Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2013

Page 1


Merhabalar, 21 aydır sizlerle olmanın gurur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Desteğiniz için çok teşekkür ederiz. Bu ay giriş yazımı çok fazla uzatmak istemiyorum. Bunun yanında dile getirmek istediğim tek konu: Sevinçlerimizi, üzüntümüzü, acımızı çevremize veya insanlara zarar vermeden yaşayalım lütfen. Son zamanlarda bu zarardan doğan pek çok geri dönmez olayların yaşandığını gördük. Unutmayınız! Her sayımızda dile getirdiğimiz bir konu var. Bilgi paylaştıkça çoğalır. Lütfen sizler için bir araya gelen ekibimizin kaleme aldığı yazılarla oluşan bu dergiyi sevdiklerinizle paylaşınız. Keyifli okumalar diliyorum. Bana aşağıda yazan web adresim aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucu www.omerarslan.net


İçindekiler: Yaşadığımız Onca Şeyin Hiç mi Saygısı Yoktu?

5

Dijital Çağda İnsanları Etkilemenin Yolları Nelerdir?

7

Satışta Diksiyon Ne Kadar Önemli? Artikülasyon Ne Demektir?

12

Kusursuz Olmaya Çalışmak

16

Kendimi Sevmeye Başlayınca Kendimi Her Şeyden Özgürleştirdim

19

Kıskançlık - II

21

Bilinçaltına Güven

24

Kaybetmek / Kazanmak…

26

Başarı İnanmakla Başlar!

29

Sosyal Fobi mi O?

31

Gayesiz Yaşamlarımız

33

Uluğ Bey

34

Künye

37



bunları yaşarken bir şeyleri ne yazık ki unutuyoruz. İlişkilerde kendi kimliğimizin ne kadar farkında oluyoruz? Karşılıklı iletişimlerde ne kadar gerçekçi davranıyoruz ya da ilişkide görmezden gelinen olayları ancak bitiminde mi daha iyi görüyoruz? Bunu birçoğumuz fark etmiyor olabilir; ama birlikteliklerde düşünce sistemimiz sağ beyin yoğunlukta olarak çalışır.

Yaşadığımız Onca Şeyin Hiç mi Saygısı Yoktu? Birden kapıyı hızlıca kapattığım gibi dışarı çıktım. Düşüncelerim karmakarışık bir duygu yoğunluğuna boğulmuştu adeta, yürüdüğümün bile farkında mıyım yoksa hala aynı evde miyim bilemiyorum. Nasıl böyle bir şey başıma gelebilirdi? Ben bunu hak etmiyorum oysa her şey o kadar güzel gidiyordu ki… Yaşadığımız onca şeyin hiç mi saygısı yoktu? “Şimdi o kadar yalnız ve çaresizim ki. Tekrar aynı yere istesem de dönemem, yüzüne bile bakamam. Onsuz bir hayatın güzelliği asla olmayacak. Varlığım artık hiçbir anlam ifade etmiyor” dedi ve aniden uyandı. Bu bir rüyamıydı şimdi? Benim gerçekten de bir ilişkim var mıydı? Her şey o kadar gerçekçi hissediliyordu ki. Hikâyede olduğu gibi hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde bu ve buna benzer ilişki çeşitlerini yaşadık ya da halen yaşıyoruz. İlişkilerimiz sırasında sürekli kırılmalar, öfke patlamaları, şiddetli tartışmalar, saplantılı düşünceler, kaybetme korkusunu benliğimizde hissederek sürdürüyoruz; fakat

Çalışma süresince sağ beyin ile birlikte serebellum (beynin alt yapısı) yani sürüngen beyin devreye girer. Bu öyle geniş bir sistemdir ki hayat amacınızı, ilişkilerdeki olumsuzları, mutlu olmasanız dahi devam ettirmenizi ya da yeni bir ilişkiye girmenize engel koyarak sürekli istemsiz şekilde çalışıp önünüze sunar. Sürüngen beyini vücuda bağımlılık yaratan ve iyi hissettiren bir ilaç gibi görüyorum. O ilacı almazsanız kendinizi mutsuz hissedersiniz gibi… Beyin öylesine şartlıyor ki tamamiyle kendi benliğimizden çıkarak başka bir kimliğe bürünüyor ve siz ne olup bittiğini ancak sonrasında anlıyorsunuz. Böyle gelişen olaylar bilinçli farkındalık gerektirir. Siz sürüngen beyninize ne kadar hâkim olursanız gelişen yaşantınızda da bunun getirisini büyük ölçüde almış olacaksınız. Beyniniz siz hangi komutu verirseniz o yönde çalışır. Olmuyor, yapmak istiyorum ama yapamıyorum, bırakamıyorum, çeşitli sorunlarım var her şeyin hemen olmasını istiyorum, başarısızım, işim de mutlu olamıyorum vb. Akla gelebilecek o kadar çok olumsuz düşünceleri yaşantımıza dâhil ediyoruz ki olumlu düşünebilecek zamanımız bile kalmıyor. Hâlbuki olumsuz düşündüğümüz sırada “bana bu düşüncenin


getirisi ne olacak?” sorusu birçok cevabı yanında getirir. Olumsuz düşünülen her dakika/saat inanın zaman kaybı ve getirisi de genellikle olumsuz olduğu için yarar sağlamıyor. Siz de anınızı sürekli olumsuz düşüncelerinizle boşa harcamak istemezseniz öyle değil mi? Düşüncelerinizin, yaşamınızın daima farkında olun ve o bilinç ile yaşayın. Bende geçmiş yaşantımda aşırı olumsuz düşünen bir insandım. Çevremde de bunu büyük ölçüde görüyordum bir zaman sonra kendim olarak değil de çevremin hükmünde yaşadığımı fark ettim. Fark etmemle birlikte yaşantımın büyük ölçüde değiştiğini, daha pozitif ve yapıcı olarak ilerletmem adına bana değişim sağladı ve halen de sağlıyor. Değişimimde katıldığım seminerler, edindiğim tecrübeler, sayısız kişisel gelişim kitapları, filmleri ve yazıları takip edip uygulamamın yanı sıra nlp, kuantum düşünce/olumlamayı da kendi

gelişim yaşantıma hızlıca dâhil ederek farkındalığımı arttırmayı amaçladım, edindiğim bilgileri insanlarla paylaşarak yardımcı olmaya çalışıyorum bana mutluluk veriyor. İnsan istedikten sonra kendisini çok rahat yenileyerek ilerleyebilir. Yaşantımızda sayısız öğretiler beynimize müthiş bir yükleme yapmakta. Biz bu öğretilerin hepsini almak zorunda değiliz içlerinden bize en uygun ve en iyisini seçerek hayatımıza çekeriz. Artık ne yapmamız gerektiğinin farkındayız oluşacak olan çekimlerinizin pozitif aydınlık içinde gelişmesini diliyorum.

Özlem ÖZTULUM


hatta kınayan insanları okuyunca çok şaşırırım. Bu verdikleri mesajlar ile ne elde etmek istiyorlar veya ne elde edeceklerini düşünüyorlar? Günümüzde insanlar her şeyde anlam, samimi ilgi, empati, açıklık, dürüstlük ve takdir arıyorlar. Dünyanın en etkili insanı arasında gösterilenLady Gaga’nın, 6 milyon twitter takipçisi ve 10 milyon hayranının olmasının sırrı saydığım bu özelliklere sahip olmasındandır. Dijital Çağda İnsanları Etkilemenin Yolları Nelerdir?

Pazar gecesi saat üç. Türkiye’de beni takip eden yüz binlerce insana bir şeyler verebilmek, bilgimi, tecrübemi ve duygularımı paylaşmak için bu yazıyı yazıyorum. Sosyal medya günümüzde hem kişiler, hem de kurumlar için artık vazgeçilmez. Sosyal medyada olmak belli bir sorumluluk, çaba ve zaman gerektiriyor. Dijital çağda, insanlar ile tanışmak, bağlantıya geçmek, sosyalleşmek her zamankinden daha kolay; Facebook, Twitter, Linkedin, Xing, Friendfeed ve bloglar vasıtasıyla her istediğiniz kişiye daha hızlı ve ucuz ulaşma imkanınız var. Sonuç yine değişmiyor, insan ilişkileri konusunda belli kuralları bilmiyorsanız, soysal medyada alacağınız sonuçlar değişmeyecektir. 21. yüzyılda Internet, sosyal medya (facebook, twitter …) ve mobil cihazlar sayesinde, 7/24 iletişim halindeyiz. Bu hem iyi, hem de tehlikeli. Söylediğiniz her şey sizin için bir risk. Sosyal medyada sürekli olumsuz yazan, eleştiren, diğerlerini küçümseyen,

İnsanlar sizi iki şey için takip ederler: Onlar için yaptıklarınız için veya kim olduğunuz için; kısaca vericilik ve dürüstlük (açıklık) en önemli iki ikna edici faktör. İnsanların temel değerleri değişmiyor. İnsan duygusal bir varlık, anlaşılmak, onaylanmak, sevilmek, beğenilmek, övülmek ve takdir edilmek istiyor. Internet ve sosyal medya özellikle duygusal tarafta yeterli olmuyor. En önemli nedeni iletişimin yüzde doksanının sözsüz dille yapılması. Diğer yandan gülümseme - yüzde 99.7 - önemli bir sosyal araç olarak görülürken, Avrupa Birliği’nde Allah’a inananların oranı sadece yüzde 50. Amerika’da yapılan son sosyoloji araştırmasına göre, Amerika’da insanların yakın güvendikleri insan sayısı ortalaması üçten ikiye, komşularına güven ise yüzde 19’dan yüzde 8’ e düşmüş. İnsanlar birbirlerinin hatırını sorarken bile bunu samimiyetten çok alışkanlıktan yapıyorlar. Duygusal anlamda dijital çağı insanı daha yalnızlaştırıyor, bu da ilgi, alaka, iyiliğin önemini artırıyor.


