uzay sanayiidir. reketlerde bulunmaktaluplarına şöyle değinebiliAncak Çin, evrensel büyük dır. Amerika ve Rusya’nın riz: evrensel meselelerde kenbir devlet olma fikrini kendi disinden yardım istemesi A. Ticari-İktisadi ve vücuduna yerleştirecek ve bu ve Çin’in kendileriyle be- ihsasa sahip olacak olan bir halka Malî İlişkiler: Çinlilerin raber dünyanın mevcut muhtaçtır. Zira tarihte evrensel ideolojilerini bir kenara bısorunlarına karışması bu rakarak ve ondan vazgeçebüyük bir devlet olamamıştır. manada bir eğilim gösterrek ekonomiye ve ticarete mesine sebep olmuştur. Fakat bu eğilim belli dayandıklarını ve kapitalistler kadar kazanç kıstaslara tabidir. Eğer bu yolda dünyanın elde etmeye önem verdiklerini görüyoruz. birinci büyük devletinin çıkarlarını temin Bunun delilini ise şu şekilde izah edebilietmeye çalışırsa ve bu birinci devlet kendiriz: Çin; 20 senedir kendi ideolojisini ihmal sine dünya siyasetinde rol verirse, evrensel edip sadece ismini ve şeklini devam ettirbüyük bir devlet olabilecektir. Fakat bu yol meye çalıştı. Dış siyasette bu ideolojinin izi sağlam bir yol değildir. Zira birinci büyük bile yoktur. Ancak, Kuzey Kore ve Vietnam devlet kendi kontrolü ve tesiri altında düngibi komünist devletlerle özel ilişki kurmaya ya sorunlarına karışmasında ona imkân verir çalıştığı görülür. Fakat bu devletlerle ilişkisi ve her an o imkânı geri çekebilir. Özellikle komünizm açısından olup kapitalizme karşı birinci büyük devlet ona muhtaç olmadığı bir komünist blok teşkil etmekten ibaret degibi dünya sorunlarını tek başına çözebileceğildir. Bu ilişki sadece milliyetçi bir bakışa ğini hissedince onu kendi yanına almayacak göre olup, bu bölgeye Çin egemenliğini sağve dünya sorunlarına karışmasına müsaade lamaya yöneliktir. Kendi çıkarlarını temin

25

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... etmek için komünizmi istismar etmektir. Çin kendi dış siyasetini; iktisat, yabancı kapitalist yatırımlar, ticaret ve kâr elde etmek üzerinde yoğunlaştırır ve ticari dengenin kendi lehine olması üzerinde ısrarlı olur. Ayrıca 2002’de Amerika’nın liderlik ettiği en büyük kapitalist örgüt olan Dünya Ticaret Örgütü’ne de üye olmuştur. İktisat siyasetine göre kapitalist bir devlet sayılır.

edemez bir hâle geldi. Nitekim hiç bir devlet Çin’le beraber olmadığı gibi, Çin kendi fikrini veya önerisini dünyaya kabul ettirmek için de evrensel bir hamle yürütmedi. Daha doğrusu karınca kadar bir adım dahi atamadı. Amerika ile olan iktisadi, ticari ve malî ilişkilerine zarar geleceğinden korkup, Amerika’ya bu hususta boyun eğdi. Amerika’nın yıkılmak üzere olan şirketlerinin hisselerini, devlet hazinesinin hisse senetlerini ve Amerika’nın ekonomisini canlandırmak için dolar satın alarak onu desteklemeye devam etti. Ve böylece dünyadaki en yüksek dolar rezervlerine sahip oldu. Ama Çin bunların değerinin yok olacak paraların hükmünü almasından korkmaya başladı. Çin evrensel büyük bir devlet sıfatına sahip olsaydı bu konuda ABD’yi ciddi ve faal şekilde tehdit ederdi. ABD’yi dünya tahtından indirecek ve daha doğrusu onu yıkacak olan unsur budur. Bundan sonra ABD Afganistan’ın sarp dağlarında, Irak’ın çöllerinde, yüksek denizlerde veyahut Çin’e yakın Güney Doğu Asya’da var olan askerlerine ekmek dahi veremez olurdu. Çünkü parası olan dolar sadece kötü bir kâğıttır. Onun gerçek değeri kâğıtı ve boyası kadar bile değildir. ABD bu kötü kağıt ve boya ile doların hem basım maliyetinin ucuz hem de taklidinin kolay olmasını istedi. Çünkü ondan onlarca trilyon dolar basacak ve bazı devletlerce de onun basılmasına müsaade edecekti. ABD bazı devletlere para vermek istediği zaman onlara belli seri numaralarını vererek basılmasına müsaade eder. Bu şekilde basım maliyetinden de kurtulur. Buna haksızca ve zalimce ‘para’ adı verilir.

İşte bu bağlamda Çin’i anladığımızdan hareket ederek Hilâfet Devleti onunla ticari ilişkilerini kuvvetlendirmeye çalışır. Bu ticari ilişkiden hedefimiz ise Çin topraklarında ve halkı arasında İslam davetini yaymaktır. Orada İslam davetini yaymak uğrunda ticari dengenin bizim lehimize değil, Çin lehine olmasını temin etmemiz bile sakıncalı değildir. Amerika da bu konuya dikkat ederek Çin’le ticaret yapmaya pek ehemmiyet vermiş, onunla ticaret yapma hususunda birinci devlet muamelesini ilan etmiş ve ticari dengeyi Çin lehine getirmiştir. Amerika’nın bundan maksadı Çin’i etkileyip içine sızmak ve komünizmden uzaklaştırıp tam kapitalist bir devlet haline getirmektir. Aynı anda bunu Çin’i tehdit etmek için kendi elinde bir koz olarak da bulundurmaktadır. Özellikle ona ciddi oranda kârlar kazandırdıktan sonra Çin’in Amerika’ya isyanı pek çıkmamış ve böylece ona uyup müttefik olmuştur. B. Diplomatik ve Siyasi İlişkiler: Devletlerarası hedeflerimizi gerçekleştirmek için onu yanımıza çekip bizimle beraber çalıştırmaya uğraşırız. Misal olarak; dünya da bir kasırga gibi meydana gelen son malî kriz esnasında Çin, devletlerarası para birimi olarak altının kullanılması için söylemlerini zayıfta olsa bildirmişti. Ama Amerika bunu duyar duymaz infial olup kesin ve köklü bir şekilde reddetti. ABD şunu demek istiyordu: Bunun sırf bir öneri olarak ortaya atılmasını kabul edemeyiz ve buna tahammül dahi edemeyiz. Çin ağzını kapatıp bir daha bundan söz Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Oysa altın ve gümüş sistemine dönüş olunca bu paranın geleceği çöplüktür. Tamamen birinci dünya savaşında olduğu gibi Almanya ve diğer devletler parayı sırf kâğıt para olarak basınca insan bir ekmek almak için kâğıt parayla dolu bir beton arabası itmeye mecbur bırakılmıştı.

26


Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... Dünya Rezerv Konseyi’nin son raporuna Ve hiçbir zaman bunun karşılığı alamayarak göre ABD’nin altın ihtiyatisi 8.133 ton alaçlıktan kıvranır. Bu devletler değersiz döviz tındır. 1971’te Nixon’un altından vazgeçme olarak adlandırılan bu değersiz parayı elde kararı çıkmadan önce doların değerine göre edelim diye, halklarını mahrum edip mallahesap yapılırsa bunların gerçek değeri 8.133 rını ve servetlerini ihraç etmektedir. Böyleton = 66,641 milyar dolardır. ABD ancak bu ce döviz rezervlerini artırıp yerel paralarını kadar dolar çıkartabilir ve daha fazla çıkartdesteklemek veya diğer devlet ve mali müessa karşılığında altın koymalıdır. Bu şekilde seselere karşı güveni artırmayı istemektedir! dünyanın servetlerini çalamaz ve insanların Oysa Çin ve benzer devletler kendi halkını cehtlerini heder edemez. Şimdi onun borçmüreffeh kılmak için çalışmalıdır. Kendi paları 13 trilyon dolardır. ABD bunları nasıl rasını dolar gibi saydırıp dünya devletleriödeyecektir?! Dünyada tedavül eden onlarca ne kabul ettirmeye zorlamalıdır. Zira hepsi trilyon dolar vardır. Bunların karşılığını nasıl kâğıt olup aynı seviyededir. Ancak; parasını verecektir?! Dünya altın altına dayandıracak ve her ...Çin halkının çoğu Budizm’e devletin parasını altına ve gümüş sistemine dönerse kesinlikle karşılığını inanıyor. Budizm ise sırf keha- dayandırmak için onları veremeyecektir! Kendi iç netçi, ruhani bir inançtır. Ondan zorlayacak, yoksa paralapiyasasındaki trilyonlar- hayat için bir nizam fışkırmaz. Bu rını para olarak kabul etca doların karşılığını dahi nedenle; tesir etme özelliklerini ta- meyecektir. veremez. Yine ABD, mali şımıyor ve İslam gibi hayatın büC. Çin’in Dâhilini Tesorunu tedavi etmek için tün alanlarına yönelik bir nizam sir Etmek İçin Kültürel 2009 senesinde bir trilyon taşıyan siyasi ruhi bir akide değilİlişki: Bu ilişki İslam küldolar basacağını ilan et- dir. Akla dayalı İslam akidesinin türümüzü ve davetimizi mişti. İşte bu iktisadi çıkyayılması başlayınca, akla daya- yayabilmek şeklinde olmaz ve Allah’ın izniyle lı olmayan ruhi inançlara sahip malıdır. Zira Çin halkının ABD’nin düşüşü çok yaolanlar fikri çatışma sahasından çoğu Budizm’e inanıyor. kındır. Budizm ise sırf kehanetçi, çekilip kaçarlar... Çin’de birçok devlet ruhani bir inançtır. Ondan gibi Amerika’yı ham maddeler, sanayi ürünhayat için bir nizam fışkırmaz. Bu nedenle; leri ve hizmetlerle destekliyor. Böylece az tesir etme özelliklerini taşımıyor ve İslam para karşılığında gece gündüz çalışıp ezilen gibi hayatın bütün alanlarına yönelik bir nikendi halkının yerine Amerikan halkını beszam taşıyan siyasi ruhi bir akide değildir. leyip şişirtiyor ve müreffeh kılıyor. Dünyayı Akla dayalı İslam akidesinin yayılması başkorkutmak için Amerikan askeri sanayisini layınca, akla dayalı olmayan ruhi inançlara finanse edip gücünü arttırıyor. Bu şekilde sahip olanlar fikri çatışma sahasından çekilip onun kibirliliğini ve mağrurluğunu azdırıkaçarlar, mabetlerinde ve zaviyelerinde sakyor. Diğer devletler gibi bu mal ve hizmetlanırlar. Çünkü kendi inançlarını aklen ispatlerin karşılığında değersiz kötü kâğıt para, layamaz ve fikirlerini tartışamaz, kendi fikir hisse senedi veya sadece banka hesabına bir ve inançlarına fikren saldıranlara karşı çıkarakam alıyor. Oysa diğer devletlerde olduğu mazlar. Böylece meydan aydın fikre sahip gibi kendi halkı da bu sanayiye lazım olan olanlar için boş olur ve tamamen komşusu ham maddeleri veya sanayi ürünleri çıkartolan Hindistan yarım adasında olduğu gibi mak için gece gündüz çalışır ve ceht sarf eder. yüz milyonlarca insan Allah’a ve Rasulüne

27

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Çin Siyaseti, Dünyada Onun Tesiri ve Ona Karşı Hareket... inanır. Bu nedenle; Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’i kapsayan bu yarım adada yarım milyardan fazla Müslüman vardır. Çin’de Komünist partili sayısı resmi rakamına göre 70 milyon insana ulaşsa da Çin’de komünizm yaygın demek değildir. Zira bunlar toplum içerisinde birer fert olup, hiç bir toplum veya ümmet oluşturamazlar. Komünizm halkın akidesi olmamıştır. Komünist rejim Konfüçyüs gibi felsefelerle savaştığı gibi İslam ve Müslümanlarla da savaşmıştır. Fakat değişim olduktan sonra bu felsefelerle savaşmadığı gibi onları Çin kültürü olarak dünyaya takdim etmeye başlamıştır. Ama hayat nizamı veya siyasi olarak sayılan İslam ve Müslümanlarla savaşını hâla sürdürmektedir. İşte; komünistlerin sayısı komünizmin yayılmasına hiç delalet etmez. Nitekim 260 milyon nüfuslu eski Sovyetler Birliğinde 15 milyon komünist parti mensubu vardı. İki devlette nüfus sayısının oranına göre eşittir. Sovyetler Birliği yıkılınca komünist parti de yıkıldı ve bu partinin mensuplarından pek az sayı kaldı. Hatta onun ve Sovyet Birliği’nin liderleri bile ondan vazgeçti.

minde olduğu gibi her hangi bir muhalefet eden çıkarsa onu ezer. Komünist devlet ve partiler kendi inanç ve fikirlerini diğerlerin tartışmasını kabul etmezler. Daha doğrusu kendi komünist inanç ve fikirlerini zorla ve baskıyla insanlara kabul ettirmeye çalışırlar. Diğer insanların tek yapacakları iş hiç bir şey konuşmadan komünistlerin yüce gördükleri azamet ve yüceliğe sahip ve ilham kaynağı olan liderlerine boyun eğmektir. Oysa İslam, diğer insanların Müslümanlarla tartışmalarına, fikir ve inançları münakaşa etmelerine müsaade eder. Tamamen Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde, Raşidî Halifelerin ve 13 asırdır İslam tarihi boyunca sair Halifelerin dönemlerinde hâsıl olduğu gibi. Böylece, halklar İslam’ın doğruluğunu, adaletini ve müsamahakârlığını gördükten sonra kanaat getirerek gönül rızasıyla İslam’a girerler. Allah’ın, Rasulü’ne indirdiği Kur’an-ı Kerim buna şöyle davet eder:

‫يل َرب َِّك ِب ْال ِح ْك َم ِة َو ْال َم ْو ِع َظ ِة ْال َح َس َن ِة َو َجا ِد ْلهُم‬ ِ ‫ا ْد ُع إِلِى َس ِب‬ ‫ِبالَّ ِتي ِه َي أَحْ َس ُن‬ “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve en güzel şekilde onlarla cedelleş-tartış.” (Nahl 125)

Bir ideolojik düşünce halk arasında tabii şekilde yayılmaz ve yalnız bir parti mensupları arasında kalırsa hiç bir zaman ümmetin ideolojisi veya akidesi olamaz. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Sahabeleri RadiyAllahu Anh İslam davetinin bütün insanlar arasında yayılmasına hırs gösteriyorlardı. Yoksa partilinin çoğalmasına özen göstermiyorlardı. İslam Devleti tarih boyunca ve son gününe kadar bu yolda yürüdü. Hatta İslam’a dayalı birçok partinin, kitlenin, fikrin ve mezhebi ekolün tesis edilmesine müsaade etti. Bu nedenle bu grupların her birisi kendi mezhebine ve reyine göre İslam’ı yaymada yarış gösterdiler. Böyle canlılık ve aktiflik meydana geldi. Komünist parti ise tamamen bunun tersidir ve hiç buna benzer değildir. Sovyetler Birliğinde ve Çin kültür devriAğustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Hikmetin lügat manası isabetli fikirdir. İsabetli fikir Kur’an ve Sünnet’in olduğuna göre; bunları delil olarak gösterip bunlara dayalı fikirleri açıklayarak hikmetle Allah’ın yoluna davet edilmiş olur. Yine Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

ْ َ ْ‫ين َقد تَّ َبيَّنَ الرُّ ْش ُد ِمنَ ْال َغ ِّي َف َم ْن َي ْك ُفر‬ ِ ‫ال إِك َرا َه ِفي ال ِّد‬ َّ ‫ب‬ ْ ْ ّ‫ه‬ َ ‫وت َوي ُْؤ ِمن ِباللِ َف َق ِد اسْ َتم َْس َك ِبالعُرْ َو ِة ال ُو ْث َق َى‬ ُ ‫الط‬ ‫صا َم‬ َ ‫ال ان ِف‬ ِ ‫اغ‬ ِ ّ‫لَ َها َو ه‬ ‫للاُ َس ِمي ٌع عَ لِي ٌم‬ “Dinde zorlama yoktur (insanlar İslam’a girmek için zorlanmazlar) doğrululuk belli ve sapıklık belli oldu. Kim tağut (Allah’ın dini ve şeriatı dışındaki her din ve her kanun)u red edip Allaha inanırsa kopmaz ve sağlam kulpa yapışmış olur. Allah işiten ve Âlim’dir.” (Bakara 256)

28


A. Celil CENGİZ

A

nayasa değişikliğinin 12 Eylül’de referanduma sunulacağının konuşulduğu bu günlerde yine yoğun kamuoyu araştırmaları hız kazanmıştır. Ayrıca seçim atmosferinin de canlı olması nedeni ile hummalı araştırmalar yapan bu kuruluşların sormuş olduğu sorular ve halkın bu sorulara vermiş olduğu cevaplar oldukça önemlidir. Özellikle siyasi partiler (demokratik) ve diğer siyasi çevrelerin sipariş verip büyük paralar ödediği bu araştırmalar, siyasete etki edenler için büyük menfaatler sağlamaktadır. Araştırmaların sonunda toplumun ne düşündüğünü öğrendikleri gibi topluma yeni bir yön vermenin nasıl olabileceğini de görmekte ve bu da işlerini kolaylaştırmaktadır.

belirlemelerinde büyük pay sahibi oluyorlar. Diğer taraftan bu çalışmalar ışığında, topluma yön vermek adına çalışan bu kadrolar, toplumun düşünceleri hakkında bilgi sahibi oldukları gibi, bir takım yönlendirici soruların sorulmasını sağlayarak toplumun gerçek görüşünün yansımasına da engel oluyorlar. İçinde bulunduğumuz günlerin öncesini kısaca hatırlayacak olursak, yıllardır iktidarda olan AKP’nin verdiği vaatleri yerine getirmediğini ve halkın beklentilerinin başka bir bahara tehir edildiğini müşahede ediyoruz. Bugün ise iktidar ve muhalefet partileri halkı adeta seçim havasına sürüklemişlerdir. Halkın beklentileri unutturularak referandum ve seçim gündeme taşınmıştır. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda yapılan kamuoyu çalışmalarının asıl amacının; halkın karşılanmayan ihtiyaçlarını tespit etmek değil, partilerin ve siyasete etki eden diğer faktörlerin istedikleri kamuoyunun oluşmasını sağlamaktır. Sonrasında ise uzun zamandır

Siyasi konular ile alakalı araştırma yapan bu kuruluşlar aslında yeni bir süreç ile alakalı bir yol haritasının belirlenmesine de yardımcı oluyorlar. Başka bir ifade ile partiler, yazarlar, medya, zenginler, askerler gibi kurum ve kuruluşların yeni süreçteki davranışlarını

29

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Seçmen Gerçekten Ne İstiyor? mızda; onlar bu araştırmaların sonucunun, halkın sorunlarının, görünen partiler tarafından çözülemeyeceğini gösterdiğini, bununla beraber halkın başka çarelerinin de olmadığını gerekçe göstermiştir. Bunun gerekçe olabileceğinin ön kabulü ile seçime kadar halkın nabzını en iyi kontrol edenin, iktidar olabileceğini söylemiş yani kim halkın nabzına göre şerbet verirse onun iktidar olacağını belirtmişlerdir. Aslında bu söylemlerle araştırmalardan istenilen en asgari neden de ortaya çıkmış oluyor. Fakat gerçekler ise çok farklıdır.

süre geldiği gibi demokratik partilerden umudunu yitiren halkı, yeni bir yöne doğru sürükleyerek elinde kalan son umutlarını da gasp edip, bir önceki halinden daha kötü bir hale getirmektir. Aksi halde bu halk bir öncekinden daha iyi bir hale gelirse bilinen bir şey var ki, İslamî hükümlerin tamamının uygulandığı bir yaşam tarzı sürmek isteyecektir. Bu da İslamî olmayan partilerin işine son vermek anlamına gelir. Ve bu son sadece bu partilerle kalmaz, bu parti ve iktidarları kendi menfaatleri çerçevesinde destekleyen, halka güzel bir şekilde pazarlayan, leş yiyenlerinde sonu olur…

Bu tablo halkı yönlendirmek için hazırlanan sorulardan oluşmaktadır. Mesela bu kamuoyu yoklamalarının yapıldığı soruların içine ‘’başka bir yönetim tarzı ister misiniz?” tarzından bir soru eklenseydi durum çok farklı olacaktır. Ak Parti iktidarının ilk yıllarında ve umutların yüksek olduğu bir zamanda bu soru halka sorulmuştu. Fakat bugünkünden farklı olarak yönlendirme yapılmadan ve açıkça sorulmuştu. Kapitalizm (demokrasi), Kominizim, Hilâfet; bu üç yönetim nizamından hangisi ile yönetilmek istersiniz denildiğinde verilen cevapların içinde öne çıkan ‘Hilâfet’ idi. Bu soruları sorduğumuz insanlara ise dışarıdan baktığınız zaman vereceği cevapların bu şekilde olacağını tahmin bile edemezdiniz. Özellikle büyük şehirlerde yapılan bu kamuoyu çalışmaları, halkın bütün unsurlarının görüşlerini almaya özen gösterilerek yapılmıştı. Kendilerine soruların açıkça sorulduğu bu kesimler, tebessümlerini göstermiş ve bu tür soruların ilk defa sorulduğunu belirterek şaşkınlıklarını da gizlememişlerdi.

Türkiye’nin son yedi senesinde iktidarda olan, Cumhurbaşkanı’nı kendi kadrolarından çıkaran ve ikinci kez güvenoyu alarak iktidara gelen AKP hükümeti halkın beklentilerini yerine getirmediği gibi vaatleri de yerine getirememiştir. Hatta halk bir öncekinden daha fazla sıkıntılara sürüklenmiş ama bu medya ve belli güçlerin desteği ile kapatılmıştır. Bugün gelinen aşamada ise anayasa tartışmaları ve referandum ile gün yüzüne tekrar çıkan kamuoyu yoklamaları bir kez daha demokratik partilerin ve diğer siyasi çevrelerin hareketlenmesini sağlamıştır. Halkın gerçekleri görmesinden endişe eden bu çevreler, halkı tekrar yönlendirmek için araştırmaları yorumlamaya başlamışlardır. Bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan tablo dikkat çekicidir. Türkiye’nin terör ve işsizlik sorunu, arenada bulunan demokratik partiler tarafından çözülebilir mi? sorusuna seçmenin önemli bir bölümü olan yüzde 43’ü “hayır çözemez“ cevabını vermiştir. Aynı araştırmaya katılan bu yüzde 43’lük kitle, yeni parti oluşumlarına ihtiyaç duyulduğu görüşünde de birleşmiştir.

Bu tür siyasi ve sosyal anket yaptıran gerçek ve tüzel kişiler yaptıkları kamuoyu yoklamalarında bu türden sorular sorsalardı, gerçekten halkın ne istediğini görecek ve çözümü başka şeylerde aramayacaklardı.

Ortaya çıkan bu düşündürücü sonucu yorumlamaya başlayan bir kısım yazar, çizer, ve aydının değerlendirmelerine baktığıAğustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

30


Seçmen Gerçekten Ne İstiyor? Ayrıca halkı yanlış yönlenda farklı etnik grup ve farklı Hâlbuki Müslüman’ların dirmeyerek doğru konuların inanca sahip olan insanlarla çoğunlukta olduğu göz tartışmaya açılmasına vesile yaşamalarına rağmen böyle önünde bulundurularak, olacaklardı. Dolayısıyla inbir sıkıntı ile karşılaşmamışİslam’a ait köklü bir sanların arzu ettiği doğru lardı. Aslında halk tekrar anayasa, halka sunulmuş oluşumların oluşmasına, önüne getirilen bu anayasa olsa buna canı gönülden köklü değişimi gerçekleştitaslağının öncekiler gibi sorecek partilerin varlık sahaevet diyeceklerdir. Çünkü runlarını çözmeyeceğini bisına güçlü bir şekilde çıkmaliyor. Bu anayasaya çağıran bu anayasanın kökleri sına olanak sağlamış, halkın partilere de güvenmediğinin halkın kökleri ile aynı sorunlarının çözümünde ise, olacağından uygulamada da ve Türkiye’nin esasi sorunbüyük yardımlardan birini larını bu partilerin çözemezorluk çıkmayacaktır. yapmış olacaklardı. Bu şekilyeceğinin belirtisini yüzde de halk da sorunlarının çözüleceğini düşüne43’lük bir kesim açıkça ifade etmiştir. rek büyük bir enerji ve iştirak ile seçimlere Dolayısıyla yukarıdaki yorumcuların katılacaktı. Bu yanlış yorumları yapanların yapmış oldukları fahiş tespitler ya bu halkı halka açtığı yaranın büyüklüğünün ne kadatanımamalarından ya da kötü niyetlerinin rının farkında oldukları ise ayrıca bir merak olmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle konusu… halkı başka bir alternatifi olmadığı için, kenBu araştırmaları yorumlayanlar, halk bu dilerine sunulan anayasanın veya partilerin partilerden herhangi birinin sorunlarını çöbirini seçmek zorunda bırakmak gibi bir zemeyeceğini ifade etmesine rağmen başka hava estirmeye çalışmaları, içinde partilerin alternatifleri olmadığı, hangi parti halkın iholduğu siyasi çevrelere olan güvensizliğin de tiyaçlarını dillendirirse onun iktidar olacağıdaha fazla pekişmesini sağlamaktadır. nı söyleyerek kafa karışıklığına yol açmış ve Hâlbuki Müslümanların çoğunlukta olfarklı sorular ile yorumların oluşmasına neduğu göz önünde bulundurularak, İslam’a den olmuşlardır. Çünkü bu güne kadar istekait köklü bir anayasa, halka sunulmuş olsa leri gerçekleşmeyen halk çıkış yolu bulamabuna canı gönülden evet diyeceklerdir. Çünmaktadır. Yâda bu imkân kendilerine sağlankü bu anayasanın kökleri halkın kökleri ile mamaktadır. 1921’den bu güne kadar birçok aynı olacağından uygulamada da zorluk çıkanayasa uygulamaya konulmuştur. Bu anamayacaktır. Halkın, yıllardır denediği partiyasaların temeli halk için halka rağmen felselerden bıkıp; başka partiler oluşması düşünfesiyle hazırlanmış olup, uygulamaya geçircesinin karşılığı olarak, İslami esaslara göre diklerinde ise halkı ezmek zorunda kalmışlarkurulmuş bir partinin halkın önüne çıkmadır. Çünkü halk o günden bu güne kadar batı sına engel olunmamış olsaydı bu halk onu patentli anayasalara ayak uyduramamıştır. isterdi. Aslında, yapılan anketler sonucunda Halkı, bu anayasalara alıştırmak için İstiklal malum yorumcuların söylediklerine dikkatle Mahkemeleri gibi çözümler düşünülmüştür. bakıldığında bu sorunları ancak ‘İslami bir Zulmün her çeşidinin uygulamasına rağmen parti çözer’ sonucu çıkıyor. Öyle ya, altını sorun çözülememiş, adeta yaşanmaz bir hale çizerek İslami bir parti olmadığını söyleyen gelmiştir. Hâlbuki Müslümanlar kısa bir süre AKP veya bunu söylemeye gerek olmayacak öncesine kadar milyarlarca nüfusa ve milkadar İslami parti olmaktan uzak olan diğer yonlarca metrekareye sahip oldukları alan-

31

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Seçmen Gerçekten Ne İstiyor? partiler bu halkın ihtiyaçlarına çözüm üretemiyorlarsa bunu kim çözecek! Bu soruların cevabını bizden duymak size inandırıcı gelmiyorsa cesaretinizi toplayın ve bunu halka açıkça sorun, sordurun.

