Kişisel Gelişim Dergisi

Page 1


İlk lk olarak 13 Kasım 2009 tarihinde Facebook’ta “Kişisel Gelişim” ismiyle sayfamız yayın hayatına başladı. Kısa bir süre içersinde koruduğu çizgisi ile ilgi çekerek büyük bir kitleye ulaştı ve hala da ulaşmakta. Birçok kaliteli makale, özdeyiş ve videoyu insanlara sunan bir bilgi merkezi haline geldi. Yalnız Facebook’un kısıtlı özellikleri özellikleri nedeniyle üyelerimiz yorum ve beğeniler dışında sayfada paylaşım yapamıyordu. Bu yüzden forum tabanlı bir web sayfası fikri doğdu. Böylelikle (www.kisiselgelisimim.com) doğdu. Kişisel gelişim konulu faydalı bir forum olması için elimizden geleni yaptık. Kişisel Gelişim’in temel düşüncesinden yola çıkarak da çalışmalarımızı geliştirmeyi hiç bırakmadık. Artık sizlerin karşısında e-dergi e dergi çalışmamızla da yer alıyoruz. Öncelikle bu deneme sayısını çıkardık. Ekibimizin eksiklerini tamamladığımızda kendi kendi yazılarımızla daha zengin bir içerikle sizlere dergimizi sunacağız. Sizlerin görüşlerini almak için çıkardığımız bu sayı umarız beğenilir. Kişisel Gelişim Ekibi


İçindekiler: Dile Gül Koymak

4

Hayal Gücü Olan Asla Yalnız Kalmaz

6

Hayata Bağlanan Yüzlerce Misina

8

Hayatınıza Keyif Katın

10

İçimizde ve Dışımızda Dengeyi Bulmak

12

Kendini Tanıma

14

Mesleğiniz Geleceğinizi Belirler

16

Yeni Hayallerin Kapısına Dayanmak

18

Her Şey Seninle Başlar

21


Dile Gül Koymak Konuşmasından anlaşılır insan. Güzel konuşmasından... Kalpten kalbe yol vardır derler. Bunu biraz daha değiştirerek söylersek: Dilden kalbe yol vardır. Gönlü yumuşak insanların konuşmaları da yumuşak ve ılımlıdır. Asla kalp kırmaz onlar. Çünkü bir mihenk vardır gönülde; sözünü önce ölçer biçer sonra muhatabına sunar. Katı kalpli insanlar ise, bu mihengi yitirmiştir. Gönül kayalıklarında paramparça olmuştur mihenkleri. Nereye vuracak ve sözünü tartacak? Altın ile bakırı birbirinden ayıramaz artık o. Olur olmaz yerde kelâm eder, ya baş kırar, ya da göz çıkarır. Ilık meltemler gibi soluklar gerek bize. Gönüllere ulaştığında, bahar çiçekleri açtıran. En sert yürekleri dahi yumuşatan, yoğuran, şekillendiren... "Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır." denmiş, derler. Ne kadar doğru. En öfkeli olduğumuz anlarda bile yüreğimizdeki karanlığı gündüz aydınlığına çevirir güzel bir söz. "Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz." diyor Yunus.


Elbette öyledir. En karamsar ve kaos yüklü anları bile cennet iklimine çevirir, alımlı ve iç açıcı bir söz. Bu sebepten, güzel ve nazik konuşan insanların pek düşmanları olmaz çevrelerinde. Bilmeden bir gönül kırarlarsa, hemen tamir ediverirler bir kaç kelimeyle. Mayalarında yalan olmadığı için, inandırıcı bulur çevreleri böyle kişileri. Zaten yalana ihtiyaçları da yoktur, böyle gönül ve söz ustalarının. Bazen bilmeden açtıkları yaralar olur elbet gönüllerde. Ama bu bilmeden olur çoğu kez. Lâkin o yarayı dudaklarından akan bal gibi kelimelerle, sihirli cümlelerle bir anda iyileştirirler. Asla başka bir zamana bırakmazlar açtıkları yaraları, oluşturdukları çizikleri. Anında pansuman eder ve tedaviye geçerler. Acı konuşan insan böyle mi? Dil yayından karşıdakine fırlattıkları kırıcı söz oku, paramparça eder muhatabın yüreğini. Onlar dönüp bakmazlar bile. Hani yolda arabayla bir hayvanı veya insanı ezen acımasız şoförler vardır; arkalarına bile bakmadan kaçıp giden... Aynen öyledir bu zalimler de... Kırdıkları kalbin çırpınışları ve yanaklardan sızan damlaları görmezlikten gelip, dönüp giderler. Öylelerini akrebe benzetebiliriz. Sokmaktan zevk alan acımasız akreplere... Dillerini de, zehirli iğnelere... Arkadaş! İnancın yumuşak ikliminde bir meltem yumuşaklığına çevir sözlerini. Yüreği kırgın olanların doktoru ol, masum gönüllerin cellâdı değil! Yaralı gönüllere Hızır gibi yetiş. Onların kırgınlıklarını gider. Yaralarına söz merheminden sür. Gönlünden akıp gelen ve kelimelerle harmanlanıp, dövülüp şekillenen manevî iksirinle onları iyileştir. Bak bu hususta Hz. Ömer ne diyor: "Ey Kâbe seni bin sefer yıksam yine yapabilirim. Ama kırık bir kalbi asla!" İşte bu derece zor durumda olan bir kırık kalp eğer onarılırsa sen artık Hakk'ın sevgili kullarından olduğuna inanabilirsin. Çünkü bir hadis-i şerifte şöyle diyor, Nebiler Nebisi: "Gerçek mümin, elinden ve dilinden başkalarının zarar görmediği kişidir." Bir gün sahabeler, Nebiler Nebisi'nin yanına varıp, ihtiyar bir kadını övüyorlar. "Şöyle ibadet ediyor, böyle namaz ve oruç tutuyor." Peygamber Efendimiz: "Çevresine davranışları nasıl o kadının?" diye sorunca, sahabeler: "Çevresine hep kötü davranıyor, Ya Resulullah. Konuşmasıyla kalp kırıyor." diyor. Bunun üzerine Resûlü Ekrem: "Söyleyin o kadına, cehennemde yerini hazırlasın." diyor. İşte dost! Tatlı dil ve acı dil arasındaki fark, cennet ile cehennem arasındaki fark gibidir. Sen diline ister gül koy, istersen bal ve gönüllere cennet asa bir iklim ör. İstersen kor koy, başkalarını alev alev yak. Tercih senin! Mehmet ERDOĞAN