Diğer yandan, reklam, pazarlama ve müşteri hizmetleri gibi, günümüzde liderlerin de roller değişti. Dijital çağda, serbest ve sık iletişimle kurumların da iletişim prensipleri insan ilişkileri ile yer değiştirdi. Eğer arkadaş kazanmasını ve insanları etkilemesini bilmiyorsanız, bugün sadece pazarda yerinizi korumakta zorlanacağınız gibi, elemanlarınızı da tutmakta zorlanacaksınız. Fiziksel yakınlık artık bir sorun değil. İlişki yakınlığı sorun. Dijital çağda sadece bağlantı kurmak tanışmak önemli değil, ilişkiyi samimi veya yakın olarak sürdürebilmek önemli olan. 1,5 sene önce Facebook’a istemeyerek girdim. Bugün beni takip eden kişilerin sayısı 5,000’ini geçti. Twitter’e 6 ay önce girdim. Takipçi sayım 700’e yaklaştı. Xing Almanya bana" Xing Satışı" kurmamı söylediklerinde1,000 küsur üye vardı. Bugün ise 3,000 kişiyi geçtik.Uzman.tv deki videolarımı seyretme sayısı milyonlara ulaştı. Bunların sebebi insanlara bir şeyler vermek için sürekli çaba göstermem; hem de karşılık beklemeden. Google’da “Taner Özdeş“ diye arama yapınca 64.000 adet, “Satışın 10 Altin Kuralı “ yazınca ise 2.420.000 adet kayıt bulundu çıkıyor. Bu konuda hiçbir pazarlama veya reklam vermeden bu rakamlara ulaşmamın tek sebebi insanlara sağladığım faydadır. İş ve sosyal hayat, Internet ve sosyal medya sayesinde bir noktada birleşmiş oldu. Bugün Taner Özdeş olarak Facebook veya twitter’da yazdığım her şey sadece beni değil, şirketimi de bağlar. O zaman vereceğim mesajlar negatiften çok pozitif, onların kendilerini iyi hissetmelerini sağlayan veya değer katan

mesajlar olmalıdır. Sosyal medya ve sosyal teknolojileri uzmanı Charlaneli, şirketlerin sosyal medya stratejilerinde öncelikle teknolojiyi düşünmek yerine, kendi iş hedeflerini belirlenmesi, sonrasında sosyal medyanın bunu nasıl destekleyeceği üzerine kafa yorması gerektiğini kaydetti. Yeni IT devrimi yazısında Salesforce.com’un kurucusu Marc Benioff,sosyal medyayı SOCIAL kelimesinin baş harflerini kullanarak tanımlamış. S İÇİN “SPEED”, “ her şey çok daha hızlı oluyor” diyor. O için “OPEN” diyor ve günümüzde açık ve şeffaf olmanın kaçınılmaz olduğunu, olmayan kurum ve ülkelerin her şeylerinin açığa çıktığından bahsediyor. C için “COLLABORATION” diyor ve sosyal medya devriminin herkese bir araya gelip fırsatları değerlendirebilecekleri ve her türlü zorluğa karşı gelebilecekleri imkanı sunduğunu vurguluyor. I için “INDIVIDUALS”, bireyselliğin gücünün artması diyor. A için “ALIGNMENT” diyor ve fikir, görüş birliği sağlamak için bu medyanın sunduğu kolaylıkların, erişim gücünün altını çiziyor. Ve son olarak L için “LEADERSHIP” diyor, ancak tepeden aşağı liderliğin günümüzde yetersiz kaldığını ve bu liderliğin muhakkak aşağıdan yukarıya akışı mümkün kılan bir yönetimle beraber uygulanmasının şart olduğunu belirtiyor. Sosyal medya, yeni olması sebebiyle kişiler veya firmalar tarafından çoğu zaman doğru kullanılmamaktadır. İnsanlara kolay ulaşmanız demek, onları etkiliyorsunuz anlamına gelmez. “Hayran-Fan” ve“ Arkadaş” çoğu


zaman aynı algılanmaktadır. Hayran denen kişi size derin duygular duymaz, ilişki seviyesi düşüktür. Facebook’dan davet gönderilen kişilerden “Katılacağım” diye cevap alınınca zannediyorlar ki o kişiler gerçekten gelecek. Bu oran değişmekle birlikte benim tecrübeme göre bu oran yüzde 10’u bile geçmez! Güven, dürüstlük ve samimiyet hiçbir zaman bu kadar önemli bir değer olmamıştı. İnsanlar birbirlerine ve kurumlara daha az güvenir hale geldiler. Bunun en önemli sebebi, insanlar her şeyi daha iyi görüp anlıyorlar, bilgi çok hızlı Internet’te (sosyal ağlar üzerinden) yayılıyor. Özellikle de olumsuz haberler! Gerçek, açık ve samimi olmayan hiçbir şey uzun süre insanları kandırma gücüne sahip değildir! Önemli olan kaç takipçinizin, arkadaşınızın veya hayranınızın olduğu değil, iletişimde ne anlam ve ne değer kattığınızdır. İnsanlar buna göre size değer verirler; kısaca onlara verdiğiniz değer kadar onlar da size değer verirler. Bugün, sizi Facebook veya Twitter’da takip eden, videolarınızı Youtube’da izleyen kişiler sizinle çoğu zaman yüz yüze tanışmamış kişilerde olabiliyor. Sizi çok takip eden kişi olabilir, ancak bu arkadaşlıkları daha anlamlı, gerçek ilişkiye dönüştürmediğiniz sürece, sanal arkadaşlığın size bir faydası veya değeri yoktur. Sadece egonuzu tatmin edersiniz. Kendimden örnek verecek olursam, Facebook, Twitter veLinkedin’de insanlara fayda sağlamak amacıyla birçok içerik ve paylaşım gerçekleştiriyorum. Amacım

öncelikle insanlara fayda sağlamak. Arkadaş ve takipçi sayımın her gün artması benim açımdan doğru şeyler yaptığımın bir göstergesi. Ama benim açımdan daha önemli olan insanların yazdıklarıma yorum yazmaları, profilimde kendi yazı ve videolarını eklemeleri veya hikayelerini ve kendi görüşlerini benimle paylaşmalarıdır. Bu paylaşımların sayısı, hayran ve arkadaş sayımın artmasından çok daha önemlidir. Bazen bana özel mesaj atarak, bazı özel konuları hakkında soru sormaları ve tavsiye istemeleri, bana ne kadar güvendiklerinin göstergesidir. Bu da yaptıklarımın bir amacı olması açısından kendimi iyi hissetmemi sağlamaktadır. Bana göre, sosyal medyanın ana amacı insanların paylaşarak kendilerine ve başkalarına değer katmalarıdır. Sonuç olarak, günümüzde her ne kadar iletişim daha hızlı, daha fazla bilgi ve mesaj içerse ve daha ucuz hale gelse de, iletişimin amacı ve başarı kuralları değişmedi; anlamlı ilişkiler kurmak, karşımızdakine değer katmak, kendilerinin iyi hissetmesini sağlamak. Dünyada en etkili insanlar; öncelikle başkalarına ilgi gösteren (insanları dinlemesini bilen), onları anlamaya çalışan, dertlerine ve sorunlarına çözüm arayan kişilerdir. Bunu yaparken de gerektiğinde, her türlü olumsuz eleştiri, yorum ve bakış açısına karşı dilini tutabilenlerdir. Gerektiğinde ego, gururlarına rağmen, negatif duygularını bastırabilecek ve söyleyeceklerini yutabilecek kadar alçak gönüllü, mütevazi ve cesur olanlardır.


Dijital çağda, arkadaş kazanmanın ve insanların etkilemenin yolu, ilişkileri anlamlı hale getirmekten geçer. Dünyada 2500 yıldır insan ilişkilerinde temel felsefe değişmedi“Başkalarının size yapmasını istemediği şeyi, siz de başkalarına yapmayın “ Bir gün Winston Churchill, başkan Eisenhower’a “seni neden sevdiğimi biliyor musun? “diye soruyor.”Çünkü diyor sen hiçbir zaman şöhret budalası olmadın!”

İnsanları her zaman bulduğunuzdan daha iyi halde bırakın, bunun sizi ne kadar büyük yaptığına ve size ne kadar ileri götürdüğüne şaşacaksınız! Sevgilerimle,

Taner ÖZDEŞ “Satışın 10 Altın Kuralı” Yazarı Satış ve Performans Koçu www.tanerozdes.com.tr



çok kötü olduğunu. Ne anlatırsa anlatsın, sizi ne kadar etkileyebilir ? Bu nedenle aşağıda temel ve kısa şekilde diksiyon ve artikülasyon nedir? ve en etkili alıştırmalar hangileridir konularına değindim.

Satışta Diksiyon Ne Kadar Önemli? Artikülasyon Ne Demektir? Satış insanlık var olduğundan bu yana her geçen gün önemi artan ve üzerinde çok fazla teknikler geliştirilen ve insanla ilgili olan sosyal bir bilimdir. Birebir insanla ilgili olduğu için psikolojik noktada, beden dili noktasında, konuşma – söz söyleme sanatı noktasında, görsellik noktasında ve ikna sanatları noktasında tüm grupları bünyesinde barındıran dünyanın en etkili ve özel bir daldır. Bu nedenle sadece dış görünüşünüzün iyi olması yeterli değildir satışta, müşterinin ve/veya karşı tarafın psikolojisini anlamanızda %100 başarı sağlamaz size, yukarıda saydığım özelliklerin tamamının bir bütün olarak ve tam olarak yapmanız gerekir, bunu yaparsanız siz tam anlamıyla iyi bir satışcısınız demektir ve satamayacağınız hiç bir şey olmaz. Diksiyon ve artikülasyon bu noktada son derece önemlidir. İletişimin doğru kurulması, iyi bir diksiyon karşı tarafı etkilemede ve etkili sunum yapmakta kilit noktadır. Düşünsenize son derece hoş görünen birinin konuşmasının

Düzgün diksiyona sahip bir kişi, - Kendisini kolayca dinleterek, iş ve sosyal hayatında farkındalık yaratır. - Açık ve net ifadeleri ile inandırıcılığını ve ikna gücünü arttırır. - Gelişen iletişim becerileri ile özgüven kazanır. - Duygu ve düşüncelerini anlatmakta zorluk yaşamaz. - Topluluk önünde konuşurken, heyecanını kolayca kontrol altına alır. - Diğerlerinin gözünde pozitif ve güçlü bir imaj bırakır.

Diksiyon : Güzel ve etkili konuşma sanatıdır. Diksiyon da (söyleniş-telaffuzpronounciation) seslerin doğru çıkarılması son derece önemlidir. Fonetik bilgisi seslerin çıkarılışını inceler. Diksiyon ise buna ek olarak daha geniş bir kapsamda, ses organlarının doğru sesleri çıkarabilecek şekilde eğitilmeleri üzerinde odaklanır.

Kalın A Dil doğal duruşunu değiştirerek ortaya doğru biraz yükselir, dudaklar hareketsiz, yanaklar gevşek ve çeneler açık. aaa aaaa aaaa Elâlem ala dana aldı ala danalandı da biz bir ala dana alıp aladanalanamadık. Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini. Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar.