Sonrasında ise Müslüman Türkiye halkı Rabbimizin Ali İmran Süresi 104 ayetinin mefhumunu üzerinde taşıyan asıl doğru partiyi iktidara taşıyacaktır: ِ ‫ون بِال َْم ْع ُر‬ ‫وف َوَي ْن َه ْو َن‬ َ ‫ون إِلَى ال‬ َ ‫ْخ ْي ِر َوَي ْأ ُم ُر‬ َ ‫ُم أُ َّم ٌة َي ْد ُع‬ ْ ‫َوْل َتكُن مِّنك‬ ‫ون‬ َ ‫َر َوأُ ْولَئ‬ ِ ‫َع ِن ال ُْمنك‬ َ ‫ِح‬ ُ ‫ِك ُه ُم ال ُْم ْفل‬

Bu halk sorunlarının bir kısmının çözüleceğini umarak AKP’yi iktidarda yedi yıl tuttu. Sonrasında ise bugünki tabloda görüldüğü gibi, eline acıdan, zulümden, baskıdan başka hiçbir şey geçmedi; sekiz yıl sonunda ise hüsrana uğradı.

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âli İmran 104) Bugün ise İslam’ı hayat sahasında görmek için çalışanlara bir imkân daha doğuyor. Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede yüzde 43 gibi az gözüken oran, soruların ve yorumcuların yönlendirmesiyle en aza indirilmeye çalışılıyor. Dikkat edilirse, bu oranın gerçekleri yansıtmadığı görüleceği gibi, yapılan yorumlarda halkın gerçek görüşünü değil, yorumlayanların görüşünü yansıttığı hissedilecektir. Bu yanlış yorumların, halk tarafından itibara alınmaması için, Müslümanların kanaat önderlerine büyük iş düşüyor. Müslüman halk kendi görüşlerini yansıtacak kanaat önderlerine bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissetmektedir. Halk kendini sahipsiz ve yalnız hissetmemeli duygularına tercüman olacak insanları yakinen görmeli. Bu halk kendilerini kötü bir hale getirenleri unutmayacağı gibi kendi yanında olanları da elbette unutmayacaktır.

Bu halk bunu unutmayacaktır. Halkın bir kesimi bunu görüyor, hissediyor, diğer kesimi de yakında görecek ve hissedecektir. Daha düne kadar hayırlarla dolu bir tarih yazmış bu Müslüman halk en kısa zamanda içine düşmüş olduğu çukuru kazanları daha net görecektir. Halk içinmiş gibi gözüken bu çalışmaların sonu hüsran ile sonlanacaktır. Tıpkı Rabbimiz’in ayetinde buyurduğu gibi; ِ ‫ص ُّدوْا َعن َسب‬ ‫ِيل اللّ ِه َف َسيُن ِفقُوَن َها‬ َ ‫ِين َك َف ُروْا يُن ِفق‬ َ ‫إِ َّن الَّذ‬ ُ ‫ُون أَ ْم َوال‬ ُ ‫َه ْم ل َِي‬ ‫ون‬ َّ ‫ِم َح ْس َرًة ث‬ َّ ‫ث‬ َ ‫ِين َك َف ُروْا إِلَى َج َهنَّ َم يُ ْح َش ُر‬ َ ‫ون َوالَّذ‬ َ ُ‫ُم يُ ْغلَب‬ ُ ‫ُم َتك‬ ْ ‫ُون َعل َْيه‬ “Şüphesiz ki Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcayanlar, onu yine harcayacaklar, sonra bu kendilerine yürek acısı olacak, nihayet mağlup olacaklar. Küfürlerinde ısrar edenler toplanıp cehenneme sürülecekler.” (Enfal 36)

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

32


Ahmet Sadık ALTINEL

B

“İnsanlar için (yeryüzünde) kurulan ilk beyt, Mekke’de bulunan mübarek ve âlemler için hidayet kaynağı olan (Kâbe)’dir.” (Âli İmrân 96)

ir miraç gecesini daha geride bıraktık. Bu ayki yazımızda Mirac’ın anlamı, önemi ve bize hatırlattıkları üzerinde durmak istiyorum. Konuya girmeden önce önsöz mahiyetinde bazı değerlendirmeleri sizinle paylaşmak isterim.

Miraç hadisesinin anlatıldığı ayeti kerimede ise yüce Rabbimiz Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübarek kılındığını bildirmektedir.

İslam, hayatın, insanın, maddenin, evrenin kısacası her şeyin ilahî açıdan yorumlanmasıdır. Dolayısıyla İslam, inananlarına kendi perspektifinden hayata ve olaylara bakmalarını öğütler. Müslüman’ın kutsallarını Kur’ân-ı Kerim ve onun işaret ettiği diğer kaynaklar belirleyecektir. Bu açıdan bakıldığında Müslümanların kutsal kabul etmeleri gereken mekân, zaman veya özel günler var mıdır bunu yine İslam şeriatı belirleyecektir.

َّ َ ‫سبح‬ ‫ْح َار ِم إِلَى ال َْم ْس ِج ِد‬ ً ‫ِع ْب ِد ِه ل َْي‬ َ ‫ال م‬ َ ‫ِّن ال َْم ْس ِج ِد ال‬ َُْ َ ‫ان الذِي أَ ْس َرى ب‬ َّ‫ألقْصى ال‬ ‫ِن َآيا ِت َنا‬ ‫ب‬ ‫ِي‬ ‫ذ‬ ْ ‫ارْك َنا َح ْولَ ُه لِنُرَِي ُه م‬ َ​َ َ َ‫ا‬ “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bazılarını göstermek için, kulunu (Muhammed’i) Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir…” (İsrâ 1) Allah Rasulu SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bazı hadisi şeriflerinde belli mekânların özel statüsünün/öneminin olduğuna ilişkin ifadeler de mevcuttur. Örneğin;

Kur’ân-ı Kerim’de Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ’ nın mübarek, Rabbimiz katında çok özel bir yerinin olduğuna işaret eden ayetler vardır.

“Namaz ve ibadet için, şu üç mescidin dışındaki bir mescide yolculuk yapılması doğru değildir: Mescid-i Haram, Mescid-i Rasûl (Medine’deki Mescid-i Nebevî), Mescid-i Aksâ.”

Örneğin, Mescid-i Haram için Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurur: َّ ِ َّ‫ضع لِلن‬ َّ ‫ِين‬ َ ‫إِ َّن أَو‬ َ ‫اركًا َوُه ًدى لِّل َْعالَم‬ َ ِ ‫َّل َب ْي ٍت ُو‬ َ ‫اس لَلذِي ب َِبك َة ُم َب‬

33

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


İnsanlığın ve İslam Ümmeti’nin Önünde Gelişme Ufku... Oda İlahî vahyin ona işaret etmesidir.

Belirli mekânların kutsallığına işaret eden deliller olduğu gibi, bazı zaman dilimlerinin kutsallığına ve önemine işaret eden deliller de mevcuttur. Örneğin, Ramazan ayı ve Kadir Gecesi gibi.

Hz. Ömer RadiyAllahu Anh için vahyin bir bölümünü oluşturan Hz. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in davranışları değer dünyasını tanzim eden önemli bir öğeydi. Onun içindir ki sahabeler kimi zaman Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yaptığı davranışların vahiy mi yoksa kendi görüşleri mi olduğunu soruyorlardı. Eğer vahiy ise ona uyuyorlardı. Çünkü vahiy onların kişiliklerini inşa ediyordu. Bu itibarla vahiy dikkatlerden kaçarsa Müslüman kimlik ve kişiliklerini oluştururken gerekli olan formüllerden birisi eksik olmuş olacaktı. Şayet kişisel bir görüş ise daha uygun olduğunu düşündükleri görüşlerini Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile paylaşıyorlardı.

َّ َ ‫ض‬ ٍ ‫اس َوَب ِّي َن‬ ‫ِّن‬ ِ ‫آن ُه ًدى لِّ َّلن‬ َ‫ِي أُنز‬ َ ‫َش ْه ُر َرَم‬ َ ‫ات م‬ ُ ‫ُر‬ َ ‫ان الذ‬ ْ ‫ِل فِي ِه ا ْلق‬ ‫َان‬ ِ ‫ال ُْه َدى َوا ْل ُف ْرق‬ “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…” (Bakara 185) ‫اك َما ل َْيلَ ُة ا ْل َق ْد ِر ل َْيلَ ُة ا ْل َق ْد ِر َخ ْي ٌر‬ َ ‫نزْل َن ُاه فِي ل َْيلَ ِة ا ْل َق ْد ِر َو َما أَ ْد َر‬ َ َ‫إِنَّا أ‬ ِّ ِ ‫ِّن أَل‬ ‫ْن َربِّهِم مِّن كُل أَ ْم ٍر‬ ِ ‫ِيها ِبإِذ‬ ْ‫م‬ َ ‫ْف َش ْه ٍر َت َن َّزُل ال َْملاَ ِئ َك ُة َوالرُّوُح ف‬ َّ ‫َع ا ْل َف ْج ِر‬ ِ ‫َسلاَ ٌم ِه َي َحتى َم ْطل‬

“Şüphesiz, biz onu (Kur’ân’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (Kadir 1-5)

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız çerçevede nâsların işaret etmiş olduğu miraç hadisesi ve hadisenin gerçekleştiği gün Müslümanlar için önemlidir. Bu gün önemini ve anlamını içinde gerçekleşen böylesine mucizevî olaydan almaktadır. Tıpkı -Hz. Ömer RadiyAllahu Anh’ın da dediği gibi- Hacer’ul-Esved’in değerini ve önemini vahyin ikinci kaynağı olan Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in onu öpmesinden alması gibi. Aynı şekilde kadir gecesi de, içinde Kur’an’ın indirildiği gece olduğu için bin aydan daha hayırlı/değerli olmuştur. Bu girizgâhtan sonra konumuza dönebiliriz.

Bu konuda sözü fazla uzatacak değiliz. Ancak dikkatimizi çeken bir tavır olması ve bizler için örneklik teşkil edebileceği düşüncesi ile hatırlatmakta fayda gördüğümüz bir olayı dikkatinize sunmak istiyoruz. Sözünü ettiğimiz olay Hz. Ömer RadiyAllahu Anh’ın Hacer-ul Esved ile ilgili olarak söyledikleridir. O şöyle söylemişti: “Biliyorum ki sen faydası ve zararı olmayan basit bir taşsın. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.”

Miraç; insanlığın kurtuluşu için gönderilen Muhammed Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı, mukaddes ve manevi bir yolculuktur.

Tam ilk Müslüman nesle yakışan bir tavırdır bu. Müslüman olduktan sonra artık bütün değer ölçülerini Allah’tan alan Müslümanlar, her şeye hep Allah rızası ile değer vermeye başladılar. Çünkü bunu onlardan imanları istiyordu. Şu gök kubbe altında olan her hangi bir olayın, her hangi bir olgunun ya da eşyanın kutsal olmasının bir tek yolu vardır. Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Bilebildiğimiz kadarıyla insanlık tarihi boyunca Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dışında hiçbir beşer Rabb’imizle bizatihi mülaki olma lütfuna erememiştir. Bunun bir tek istisnası Rabb’imizin Kur’an-ı Azimuşşanı’ndaki beyanına göre Hz. Musa

34


İnsanlığın ve İslam Ümmeti’nin Önünde Gelişme Ufku... Aleyhi’s Selam’dır. Kur’an-i nasslardan anladığımız kadarıyla Hz. Musa Aleyhi’s Selam Rabbimizi görmek istemiştir:

üç yıl süren zorlu boykot günlerinde biricik eşi, dava arkadaşı Hz. Hatice’yi ve kendisini koruyup kollayan amcası Ebu Talib’i kaybetmişti. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Taif’te kabileleri İslam’a davet etmek istedi. Lakin heyhat onlarda Rasulullah’ı dışladılar. Taşlayarak şehirden uzaklaştırdılar. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem sığınacak bir liman arıyordu. Rabbine şöyle yakardı:

ُ َ‫َال َر ِّب أَ ِرنِي أ‬ ‫نظ ْر إِل َْي َك‬ َ ‫وسى لِمِيقَا ِت َنا َوكَلَّ َم ُه َرُّب ُه ق‬ َ ‫َولَمَّا َجاء ُم‬ ُ ‫ِن‬ ‫ف َت َارنِي‬ ِ ‫َال لَن َت َارنِي َولَك‬ َ‫ق‬ َّ ‫اس َتق‬ َ ‫َر َمكَا َن ُه َف َس ْو‬ َ ‫انظ ْر إِلَى ال‬ ْ ‫ْج َب ِل َفإِ ِن‬ َّ ًّ َ ‫َال‬ َ ‫اق ق‬ َ ‫ص ِعقًا َفلَمَّا أ َف‬ َ ‫َفلَمَّا َت َجلى َرُّب ُه لِل‬ َ ‫موسى‬ َ ‫ْج َب ِل َج َعلَ ُه َدكا َو َخ َّر‬ َ َ ِ ‫ِين‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ؤ‬ ‫ْم‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫َّل‬ ‫و‬ ‫أ‬ ‫ا‬ ‫ن‬ ‫أ‬ ‫و‬ ‫ك‬ ُ ْ َ َ َ ‫ُس ْب َحا َن َك تُ ْب ُت إِل َْي‬ َ ُْ

“Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabb’i onunla konuştuktan sonra: (Musa) “Allah’ım şu kuvvetsiz ve çaresiz halimi, inDedi ki: “Ey Rabbim! Kendini bana göster. sanlar nazarında hor ve hakir görülmemi sana arz Sana bakayım.” (Rabbimiz) “Sen beni göreediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! mezsin. Lakin şu dağa bak. Şayet dağ yerinHerkesin hor görüp de dalına bindiği biçarelerin de durabilirse beni göreRabbi sensin. Sen beni yüzMiraç hadisesi yerin demir bilirsin.” buyurdu. Rabbi süz bir düşman eline düşürdağa teveccüh ettiğinde göğün bakır olduğu, Allah meyecek kadar merhametlisin. onu yerle bir etti. (Bunun Rasulü SallAllahu Aleyhi Allah’ım! Senin gazabına üzerine) Musa baygın yere ve Sellem açısından çok uğramayayım da çektiklerim düştü. Ayıldığında “Seni zorlu günlerin yaşandığı bir ne olursa olsun katlanırım. eksikliklerden tenzih edeAllah’ım! Senin gazabına uğdönemeçte gerçekleşmiştir.. rim. Sana tevbe ettim ve ramaktan, İlahî rızana uzak Allah Rasulü SallAllahu ben sana inananların ilkikalmaktan sana, senin o kaAleyhi ve Sellem Mekke’de yim.” (Araf 143) ranlıkları aydınlatan, dünya

üç yıl süren zorlu boykot günlerinde biricik eşi, dava arkadaşı Hz. Hatice’yi ve kendisini koruyup kollayan amcası Ebu Talib’i kaybetmişti.

İşte bu Kur’an-i nass Hz. Musa Aleyhi’s Selam’ın Rabbimizle görüşme isteğinin olduğunu ancak bunun gerçekleşmediğini ifade eder. Hatta bu vakıadan dolayı Hz. Musa Aleyhi’s Selam’a Allah’ın konuştuğu Nebi anlamında “Musa Kelimullah” denmiştir.

ve ahiret işlerini yoluna koyan İlahî nuruna sığınırım.” diye arzu hal etti.

Mekke müşrik yönetiminin bir daha Mekke’ye almama kararı aldıkları Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ancak Mut’im b. Adiy himayesi ile Mekke’ye girebilmişti.İşte Miraç olayı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve müminler açısından böylesine zorlu bir süreçte meydana gelmiştir. Rabbimiz de sıkıntılardan bunalan elçisini bir gece ansızın yanına aldı. Allah Celle Celaluhu sanki adeta şöyle diyordu: “Ey Muhammed! Sana yeryüzünde yaşama imkânı vermiyorlar mı? O zaman ben sana göklerin kapısını açarım”. Ona doğup büyüdüğü, atası İbrahim Aleyhi’s Selam’ın inşa ettiği, ilk olarak bir Rasulun yerleşime açtığı Mekke’de yaşama

Miraç hadisesinin önemi beşeriyet tarihi içinde ilk olması kadar gündeme geldiği tarihi süreç ve konjektür açısından da son derece anlamlı ve manidar bir mucizedir. Şimdi biraz bu tarihi sürece göz atalım. Miraç hadisesi yerin demir göğün bakır olduğu, Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem açısından çok zorlu günlerin yaşandığı bir dönemeçte gerçekleşmiştir.. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de

35

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


İnsanlığın ve İslam Ümmeti’nin Önünde Gelişme Ufku... fırsatı vermeyen Mekke müşrik yönetiminin seçkinlerine de şöyle diyordu: “İnsanlık tarihi içinde benimle bizatihi görüşme fırsatını sizin dışladığınız Muhammed’e veriyorum. Siz bugün var yarın yoksunuz. Ama dünya durdukça, kıyamete kadar insanlık, Allah’ın katına kabul ettiği son Nebi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in izini sürecektir.”

sındaki şaşkınlıklarını, tutumlarını Kur’ân’ı Kerim gündemine alarak onlara şu şekilde cevap vermektedir: ‫َو َس ْي ِن أَ ْو أَ ْد َنى‬ َّ ‫َوُه َو ِبالأُْ ُف ِق الأَْ ْعلَى ث‬ َ ‫ُم َد َنا َف َت َدلَّى َفك‬ َ ‫َان ق‬ ْ ‫َاب ق‬ ‫اروَن ُه َعلَى‬ َ ‫َفأَ ْو َحى إِلَى َع ْب ِد ِه َما أَ ْو َحى َما َكذ‬ ُ ‫َب ا ْل ُف َؤا ُد َما َأَرى أَ َفتُ َم‬ َّ ‫آه َن ْزلَ ًة أُ ْخ َرى ِعن َد ِس ْد َرِة ال ُْم ْن َت َهى ِعن َد َها َجن ُة ال َْم ْأ َوى‬ ُ ‫َما َي َرى َولَ َق ْد َر‬ َ ‫ِن‬ ِّ ‫إِ ْذ َي ْغ َشى‬ َ ‫الس ْد َرَة َما َي ْغ َشى َما َز‬ ْ ‫ص ُر َو َما َط َغى لَ َق ْد َأرى م‬ َ ‫اغ ال َْب‬ ِ ‫َآي‬ ‫ُب َرى‬ ْ ‫ات َربِّ ِه ا ْلك‬

Birçok İlahî sırrı, hikmet ve manayı bünyesinde barındıran bu gece, İsra Suresi’nin ilk ayeti ile şöyle ifade edilmektedir:

“O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu. Ve sonra yaklaşarak yanına geldi. Aralarında iki yay mesafesi kalıncaya kadar, hatta daha da yakınına. Böylece (Allah), vahyedilmesini uygun gördüğü her şeyi kuluna vahyetti. Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. Peki siz, ne gördüğü konusunda O’nunla tartışmaya mı giriyorsunuz? (Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. Sidratü’lMuntehâ’nın yanında. Me’vâ cenneti onun (Sidra’nin) yanındadır. O zaman Sidra’yı kaplayan kaplamıştı. Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. And olsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.” (Necm 7-18)

َّ َ ‫سبح‬ ‫ْح َار ِم إِلَى‬ ً ‫ِع ْب ِد ِه ل َْي‬ َ ‫ال م‬ َ ‫ِّن ال َْم ْس ِج ِد ال‬ َُْ َ ‫ان الذِي أَ ْس َرى ب‬ َّ َ ‫ال َْم ْس ِج ِد ا‬ ‫ِيع‬ َّ ‫ِن َآيا ِت َنا إِنَّ ُه ُه َو‬ ْ ‫ارْك َنا َح ْولَ ُه لِنُرَِي ُه م‬ ُ ‫السم‬ َ ‫ْصى الذِي َب‬ َ ‫ألق‬ ِ ‫الب‬ ‫ير‬ َ ُ ‫ص‬ “Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah, kulunu geceleyin Mescidi Haram’dan alıp kendisine bir takım ayetler gösterelim diye etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götürdü. Çünkü işiten ve gören O’dur.” Allah Rasulu SallAllahu Aleyhi ve Sellem Miraçtan döndüğünde Mekkeli müşriklere, yaşadığı bu tarihi olayı anlattı. Miraç olayı flaş bir gelişme olarak Mekke’nin gündemine oturdu. Ancak onlar Rasulullah’ı dikkate almadıkları gibi alay ettiler. Onu “yani sen şimdi bir gecede buradan mescidi aksaya Kudüs’e mi gittiğini söylüyorsun” şeklinde alaya aldılar. Hemen Ebu Bekir’e koştular. Bu sefer Rasulullah’ın çok gülünç duruma düştüğünü, insanların kendisine olan güvenini kaybedeceğini düşünüyorlardı. Hz. Ebu Bekir’e senin arkadaşın neler söylüyor. İşittin mi? dediler. Ne diyor dedi. Bir gece içinde Mescid-i Aksa’ya gidip geldiğini söylüyor. Hz. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh, Yani bunu o mu söyledi? Evet, evet dediler. Hz. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh, “O söylediyse doğru söylemiştir” diyince çılgına döndüler.

Böylece Rabbimiz kendi risaletini omuzlayanlara düşmanlarını şaşkına çevirecek mucizelerini her an göstermeye muktedir olduğunu bir kez daha bu vesileyle ebediyete kadar duyurmuş oldu. Miraç olayının en önemli sonuçlarından biri de, İslâm’ın temel esaslarından biri olan beş vakit namazın bu yolculuk sırasında farz kılınmasıdır. Miraç, iki sevgilinin birbiri ile kavuşma, arus günüdür. Allah Rasulu SallAllahu Aleyhi ve Sellem o gün yaşadığı hazzı ve coşkuyu ümmetinin de yaşamasını istediği için “namaz müminin Mirac’ıdır.” ve “kulun Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır” buyurmuş-

Düşüncesini İlahî eksenli oluşturmayan Mekke’nin seçkinlerinin miraç olayı karşıAğustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

36


İnsanlığın ve İslam Ümmeti’nin Önünde Gelişme Ufku... tur. Bizlerinde benzer bir tecrübeyi, O’nunla sılayı namazla birlikte yaşamamız, ideal insan olmamız, Rabbimizin beğenisini kazanabileceğimiz insani olgunluğa erişmemiz ve müminler olarak kişisel gelişimimizi gerçekleştirebilmemiz için namazı miraç hediyesi olarak ümmetine armağan etmiştir.

dukları bilincini onlara kazandırmıştır. İşte Hz. Ömer RadiyAllahu Anh, Müslüman olmadan önce dehşetinden kimse yanına yanaşamazken Müslüman olduktan sonra çölde yaşayan sıradan bir kadın bile yakasına yapışıp hesap sorabiliyordu. Bir dönem kızlarını diri diri toprağa gömen, kadınlarına negatif ayrımcılık yapan, yoksul ve fakirlerini insan yerine koymayan, yarımadanın bütün nimetlerini sadece seçkin aristokrat sınıfının hizmetine sunan bir kültürün yoğurduğu insanları; günde beş defa aynı safta bir araya getirerek onlara tarağın dişleri gibi eşit oldukları bilincini veren bir ibadettir namaz.

ِ ُ‫ا ْت ُل َما أ‬ ‫الصلاَ َة َت ْن َهى‬ ِ ‫ِن ا ْل ِك َت‬ َّ ‫الصلاَ َة إِ َّن‬ َّ ‫اب َوأَ ِق ِم‬ َ ‫وح َي إِل َْي َك م‬ َّ َّ ‫ون‬ ِ ‫َع ِن ا ْل َف ْح َشاء َوال ُْمنك‬ َ ‫ص َن ُع‬ ُ ‫َر َولَ ِذك‬ ْ ‫ْر الل ِه أَك َْب ُر َوالل ُه َي ْعل َُم َما َت‬ “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ın zikri ise en büyüktür. Allah, yaptıklarınızı bilmektedir.” (Ankebut 45)

Miraçtan alınması gereMiraçtan çıkarmamız gereken ken en önemli derslerden Rasulullah SallAllahu en önemli bir diğer derste biriside yükselme bilinciAleyhi ve Sellem’in veda şudur: Miraçla, insanlığa dir. Rasulullah SallAllahu hutbesinde buyurduğu gönderdiği son elçisini huzura Aleyhi ve Sellem ümmetinin gibi; “İnsanlar! Hepiniz önüne yükselme ve ileri kabul eden Rabbimiz içimizden Âdemdensiniz. Âdem ise birini, bizler gibi bir insanı, gitmeyi bir vizyon olarak topraktandır.” Toprak, çebelirlemiştir.“Namaz mümodel olarak seçtiğini, katına şitli renk, tat ve şekillerde minin mirac’ı” yani yükselyükselterek onun seçkin, meyve ve sebzelerini bizleme ve kalkınmasının ilham ayrıcalıklı bir insan olduğunu re sunmaktadır. Toprağın kaynağıdır. Yani mümin bir kez daha insanlığa üzerinde yaşayan bizler, diğer düşünce sistemleringöstermek istemiştir. kimimiz beyaz kimimiz siden farklı olarak Allah’sız yah, adeta gök kuşağının ve Ahlaksız bir kalkınma modeli düşüneinsanı büyüleyen renkleri gibi değişik şekilmez. Namazda küçülebildiğimiz kadar külerde yaratılmışız. Bu anlayış ve düşüncelerçülerek alnımızı sadece Allah’ın huzurunda le insana bakan İslam medeniyeti egemen olyere koyup “Allah’u Ekber” diyerek vardığıduğu coğrafyalarda yüzlerce çeşit ırka, renmız secde; bizleri Allah’a yaklaştırırken onun ge, kültür ve inanca sahip insanları bir arada emaneti şu gezegende var olan canlı, cansız yaşatabilmiştir. Bizim medeniyetimizin inşa tüm varlıklara karşı sorumlu olduğumuz biettiği şehirlerde İstanbul’da bir başında cami lincini yüreğimizde inşa etmektedir. İslam ve diğer başında kilise olan, kilisenin, havra ya istiklal şairi M. Akif Ersoy’un söylediği gibi da cami ile sırt sırta olduğu sokaklar vardır. “O rükû olmasa eğilmez başlar”. Evet, o namaz, Ancak Müslümanların yüzyıllar içinde inşa o rükû, o secde nice sultanları, görkemli koettikleri açık hava müzesini andıran, menaklarda yaşayan nice zenginleri, orduları, deniyet abidesi kentlerinin acımasızca yok nice komutanları sıradan vatandaşlarla aynı edildiğine tanık olmaktayız. Meğer modern safta hizaya getirmiştir. Alınlarını ve burunolmakla medeni olmak farklı şeylermiş. larını yere sürterek Allah karşısında eşit ol-

37

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


İnsanlığın ve İslam Ümmeti’nin Önünde Gelişme Ufku... İslam’ın yetiştirdiği bilim adamları İbni Sinalar, Harezmîler, Mimar Sinanlar bilgilerini hanlar, hamamlar, çeşmeler, insanların ücretsiz konakladıkları kervansaraylar, hastaneler vb. insanlığın kullanımı için ortak hizmet alanlarına dönüştürmüşlerdir. Ancak koskoca Afrika kıtasında modern tıbbın harikalar yarattığı bir çağda çok basit ve tedavisi mümkün hastalıklar nedeniyle yüz binlerce insanın ve çocuğun ölmesi çağımızın utancı olmaya devam edecektir.

ekseninde yeniden dizayn etmesi için görevlendirdiğim elçimle mücadele etmeye kalkıyorsunuz. Bu nasıl bir sefihliktir. Dolayısı bizim de son sözümüz çağımızın sömürgeci kâfirlerine ve onlarla işbirlikçiliği yaparak İslam ümmetinin maddi ve manevi bütün kaynaklarını sömürmeye kendisini adamış hain yöneticilere olacaktır: Ey çağın müstekbirleri ve hain yöneticileri! Bir gece elçisini Mescidi Haram’dan alıp kendisine bir takım ayetler göstermek için Mescidi Aksa’ya götüren ve her türlü noksanlıktan münezzeh olan Rabbimizin kudretinden korkun.