Hayal Gücü Olan Asla Yalnız Kalmaz Geçenlerde bir televizyon programında yazar Selim İleri böyle dedi. Evet bu uzun süredir üzerinde düşündüğüm bir konuydu. Yalnız olmak nedir sizce? Yalnızlık birçok insanı korkutur. Yalnız kalmaktan korkan yığınla insan vardır. Yalnızlığın boyutları farklı farklıdır. Kimi yalnız başına arka yatak odasına bile gidemez. Kimi bir evde yalnız kalamaz. Kimi çevresinde insanlar olmadan yaşayamaz. Kimi de tek başına okyanusu geçmeye kalkar. Şu anda elimde 1 Nisan 2006 Hürriyet gazetesinin ilavesi var. Şöyle bir haber var: Atlantik’in ortasında yapayalnız bir Türk! Okyanus aşmak, denizle ilgilenen herkesin düşüdür. Kürekle, tek başına okyanusu aşmayı düşleyen azdır, bunu gerçekleştirmek için yola çıkan ise parmakla gösterilir. İşte, Erden Eruç o mangal yürekli insanlardan biri. Eruç Atlantik Okyanusunun tam ortasında kürek çekiyor. Düşünebiliyor musunuz Okyanusun ortasında tek başına. Havanın sürekli aydınlık ve denizin çarşaf gibi olduğunu hayal etmeyelim. Bütün bunların aksi olduğu andaki yalnızlık ve çaresizliği düşünelim. Bu nasıl bir kendine güvendir. Gerçek Yalnızlık Nedir? Benim için bir evde tek başına yaşamak yalnızlık değildir. Eğer dostların bir telefon kadar yakınsa. Eğer


telefon edeceğin dostların varsa. Bu gece bir şeyler paylaşmak istiyorum dediğinde seninle olacak dostların varsa. Bu gece bir dostumun omzuna başımı koyup ağlamak istiyorum dediğinde bir omuz bulabiliyorsan. Bu gece canım eğlenmek istiyor dediğinde arkadaş bulabiliyorsan yalnız sayılmazsın. Gerçek yalnızlık etrafında bunları söyleyebileceğin hiç kimsenin olmamasıdır. Hele kalabalıklar içinde kendini yalnız hissedenler. Ruhunu tatmin edecek bir başka ruh bulamayanlar. İnsan üzüntüsünü paylaşacak bir insana ne kadar ihtiyaç duyarsa sevincini de paylaşacak insan arar. Güzellikler de paylaşılmalıdır. Belki de üzüntünü paylaşacak insan bulmak daha kolaydır. Çünkü biz millet olarak dertlinin ve mazlumun yanındayızdır. Caddeye çık. Durakta otobüs beklerken yanındakine biraz gülümse ve yavaş yavaş sohbet etmeye başla. Derdini anlatmaya başla. İnanılmaz ilgiyle dinler. Görüyorsunuz televizyonlarda kim mağdursa halk onun tarafını tutar hemen. Çare bulur, bulmaz o ayrı bir olay ama en azından dinler ve vah vah diye yakınır. Oysaki hayatınızda çok heyecanlı bir olay yaşadınız. İnanılmaz keyiflisiniz. Sizin heyecanınızı hissedecek ve sizi kıskanmadan gönlünce destekleyecek insan bulmak inanın ki daha zor. Anlatırsın anlatırsın sadece şöyle der; “Aaa ne güzel, senin adına çok sevindim.” İşte çevrenizde sevinçlerinizi ve üzüntülerinizi anlatabileceğiniz ve sizi gerçekten anlayacak dostlarınız varsa yalnız değilsiniz. Brown şöyle demiş; HAYAL GÜCÜNE SAHİP BİRİ, ASLA YALNIZ KALMAZ. Üretken, yaratıcı insan neşeli insandır. Hayat doludur. Böyle birinin etrafından insanlar ayrılmak istemez. Yalnız kalmaktan korkmak, kendinden korkmaktır. Yani kendine yetmemektir. Çok yıllar önceydi bir erkek arkadaşımla sohbet ediyorduk. Evliliğinde mutsuz olduğunu söylemişti. Ben de doğal olarak ayrıl o zaman demiştim. Çok şaşırdığım bir cevap vermişti. “Ayrılamam çünkü ben asla yalnız yaşayamam. Ancak birini bulmalıyım ki o zaman ayrılabilirim.” Oysaki benim gözümde öylesine güçlü bir erkekti ki. Çok şaşırmıştım. Bir sürü insanın hayatında hala yalnız kalmaktan korktuğu için devam eden birliktelikler var. Yani zorunlu birliktelikler. Alternatif olmadan düzenini bozamayanlar. Yani hep bir garanti altında yaşamak isteyenler. Aman düzen bozulmasın diye katlanılan gerçek yalnızlıklar. Yalnızlık insanın içindedir. İnsan yalnız kalmaktan korkmazsa yani yalnızlığı yaşadıysa birliktelikleri daha sağlıklı olur. Onunla birlikte oluşunun tek sebebi yalnızlık duygusu değildir. Seni sen olduğun için istiyordur. İşte menfaatsiz bir sevgi. Henrik İbsen bakın yalnızlığı nasıl tarif etmiş: DÜNYANIN EN KUVVETLİ İNSANI, EN FAZLA YALNIZ KALABİLENİDİR. Ayrıca yalnızlık güzeldir, herkesin mutlaka yalnız yaşaması gerekli diye bir tezi savunuyorum sanılmasın. Hayatı paylaşmaktan yanayım. Ama sağlıklı ilişkiler kurabilmek için insanın yalnızlıktan korkmaması gerektiğine inanıyorum. İşte o zaman gerçek kişilikler ortaya çıkar ve birliktelikler daha mutlu devam eder. Yazan: Tülay BİLİN