İnce A (Kalın a) ya oranla daha ileriden söylenen bir ünlüdür. Dilimize geçen yabancı kelimelerden gelmiştir. Bu kelimelerin başında, ortasında ve sonunda bulunur. Örnek: lâla, lâstik, hâl. hâlbuki, lâf, lâkırdı, lâle, lâl, kâse, lâle, lânet, lâzım, kâzım, kâtip gibi. Lâla lâtif lâleli lâmbasını lâcivert lâke lâvabodan nâzik, nâdide şefkâte verdi. Uzun A Nâne, nâdir, nâme, câhil, câhit, seyahât, sâdık, sâbit, kâtil, nâzik târih, mâvi, hâttâ, hârf, dikkât, şefkât, kabahât, sıhhât, nâmus, nâne, nâsihat, E Konuşma dilimizde birbirinden ayrı söylenen iki (e) vardır. Bunlardan biri (açık e) diğeri de (kapalı e) dir. eee eeee eeee Açık E (Açık e) Çeneler (a) ünlüsünde olduğu gibi, dil ileri doğru yükselir. Kelime başında, ortasında ve sonunda bulunur. Eş, sen, sene- Edebi edepsizden öğren: Ekmeği ekmekçiye ver, bir ekmek de üste ver: Evlinin bir evi, evsizin bin evi var. – Bir elin nesi var, iki elin sesi var. – Sen dede ben dede bu atı kim tımar ede. Kapalı E (Kapalı e) dudak kenarları kulaklara doğru biraz yaklaşıp çeneler hafifçe sıkılır. Gece penceredeki benekli tekir kedi tenceresindeki eti yedi. Artikülasyon yani boğumlama sözcüklerin ağızdan doğru zamanda, doğru şekilde çıkartılmasıdır. Ünlü ve ünsüz sesleri tam bir

belirginlikte seslendirebilenler doğru şekilde boğumlanma yaparlar. Boğumlanma yeteneğimizin gelişmesi için ses organlarımızın zorlandığı tekerlemeleri bol bol seslendirmemiz sorumuzu çözmemize yardımcı olacaktır. Artikülasyon bozukluğunun giderilmesi için yapılacak çalışmaların başında gelen tekerlemeler farklı harflerin vurgulanması modeliyle oluşturulmuştur, kelime gurupları sürekli tekrar eder ki bu yöntemle artikülasyon bozukluğu olan noktaların düzeltilmesi sağlanır. Ünlü harf üzerine yapılabilecek etkili bir tekerleme çalışması; (a) :Abana´dan Adana´ya abarta abarta apar topar ahlatla ağdalı avuntucu ahmak Ahmet´in avandanlıklarını aparanlardan Acar Abdullah ile akıllı Abdi akşam akşam bize geldi. (e) : Eğer Eleşkirtli eleştirmen Eşref ile Edremitli Bedri´yi Eğe´nin en iyi eğercisi biliyorlarsa, ben de Ermenekli Erdem Ergene´nin en iyi elektrikcisidir derim. (ö) :Özbezön´ün özbeöz Ödemişli öngörülü öğretmeni Özgüraslan ile Özgüluslan özellikle özerk ön öğretimde öylesine özverili, övünç verici ve övgüye değer kişiler ki, hani tüm öğretim örgütleri içinde en özgün örnek onlardır diyebilirim. (ü) : Ürdünlü ûnlü üfürûkçü Üryani, Ünye, Üsküdar, Ürgüp üzerinden ûlküdeşlerine üstüpü, üstübeç, üvez, üzûm, üzengitaşı ve üzünç götürürken, Üveyik´ten ürûyerek, ûvendirelerini sürüyerek yürüyen ûçkağıtçı ütücülerin ürkûntü ûreten ünü batasıca ünlemleriyle ürküverdi.


(m) : Marmara´daki Karmarisli mermerciler mermerciliği meslek edinmişler, ama Mamak´taki mamacılar manyetizmacılıkla marmelâtçılığı meslek edinememişler. (p) : Pohpohçu pinti Profesör pofur pofur pofurdayarak hınçla tunç çanak içinde punç içip pûlverizatör prospektüsünü papazbalığı biblosunun berisindeki papatpa buketinin bu yanına bıraktıktan sonra palas pandıras Pülümürle Pötürgeden getirdiği pörsük pötikare pöstekiyi Paluluların Pıtırcık pazarında partenogenes pasaparolası ile pertavsız pervasız pervaz peysajını ve peronospora pestenkerani pestilini posbıyıklı pisboğaz pedegoga Pınarbaşında beş etti. (k-o-ö) : Koca kokoz kokainman kokorozlana

kokorozlana Kazablankalı kozmonota kök, kok, köken, kokot, kök sökmek, kokoreç, kökmantar, köknar, köçekçe, körkandil, krematoryum, kösnüklük ne demek diye sormuş.

(d-l-t-r-k) : Şu karşıda bir dal, dalda bir kartal; dal sarkar, kartal kalkar; kartal kalkar, dal sarkar. Dal kalkar, kartal sarkar, kantar tartar. Şu karşıdaki kara kuru kavak, karardın mı ey kara kuru kavak, sarardın mı ey kara kuru kavak! Ümit ÜNKER Satış Koçu ve Satış Eğitmeni Yemek Guru kurucusu & CEO umit@umitunker.com www.umitunker.com



kapatalım” diyemez! Ya da bir kaptan pilot, tam büyüdüğü mahalleden geçerken havada uçağı kaydırıp, el frenini çekip, patinaj yaparak, bulutların üzerine, “Uçuyorum naaber!” yazdırmamalıdır. İş yaşamını bir tarafa bırakırsak, özel ve sosyal hayatımızda kimse bizi kusursuz olmaya zorlamayacaktır. Burada kendimizi kusursuz olmaya bir tek biz zorlayabiliriz. Kusursuz Olmaya Çalışmak Hiçbirimiz kusursuz değiliz. Ve kusursuz olmak zorunda da değiliz Nokta! Ama zihnimiz her konuda olduğu gibi, bu konuda da bize türlü türlü oyunlar oynuyor. Sanki kusursuz olmadığımız zaman, büyük bir ayıp ya da kusur işliyor gibi hissediyoruz. Mükemmele ulaşma çabası kesinlikle hepimizde olmalıdır. Hepimiz kendi sınırlarımız dâhilinde elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız. Buraya kadar herhangi bir sorun yok. Ama bu aşamadan sonra kendimizi yaptığımız her işin kusursuz olmasına programlarsak, bazen her şeyin daha da kötüye gitmesine sebep olabiliriz. Öncelikle şu konuda hemfikir olmalım: Kimse bizi kusursuz olmaya zorlamıyor. Burada profesyonel iş yaşamımızdan söz etmiyorum. Bir beyin cerrahı için operasyon tamamen kusursuz olmalıdır. “Aman hemşire hanım uğraşmayalım orayı dikmekle, sıva yapıp

Herkesin yanında mükemmel görünmemiz gerektiğini, her an her yerde hazırlıklı olmamız gerektiğini söyleyen sesi, çok da ciddiye almamalısınız. Çünkü içimizdeki dırdır eden o ses, bir türlü tatmin olmak nedir bilmez. Siz kusursuz olmaya çalıştıkça, daha çok üstünüze gelir. Siz bir şeyleri düzeltince, o dağılan yeni şeyleri size gösterir. Kusursuz olmaktan kurtulmanın tek yolu, yaptığınız her şeyi büyük bir dikkatle ve keyif alarak yapmaktır. Zaten dikkat ederek ve keyif alarak yaptığınız bir şey, siz istemeseniz de kusursuz olacaktır.

Eğer bir ressam kendisini kasarak, “Kusursuz bir tablo yapmalıyım” diye oturursa tuvalin başına, muhtemelen yeterli ilhamı bulamayacaktır. En güzel resimler, en güzel şiirler ya da kitaplar, adına ilham dediğimiz o büyüleyici gücün ortaya çıkardığı eserlerdir. Sanki o anda siz değil de, başka bir güç size onları yazdırıyordur. Sanki o fırçayı tutan parmaklar sizin değil de, gizemli bir gücün etkisiyle o darbeleri atıyordur. Ben bunu kitaplarımı yazarken sıklıkla


hissederim. Bazen daha önce bir kitabımda yazdığım bir bölümle karşılaşınca, “Bunu gerçekten ben mi yazdım?” diye düşünürüm. Çünkü çoğu zaman yazdıklarımı sanki ben değil de, başka bir güç o kâğıda aktarıyordur.

Ama bazen de kusursuz bir yazı ortaya çıkarmak için kendimi zorladığım olur. Yazmam gereken sadece iki sayfalık bir makaledir. Bazı zamanlar günde yetmiş sayfaya kadar yazabiliyorken, kendimi zorladığım böyle anlarda tek bir sayfa bile yazamıyor olurum. Kusursuz olmaya çalışmak, kusur yapmaya odaklanmaktır. “İnşallah yemeği yakmam” diye mutfağa girerseniz, büyük ihtimalle yemeği yakarsınız. Çünkü zihninizi yemeği yakmaya programlıyorsunuzdur. Sonra da kendinize, “Ben biliyordum bunun olacağını” dersiniz. Kusursuz olmaya çalışmak yerine, yaptığınız şeyi severek ve coşkuyla yapmaya odaklanmak daha doğru olur. Böylece hem kendinizi kasmazsınız, hem de kusursuz olmak için çabaladığınızdan daha güzel şeyler ortaya çıkarırsınız.

Bırakın kusursuz olmayı, bazen gerçekten de hata yapmak için ekstra çaba sarf etmelisiniz. Ne kadar çok hata, o kadar çok deneyim. Ama bir şartımız var, yaptığınız her hatadan sonra, mutlaka dersinizi almalısınız. Yoksa yaptığımız hatalar yanımıza kâr kalır. Çocukken en sevdiğim yemek, gerçi pek ona yemek denmez ama kendi yaptığım omletlerdi. Omletin içine her şeyi katardım. Zeytinden tutun, portakal kabuğuna kadar. Çoğu omlet yapma girişimim, tam bir hüsranla sonuçlanmıştır. Ama zamanla, kendi kendime yaptığım o karışımlar neticesinde, en mükemmel omleti yapmayı öğrendim. Bunu kimse göstermedi bana. Hatalarımın üstüne inşa ettiğim harika bir tarif çıktı ortaya.

Omlet belki çok büyüleyici bir örnek olmadı ama yaşamda yaptığımız her şey tıpkı en mükemmel omlet tarifini keşfetme süreci gibidir. Ne kadar çok çöpe atacağınız deneyim olursa, mükemmele o kadar kısa sürede ulaşırsınız.

Hepimiz insanız ve hatalar yapabiliriz. Alt tarafı bir hata işte, hepsi bu kadar! Bunun çok da gözümüzde büyütülecek bir tarafı yok. Hem bazı hatalar son derece gereklidir.