Miraçtan çıkarmamız gereken en önemli bir diğer derste şudur: Miraçla, insanlığa gönderdiği son elçisini huzura kabul eden Rabbimiz içimizden birini, bizler gibi bir insanı, model olarak seçtiğini, katına yükselterek onun seçkin, ayrıcalıklı bir insan olduğunu bir kez daha insanlığa göstermek istemiştir.

Onun kudretini kavrayın… Ateş çukurunun kenarına, uygarlık krizinin eşiğine getirdiğiniz insanoğlunu, hele hele her şeye en iyi nizamı veren Rablerinin hayatlarını da tanzim edecek en ideal nizamlar ve sistemleri gönderdiğine inanan İslam ümmetini ibtidai aklınızla, kokuşmuş ve çürümüş sistemlerinizle yönetemeyeceğinizi anlayın. Zira bizler Miraç mucizesini var eden bir tek Allah’ın her şeye kadir olduğuna ve insanlık için en doğru ideal çözümleri mukaddes kitabında bizlere bildirdiğine inanıyoruz.

Onun getirdiği din asırlarca dil, din, ırk ve renk ayrımlarına rağmen hatta birbirine fiziki anlamda çok uzak kıtaların insanlarını bile aynı kültürel atmosfer içinde huzurla yaşatabilmiştir. Zira onun getirdiği değerler insanlığın en temel haklarını güvence altına almıştır. Miraç hadisesi ile ilgili olarak altı kalın kalın çizilmesi gereken bir başka önemli nokta da; kudret sahibi Rabbimizin insan aklının kesmeyeceği kadar ilerisini öngörebileceği gerçeğidir. Yani Rabbimiz, derme çatma çamurdan yapılmış, geceleri ay ve yıldız, gündüzleri güneş ve buluttan, birkaç hurma ağacından başka bir şey görmemiş, binek olarak at, deve vs. sınırlı birkaç binek ve besi hayvanını bilen son derece ibtidai bir hayat yaşayan yarım adanın insanlarına, istediğinde -ışık hızını ne kelime- ansızın kilometrelerce mesafeyi katettirebileceğini göstermiştir. Dolayısıyla ey müşrik toplumu! Benim kudretimin boyutlarını sizin hayal bile etmeniz mümkün değildir. Soğan cücüğü kadar aklınızla yasalar koymaya, hayatı İslam akidesi Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

َ ‫ْق َوا‬ ‫ِين‬ َ َ‫أ‬ ُ ‫ْخل‬ َ ‫ال لَ ُه ال‬ َ ‫ار َك اللّ ُه َر ُّب ال َْعالَم‬ َ ‫أل ْم ُر َت َب‬ “Dikkat edin! Yaratma ve yönetme O’na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah yücelerin yücesidir.” (Araf 54)

38


Esma SIDDIK

S

iyasi arenadaki boşluktan faydalanıp, kendini güçlü olarak vasıflandıran sömürgeci devletler, kendilerini sömürgenin şahikasına ulaştıracak yeni bir düzen arayışındadırlar. Zira hali hazırda hâkim olan sömürgeci kapitalist sistem çökmektedir. Zaten başarısızlıkla sonuçlanmaya da mahkûmdur. Şöyle ki; sömürgeci, kendi vatanı olmayan bir ülkeye gidip, oradaki zenginlikleri zorlabalıkla alarak, kendi ülkesine getiren kişidir. İşgal ettiği ülkeleri kendi ülkesinden bir parça olarak görmez. Aynı şekilde söz konusu ülkenin halkını da kendi halkı olarak görmez. Dolayısıyla gasp ettiği zenginlikleri hiçbir şekilde o toprakların faydasına sunmaz. Hatta şehirlerini yakar, yıkar ve yağmalar. Toprakları kimyasal bombalar ve atıklarla kirletir. Ardında kuru ve çorak, harap olmuş bir ülke bırakır.

da yetinmeyip, boyunlarına zincirleri takıp köleleştirir. Sömürgeciler, üzerlerine üşüştükleri ülkelerde istikrarı sağlayıp huzuru getirmek şöyle dursun, insanların evlerinde dahi güvende olmamalarına neden olmuşlardır. Bu yüzden, halkları bu denli perişanlığa sürükleyen, ezen ve kanlarını emen bir sistem, halklar tarafından bertaraf edilmeye ve tarihin karanlık sayfalarına gömülmeye mahkûmdur. İşte bu kaçınılmaz sonucu sömürgeci devletler görmüşlerdir. Şu anki yeni sömürü düzen kurma yönündeki faaliyetleri de bunun bir göstergesidir. Ancak yeni düzenin kamuoyu desteğine ihtiyacı vardır. Kamuoyu desteğini elde edebilmek için sömürgeciler sinsi yollardan gitmekte, siyasi arenaya yeni kahramanlar(!) dâhil etmektedirler. Bu sözde kahramanlarla halklar kandırılmakta ve istedikleri, özledikleri atmosferler oluşturulmaktadır.

İşgal ettiği ülkenin insanlarını kalkındırmaz. Bilakis, onları sefillik ve güçlünün zayıfı ezdiği bir düzen içerisinde yaşamaya mahkûm eder. Zaman zaman bunlarla

Yeni düzen kurma girişimleri bazı devletleri pekte mutlu etmemektedir. Çünkü kendilerinden, yeni düzenin salahiyeti açısından

39

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Sömürge ve Müslümanlar Üzerinden Hesaplaşma göstermelik de olsa, bazı meselerde geri adım atmaları istenmektedir. Bu manada menfaatler çatışır ve hesaplaşmalar başlar...

sıtasıyla hükümete baskılar yapılmaktadır. Yani “İsrail” varlığının hükümeti içeride ve dışarıda baskı altındadır.

Söz konusu sömürülecek bereketli toprakYeni düzenin getirdiği bazı durumlarlar İslam toprakları olunca da batılı devletdan memnun olmayan devletlerden biride lerin hesaplaşmaları Müslümanların üzerinİran’dır. İran’ın Gazze’ye yardım gemisi de ve İslami beldelerde gerçekleşmektedir. gönderme girişimi, büyük ordusu ve kökMavi Marmara gemisinde “İsrail”in kardelü ülke tarihine rağmen bölgede kendisinin şimiz Furkan’a sıktığı o kurşunların adresi arkasında değil Türkiye Cumhuriyeti’nin esasında Furkan’ın pasaportuna yani aynı liderliğinde Orta Doğu devletlerinin birzamanda ABD’li oluşunadır. Bu örnek bahleştirilmesi çalışmalarından rahatsız oldusettiğimiz hesaplaşmaların ğunun dışa yansımasıdır. güncel örneklerinden saYani İran için, korunması ...“İsrail”in yaptığı bu dece biridir. Bölgesel devgereken Müslümanlar desaldırı Türkiye Cumhuriyeti letler ve ABD’ye, bunların ve ABD’de dâhil olmak üzere ğil, stratejik liderlik ve ülke yeni düzen kurma çalışmamenfaatleridir. Bu yardım diğer devletlerin bilgileri larına sıkılmıştır o kurşungemisi gönderme meselesi, dâhilinde gerçekleşmiştir ve lar. Bu menfaat çatışmasınGazze’ye yardım bahanehiçbir devlet vatandaşlarını da kurban edilenlerin ise siyle Orta Doğu’da liderlikorumak için herhangi bir kâfirlerin gözünde hiçbir ği Türkiye’ye kaptırmama çaba göstermemiştir. Her kıymeti yoktur. Öldürühamlesinden ibarettir. Bir biri kendilerine biçilinen rolu lenlerin, sadece saldırgan yerlerden düğmeye basıloynamakta ve aç gözlerle kâfirlerin değil, vatandaşı mış, iç ve dış medyada psipastadan kendilerine düşen oldukları devletlerinin nezkolojik savaşın başlatılması payı beklemektedirler. dindede kıymetleri yoktur. sonucu İran’ın yardım geÇünkü “İsrail”in yaptığı misi gönderme girişiminin bu saldırı Türkiye Cumhuriyeti ve ABD’de önü kesilmiştir. İran, gemileri göndermekten dâhil olmak üzere diğer devletlerin bilgileri vazgeçmiştir. dâhilinde gerçekleşmiştir ve hiçbir devlet vaMüslümanlar üzerinde yapılan hesaplaştandaşlarını korumak için herhangi bir çaba maların örnekleri bi hayli çoktur ve maalegöstermemiştir. Her biri kendilerine biçilinen sef ardı arkası kesilmemektedir. Kırgızistanrolu oynamakta ve aç gözlerle pastadan kenÖzbekistan sınırındaki ABD ve Rusya çatışdilerine düşen payı beklemektedirler. ması, Afrika’da ki iç savaşlar, Filistin, AfgaPlanların yürürlüğe koyulmasına ısrarla nistan... diye devam etmektedir. karşı koyan “İsrail” hükümetinin ise tasfiye Kapitalizm doğmuş, bir kaç asırlık ömrüedilmesi gündemdedir. Önce, Gazze’ye uynün içerisinde yükselişi yaşamış, gittiği yergulanan ablukanın kaldırılması hususunu lere zulüm götürmüş ve şimdi de yok olmak görüşmek üzere, Obama ve Netanyahu bir üzeredir. araya gelmiş, ardından T.C, “İsrail”deki yöElbette dünya sahnesindeki tek oyuncu netimin gitmesi gerektiğini düşündüğünü kapitalizm değildir. Bu sahneye heybetli bir açıklamıştır. “İsrail” varlığının içerisinde de, devin, silinmez izleri kazınmıştır. 1400 yıl esir “İsrail” askeri Şalit’in kurtarılmasıyla önce Muhammed’ul Emin’e gelen tek bir alakalı kamuoyu oluşturularak bunun vaAğustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

40


Sömürge ve Müslümanlar Üzerinden Hesaplaşma mesaj, tarihte yazılı kayıtları dahi olmayan bir millete bir insan ömrü kadar olan 90 yıl gibi kısa bir süre içerisinde İspanya sınırlarına kadar ulaşan bir devlet kurmayı nasip etmiştir. Aynı mesaj göçebe bir kavme, asırlar boyunca yeryüzünde Allah’ın Halifesi olmayı nasip etmiştir ve bu göçebe kavmin bağrından Konstantine’yi feth eden o “güzel komutan” çıkmıştır.

tek şey, İslam mesajının yeryüzüne tekrar hâkim kılınmasıdır. Ümmetin ihtiyacı olan, bu ideolojiyi bir Halife’nin eliyle, küfrün hâkimiyetinden ve etkisinden uzak bir şekilde uygulayacak olan bir Hilafet’tir. Ümmet bu ihanet dolu liderlere mecbur değildir. Ümmetin ihtiyacı olan şey Allah Azze ve Celle’ye karşı samimi ve kendilerine karşı da sadık bir liderdir. Rabbine verdiği söze ve tebaasından aldığı biata ihanet etmektense, ölmeyi yeğleyen bir liderdir. Hilafet ve Halifeler sadece tarih sahnesinde bir oyuncu değil, Allahu Teâlâ’nın Müslümanlara müjdelediği vaadidir. ِ ‫ِح‬ ‫ات ل َ​َي ْس َت ْخلِ َف َّن ُهم فِي‬ َّ ‫ُم َو َع ِملُوا‬ َ ‫َو َع َد اللَّ ُه الَّذ‬ َ ‫الصال‬ َ ‫ِين‬ ْ ‫آمنُوا مِنك‬ ِّ ‫َه ْم دِي َن ُه ُم الَّذِي‬ ِ ‫الأَْ ْر‬ َ ‫اس َت ْخل‬ َ ‫َف الَّذ‬ ُ ‫ِم َولَيُ َمك َن َّن ل‬ َ‫ض ك‬ ْ ‫َما‬ ْ ‫ِين مِن ق َْبلِه‬ َّ ‫ُون بِي‬ َ ‫ارَت‬ َ ‫ِم أَ ْم ًنا َي ْعبُ ُدوَننِي لاَ يُ ْش ِرك‬ ُ ‫ضى ل‬ ْ ْ ‫َه ْم َولَيُ َب ِّدلَن ُهم مِّن َب ْع ِد َخ ْوِفه‬ ُ ِ ‫ُون‬ ‫ق‬ ‫اس‬ ‫ف‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫ِك‬ ‫ئ‬ ‫ل‬ ‫و‬ ‫أ‬ ‫ف‬ ‫ِك‬ ‫ل‬ ‫ذ‬ ‫د‬ ‫ع‬ ‫ب‬ ‫ر‬ ‫ف‬ ‫ك‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ئ‬ ‫ي‬ ْ َ َ َ َ َ َ َ َ ً َ َ َْ َ َ َ ْ ‫َش‬ ْ ُ​ُ

Bu 14 asırlık devasa devlet, yani Hilafet Devleti ve Halifeleri, fethettikleri toprakları kendi toprakları olarak benimsemiştir. Dolayısıyla fethettiği toprakların zenginliklerini tekrar o bölge halkının hizmetine sunmuştur. Kapılarını İslam’a açtıkları şehirlere su kanalları, hastaneler, okullar, üniversiteler, hanlar, hamamlar, vs. inşa etmiştir. O toprakların halklarını kendi tebaasından bir parça olarak görmüştür. Onları korumuş, isteklerini dinlemiş, haksızlığa uğramalarına engel olmuş ve güvenlerini kazanmıştır.

“Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde kesinlikle Halife kılacağını, kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için kesinlikle yerleşik kılıp sağlamlaştıracağını ve (yaşadıkları) korkularından sonra onları kesinlikle güvenliğe kavuşturacağını vâdetti. (Zira) onlar yalnızca Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Artık bundan sonra her kim de küfrederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur 55)

Hilafet’in sömürmek için bir nedeni olmamıştır. Çünkü Hilafet’in varlığının tek nedeni Allah Azze ve Celle’nin gönderdiği İslam mesajını yeryüzüne hâkim kılmak ve Âlemlerin Rabbinin rızasını elde edebilmektir. Hedefte ne dünya ne de koltuk sevgisi vardır. Zira dünyanın Malik’i Allahu Teâlâ’dır. Bugün bu sömürü düzeninden Müslümanları ve tüm insanlığı kurtaracak olan

41

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Yiğit SERDENGEÇTİ

B

ir Müslüman’ın dünyevi olgulardan korkması gerçekten ciddi rahatsızlıklardan birisidir. Eğer korkularınızı yenemezseniz, korktuğunuz şeyin kölesi olma yolundasınızdır. Artık hayatınızdaki her şeyi ona bağımlı hale getirir ve korktuğunuz şeyin bütün davranışlarınızı kontrol ettiğini düşünürsünüz. Sizi korkutan şey her ne ise onu kızdırmamak için elinizden gelen bütün çabayı gösterirsiniz. Birde korku, muhakkak bir maslahat dâhilindedir. Bu maslahat ise, ya bir faydanın celp ve muhafazası şeklinde ya da bir zararın def’i şeklinde tezahür eder. O yüzden insan bazen bir şeyi kazanamamaktan veya elde ettiği bir menfaati kaybetmekten dolayı korkar.

diler de ise o makam ve koltukları koruma adına yine aynı şeyleri yapıyorlar. O makamları elde edene kadar geçmişlerini, okullarını, sevdiklerini, düşüncelerini ve İslamî kimliklerini terk eden, saklayan veya yok sayan bu kesimden olan Müslümanlar, normal şartlarda kullanmaları gereken inisiyatiflerini dahi deşifre olma korkusu ile Müslümanlardan yana kullanmıyorlar. Hâlbuki daha önce tek gayelerinin bu olduğu ve sırf Müslümanlara yardımcı olmak adına kendilerini tehlikeye attıkları iddiasında bulunurlarken! Peki, o halde ne zaman geçecek bu tehlike diye soruyoruz? Daha neyi elde edinceye kadar bizden yana tavır alacaksınız diye de merak ediyoruz?

Bugüne kadar belli makam ve mevkileri elde etmek adına kendilerini gizleyen, gizlemek üzere eğitilen, o makamları elde etmek için makyavelist düşüncelere sevk edilen yeni bürokratlarımız ve yöneticilerimiz, şim-

Bu giriş paragraflarını değinmek isteğim konuya ait bir bakış açısı vermesi düşüncesiyle kaleme aldım. Zira bu yazımda bahsedeceğim meselenin sadece bir haber gibi görünmemesini ve buradaki örnekliğin sadece

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

42


Affetmekten Dahi Mahrum Olanlara bu mesele üzerinde kalmamasını istiyorum. Bu bakış açısı ile siz değerli KöklüDeğişim okuyucularının birçok örneklik bulacağını biliyorum.

mahrum olan kalplere rağmen tahliye oldu! Hakkında müebbet cezası olsa da, Allah’ın emri gereği tahliye oldu! Bütün bürokrasiye ve mevcut hukuk sistemine rağmen tahliye oldu! Cahit Durmaz sağ olmasa bile yine de tahliye oldu! Ve bu öyle bir tahliye oldu ki, bir daha kimse ona yapmadığı suçları işkence ederek kabullendirmeyecek, artık hiçbir zaman adaletten uzak bir sorgulama ve yargılamaya katılmayacak, merhametten yoksun bir muameleyle asla karşılaşmayacak..!

Daha önce Sincan 2 Nolu F Tipi cezaevinde aynı dönemde kaldığım ve bağırsak kanseri rahatsızlığını duyduğum Cahit Durmaz kardeşimin vefat haberini aldım. Rabbimden kendisinin bütün günahlarını affetmesini ve onu cennetine almasını, ailesine ve arkadaşlarına da sabr-ı cemil vermesini niyaz ediyorum. Tüm sevenlerinin başı sağ olsun. Bu, Cahit’in tahliyesi idi ve dosyası kapanEğriden doğru ve karadan da ak çıkmayacadı. Ama ya Cahit tahliye olurken mahkûm ğı gibi, fasid bir sistemden de adalet asla çıkolanlar ne yapacak? Ellerinde yetki bulunmayacaktır. Böyle bir beklenduğu halde bunu insanlıktan ti içerisinde olmakta abesle ve İslam’dan yana kullanOysa ilk defa Cahit iştigaldir. Ve ayrıca bundan mayanlar ne olacak? Onlaaffedilmeyecekti. Bundan önce birçok vahim olaya şarın dosyası nasıl kapanacak? önce birçok hükümlü nasıl hitlik ettiğimiz gibi, İnşaAlKorkulmaya en layık olan affedildi ise, ona da aynı lah beklediğimiz güzel günyüce Rabbimiz dururken, beprosedür uygulanacak ler gelir de bundan sonra bu şerden ve beşeri sistemlerin ve oda diğer hükümlüler türden başka vahim olaylara cezasından korkanlar nasıl gibi aynı haktan belki şahitlik etmeyiz. tahliye edilecek?

de daha haklı gerekçeler

Doğru Haber Gazetesi Oysa ilk defa Cahit affeile yararlanacaktı. Ama uzun bir süreden beri Cahit dilmeyecekti. Bundan önce maalesef diğerleri için Durmaz’ın sağlık durumuna birçok hükümlü nasıl affedildevreye giren inisiyatif bu dikkat çekiyor ve hastalığıdi ise, ona da aynı prosedür sefer devreye girmedi. nın ağırlığı karşısında bir an uygulanacak ve o da diğer önce tahliye edilmesi yönünhükümlüler gibi aynı haktan de gündem yapıyordu. Fakat kimse bu sesi belki de daha haklı gerekçeler ile yararlanaduymuyor ve önemsemiyordu. 8 ay önce caktı. Ama maalesef diğerleri için devreye Ankara Numune Hastanesi’nden 7 uzman giren inisiyatif bu sefer devreye girmedi. doktorun ‘cezaevinde kalmasının hayati tehÇünkü Cahit İslamî bir cemaate mensuptu. likesi vardır’ raporu, vefatından önce 30 kiloOnun için kullanılacak yetkiler belli kesimya kadar düşmesi ve 21 gün önce çıkan Adli lerin tepkisine yol açabilirdi. Bu ise korku Tıp raporunun0 bir türlü ilgili makamlara atmosferinde ve kendini gizlemek psikolojisi ulaşmaması Cahit’in son günlerini sevdikleri ile büyümüş kişiler için çok korkunç bir şeyile beraber geçirmesine engel oldu. Ama sodi. Belki de çok basit olarak görülen bu menunda beklenen hadise gerçekleşti ve Cahit selede pragmatik bir yaklaşımla risk almaya Durmaz tahliye oldu! O soğuk beton duvarbile değmezdi. Çünkü Makyavel düşüncenin lardan daha da soğuk olan kararmış yürekleyanında pragmatik düşünce de çok iyi bilire rağmen tahliye oldu! İnsaf ve insanlıktan nirdi. Bizim okumuş ağabeyler tarafından!

43

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Affetmekten Dahi Mahrum Olanlara Ama böyle bir atmosferde büyümeyen eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer af yetkisine en çok başvuran Cumhurbaşkanı oldu. Nitekim 7 yıllık görev süresi boyunca toplam 261 kişiyi affetti. Ve bu kişilerden 250’si DHKP/C, TİKB, TKP-ML/TİKKO, DEV-SOL ve PKK örgütü mensuplarıydı. Sezer en çok DHKP/C’li mah-kûmları af etme yetkisinden yararlandırdı. Yaklaşık olarak 100 DHKP/C üyesi bu aftan dolayı serbest bırakıldı. Hatta daha sonra hastalığı nedeniyle af edilen bu kişilerin polisle girdikleri çatışmalarda öldürüldükleri de görüldü. Daha eski Cumhurbaşkanlarına baktığımız zamanda Kenan Evren’in 27, Süleyman Demirel’in 100, Turgut Özal’ın 21 mahkûmu affettiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise göreve geldiği günden beri Erbakan’ın affıyla birlikte bugüne kadar 7 kez af yetkisine başvurmuş oldu. Gül, Erbakan’dan önce 2 mahkûmu affetmiş ve Güler Zere ile birlikte 3 kişiyi daha affetmişti.

İbn Abbas der ki: “Bunlar, müminlere karşı, babanın çocuğuna, efendinin kölesine davrandığı gibi davranırlar. Kâfirlere karşı sertlikleri ise, bir aslanın avına karşı durumu gibidir.” Ve korkuyu yalnızca Âlemlerin Rabbine mahsus kılmalarını ve o makam ve mevkilerin kendilerini kurtarmayacağını bildiren şu ayeti kerimeler ile seslenmek istiyorum: َّ ‫إِنَّما َذلِكُم‬ ‫ون إِن‬ ِ ‫وه ْم َو َخا ُف‬ َ ‫اءه َف‬ ُ ‫ان يُ َخو‬ ُ ‫الش ْي َط‬ ُ ‫ال َت َخا ُف‬ ُ ‫ِّف أَ ْول َِي‬ َ ُ ِ ‫ِين‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ُّؤ‬ َ ْ ‫كُنتُم م‬ “İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minler iseniz, Ben’den korkun.” (Âli İmran 175)

‫اس اتَّ ُقوا َرب َُّك ْم إِ َّن َز ْل َزلَ َة السَّ اعَ ِة َش ْي ٌء عَ ِظي ٌم َي ْو َم‬ ُ َّ‫َيا أَ ُّي َها الن‬ َ ‫ض َع ْت َو َت‬ َ ْ‫ض َع ٍة عَ مَّا أَر‬ ‫ات َحم ٍْل‬ ِ ‫ضعُ ُك ُّل َذ‬ ِ ْ‫َت َر ْو َن َها َت ْذهَ ُل ُك ُّل مُر‬ ‫اب‬ َ ‫ارى َولَ ِك َّن عَ َذ‬ َ ‫ارى َو َما ُهم ِبسُ َك‬ َ ‫اس سُ َك‬ َ َّ‫َحمْلَ َها َو َت َرى الن‬ َّ‫ه‬ ‫للاِ َش ِدي ٌد‬ “Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü Kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir, velâkin Allah’ın azabı çok dehşetlidir!” (Hacc 1-2)

Sözün bittiği yerde şunları son söz olarak söylemek istiyorum. Ilımlı siyasetten yana tavır alanlara, kâfirlerle hoşgörü kapsamında çalışmalar yapanlara ve Müslüman kardeşlerine karşı merhametten, doğruluktan ve insaftan uzak kalanlara şu ayet ve hadis ile sesleniyoruz:

Burada göstermiş olduğumuz iyi niyeti anlamamakta ısrar eden ve hala ben bildiğim yolda giderim diyenlere de malum bir atasözümüz ile “Gölge etmeyin başka ihsan istemez” diyorum.