Hayata Bağlanan Yüzlerce Misina Basından takip etmişsinizdir. Alman Milli Takım kaleciliğine kadar yükselmiş olan Robert Enke, bir trenin altında kalarak yaşama gözlerini yumdu. Bu bir kaza değildi, ölümü Enke tercih etmişti. Tüm Almanya bu intiharın ardından adeta yasa büründü. Her duyarlı toplumda olduğu gibi Enke’yi görkemli ve görkemli olduğu kadar yoğun duygu selinin yaşandığı bir törenle uğurladılar. 60 bin Hannover 96 taraftarı gözyaşları içerisinde tek bir ağızdan kulüp marşlarını söyleyerek kalecilerine son görevlerini yerine getirdiler. Televizyonda bu töreni izlerken çok etkilendim, tüylerim diken diken oldu. Bir anda aklımda birçok düşünce uçuşmaya başladı: Başarılı bir sporcunun nasıl bir duygusal çıkmaza girip son çare olarak intihar etmeyi seçmesinden tutun, sevilen bir kişiyi ebediyete uğurlama nasıl yapılmalıya kadar uzanan birçok düşünce... Robert Enke, basit ve sıradan bir nedenden dolayı yaşamına son vermedi. Onun başına gelenler, Allah korusun, kimin başına gelse bu süreci zararsız atlatması hiç kolay olmazdı. Beş yıl kadar önce yaşanan vahim bir olayla her şey başladı. Enke’nin henüz iki yaşını doldurmuş kızı ani bir hastalıkla yaşama gözlerini yumdu. Bu olaydan sonra Enke bir türlü kendine gelemedi. Kendini işine vermek istedi, olmadı. Eşi ona destek olmaya çalıştı,


başaramadı. İnsanın sevdiklerini kaybetmesi gerçekten çok acı. Hele bir de eskilerin dediği gibi “sıralı olmayan bir kayıp” olursa bu acı, daha dayanılmaz bir hal alıyor. Bu yüzden insanın yaşama tekrar bağlanması hiç ama hiç kolay olmuyor. Böyle büyük acıları küçümsemeden, belki de herkesin kendisine sorması gereken en kritik soruların başında şu geliyor: İnsan kendisini hayata nasıl bağlıyor? Sevdikleri, işi gibi yalnızca birkaç kalın halatla mı? Yoksa bu halatların yanında onları destekleyen yüzlerce ince misina ile mi? Galiba bu ince misinalarda görünmeyen bir sihir var. Misinalar anı zevk alarak yaşamamıza yardımcı oluyorlar. Kederlerimizi, üzüntülerimizi hafifletiyorlar. Zamanın nasıl geçtiğini unutturan hobilerde, entelektüel birikimini zenginleştirdiğin etkinliklerde, bu güzel ülkenin ve şehrin keyfini hissettiren mekânlarda, dostlarla yapılan sohbetlerde, desteğe ihtiyacı olanlara el uzattığında hep bu var. Liste böyle uzayıp gidiyor. Onlarca, bazılarımız için ise yüzlerlerce... Hayatın ne göstereceği hiç belli olmuyor. İnsanın önüne hiç ummadığı bir anda büyük bir bela çıkabiliyor. Sevdiklerimiz gibi, yıllarca üzerine titrediğimiz kariyerimiz gibi bizi hayata bağlayan kalın halatlardan biri maazallah koptuğunda yaşama bir tarafından tekrar tutunabilmek için bu misinaların çokçasına acil ihtiyaç duyuyoruz. İşte bu anda küçük misinalar Hızır gibi imdadımıza yetişiyor. Belki acımızı ortadan kaldırmıyor ancak ucundan da olsa bizi tekrar yaşama bağlıyor. Hemen misinalarımızı gözden geçirelim. Eskiyenleri, kopanları tamir edelim. Mümkünse, yenilerini ekleyelim. Böyle güzel bir şehirde, böyle güzel bir ülkede, böyle güzel bir coğrafyada misinadan bol ne var. Tabi ki görene, tabi ki kıymet bilene... Yazan: Hüseyin ADANALI


