Kişisel Gelişim Dergisi Temmuz 2013

Page 1


Merhaba arkadaşlar, Umarım geçen iki ayda her şey sizler için güzel geçmiştir. Bizler için tek olumsuz nokta yayınımıza bir ay ara vermek oldu. Şu an sizlerin karşısında yine yer almaktan mutluluk duyuyoruz. Bazı aksilikler geçen ay dergimizi çıkarmamıza engel oldu. 21 aylık bir yayın sürecinin ardından böyle bir ayrılık yaşamak bizleri üzdü. Netice itibariyle çalışmalarımız sürüyor. Ve engeller karşısında yılmamayı kendimize amaç ediniyoruz. Lütfen sizler de desteğinizi bizden eksik etmeyiniz. Dergimizi sevdiklerinizle paylaşınız. Sözü çok uzatmadan sizleri temmuz sayımızla baş başa bırakayım. Ve ramazan ayının hepimiz adına hayırlı geçmesini diliyorum.

Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu www.omerarslan.net


İçindekiler: Bu Yeni Ben de Kim?

4

Hayat ve Tutum

6

İnsanlar Niçin Satın Alırlar?

10

Bırakma Yasası

12

Kitle Psikolojisi Medya ve Şiddet

15

Peki ya İçimizdeki Çocuk?

18

Kendi Olma Bilinci

21

Siyah ve Beyaz

22

Kendini Tanı

23

Aile Rehber Olmalı

25

Molla Lütfi (? – 1495)

27

Künye

29


Bu Yeni Ben de Kim? Artık yeni bir ben demenin zamanı gelmedi mi? Yaşadığın onca zorluklar, yararı olmayan mücadelelerin, yıpratıcı ilişkiler, sürekli stres yaratan durumlar karşısında her gün çöküşe doğru giden zihin ve bedenini sen bile tanıyamaz hale geldiğinin farkında değilsin. Zihnin sürekli değişmeliyim derken bedeninle anlamsız bir savaş haline giriyor. Ve sen yine hiç bir şey yapamadan öylece kalakalıyorsun. Çevrenden gelen eleştiriler karşısında her gün kendini daha fazla eleştiriyorsun, “Nerede hata yaptım?”, “Neden bütün bunlar başıma geldi?” diyerek sürekli bir sorgulama halindesin. Yanıt bulamadığın sorulara bir yenisini daha ekleyerek bataklığın en diplerin de kendine bir yer edinmeye çalışıyorsun. Kendini gürültülerin gelmeyeceği köşelere saklamaya çalışıyorsun çünkü o bölge senin en rahat alanınmış gibi geliyor. En çaresiz anlarında iç sesindeki anlamsız gürültüleri bir kenara itip kendi öz düşüncelerini duymayı denedin mi? Yalnızca kendi benliğin ve sen… Egona, gereksiz düşüncelerine yer vermeden özünde bulunan

iç huzur… Buna ihtiyacın olduğunu biliyorum; çünkü bende zaman zaman senin gibi hayatımda zorluklar hissediyorum. Hatta yakın bir zamanda da yaşadım. Her şey üzerime doğru gelip mantıklı düşünemediğim bir noktayken çaresizlik içinde sürekli “Acaba ne yapmalıyım?” diye sorguluyordum. Çaresizliğin verdiği korku, mutsuzluk, ağlama nöbetleri, ara sıra gelen panik ataklar... Soruma cevap vermiyor adeta bataklıktaki yerimi sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Kendimden başka kimse beni benden iyi tanıyamazdı bunun farkındaydım. Bu yönde bir karar vererek her türlü iletişim aracından uzaklaşmaya başladım. İnternet, telefon, televizyon… Olumsuz hiçbir düşüncemi yanıma almadım ve beni kimsenin bunaltmayacağı, kendimi iyi hissettiğim yere doğru gittim sevdiklerimin yanına… Kendimle sanki uzun zamandır baş başa kalmamış gibiydim. O kadar teknolojik aletlere, negatif olaylara ve strese boğmuşum ki kendimi zihnimle yalnız kaldığımda bunu daha iyi anladım. Hemen bir kâğıt kalem alarak “Bana yarar sağlayacak olan değişim ve pozitif yönde gelişim şartımı kabul ediyorum” yazdım.