َّ َّ ُ ‫مُّح َّم ٌد رَّس‬ َّ ‫ِين مع ُه أَ ِش َّداء َعلَى ا ْلك‬ ‫ار ُرَح َماء َب ْي َن ُه ْم‬ ِ ‫ُف‬ َ َ َ َ ‫ول الل ِه َوالذ‬ ُ “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” (Fetih 29)

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Selam ve dua ile…

44


Halime AYDIN

D

emokratik nizamların sık sık dile getirdikleri bazı kavramlar vardır. Değişmek, gelişmek gibi… Güya demokrasi, değişmeyi, özgürleşmeyi, ilerlemeyi hedeflemektedir. Oysa dünya çapında demokrasi ile yönetenler, ilerlemekten ziyade hep geriye doğru bir gidişi sağlamışlar, olumlu bir değişim meydana getirememişlerdir. İnsanları, düşünce yapılarını ve davranışlarını değiştirmişler, ancak bu değişim insanları başka insanların hükmü altında köleleştirmiştir. Başkalarını taklit eden, başkaları gibi yaşayan, başkalarına odaklanmış insanlar haline getirmiştir. İnsan fıtratına aykırı bir değişim sağlamıştır. Özel olarak da Müslümanları, kâfirler gibi yaşamaya özendirmişlerdir. Neticede de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in işaret ettiği şu vaziyet oluşmuştur:

deliğine girseler bile siz de oraya gireceksiniz.” buyurdu. ‘Ey Allah’ın Rasulü, Yahudi ve Hıristiyanları mı diyorsun, dedik.’ ‘Ya kim olacak?’ buyurdu.” Son günlerde de, anayasanın bazı kanunları üzerinde yapılacak değişiklik çalışmaları, gündemi yoğun bir şekilde meşgul etmektedir. 1982 anayasasını değiştirmek, daha özgürlükçü bir anayasa hazırlamak gibi söylemler altında yapılan çalışmalar tamamlanmış, hükümet mecliste ki hiçbir partiden destek alamadan, yalnızca kendi zihniyeti ile bir değişiklik paketi hazırlamış, nihayetinde de referandum sürecine girilmiştir. Anayasa değişikliği paketinin götürüldüğü Anayasa Mahkemesi’nden bir iptal kararı çıkmadığı için de referandumla değişiklikler oylanacaktır. Bu yüzden tüm siyasi partiler, 12 Eylül tarihinde ki referanduma odaklanmıştır. Bu süreçte, değişikliği istemeyen siyasi partiler ile hükümet ayrı kulvarlardan halka yönelik propagandalara, kampanyalara girişmişlerdir. İşte bu noktada, Erdoğan’ın kullandığı

Ebu Said RadiyAllahu Anh’dan Rasulullah Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Sizden öncekilerin yolunu karış karış, kulaç kulaç takip edeceksiniz. Hatta keler

45

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Anayasa Değişikliğinin Değiştiremeyecekleri üsluplara baktığımızda, önemli olan asıl maddeler, usta bir oyuncu olduğuAKP için her zaman sorun Hükümet, anayasanın na bir kez daha şahit oldeğiştirmek istediği maddeler ile teşkil eden HSYK ve Anamaktayız. Erdoğan’ın her yasa Mahkemesi’nin yahedeflenenin İngiliz siyasetinin zaman ki gibi rolünü çok pısının değiştirilmesidir. kalıntılarını da temizlemek ve iyi oynadığı, kimi zaman Bunların kabul edilmesi Türkiye’yi bütün kurumları ağlamaklı, kimi zaman AKP için çok önemlidir. ile Amerika’ya teslim etmek edebiyatın ön plana çıktıBiz bu değişikliğin praolduğunu adeta haykırmakta ğı bir tiyatro izlemekteyiz tikte neleri değiştiremeiken; bunu örtbas etmek için yine adeta. Gerçekten de T.C yeceği üzerinde duralım demokrasi silahına sarılmıştır. Başbakanı, muhtaç olduinşallah. ğu durumlarda, halka naTürkiye’de adaletsizliğin ne durumda olsıl ve ne şekilde yaklaşması gerektiğini çok duğunu, gelir dağılımında, hukukta, sağlıkta iyi bilmektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün ve eğitimde adaletin noksanlığını KöklüDede buna şahit olmaktayız. Bu değişikliğin ğişim ailesi olarak daha önce ki yazılarımızarkasında, efendi-köle ilişkisinin icap ettirda da defalarca belirtmiştik. Bu değişiklik de, dikleri ve menfaatler olmakla beraber, halka adaletle hükmetmeyi, adaleti herkese ulaştır“darbe anayasasının karanlığından, demokrasimayı beraberinde getirmeyecektir. Adaletin nin aydınlığına, 12 Eylülle hesaplaşmak” gibi Türkiye’de menfaatlere göre işlediğine dair, darbe karşıtı ve demokrasi yanlısı söylemhaktan-hukuktan sadece belli kesimlerin yalerle yaklaşıldığını görmekteyiz. Hükümet, rarlandığına dair birçok örnek verebiliriz. anayasanın değiştirmek istediği maddeler ile Örneğin; geçtiğimiz günlerde Yargıtay geçen hedeflenenin İngiliz siyasetinin kalıntılarını yıl incelediği dosyalardan 14 bin 809’unun da temizlemek ve Türkiye’yi bütün kurumzaman aşımına uğradığını açıklamıştı. Bu ları ile Amerika’ya teslim etmek olduğunu dosyalar yaklaşık 50 bin sanığı içeriyor. En adeta haykırmakta iken; bunu örtbas etmek fazla zaman aşımına uğrayan dosyaların, için yine demokrasi silahına sarılmıştır. Halk ağırlıklı olarak kaçakçılık ve fikri hakların ihbu değişikliğe ‘evet’ derse şayet, yargının lali davalarına ait olduğu da ifade edilmişti. bağımsızlaşacağı, kişisel hürriyetler alanının Sonuç olarak, bu kadar insan adalet beklergenişleyeceği iddia edilmektedir. Asıl amaçken davaları, problemleri yok sayılmış oldu. lananlar, bazı maddelerle süslenmiştir. Şöyle ki; HSYK tarafından meslekten ihraç edilenlere ve Yüksek Askeri Şura kararı ile TSK’dan çıkarılanlara yargı yoluna başvurma imkânı verilmesi, 12 Eylül döneminin aktörlerinin yargılanmasını önleyen geçici 15. maddenin yürürlükten kaldırılması, şehit ailelerine, gazilere, kadınlara, çocuk ve özürlülere daha fazla hak tanınması, memurlara bir takım hakların verilmesi gibi maddeler insanlara cazip gelen, daha özgürlükçü bir anayasa imajı vermek ve asıl maksadı göz ardı etmek üzere pakette yerini almıştır. Hâlbuki pakette Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Değişiklik kabul edilirse şayet, darbecilerin yargılanacağı ifade edilmektedir. Bu olabilir ancak, Müslümanların zenginliklerini, Müslümanların topraklarını kâfirlere peşkeş çekenlerin hesap vermesi sağlanmayacaktır. Özelleştirmelerle, bir takım projelerle Müslümanlara ait olan ne varsa, kâfirlere hibe edenler Müslümanlara hesap vermeyecektir. Müslümanların kendi kaynaklarını kullanarak üretim yapmalarını, kâfirlere bağımlı yaşamayacakları bir düzeni oluşturamayacaktır.

46


Anayasa Değişikliğinin Değiştiremeyecekleri Bu değişiklikle beraber söylenildiği gibi Allah Celle Celaluhu’nun insanın sahip olduifade hürriyeti de sağlanmayacaktır. Sağğu değerleri koruması için insana sunduğu lanması da mümkün değildir. Bu hükümet İslam Nizamı karşılayacaktır. Dolayısıyla ne veya bir başkası, bu ülkede İslam’ı yaşamak kadar değişiklik yapılırsa yapılsın, istenildiği isteyen, Müslüman olması hasebi ile içinde kadar özgürlük ve demokrasi söylemlerinin yaşadığı topluma İslami fikirleri haykıran ve ardına saklanılsın, ne adalet yerini bulacak zulme karşı İslam’ın adaletini savunanlara ne de mülkün temeli olacaktır. asla göz yummayacaktır. Göz yummamakla Türkiye’de kapitalist nizam egemen olduberaber -bugün olduğu gibi- zindanlara atğu sürece değişemeyecek şeylerdir bunlar. maya da devam edecektir. Halkın karşısına Bu kısmi anayasa değişikliği ile değişen çok çıkıp “Türkiye’de cezaevlerinde bulunan düşünce şey de olacaktır elbette. Başta ifade ettiğim suçlusu yok” diyerek, gözümüzün içine baka gibi AKP kendi işine yarayacak, kendisine baka yalan söylense de, İslam’a göre düşüköstek olmayacak bir yargı oluşturacaktır. nenlere asla fırsat verilmeyecektir. Kimileri Daha geniş bir ifade ile Yargı ve Anayasa hükümetin şeriatçı olduğu Mahkemesi’nin katı üyegibi çok yüzeysel bir bakılerinin (laiklerin), ılımlıBu hükümet veya bir başkası, şa sahip olsa da İslam, bu larla değiştirilmesinin yobu ülkede İslam’ı yaşamak sistem için büyük bir tehlunu açacaktır. Türkiye’de isteyen, Müslüman olması likedir. Böyle bir durumAKP’nin gelişi ile bir üst/ hasebi ile içinde yaşadığı da da -ki bunun İslam’ın patron değişikliği zaten kabul edebileceği bir fikir topluma İslami fikirleri yapılmıştı. Bu kez bu deolamayacağının yanı sırahaykıranlara, zulme karşı ğişikliğin, Yargı’yı ve hiçbir zaman söylenildiği İslam’ın adaletini savunanlara Anayasa Mahkemesi’ni şekli ile ifade hürriyetinin de kapsayacak şekilde asla göz yummayacaktır. Göz sağlanamayacağı açıktır. genişletilmesi istenmekteyummamakla beraber -bugün Bu sistem ancak, İslam’ı dir. Yani durum, haksızlıolduğu gibi- zindanlara irtica şeklinde tanıtanlara, ğın hak ile adaletsizliğin atmaya da devam edecektir. İslamî değerlere hakaret adaletle değiştirilmesinedenlere, fikir hürriyetine den, karanlıktan aydınsığınarak göz yumabilir. Anayasa değişse de lığa çıkmaktan çok uzak bir durumdur. Bu bu durum değişmeyecektir. noktada hükümetin kullandığı üsluplara adlanılmamalıdır. Hilâfet’in yıkılması, İslamî hayata balta vurulması ile beraber, fikirleriyle yaşayan bu halkı, duyguları ile amel etmeye alıştıran hükümetler, her zaman halkın duygularını istismar etmişlerdir. Bugün de aynı durum yaşanmaktadır. Demokratik düzenlerde hükümetler, kimi zaman Sünnilere, kimi zaman Alevilere, kimi zaman Kürtlere, daha da ötesi bugün olduğu gibi kimi zaman da sosyalistlere hitap edebilmektedirler. Türkiye’yi bugünü ile ele aldığımızda, Cumhuriyet tarihinde belki de ilk defa rollerin bu

Devletin korumak ve güvence altına almakla yükümlü olduğu insani değerleri mevcut anayasa koruyamadığı gibi, kabul edilmesi istenen kanunlarda koruyamayacaktır. Hangi zamanda, hangi topraklar üzerinde olursa olsun, insanların ortaya çıkardıkları kanunlar, can ve mal güvenliği, namus kavramının korunması, muhtaçların gözetilmesi, eğitim, sağlık gibi haklardan herkesin yararlanması gibi beklentileri asla karşılayamayacaklardır. Bu beklentileri menfaat eksenli kurulan sistemler değil, ancak

47

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Anayasa Değişikliğinin Değiştiremeyecekleri kadar ustaca oynandığını söyleyebiliriz.

rinin elini kuvvetlendirmekten başka bir şey getirmeyecektir. AKP’de zamanı geldiğinde, halkın üzerinde ki etkisini yitirdiğinde veya menfaatler gerektirdiğinde miadını dolduracaktır. Önemli olan Amerika’nın dünya üzerinde oluşturduğu hâkimiyetin, Türkiye toprakları üzerinde de sağlamlaştırılmasıdır. Anayasa değişikliği için henüz ortaya bir paket çıkarılmadan evvel, kamuoyu oluşturma çalışmaları sürerken Erdoğan’ın “bu anayasa bu millete dar geliyor” şeklinde ki sözlerini hatırlayalım. Bu millete dar gelmekten ziyade aykırı gelen mevcut anayasa değil, maddiyata ve menfaate değer veren bu sistemdir. Bu açıdan hiçbir Müslüman, bu değişikliğin söylenildiği gibi aydınlığı beraberinde getireceğini beklememelidir. Müslüman ümmet, İslam Nizamı’nın kaldırılması ile beraber karanlığa gömülmüş, yeniden İslam Nizamı’nın tatbiki ile beraber aydınlığa ulaşacaktır.

Tüm bunların dışında önemli olan ve Müslümanlar için hayati bir öneme sahip bir mesele vardır. Ki o mesele, referanduma katılmanın şeran haramlılığı meselesidir. Bir Müslüman Rabb’inin kanunları dururken, insanların kanunlarına icabet edemez. Bu kanunları onaylayamaz ve cahiliye hükmüne razı olamaz. ّ‫اهلِيَّ ِة َي ْب ُغونَ َو َم ْن أَحْ َس ُن ِمنَ ه‬ َ‫للاِ حُ ْكمًا لِّ َق ْو ٍم يُو ِقنُون‬ ِ ‫أَ َفحُ ْك َم ْال َج‬ “Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Katiyetle inanan bir toplum için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” (Maide 50)

Darbe Anayasasının değiştirilmesi, saydığım durumları velev ki düzeltse bile, Allah’a rağmen insanlar tarafından koyulan kanunları onaylamak haramdır. Bugüne kadar 1982 anayasası zaten defalarca kez değişikliğe uğramış, birçok kanunu değiştirilmiştir. Bugün yapılacak bu değişiklik AKP’nin ve efendile-

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

48


Ekrem MUAKKİL

M

deler. Batılı kâfir devletler ile şu anda Müslümanlara tahakküm eden facir nizamlar onlara karşı savaşta ittifak etmiş durumdadır. Sömürgeci kâfirler ile mevcut nizamların kılıcını çeken ve onların ekmeğini yiyen kötü saltanat âlimleri de bu hususta onlara yardım etmektedir. O âlimler ki en düşük olan ile en hayırlı olanı değiştirdiler. O âlimler ki, hakkı gizlemeyip açıklamak üzere Allah’ın kendilerinden aldığı misakı, Allah’tan korkmaz bu yöneticilerin kendilerinden aldığı misak ile değiştirdiler. Dolayısıyla Allahu Teâlâ’nın şu kavli onlara intibak etmektedir:

üslümanlar kerim ve mübarek Ramazan ayını karşılamaya ve misafir etmeye hazırlanırlarken gönüller Allah sevgisiyle, O’nun rızasını, nusretini ve hamdını talep etmekle dolup taşar. Çünkü Ramazan ayı bizleri hayrı ve bereketi bol olan bir sezona ulaştırmaktadır. Ramazan ayı mübarek ve kerim bir konuktur. Mübarek ve kerim bir konuğu ağırlamak ise oruç, kıyam-ul leyl, yemekten ve içmekten kesilmenin yanı sıra ona zikir, şükür, güzel ibadet, dua, birr, takva ve salih ameller ikram etmekle olur. Ramazan ayı Kur’an aydır, doğruyu yanlıştan ayırt etme ayıdır, rahmet ayıdır, mağfiret ayıdır, ateşten kurtulma ayıdır, hasenatları ikiye katlama ayıdır, hatalara kefaret ayıdır, Müslümanların içerisinden geçtiği en hayırlı aydır.

“Allah’ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar da (insanları) O’nun yolundan alıkoydular.” (et-Tevbe 9)

Müslümanlar Ramazan ayını karşılamaya ve konuk etmeye hazırlandıkları şu günlerde açık ve görünür bir zafiyet ve zillet içerisin-

Müslümanlar Ramazan ayını karşılamaya ve konuk etmeye hazırlandıkları şu günlerde Allah Subhânehu’nun rızasına ve O’nun

ِ ‫ِآي‬ ‫ص ُّدوْا َعن َسبِيلِ ِه‬ ً ‫َم ًنا َقلِي‬ ْ َ ‫اش َت َر ْوْا ب‬ َ ‫ات اللّ ِه ث‬ َ ‫ال َف‬

49

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Ramazan Ayının Veriminden Faydalanmak nusretine olduğundan daha çok muhtaç bir durum içerisindeler. Allah’ın nusretine ise ancak O’nun dinine nusret verenler ve Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in basiret üzere Allah’a davet ederken tutunduğu doğru yolu tutunan müminler erişirler. Müslümanlar ise nusretin ancak ve sadece Allah’ın elinde olduğuna ve düşmanlarının maddi güçleri ve imkânları her ne olursa olsun Allah’ın emrinin onlara galip gelip onların önüne geçeceğine kesin olarak itikat etmekteler… Dolayısıyla nusret meselesi her şeyden önce Allah’ın rızası ile alakalıdır. Allah’ın rızası ise Allah’a itaat etmekle alakalıdır. Dolayısıyla Müslümanlar, Ramazan ayını dosdoğru bir istiğfar ve samimi bir tövbe ile Allah’ın günahlarını bağışladığı bir aya çevirerek bu ayı fırsata dönüştürmelidirler. Nitekim Müslüman’ı bu ayda itaat ve istiğfar etmeye teşvik eden, Müslüman’a cennetin kapılarını açan, cehennemin kapılarını kapatan, ihsan ile tutulan orucun ve kıyam-ul leylin mükâfatının geçmiş günahların bağışlanacağını müjdeleyen hadisler gelmiştir. Keza bu ayda hayır hasletlerinden bir hasleti eda eden kimseyi başka ayda bir farzı eda eden kimse gibi sayan ve bu ayda bir farzı eda eden kimseyi başka ayda yetmiş farzı eda eden kimse gibi sayan Allah’a yaklaşmaya teşvik eden hadisler gelmiştir.

taşıyıcısı daveti taşırken aktifliğini ikiye katladığında ecri de katlanarak artacaktır. 2- Müslümanlar özellikle de davet taşıyıcısı bu ayda Allah’a mütekâmil bir şekilde itaat etmek için azmini bilemelidir. Ramazan ayında oruç, kıyam-ul leyl, istiğfar ve dua ile meşgul olup bu meşguliyet sebebi ile diğer teklifleri terk etmemelidir. Zira davet taşıyıcısının marufu emretme ve münkerden nehyetme emrini terk etmesi ve daveti taşımaktan geri kalması caiz değildir. Aksine bu ikisi her zaman ve her mekânda özellikle de Ramazan ayında yapılması talep edilen birer farzdır. Dolayısıyla Ramazan ayında ibadetle kaim olma hükmü kesinlikle Allah’ın başka bir hükmünü askıya almaz. Allah’ın yapılmasını talep ettiği herhangi bir hükmün askıya alınması O’nun öfkelenmesine sebep olur. Oysa Ramazan ayında Müslüman’dan özellikle de davet taşıyıcısından Allah’ın rızasını istemesi ve O’nu öfkelendirecek şeylerden uzaklaşması talep edilmektedir. 3- Ramazan ayında mescitleri dolduran ve Ramazan ayı bittiğinde mescitlere gitmeyi terk eden Müslümanları tanımalı ve tespit etmelidir. Bunu ise tüm sene boyunca yapacağı faaliyetleri ve kuracağı temasları için bir malzeme, azık ve ambar olarak görmelidir. Zira bir Müslüman’ın sadece Ramazan ayında mescitlere gitmesi onun özellikle de Ramazan ayında davete icabet etmesini sağlayacak hayra dair bir alamettir. Bu nedenle davet taşıyıcısının bu hayırlı alametin varlığından faydalanarak onun gönlünü ve kalbini Allah’ın onun üzerinde hakkı olan diğer emirleri ve nehiyleri daimi olarak ikame etmeye açmalıdır.

Bu mübarek ayda her bir farz esnasında ceht ve gayret edilmesi gereken şeyler vardır. Ki Onları şu şekilde belirleyebiliriz: 1- Dolayısıyla Müslümanlar özellikle de davet taşıyıcısı bu mübarek ayda daveti için gayret etmelidir. Zira Müslümanların nefisleri bu ayda daha berrak, Rabbine itaat etmeye daha yakın, hayatın eğlenceleri onlar üzerinde daha az etkili ve imani atmosferler daha yoğun olur. Dolayısıyla gayretini ve aktifliğini ikiye katlamakla ecrini de yetmiş kere ikiye katlamış olacaktır. Dolayısıyla da davet Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

4- Kur’an’ı okumalı, ayetlerini tedebbür etmeli, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ve sahabe-i kiramın davetteki tutumlarını hatırlamalıdır. Keza bu Kur’an-il Azimin Allah Subhânehu’nun kendilerine olan şahitliği sa-

50


Ramazan Ayının Veriminden Faydalanmak yesinde ilk Müslümanları nasıl bir hale getirdiğini anımsamalıdır.

“Onların sözü, şöyle demelerinden başkası değildi: “Rabbimiz, günahlarımıza ve işimizdeki taşkınlıklarımıza mağfiret et, ayaklarımızı sâbit kıl ve bize kâfirler topluluğuna karşı zafer ver!” (Âli İmrân 147)

‫اس‬ ِ َّ‫ِج ْت لِلن‬ َ‫كُنتُ ْم َخ ْي َر أُ َّم ٍة أُ ْخر‬ “Sizler insanlar için çıkartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âli İmrân 110)

6- Müslüman’ın duasının icabet edilmesini sağlayan doğru yolun Allah’a iman ve emirlerine icabet etme olduğunu hatırlamalıdır. İşte kabul edilmesi bakımından Rabbine icabet eden kimsenin duasının rolü burada ortaya çıkar. Şüphesiz Allah duayı sever ki duayı ibadetin özü kılmıştır. Zira kulun elKavî ve el-Kahhâr olan yaratıcı Allah’a boyun eğmesi, O’na boyun bükmesi ve muhtaç olması dua ile tecelli eder. Duanın kabul edilmesi ve duaya icabet edilmesinin şartı ise Allah Subhânehu’nun oruçla ilgili ayetin ortasında zikrettiği Ramazan ayında dua etmenin ehemmiyetine dair bir delalet olarak buyurduğu şu kavlinde ortaya çıkmaktadır:

Kuran’ı okurken şu iki şekilde okumalıdır: Birincisi: Her harfi ile on hasenat elde etmek için -ki Ramazan ayında yapılan amelin ecri kat kat fazladır- Kuran’ı hatmetmeye hırs gösterdiği ibadetsel bir okuma ile okumalıdır. İkincisi: Kuran’ın manalarına vakıf olmak, manalarını vakıasıyla ilişkilendirmek, kendisini gerçekleştirmeye adadığı hedef doğrultusunda daveti ve gidişatında bağlı kalacağı pratik bir bağlantı ile ayetlerine bağlanmak üzere tedebbürî bir okuma ile okumalıdır. 5- Amellerini gözden geçirmeli, istiğfarını ve tövbesini ibadet edilmeyi hak eden yaratıcısının azameti ile ilişkilendirerek işlediği tüm günahlarından dolayı Allah’tan affı mağfiret dilemeli ve samimi bir şekilde tövbe etmelidir ki bir daha kesinlikle isyan etmesin. Müslüman bir kimse günahın küçüklüğüne bakmamalıdır. Bilakis yaratıcının azametine bakmalıdır. Zira istiğfar ve tövbe nefisleri arındırır ve tezkiye eder. Nefislerin arındırılması ve tezkiye edilmesi ise nusretten önce gelir. Zira Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

َّ ‫يب َد ْع َوَة‬ ‫ان‬ ِ ‫اع إِذَا َد َع‬ َ ‫َ ِإو�ذَا َسأَل‬ ِ ‫الد‬ ٌ ‫َك ِع َبادِي َعنِّي َفإِنِّي قَر‬ ُ ‫ِيب أُ ِج‬ ‫ون‬ َ ‫َعلَّ ُه ْم َي ْرُش ُد‬ َ ‫َفل َْي ْس َت ِجيبُوْا لِي َولْيُ ْؤ ِمنُوْا بِي ل‬ “Kullarım sana, Beni sorduğunda (onlara de ki:) Ben (onlara) çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin duasına icabet ederim. O halde (kullarım da) Benim (davetime) icabet etsinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad olurlar.” (el-Bakara 186) Yüce Rabbimizden Ramazan ayını aleyhimize değil lehimize şahit kılmasını, ibadet ve itaat etmekle geçirmemizi sağlamasını, İslami hayatı yeniden başlatmaya davet etmede verimli kılmasını, okuyacağımız Kuran ayetlerinden kast edilen seçkin davranışları uygulamaya dökmemizi niaz ediyoruz. Bize katından göndereceği bir zafer ve nusret bekliyoruz. Şüphesiz O, dilediği şeye muktedirdir.

‫َوِم‬ َ ‫نت َم ْو‬ ُ ‫اع‬ ْ ‫ف َعنَّا َو‬ َ َ‫ارَح ْم َنآ أ‬ ْ ‫َو‬ ْ ‫ِر لَ​َنا َو‬ ْ ‫اغف‬ ُ ‫ال َنا َف‬ ْ ‫انص ْرَنا َعلَى ا ْلق‬ ‫ِين‬ َ ‫ا ْلكَافِر‬ “Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim Mevla’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize zafer ver!” (el-Bakara 286) Ve şöyle buyurmuştur: َّ ِ‫َان قَولَهم إ‬ ‫وب َنا َ ِإو� ْس َارَف َنا فِي‬ ْ ‫ال أَن قَالُوْا رَّب َنا‬ َ ُ‫ِر لَ​َنا ُذن‬ ْ ‫اغف‬ ْ ُ ْ َ ‫َو َما ك‬ ‫َوِم ا ْلكَافِرِين‬ ْ ‫أَ ْم ِرَنا َوثَب‬ َ ‫ِّت أَ ْق َد‬ ُ ‫ام َنا و‬ ْ ‫انص ْرَنا َعلَى ا ْلق‬

51

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Hakkı EREN Geçen Sayıdan Devam... tatsız bir hale bürünmüştür. Çalışma saatleri uzamıştır. Örneğin, 1840’lı yılların fabrikalarında günde 14 saatlik çalışma oldukça sık rastlanan bir şeydir. Kamu vicdanının harekete geçirilmesinden sonra bile, günlük ve haftalık çalışma süresinde yapılan yasal kısıtlamalar sadece kadınlara ve çocuklara yöneliktir. O yıllarda İngiltere’de çıkarılan bu yasalara göre, yetişkin erkekler çok daha sonra düşünülecektir!

2. MARXGİL İKTİSAT ve SOSYALİST SİSTEM GİRİŞ: Karl Marx ve John Stuart Mill aynı iktisadi ortamı gözlemlemişlerdir. Bu ortam ise sanayiciliğin filizlenmekte olduğu bir dünyadır. Fabrikalar, Adam Smith’i hayrete düşürecek kadar çoğalmışlar, fakat bu etkileyici değişiklikler toplumun büyük bölümü için pek bir fayda sağlamamıştır. Sanayileşme belli kişileri zenginleştirse de, yeni işçi sınıfının üyeleri için kötü hayat koşullarının oluşmasını sağlamıştır. Ve işçiler onlara layık görülen kenar mahallelere sürülmüştür. Pek çok durumda en temel sağlık önlemleri bile şehirli işçi nüfusunun gerisinde kalmış ve tifo ile kolera gibi büyük salgınlar dehşet verici ölçüde sıklaşmıştır.

Bu koşulların yanında, ödenen ücretler de ancak asgari ihtiyaçları karşılayacak düzeylerdedir. İşçilere göre hiç iş bulamamaktansa, bu ağır şartlar altında çalışmak yine de iyidir. Sanayicilik ilerledikçe ve büyüdükçe ücret karşılığı istihdam hususunda ki belirsizlik aynı paralel de artmıştır. Özellikle İngiltere’de toplumsal açıdan duyarlı insanlar işlerin yolunda gitmediğini görmüş ve yaşadıkları dönemin bu iktisadi sorunları ile ilgilenmek için daha fazla bilgi edinmeye çalışmışlardır. Karl Marx’da bunlardan biridir.

İşçi sınıfının iş dışındaki hayatlarını renklendirecek pek birşey bulunmadığı gibi, nafaka teminine ayırdıkları zamanları daha da Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

52


İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm (5) İngiltere’nin iktisadi manzarası gibi siyasi iklimi de 19. yy’ın ilk yarısı içinde dramatik bir değişiklik geçirmekteydi. 1832’de çıkan Reform Kanunuyla ortaya çıkan iş ve sanayi toplumu, toprak sahibi aristokratların siyasi üstünlüğüne son vermiş ve 1846’da Tahıl Yasalarının iptaliyle siyasi gücünü ortaya koymaya başlamıştır. Bu arada işçi sınıfının büyük bir bölümü halen oy kullanma hakkına sahip olmamasına karşılık, çekingen bir şekilde siyasi örgütlenmeyinin ilk canlılıklarını göstermeye başlamıştır.

koymuştur. Yani Marx, yeni bir ideoloji kapsamında ve çerçevesinde değerlendirmeler yapmaktadır. Diğer klasikçilerin kendi iktisadi teorilerine kaynak yaptığı kapitalizm düşüncesinden farklı olarak, kendi teorilerine Sosyalizm ideolojisinden bakmaktadır.