Birçok yazar, kitaplarını yazarken yüzlerce, bazen binlerce sayfayı çöpe atar. Mükemmele ulaşmanın yolu, çöp tenekelerini doldurmaktan geçer. Çöp tenekeniz başarısızlıklarınızla ve hatalarınızla ne kadar doluysa, ortaya çıkacak olan eserler, o kadar mükemmel olacaktır.

Çoğu icat, başarısızlıkla sonuçlanan bir girişimden sonra bulunmuştur. Kimya ve ilaç sanayindeki buluşların çoğu, hatalı işlemlerden sonra keşfedilmiştir. Bazen yanlış bir yola girmek, yepyeni güzellikler keşfetmemizi sağlar.

Şimdi sizden, birçok konuda olabildiğince başarısız olmanızı ve her fırsatta yüzlerce hata yapmanızı istiyorum. Evet, hata yapın! Hem de tam şu anda. Bıkmadan usanmadan hata yapın. Bir aleti tamir etmeye çalışırken onu bozun, gidin ve bir saksıya berbat bir


şekilde çiçek tohumları ekin, hiçbir şeye benzemeyen bir şiir yazın. Elinize kalem ve kâğıt alıp berbat resimler çizin. Sırf çöpe dökmek üzere, bir sürü malzeme kullanarak bir yemek yapın!

Bugünden sonra, başarısızlıklarınıza kocaman kocaman ödüller verin. Her başarısızlıktan sonra kendinize dondurma ya da çikolata ısmarlayın. Birileri başarısız olduğunda bunu kutlayın. Başarısızlık utanılacak ya da korkulacak bir şey değildir. Başarıdan önce mola verdiğimiz dinlenme tesisleridir. “Sayın yolcularımız, başarı tesislerine hoş geldiniz. Birazdan düşlediğiniz başarıya kavuşacaksınız” işte duyacağınız anons bu. Her bir başarısızlık, daha güçlü olmaya götüren bir basamaktır. Kusursuz olmak diye bir kanun, başarı oyununda yoktur. Başarının kendisi zaten kusurlar üzerine kurulmuştur. En güçlü boksörler, en çok yumruk yiyenlerdir. En iyi koşucular, en çok yere düşenlerdir. En iyi basketçiler, en çok yanlış atış yapanlardır. Bir basketçi ne kadar çok yanlış atış yaparsa, o kadar çok doğru atış yapma potansiyeli vardır. İşte bütün bunları göz önünde bulundurun ve bir daha kusursuz olmaya çalıştığınız zaman kendinizi anında durdurun. Bırakın ev biraz dağınık kalsın. Zaten her ev biraz dağınık olmalıdır. Ayrıca eviniz çok pırıl pırıl olursa, gelen misafirler de rahat edemeyeceklerdir. Hani derler ya, “Bırak dağınık kalsın”. Kalsın tabi. Siz evin derli toplu olmasıyla değil, sohbetin derli toplu olmasıyla ilgilenin. İnsanlar evinizde kendilerini o kadar rahat hissetsinler ki, evinizdeki kusurlar onların

gözüne bile batmasın. Kusursuzluk kelimesini unutun! Kendinizi olduğunuz her halinizle elinizden gelenin en iyisini yapmaya odaklayın. Sonuçta sizin niyetiniz önemlidir. Ortaya çıkan sonuç ne olursa olsun, siz elinizden gelen en iyi çabayı göstermişsinizdir. Ama daha fazlasına hiç gerek yok. Çünkü elimizden gelenin daha fazlasını yapmanın bir sonu yok. Ne kadar titiz olursanız o kadar çok şey gözünüze batar. Tam bir şeyi yapmışken, gözünüz başka bir şeyi görür. Bütün bunlar sizde takıntıya sebep olabilir.

İşte tam bu noktada, “Benim adım Hıdır, elimden gelen budur!” felsefesi devreye girmelidir. Kimse size, “Sana yakıştıramadım Hıdır. Elinden gelenin en iyisi bu mu?” demeyecektir. Kusursuz olmak için kendimizi paraladığımız durumların neredeyse tamamında bazı kusurlar yaparız. Ama bu kusurları kimse fark etmez bile. Herkes kendisine o kadar odaklanmış durumdadır ki, Hıdır onların umurunda bile değildir.

Madem öyle, neden kendinizi kasıyorsunuz? Sizin adınız Hıdır, elinizden gelen de budur. Hepsi bu kadar! “Mutsuz Olmak Günahtır” kitabından yazarın izniyle alınmıştır.

Mustafa ÇAY NLP Master Trainer / Yazar www.mustafacay.com


ayını hep çok sevmişimdir. Hayatı, insanları, değişimi, yenilenmeyi, uyanışı sevdiğim için mayıs ayında dünyaya gelişim de bir tesadüf değil sanırım. Hayat ve yol arkadaşım olan eşimle de bir mayıs gününde tanışmış olmamız da bir tesadüf olmasa gerek.. Hayat ne zaman karmaşık bir hal alsa, ya da üzerimdeki baskı ne zaman başa çıkabileceğimden daha çokmuş gibi gelse, ben hemen kendime söyle diyorum: Kendimi Sevmeye Başlayınca Kendimi Her Şeyden Özgürleştirdim

Kendimi sevmeye başlayınca kendimi her şeyden özgürleştirdim. Sağlığım için iyi olmayan yiyecekler, insanlar, eşyalar, olaylar... Beni aşağı çeken ne varsa uzaklaştırdım. Başta bunu "sağlıklı egoistlik" olarak adlandırdım.

Bu yaşadıklarım sebepsiz değil, her şeyin bir nedeni var ve yüce Rabbim hiç bir zaman baş edemeyeceğim şeyleri bana vermez, onun verdiği her dersi sevgi ile kabulleniyor ve her ders ile biraz daha büyüyerek yoluma devam ediyorum. Sınavlar hiç bir zaman aynı şekilde yaşanmayacak, biri bitecek ki diğerleri başlayabilsin. Ve hayat yolumda karşıma çıkan güçlüklere, benim büyümeme yardım ettikleri için teşekkür ediyorum.

Şimdi ise bunun "kendimi sevmek" olduğunu biliyorum.

“Yaşamınızdaki HER SORUN içinde bir armağan saklar.. Richard Bach“

Charlie Chaplin

Zihnimizde iki bölüm vardır. Birinde düşünceler diğerinde de duygular yer alır. Eğer düşüncelerimizi yönetmeyi öğrenirsek duygularımız da değişir. Bunu gerçekleştirmek ilk başlarda zor olabiliyor. Ama biraz farkındalıkla ve biraz sabırlı çalışmayla bunu geliştirebiliriz. Biz genelde düşünceden önce duygunun farkına varıyoruz.

YAŞAM BAZEN KOLAY OLMASA DA ZORLUKLARLA BAŞA ÇIKABİLİRİZ Mayıs ayına girdiğimiz şu günlerde baharı bütün güzelliği ile yaşıyoruz ve doğada, çevremizde her şey kış uykusundan uyanıyor, canlanıyor ve değişiyor. Bu değişim yaşanırken bizler de geçen zorlu kış günlerinden çıkmış doğa gibi ve tüm canlılar gibi bahar duygularında ve olumlu bakış açısıyla olalım istedim bu yazımda. Mayıs

Hâlbuki bedenimizi yöneten beynimizi yönetebilsek, gereksiz çöp düşünceleri orada biriktirmeyip onları silip atsak, faydalı düşüncelere de yer açmış oluruz.


Hemen hemen hepimiz artik biliyoruz ki, zihnimizdeki olumsuz düşünceler beden ve ruh sağlığımızı da etkiliyor. Hastalıklarımızın başlıca nedenlerinin zihinsel olduğunu da artık birçok yerde duyuyor ve okuyoruz.

baharlara. Sadece umudunuzu asla kaybetmeyin ve asla eksik etmeyin yaşamınızdan sevgiyi… Biliyorsunuz ki güller mayısta açmaya baslar. Bir de anneler günümüz var bu mayıs ayında.

Benim de bunları öğrenmem kolay olmadı. İstemek ve adım atmak gerekiyor her şeyden önce. Çoğu zaman yaşadığımız olumsuz olaylarda dikkatimizi kendi içselliğimize veremiyoruz ve hep bunların sebeplerini karşımızdaki insanlara, çevremizde gelişen olaylara ya da kadere yüklüyoruz. Ve gerçeğin bu olmadığını fark edene kadar da bazen ağır bedeller ödüyoruz. 2003 yılında geçirdiğim bir sağlık sorunu nedeni ile hastanede yattığım 21 günlük bir süreçte kendi kendimle yüzleşme, konuşma, hayatımı önüme yatırıp gözden geçirme imkânım oldu. Her şeye yeniden ve farklı bir bakış acısı ile başlamam gerektiğine karar verdikten sonra benim için yaşantımda bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin başladığı, kısacası benim miladım oldu.

Ona da değinmeden geçemeyeceğim. Senenin bir günü değil her günü onlara armağan etsek bile hakkını ödeyemeyeceğimiz canımız annelerimiz. Onlar için söylenecek ne çok söz ve cümle var, şu an yazacağım her şey yetersiz kalır biliyorum. Onların kıymetini, onları kaybetmeden önce mutlaka bilmeli ve gönüllerini hoş tutmalıyız. En başta şu an uzakta ayrı ülkelerde yaşıyor olsak da sıcacık ilgisini ve sevgisini hep yanımda hissettiğim benim canım annem olmak üzere bütün hayatta olan annelere de saygı ve gül kokulu sevgilerimi gönderiyorum, bu dünyadan göçmüş olanlara da rahmetler diliyorum bu vesile ile. Sevgim ile…

Zihinsel bakış açımızı değistirsek yaşamımızın da ne kadar değiştiğini ve kolaylaştığını görürüz ama nedense her şeyi bazen kendimiz zorlaştırıyoruz. Ben uzun ve yorucu ama bir o kadar da eğitici yollardan geçtikten sonra artık zihnimi sadece iyi, sağlıklı, olumlu, yapıcı ve üretken düşüncelerle meşgul tutmayı ve bütün evrendeki her varlığı, herkesi koşulsuzca sevmeyi kendime yaşam amacı edindim. Her birinizin de bunu gerçekleştirebilmenizi diliyorum. Baharımız kutlu olsun. Nice