İlk gün almış olduğum karar ile birlikte evin bahçesine çıktım. Doğanın kokusunu içime çektikçe içimdeki huzur daha da arttırıyordu. Gün boyu bahçedeki çiçeklerle ilgilendim, onlarla konuştum biraz, hamakta sallanarak kitap okudum. Bana iyi gelen şeyleri yaptım sadece. Ertesi gün ‘Değişim Şartı’nı hemen uygulamaya başladım. Eksikliklerimden çok “Bundan sonra ne yapabilirim?” “Bana başarı sağlayacak olan neler?” “Var olan seviyemin


ve gelişimimin üzerine neler katabilirim?” “Kendimi nerede görmek istiyorum?” diye düşünerek yazmaya başladım. Yazdıkça kendime olan güvenim ve gücüm daha da arttı. Her şeyi sıraladıktan sonra sonuna gerçekleşmesine inandığım başarıların ve kısmen de olsa gelişimlerin bitim tarihini ve imzamı ekledim. Kendimle hazırlamış olduğum bu sözleşmemi her durumda uyguluyorum artık sayfalarca çekmecemde duran ve hemen hemen hepsi güzel sonuçlarla biten sözleşmeleri görünce kendimle gurur duyuyorum.

“Hayatımızda engel olamadığımız durumlar ya da çaresizlik içinde beklediğimiz zamanlar oluyor. Bu zamanları çözümsüzlük içinde beklemek yerine kendi içimizde rahatsız eden kısımları temizleyip, çözümlemeliyiz.”

Sevgiyle kalın Özlem ÖZTULUM


Daha mı mutluyuz? Daha mı huzurluyuz? Daha mı sağlıklıyız? Daha mı sevgi doluyuz? Hayatımızda en önemli üç değer nedir? Hayattaki amacımız nedir? Hayatın bize anlamı nedir?

Hayat ve Tutum Uzun zamandır yazacak konu bulmakta kararsız kaldım. Yazmak çok zor bir iştir. İnsanın ilham alması, sakin olması, odaklanması ve yazma isteğinin gelmesi gerekir. 2006 yılından beri düzenli yazıyorum. Yazmak benim için bir hayat amacı; vazgeçilmez bir tutku ve duygularıma (benliğime) ulaşmamı sağlayan bir araç. Kendimi değerli ve iyi hissetmemi sağlıyor. Satışın 10 Altın Kuralı kitabını yazdığımdan beri 7 sene geçti. Bu süre zarfında Internet ve sosyal medya ve mobil cihazlar hayatımızı derinden etkiledi. Bu süre zarfında ben kendimi keşfetmeye, öğrenmeye ve gelişmeye devam ettim. Bu sene bitmeden ikinci kitabımı çıkartmak istiyorum.

İnsanların emek, çaba, fedakârlık, acı çekmeden kariyerlerinde yükselmek istemesi ve insan ilişkilerindeki sevgisizlik, samimiyetsizlik, çıkar dolu ilişkiler bu yüzyıla damgasını vuruyor. İnsanların daha yalnız ve bencil bir varlığa dönüşmesi beni karamsarlığa itiyor. İnsanların gittikçe değerlerinden uzaklaşması, maddeye düşkünlüğü ve daha bireysel olması, dünyayı daha sevgisiz ve hoşgörüsüz yapıyor. İnsanların anlamadığı nokta evren bir bütündür; bu ne demek? Dünyada ne yaparsak bir şekilde bize geri dönecektir? Bireysel yapılan hiçbir şey diğer insanlar için bir değer ve fayda taşımıyorsa, bizi de tatmin etmeyecektir. Boşluk ve yalnızlık duygusunu bir şekilde paylaşamama ve sevgisizlik olarak yorumluyorum.

Internet ve sosyal medya ile birlikte tüm iletişim, ilişki ve iş yapma tarzımız değişti. Hayatımıza bir hız, sürekli tüketme ihtiyacı, daha fazla rekabet, maddi doyumsuzluk ve sanal bir sosyallik getirdi.

Roger Ritz “Kendinizi Kazanın” kitabında şöyle yazıyor : “Hayatta kalma çabası içinde gündelik yaşıyormuşuz gibi görünürüz. Neden? Neden kapasitemizin çok altında yaşamayı kabulleniriz? Neden potansiyelimize ulaşamayız? Neden devamlı erişebileceğimiz noktaların gerisinde kalırız? “Bana göre işin özünde farkında olmayışımızdır.” diyor Roger Ritz.