Marxgil yaklaşımının tarihsel çerçevesine göre iktisadi hastalıkları tedaviye yönelik tedbirler yararsız olduğu kadar, onları düzeltmek için yapılan yapıcı reformlar da imkânsızdır. O yüzden esas olarak Marx, daha çok kendi iktisadi teorilerini konuşmakAdam Smith’in ortaya koyduğu ve hertan ziyade, kapitalizmin yıkılmaya mahkûm kese kazanç getireceğini ummuş olduğu olduğunu ortaya koyan tarihsel değişim yabölüşüm sistemi maalesef salarını bulmak ve kapitaişlememekte ve herkesi pe...Marx; yıkılışını kaçı- lizmin zararları hafifletmerişan etmektedir. Bu işlevnılmaz gördüğü Kapita- ye yönelik aldığı tedbirlerin sizliği gören ve klasik yalizmin yerini alacak olan beyhudeliğini kanıtlamakla salar paketini çözmüş olan iktisadi sistemin sistema- uğraşmaktaydı. İşte bu yüzMill, gelir bölüşümünün den Marx; yıkılışını kaçınıltik bir analizini yapmaya insanlar tarafından yönlenmaz gördüğü kapitalizmin teşebbüs etmemiştir. Yani direbileceğini ileri sürmüşyerini alacak olan iktisadi var olanı haklı gerekçeler tür. Mill’in klasik sisteme sistemin sistematik bir anaile ciddi anlamda eleştirkarşı bu muhalafeti, özellizini yapmaya teşebbüs miş, ama yerine doğrusu- etmemiştir. Yani var olanı likle işçi sınıfının mutlulunu koyma noktasında aynı haklı gerekçeler ile ciddi ğunu arttırmak için yeni bir ciddiyeti göstermemiştir. saha açmıştır. İşte Marx’da, anlamda eleştirmiş, ama Mill’den bu noktada ayrılyerine doğrusunu koyma mıştır. Marx’a göre Mill, “sığ uzlaşmacılığın noktasında aynı ciddiyeti göstermemiştir. en iyi temsilcisidir.” Mill’in iyileştirmeye çaMarx ve teorilerini anlamak konusunda halıştığı iktisadi siyaset Marx’a göre, burjuva yat hikâyesine bakmak konunun anlaşılması iktisadının iflas ilanıdır. açısından kanımca daha etkili olacaktır. Bu sebeple şimdi biraz Marx’ı tanımaya çalışaMarx’ın tarih ve toplumun doğası hakkınlım. daki varsayımları, onun iktisadını iktisadi KARL MARX (1818- 1883) düşünceler tarihindeki diğer modellerden kesin bir şekilde ayırmıştır. Marx’ın analiMarx’ın meslek hayatı bir filozof ve âlimin tik sistemi, iktisadi olgular çevresinde inşa inziva hayatı ile bir teşkilatçı propagandacıedilmiş olmasına karşın, hiçbir süretle genel nın hayatının harman edilmiş bir halidir diolarak yorumlandığı gibi iktisadi konularla yebiliriz. Bir yandan toplumun dinamiklerini sınırlı değildir. Aksine bu analiz, içinde tüm araştıran bir araştırmacı olmakla birlikte, diolayların birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili görünğer yandan toplumsal değişimi hızlandırmadükleri şümullü bir toplum görüşü ortaya ya çalışan bir mücadeleci partizan olmuştur.

53

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm (5) Ama bir siyasi teşkilatçı olan Marx’ın stili, diğer arkadaşlarına göre oldukça sadedir.

aslında kendi sisteminin özünü klasik iktisadçılardan bir nevi miras olarak almıştır. O yüzden Marx’ın elinde tanıdık klasik sorular yeniden ortaya konmuş ve değer analizi, gelir paylaşımı gibi hususları kendi ideolojik düşüncesiyle irdelemiş ve farklı sonuçlara ulaşmıştır. Örneğin; Marx’ın tarihsel evreler görüşü (diyalektlik devirler) Malthus’un nüfus yasasını yıkmıştır. Ona göre aşırı nüfusu kapitalizmin kendisi oluşturmuştur.

Nasranîliği seçerek Museviliği terk etmiş Renonyalı varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Marx, normal bir çocukluk evresi geçirmiştir. Hukuk tahsil etmek için üniversiteye girmiş olmasına karşılık, 1830’larda da Berlin’deki Hegelyen felsefenin kendisini etkilemesiyle planlarını değiştirmiştir. Marx; bu amaçla felsefeci olarak üniversitede görev almayı arzulamıştır. Ancak Prusyalı Eğitim Bakanı’nın Hegelyen sol akım için getirdiği yasaklamayla birlikte bu hayali kısa bir süre sonra suya düşmüştür.

Marx, kapitalist üretim tarzı içerisinde birçok çelişkinin olduğunu savunmuştur. “Bu sistem bir yandan özel mülkiyet ilişkileri temeli üzerinde düzenlenmiş, diğer yandan üretimin süreçleri yapısı itibariyle işbirliğine dayalı toplumsal ilişkileri de içine almıştır” demiştir. Marx’ın yaklaşımı o temelden farklı olmuştur. Klasik yazarların zihninde, ticari işlemlerin takas usulüyle gerçekleştirildiği ve tasavvur edilebilir farazi bir durum vardı. Marx ise farazi vakıalardan çok özgül tarihi devirlerle ilgilenmiş ve tarihi değişmez yasalar tarafından yönetilen ardışık safhalar olarak görmüştür. Bu sebepten ötürü de klasik iktisadçıları affedilmez bir hata yapmakla suçlamıştır. Onların buluşlarının tarihi sürecin iç dinamiklerini hesaba katmada başarısız kaldıklarını ileri sürmüştür. Üstelik klasik yazarlar, her tarih aşamasının kendine has iktisadi yasalar tarafından yönetildiğini de idrak edememişlerdir. Dolayısıyla evrensel bir nüfus yasası söz konusu olamazdı. Ona göre her üretim tarzı, insanın üreme faaliyetleri de dâhil olmak üzere tüm beşeri davranışları etkileyen biçimler olarak kendi toplumsal koşullarını oluştururdu.

Babasının ölümünden sonra geçimini temin etmek için iş aramak zorunda kalan Marx, muhabirliliğe yönelerek Colonge’de devlet karşıtı yayın yapan bir dergide yazı yazmaya başlamıştır. Ayrıca bu iş sayesinde siyasi reformlar için kışkırtıcı ve etkileyici yazı yazma konusunda kendini geliştirmiştir. 1843 yılında ise, hükümetin bu dergiyi yasaklaması ile başka bir dergide çalışmak için Paris’e gitmiştir. Bunu takip eden iki yıl içinde de üzerinde çalıştığı düşüncelerin çerçevesi netleşmeye başlamıştır. Paris’te iken iktisad teorisinin temel eserlerini hatmetmiştir. Kıta Avrupa’sı solunun önde gelen üyelerinin birçoğu ile karşılaşmış ve Friedrich Engels’le dostluğu bu vesile ile başlamıştır. Karl Marx ve Klasik Gelenek: Marx’ın kaleme aldığı yazıların çoğu klasik iktisadi düşünceyi iğneleyen ve klasik yazarların analitik metotları ile birlikte ulaştıkları sonuçları da eleştiren yazılar olmuştur. Fakat tüm bu karşı duruşa rağmen klasik sistemle olan ilişkisinde çelişkiler söz konusudur. Daha çok yeni bir model ortaya koymaktansa klasik sistemi eleştiren Marx, bazen bu geleneğin kategorilerini süslemiş, değiştirmiş ve onlara daha çok yeni anlamlar yükleyerek

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Devam Edecek…

54


LAİK JAKOBENLERİN SON HAMLESİ; KILIÇDAROĞLU!

CHP her ne kadar AKP ile bir mücadelede içerisinde gözükse de, bu kasıtlı tasarlanmış bir yanıltmadan ibarettir. Bunu CHP’nin verdiği destekle Siirt seçimlerinin iptal edilerek Erdoğan’ın milletvekili olmasından, AKP aleyhine ciddi bir muhalefet anlayışına girmemesinden ve Başbakan Recep Erdoğan’ın geçmişteki bazı sözlerinden anlayabiliyoruz. Başbakan Erdoğan; “Biz muhalefetten (CHP) memnunuz”, “Allah CHP’yi başımızdan eksik etmesin”, “Deniz Baykal gibi bir muhalefet başkanı zor bulunur” ve “CHP asla iktidar olamaz, onlar muhalefette kalmaya razılar” gibi sözleriyle dile getirmiştir. Her ne kadar CHP’nin tabanı bunun farkında olmasa da partinin esas yöneticileri bunun farkındaydı ve Deniz Baykal ve adamlarını CHP’den tasfiye etmek için sürekli mücadele ediyorlardı.

Geçtiğimiz yıl siyasi partilerde bir takım hareketlilikler olmuş ve neticede DP ve ANAP DP’nin altında birleşerek genel başkanlığa Hüsamettin Cindoruk getirilmiş, Mustafa Sarıgül Türkiye Değişim Hareketi (TDH)’ni, Rahşan Ecevit DSP’den istifa ederek DSHP’yi ve Abdullatif Şener’de Türkiye Partisi (TP)’yi kurmuştur. Dergimizin 58. sayısında “Siyasî Partilerdeki Hareketlilik ve Yeni Oluşumlar, AKP için Sonun Başlangıcı mı?” adlı yazımda bu hareketlilikleri ele almış ve bu hareketliliğin laik jakobenlerin AKP’ye alternatif üretme ve AKP’yi zayıflatma hamleleri olduğunu söylemiştim. Geçtiğimiz Mayıs ayında CHP’de gerçekleşen bazı olaylar ve neticesinde genel başkanlığa Kemal Kılıçdaroğlu’nun getirilmesi ise yine jakoben laiklerin bir hamlesi olup, bunun izahı şu şekildedir: Bilindiği üzere CHP tabanı kurulduğu günden beri laikler diye tanımlanan anti-Amerikancı ve daha çok Avrupa aşığı, İngiliz modelini benimseyen bir yapıya sahiptir. Fakat eski genel başkan Deniz Baykal ve bazı yöneticilerinin izledikleri siyaset daha sonra değişime uğramış ve güce meylederek ABD istikametinde yol almıştır.

Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün yapılan bir kongrede genel başkan adayı gösterilmesi, Baykal’a yakınlığı ile bilinen yönetici Mehmet Sevigen’in bir soruşturmadan ötürü istifaya zorlanması buna örnektir. Ancak Deniz Baykal kalesi kolay kolay yıkılamamış ve süreç uzamıştır. Deniz Baykal ve adamlarını bu şekilde tasfiye etmeyi başaramayan CHP’nin ve Türkiye’nin derin zevatı, bu kez sinsice bir çalışma ile CHP’yi Deniz

55

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Kısa - Yorum Baykal’dan kurtarmıştır. Nihareket etmektedir. Halkla CHP’nin yeni genel başkanı tekim Kemal Kılıçdaroğlu bütünleşmekte ve Erdoğan Kemal Kılıçdaroğlu’nun Mayıs ayındaki kongreye gibi halkın içerisinden gelen ve yönetime getirdiği yeni bir oyun hazırlamaksızın adam profiline sahip olmaya isimlerin CHP’yi istenilen direkt olarak aday gösterilse çalışmaktadır. Çünkü ilk yöistikamete soktuğunu idi, herhalde sonu Mustaneticilerinden beri CHP’nin kendileriyle aynı safta fa Sarıgül’den pekte farklı anlayışı halktan uzak duran bulunan laik kemalist olmayacaktı ve 2011 seçimve halkını basit gören bir anlerinde CHP’ye giden oylar güruhtan aldığı destekten de layıştır. Bu değişimle birlikbir şekilde AKP’ye yarayate bu güruh PKK ve “İsrail” anlamak mümkündür. caktı. Özetle, Deniz Baykal’ı üzerinden AKP’yi dolayıistifa etmek zorunda bırakan görüntüleri ifşa sıyla ABD’yi sıkıştırmaya devam edecektir. edip Kemal Kılıçdaroğlu’nun yolunu açanKâfir ABD ise Türkiye’de ele geçirdiği kalelar, Ergenekoncu zihniyete sahip olan laik leri de kullanarak yalnız Türkiye’deki değil Kemalist zevattır. Başbakan Erdoğan’ın DeOrtadoğu, AFPAK ve Kafkaslar’daki nüfuniz Baykal’a hitaben “yaşananlardan bizi sosunu artırmaya devam edecektir. Her ne karumlu tutacağına bu kirli oyunu hazırlayanları, dar “İsrail” ve KKTC kısmen İngilizci zihniavukatlığını yaptığın Ergenekon’da ara” şeklinyetli yöneticiler eline geçse de, ABD Türkiye de ki sözleri bu görüşü teyit etmektedir. Zira üzeriden yenidünya siyasetini yürütmeye Erdoğan’ın bu yaşananlardan habersiz olmadevam edecektir. sı elbette düşünülemez. Müslümanların başına gelen yöneticiler CHP’nin yeni genel başkanı Kemal ister İngilizci jakoben zihniyete, ister AmeriKılıçdaroğlu’nun ve yönetime getirdiği yeni kancı ılımlı zihniyete sahip olsun fark etmez. isimlerin CHP’yi istenilen istikamete soktuMüslümanlar bu iki durumda da kaybetmeğunu kendileriyle aynı safta bulunan laik keye mahkûmdurlar. Zira her iki zihniyette malist güruhtan aldığı destekten de anlamak İslam’dan nefret etmekte ve İslam’ın hayata mümkündür. Zira Rahşan Ecevit gibi İngiliz hâkim kılınmasını engellemek için ellerinsiyasetini seven bir isim CHP kongresine kaden geleni yapmışlar, yapmaktalar ve yapatılarak desteğini göstermiş ve hatta kurduğu caklardır. Bu nedenle Müslümanların böyle yeni partisi DSHP’ yi CHP’ye ilhak etme sinzihniyete sahip demokratik partilerden doğu yallerini vermiştir. Hüsamettin Cindoruk’da ile batı kadar uzak durmaları ve aynı ölçüde dahil pek çok isim Kılıçdaroğlu’nu tebrik nefret etmeleri gerekir. Fakat siyasetten uzak ederek memnuniyetini bildirmiştir. Anlaşıdurmamalı bilakis Allah Azze ve Celle’nin lan odur ki dünya’nın pek çok yerinde deemri gereği İslam’ı yeryüzüne hâkim kılacak vam eden ABD-İngiltere merkezli odakların (demokratik olmayan) İslamî partiler kurçatışması siyasi partilerin içinde dahi yaşanmalı veya bu gaye uğruna kurulmuş, hak maktadır. Hatta en son ki Saadet Partisi’nin sözü söylemekten asla geri durmayan, köklü kongresinde de yaşananlar buna örnek verideğişim için çalışan kitleler ile birlikte çalışlebilir. malıdırlar. Konuyla alakalı olarak Allah Celle Celaluhu’nun kesinlik ifade eden emri şu şeKılıçdaroğlu her ne kadar bu laik kemalist kildedir: güruhun yeni temsilcisi olsa da, üslup bakıْ ُ ُ ‫و ْل َت ُكن م‬ mından bugüne kadar benimsenenden farklı ‫وف‬ ِ ُ‫ِّنك ْم أم ٌَّة َي ْدعُ ونَ إِلَى ْال َخي ِْر َو َيأمُرُ ونَ ِب ْال َمعْر‬ َ Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

56


Kısa - Yorum َ ‫َو َي ْن َه ْونَ عَ ن ْالم‬ َ‫ُنك ِر َوأُ ْولَ ِئ َك ُه ُم ْالم ُْفلِحُ ون‬ ِ

Yine aynı Kurtulmuş 10 Temmuz 2010 tarihli Ülke TV’de yapmış olduğu söyleşide parti içerisinde hizipleşme mi var? sorusuna şöyle cevap vermekteydi;

“Hem sizden müteşekkil, önde giden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âli İmran 104)

“Bunlar medyaya yansımış olan gerçeği yansıtmayan görüşlerdir. 26 Ekim 2008 kongresinde 40 yıl bu bayrağı taşımış olan nesilden devraldık. Bize devrettiler. Bu bir bayrak yarışıdır. Bizim üzerimize düşen de, sizin de söylediğiniz gibi Saadet Partisi’ni bir iktidar alternatifi haline getirmek. Çok şükür 26 Ekim’den bu yana da bu konuda fevkalade ciddi mesafe aldık. Türkiye’de bizden sonraki nesillere bu bayrağı en yüksek noktada devretmektir. Bu çerçeveden baktığımızda bizim yeni dönemde kullandığımız yeni siyaset üslubu,

Allah, bizi bir an önce Ömer RadiyAllahu Anh gibi adaletli, Abdülhamit Han gibi zeki Halifelerle, Selahattin Eyyubi ve Fatih Sultan gibi şerefli ve izzetli komutanlarla buluştursun ve kâfir “İsrail” ve ABD’ye haddini bildirelim. Murat SAVAŞ

O NE DERSE “O” Saadet Partisinin 11 Temmuz 2010 da gerçekleştirilen kurultayında Erbakan’ın yeşil listesi ile Numan Kurtulmuş’un beyaz listesi yüzünden tartışmalar yaşanmış ve üçüncü tur elemelerde yaklaşık 1200 delenin 310’unun oyunu alabilen Numan Kurtulmuş tekrardan genel başkan seçilmiştir. Tek adaylı bir kongrede bu kadar düşük oy alan başka bir genel başkan yoktur herhalde! Biz bu hususta kamuoyuna lanse edilen kurultayla alakalı detayları ele almakla birlikte, ayrıca kamuoyu nezdinde manipüle edilmeye çalışılan detayları da gün yüzüne çıkarmaya çalışacağız. Bu noktada meselenin daha net bir şekilde anlaşılabilirliği açısından Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un kurultay öncesinde basına vermiş olduğu beyanatları ele alalım. Burada Kurtulmuş’un 30 Haziran 2010 tarihli Milliyet Gazetesi yazarı Taha Akyol’a verdiği röportaj konumuza ışık tutacaktır.

yeni yöntemlerimiz, yeni muhtevamız toplumun geniş kesimleri tarafından Saadet Partisi’ni ilgiyle takip edilen bir parti haline getirmiştir. Çok net söylüyorum ki Saadet Partisi bugün son seçimde aldığı yüzde 5,5 oyun çok üstünde muameleye tabi tutulmaktadır. Siyaseti yeniden formatlamaya gayret ediyoruz, bu anlamda söylediklerimizin, ortaya koyduğumuz dosya ve projelerin iktidar ve muhalefet partileri tarafından dikkate alındığını görüyoruz. Bu bizim için sevindiricidir.” Bu söylemler bir zamanlar Erbakan’ın kalifiye elaman olarak yetiştirdiği ve siyasi açıdan çocukları hükmünde olan Recep Erdoğan ve Abdullah Gül’ün birlikte hizmet ettiği kesimlerin muhalifine Erdoğan’ın ‘’Ben o gömleği çıkardım’’ sözünün delalet ettiği va-

“Bana Sayın Erbakan’ın hiç müdahalesi olmadı ama partimiz üzerinde bir ‘Erbakan vesayeti’ olduğuna dair kamuoyunda bir algı var. Kongremizde bu algıyı kaldıracağız. Hem söylem, hem kadro olarak!”

57

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Kısa - Yorum kıada da olduğu gibidir. Aynı şekilde Numan Kurtulmuş’unda ifadelerinin aynı minval üzere olduğunu ve kendisiyle birlikte partisinin de kabuk değiştirdiğini açık bir şekilde müşahede etmekteyiz. Yine bu hususta Şevket Kazan’ın kurultay sonrası ekranlara çıkıp Kurtulmuş’u ihanetle suçlaması ve ertesi gün yine objektifler karşısında ağlayıp Milli Görüşün dağıldığı yönünde yorum yapması ve kendisinin seçimlere girmeyip kurultayın yeniden yapılması gerektiğini beyan etti. Kurultayda meydana çıkan bu tutum Saadet Partisinin toplum nazarında eleştirilmesine yol açtı. Her nedense Erbakan’ın rahle-i tedrisatında yetişen öğrencileri daha sonra kendisi ile ters düşüyor. Bunda Erbakan’ın liderlik hırsının ve tek adam oluşunun büyük önemi olsa gerek.

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Siyasi hayatı boyunca Müslümanlara verdiği sözleri tutamayan Erbakan’ın bu defa kendisine verilen sözleri tutmayanlara karşı sergilediği tavır hiç de hoş değildi. Bu tavır kendisini ve camiasını giderek yalnızlaştırmaktadır. Kendisiyle birlikte oğlu ve kızı da pes etmemiş ve yeniden kurultay yapılacağını dile getirip Kurtulmuş’ vesayetine son vereceklerini belirtmişlerdir. Şahsi liderliğinin olduğu, fikir yerine şahısların üzerine kaim olan ve sahih kitleleşme metodundan yoksun olan siyasi hareketler asla bu tahakkümden kurtulamazlar. Ve bu türden bencil çıkarlar neticesinde binlerce Müslüman’ın emek ve para harcayarak desteklediği çalışmalarla bir yere ulaşamazlar. Selman SURUÇ

58


Şükrü HÜSEYİNOĞLU

2

larının temelinde, dinin mesajlarının doğrudan kendi iktidarlarını hedef alması ve köklü bir inkılâp çağrısıyla ortaya çıkması yatmaktadır. İşte müstekbirleri rahatsız eden ve uğrunda iman edenlerle amansız savaşlara tutuşmaya sevk eden husus, Allah’ın dininin bu devrimci niteliği olmuştur.

8 Şubat sürecinin bütün ağırlığıyla devam ettiği 2000 yılında Selam Gazetesi haber merkezi olarak ‘dinde reform çabalarıyla’ ilgili bir dosya hazırlamıştık. Gazze şehidlerimizden Cevdet Kılıçlar öncülüğünde haber merkezi çalışanlarının ortak emeğiyle hazırlanan ve gazetede dört-beş sayı boyunca dizi halinde yayınlanan bu dosya için Kürşad Atalar, Yılmaz Çakır ve Fethi Kılınç gibi isimlerden de görüş almıştık.

Nuh Aleyhi’s Selam’ın kavminin ona itirazının temelinde de, Şuayb Aleyhi’s Selam’ın kavminin itirazının temelinde de, İbrahim Aleyhi’s Selam’ın kavminin itirazının temelinde de, Musa Aleyhi’s Selam, İsa Aleyhi’s Selam’ın davetçi olarak gittikleri toplumların itirazlarının temelinde de, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ilk muhatapları olan Mekkelilerin itirazlarının temelinde de hep bu husus yer almıştır.

Bu isimlerin yorumlarında öne çıkan vurgu, 28 Şubat süreciyle yeniden alevlendirilen dinde reform çabalarıyla güdülen temel gayenin dinin iktidar talebinden vazgeçirilmesi hedefi olduğu yönündeydi. Tarih boyunca Allah’ın dinine karşı çıkan ve iman edenlerle kavgaya tutuşan müstekbirlerin tutumları ele alındığında, bu karşı çıkışın temelinde geleneklerin muhafaza edilmesi güdüsünden ziyade egemenlik iddiasında ki ısrarın bulunduğu görülür.

Ne diyordu Şuayb Aleyhi’s Selam’ın kavmi, kendilerini ölçü ve tartıda haksızlık yapmaktan vazgeçmeye davet eden davetçilerine: ‫التُ َك َت ْأ ُم ُر َك أَن نَّ ْت ُر َك َما َي ْعبُ ُد َآبا ُؤَنا أَ ْو أَن‬ َ‫ص‬ َ َ‫قَالُوْا َيا ُش َع ْي ُب أ‬ ِ‫ِيم الر‬ ‫َّشي ُد‬ َ َ​َ‫نَّ ْف َع َل فِي أَ ْم َوالَِنا َما َن َشاء إِنَّ َك لأ‬ َ ‫نت ال‬ ُ ‫ْحل‬

Müstekbir güçler ve onların etrafında yer alan mele ve mütrefin Allah’ın dinine itiraz-

59

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Zayıflatılan İslam Devleti Perspektifi َّ ‫إِ ْن أَتَّب‬ ‫َاب َي ْوٍم‬ ُ ‫َي إِنِّي أَ َخ‬ َّ ‫وحى إِل‬ َ ‫ص ْي ُت َربِّي َعذ‬ ُ َ ُ‫ِع إِال َما ي‬ َ ‫اف إِ ْن َع‬ ‫َع ِظي ٍم‬

“Dediler ki: “Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeyleri terk etmemizi ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Oysa sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın.” (Hud 87)

“Böyle iken, âyetlerimiz, kesin birer belge olarak kendilerine okunduğu zaman, o bizimle karşılaşmayı ummayanlar, “Bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu deFiravun da, kendisini âlemlerin Rabbi’ne ğiştir.” dediler. De ki, “Onu kendiliğimden tabi ve teslim olmaya davet eden Musa değiştiremem, benim için bu olacak bir şey Aleyhi’s Selam’ın bu daveti karşısında topludeğildir. Ben ancak bana vahyolunana uyamuna: “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan rım. Rabbime isyan edersem, şüphesiz büakıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hala yük bir günün azabından korkarım.” (Yunus görmüyor musunuz? Yoksa ben, kendisi zayıf ve 15) ayet-i kerimesinde haber verildiği üzere neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan Mekkeli müşrikler, Hz. Nebi’den dinde reşu adamdan daha hayırlı değil miyim?” diyerek form talebinde bulunmuşlardı. İşte bu talehitap ederken (Zuhruf 43/51bin temelinde de egemen52), Hz. Musa’ya da şöyle 28 Şubat döneminde liklerini muhafaza etme demişti: Cumhurbaşkanı olan Süleyman güdüsü yatmaktaydı. َّ َّ َ​َ‫لأ‬ ‫َها َغ ْيرِي ْج َعلَن َك‬ ِ ‫َال لَئ‬ َ‫ق‬ Demirel’in o dönemde dile َ ‫ِن ات َخذ‬ ً ‫ْت إِل‬ Onlar Rasulullah SallAl‫ِين‬ ‫ن‬ ‫و‬ ‫ج‬ ‫س‬ ‫ْم‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ِن‬ ‫م‬ getirdiği “Ahkâm ayetleri َ َُْ َ lahu Aleyhi ve Sellem’den, “(Firavun) dedi ki: “And olsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan seni mutlaka hapse atacağım.” (Şuara 29)

yerine pozitif hukuk ilkelerinin getirilmesi” talebi, cahiliye mantığının asırlarca nasıl da hiç değişmediğini ve müstekbirlerin dinde reform talebinin özünde Allah’ın dinini iktidar talebinden vazgeçirme gayesinin yattığını göstermektedir.

Mekke oligarşisinin Nebi Aleyhi’s Selam’a itirazları da egemenlik iddiası temelinde belirmişti. Onlar “Lailahe” ve “İllallah” ifadeleriyle ortaya konan davetin doğrudan iktidar ilişkilerini hedef aldığını ve bu ifadelerle âlemlerin Rabbi’nden bağımsız bir egemenlik iddiasının reddolunduğunu anladıkları için, bu ifadelere karşı savaşlara tutuşmuştu. Yoksa Mekkeli müşriklerin Allah inancına sahibi oldukları ve onların ibadetlerinin de neticede Allah’ı razı etmeye yönelik olduğu Kur’an’da birçok ayetle haber verilmektedir:

28 Şubat döneminde Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in o dönemde dile getirdiği “Ahkâm ayetleri yerine pozitif hukuk ilkelerinin getirilmesi” talebi, cahiliye mantığının asırlarca nasıl da hiç değişmediğini ve müstekbirlerin dinde reform talebinin özünde Allah’ın dinini iktidar talebinden vazgeçirme gayesinin yattığını göstermektedir. İslam’ın iktidar talebinden vazgeçirilmesi yönünde çok kapsamlı çalışmaların yapıldığı ve çeşitli projelerin gündeme getirildiği 28 Şubat süreci, dışarıdan bir müdahale olduğu

ٍ ‫ِم َآياتُ َنا َبيِّ َن‬ ‫ون لِقَاء َنا ا ْئ ِت‬ َ ‫ات ق‬ َ ‫ِين‬ َ ‫ال َي ْرُج‬ َ ‫َال الَّذ‬ ْ ‫َ ِإو�ذَا تُ ْتلَى َعل َْيه‬ ِّ ‫ُون لِي أَ ْن أَُب ِّدلَ ُه مِن ِت ْلقَاء َن ْف ِسي‬ ‫ك‬ ‫ي‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ُل‬ ‫ق‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫د‬ ‫ب‬ ٍ ‫ُر‬ ْ ْ ُ َ ‫آن َغ ْي ِر َهذَا أَ ْو‬ ُ َ َ ْ ‫ِبق‬ Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Kur’an’ı ya egemenlik ilişkilerini sorgulamayan ve iktidar talebinde bulunmayan bir forma kavuşturacak şekilde değiştirmesini ya da egemenlik ilişkilerine dokunmayacak yeni bir Kur’an getirmesini talep etmekteydiler.