Hatice Köksal Deri Halkla İlişkiler Uzmanı ve Sağlıklı Yaşam Danışmanı


Kıskançlık - II Kıskançlık konusunun birinci bölümünde, kıskançlığın sosyal ve kültürel boyutlarını analiz etmiştik. Bu bölümde ise kıskançlığın patolojisini (hastalık düzeyini) detaylıca inceleyeceğiz. Kıskançlık olgusu ilişkilerde kronikleşmeye başladığında patolojik boyuta geçer.. Kıskançlığın patolojik boyutunda ise artık taraflar birbirlerinin beklentilerini algılamada seçici davranmaya başlarlar. Örneğin evlilik ilişkisinde sevilen kadının her düşüncesi ve her davranışı seven erkek de anlam arayışının oluşmasına neden olur. Erkek, kadının her düşüncesine ve davranışına kendi beklentileri doğrultusunda anlam yüklemeye başlar. Eğer bu kıskançlığın kronik süreci uzun sürede devam ederse yani patolojik boyutta kalmaya devam ederse saplantılı zorlamalı kişilik bozukluğu koşullarının oluşmasına neden olur. Saplantılı düşüncelerde, erkek kıskanmaya başladığı kadını artık ne pahasına olursa olsun kendisine ait olduğu duygusunu yaşar. Burada ait olmak kadının bedenen erkeğe ait olması anlamında anlaşılmamalıdır. Sevilen kadının erkeğe ait olma duygusu demek

erkeğin kıskançlık nedeniyle bozulan ilişkide psikolojik boşluğa düşmesi, kadının erkeğin bilinçaltındaki harekete geçmeye başlayan çatışmalarının yarattığı dengesizliğin giderilmesinde önemli derecede bir faktör olduğu düşüncesi ağır basar. Böyle olunca kıskanılan kadın, erkeğin psikolojisinin bir parçası haline gelir. Erkek kaybetmeyle yüz yüze kaldığı ve psikolojik gücünü eski durumuna getirmek için sevdiği kadının kendi dünyasında varlığına yüklediği anlam ‘seni her şeye rağmen seviyorum, beni istemesen de anılarımız yeter’ duygularının sürekli tekrarlanması şeklinde dışarıya yansır.

Saplantılı düşünceler, var olan acıların yatıştırılması için ilişkinin normal olduğu dönemlerdeki yaşanan anıların geçtiği mekânlarda kalmak ve aşırı şekilde aynı mekânları görmek de zorlamalı davranışlara neden olur. Saplantılı ve zorlamalı düşünce ve davranış kalıpları kronikleştiğin üde ise ‘saplantılı zorlamalı kişilik bozukluğunun nedenlerini oluşturur. Patolojik kıskançlıktaki saplantılı ve zorlamalı kişilik bozukluğunun oluşmasının yanı sıra, seven erkeğin veya kadının kendisini başkalarından kıskanmasına veya kendisine yönelmesine de neden olur. Kıskançlık nedeniyle bozulan ilişkide karşı cinsi istemeyen kadın veya erkek bu sefer kendi fiziksel görünümüne odaklanacaktır. Hâlbuki kıskançlıkta fiziksel görünümün olumsuz etkileri çok düşük düzeydedir. Ancak ret edilen erkek veya kadının kendi içsel çatışmalarının da etkisiyle ‘’acaba eşim fiziksel görünüşümü beğenmiyor mu, artık eskisi gibi güzel değil miyim veya yakışıklı değil miyim’’ şeklinde gerçek dışı


inançlarında olumsuz etkileri rol oynamaktadır. Bu koşullar altında patolojikleşen kıskançlık ret edilen kişinin kendisine odaklaşmasına ve güzellik arayışına girmesine neden olabilmektedir.

Bozulan ilişkinin ardından bazı kadın veya erkekler ilişkinin yıkılmasından dolayı kendilerinden nefret etmeye veya kendilerini suçlamaya başladıkları için kendilerini aynada izlemek istemezler, bazı kadın veya erkekler ise tersine aynanın karşısından ayrılmazlar sürekli kendileriyle hesaplaşırlar. Kendisiyle güzellik arayışı formunda hesaplaşmak, kendisine yoğunlaşmak, ‘’artık kendimi daha çok seveceğim’’ gibi saplantılı düşüncelerin oluşması süreci ise ret edilen kadın veya erkek de ‘’Narsistik kişilik bozukluğunun’’ oluşmasına neden olabilir. Narsistik kişilik bozukluğunun patolojik kıskançlık boyutunda oluşması ve yıkılan ilişkinin artık yeniden eskisi gibi inşa edilemeyeceğini anlayan kadın veya erkek de ya narsistik kişilik bozukluğu formunda kendine yönelmeye veya saplantılı zorlamalı kişilik bozukluğun oluşmasından dolayı ret edilen kadın veya erkeğin sürekli geçmiş de yaşamasına neden olur. Kıskançlığın patolojik düzeyinde oluşmaya başlayan saplantılı - zorlamalı kişilik bozukluğunun ve narsistik kişilik bozukluğu semptomlarının oluşmaya başlaması kadın veya erkek de farklı düzeylerde dış dünyaya yansır. Kadınlarda kıskançlıktan dolayı saplantılı - zorlamalı kişilik bozukluğunun semptomları eğer geleneksel bir toplumda oluşmaya başlamışsa bu süreç kadın açısından çok sancılı bir süreç olur. Örneğin, dinin ve geleneklerin veya tabuların hâkim olduğu bir toplumda kadınlardaki kıskançlığın

patolojik düzeyi, gelişmiş modern bir toplumdaki kadının veya erkeğin kıskançlığına göre daha da dramatik olur. Geleneksel toplumlardaki kadınlarda kıskançlıktan dolayı bozulan ilişkiler, kadının kendisine şartlanmasına erkekler karşısında koşullanmasına neden olur. Ancak bu modern toplumlarda bilinç düzeyindeki farklılıklardan dolayı kıskançlık patolojik düzeye çıkmayabilir. Özellikle geleneksel toplumlardaki kadınlarda ve erkeklerdeki kıskançlığın patolojik düzeye çıkması psikoloji araştırmaları ve ilişki sorunlarından dolayı klinik depresyona giren ve bu süreci yaşarken hastaneye yatırılan psikiyatrik vakaların hastalık öykülerinde kıskançlığın patolojisi rahatlıkla tespit edilebilmektedir.

Kadınların kıskançlıktan dolayı bozulan veya sona eren ilişkide kendilerine şartlanmaları saplantılı - zorlamalı veya narsistik kişilik bozukluğu formunda gerçekleşir. Kadının kendisini erkeklere karşı koşullandırması ise gerçek yaşamda dışarıya otizm (içe kapanıklık) veya tersine psikopat düzeyine çıkarak erkek düşmanlığına dönüşür. Aynı kadın bu sefer ayrıldığı erkeğin davranış ve düşüncelerini bütün erkeklere geneller. Kıskançlığın patolojik aşamasında tepkisel form olarak ortaya çıkan psikopatik kişilik bozukluğunda kadın kendi iç dünyasında erkeklere karşı kin ve nefretle yaklaşır. Otizm durumunda ise kadında veya erkek de saplantılı zorlamalı kişilik bozukluğunun semptomları ağır basar. Kıskançlık olgusunun neden olduğu patolojik süreç de oluşan olası kişilik bozukluklarının tedavisi zamanında müdahale edilmesi


koşuluyla mümkün olabilir. Özellikle saplantılı - zorlamalı kişilik bozukluğu ve otizm gibi psikolojik rahatsızlıklar, psikoterapi ve zihinsel davranışçı terapi yöntemleri ile sonlandırılabilir. Ancak narsistik kişilik bozukluğunun tedavisi zamanında müdahale edilse de çok zordur. Çünkü bu kişilik bozukluğu çağımızın en yaygın kişilik bozukları arasındadır. Psikopatik kişilik bozukluğu ilaç tedavisi ve psikoterapi ile tedavi edilebilir. Sonuç itibariyle, kıskançlıktan dolayı bozulan veya sona eren ilişkilerde kadının veya erkeğin suçlayıcılıktan kaçınması ve yapabiliyorsa kadınla veya erkekle empati kurması yararlı olacaktır. Ret eden

kadını veya erkeği suçlayarak bencil duygularla sorunları çözmek sorunların çoğalmasına neden olur. Duygusal ilişkilerde ve evlilik ilişkilerinde davranışların, düşüncelerin ve duyguların sınırlarının belirlenmesinde karşılıklı güven, dürüstlük ve içtenlikle sevmek gibi faktörler birinci derecede rol oynar. Hangi davranışın veya duygunun kıskançlığa neden olabileceği ise kadının veya erkeğin yaşadığı toplumsal, ailesel ve çevresel koşullara bağlı olabileceği kadının ve erkeğin kişiliklerindeki olgunluklara ve bilinç düzeylerine de bağlıdır. Çetin Alkan, BSC, BA Terapist ve Araştırmacı Email: cetinalkan@hotmail.com


molekülünün 20 milyon bilgi çipi taşıdığını düşünürseniz alt beynin nasıl bir hazine olduğunu anlayabilirsiniz. Şimdi gelelim asıl konumuza; bilinçaltımıza neden güvenmeliyiz? Yukarıdaki açıklamalarda da görüldüğü gibi bilinçaltımız inanılmaz bir kaynak. Doğduğumuz andan itibaren ve hatta insanlığın varoluşundan bu yana tüm bilgilerin kayıtlı olduğu alan yani büyük bir arşiv. Bilinçaltına Güven Bilinçaltına güven konusuna girmeden önce, bilinç ve bilinçaltı kavramlarına bir bakalım. Psikiyatr Doç. Dr. Nusret Kaya bu konuyu birçok tıbbi terime boğulmamak ve kolay anlaşılabilmesi açısından üst beyin, yani tıptaki ismiyle korteks ve alt beyin olarak tanımlamaktadır. Bir de bu ikisinin arasında ilkel libido seviyesi bulunmaktadır. Korteks bir milimetre kalınlığında, bir kabuk gibi iki beyin yarımküresini kaplar. Biz bu korteks kısmıyla okuruz, düşünürüz, felsefe yaparız, para kazanırız. Bu kısım IQ'nun ölçüldüğü ve beyin hücrelerinin %28'lik bir kısmının kullanıldığı yerdir. İlkel libido seviyesi için "Klasik Freud Ekolü" şuuraltı der. Alt beyin ise tüm duygularımızın ve içgüdülerimizin kaynağıdır, refleksif olarak iç organlarımızı çalıştırır, RNA yoluyla atalarımızdan gelen bilgi şifrelerini depolar. Bu kısım beynin %72'lik hücre kullanan ve duygusal zeka EQ (Emotional Quotient) diye tanımlanan yeridir. İnsanlık tarihinin ne kadar eski olduğunu ve tek bir RNA

Eğer bir türlü ne yapacağımıza veya istediğimize karar veremiyorsak bu kaynaktan yararlanabiliriz. Günlük hayatın verdiği stresten, bir takım sınırlamalarımızdan ve önyargılarımızdan bir an olsun uzaklaşıp iç sesimize ve duyularımıza kulak verebilirsek ihtiyacımız olan bilgiye ulaşabilir ve sorularımıza cevap bulabiliriz. Nasıl ki, kalbimizin atıp atmadığını ya da ne zaman nefes alıp vereceğimizi kontrol etmemiz gerekmiyorsa bu sistemi de kullanmamız mümkün. Örneğin ben, bu dergide yayınlanacak ilk yazım için hangi konuda yazacağıma bir türlü karar veremiyordum. Bir kaç gün çeşitli konularda yazmayı denediysem de bir türlü istediğim gibi olmuyordu. Sonunda kendi kendime dedim ki, “ Pekâlâ yazımı yarın öğlene kadar göndermem gerekiyor. Sanırım geriye yaslanıp, derin bir kaç nefes almanın ve bilinçaltımın bu yazı için ne diyeceğini öğrenmenin zamanı geldi.”