İnsanın gelişimine en çok kendisine sorduğu sorular katkı sağlar.

Farkında olmak demek; korkularımızın, zihnimizdeki engellerin, endişelerin, gereksiz


düşüncelerin sürekli etkisinde kalarak ilerleyememektir. Son 3 senedir, performans koçluğu yapıyorum. Bana danışanlara şunu tavsiye ediyorum : “uyum sağlayın” veya “terk edin“ Kararsızlık en büyük düşmanınız. Maalesef, üçüncü bir alternatif yok “şikâyet etmek, söylenmek, başkalarını suçlamak veya kötü talihimizi neden olarak göstermek “ . Psikolojide buna “EGO“ deniyor veya “KOMPLEKS” veya “AŞAĞILIK KOMPLEKSİ” . Koçluk yaptığımdan beri dinlemeyi öğrendim. “Dinlemek” benim için her zaman konuşmaya göre daha sıkıcı gelmiştir. Konuşmak egoma iyi geliyor. Dinlemenin önemini anladıktan sonra dinlemenin de keyifli olabileceğini gördüm. Bir hatta bir buçuk saat kesintisiz olarak karşımdakini dinleyebiliyorum. En büyük faydası ilişkiyi güçlendirmesi, karşımdaki kişiyi anlamamı sağlaması ve öğrenmem.

Sam Glenn “ Doğru Tutumların Gücü “ kitabında “Sahip olduğumuz davranışların ve tutumların sizin her gün yaptığınız seçimlerin bir sonucu olduklarını bilin.” diyor.

Burada sorulması gereken soru şudur: “Bundan sonra daha iyi bir hayat bir hayat sürdürebilmem için, yapabileceğim en doğru seçim hangisi olmalıdır? “ Hayatta diğer insanlarla daha iyi ilişkiler kurabilmek, sorunların üstesinden gelebilmek ve performansınızı yükseltebilmek istiyorsanız, işe davranışlarımızı ve tutumlarımızı değiştirmekle başlamalısınız. “Tutum” ya da “düşünce ve davranış biçimi” yaşamımızın her aşamasını etkiler. Düşüncelerinizi, inançlarınızı ve alışkanlıklarınızı değiştirerek, daha iyi bir tavra ve davranışa sahip olabileceğinizin ve böylelikle hayatınızı değiştirebileceğinizin farkına varın. Nazi kampında yıllarca yaşamayı başaran Yahudi Victor Frankl “Kişinin, her türlü koşul altında kendi düşünce ve davranış biçimini seçme özgürlüğü, onun elinden alınamayacak olan en büyük güçtür.” Derken insanın içsel gücünün boyutunu herkese göstermişti. Kitabını okumanızı tavsiye ederim. Bu kadar çok kişisel gelişim kitabı varken, insanlar neden düşünce ve davranışlarını değiştirmeme konusunda inat ediyorlar? Bunun en önemli sebebi kesin bir “amaç” ve “hedeflerinin” olmayışı! Diğer nedenlerin arasında tutkusuz bir yaşam veya ne istediğini bilmemek sayabiliriz. Başarılı bir hayat yaşayabilmek için, ilk olarak neye önem verdiğinize tespit etmeniz gerekir. Buna “önceliklerimiz veya değerlerimiz” de diyebiliriz. Sizin için en önemli şeyler nelerdir? Neye sahip olmak veya yapabilmek isterdiniz?


Amaç ve değerlerinizi belirlemeden, sadece boşlukta ve huzursuz yaşarsınız. Size şunları sormama izin verin: “ Bulunmak istediğimiz konuma gelmekten sizi alıkoyan bir şey mi var? Hayallerinize ve mutluluğa ulaşmanızın karşısında engel bulunuyor mu? Sizi engelleyen nedir? Korku mu? Geçmişte yaşadığınız olumsuz bir tecrübe? Tembellik mi? Kötümser bir tutum mu? Çeşitli bahaneler? Unutamadığınız veya bağışlamayacağınız birisi mi? O zaman şu sorulara cevap verin: Sık sık şikâyet eder misiniz? Çabuk öfkelenir misiniz? Başkalarını yargılar ve eleştirir misiniz? Hep bir kurban olduğunuza mı inanırsınız? Kontrolü fazlası ile elinizde mi tutarsınız? Hayatımızda olumsuzlukları aşabilmek için yapmamız gereken tek şey onların farkında olmak ve yolumuza devam etmektir Hayatın düşündüğünüzden çok daha adil ve değerli olduğuna fark etmelisiniz.