Hayatınıza Keyif Katın Diğer taraftan sağlık her zaman mutlak bir koruma altında tutabileceğiniz ya da parayı bastırınca satın alabileceğiniz bir şey değildir. En güçlü tıp merkezlerinin tam da göbeğinde görev yapan kişilerin bile bazen sıradan sağlık sorunlarına yenik düştüklerini görebiliyoruz. Kısacası sağlıklı kalmak, bazı şeylerin kendiliğinden olup bittiği bir süreçtir. Bu nedenle sağlıklı kalmayı bir takıntı haline getirmeye gerek yoktur. Sağlığınız konusunda çok endişelenmeyin! Bu, “daha iyi, daha enerjik, daha güçlü, hastalıklardan uzak, keyifli ve mutlu bir hayatı nasıl yaşayacağınızı” öğrenmenize gerek yok anlamına da gelmiyor. Beslenmesine, egzersizine, koruyucu tıp önlemlerine, stres yönetimine, sağlık sorunlarına yeteri kadar dikkat edenler, diğerlerinden daha kaliteli bir yaşam sürüyor. İşte tam bu noktada iki konu birbirine karıştırılıyor. Sağlıklı ve zinde olmak, tatsız, tuzsuz şeyler yemek, sabah akşam yorucu egzersizler yapmak, her gün tam saatinde yatağa girmek, en az 1,5 litre su içmek gibi sıradan, yavan, tatsız tuzsuz bir yaşamla özdeşleştiriliyor. Bu yanlış değilse bile eksik bir yaklaşımdır. Haz Olmadan Olmuyor Bu durumla sık sık ben de karşılaşıyorum. Karşılaştığım insanların çoğu ne yiyip ne içtiğimi


merak ediyor. Eğer önünüzde bir parça çikolata ya da pizza, masanızda küçücük bir tereyağı parçası görürlerse “Ama hocam, nasıl olur?” gibi bildik sohbetler başlıyor. Oysa sağlığı koruma konusunu da eğlenceli, keyifli hale getirmeniz mümkün. Kısacası sıradan bir yaşam sürerek ve aynı zamanda yaptıklarınızdan, yaşadıklarınızdan keyif duyarak da sağlıklı kalmanız mümkündür. Keyifsiz, eğlencesiz, renksiz, neşesi, heyecanı, coşkusu sınırlı, iyi duyguları, haz dolu yanları ikinci plana bırakılmış hiçbir hayat en azından ruhsal anlamda sağlıklı olamaz. Sağlıklı kalmamız da sağlığımızı korumamız da “kendini iyi hissetme” hali ile yakından ilişkilidir. İyi Yaşamın Resmi Benim düşüncem en sağlıklı insanların, en fit, güçlü ve bakımlı insanlardan çok keyfe odaklanmış, keyfi arayan, hayatının içinde keyif zamanları yaratabilen insanlar olduğudur. Bunu söylerken tabii ki sağlıklı yaşamın temel kurallarına ihanet edin filan da demiyorum. Yiyip içtiklerinize dikkat etmeye, sigara içmemeye, alkolden uzak durmaya, iyi uyumaya, stresle seviyeli bir ilişki kurmaya ve daha pek çok şeye dikkat etmeye devam edin, ama adına “iyi yaşamanın resmi” diyebileceğimiz mükemmel bir fotoğrafta yer almak istiyorsanız “hayattan keyif almayı, onu eğlenceli kılmayı” da ihmal etmeyin. Kendinizi iyi hissedeceğiniz şeyler yemekten, kendinizi mutlu hissettiğiniz küçük kaçamaklar yapmaktan, canınız istediğinde egzersizi birkaç hafta bırakıp, uykunuzu bir-iki saat ileri kaydırmaktan, heyecanı yüksek deneyimler yapmaktan vazgeçmeyin. Her şeyi Biliyoruz Sağlığımız için neyin iyi, neyin kötü olduğunu hepimiz az çok biliyoruz. Öğrenmeye de devam edeceğiz. Benim tavsiyem bütün bunları yaparken haz duygusunu ihmal etmemeniz, eğlenmekten korkmamanız ve bazı zamanlarda dalga geçmenin, boş vermenin tadına varmanızdır. Haz duygusunun öneminin çoğumuz farkında bile değiliz. Sağlıklı kalmayı sadece “sağlıklı yemek”, yalnızca “terlemek”, mümkün olduğu kadar “gevşemek” zannediyoruz. Ne kalitede ve ne süre yaşayacağınızı sadece tahlil kâğıtlarınızdaki rakamlar belirlemiyor. Sağlıklı olmak adına zevk aldığınız pek çok şeyden vazgeçmemeniz gerek. Allah´ın size bağışladığı bu mükemmel sağlık organizasyonunun en önemli parçalarından biri haz duygusudur. O duyguyu sakın ihmal etmeyin ve lütfen köreltmeyin. Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU


İçimizde ve Dışımızda Dengeyi Bulmak Bir Hint atasözü, “İnsan 4 odası olan ev gibidir. Biri fiziksel, biri zihinsel, biri duygusal ve biri de ruhsal. Çoğumuz genellikle bir odada da yaşarız. Ancak havalandırmak için olsa bile her odaya her gün girmedikçe tam mutlu olamayız” der. Günümüz sosyal hayatının beklentilerine cevap verebilmek ve bu arada bir denge sağlamak her zamankinden daha zor. Bu koşturma içinde ne yazık ki yukarda ki özdeyişte ifade edilen odalardan birine takılıp kalıyoruz. Oysaki yaşam 4 yönlü. Fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılarken zihinsel, duygusal ve ruhsal açıdan da kendimizi beslememiz gerek! Günlük koşturmacalar içinde çok çalışıp maddi beklentilerimize ulaşmak isterken içimizdeki oyun oynamak isteyen yanımızı unutuyoruz. Ulaştığımız her maddi başarı bir diğerine kapı aralıyor. Para, güç peşinde koşarken, hem kendimizin, hem de çevremizdekilerin/ailemizin duygusal gereksinimlerini ihmal ediyoruz. Beslemediğimiz için beslenemiyoruz. Duygusal boşluğumuzu fark ettikçe de daha çok başarı ve güce yöneliyoruz. Sahip olduğumuz nesnelerin sayısı


çoğalırken eksilen ve törpülenen duygularımız da artıyor. “Gençlerimize ne oluyor “ diye sorarken onların duygusal ihtiyaçlarına nasıl cevap verebildiğimize, öz saygılarını nasıl oluşturduğumuza, nasıl model olduğumuza dikkat etmiyoruz. Onlara neyi, nasıl öğrettiğimizi sorgulamıyoruz. Her şeyi onlar için yaparken her şeyin ne olduğunu unutuyoruz. Baştan kokmuş balığı kuyruğundan koklamaya ve anlamaya çalışıyoruz. Ya da düşüncelerimizle o kadar meşgulüz ki, kendi duygularımızı ve diğerinin duygularını önemsemiyor sadece “kazanmak için düşünen” robotlara dönüşüyoruz. İnsanları değil kavramları anlamaya çalışıyoruz. Diğerini anlamak, onu yargılamadan dinlemeyi ve bize ihtiyacı olduğunda durumu değiştirmeye ya da öğüt vermeye gerek duymadan yanında olmayı gerektirir. Şiddet kavramını uzmanlarla irdelerken, şiddeti bir araç olarak kullanmayı alışkanlık haline getirenleri dinlemiyoruz. Her şeyin bilimle açıklanamayacağını, hayatın kitapların yazdığı gibi kontrol edilebilir olmadığını, salt düşüncelerle ve bilimsel kavramlarla insancıl bir ilişki kurulamayacağını unutuyoruz. Ya da eğitimin, özgüveni ve inancı desteklemesi gerektiğini, söylenenlerle yapılanlar arasındaki tutarsızlığın inancı yok ettiğini ve yitirilen inancın çatışmaların nedeni olabileceğini düşünmüyoruz. Belki de sorunlarımızın çoğu insan olarak bütün alanlarda kendimizi yeterince besleyememiş olmamızdan kaynaklanıyor. Her gün bu dört oda da biraz vakit geçirebilsek hem kendimize hem de çevremize daha faydalı olabiliriz. Odalarınızın tümünü kullanmanız ve kullanmayı öğretmeniz dileğiyle.. Saynur KAYA


Kendini Tanıma Kendini tanıma isteği, bütün insanlarda görülür. Kendisiyle ilgili bilmediği bir şeyleri öğreneceği düşüncesi büyük bir heyecan yaratır insanda. Bu heyecan, korkuyla karışık bir merak duygusudur aslında. Bu tür duyguların yaşanması kaba bakışla şaşırtıcı gibi görünse de insanoğlunun kendisinden sakladığı bir şeylere sahip olduğunun farkında olmasından kaynaklanır bu durum. Herkes zaman zaman kendisini anlayamaz, yaptığı davranışa anlam veremez. İnsanın kendini tanıması, çoğu zaman davranışlarının bilinçdışı kaynaklarının bulunması olarak düşünülür. Oysa büyük bir yanılgıdır bu. İnsanın kendini tanıması, bilinçdışı kaynaklarının bulunmasından çok, insanın kendi ruhsal süreçlerinin işleyişini ve bilinebilen içeriğini bilmesidir. Kendini tanıma, insanın psikolojik ve fiziksel açıdan kendinde olanları bilmesi, kendinde olanların farkında olması ve bunları doğru değerlendirmesi ile ilgilidir. Bir insanın fiziksel özelliklerini, duygularını, düşüncelerini, istek ve gereksinimlerini, güçlü ve zayıf yönlerini, amaç ve değerlerini, yeteneklerini ve becerilerini tanıması / bilmesi ve bunların farkında olmasını ifade eder. Kendisini iyi tanıyan bir insan yaşayacakları karşısında neler hissedeceğini, neler düşüneceğini ve nasıl davranacağını olacağa/yaşanacağa yakın