60


Zayıflatılan İslam Devleti Perspektifi için bu açıdan Müslümanlar arasında fazla etkili olamamıştır. Tevhid akidesi gereği Müslümanların sahip olması gereken İslam Devleti perspektifi, Müslümanların temel siyasî perspektifi olmayı sürdürmüştür.

Mesele öyle bir noktaya gelmiş durumdadır ki, bugün İslam Devleti ifadesini kullandığınızda kimi Müslümanlarca adeta alaya alınmakta ve ertelemecilikle, hayatın dışında olmakla vs. itham edilmektesiniz.

Ne var ki 28 Şubat süreci sonrasında 2002 yılında Ak Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Müslümanlar arasında bu konuda ciddi zaaflar ve kırılmalar yaşanmaya başlamıştır. Ak Parti’nin AB ve demokratikleşme hedefleri çerçevesinde sürdürdüğü politikalar, giderek tevhidî perspektif sahibi Müslümanlar üzerinde dahi etkili olmaya başlamış, bu süreçte sistem içi kazanımlara aşırı anlamlar yüklenir olmuştur. Müslümanlar her geçen yıl artan oranda sistemin makro işleyişiyle ilgili gelişmelerin doğrudan tarafı durumuna düşerek büyük oranda sistem içi bir dil kullanır olmuş ve neticede İslam Devleti perspektifi ciddi oranda zayıflamıştır.

Bu gidişat hiç iyi bir gidişat değildir. Tarih boyu müstekbirlerin dinde reform saptırmalarının temel hedefi olan, Allah’ın dinini iktidar talebinden vazgeçirme ve mevcut sistem içinde renklerden bir renk konumuna razı etme tehlikesi bugün ihtimal olmaktan çıkmış, bizzat müşahede edilir duruma gelmiştir. Son söz: İzzeti Allah’ın yanında aramakla mükellef olan Müslümanların kendilerini gözden geçirmesi ve izzeti Allah’ın yanında aramanın siyasî karşılığı olan İslam Devleti perspektifini yeniden canlandırması bugünün temel meselesidir.

61

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


A

llah Subhânehu’nun Bakara Suresi’nde değindiği Yahudilerin habis tabiatları, tuzak dolu kindar siyâsî işleri, fiyaskoyla kesik kalan girişimleri ve hastalıklı manevraları bağlamında, İslâm ve İslâm’ın taşınması bakımından yerel ve devletlerarası vâkıada uyanıklığa dair şer’î hükmü kavramak için biraz durup düşünmek kaçınılmazdır.

Mevcut şer’î delillerin ve cereyan eden vâkıaların istikrâ’ından aşağıdaki hususlar açığa çıkmaktadır: Birincisi: Mekke’de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e inen âyetler, İslâmî Akîde’yi beyân ediyordu ki bu kâfir câhilî toplum küfrün karanlıklarından İslâm’ın aydınlığına çıkabilsin. Kezâ o dönemde inen âyetler, Küfür itikatlarının bozukluğunu, hurâfelerinin ve putlarının sefihliğini açıklıyor, fikrî olarak onlara karşı güçlü deliller sunuyordu. Dolayısıyla İslâmî Dâvet ile küfür ve ehli arasındaki çatışma akâidî ve fikrî bir çatışma olmasının yanı sıra küfrün elebaşlarının iç yüzünü açıklamaya, komplolarını ifşa etmeye, İslâm’a ve Müslümanlara karşı kinlerini ve nefretlerini açığa çıkarmaya, keza insanları Allah’ın yolundan saptırma girişimlerini, İslâm’ı taşıyanlara yaptıkları işkenceleri ve onlara ettikleri eziyetleri ayıplamaya, sonra Allah’a dâvetin karşısına dikilen, zulüm, karanlık ve şer saçan küfrün o elebaşlarının önünde durmaya yönelik siyâsî bir mücâdele de süregeliyordu.

Görünümün daha da netleşmesi için bu hususun Mekke’de nasıl cereyan ettiğine iyice bakmak gerekir. Nitekim Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Sahâbesi Rıdvânullahi Aleyhim Ecmain o kâfir câhilî Mekke toplumunda fikrî ve siyâsî olarak mücâdele ediyordu. Akabinde bu fikrî ve siyâsî mücâdeleyi ve keza Müslümanların İslâm’ı tatbik ettikleri, hadleri ikâme ettikleri, orduları harekete geçirdikleri ve İslâm’ı Dâvet ve Cihâd yoluyla yaydıkları bir devlete sahip oldukları Medîne’de, genel olarak kâfirlere, özel olarak Yahudilere karşı yürüttükleri maddî mücâdele konusunu düşünmeye geçebiliriz. Öncelikle Medîne’de İslâmî Devlet kurulmadan evvel Mekke’de İslâmî Dâvet’in taşındığı dönemde küfre ve ehline karşı yürütülen siyâsî ve fikrî mücâdelenin vakıasını gözler önüne sermekle başlayalım. Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Burada İslâmî Dâvet ile küfür ve ehli arasındaki akâidî ve fikrî çatışma konusundan ziyâde Kur’ân’ın, açığa vurdukları fesâdı ve içlerinde gizledikleri habisliği dile getiren,

62


Yahudilere Karşı Siyâsî Uyanıklık “Zıkkımlanın, Muhammed’in size vaad ettiği zakkum işte budur” diyordu.

İslâm’a ve Müslümanlara karşı komplolarını, saptırmalarını ve tuzaklarını ifşa eden ayetlerde capcanlı bir vasıfla vasfettiği üzere küfrün elebaşlarına karşı siyâsî uyanıklık konusu üzerinde duracağız:

4. İşte Ahnes ibnu Şerîk! Fesat ve ifsat peşinde koşuyor, çokça yalan söylüyor, en hakir görüşleri savunuyordu. Bunun üzerine Allahu Teâlâ onun tabiatının ve nesebinin bozukluğu hakkında son derece beliğ ve apaçık sözlerle âyetlerini indirdi.

1. İşte Ebu Leheb! Allah Subhânehu, onun küfür üzere helâk olacağını, azabı geciktirmede mallarının ona hiçbir fayda vermeyeceğini, bilakis Cehennem ateşinde ebedi olarak kalacağını, en çirkin davranışlarıyla, Rasulullah Salavâtullahi ve Selâmuhu Aleyh’in yoluna O’na eziyet etmek için dikenler atmasıyla ona ortak olan karısının da onunla birlikte olacağını beyan etmiştir.

5. İşte Ukbe ibnu Ebî Muayyıt! Nebî SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in meclisinde oturuyor, Ubeyy ibnu Halef de onu oradan men ediyordu. İşte bu âyetler ve diğer ilgili âyetler, İslâmî Dâvet karşısında dikilen müessir güç odaklarına karşı siyâsî uyanıklığın ve entrikalarını, komplolarını, kin ve nefretlerini, kalleşlik ve sinsilik dolu azgın karakterlerini, İslâm’ın ve Müslümanların amansız düşmanı olan öteki küfür elebaşlarıyla irtibatlarını ifşa etmenin ehemmiyetini beyân etmektedir ki üzerinde ilerledikleri yol, İslâm Dâveti’ni taşıyanlar için aydınlanabilsin, güçleri yettiğince, ellerinden geldiğince arkadan yapılabilecek kalleşliklerden sakınabilsinler, adımlarını bastıkları yerlerdeki dikenlerden korunabilsinler, kuytuya düşmesinler, düşmanların kalelerini sarsabilsinler, savunma hatlarındaki gedikleri, hatta zayıf noktalarını tespit edebilsinler, onları nereden ve nasıl vurabileceklerini kestirebilsinler.

2. İşte Velîd ibn-ul Muğîra! Yanına gittiği vakit Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ona Kur’ân okumuş, etkisinden âdeta çarpılmış, Ebu Cehl bunu haber alınca ona gidip “Ey amca, kavmine Muhammed hakkında öyle bir söz söyle ki O’nu inkâr ettiğini ve kerih gördüğünü bilsinler.” Dedi ki: “Ne diyeyim? Vallahi içinizde benden daha iyi şiir bilen bir adam yoktur. Vallahi O’nun söyledikleri bunun (şiir) gibi bir şeye benzemiyor. Vallahi O’nun sözünde kesinlikle bir halâvet (tatlılık) ve üzerinde kesinlikle bir talâvet (ışıltı) vardır. Muhakkak ki O’nun (Kur’ân’ın) en yukarısında da kesinlikle bir aydınlık vardır, en aşağısında da kesinlikle bir parlaklık vardır. Muhakkak ki O kesinlikle en üstündür ve O’na asla üstün gelinemez. Muhakkak O, kesinlikle altında kalanları mahvedecektir.” Dedi ki: “Sen O’nun hakkında böyle konuştukça kavmin asla senden razı olmayacak.” Dedi ki: “Bırak da beni (iyice) düşüneyim.” İyice düşündükten sonra şöyle dedi: “Bu, başkalarına tesir eden müessir bir sihirdir.”

İkincisi: Hicret’in gerçekleşip Devlet’in kurulmasıyla İslâm’ın hâkimiyet ve otoritesi Medîne el-Münevvere’de tesis edildikten sonra İslâm düşmanlarına dönük bu siyâsî uyanıklık daha da arttı. Âyetler, hem İslâmî Akîde’nin, hem de küfür akâidlerinin beyânı hakkında inmeye devam ederken bu kez Mekke’deki Arap müşriklerine, Ehlil Kitâb’ın, Yahudilerin ve Nasrânîlerin akâidini de ilâve etti. Kezâ saptırıcı, hak yoldan uzaklaştırıcı fikirlerin fesâdı hakkında inmeye devam ederken bu kez müessir yerel ve devletlerarası kuvvetlerle siyâsî mücâdele hakkında inmeye başladı. Böylece o denli ge-

3. İşte Ebu Cehl! Müslümanları korkutuyor, onlara tehditler savuruyordu ve diyordu ki: “Muhammed sizin aranızda yüzünü toprağa buluyor mu?” Denildi ki: “Evet” Dedi ki: “Lât ve Uzza’ya yemin olsun ki O’nu öyle (secde) yaparken görürsem, muhakkak boynunu tutup eğer, yüzünü toprağa bularım.” O Ebu Cehl, Allah’ın âyetleriyle alay ediyor, hurma ve yağ getirip

63

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Yahudilere Karşı Siyâsî Uyanıklık leri sözlerin kendilerine zarar vermeyeceği yorumunda bulunarak nifâka saplanmışlar, komplolarını ve küfürlerini gizleme gayreti içerisine girmişlerdir.

niş çaplı güç sahiplerine Mekke’deki kâfirler ve Arap müşriklerinden başka münâfıklar, Yahudiler, Nasrânîler, Fârisîler ve Rumlar da eklenmiş oldu. Akabinde bütün bunlara İslâm’ı Dâvet ve Cihâd ile yaymak üzere, Allah yolunda Cihâd yoluyla yürütülen maddî çatışma da eklendi.

3. Onların Nebîleri ile olan alâkası; kalleşlik, öldürme ve hasettir: Nebîleri, onları arzulamadıkları şeylerle sorumlu tuttuğunda, O’nu katletmişler, O’na karşı kibirlenmişler, O’na tâbi olmaya yanaşmamışlardır. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, kendi kitaplarında belirtilmiş sıfatları ve vasıflarıyla beklenen ve vaat edilen Nebî olduğundan kesinlikle emin oldukları halde, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları halde, el-Evs ve elHazrac kabilelerine karşı O’nunla muzaffer olacaklarını söyleyip durdukları halde, onları gönderilecek o Nebî ile korkutup O’nun tâbileri olacaklarını iddia ettikleri halde, o Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendilerine geldiğinde nasıl olur da sözde ataları olan İshâk Aleyhi’s Selâm’ın soyundan değil de İsmâîl Aleyhi’s Selâm’ın soyundan gelir diye kalpleri öfke, nefret ve hasetle dolmuş, doğruluğunu ve haklılığını bile bile Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e îmân etmemişlerdir.

Fakat biz burada Yahudilere karşı siyâsî çatışma üzerinde yoğunlaşacağız. Çünkü onlar, hem Medîne ve civar bölgelerinde İslâm Devleti’ne en yakın topluluklardandı, hem de İslâm’a ve Müslümanlara karşı entrikalarında, komplolarında ve tuzaklarında en habis, en iğrenç olanlardandı. Allahu Teâlâ onların ileri gelenlerinin karakterlerini ifşa etmiş, kinlerini ve tuzaklarını, onlarla, bilhassa siyâsî varlıklarıyla, yani onların Medîne’de İslâm Devleti’ne komşu devletleriyle karşı karşıya bulunulduğu sırada, muazzam bir ders olarak oldukça yeterli ve doyurucu bir biçimde beyân etmiştir: 1. Onların Allah ile olan alâkası; Allah Subhânehu’yu ve nimetlerini inkârdır. Nitekim Mûsâ Aleyhi’s Selâm’ın Rabbi ile buluşmasına gitmesinin üzerinden çok geçmemişken, O’nun ardından buzağıyı ilah edinmişler, apaçık küfrü düşmüşlerdi. Mûsâ Aleyhi’s Selâm yanlarına dönüp Allah da tevbelerini kabul ettikten sonra, bu kez de Allah’ı çıplak gözle görünceye kadar îmân etmeyi reddetmişler, böylece onları bir yıldırım yakalamıştı. Sonra Allah yine tevbelerini kabul etmiş, üzerlerine men ve selva (bıldırcın eti ve kudret helvası) indirmiş olduğu halde bu nimetleri de inkâr etmişler, kendilerini Allah’ın cezalandırmasına ve şiddetli azâbına uğratarak nefislerine zulmetmişlerdi.

4. Onların verdikleri sözler ve yaptıkları sözleşmeler ile olan alâkası; bozmak ve yüz çevirmektir. Her ne zaman Allah onlardan bir mîsâk (söz) almışsa, muhakkak bozmuşlardır. Allah onlardan Tevrât’ı uygulayacaklarına dair bir mîsâk almış, fakat reddetmişler, bunun üzerine Allah onları, âdeta üzerlerine düşecek şekilde dağı üzerlerine yükselterek acıklı bir azapla korkutmuş, o vakit vazgeçmişler, ama sonra yine dönüp yüz çevirmişlerdir. Zîra sözlerini bozmak ve sözlerini yerine getirmekten yüz çevirmek onların vazgeçilmez saplantısıdır.

2. Onların dinleri ile olan alâkası; tahrif ve nifâktır: Onlar Tevrât’ı bile bile tahrif etmişler, Râsul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in niteliğinin farkında oldukları halde değiştirmişler, emrolundukları hükümleri iyice belledikten sonra yüz çevirmişlerdir. Sonra îmânlarını ilan edeceklerine dair dil ucuyla verecekAğustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

5. Onların Allah’ın emrini uygulamak ile olan alâkası; çiğnemek, ayak sürümek, bahaneler üretmek, hilelere başvurmak ve tevillere kaçmaktır: Cumartesi günü (balık) avlanmaktan men edilmişler, ancak onlar avlanmadıkları

64


Yahudilere Karşı Siyâsî Uyanıklık Cumartesi günü gelen balıkları yakalamak için önceden ağlar atıp kanallar kazmışlar, Pazar günü gidip balıkları toplamışlar, böylece bile bile Cumartesi günü fiilen avlanmışlardır. “Allah Yahudilere lanet etsin. Allah onlara iç yağlarını haram kıldı da onlar onu işleyip sattılar ve parasını yediler.” (el-Buhârî 2071-2072; Muslim 2961) Kendilerine iç yağları tümüyle haram kılındığı halde onlar, o yağları yemek için değil de, aydınlanmak için yakıt ve gemiler için cila olacak şekilde işleyerek kullanıma elverişli hale getirmişlerdir.

Öte yandan düşman oldukları kesimler arasında savaş çıkarmak için gerekirse birbirleriyle savaşırlar, bu hususta içlerinde hiçbir sıkıntı hissetmezler. Zîra onlar nezdinde gâye, her ne şekilde olursa olsun vâsıtayı meşru kılar. Nitekim bu özelliklerini, el-Evs ve el-Hazrac kabileleri arasında savaş kışkırtıcılığı yaparken sergilemişlerdi. O zaman onlardan her bir grup farklı kabilelerle müttefik idi, kimi el-Evs ile kimi de el-Hazrac ile. Sonra her bir grup, iki kabilenin savaşarak birbirlerini zayıflatmaya devam etmelerini sağlamak için fitne ateşini sürekli körüklüyor, bu sırada dindaşları olan Yahudileri de öldürebiliyorlardı. Fakat hegemonya kurma ve otorite kazanma gibi bir maslahat söz konusu olduğu sürece onlar için bunda hiçbir sakınca yoktu. Hedefleri bu olduğu sürece birbirlerini katlederek dinlerine rahatlıkla muhâlefet edebiliyorlardı.

Sonra bir cana kıymışlar, ardından hepsi de kâtil olmadıklarını iddia etmişlerdir. Bunun üzerine Allah Subhânehu onlara bir inek boğazlamalarını emretmiş, o etin bir parçası öldürülen adama vurulmuş, böylece dirilip kendisini kimin öldürdüğünü söylemişti. Bu emir gelince, onu uygulanamaz hale getirmek için soru üstüne soru sorarak, açıklama üstüne açıklama isteyerek ayak sürümüşler, bir noktadan sonra daha fazla açıklama istemeye yol bulamayacak şekilde tıkanmışlar ve nihayet içlerindeki hastalık sonucu çok ağırlarına gitse de emri uygulamak zorunda kalmışlardır.

Müslümanları dînlerinden uzaklaştırmak için hadiseleri karıştırıyorlar, onları ayıplıyorlar, ümitsizlik saçıyorlar, bâtıl fikirler, inançlar ve görüşler yayıyorlar, komplolar planlıyorlardı. Kendi dillerinde sövmek ve yermek için kullanılan, ancak Arapça’da aynı harflerle Müslümanların Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitap ederken “Bizi gözet, bize mühlet ver” anlamında kullandıkları (Râina) kelimesini kullanmalarında olduğu gibi İslâm’ın ve Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in aleyhinde kullanmak üzere kelimelere kötü manalar yüklüyorlar, sözleri eğip büküyorlardı. Bu kelimeyi acımasızca istismar ediyorlar, kötü anlamıyla sıkça kullanıyorlardı. Allahu Teâlâ bu kelimenin kullanımını yasaklayan âyeti indirinceye dek bu şekilde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitap etmekten vazgeçmediler.

6. Onların kendileri dışındaki öteki insanlar ile olan alâkası; başkaları hakkında helâlharam ayırt etmeksizin fesat ve ifsat, bile bile onlara kötülük etmeye kendilerini haklı ve layık görmektir. Onlar nezdinde “ümmiler” Yahudi olmayanlardır, dolayısıyla onlara karşı davranışlarında kötülük etmekte bir beis görmezler. Sonra onlar kendi dînlerine muhâlefet etmede de herhangi bir sakınca görmezler, bilhassa makam, otorite ve dünyevi iş gibi bir maslahat söz konusu olduğunda böyledir. Üstelik gerektiğinde Allah’ın âyetlerini az bir bedelle değiştirmekten, herhangi bir mal, menfaat, dünyevi kazanç karşılığında aykırı hüküm vermekten çekinmezler. Dolayısıyla onlar nezdinde sabit bir kıymet yoktur.

Sonra Mü’minlere tesir edip içlerindeki haset sonucu onlar İslâm’dan döndürmek arzusuyla, İslâm’a ve Müslümanlara tuzak kurmak girişimiyle önce îmân ediyorlar, akabinde inkâr ediyorlardı.

65

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Yahudilere Karşı Siyâsî Uyanıklık Devlet’in ikâmesi akabinde Medîne’de Yahudiler hakkında inenler olsun, bu muazzam âyetleri inceden inceye dikkatlice düşünenler göreceklerdir ki, Allah Subhânehu onların vâkıalarını ve karakterlerini, genel çerçeveyle yetinmeden oldukça açıklayıcı vasıflarla beyân etmiş ve pek çok meselede tafsilâta girmiştir. Bütün bunlar Müslümanlara, bilhassa yeryüzünde İslâmî hayatı yeniden başlatmak için çalışarak İslâm’ı taşıyanlara, gerek fertler, gerek topluluklar, cemaatler, gerekse devletler düzeyinde olsun müessir güç odaklarına karşı siyâsî vâkıayı dakik olarak bilmenin son derece ehemmiyetli bir iş olduğunu göstermiştir. Allah’ın Kitâbı ve Rasûlü Salavâtullahi ve Selâmuhu Aleyh’in Sünneti’nin gerektirdiği ve irşâd ettiği şekilde onlara karşı muamelelerde oldukça kritik olduğunu beyân etmek içindir ki, Müslüman etrafında cereyan eden her şeye karşı hikmet, basiret, ferâset ve kıvrak zekâ ile son derece uyanık olsun. Tuzağa ve gaflete düşmesin, ayağı kaymasın, aldatılmasın. Musibetler azmini, şevkini ve hevesini kırmasın. Felaketler onu sarsmasın, hep metin olsun ve zayıf anında yakalanmasın. Peşinden gelen sinsi adımların sesinin, kendisine fırlatılan okun yönünün ve üzerine sallanan kılıcın şakırtısının farkında olmadığı halde arkadan vurulmasın. Bilakis Müslümanların dertleriyle dertlensin, düşmanın gediklerinden bir gediğin önünde yahut İslâm’ın gözetleme kulelerinden bir kulenin (suğra) gerisinde sapasağlam durabilsin, tehlikede de güvenlikte de hep tetikte olabilsin, yalçın kayalar gibi hak üzere dimdik sabit kalabilsin.

Başkalarını küçümserler, hakir görürler, oysa ne kuvvetleri, ne izzetleri, ne de zenginlik yahut güvenlik yönünden huzurları vardır. Şu iki durum hariç: a. Allah’tan bir ipe (Allah’ın ipine) sarılmaları halinde; Nebîleri ile birlikte îmân edenler ki bunlar sona ermiştir. b. İnsanlardan bir ipe (insanların ipine) sarılmaları halinde; başka devletler, güçler karşısında küçük düşüp tâbi olmalarıdır ki kâfir olup dînlerini tahrip ettiklerinden beri onlar bu hal üzeredirler. Aralarında hiçbir farklılık olmaksızın hepsi üzerinde açıkça görülen hal budur. İslâm öncesinde, kuvvetleri bazen Rumlara, bazen Fârisîlere tâbi olmaktan, sonra zayıflatmaya çalıştıkları el-Evs ve el-Hazrac arasında sık sık saf değiştirmekten kaynaklanıyordu. İslâm onların işini bitirince, zillet, meskenet ve Allah’ın gazâbına uğramış halde kalanların siyâsî varlıklarını yok etti. Öyle ki İslâm Devleti’nin -Hilâfet Devleti’nin- yıkılmasından sonra 20. yüzyıl boyunca sömürgeci kâfir devletlere yanaşıp yapışıncaya kadar hiçbir siyâsî varlığa sahip olamadılar. Bugün dahi onlar, kuvvetleri ve servetleri ile onları himayelerine alan yeryüzündeki bir yahut birkaç devlete boyun büküp itaat etmeye, onlara bağımlı kalmaya devam etmektedirler. Filistin topraklarını gaspetmiş işgâlci devletlerinin hali, gözler önünde durmakta, herhangi bir delile ihtiyaç duymamaktadır. Gerçek şu ki düşmanların en zayıfı, kendi özgül kuvvetinden, dayandığı başka bir kuvvetten, kendi imkânlarıyla sahip olduğu yeterli mâlî kaynaklardan mahrum olanıdır ve bugün Yahudiler bütün bunlardan mahrumdur, vâkıalar bunu kanıtlamaktadır. Allah’ın izniyle işlerinin bitmesi çok yakındır, Hilâfet’in yeniden dönüşü kadar yakındır, sınırlar boyunca Cihâd’ın yeniden başlatılması kadar yakındır.

Şeyh Ebu Yâsîn’in “et-Teysîr fî Usûl-it Tefsîr” isimli kıymetli eserinden alınmıştır.

Sözün özü şu ki gerek İslâmî Devlet’in ikâmesinden evvel Mekke’de küfrün elebaşları hakkında inenler olsun, gerekse İslâmî Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

66


TÜRK BASININDA ÇIKAN HABERLER

röportaj yapmak için epey çaba sarf edebilirler. Ayaklarına gelen fırsatı neden geri çevirdiklerini anlamıyorum. Bizim için önemli olan belli bir taraftar kitlesine sahip bir örgütün gündemdeki sorunlarla ilgili görüşlerini birinci ağızdan dinlemektir. Basın mensubu sıfatıyla böyle bir etkinliğe katılmam duyduklarımın altına imza atmam veya söz konusu meselelerde halka ne anlatmam gerektiği konusunda talimat almam anlamına gelmiyor. Tam aksine eleştiri ve tahlillerimin birinci ağızdan verilmiş bilgi ve mesajları nazarı dikkate alması fırsatı sağlıyor…

HİZB-UT TAHRİR’İN BEYRUT SEMPOZYUMU Geçtiğimiz hafta sonu Hizb-ut Tahrir’in uluslararası bir sempozyumuna katılmak için iletilen bir davete icabetle Beyrut’taydım. İlk davette içeriğiyle ilgili fazla bilgi verilmeden medya mensuplarına yönelik bir uluslararası sempozyum olduğu söylenmişti. Oraya gidince medya mensuplarına, kendi teşkilat mensuplarına ve merak eden herkese gündemdeki birtakım meselelerle ilgili mesajlarını iletme amacıyla düzenlenen bir sempozyum olduğunu gördüm. Ama benim açımdan maksat yine hâsıl oldu.

21.07.2010 Vakit Gazetesi / Ahmet Varol

KENDİNİ İFADE ÇABASI 18 Temmuz Pazar, Hizb-ut Tahrir’in Beyrut’ta uluslararası konferansı düzenleyeceği tarihti. Konferansın süresi bir gündü. Ama ertesi gün de bir basın toplantısı düzenleneceği ifade edildi.