William James: “Zamanımızın en büyük keşfi, insanın hayatını nasıl değiştirebileceğini öğrenmesidir.” diyor. Tutum ve davranışlar değişince hayatımızda düzelir. Albert Schwitzer: “Başarı, mutluluğun anahtarı değildir, Mutluluk, başarının anahtarıdır. Yaptığınız işi severseniz, başarılı olursunuz.” Hepimiz dünyaya bir amaçla geliriz. Onu keşfetmek için uğraşmamız, araştırmamız, risk almamız gerekebilir, o orada bir

yerlerdedir. Onu bulduğumuzda, artık hayatımız asla eskisi gibi olmaz! Amacı olan insanlar imkânsız diye bir şey olmadığı bilirler, görülmeyeni görürler, güzeli ararlar, daha iyiyi işitirler ve hayallerine ulaşırlar. Bunun için iki şeye ihtiyacınız vardır “Kararlılık” ve “Coşku”. Bunlara sahip olmazsanız, hemen pes eder veya vazgeçersiniz. Hayatta en önemli 3 şeye sahip olmak gerekir: Doğru eş, doğru arkadaş ve doğru iş. Bu üçünü doğru seçerseniz hayat ile baş edebilecek, istediğinizi elde edecek güç ve enerjiye her zaman sahip olursunuz. Sizi yücelten ve cesaretlendiren insanlarla olun. Sizi sürekli alçaltan, küçümseyen veya eleştiren negatif enerjili insanlardan uzak durun. Abraham Lincoln şu anlamlı sözleriyle yazımı bitirmek isterim: “Önemli olan ne kadar yaşadığınız değil, nasıl yaşadığınızdır.” Sevgilerimle,

Taner Özdeş “Satışın 10 Altın Kuralı Yazarı” Satış ve Performans Koçu www.tanerozdes.com.tr



ABD’de yapılan araştırmalar şunu gösteriyor ki, işini seven satışçıların başarı oranı, kurallara uyarak işini devam ettiren satıcılara oranla %85 daha fazla. Göz ardı edilemeyecek bir fark.

Çünkü sevmek güveni beraberinde getirir ve güven’de satışı getirir. Satışın doğal kurgusu bu ikiliyi barındırır içinde. Sev ki, sana güvensinler. Güvenirlerse satış yaparsın. İnsan güvenmediği birinden ürün ve/veya hizmet satın alır mı? İnsanlar Niçin Satın Alırlar? ”İnsanlar niçin satın alırlar?” Sorusu ”Nasıl satarım?” sorusundan çok daha önemli. Satış, müşteriye yönelik bir faaliyettir. Ancak, satışı müşteri tanımlar. ”İnsanlar Niçin satın alırlar?” sorusu ”Nasıl Satarım ?” sorusundan çok daha önemli. Bunun nedeni, insanların kendilerine satış yapılmasını sevmemesinden kaynaklanır. Kendinizi düşünün… Size bir ürün ve/veya hizmet satışı yapılmak istendiğinde nasıl bir davranış modeliniz oluyor? Genellikle satın almama yönünde. Bu olay psikolojik bir durum çünkü insanlar satın almak için satın almazlar, ihtiyaçları olduğu için satın alırlar. Sır, İhtiyaç’ta… Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi, satış psikolojik ve sosyal bir bilimdir. İyi bir satıcı olabilmek için, insan psikolojisini iyi bilmek, sosyal anlamda faal olmak ve işinizi sevmek gerekir. Evet, sevmek… İyi bir satıcı her şeyden önce işini sevmek durumundadır. Zaten sevmeden ne yapılabilir ki?