Yaklaşık bir iki saat bu konuda hiç bir şey düşünmeden evde boş boş durduktan sonra kendimi elimde Tony Buzan’ın “Zihin


Haritaları” kitabı ile buldum. Bir iş planı ve hedeflerle ilgili yapılmış bir zihin haritasına bakıyordum. Derken akşam oldu. Ben hala ne yazacağıma karar verememiştim. Sabah uyandım, artık sadece bir kaç saatim kalmıştı. Bilgisayarımın başına geçip bir word dosyası açtım ve “ Hedef Belirlemenin Önemi” yazdım. Bu konun herkes için ne kadar önemli olduğunu, bulduğum her fırsatta anlatırım. Böylelikle yazımı yazıp bitirdim. Bilinçaltım nerden bir örnek bulacağını biliyordu.

“Bu nesneye bakıp da onu tanıyan ilk kişi sizsiniz. Dedem bir balina avcısıydı ve bu dişi bir Narwhal’dan elde etmişti. O günden beri ailedeydi. Ve onun hakkında hep susmuştum. İnsanların onu incelemesine ve daha da meraklanmalarına izin vermiştim. Peki siz bunun bir Narwhal dişi olduğunu nereden biliyorsunuz?” dedi.

Modern hipnozun kurucusu olan Milton Erickson bu konuyla ilgili bir anektodunda;

Milton Erickson, bu hikâyesinde kişinin uzun sureli belleğine ve bilinçaltında depolanmış bilgisine güvenme tutumunu modeller. Bilinçaltının uzun yıllar sonra bile başvurulabilecek anı ve beceri birikimi olduğunun altını çizer.

Çiftliğimizde iki kitap vardı. Amerika Birleşik Devletlerinin Tarihi ve Büyük Sözlük. Sözlüğü defalarca okudum ve müthiş bir kelime haznem var. Çok sonraları Montana’da bir konferanstan sonra, doktorlardan biri beni evine davet etti. Akşam bir ara çok acayip görünümlü spiral şekilli bir nesne getirip, “Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. “Evet”, dedim, “o bir Narwhal dişi”. ( Kuzey kutbu balinası dişi)

Hayatın Kendi Başına Bir Anlamı Yoktur Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam oluşturma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, oluşturulması gerekir. Anlamı, ancak onu oluşturursan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın.

Milton E.: “Beş ya da altı yaşlarındayken, Büyük Sözlük’te onun bir resmini görmüştüm,” diye cevap verdi.

Sevgi ve Saygılarımla, Banu Bilecen Profesyonel Koç / Eğitmen banu@banubilecen.com www.banubilecen.com

O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, oluşturulacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır. Anlam bir danstır; taş değil. Anlam müziktir. Onu ancak oluşturursan bulursun. Yazar: Osho


vaat eder. İki düşünce sistematiğinde de, kaybetmek ve kazanmak, bir yüzün sağı solu gibidir. Başarı ya da başarısızlığın tek bir parametresi olmadığı gibi, kaybetmek ve kazanmanın da birçok öngörülebilenleri veya öngörülemeyenleri vardır. Zamana ve mekana bağlı olarak, gerçekleşir veya gerçekleşmez. Kaybetmek / Kazanmak… İnsan belli bir yaşa geldiğinde, dönüp yaşadıklarına bakıp, muhasebesini yapsa; önemli sonuçlara ulaşabilir. Bu muhasebe “kendi iradesi” ile gerçekleştirdikleri üzerine olmalıdır. Doğru bir değerlendirme için, kendi iradesi dışında olanlar yer almamalıdır. Örneğin “doğmak” gibi. Bu muhasebenin sonucu ise geçmişin bir envanterini çıkarmak değil, “gelecekte olabilecekler için”, “davranış”lara ışık tutabilmek olmalıdır.

Üstelik bu; sadece iş hayatında değil, ilişkilerde, aşkta, sporda…

Kısaca hayatın her alanında böyledir. Ancak “dur bir bakalım” diye düşünenler; “dur” dediklerinde, sadece kendilerinin durduğunun, onların dışındaki her şeyin ise, akmaya devam ettiğinin farkında değillerdir. “Korkunun sopası”, sanki başlarının üzerinde sallanıyor gibidir.

Yoksa hayıflanmak veya sevinmek için “faydasız bir çaba”ya dönüşebilir. Kaybetmek de, kazanmak da hayatın bir parçasıdır. Bir grup; hayata “ne kaybederim” mantığıyla, elindekilerin, geçmişin ve geleceğin ışığında, diğer grup; “ne kazanırım” diyerek, sadece olasılıklar ışığında, üçüncü bir grup ise; “dur, bir bakalım” diye bakar.

Şimdi kriz önü, kriz arkası, dünyanın durumu… o, bu, şu…

Ticaretin doğası; ilk iki gruptakilere “gelecek”

Sürekli bir “olmaza” gerekçe üretmek.


İlk iki gruba girenlerin “kazananlar kulübü” üyesi olması ihtimali çok yüksektir. Üçüncü gruba girenler ise “kaybedenler kulübü”nün doğal üyesidir. Bir Meksika atasözü; “Kenetlenmiş dişlerle özgürlük türküsü söylenmez” der. Ticaretle uğraşan, yatırım yapan insanlar, her şeyi düşünmek zorundadırlar… Bu doğrudur.

Ancak düşünmek harekete geçmemenin değil, geçmenin anahtarıdır. Ağzınızı açmadığınızda, söylediğiniz türküyü sadece siz duyarsınız…

Mehmet Semih SÖYLEMEZ AGT A.Ş.’nin yönetim kurulu üyesi & CEO / Yazar



başarıya kanalize etmektir. Küçük çocuklar annelerinin öptüğü yaralarının iyileşeceğine nasıl inanıyorlarsa, öyle inanmak gerekir. Bu inançtan sonra elde edemeyeceğiniz hiçbir şey yoktur. Bu yüzden A Schwarzenegger: “Sınırı koyan zihindir. Zihin bir şeyi yapabileceğini kestirebildiği kadar başarılı olur. Yüzde yüz inandığın sürece her şeyi yapabilirsin.” der. Başarıya ulaşmış tüm insanların ardında başarıya olan bu inanç yatar. Başarı İnanmakla Başlar! İnanmak ya da inanmamak. Bütün mesele budur. Başarının ve mutluluğun sırrı burada saklıdır. Hayattaki en pozitif eylemlerden biri olan inanmak, yaşamın gücüdür. İnandığınızda zor işler geride kalır. Yokuşlar düzleşir, yollar kısalır. Her şey başarıya doğru adım adım ilerler. Size de zaferinizin alkışlarını duymak kalır. İnanmak, başarıya ulaşmış insanlarda bulunan temel ve mutlak özelliktir. Başarıya giden yol inanmaktan geçer. İnanmadan başarmak imkânsızdır. Başarmak için sadece planlama yapıp harekete geçmek yetmez, güçlü bir inanç ta gereklidir. Çünkü inanmak sizi kalkış rampasından fırlatacak olan ateşleme düğmesidir. Yangın öncesi ilk kıvılcımdır. Ruhun sesine kulak vermektir. İnanmak, başarıya giden yolda altından bir harita ve pusula hükmündedir. Başaracağına inanarak yola çıkanlar başarıya doğru en büyük adımı atmış olanlardır. Onlar inandıkları için, başarıyı baştan elde etmişlerdir. İnanmak, bedeni ve ruhu bütün gücüyle

Hayatınızda neye inanırsanız o başınıza gelir. Neye inanılırsa o gerçekleştirilir. Öldürmeye inananlar Kabil gibi öldürür. Yaşatmaya inananlar Habil gibi yaşatır. Yeter ki inanılsın, mutlaka başarılır. Siz yeter ki yapabileceğinize kesin olarak inanın. Bu inançtan sonra zihnin o iş için sürekli yeni yollar keşfeder. Çünkü inançlar, sinir sistemine doğrudan gönderilen emirlerdir. İnandığınızda, hedefiniz için bütün dünyanın sizinle işbirliği ettiğini göreceksiniz. İnancınızla birlikte bu işbirliği sayesinde hiçbir engel sizi hedefinizden alıkoyamaz. Bu güce ulaşanların heyecan ve coşkuları zaten gözlerine de yansır. İnanan birinin gözlerinde bu gücü görmek kadar güzel bir şey yoktur. O güç ki Çanakkale gibi bir destanı yazdırmıştır. Fatih Sultan Mehmet’e gemileri karadan yürütüp İstanbul’u fethettirmiştir. O güç ki, 13 yaşındaki Bill Gates’i dünya devi Windows’un sahibi yapmıştır. Çünkü onlar bedenen ve ruhen başaracaklarına kati olarak inanmışlardır. İnanmak zaferleri doğuran anadır. Yapacağı işe başaracağına inanarak başlayanlar, mutlaka zaferin türküsünü söylerler. Başaracağına inanan insan için hiçbir


zorluğun önemi de yoktur. D.J Schawartz ‘’ İnanın, gerçekten inanın, bir dağı yerinden oynatabilirsiniz. Çok insan bir dağı yerinden oynatabileceğini düşünmez. Bu nedenle de çok insan bunu denemez ‘’ der. Eğer Ferhat inanmasaydı şirin için koca dağı yontamazdı. Aya ilk ayak basan Neil Armstrong yakıcı atmosfer tabakasını geçeceğine inanmasaydı o rokete binmezdi. Şair Bedirhan Gökçe şöyle der ;‘’Her şey inanmakla başlar. İnanmadığın bir savaşı kazanamazsın. İnanmadığın bir maçı alamazsın. İnanmadığın bir ilişkiyi sürdüremezsin. İnanmadığın bir yuvayı kurtaramazsın. İnanmadığın bir hareketin taraftarı olmaz. İnanmadığın bir insanın arkasından yürüyemezsin. İnanmadığın insanla arkadaşlık kurmaz. İnanmadığın yerlerde yatırım yapamazsın. Her şey inanmakla başlar. İnanırsan yaparsın… İster insana, ister mekâna, ister memleketine, ister zamana; Nereye yatırım yapacaksan yap,önce inanacaksın.Çünkü; inanmazsan inandıramazsın’’(1) Bütün başarıların ana kaynağında, eyleme geçmeden önce yapılandırılmış yüksek bir inanç yatar. W. Bennis ‘’Büyük başarılar ancak başarabileceklerine inanan insanlar tarafından elde edilmiştir’’ der. Bu yüzden başaracağına yürekten inananlar başarıya mutlaka ulaşırlar. Bir okulda, okul müdürü üç öğretmeni çağırıp şöyle demiş: “Siz üç öğretmen, sistemde en iyi ve en uzman kişiler olduğunuz için, doksan tane seçkin üstün zekâlı öğrenciyi size vereceğiz. Bu öğrencilerin gelecek yıl da hızlarını korumalarını sağlamanızı ve çok şey öğrenmelerini bekliyoruz.”Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anne ve babası bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüşler.