18 Temmuz 2010 Pazar günü düzenlenen sempozyumun ana başlığı “Sıcak Uluslararası ve Bölgesel Sorunlara Hizb-ut Tahrir’in Bakışı” şeklindeydi. Katılım konusunda müşahade ettiklerimiz gerek Türkiye’den gerekse Türkiye dışından davet edilenlerin birçoğunun tereddütlü yaklaştığını gösteriyordu. Sanıyorum toplantıya davet edilip de başka bir engeli olmadığı halde sırf tereddütten dolayı katılmayan meslektaşlarımızın birçoğu aynı konuda örgütün ileri gelenlerinden biriyle

Kaldığımız otel epey uzak bir mesafede bulunduğundan sabahın erken saatlerinde kahvaltı ettikten sonra yola çıktık. Gece serin rüzgârların altında epey uzayan sohbetimiz sebebiyle geç yatmamızdan dolayı yarım kalan uykumuzun bir kısmını yolda ifa ettikten sonra henüz program başlamadan konferan-

67

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Haberiniz Olsun sın düzenleneceği Le Bristol Hotel’e geldik. İçeri girdiğimizde konferansın başlama saati geldiği halde salonun henüz yarıya yakın bir kısmı boştu ve iştirakler devam ediyordu. Yani bu tür sosyal etkinliklerde “gecikme payı” İslâm âleminde artık bir gelenek halini almış. Ondan dolayı belirlenen saatte başlayan programlar kuraldışı hareket etmiş oluyor ve geç gelenlerin yetkilileri “biz gelmeden niye programı başlattınız?” diye hesaba çekme hakları oluyor.

gördüğümüz kadarıyla bunun kadar önem ve öncelik taşıyan bir amaç da gizli örgüt imajını silmekti. Kaynağı ve sebebi ne olursa olsun “gizli örgüt” imajı, açık mesaj amacına ters düşüyor. Ondan dolayı hâkim sistemleri ve onların meselelere yaklaşımdaki çizgilerini red ile “gizli örgüt” vasfının aynı şey olmadığını anlatmak için fırsat ve imkânlar oluşturmak istiyorlar. Bunun yanı sıra sistem nezdinde meşrulaşma ile toplum nazarında meşrulaşmayı birbirinden ayırdıklarını ortaya koymaya çalışıyorlar.

Kur’an tilavetiyle programın açılışı yapıldığında konferans salonunu dolduracak bir kalabalık da oluşmuştu. Katılanlar arasında farklı siyasi akımlardan şahsiyetler gözüme çarptı. Hizbullah’ın ileri gelenlerinden ve kendisiyle Kudüs Müessesesi’nin çatısı altında sıkça buluştuğumuz Hasan Hudruc, Arap dünyasındaki sivil örgütlenmelerin ileri gelen isimlerinden Maan Beşşur, Ürdün’ün eski Mühendisler Sendikası Genel Başkanı Leys Şebillat, Lübnan’daki Cemaati İslâmiye’nin bazı ileri gelenleri, Filistin direnişinin muhtelif kanatlarının temsilcileri mevcuttu. Ama yine de pek geniş yelpazeli bir katılımdan söz etme imkânı yoktu. Bu durum Lübnan’daki bazı siyasi akımların bu hareketin faaliyetlerine mesafeli durmayı tercih ettiğini gösteriyordu. Teşkilat mensuplarına bu konuyu sorduğumda Lübnan yönetiminin Hizbu’tTahrir’e yasal bir siyasi parti olma hakkı vermesine rağmen yakın takibinin devam ettiğini ve bu yüzden mesafeli durulduğunu söylediler. Ama dışarıdan edinilen intiba, teşkilatın kendisinin diğer çevrelerle ilişki kurmada izlediği tutumun yani tepki ve suçlamaların biraz ağır basmasının da bunda etkili olduğunu gösteriyordu.

Fakat bu teşkilatın söylemde izlediği metodu ciddi bir şekilde gözden geçirmesinin zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Söylemin iki yönü var. Biri ne olmadığını, diğeri ise ne olduğunu ifade etme. Fertlerin ve teşkilatların çoğu ne olmadıklarını anlatırken başkalarının eksik ve yanlışlarından yararlanırlar. Ama bunu söylem merhalesinde ortaya koymak kolaydır. Eylem merhalesindekilerin yanlışlarına bakarken maruz kaldıkları gerçeği de okumanın zorunluluğunu düşünmek ve eleştiriyle ithamı, mahkûm etmeyi birbirinden ayırmak gerekir. İyi niyete dayanan eleştirinin amacı ıslah ve hatanın düzeltilmesinde kardeşine yardımcı olmak, itham ve mahkûm etmek ise onun üzerine çizgi çekmektir. “Senin şu meseleyle ilgili politikan ABD çıkarlarına yarıyor” demekle onu “ABD ajanı” ilan etmek arasındaki fark gibi. 23.07.2010 Vakit Gazetesi / Ahmet Varol

KÜRESEL SORUNLAR BEYRUT’TA TARTIŞILDI Dünyanın dört bir yanından Beyrut’a gelen pek çok isim İslâm dünyasının sorunlarını tartışıyor. Hizb-ut Tahrir örgütü tarafından organize edilen konferans, Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta düzenledi. Hizb-ut Tahrir Örgütü, Hilafet’in Hilafet’in kaldırılışının 89. Yıl dönümü vesilesiyle Lübnan’nın başkenti Beyrut’ta 18 Temmuz “Hizb-ut Tahrir’in

Örgütün bu şekilde basına ve halka açık bir konferans düzenlemekteki amacı tabii ki öncelikli olarak örgütsel mesajlarını sadece kendi tabanına değil geniş bir kitleye ulaştırmak için fırsat oluşturmaktı. Fakat bizim Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

68


Haberiniz Olsun Uluslararası ve Bölgesel Sıcak Meselelere İlişkin Duruşu” başlığı altında uluslararası bir konferans düzenledi. Hizb-ut Tahrir bu konferansı üç bölüm olarak gerçekleşti. Sabah saat 9.00’da başlayan konferans aşağıdaki kısım ve konulardan oluşuyor:

İlk oturumda Filistin sorunu tartışıldı. İlk konuşmayı İsmail Vahvah yaptı. Hizb-ut Tahrir’in Avustralya medya temsilcisi olan Vahvah konuşmasına kendisinin de Filistinli olduğunu belirterek başladı. Beytul makdis’in öneminden ve bir İslam beldesi olduğunu dillendireren Vahvah, Müslümanlar’ın ancak birlik içinde hareket ederlerse Filistin’in kurtulabileceğini belirtti. Tüm sorunların Müslümanların bir liderlik çerçevesinde yoksun olduğundan kaynaklandığını belirttiği konuşmasında pek çok Müslüman ülke başkentinin İsrail’le ilişkisi olduğunu belirtti. Bu sorunun çözümü Hilafet’in dirilişi ve Müslümanların birlik içinde hareket ederlerse çözüleceğine inandığını belirtti.

Birinci Kısım: İslami Beldelerde Saldırıya Uğrayan İslami Meseleler: 1.Arap ülkelerindeki Müslümanların meseleleri (Filistin, Irak, Sudan “Güney’in Ayrılması”) 2.Güney Asya’daki Müslümanların sorunları (Afganistan ve Pakistan “Keşmir”) 3.Güneydoğu Asya’daki Müslümanların sorunları (Endonezya’daki ayrılıkçı hareketler)

Hizb-ut Tahrir’in Irak sözcüsü Ebu Zeyd ise Irak sorununu işlediği konuşmasında Irak’ın İslam tarihindeki ve günümüzdeki önemine değindi. Ebu Zeyd şöyle konuştu: “Batı emperyalizmin Irak üzerinde nasıl oynandığını görüyoruz. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle Avrupa ve Amerika emperyalizmini Irak’ın merkezine taşımış oldu. Bu bozguncular bugün Irak toprakları üzerinde kan kusmaktadırlar. Felluce, Necef ve diğer kentlerde dökülen kanlar bilinmektedir. Mezhepsel ayrılıklar kışkırtılmakta ve Müslümanları kendi aralarında çatışır duruma getirmiştir. Bugün bu ayrılıklar Müslümanların temel problemi olmuştur. Saddam döneminde Kürtler ve Şiiler ezilirken bugün Suniler Amerika’nın desteğiyle beraberce Sunniler ezilmektedir. Bundan kurtulmanın ana kaynağı Amerika’nın ülkeden atılmasıyla mümkündür.”

4.Batı ve Orta Asya’daki Müslümanların sorunları ( Türkiye “Kıbrıs”, “Kafkaslar, Doğu Türkistan”) İkinci Kısım: Batıdaki Müslümanlara Yapılan Saldırılar Üçüncü Kısım: Müslümanları ve Gayrimüslimleri ilgilendiren uluslararası Genel Sorunlar: 1.ABD’de başlayıp dünyaya yayılan uluslar arası ekonomik kriz 2.Küresel nükleer enerji krizi ve özellikle İran’daki barışçıl nükleer enerji. Açılış konuşmacısı Fâdi Abdullatif, İslam dünyasındaki sorunları kendi sorunları olarak kabul ettiklerini ve bu sorunların İslam hilafetinin kurulmasıyla çözülebileceğini belirtti. Abdullatif sözlerine devamla: “Hizbut Tahrir; İslam hilafetinin diriltilmesi ve Allah’ın hükümlerinin uygulanması temel siyaseti olarak kabul etmektedir. Tüm sorunlara İslam düşüncesi nazariyesinde değerlendirir ve sorunların çözümünde yine bu nazariye içinde çözülebileceğine inanmaktadır.” şeklinde devam etti.

Japonya İslam Meclisi başkanı Prof. Hasan Kunakata hilafetin gerekliliği üzerinde ayet ve hadisler ışığı altında vurgu yaptı. Türkiye Hizb-ut Tahrir Medya grup başkan yardımcısı Haluk Özdoğan Kıbrıs tarihinden başladığı konuşmasında AK Parti ve Kıbrıs

69

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Haberiniz Olsun Mehmet Ali Talat’ın işbirliğinin temel nedeninin ikisinin de Amerikancı olmalarından kaynaklandığını ileri sürdü. Özdoğan, “Kıbrıs’ın Rumlarla birleşmekle çözüm bulamayacağını ve ancak KKTC’nin lağvedilerek doğru’dan Türkiye’ye bağlanması gerektiğini hatta Türkiye’nin tüm Kıbırıs’ı ele geçirmesi gerektiğini ifade etti. Özdoğan, Kıbrıs sorununun Ada’nın Türkiye’ye bağlanmasından sonra İslam hilafetinin kurulmasıyla nihayete ereceğini savundu.

lafet devletinin kurulması gerektiği üzerinde ısrarla duruldu. BAZI KATILIMCILAR ENGELLENDİ Gazetemiz yazarlarından Sait Şahin ve Feyzullah Zerey’in de katıldığı toplantıya yazar Mustafa Özcan ve Ahmet Varol söz alarak görüş ve düşüncelerini aktardı. Suriye, Afganistan, Hindistan ve Endonezya’dan toplantıya katılmak isteyen katılımcılara engel olundu. Vize alamayan bu ülkelerin vatandaşları geçen sene de Endonezya’da yapılan toplantıya katılamamışlardı.

Konferans’a Türkiye’den Özcan ve Varol dışında Köklü Değişim Dergisi, Vuslat Dergisi, Mustazaf-Der ve Özgür-Der yetkilileri de katıldı.

Doğru Haber Gazetesi

YABANCI BASINDA ÇIKAN HABERLER

TimeTürk

İSLÂM ÂLEMİNİN SORUNLARI BEYRUT’TA MASAYA YATIRILDI

Hizb-ut Tahrir’in istediği Hilâfet’in SünnîŞiî ayrımı yapmayan İslâmî bir Hilâfet olduğunu, ne Sünnî ne de Şiî Hilâfeti biçiminde olmadığını, buna rağmen bilhassa Lübnan’daki Hristiyan güç odaklarının Hizb-ut Tahrir’in çalışmalarını sınırlandırmak için çaba sarfettiğini, örneğin Hizb-ut Tahrir’in Beyrut’ta düzenlediği uluslararası konferans öncesinde Enerji ve Sular Bakanı Cibran Bâsîl’in, Lübnan devletini, anayasasını ve meşru varlığını tanımayan bir partiyi Bilgilendirme ve İhbar Yasası çerçevesinde nasıl değerlendirdiğine dair Hükümete bir soru önergesi sunduğunu, ancak Hükümetin, gizli çalışmadıkları sürece herhangi bir partinin faaliyetlerinin yasaklanamayacağı değerlendirmesiyle bu önergeye karşılık verdiğini yazdı.

Uluslararası ve bölgesel sorunlara Hizbut Tahrir’in bakışı” adlı konferans geçtiğimiz pazar günü Lübnan’ın başkenti Beyrut’a düzenlendi. Lübnan askeri güçlerinin yoğun güvenlik önlemleri aldığı toplantı iki oturumda gerçekleştirildi. İlk oturumda İslam dünyasının sorunları ve Hizb-ut Tahrir’in çözümleri anlatılırken İslam dünyasının kanayan yarası Filistin’in sorunlarına değinildi. İsrail’i meşru görenlerin hıyanet işlediği, onlarla sulhun caiz olmadığı ve ashabı kiramdan bu yana kanlı bir mücadelenin yapıldığı ve tek çözüm yolunun bu olduğu vurgulandı. HİLAFET KURULMALI Sudan, Pakistan, Afganistan, Keşmir, Endonezya, Kıbrıs, Kafkaslar adına görüşlerini anlatan konuşmacılar bu ülkelerin tarihi geçmişinden başlamak üzere günümüzdeki sorunlarını ve çözüm yollarını dile getirdi. Hilafetin kaldırılmasıyla beraber işgal edilen İslam topraklarının ancak cihad yoluyla tekrar geri alınacağına ve bunun yolunun da hi-

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Lübnan / El-Beled Gazetesi Enerji ve Sular Bakanı Cibran Bâsîl’in yaptığı açıklamada, Hizb-ut Tahrir’in böyle bir konferans düzenleyeceğini öğrendiğinde çok şaşırdığını dile getirdiğini, yapılan son Ba-

70


Haberiniz Olsun kanlar Kurulu toplantısında bu partinin yayınları ve fikirleri hakkında bir dosya sunduğunu, söz konusu partinin faaliyetlerinin yol açabileceği muhtemel güvenlik endişelerini içeren raporların dikkate alınması gerektiğini ifade ettiğini, İçişleri Bakanı’nın ve bilahare Başbakan’ın olumlu karşılıklar verdiğini ve İçişleri Bakanı’nın konferansın toplanmasına engel olunacağını, yani iptal edileceğini söylediğini, ancak konferansın yine de düzenlendiğini ve bakanın, medya aracılığıyla Başbakana ve İçişleri Bakanı’na son derece sert bir üslupla bunun ne anlama geldiğini, Bakanlar Kurulu’nda verilen sözlere ne olduğunu sorduğunu yazdı.

de benzer güvenlik önlemleriyle baskı altında tutulduklarından normal karşılandığını, konferansta İslâmî cemaatlerin heyetlerinin yanı sıra eski Lübnan Başbakanı Necib Mikâtî gibi önde gelen şahsiyetlerin temsilcilerinin hazır bulunduğunu, Hizbullah’ın müttefiki olan et-Tayyar-ul Vatanî el-Hurr (Hür Vatanî Hareket)’in Hizb-ut Tahrir’in yasaklanması çağrılarında bulunmasına rağmen Hizbullah yetkililerinin konferansa katıldığını, Hizbullah temsilcisi Şeyh AbdulMecid Ammâr’ın “Hizb-ut Tahrir’deki kardeşlerimizi kısıtlamaya yönelik her tür yasaklama çağrılarını reddediyoruz, Hizbullah’ın bu konferansta hazır bulunması gayet doğaldır, bu bizim Hizb-ut Tahrir’in konferanslarına ilk katılışımız değildir, Hizbullah ile Hizb-ut Tahrir arasında ortak meseleler ve ortak kaygılar vardır. İster Hilâfet konusunda, ister İran’ı eleştirmesi konusunda olsun, birtakım farklılıklar olsa da, genel anlamda Hizb-ut Tahrir’in programını bütünüyle tasvip ediyoruz. Her iki parti de aynı hat üzerinde buluşmaktadır” şeklinde konuştuğunu, Hizb-ut Tahrir temsilcisi Ahmed el-Kasas’ın da özellikle 2007’de Endonezya’da 100 binden fazla insanın katıldığı Hilâfet Konferansı’ndan sonra Hizb-ut Tahrir aleyhinde başlatılan kampanyanın Amerikan büyükelçiliği kaynaklı olduğu, bazı odakların yoğun uğraşlarına rağmen Hükümet içindeki bazı bakanların, askeri kanadı olmayan ve hiçbir şekilde şiddeti tasvip etmeyen siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir’in yasaklanmasına karşı çıktığı şeklinde konuştuğunu, sayın el-Kasas’ın Hilâfet, Hizb-ut Tahrir ve bu konferans hakkında pek çok soruya açıklayıcı yanıtlar verdiğini, konferansın İslâmî topraklarda Müslümanların karşılaştığı acıları ve zulümleri anlatan bir sinevizyon gösterimiyle başladığını, daha sonra sırasıyla konuşmacıların söz aldıklarını yazdı. Lübnan / El-Livâ Gazetesi

Lübnan / El-İn’ikâd Gazetesi Küresel İslâmî bir parti olan Hizb-ut Tahrir’in Beyrut’taki Bristol Hotel’de Lübnan dışından çok sayıda katılımcının hazır bulunduğu büyük bir konferans düzenlediğini, konferansta devletlerarası ve bölgesel sıcak meselelerin, bilhassa İslâmî Âlem ile ilgili Filistin, Irak, Kafkasya vesair konuların, ayrıca Batı’daki Müslümanların karşılaştığı sıkıntıların ele alındığını, konferansın sıkı güvenlik önlemleri içerisinde toplandığını, tertipten sorumlu yetkililerin resmi makamlara verdikleri sözleri harfiyen yerine getirdiklerini, konferansın sakin bir şekilde gerçekleştirildiğini yazdı. Lübnan / el-Ahbâr Gazetesi Hizb-ut Tahrir’in Beyrut’ta sıkı güvenlik önlemleri arasında düzenlediği uluslararası konferansın önde gelen katılımcıları arasında Lübnan Hizbullahı’nın yetkilileri bulunduğunu, bazı katılımcıların yaşadıkları sorunlar yüzünden gelemediklerini, konferansın toplandığı otelin askerler tarafından güvenlik çemberi içine alındığını, fakat bunun parti yetkilileri tarafından daha önce

71

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Haberiniz Olsun “Hilâfet Şimdi!” sloganıyla Beyrut’ta konferans düzenleyen Hizb-ut Tahrir’in Lübnan’daki medya yetkilisi Ahmed elKasas’ın, partilerinin Lübnan’a özel olmadığını, Lübnan’ın partinin çalışmalarını yürüttüğü, çeşitli aktivitelerini gerçekleştirdiği ve yayınlarını bastığı İslâmî beldelerden yalnızca biri olduğunu, Hilâfet’in şiddete başvurulmaksızın kurulacağını, partilerinin şiddete dayalı hiçbir yöntemi ve aracı kesinlikle tasvip etmediğini, bu süreçte hiçbir ülkede fitne tohumları ekilmesini ve iç savaş çıkarılmasını asla kabul etmeceğini söylediğini yazdı.

Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerini bitirmeye yönelik küresel çapta bir saldırı ve sindirme politikası sürdürülmesine rağmen hedefleri gerçekleşinceye dek çalışma programlarını değiştirmediklerini ve değiştirmeyeceklerini, dolayısıyla asla şiddete başvurmayacağını ve tasvip etmeyeceğini, Hizb-ut Tahrir’i bir terör örgütü ve üyelerini terörist gösterme çabalarının beyhude olacağını söylediğini, 18 farklı dinî topluluğun birarada bulunduğu Lübnan gibi bir ülkede yetkililerin Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında denge kurmak kaygısıyla hareket ettiklerini ve aralarında anlaşmazlıklar çıktığını yazdı.

Bahreyn / el-Hayat Gazetesi

el-Kuds - Filistin / Earthtimes.org Hizb-ut Tahrir’in önceki gün Beyrut’ta “Hizb-ut Tahrir’in sıcak devletlerarası ve bölgesel meselelere ilişkin tutumu” başlığı ile düzenlediği konferansta, “Müslümanların beldelerinde saldırıya uğrayan İslâmî meseleler”, “Batı’da İslâm’a ve Müslümanlara saldırılan meseleler” ve “Müslümanlara ve ötekilere dokunan genel devletlerarası meseleler” gibi konuların ele alındığını yazdı.

Hizb-ut Tahrir tarafından Beyrut’ta düzenlenen konferansın İç Güvenlik Kuvvetleri tarafından sıkı bir kuşatma altına alındığını, normal güvenlik önlemlerine ek önlemler alındığını, Hizb-ut Tahrir’in Lübnan Medya Bürosu Başkanı Ahmed el-Kasas’ın “Temmuz 2006’dan beri Lübnan’da karşılaştığımız en haşin kampanya budur, güvenlik birimleri bu konferansı bizi yasaklamak için bir fırsat olarak değerlendirdiler, fakat başarısızlığa uğradılar, bu baskıların sorumlusu olan güvenlik birimleri, Amerikan büyükelçiliğinden talimat alıyorlardı” şeklinde konuştuğunu, Hizb-ut Tahrir’in Merkezi Medya Bürosu Başkanı Osman Bahhâş’ın da İslâmî Hilâfet’i kurma metodunun Cihâdı içermediğini, tamamen barışçıl fikri-siyasi çalışmalara dayalı olduğunu, İslâmî Hilâfet’in Müslümanlar için son derece doğal ve kaçınılmaz bir farz ve siyâsî gereklilik olduğunu, tüm Arap rejimlerinin Batı yanlısı olduğunu, dolayısıyla muhasebe edilmeleri ve değiştirilmeleri gerektiğini söylediğini yazdı.

Ürdün / Er-Ra’y Yemen, Lübnan ve Birleşik Arap Devletleri’nde serbestçe faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir’in değişik ülkelerden yaklaşık 500 kişinin katılımıyla Beyrut’un merkezindeki Bristol Hotel’de düzenlediği konferansta “işgalci haçlılara direniş” çağrısında bulunulduğunu, partinin Müslümanları fikir ve ikna yoluyla mevcut yönetimleri, çoğunluğu Müslüman olan ülkeleri birleştirecek küresel bir İslâmî Hilâfet’e barışçıl bir şekilde dönüştürmeyi hedeflediğini, iki gün sürecek konferansın İslâmî Hilâfet’in Türkiye’de yıkılmasının 89. yıldönümü münasebetiyle düzenlendiğini, Hizb-ut Tahrir’in Lübnan’daki Medya Bürosu Başkanı Ahmed el-Kasas’ın,

Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Lübnan / Daily Star

72


Esma SIDDIK

Y

manların genelindede tatil deyince akla, sorumluluklardan ve bunların meydana getirdiği sıkıntılardan uzaklaşmak, gelmektedir.

az geldi ve dünya genelinde tatil havası oluştu. Güneş, sahil ve deniz üçlüsünün büyüleyici tablosu, insanların düşlerini süslemeye başladı.

Batı’nın içini bu manada doldurmuş olduğu tatil mefhumu İslam’ın esasına aykırıdır. Zira insanoğlu dünya hayatı boyunca çok önemli bir emaneti yüklenmeyi kabul etmiştir. Allah Celle Celaluhu şöyle buyurmuştur:

Tatil kelimesi tüm dünyada çok ilginç bir fenomen haline gelmiştir. Tatil günlerinin başı ve sonunda oto yollarda uzun uzun kuyruklar oluşur, bazı şehirler dolar taşar. Medya, “Yaz geldi. Atın bütün sıkıntılarınızı, tüm sorumluluklarınızı evde bırakın ve eğlenin” gibi mesajlar verir. Özel tatil programları yayınlanır. Diskolarda, barlarda çılgınca eğlenenlerin, sahillerde sere serpe yatanların görüntüleri haber programlarında dahi, seyircilerle paylaşılır. İnsanlar, tatile ihtiyaçlarının olduğundan, tatil havasına girdiklerinden, kafa dinlemek istediklerinden bahsederler.

ِ ‫او‬ ِ ‫ْج َب‬ ِ ‫ض َوال‬ ‫ال َفأَ َب ْي َن أَن‬ ِ ‫ات َوالأَْ ْر‬ َّ ‫ض َنا الأَْ َما َن َة َعلَى‬ ْ ‫إِنَّا َع َر‬ َ ‫الس َم‬ ‫ُوما َج ُهول‬ ِْ‫ْن ِم ْن َها َو َح َمل َ​َها إ‬ َ ‫َي ْح ِم ْل َن َها َوأَ ْش َفق‬ َ ‫ان إِنَّ ُه ك‬ ُ ‫نس‬ ً ‫َان َظل‬ َ ‫ال‬ “Biz; emaneti, göklere, yere ve dağlara arzettik de onlar onu yük­lenmek istemediler. Bundan endişeye düştüler, ama onu in­san yüklendi. Çünkü o çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzap 72)

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ayeti kerimeyle alakalı buyurmuş olduğu sözleri, emanetin neler içerdiğini izah etmektedir; Tirmizî el-Hâkim Ebu Abdillah şu rivayeti kaydetmektedir: Bize İsmail b. Nasr anlattı, o Salih b. Abdullah’tan, o Muhammed b. Yezid b. Cevher’den, o ed-Dahhak’tan, o İbn Abbas’dan rivayetle dedi ki:

Batı’da mefhumlaşmış haliyle tatil, hayatın monotonlaşmış akışına ara vermek, omuzlara yüklenilen sorumluluklardan sıyrılıp, bir kaç gün için dahi olsa, eğlenmek anlamını taşır. İslam toprakları, batılılar veya onların zihniyetinde olanlar tarafından yönetiliyor ve yönlendiriliyor olmasından dolayı Müslü-

73

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Tatilde(mi)yiz! Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Yüce Allah, Âdem’e: Ey Âdem dedi. Şüphesiz ki Ben emaneti gök­lere ve yere teklif ettim. Onlar buna güç yetiremediler. Sen içindeki muhte­vası ile birlikte onu yüklenir misin? Âdem: İçinde neler var ya Rabbi? dedi. Yüce Allah şöyle buyurdu: Eğer sen bunu yüklenirsen, ecir alırsın. Buna ri­ayet etmezsen, azab edilirsin. O da içindekilerle birlikte onu yüklendi...” (Muhammed b. Nasr

laluhu şöyle buyurmaktadır: ‫ُون َيا‬ َ ‫مِمَّا فِي ِه َوَيقُول‬ َّ‫َكب لا‬ ‫اها‬ َ‫ص‬ َ َ ‫ِيرًة إِ أَ ْح‬

ِ ‫َو ُو‬ ‫ِين‬ َ ‫ِين ُم ْش ِفق‬ َ ‫اب َف َت َرى ال ُْم ْج ِرم‬ ُ ‫ض َع ا ْل ِك َت‬ ِ ‫َوْيلَ​َت َنا َم‬ ِ ‫ال َهذَا ا ْل ِك َت‬ َ‫ِيرًة َولا‬ َ ‫صغ‬ ُ ‫اب لاَ يُ َغاد‬ َ ‫ِر‬ َ ِ ‫َو َو َج ُدوا َما َع ِملُوا َح‬ ‫ُّك أ َح ًدا‬ َ ‫اض ًار َولاَ َي ْظل ُِم َرب‬

“Amel defteri ortaya konunca, mücrimlerin, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, ‘Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük hiçbirşey bırakmadan hepsini saymış!’ derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 49)

el-Mervezi, Ta’zimu Kadri’s-Salat, I, 473-474; Deylemî, elFirdevs, III, 175.)