Satış dedik, satışı ve işini sevmek dedik ve güven yaratmak dedik. Peki, bunları gerçekleştirmek için ne yapmalıyız? Davranış stilimizi ”OLUMLU” davranış şekline çevirmeliyiz. Evet, ”OLUMLU” düşünce modeli size ”PLASEBO” etkisi yaratır (Telkin etkisi) ve beyin siz ona ne komut gönderirseniz onu uygular. Unutmayın! ”Başarılı değilim, Satış yapamıyorum, Kahretsin bu işi sevmiyorum” derseniz başarılı olamazsınız, satış yapamazsınız ve işinizi asla sevemezsiniz. Çünkü beyninize başarısız olmanız için komutlar gönderiyorsunuz ve ”HAYIR” cı düşünce modeli geliştirdiğiniz için ”OLUMSUZ” olarak etkileniyorsunuz, bu sizin tüm psikolojinize hatta tavırlarınıza dahi yansıyor. Beynimiz ne harika değil mi? Biz ne dersek onu yapıyor. O halde neden insanlar ”EVET” ci davranış modeli geliştirmek yerine ”HAYIR”cı davranış modeli geliştiriyorlar. ”KAK” Etkisi yüzünden… KAK Etkisi; Korku, Aç gözlülük ve Kibir etkisidir. Bu üç etki tüm satış sürecini ve satışçıyı etkiler.


Olumsuz şartlanma dünyasında yaşıyoruz maalesef. Olumsuz şartlanma hayatımızın her evresinde var. ”Bu son model araba’da çocuk koruma koltuğu var, kaza yaptığınızda çocuğunuz güvende.” Reklamını gördüğümüz anda Korku etkisi yaratılıyor beynimizde. Çocuğumun güvenliği için bu koltuğu almalıyım. ”Yangın olduğunda evsiz kalmayın diye sigorta reklamları.” Çoğu TV reklamlarındaki şartlandırmaların yarısında korku vardır, geri kalanında ise, aç gözlülük ve kibir. Bunların yanında AVM, Plazalar, Hastaneler v.b. hemen hemen tüm yerlerde güvenlik görevlileri, detektörler, X – Ray cihazlarına dikkat ederseniz size potansiyel suçlu modunda yaklaşıldığını göreceksiniz. ”Sizi koruyoruz…” şartlandırması, korkmanızı sağlar. Toplum size korku aşıladıktan sonra onu iş yerinize, evinize götürmeniz çok doğaldır ve buda beraberinde başarısızlığı getirir. Tüm bunlar içinde ”BAŞARILI” olmak için, düşünce yapınızı değiştirmeniz gerekmektedir. ”Başarısızım, başarısız oldum.” yerine ”Bir daha asla yapmamam

gerektiğini öğrendim” düşünce yapısını geliştirirseniz bambaşka bir zihin yapısına kavuşursunuz. Unutmayın! Herkes aynı şartlandırmalara maruz kalıyor ve insanların yeni dünya düzeni içinde çok farklı ve fazla dertleri var. Eğer ”HAYIR” ı yeteri kadar incelerseniz ”EVET” i mutlaka bulursunuz. Olumlu düşünün, EVET’çi düşünce yapısı geliştirin, farkındalıklarınızı geliştirin/genişletin. İnsanlar sizi severse sizden satın alır. Önce kendinizi sevin, işinizi sevin sonrası zaten ”SATIŞ” olarak sonuçlanacaktır.

Ümit ÜNKER Satış Koçu ve Satış Eğitmeni Yemek Guru kurucusu & CEO umit@umitunker.com www.umitunker.com


tartışmayı bıraktığı anda karşısındaki de anına bırakacaktır. Birisi size, “Sen lanet olası bir baş belasısın” dediğinde, “Haklısın, buna ek olarak aynı zamanda kahrolası bir baş belası olduğum da söylenebilir” dediğiniz anda, “Yok canım o kadar da abartma, bazen çok iyi birisi olduğun da oluyor” yanıtını alırsınız.

Bırakma Yasası Biliyorum aklınıza “Bırak dağınık kalsın” yasası geliyor. Ama bunun konumuzla hiç ilgisi yok. Ama sizin için çok büyük anlamlar ifade ediyorsa, öyle de düşünebilirsiniz.

Biz bu yasayı, “Yorgan Gitti, Kavga Bitti” yasası diye de adlandırabiliriz. “Bırakma Yasası” her şeyi akışına bırakmak ya da zorla tutunduğunuz bir şeyi bırakmak amacıyla kullanılabilir. Bazen sıkı sıkıya tuttuğunuz bir şeyi bırakmak, ona daha kolay sahip olmanızı sağlayabilir. “Ya benimsin, ya kara toprağın” felsefesi buna en güzel örnektir. Ama burada hemen karşı kabilenin söylediği, “Birisini seviyorsan onu bırak. Eğer döner gelirse senindir, ama gelmiyorsa zaten hiç senin olmamıştır” destanı devreye girer. Hangisine inanacağınızı şaşırmış bir şekilde kalakalırsınız ortada. Bırakmak, uyguladığınız direnci bir anda etkisiz hale getirecektir. Bunu en güzel açılayan örnek, tartışan iki kişinin durumudur. İkisi de hararetli bir biçimde tartışırken, birisi

Çünkü burada tartışmayı bırakmışsınızdır. Geriye tartışacak ne kalır ki? Hiçbir şey. Tartışma yok, sorun yok! Yorgan gitti, kavga bitti!