O okul dönemi, hepsinin özellikle hoşuna gitmişti. Okul bittiği zaman diğer öğrencilere göre yüzde 20–30 daha başarılıydı. Yılsonu geldiğinde müdür üç öğretmeni çağırıp onlara: “Bir itirafta bulunmak istiyorum. En zeki öğrencilerin 90’ı sizde değildi. Onlar ortalamanın biraz üstünde öğrencilerdi. 90 öğrenciyi sistemden tesadüfen seçtik.” Öğretmenler, doğal olarak öğrencilerde görülen başarının kendi istisnai öğretme becerilerine bağlanması gerektiği sonucuna vardı. “Bir itirafım daha var.” dedi müdür: “Siz de en parlak öğretmenler değilsiniz. İsimlerinizi bir şapkanın içine doldurduğum kâğıtların arasından rastgele seçtim. Siz inandığınız için başarılı oldunuz, onlarda öyle! Başarıya ulaşmış insanlar Süpermen değildirler. Onlar da herkes gibi sıradan insanlardır. Farkları yaptıkları iş için ‘’başaracağım ‘’ zırhını kuşandıran kuvvetlice inanca sahip olmalarıdır. Çünkü kuvvetli inançlar kuvvetli iş çıkarırlar. Bu yüzden siz de ne yaparsanız yapın başaracağınıza inanarak yapın. Kendi gücünüze ve kendinizle olan güce inanın, sonra azimle çalışın. Göreceksiniz ki başarı size her yolun sonunda göz kırpıyor olacaktır! 1)Bedirhan GÖKÇE; http://bedirhangokce.com

Aydın UZKAN


* Hatta bu belirtileri ileri safhalarda aşağıdakiler de eşlik edebilir: * Mide bulantısı * Yüz kızarıklığı * Ses titrekliği * Kekemelik * El ayak titremesi * Kaslarda gerilme * Kramp girmeleri * Sıcak soğuk basmaları * Sıkıntı ve çarpıntı Sosyal Fobi mi O? "Kalabalıkta gülemiyorum, konuşamıyorum, çok heyecanlanıyorum, çekiniyorum "a benzer sıkıntılarınız mı var? O zaman bu yazıya bir göz atarak sosyal fobik olup olmadığınızı bir kontrol etmenizi tavsiye ederim. Öncelikle nedir bu sosyal fobi isterseniz bunu açıklamakla başlayalım işe. Kişinin kendisini güvensiz hissedip sosyal ortamda gerçekleştireceği bir takım faaliyetleri yapmakta zorlanması ya da yapamaması durumudur. Sosyal fobinin varlığını gösteren belirtilerin bazılarını sıralayalım: * Sosyal ortamda kendini ifade dememe * İnsanlarla ilişki kurmakta zorlanma * Özgüven eksikliği yaşama * Çekinme * Sosyal çevre tarafından izlenildiğini alay konusu olduğunu düşünme * Kendisini aşırı bir şekilde eleştirme * Olumsuz benlik algısı * Aşırı heyecan * Sürekli tedirgin olma rahat olamama * Sosyal çevrede yemek yiyememe

Peki, bu sosyal fobi durduk yere mi ortaya çıkar? Tabi ki hayır? Bebeklikten itibaren geçirmiş olduğumuz yaşantılar, ilişkiler, bulunduğumuz çevre, ailenin yetiştirme tarzı biyolojik ve psikolojik gelişimde geçirilen kritik evreler(bebeklik, ergenlik vb.) sosyal baskı gibi pek çok etken aslında sosyal fobinin temelini atmaktadır yaşamımıza. Freud’a göre 0-6 yaş arasında sağlıklı geçirilmesi gereken kritik evrelerde bir sıkıntı olursa bu bireyin ileriki yaşamını etkilemekte ve telafisi olmamaktadır. Fakat Ericson 'a göre ise kritik evrelerdeki sıkıntılar bir nebze de olsa geçirilebilir ama tam anlamıyla eski hali gibi olmaz. Sosyal fobi yapılan araştırmalara göre en çok bayanlarda görülmektedir. Fakat tedaviye ise en çok başvuranlar da erkeklerdir. Bunun sebebi ise bayanlardan çok fazla bir sosyal performans beklenmemesidir. Özellikle gelecek nesillerin teknolojiyle beraber sosyal fobili bir nesil olacağı düşünülmektedir. Eğer böyle bir sorununuzun olduğunu düşünüyorsanız yazanları uygulamanızı tavsiye ederim. Çünkü günümüz şartlarında sosyal fobiyi yenmek şarttır sağlıklı bir kişilik olabilmek adına. Çünkü sadece kendimize değil eşimiz, çocuğumuz, ailemiz ve yakın çevremize karşı


da sorumluyuz. İşe bunları deneyerek başlayabiliriz: = Beyin öyle itaatkâr bir organdır ki siz ne derseniz ne emrederseniz harfiyen onu yapar. Bu yüzden beyninizde negatife yer vermeyin. Sürekli olumluyu düşünün. Ben öyle yapıyorum yine olmuyor diyorsanız kurduğunuz cümleleri bir daha gözden geçirin. Mutlaka zamanı belli olsun olumsuz ek kullanmayın ve cümlenin olumlusunu düşünün. Örneğin koridorda koşmayınız değil de koridorda yürüyünüz gibi. = Mutlaka gergin korkulu görüntünüzü bir kenara koyup gevşemeyi başarmalısınız. Nefes egzersizleri el ve ayakları sıkıp gevşetmelerle.

= Hemen bir anda harikalar yaratacağınızı düşünüp de hayal kırıklığına uğramayın. Küçük adımlar ilkesini kullanın. Nedir peki bu? Mesela apartmandan bir komşunuzla dahi iletişim kuramıyorsanız ona merhaba diyerek işe başlayabilirsiniz. Sonra merhaba dediğiniz bir iki (çok değil) komşunuzu bir çaya ya da kahveye çağırarak onlarla iletişiminizi iletebilirsiniz. Bu sayıyı gittikçe arttırarak daha başarılı rahat ilişki kurabilen bir bireye dönüşürsünüz. Bir gelmemiş an için de feryat etme, Geçmiş gelecek masal bunlar hep. Eğlenmene bak ömrünü berbat etme. Niceleri geldi, neler istediler, Sonunda dünyayı bırakıp gittiler. Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler. Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek,

= Dikkatinizi kendi üstünüzden dağıtmalısınız aksi takdirde bana mı diyorlar ben şöyle miyim vs. olumsuz düşüncelerle kendinizi yer bitirirsiniz. Bunun yerine çevredeki kişilerle ilgilenin. Ayakkabısına bakın davranışlarını inceleyin etrafın dekoruna bakın. Böylece dikkatinizi dağıtmış olur ve gevşersiniz. = Mükemmelliyetçilik bildiğiniz üzere sosyal fobiyi tetikleyen en büyük etkenler arasında. Emin olun ki kimse mükemmel değil. Siz de değilsiniz. Herkesin kusurunun olduğu bu dünyada sizin kusursuz olmanız zaten abes olur. Ama tabi onlara kendinizin mükemmel olduğuna inandırmanızda bir sakınca yok. Çünkü karşı tarafın da yaptığı bundan ibaret. İşte bu kadar basit. eminim ki siz de bunları uygulayacak güç ve azim var dolayısıyla bu da başarılı olcaksınız anlamına gelmektedir. Sadece sabrınızı yönet meniz gerekmektedir. Hepinize bol şans.

Hamide ŞİMŞEK Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek, Zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün. Zira senin üstünde de otlar bitecek.

Ömer Hayyam


Facebook’ta bir sayfa kurabilir ve yazılar, sözler yayınlayarak insanlara ulaşabilirdim. Böylelikle bilgi de üretmiş olacaktım. Zaman içerisinde web sayfamızı oluşturduk. Şimdi de şu anda bu satırları okuduğunuz dergimizi çıkarıyoruz.

Gayesiz Yaşamlarımız Son yıllarda çokça şikâyet edilen bir durumu var ve ağızdan dökülen sözler şöyle: “Hayatım çok monoton!” Bu sözlerle başlar ve uzar gider muhabbet.

Peki, hayatımızı monoton diye adlandırdığımız durumdan çıkarmak için ne yapıyoruz? Bu soruyu sorduğumuz kişilerin neredeyse tamamına yakını “Hiç.” diyecektir. Bana sorarsanız amaçsız yaşıyoruz. Kendimize bir uğraş edinmiyoruz. Oysa bir hobi ile uğraşabilir ya da evde bir şeyler üretmeye çabalayabiliriz. Akşamlarımızı televizyon karşısında heba etmek yerine mutlu olmamızı sağlayacak bir çalışmayla geçiremez miyiz? Elbette geçirebiliriz. Kitap okumak, kendi düşüncelerimizi ifade eden yazılar karalamak ya da başka şeyler… Bundan neredeyse dört yıl evvel boşlukta olduğum bir zamandı. Monotonluktan ben de şikâyet ediyordum. O sırada aklıma üniversite yıllarımda başlayan kişisel gelişim alanı üzerinde bir çalışma yapmak geldi.

Arada ben de televizyon izliyorum. Zihnimi her şeyden uzaklaştırmak istediğim zaman açıyorum bir belgesel kanalını ve güzellikleri izliyorum. Buna karşın zamanımın çoğunu üretmeye ayırıyorum. Yeni şeyler araştırıyorum, makaleler-denemeler okuyorum.