öngörebilir. Kendini tanıma denildiğinde esas olarak insanın kendisinin ruhsal özelliklerinin farkında olması, kendi ruhsal özeliklerini bilmesi kastediliyor olsa da insanın bedeninin farkında olması da kendini tanıması ile yakından ilişkilidir. Birçok insan bedensel özelliklerinin farkında olsa da bunların bazılarını kabul etmek istemez – sanki öyle değilmiş gibi davranır. Örneğin birçok kişinin şişman bulmadığı ve nesnel ölçütlerin normal vücut ağırlığında gösterdiği bazı kişiler kendilerini şişman bulabilirler. Normal vücut ağırlığında olan bu kişilerin bazıları da bu değerlendirmelerinden etkilenerek zayıflamak amacıyla çeşitli uğraşlara girerler. Verilen bu örnek kişinin bedenini değerlendirmesinde bir yanlışlık olduğunu ve bedenini yeterince ya da doğru tanımadığını göstermektedir. İnsanın ruhsal özelliklerini tanıması ise bedensel özelliklerini tanımasına göre daha zor gerçekleşebilen bir durumdur; ancak uzun süreli, sabırlı ve direşken bir çaba ile elde edilebilir. Diğer yandan kendini tanıma, sınırı olmayan/sonu olmayan bir süreçtir. Sınırı olmaması da insanın doğasından kaynaklanır. İnsan zihninin işleyişi ve bilinçdışı, insanın bütünüyle kendini tanımasını engeller. Kendini tanımanın en yüzeysel şekli kişinin hangi durumda nasıl davranacağını, ne tür duygular yaşayacağını bilmesidir. Bundan ötesi ise katman katman ruhsal dinamiklerin çözümlenmesini içerir. Bu çözümleme ise hem bilinçdışı, hem bilinçöncesi, hem de bilinçli ruhsal süreçlerin ele alınması ve bu ruhsal süreçler arasındaki ilişkilerin görülmesi ile mümkündür. Kendini tanıma sanıldığından zor bir süreçtir. İnsanın kendi davranışlarını gözlemesini, yorumlamasını ve yorumlarının doğruluğunu sonraki yaşantıları ile sınamasını; en azından belli dönemlerde kendisini ve başkasını yargılamayı bırakabilmesini, karşılaşacakları ile cesurca yüzleşebilmesini ve yaşadığı duygulara katlanabilmesini gerektirir. İnsanın kendini tanıma sürecinde zaman zaman başkalarının değerlendirmelerini alması ve diğer insanlar üzerinde yarattığı etkileri gözlemesi yararlı bilgiler vermektedir. Bu zor yolculuk için cesaret gösteren ve emek harcayanların çabalarının ürünlerini daha nitelikli ve doyumlu insan ilişkileri kurarak alırlar. Nitelikli ve doyumlu insan ilişkileri kurabilmesi, insanın kendisini ve diğer insanları tanıması ile mümkündür. Kendini tanımaya çalışan birçok kişi çoğu zaman bu amaçla hazırlanmış olan anket ve ölçeklere başvurmaktır. Bu tür anket ve ölçeklerin yararlı bilgiler verebilecek olmalarına karşın tek başlarına belirleyici olmadıkları akılda tutulmalıdır. Özellikle bilimsel yöntemlerle hazırlanmamış anketlerde ortaya çıkan sonuçların olsa olsa bir ipucu gibi düşünülmesi ve bunun doğruluğunun günlük yaşamda sınanması gerekmektedir. Kendini tanıma uğraşına girmek isteyenlere biyopsikososyal bir bütün olarak varlığını sürdüren insanı anlamada bazı bileşenler verilecektir. Mesleki ve günlük deneyimlere dayanılarak tanımlanan bu bileşenlerin bir kılavuz niteliği taşıdığı, bilimsel araştırmalarla sınanmamış olduğu, sürekli yenilenmesinin gerektiği, her zaman için eksiğinin olacağı unutulmamalıdır. Belirtilmesi gereken en önemli konulardan birisi de kendini tanıma yolculuğunda ilk durağın zihnin (ruhsal yaşantının) işleyişi konusunda bilgi edinmek ve zihnin işleyiş düzeneklerini mümkün olduğunca anlamak olduğu ve bu yolculuğa çıkmak isteyenlerin mümkün olduğunca konuyla ilgili bilgi edinmesi gerektiğidir. Erol ÖZMEN


Mesleğiniz Geleceğinizi Belirler Puanınızın yettiği herhangi bir yere gitmek gibi amacınız yoksa meslek seçimine gereken önemi vermelisiniz. Üniversite sınavına giren aday sayılarına baktığımızda her yıl çok sayıda üniversite öğrencisi veya mezunun şansını tekrar denediğini görüyoruz. Seçtiği alanda mutlu olamayacağını fark eden gençler yeni arayışlara giriyor. Bu arada en az bir yılı da boşa geçiyor. ‘Kapağı bir yere atayım yeter’ düşüncesi 4 yıl sonra hiçbir şekilde size uygun olmayan, mutsuzluk getirecek bir iş kolunda çalışmanıza neden olabilir. Doğru Seçim İçin Birkaç İpucu İlgi, istek ve yeteneklerinizi gerçekçi bakış açısıyla değerlendirerek uygun mesleklere yönelin. Meslek seçiminden önce kendinize şu soruları yöneltin: - Lisede başarılı olduğum dersler hangileriydi? Bu derslerde not kaygısıyla mı yoksa ilgi duyduğum için mi başarılıydım? - Ders dışında ilgi duyduğum alanlar neler? - Bedensel durumum her mesleğin kendine özgü koşullarını karşılayabilecek nitelikte mi? - Gelecekten neler bekliyorum? Beklentilerimi hangi meslek grupları karşılayabilir?