Nasrettin Hoca ile ilgili böyle bir fıkra anlatılır. Hocanın komşusuna borcu vardır. Sabah olduğunda ödemesi gerekir ama elinde parası yoktur. Gece boyunca bunu düşünür ve uykusu kaçar. Sonra penceresini açar ve komşusuna seslenir, “Komşu, yarın sabah senin borcunu ödeyemeyeceğim. Şimdi biraz da sen uykusuz kal” der ve sonra mışıl mışıl uyur. O düşünceyi bırakmıştır ve o anda sorun, en azından sabaha kadar sona ermiştir. Sabah olduğunda da komşusuyla konuşur ve bir şekilde bir çözüm bulurlar. Eminim de bulmuşlardır. Şu an hâlâ, Konya 1.İcra Dairesinde Nasrettin Hoca’nın dosyası açık bir şekilde durmuyordur herhalde… Eğer duruyorsa bile, bu artık Nasrettin Hocamızı hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Fıkralarından aldığı telif ücretleriyle, borcunu bir çırpıda kapatır nasıl olsa…

Telif demişken, “Bırakma Yasası” gün içinde birçok duruma uyarlanabilir. Yaşadığınız bir olayın etkisini hemen o anda yok etmeyi


başarırsanız, olaya ait duyguları o geceye, sonraki gecelere ve sonraki yıllara taşımamış olursunuz. Böylece, yaşanan olay sizi sadece bir kez etkilemiş olur ve siz, “Beni terk ettiğin o parkta, her gün aynı saatte ağlıyorum” gibi bir saçmalığa da kapılmamış olursunuz. Sonuçta, “Senede bir gün” filmini yeniden çekme görevi size verilmedi. Siz benim duygusuz olduğumu düşünüyorsunuz değil mi? Mekanik bir robot gibi mi görünüyorum oradan okuyunca? Evet, belki bir robotum. Ama robotların bile… Beni zorla geyik yapmaya zorluyorsunuz. Sonra da ben suçlu oluyorum. Evet, eğer yaşadığı bir olaydan dolayı her gün ağlamıyor olmak robotluksa ben bir robotum.

Eğer sorunları içine atmak yerine anına çözmek duygusallıksa, ben lanet olası bir duygusuzum!

“Hayır hayır, o benim”, “Yalan söylüyorlar, benim o” demenizi bekliyorum burada. Yoksa demiyor musunuz? O duygusuz robot gerçekten ben miyim yoksa? Oh ne güzel. Burada kaç sayfadır ecel terleri döken benim, ama duygusuz robotun teki de benim. Ne güzel ya… Ben yokum bu oyunda artık. Küstüm ve gidiyorum… “Mutsuz Olmak Günahtır” kitabından yazarın izniyle alınmıştır.

Eğer gözyaşlarıyla ıslatılıp çöpe atılacak olan her bir mendil için kaç tane ağaç kesildiğini düşünerek, sırf ağaçlar kesilmesin diye ağlamıyorsam, ben bir robotum…

O duygusuz robot benim…

Mustafa ÇAY NLP Master Trainer / Yazar www.mustafacay.com

“Hayır benim”,

Hayatı anlamaya çalışma. Onu yaşa. Sevgiyi anlamaya çalışma. Sevgiye doğru hareket et. Hayat bir problem değildir. Onu bir problem olarak ele almak, yola yanlış adımla başlamaktır. O, yaşanacak, sevilecek, deneyimlenecek bir gizemdir. Osho



gazeteler, radyo ve televizyondan yapılan propagandalar yoluyla savaşları çıkartanlar ve yönetenler cephe gerisini moral düzeyde ayakta tutmaya ve yaptıkları propagandalar ile kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlardı.