Herkesin ilgi alanı farklıdır elbet. Neden siz de vaktinizi değerlendirmeyesiniz ki? Unutmayınız! Uğraşların en büyüğü ailedir. Eşinizle, çocuğunuzla geçireceğiniz bir süre emin olunuz sizi saatlerinizi harcadığınız televizyondan daha mutlu edecektir. Sizi yormayacak ancak zihninizi boşaltacak bir kursa yazılın. Üretirken stresinizi boşaltmış olursunuz. Hayat iş ve ev arasında dokunan bir mekikle geçirilmeyecek kadar değerli. Zaman ne kadar hızlı akıyor diye düşünmeden her anı değerli kılalım. Kendimiz için çabalamıyorsak hayatın monotonluğundan şikayet etmemeliyiz. Her şeyin temeli sizin yaşamınıza bir gaye katarak uğraşmanızdadır. Bu aile olabilir, hobi olabilir. Ne olduğu önemli değil demeyeceğiz. Bize fayda sağlamasını da ön plana alacağız.

Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu www.omerarslan.net


bilginlerini topladı ve onları korudu. İnceleme için Çin’e kadar heyetler gönderdi. Uluğ Bey Semerkant’ta bir medrese, bir de rasathane yaptırdı. Astronomi ilminin gelişmesine çalıştı. Bu rasathane orta çağdaki astronomi bilgisini en yüksek düzeye ulaştırdı.

Uluğ Bey Dünyaca ünlü Türk matematikçisi ve astronomi bilgini olan hükümdardır. 22 Mart 1395 tarihinde Semerkant'ta doğdu. Timurlenk'in torunlarından olup hükümdar Muînüddin Şah Ruh'un oğludur. Asıl adı Mehmet Torgay'dır. 13 yaşında iken Horasan ve Maveraünnehir eyaletlerine hakan naibi oldu. 1446 yılında babasının ölümü üzerine hükümdar oldu. Saltanat yılları sırasında matematik ve astronomi ile yakından ilgilendi. Astronomiye ait tablosu yıllar sonra İngiltere ve Fransa'da basıldı. 1449 yılında kendisine isyan eden oğlu Abdüllatif Mirza tarafından 54 yaşında iken öldürüldü. Uluğ Bey, babası Şah Ruh ölünce, 1446’da hükümdar oldu. İlk işi olarak devletini güçlendirerek ülkesini parçalanmaktan kurtardı. Uluğ Bey hakan olunca, Osmanlı Devleti ile münasebetlerini sıklaştırmaya ve geliştirmeye gayret etti. İki Türk ülkesi arasında elçiler, bilim adamları gidip gelmeye başladı. O, savaştan çok kendisini bilime adamış bir hükümdardı. Sarayına zamanın

Uluğ Bey, tarihe adını “Asya Fâtihi” diye yazdıran Büyük Cihangir Timurlenk'in öz torunuydu. Ama dedesinin askerlik ve savaşçılık açısından hiçbir huyu onda görülmüyordu. Dedesi, çolak eli ve topal bacağına rağmen, at üzerinde kılıç sallayıp, ülkeler fethetmişti. Fakat, Uluğ Bey'in yeryüzünde bir karış toprak bile fethetmek gibi bir ihtirası yoktu. Onun bütün merak ve hevesi, yeryüzünde değil, gökyüzündeydi. Ülkeler fethetmekten ziyade, gökyüzü âleminde araştırmalar yapmayı, gök kubbenin sırrını çözmeye çalışmayı tercih ediyordu. Uluğ Bey'in ilim adamı oluşunda, yaradılışının büyük rolü olduğu kadar, babası şah Ruh'un da büyük payı vardı. Çünkü Şah Ruh, güzel sanatlara hayran bir kişiydi. İlme ve bilginlere büyük değer verirdi. Onun Horasan'ın başkenti olan Meşhed'de yaptırdığı cami bir şaheserdi. Uluğ Bey de, Herat'ta güzel bir köşk yaptırmış, bu köşkün duvarlarını ve tavanlarını, birer sanat âbidesi niteliğindeki tablolarla süsletmişti. İktidarı döneminde, Başta Semerkant ve Buhara olmak üzere tüm ülke, Türk mimarisinin seçkin eserleriyle donatıldı. Fen bilimleri ve astronomiye merakı, ileride kendisini, dünya tarihinin en büyük astronomlarından biri haline getirdi. İlim adamlığı yanında devlet adamlığı vasfı da


yüksek olan Uluğ Bey, Semerkant’ta 38 yıl hükümdarlık yaptı. Bir akademi haline getirdiği sarayı, devrin meşhur alimlerinin toplanıp bilimsel tartışmalar yaptığı ve eserler hazırladığı bir mekan oldu.

Matematikçi, astronom, tarihçi ve şair olan Uluğ Bey, Mesud el-Kâşî, Bursalı Kadızade Rûmî, Ali bin Muhammed (Ali Kuşçu) gibi bilginleri sarayına topladı. Semerkant medrese ve rasathanesini büyüttü ve yeni aletlerle donattı. Uluğ Bey zamanında yeni astronomi aletleri yapılmış, eski aletler geliştirilmişti. IX. ve X. yüzyılda bir usturlab ile ancak 43 işlem yapılırken, Uluğ Bey zamanında geliştirilen usturlab, 1000’den fazla işlem yapıyordu. Uluğ Bey’in usturlabının çapı 40 metre idi. Uluğ Bey, bu arada gökyüzünün bir de haritasını yapmayı başarmıştı. Bu gökyüzü haritası, kendisinden sonra gelecek nesillere astronomi çalışmalarında ışık tutacak, onlara rehber olacaktı. Uluğ Bey, astronomi çalışmalarının temelini teşkil eden trigonometri ilmi üzerinde de geniş çalışmalar yaptı. Kendisinden önceki Doğu ve Batı dünyasının tahmini bilgilerini bir kenara bırakıp, bilimsel esasları tespit ederek, trigonometride yeni bir araştırma yolu açtı. Dünya onu, astronomi alanındaki eseriyle tanıdı. Semerkant’taki rasathanesinde yapılan çalışmalar, bugünkü astronomiye hala ışık tutmaktadır Zîc-i Ulûgî denilen cetveli, diğer ilmî eserleri ve rasatları, akademiden farkı olmayan sarayındaki çalışmalarının sonucudur. Zîc-i Ulûgî, diğer adı “Gûrgânî Takvimi” olan bu cetvel, o devrin ilmî esaslara dayanan yegâne takvimi sayılmaktadır. Bu eser, daha önce yazılan ‘zîc’lerin

yanlışlarını düzeltiyor ve yıldızların hareketini daha mükemmel gösteriyordu.Zîc-i Ulûgî, 1655 yılında İngiltere'de Oxford şehrinde İngilizce, 1853’te de Fransızca olarak basıldı. Daha sonra da çeşitli dillere tercüme edildi. Batı bilim dünyası, Uluğ Bey’e “XV. yüzyıl Astronomu” unvanını layık görürken, Milletrerarası Astronomi Derneği de Ay yüzeyindeki bir kratere onun adını verdi. Beş ülkenin astronomlarından ve özellikle Ay’a uydu gönderen ülkelerin uzmanlarından oluşan bir komisyonun hazırladığı Ay Haritasında, üç Türk astronomunun adları da yer alır. Büyük bir kratere Uluğ Bey adı verilmiştir. Ay atlasında adları bulunan diğer iki Türk bilgini, Bîrûnî ve Nasireddîn Tûsî’dir. Kozmografya konusunda yazdığı bir kitap da günümüze kadar, birçok ilmî araştırmalara kaynak olmuştur. Tarihin en âlim olduğu kadar en âdil bir hükümdarı olarak da tanınan Uluğ Bey, aynı zamanda kötü talihli bir hükümdardı. Oğlu Abdüllatif Mirza, babasına baş kaldırmış ve gözünü tahta dikerek işi bir iç savaşa kadar götürmüştü. Bu savaşta ağırlığını ortaya koyan Uluğ Bey, oğlu Abdüllatif Mirza kumandasındaki âsileri yenmeyi başarmıştı. Bu iç savaş sonunda Abdüllatif Mirza da esir düşmüştü. Uluğ Bey, dedesi Timurlenk gibi katı yürekli bir insan değildi. Asi evlâdını bağışladı, kendisine nasihatte bulundu. Bu konuda bir hükümdar olarak değil de, yüreği evlât sevgisiyle dolu hassas bir baba olarak düşünmüş ve ona göre hareket etmişti. Fakat oğlu Abdüllatif Mirza, o iyi yürekli, âlim ve kâmil babanın oğlu değilmiş gibi, Uluğ Bey ile taban tabana zıt karakter taşıyan bir insandı. Babasına baş kaldırıp yenilmesinden


sonra, onun verdiği manevî dersi alamamıştı. Serbest kalır kalmaz derhal yeni bir darbenin hazırlıklarına koyuldu. Bu kez geçen seferkinden daha kuvvetli bir ordu toplayıp başarı kazanmak için ne gerekirse yaptı. Ve bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra babası Uluğ Bey'e tekrar baş kaldırdı ve onun üzerine tekrar saldırdı. Bu ikinci iç savaşta şans hiç de Uluğ Bey'e gülmedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, affettiği oğlunun kendisine karşı yeniden bir hücuma girişeceğine ihtimâl vermiyordu âlim baba.Uluğ Bey fena halde gafil avlanmıştı. Emrindeki kuvvetler yenildi. Her şey

tamamen tersine gelişti; bu kez 54 yaşındaki baba, âsi oğlunun eline esir düştü.Uluğ Bey, oğluna göstermiş olduğu anlayış ve merhameti ne yazık ki ondan göremedi. İsyankâr evlât, savaşın galibi kumandan olarak, babasını 25 Ekim 1449 tarihinde ölüme mahkûm etti. Dünyanın en ünlü matematikçisi ve astronomi bilgini olan Uluğ Bey, bir hükümdardan ziyade bir baba için en acı son ile hayatını kaybetti ve dedesi Timur Han’ın yanına defnedildi.

Bu derginin yayınlanmasında emeği geçen ve vakit ayırarak okuyan herkese teşekkür ederim. Unutmayınız bilgi paylaştıkça çoğalır. Bizler sizlere aracıyız, sizler de sevdiklerinize aracı olabilirsiniz. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu


Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2013 – Sayı: 21

Dergi Tasarım: Ömer ARSLAN Kapak Tasarım: Özlem ÖZTULUM Dergi Koordinatör: Özlem ÖZTULUM

Yazarlar: Özlem ÖZTULUM Taner ÖZDEŞ Mustafa Çay Ümit ÜNKER Çetin ALKAN Banu BİLECEN Hatice Köksal DERİ Mehmet Semih SÖYLEMEZ Aydın UZKAN Hamide ŞİMŞEK Ömer ARSLAN

İletişim: www.facebook.com/kgelisimim www.kisiselgelisimim.com www.twitter.com/kgelisimim

Elektronik Posta: gelisimim@gmail.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.