Meslek gruplarını tanımak için de şu soruları cevaplayın: - Seçmek istediğim mesleğin çalışanları hangi işleri yapıyorlar? - Mesleğe yönelmemi engelleyecek koşul var mı? - Mesleğin iş alanları neler? - Çalışanlarının ortalama kazancı ne kadar? Çocuklarınıza Yardım Edin Anne-babalar meslek seçiminde çocuklarının tercihleri üzerinde oldukça baskı yapabiliyor. Doktor bir baba çocuğunun da kendisi gibi doktor olmasını isterken, tek hayali hukuk öğrenimi görmek olan başka bir baba çocuğu üzerinde bu hayalini gerçekleştirmeye çalışabiliyor. Kendi becerileriniz veya idealleriniz yerine çocuklarınızın ilgi, yetenek ve isteklerini dikkate almanız gerekiyor. Çocuğunuzun seçimine yardımcı olabilmek için şunları yapabilirsiniz: • Çocuğunuzun geçmiş öğrenim yıllarına bakarak, hangi derslere ilgi duyduğunu ve hangilerinde başarılı olduğunu saptayın. • Ders dışında yöneldiği ve zevk aldığı özel uğraşılarını gözlemleyin. • Düşündüğü meslekler hakkında onunla birlikte araştırma yapın. • Herhangi bir meslek alanını çocuğunuza dayatmayın. • Meslek seçimi aşamasında okul ve dershane rehber öğretmenleriyle işbirliği içinde çalışın. Sibel KAHRAMAN


Yeni Hayallerin Kapısına Dayanmak Dünyaya gözlerini ilk defa açan bebeğin o an yaşam saati de çalışmaya başlamıştı. Her nefes alışverişi tam olarak zamanın adımlarıyla programlanmıştı. İşte her şey böylece başlamıştı. Tık, tık, tık... On, dokuz, sekiz... Sadece, yardım olmaksızın kendi başına yemeğini yiyebilmeyi ve istediği yere gidebilmek için yürüyebilmeyi dileyen çocuğun daha sonraysa rüyalarını süsleyen en büyük hayali büyüyebilmekti. Büyüyebilmekse tam bir yetişkin olabilmek demekti: “Ben de liseli abla ve ağabeyler gibi o özel üniformalardan birini giyebileceğim...” “Eve geç kaldığımda kimse bana soru sormayacak kadar güvenebilecek...” “Kocaman bir insan olarak artık ben de araba kullanabileceğim.” Zamansa onu yanıltmayarak bütün bu hayallerini bir bir hayata geçirmekle birlikte, bazı sorumlulukları da taşımakla yükümlü kıldı. Omuzlarındaki yükü fark eden genç ise şaşırdı önce ve kendine şöyle bir soru sordu: “Bu sorumlulukları hakkıyla taşıyabilecek miyim?” Belki bu nedenle, ilk defa oy kullanmaya gittiğinde vatandaşlık görevini gereğince yerine getirip getiremeyeceği kuşkusunu duymuştu. Sonra kaderinin üç saatlik sınavlarla belirlenmesini kabullenerek okuluna yakışır başarılı bir öğrenci olmak için uzun süre çalışmıştı. Bazen çevresi ve ailesinin öğretileri arasındaki çelişkilere rağmen hayırlı bir evlat