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi insanoğlunun her anı kayıt altındadır ve hesap gününde: “Tatil deydim, o yüzden emirlerini uygulamakta biraz gevşeklik gösAyetlerden de anlaşıldığı terdim, sorumluluklarımı gibi insanoğlunun her evde bırakmıştım” gibi cümleler kabul görmeyecektir. anı kayıt altındadır ve

Buna binaen Cumhur’un görüşü, emanetin, dinin bütün görevlerini, farzları kapsadığı, şeklindedir. (Kurtubi)

Bu ilahi emanet insanın hayatının tamamını ihata etmektedir. Hatta öncesini ve sonrasınıda kapsayacak hesap gününde: “Tatil İnsanoğlunun yaratılışınşekilde derin, geniş ve incedeydim, o yüzden dan ötürü zihni ve bedeni dir. Müslümanın hayatının emirlerini uygulamakta yorulmaktadır. Bundan doher aşamasında, gün be gün, büyük bir titizlikle emanetin biraz gevşeklik gösterdim, layı dinlenmeye ihtiyacı vardır. Ve bu ihtiyacını İslam gerekliliklerini yerine getirsorumluluklarımı evde mekle yükümlü kılınmıştır. bırakmıştım” gibi cümleler gözardı etmemiştir. Şeriata aykırı düşmeyecek şekilde Hayat yolculuğunda emanekabul görmeyecektir. bu ihtiyacını karşılamasına ti biran dahi omuzlarından cevaz vermiştir. Kur’an-ı Kerim, bedeni dinaşağı indirmemesi gerekmektedir. Allah Cellendirmenin bazı şekillerini Müslümanlara le Celaluhu’ya verdiği sözün arkasında durgöstermiştir: malı, hakkını vermelidir, gevşememelidir. Müslüman için emanetin getirdiği sorumluluklardan uzaklaşmak, Allahu Teâlâ’ya kulluğa ara vermek yani İslam’dan tatile çıkmak söz konusu değildir. Mesela Müslüman’ın: “Tatil aylarına girdik, emri bil maruf nehy anil münker ve İslam davasını taşıma farziyetini uygulamaya ara veriyorum, tatilden sonra devam ederim” deme hakkına sahip değildir. Hatta Allah Celle Celaluhu, bu hususla alakalı gönderdiği birçok ayetle bizleri uyarmaktadır. Küçük veya büyük, yapılan her işin hesabını soracağını bildirmiştir. Allah Celle CeAğustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

‫ُم ُس َبا ًتا‬ ْ ‫“ َو َج َع ْل َنا َن ْو َمك‬Uykunuzu bir dinlenme yaptık” (Nebe 9) َّ‫“ َو ه‬Allah, sizin evler ‫للاُ َج َع َل لَ ُك ْم ِم ْن بُيُو ِت ُك ْم َس َك ًنا‬ nizden sükûnet yerleri kıldı.” (Nahl 80) İnsanın zihnini dinlendirebilmesi için Allah Celle Celaluhu yeryüzü ve üzerindekileri kullarının emrine sunmuştur. Allah Celle Celaluhu’nun Kur’an-ı Kerim’de insanoğlunun gözlerini çevirmesi ve bunların vasıtasıyla tefekkür etmesini istediği kainat, dört mevsim ve bunların güzellikleri, deniz,

74


Tatilde(mi)yiz! ormanlar, vs insanoğlu için yaratılmıştır. Ve Allah Celle Celaluhu’nun izin verdiği şekilde Müslümanların bunlara yönelmesinde beis yoktur. Mesela şehrin gürültüsünden uzak, ormanda yapılan bir gezi, piknik, vs insanın zihnini deşarj etmesinde faydalı olacaktır. Hatta Allah Celle Celaluhu’nun yaratmış olduğu doğa ile doğrudan temas Müslüman‘ın mesela tefekkür etmesine, şükür etmesine ve çocuklarına Allah’ın gücünü göstermesine vesile olacaktır.

Kapitalizm sistemini uygulayan devletler görevlerini yerine getirmemekte, hatta kendi görevlerini halklarına yüklemektedirler. Günlük binbir telaş ve kirli bilgi bombardımanıyla insanların zihinleri gereğinden fazla yorulmaktadır. Aynı zamanda bu sistem insanları ezmekte ve sömürmektedir. İnsanları yoran, bunaltan, boğan Kapitalizm sistemidir. İnsanlığın ihtiyacı olan ve arzuladığı şey, esasında tatil değil sükûneti ve istikrarı sağlayacak bir düzendir.

Dünya genelinde insanların bir çoğunda tatile çıkıp sorumluluklardan biran dahi olsa uzaklaşma arzusu, sadece Kapitalizmin halklara empoze ettiği yanlış mefhumlardan kaynaklanmamaktadır. Aynı zamanda, bu arzu, Kapitalizm sisteminin hayatı çekilmez hale getirmiş olduğundan kaynaklanmaktadır.

Bu yüzden yapılması gereken iş, sorumlulukları terk edip İslam’dan tatile çıkmak değil, sükûneti ve istikrarı sağlayabilecek tek ideoloji olan İslam’ı yeryüzüne hakim kılabilmek için aralıksız çalışmaktır.

75

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


BAKARA SURESİ 262-266. AYETLER Esad MANSUR ِ‫َّح َم ِن الر‬ ‫َّحي ِم‬ ْ‫ِس ِم اللّ ِه الر‬ ْ‫ب‬

ِ ‫َه ْم فِي َسب‬ ‫ون َما أَن َف ُقواُ َمنًّا‬ َ ‫ُم‬ َّ ‫ِيل اللّ ِه ث‬ َ ‫ِع‬ َ ‫ِين يُن ِفق‬ َ ‫الَّذ‬ ُ ‫ُون أَ ْم َوال‬ ُ ‫ال يُ ْتب‬ َّ ‫ون‬ َ ‫ِم َو‬ َ ‫ِم َو‬ َ ‫َو‬ ٌ ‫ال َخ ْو‬ َ ُ‫ال ُه ْم َي ْح َزن‬ ْ ‫ف َعل َْيه‬ ْ ‫ال أَذًى ل ُه ْم أَ ْج ُرُه ْم ِعن َد َربِّه‬

mayan ve eziyet etmeyenlere mükâfatın var olduğunu göstermiştir. Bunun manası; Müslüman’ın niyeti Allah için tam halis ve sadık olursa, başa kakmaya veya eziyet etmeye hiç yönelmiyorsa sevapları katlanır. Onlara korku yoktur ve de azaba çekilmeyeceklerdir. Çünkü başa kakarsa ve eziyet ederse hem mükâfat alamaz hem de sevapları katlanmadığı gibi yaptığı işin hiç sevabı yoktur. Onlara ancak korku vardır, azaba çekileceklerdir ve de üzüleceklerdir. Neden üzülecekler denirse; hem paralarını boşa harcayıp kaybettikleri için, hem sevap kazanmadıkları için, hem de başa kaktıkları ve eziyet ettikleri için azap göreceklerdir.

“Mallarını Allah yolunda infak edip sonra da verdiklerinin ardından başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara 262) Bundan önceki ayette Allahu Teâlâ mallarını Allah uğrunda harcayanları övüp mükâfatları gösterirken her kuruşu (verilen sadakayı) buğday tanesine benzetti. Bir buğday tanesinden bir başağı yetişir, her başakta da yüz başak tanesi yetişir. Allah uğrunda harcanan her kuruş yüz sevap getirir. Ayrıca Allahu Teâlâ istediği kimsenin bu sevaplarını katlar. Bu katlama her insanın durumuna göre gerçekleşir. Eğer Müslüman’ın Allah uğrunda harcadığı paraya muhtaç olmasına rağmen harcarken niyeti daha sadık ise harcadığının karşılığı yüzlerce defa katlanır.

Müslüman sırf Allah için harcamalıdır. O zaman Rabbisinin yanında sevabı vardır, onun için korku yoktur, azaba çekilmeyecektir ve bu nedenle üzülmeyecektir. Eğer; “ben o kadar harcadım, ben Allah uğrunda harcadım” diyerek diğerlerine göstererek başa kakarsa, diğerlerini kendisine minnettar olduklarını göstermeye çalışıp eziyet etmiş olur. Nitekim sadakalar, Allah uğrunda harcamalar ne

Bunu pekiştirmek için ondan sonra gelen ve tefsir etmeye çalıştığımız ayette; mallarını Allah uğrunda harcayıp sonra başa kakAğustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

76


Bakara Suresi 262-266. Ayetler kadar gizli tutulursa Allah nezdinde o kadar makbul, kabul edilmiş olur. Çünkü Müslüman sırf Allah için sadaka vermiş ve harcama yapmış olur.

gelecek sadakadan daha hayırlıdır diyerek beyan etmiştir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunu şu hadiste pekiştirerek şöyle buyurmuştur:

Allah uğrunda harcama bir ibadettir. Allah’a ibadet edilirken hiç bir şekilde şirk koşulmaması gerekir. İbadette şirk ise; Allah için bir ibadet yapılırken başkalarına gösteriş amaçlıdır. Veya başka bir niyeti katmaktır. Oysa Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Üç kişi vardır, cennete girmeyecektir: Anne babasının hukukuna riayet etmeyen kimse; içki düşkünü olan kimse; sadaka verdiğinde başa kakan kimse.” (Nesâî) Bunun manası; bunların günahları o kadar büyük ki sanki cennete giremeyecekler, çok azap çekeceklerdir.

‫ِبا َد ِة‬ ْ ‫ِحا َولاَ يُ ْشر‬ َ ‫َف َمن ك‬ َ ‫ِك ِبع‬ ً ‫صال‬ َ ً‫َان َي ْرُجو لِقَاء َربِّ ِه َفل َْي ْع َم ْل َع َملا‬ ‫َربِّ ِه أَ َح ًدا‬

Allahu Teâlâ zengindir, sadakaya muhtaç değildir. Sadakanın hayrı ancak sadık ve samimi niyete sahip olana döner. Allahu Teâlâ gökleri ve yeryüzünü yarattı, bunlarda ne varsa hepsi O’nun mülküdür. İnsana rızkı veren de Allah’tır. Bu nedenle O muhtaç değildir. Allah sadece insanı imtihan ediyor. İnsana rızık verdiği zaman ona diyor ki; sırf benim için sadaka ver, bu şekilde bana teşekkür etmiş olursun. İnsan bu şekilde yaparsa imtihanı geçmiş, başarmış olur. Yoksa başaramayanlardan olup cehennemliklerden olur.

“…Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiç kimseyi O’na ortak koşmasın!” (Kehf 110) Buna binaen Müslüman amel yaptığında sırf Allah için salih bir şekilde amel yapsın. Sadaka verirken, namaz kılarken, cihad ederken, daveti yüklenirken nefsiyetini güçlendirmek için mücadele etmeli ki niyeti sırf Allah için halis olsun. ‫ِي‬ ٌ ‫َّع ُر‬ ٌّ ‫ص َد َق ٍة َي ْت َب ُع َهآ أَذًى َواللّ ُه َغن‬ َ ‫وف َو َم ْغف‬ ْ ‫َو ٌل م‬ َ ‫ِرٌة َخ ْي ٌر مِّن‬ ْ‫ق‬ ‫ِيم‬ ٌ ‫َحل‬ “Güzel söz söylemek ve mağfiret dilemek, arkasından eziyet gelecek sadakadan daha hayırlıdır. Allah Ğaniyy’dir ve Halîm’dir.” (Bakara 263)

Allah hilm sahibidir. Bunun manası; hemen insana ceza vermiyor, tövbe etmesi için ona mühlet veriyor. Hilm sabrın en yüksek derecesidir. Allahu Teâlâ’nın sıfatlarındandır. O kendisine karşı gelenlerin azgınlığını, kötülük yapanların kötülüğünü gördüğü halde onlardan intikam almakta acele etmiyor. Pişman olup tövbeleri etmeleri için fırsat tanıyor. Kendisine sığınanları boş çevirmiyor. Eğer tövbe etmeden bu hal üzere kalır ve bu hal üzere ölürse cehennemde azaba uğrar.

Başa kakmak ve gösteriş yapmak gibi eziyeti Allahu Teâlâ reddetti. Bu tür davranışlar hayır işini bozar. Böylesi davranışlarda bulunmak Allah için değil insan kendisine şöhret sağlamak için veya herhangi bir menfaat temin etmeye yönelik olur. Ne yazık ki böyle yapmakla da Allah’a ibadet hususunda şirk koşmuş olur. Allah ondan bu amelini kabul etmez. Bu nedenle Allahu Teâlâ diğer Müslümanlara dua etmek, onlara iyiliği göstermek, incitici, kötü ve kaba söz söylemeyip güzel söylemek, onları affedip Allah’tan onlara mağfiret dilemeyi arkasından eziyet

‫ص َدقَا ِتكُم بِال َْم ِّن َواألذَى كَالَّذِي‬ َ ‫آمنُوْا‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َيا أَي‬ َ ‫ِين‬ َ ‫ال تُ ْب ِطلُوْا‬ َّ ِ ‫ِن بِاللّ ِه َوال َْي ْوِم‬ ِ ‫َمث‬ ‫َل‬ ِ ‫ِق َمالَ ُه ِرَئاء الن‬ َ ‫اس َو‬ ُ ‫يُنف‬ ُ ‫ال يُ ْؤم‬ َ ‫اآلخ ِر َف َم َثلُ ُه ك‬ َّ َ ٌ ‫ون َعلَى َش ْي ٍء‬ ٍ ‫ص ْف َو‬ َ ‫ِر‬ ٌ ‫ان َعل َْي ِه تُ َر‬ ُ ‫ص ْل ًدا ال َي ْقد‬ َ ‫ص َاب ُه َوابِل َف َت َرَك ُه‬ َ ‫اب َفأ‬ َ ‫ِين‬ ‫ِر‬ ‫ف‬ ‫َا‬ ‫ك‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫َو‬ ‫ق‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ِي‬ ‫د‬ ‫ه‬ ‫ي‬ ‫ال‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫ال‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ب‬ ‫َس‬ ‫ك‬ ‫َّا‬ ‫ِّم‬ ‫م‬ ْ ْ ّ ْ َ َ َْ ُ َ ُ َ َْ “Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gü-

77

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Bakara Suresi 262-266. Ayetler ları zorla kâfirliğe sürüklemez, ancak O inanmalarını talep ediyor, iman etmeleri için onları zorlamıyor. Nitekim insan hidayet ve dalalet kabiliyetine sahiptir. Allah bu kabiliyeti veya özelliği insanda yaratmış ve onu serbest bırakmıştır.

nüne inanmadığı halde, insanlara gösteriş için malını harcayan adam gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Bunun durumu, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayaya benzer ki, şiddetli bir sağanak iner de onu kupkuru bırakır. Onlar, kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah kâfirleri hidayete erdirmez.”

Allahu Teâlâ kâfirleri hidayete erdirmeyeceğini, kâfirlerin kazandıkları amellerin boşa çıkacağını açıklarken buna minnet ve eziyet etmek üzere ısrarlı olanların sadakaları ve Allah uğrunda harcadıklarını da ekleyerek asla kabul etmeyeceğini bildirmektedir. Onlar boşuna harcıyorlar ve bu hal üzere oldukları müddetçe de hiç sevap kazanamayacaklardır.

(Bakara 264)

Allahu Teâlâ, sadaka verilirken, Allah yolunda harcarken başa kakıp minnet ve eziyet etmeyi bu ayette kötüleyip yasaklığını pekiştiriyor. Müminleri böylesi davranışlardan kesin şekilde nehyediyor. Böyle davranışta bulunanları Allah’a ve ahirete inanmayan, malını gösteriş ‫َه ُم ْاب ِت َغاء‬ ُ ‫َو َمث‬ َ ‫ِين يُن ِفق‬ َ ‫َل الَّذ‬ ُ ‫ُون أَ ْم َوال‬ için harcayanlara benzetmişKâfir insanlar kâfirlikleri َ ِ ِ ِ ‫ض‬ ِ ‫َمث‬ ‫َل َجنَّ ٍة‬ ‫ك‬ ‫ِم‬ ‫ه‬ ‫س‬ ‫ف‬ ‫ن‬ ‫أ‬ ‫ِّن‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫ت‬ ‫ِي‬ ‫ب‬ ‫ث‬ ‫ت‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫ال‬ ‫ات‬ ّ َ ‫َم ْر‬ َ ْ ُ ْ ً َْ​َ tir. Bu benzetme pek ağırdır. üzerinde ısrarlı kaldıkları ‫ِل َفآ َت ْت أُ ُكلَها ِضع َفي ِن‬ ٌ ‫ص َاب َها َواب‬ ْ ْ َ َ‫ب‬ َ َ‫ِرْب َوٍة أ‬ Bunun manası; bu davranış, ٌّ َّ müddetçe Allah onları ٌ ‫ص ْب َها َواب‬ ِ ُ‫َفإِن ل ْم ي‬ ‫ُون‬ َ ‫ِما َت ْع َمل‬ َ ‫ِل َف َطل َواللّ ُه ب‬ sadaka verirken ve Allah’ın hidayete erdirmez. Fakat ِ ‫َب‬ ‫ير‬ ٌ‫ص‬ uğrunda harcarken başa kakinanmayı düşünürlerse mak, minnet ve eziyet etme“Mallarını, Allah’ın hoşAllah onları imanı nin haram olmasından dolayı nutluğunu kazanmak ve bulmaları için yardım eder pek büyüktür. Çünkü göstekendilerinde olan (imanı) ve muvaffak kılar. riş için malını harcayanların sağlamlaştırmak için harcadurumu kâfirlere benzetildi. yanların durumu ise, yükAyrıca böylesi bir davranış şuna benzetildi: sekçe bir tepede bulunan, oraya sağanak Üzerinde biraz toprak bulunan kaya üzerine yağmur isabet edince meyvelerini iki misli şiddetli bir sağanak iner fakat etki etmeyip veren bir bahçeye benzer. Sağanak yağmur onu kupkuru bırakır. Zira kâfirin sadakaları olmasa da orada bir çisinti vardır. Allah, imana dayalı olmadığı için hiç sevabı yoktur. yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Bakara 265) Aynen biraz toprak bulunan kayaya şiddetli Bu ayette harcamak; sırf Allah’ın rızabir sağanağın inip onu kupkuru bırakması sı için, Allah’a tam inançla ve iman üzerine gibidir. Kazandıkları yani verdikleri sadakasebatlılık göstererek olması gerektiği vurları boşa çıkıyor. gulanıyor. Gösteriş içinse asla caiz değildir, Kâfir insanlar kâfirlikleri üzerinde ısrarlı kabul de edilmez. Daha doğrusu bu şekilde kaldıkları müddetçe Allah onları hidayete harcayan kimse günah işlemiş, boşuna paerdirmez. Fakat inanmayı düşünürlerse Alrasını harcamış olur. Nitekim sadaka, zekât lah onları imanı bulmaları için yardım eder vermek, Allah uğrunda harcamak birer ibave muvaffak kılar. dettir. Yapılırken sırf Allah için olmalıdır. Burada Allah için niyet etmek temeldir. Sırf İşte, “Allah kâfirleri hidayete erdirmez” Allah’ın rızası için ve Allah uğrunda harcaifadesinin manası budur. Oysa Allah insanAğustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

78


Bakara Suresi 262-266. Ayetler itaat etmekle ilgili ameli yapan zengine benzer. Bu zengin Allah’a itaat ederek hayırlı işler yaptı, bundan sonra Allah ona şeytanı gönderdi, bu adam aldanıp Allah’a isyan eden amelleri yapmaya başladı. Bu şekilde bu zengin adam bütün yaptığı itaatli amelleri batırıp haramla örtmüştür.”

yan müminlerin sevapları katlanır. Bu tepe üzerindeki bahçeye benzer. Zira tepe üzerindeki ağaçlar daha verimli olur, güneş onlara daha çok yansır ve bol rüzgâr eser. Bu nedenle yağmur yağınca tepedeki toprak daha verimli, meyvesi bol olur.

(Bu manada Buhari’den bu rivayet nakledilmiştir.)

İşte, sırf Allah’ın rızası için yakîni kesin imanla verilen sadaka, Allah uğrunda yapılan cihad ve İslam daveti için yapılan harcamanın sevabı katlanır. Allahu Teâlâ bu şekilde harcayan kimseleri görüyor ve niyetlerini biliyor. Müslüman Allah’ın kendisini gördüğünü ve niyetini bildiğini düşünerek hareket temelidir. Böyle olunca Müslüman sırf Allah’ın rızası için ve tam imanla işini yapar.

Tirmizi ile Hâkim’in (Ebû Hureyre RadiyAllahu Anh’dan) rivayet­lerinde, Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü olduğu vakit Allahu Teâlâ (şekil, hareket, cihet ve mesafeden münezzeh olduğu halde) hesaplarını görmek üzere kul­larına tecelli eder. Kullarının tümü dizüstü çökmüş şaşkın ve peri­şan vaziyettedir. İlk hesaba çağırdığı, Kur’an’ı ezberleyen hafızlar, Allah yolunda savaşıp ölenler ve zenginlerdir. Allahu Teâlâ okuyucuya:

ٍ ‫ُون لَ ُه َجنَّ ٌة مِّن َّن ِخ‬ ٍ ‫يل َوأَ ْع َن‬ ‫اب َت ْجرِي مِن‬ َ ‫ُم أَن َتك‬ ْ ‫أَ​َي َوُّد أَ َح ُدك‬ ِّ َّ َ ‫ِها ا‬ ِ ‫ِيها مِن كُل الث َم َر‬ ‫ِب ُر َولَ ُه ذُرِّيَّ ٌة‬ َ ‫ص َاب ُه ا ْلك‬ َ ‫ار لَ ُه ف‬ ُ ‫أل ْن َه‬ َ ‫َت ْحت‬ َ َ‫ات َوأ‬ َ ‫ُم‬ َ ‫َت َك َذل‬ ْ ‫اح َت َرق‬ ُ ُ ‫ِك يُ َبي‬ ٌ ‫ار فِي ِه َن‬ ٌ‫ص‬ ْ ‫ار َف‬ َ ‫ص َاب َها إِ ْع‬ َ ‫ض َع َفاء َفأ‬ ُ ‫ِّن اللّ ُه لَك‬ َّ َّ ِ ‫اآلي‬ ‫ون‬ َ ‫ُم َت َت َفك ُر‬ َ ْ ‫ات ل َ​َعلك‬

“ Rasulüme indirdiğim Kitabı (Kur’an’ı) sana öğretmedim mi?” diye sorar. Okuyucu:

“Sizden biri arzu eder mi ki, hurma ve üzüm bağları bulunan ve içinden ırmaklar akan, ayrıca içinde meyvenin her çeşidi bulunan bir bahçesi olsun da, tam kendisine ihtiyarlık çöküp, küçük ve güçsüz çocuklarının bulunduğu bir anda ateşli bir kasırga kopsun ve bahçesini kasıp kavursun? İşte Allah, ayetlerini, düşünesiniz diye böyle açıklıyor.” (Bakara 266)

“Evet, öğrettin, ya Rab” der. Allahu Teâlâ:

İslam Hilâfet Devleti’nin ikinci Halifesi olan Hz. Ömer bir sefer sahabelere şunu sordu: “Bu ayet kimin hakkında nazil oldu biliyor musunuz?” Dediler ki; “Allahüâlem/Allah daha iyi bilir.” Halife Ömer onlara kızıp şöyle dedi: “Biliyoruz veya bilmiyoruz deyin.” İbni Abbas; “Ey Emir-ul müminin! Bu ayet hakkında söyleyeceğim vardır” dedi. Halife Ömer ona dedi ki; “Ey yeğenim! Onu söyle ve kendini küçük görme!” İbni Abbas dedi ki; “Bir amel hakkında misal olarak verildi.” Ömer dedi ki; “Hangi amele benzetildi?” İbni Abbas dedi ki; “Allah’a

“Belki bunları yaparken (Benim rızamı değil, halkın teveccü­hünü arıyor ve) “falana ne okuyucudur?” denmesini istedin ve ha­ kikaten de öyle dediler, buyurur. Zengin getirir ve Allahu Teâlâ ken­disine:

“O halde bu öğrendiğin ile ne amel ettin?” diye sorar. Okuyucu: “Gece gündüz senin rızan için okudum ve okuttum,” der. Allahu Teâlâ ona: “Yalan söyledin, buyurur. Melekler de ona: “Yalan söyledin” derler. Allah:

“Size, hiç kimseye muhtaç olmayacak şekilde, servet vermedim mi?” buyurur. Zengin: “Evet, verdin, ya Rab,” der. Allahu Teâlâ: “O halde sana verdiğim bu servet ile ne amel yaptın?” diye sorar. Zengin:

79

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ağustos 2010


Bakara Suresi 262-266. Ayetler “(Senin rızan için) akrabamı görüp gözettim, fakir ve yoksul­lara tasaddukda bulundum” der. Allahu Teâlâ:

de insanın hali; hurma ağaçları, üzüm bağları ve her tür meyveyle dolu olan, içinden nehir geçen bahçeye sahip olan kimsenin, yaşlandığında ateşli bir kasırganın gelip bu bahçeyi kasıp kavurarak elini boşa çıkarmasına benzetildi. Bu yaşlı adamın zayıf zürriyeti ve küçük çocukları vardır. Bahçesi yandı ve hiç mülkü ve malı kalmadı. Hem kendisi hem de çocukları aç ve perişan oldu.

“Yalan söyledin, buyurur. Melekler de: “Yalan söyledin” derler. Allahu Teâlâ: “Belki bundan yapmakla, “Falancı ne cömerttir?” denmesini is­tedin ve böyle de dendi, buyurur. Sonra Allah yolunda öldürülen ge­tirilir, Allahu Teâlâ ona:

İşte, Müslüman eğer belli döneme kadar salih amel yapıyor, Allah uğrunda harcıyor, İslam için mücadele ediyor ve Allah’ın hâkimiyetini tesis etmek için çalışıyor, ondan sonra bütün bunlardan vazgeçip kendini dünyaya kaptırıyor, sırf malla mülkle meşgul oluyor, İslam davetini taşıyanların aleyhine çalışmaya başlıyor veya zalim yöneticilerin hükümetlerine katılıp küfür kanunları uygulamaya başlıyor veya kafir veyahut zalim rejimlerin lehine çalışmaya başlıyorsa ziyana uğrayanlardan olmuş olur. Maalesef geçmişte olduğu gibi bu asırda da böylesi insanlar mevcuttur. Bu nedenle Müslüman ölüm gelinceye kadar hayır ve iyiliği yapmaya ve daveti yüklenmeye devam etmek için mücadele etmeye gayret sarfetmelidir. Kendini şeytan ve nefsin vesveselerinden korumak için mücadele etmelidir. Davada sebat etmiş diğer insanları bundan caydırmaya meyletmesinler.

“Niçin öldürüldün?” diye sorar. Adam: “Senin yolunda cihad ile emrolundum ve öldürülünceye kadar savaştım,” der. Allahu Teâlâ; “Yalan söyledin,” buyurur. Melekler de; “Yalan söyledin” derler. Sonra Allah: “Belki “Falancı ne kahraman, ne cesur bir adamdır” denmesini istedin ve bu da dendi,” buyurur. (Râvi Ebû Hureyre RadiyAllahu Anh diyor ki:) Sonra Rasûl-i Ek­rem eli ile dizime vurarak: “Ey Ebû Hureyre, kıyamet günü yalın ateşin ilk kaplayacağı bu üç sınıf insandır” buyurdu.” Daha önceki ayetlerde Müslüman’ın salih amelini yaparken başa kakmak, minnet ve eziyet etmekle onu fesada uğrattığı açıklanmıştır. Bundan sonrasında ise hayatı boyunca iyi amel yapan Müslüman’ın hayatının son döneminde kötülük yapmaya başlaması ile daha önce yaptığı bütün iyi amellerini yok etti bildirilmektedir.

Nefisle mücadele etmenin manası; insan kendini haram işlemekten vazgeçirmek için mücadele ettiği gibi daveti yüklenmek ve zalimlere karşı çıkmak gibi farzları yerine getirmek için de mücadele etmesi demektir.

Daha önceki ayette gösteriş için, minnet etmek için harcayan Müslüman durumu önce iyi ameli yaptıktan sonra kötülük yapmaya başlayan kimsenin durumuna benzetiliyor. İşte, Allahu Teâlâ misalleri verirken insanları düşündürerek kötülükten vazgeçirip iyilik yapmaya çağırıyor. Bu ayetteki misal Ağustos 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

80




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.