olma gayretini de sürdürmüştü. Büyümek, masal kitaplarının anlattığı bir serüvene tam olarak benziyor sayılmazdı. Hatta büyümekle bütün büyü bozulmuş gibiydi. Yine de sırtı sıvazlanarak artık kocaman bir yetişkin olduğunu söyleyen iltifatlarla teselli bulmaya çalıştı. Kronometreyse durmaksızın çalışmaya devam ediyordu. Her yeniliğin yapılabildiği, her ayrıntının düşünülebildiği ve denizlerin altındaki varlıkların, uzayın boşluklarındaki gökcisimlerinin fotoğraflanabildiği çağda zamanın adımlarını durdurabileceğini iddia eden kimseler çıkmıyordu. “Öyleyse” dedi genç insan, “Madem büyümekle bozuldu büyü, ben de yeni bir hayalin kapısını aralayayım; gençliğimi dolu dolu yaşamayı seçeyim.” Bu konuda gençlik ikliminden geçmiş olan büyüklerinden yardım almak için merakla sordu: “Sahi nasıl doyasıya yaşayabilirim, bir fikriniz var mı?” Yaşlı gençler, sanki sözleşmiş gibi ayrı ayrı aynı nasihatleri ettiler: “Mutlaka her şeyden önce bir meslek edin ki altın bileziğin olsun...” “Sakın bizim yaptığımız hataları yapmaya kalkma!” “Genç ve sağlıklı olmanın kıymetini bil ve hiçbir şeyi erteleme!” Bütün tavsiyeleri dikkatle dinleyen genç bunları tam olarak nasıl başaracağını anlayamasa da elinden geleni yapacağına dair söz verdi. Ancak hata yapmamak hiçbir zaman mümkün olmadı. Bu hayal kırıklığı, hatanın tecrübe kazandırdığını anlayıncaya kadar devam etti. Böylece bir musibetin bin nasihatten daha etkili olduğunu bizzat deneyimleme fırsatını da bulmuştu. Yine de kalan vakitlerde gelecek kaygılarının kapısını çalarak kıymetini bilmeyi istediği gençliği nerede, ne yapıyor olduğunu sorgulamasına engel olamadı. Altın bileziği arama telaşından, neleri ertelememesi gerektiğiniyse çoğu zaman unutur oldu. Öyle ki, bazen yaşamın içinde varolduğunu sadece kol saatine baktığında hatırlayabiliyordu. Zamanı Uzatmaya Kimin Cesareti Var? Bu arada kronometre çalışmaya devam etmekteydi; yıl, ay, hafta, gün, saat, dakika, saniye... Her şeyi en belirgin şekilde kaydediyordu. Mevsimi dışında ürün yetiştirenler, mavi gülleri üretebilenler ve hatta insanın klonlanabildiğini haykıranlar dahi güneşin doğuşu ve batışı arasındaki zamanı uzatmayı deneme cesaretine sahip olamıyordu. Artık kırk yaşlarına erişen orta yaşlı insan nasıl bir hayat yaşamakta olduğunu kendisine daha sıklıkla sormaya başladı. Hatta bazı zamanlarda, “Hayal ettiklerimin pek çoğu nedense gerçekleşemedi.” şeklinde hayıflanmalarda bulunmaktaydı. Bunun üzerine de, “Sanırım benim için artık çok geç.” diyerek erteleme kolaylığını seçmeye devam etti. Ancak zaman zaman yeniden gençlikten kalan heyecanlarla yepyeni hayallerin peşinden koşmak hevesi duysa da, bu sefer ömrünün artık ikinci baharını yaşamakta olduğunu hatırlatan çevresindekilerin büyük çoğunluğu başlarını kaldırarak ona “Senin için çok geç olduğunu biliyorsun...” uyarısını tekrar etmeyi kararlılıkla sürdürüyorlardı. O da gözlerini ufka dikerek her defasında bunu onaylamak gereğini hissediyordu. Bu arada kronometre çalışmaya devam ediyordu. Onu durdurma imkânı yoktu ve zaten orta yaşlı bir insan olarak artık onunla ilgilenmek de istemiyordu. Çünkü ona bakmak sadece kaybedilen yılları hatırlayarak üzülmek ve ardından bütün keşke’leri sırayla yeniden anmak


demekti. Şimdiki Şimdiyi Gözünüzden Kaçırmayın Yaş iyice kemale erdiğindeyse her gün aynı sabaha uyanmak ve adeta bir vazo gibi olduğu yerde öylece durup hayatı sanki bir sinema ekranından seyretmek gittikçe taşınması ağır bir yük olmaya başlamıştı. Bir gün torunu dizlerine oturarak kendisine bir şeyler anlatmasını istediğinde ona bir zamanlar aktarılan tanıdık sözleri yinelemek istedi: “Mutlaka her şeyden önce bir meslek edin ki altın bileziğin olsun.” “Sakın bizim yaptığımız hataları yapmaya kalkma.” “Genç ve sağlıklı olmanın kıymetini bil ve hiçbir şeyi erteleme.” Ancak zihninde yankılanan bu sesler boğazında düğümlendiğinde konuşmayı gereksiz bularak uzun süre suskun kaldı. Sonra küçük torunun başını elleriyle okşarken meraklı gözlerinin içine baktı ve dedi ki: “Biliyor musun; var olman gerçek bir mucize ve geleceğin henüz yaşamadığın hayallerindir. Hata yapmansa dünyanın en keyifli oyunudur. Çünkü bunu fark ettiğinde yeryüzünün en değerli ödülüne sahip olursun; öğrenmek... Bundan böyle aslında zamanın ruhlarımızın değil sadece bedenlerimizin üzerinden geçtiğini hatırladıkça onun bizlere tek bir anı haykırmaya çalıştığını da bileceksin; şimdiki şimdiyi... Böylece geçen her dakika büyüme maceran kendiliğinden sürüp gidecek ve büyümek senin için masal kitaplarındakinden daha büyük bir serüven olacak.” Bu konuşma bu iki gencin parka ve hayatın merkezine doğru adım adım ilerlemesiyle devam ederek anlam buldu: Tak, tak, tak... Şimdi tam zamanı... Aslı ARUSAN


Mümin SEKMAN - Her Şey Seninle Başlar Çaresizlik öğrenilmiştir. Başarılı olmak da öğrenilebilir. Sende sandığından fazlası var! Gelebileceğin en iyi yerde değilsin. Yen bir hayat için gereken, yeni bir akıldır. Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur. Rüzgârı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren! Seyirci koltuğundan sıkıldıysan, sahneye çık. Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var. Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın. Her şey seninle başlar! Hayatta ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin!


Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Kapak Tasarım: Ömer ARSLAN Dergi Düzenleme: Ömer ARSLAN İletişim: www.kisiselgelisimim.com www.facebook.com/kgelisimim www.twitter.com/kgelisimim Mail: gelisimim@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.