Kültürel psikoloji ve sosyal psikoloji teorilerine göre kitle psikolojisi toplumca onay gören davranış ve düşüncelerin kitleler üzerinde etkili olması ile temelinde açıklanabilir. Kitle psikolojisi farklı dinsel, kültürel ve politik değer yargılarından dolayı toplumsal psikolojiden farklıdır. Kitle psikolojisinde sosyal bir gruba veya bir etnik azınlığa ait olmak ve sosyal grubun veya etnik azınlığın bireyin davranışlarını ve düşüncelerini onaylamasıdır. Birey ve grup arasındaki etkileşim ve iletişim kitle psikolojisinin dinamiklerini oluşturur. Kitle psikolojisi en çok kitlenin ortak değerlerinin riske girmesi durumunda belirgin bir şekilde görülebilir.

Savaşta ve kitlesel eylemlerde halkın gücü ve verdiği destek toplumu yönetenler için kaçınılmaz önemli birer faktördür. Günümüz koşullarında halkın örgütlenmesi ve kazanımı ise yine devlet destekli gelişmiş medyada psikolojik propagandalar ile yapılmakla birlikte soğuk savaşlarda olmadığı gibi psikolojik savaş yöntemleri de uygulanmaktadır. Böyle bir süreçte psikoloji alanındaki önceden yapılmış deneylerin sonuçları psikolojik savaş yöntemlerinde malzeme olarak kullanılması ve kitlesel eylemlerde kitlenin moralinin bozulmasında çok önemli bir role sahip olmaktadır. Propagandalar ise halkın bilinçaltındaki milliyetçi duygularını, vatanseverlik duygularını dış dünyanın zorluklarına adapte edilerek sürekli ön plana çıkarılır. Internet, gazeteler, televizyonlar ve radyolar gibi medyatik araçlarla milli seferberlik çağrıları ve propagandalar yapılarak milliyetçilik demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri maskeleri altında sürekli kitlesel bilinçaltına seslenilir.

Kitle psikolojisi ve medya etkisinin en belirgin olarak görüldüğü dönemler birinci ve ikinci dünya savaşlarının olduğu dönemler ve günümüz Kapitalist koşullarıdır. Şiddet, Freud tarafından ‘’kendiliğindenci’’ bir davranış olarak görülüyordu. Freud, şiddeti bastırılmış içgüdüsel eylem olarak tanımlamıştır. Soğuk savaş yıllarını kapsayan dönemde ise medya bugünkü gibi gelişkin değildi. Sadece

Toplumu yönetenler şiddet olgusunu medya aracılıyla kitlelere yıkıcılık anlamında lanse ettirirken diğer yandan kontrol altında tuttukları medya üzerinde kitlelere psikolojik şiddet uygularlar. Şiddet kısmen doğuştan kısmen de doğuştan sonra aile içinde, sosyal çevrede ve toplumda öğrenilen bir davranıştır. Şiddet genetik faktörler ile kısmen açıklanabilir. Toplumsal yapıdaki

Kitle Psikolojisi Medya ve Şiddet


bireysel davranışlar, toplumsal bilince, diyalektik gelişime, ilerletici özelliklere dayanmadığı sürece onaylanmayan davranışlar olarak değerlendirilir. Şiddet, insanı belirsizliklere ve korkulara karşı aktif olmasını sağlayan motivasyon sürecidir. Şiddet sadece yıkıcılık, sindirme ve pasifleştirme anlamlarında algılanamaz. Şiddet aynı zamanda haklı nedenlere dayandığı sürece ilerletici yapıcı ve eğitici özelliklere de sahiptir. Medyatik şiddetin topluma uygulanmasında temel amaç kitlelilerin toplumu yönetenleri haklı olarak algılamalarını sağlamaktır. Şiddetin uygulanmasında diğer amaç ise kitlesel bilinçaltına sürekli ‘dış mihraklar’ veya ‘dış güçler’ gibi paranoyak düşüncelerin gönderilmesini sağlamaktır. Medyatik şiddet kitlelerde toplumu yönetenlere karşı inandırıcılığın derinleşmesini de sağlar. Bu durum aslında toplumu yönetenlere karşı kitlesel şartlandırılma sürecidir. Medya şiddeti, toplumsal psikolojide bireysel davranışların onaylandığı veya bireysel davranışların toplumun normlarına ters düştüğü için birey veya bireylerin dışlanması koşullarını da hazırlar. Kalabalıkların kitlesel ruh anlayışı bireysel ve grupsal düzeyde nasıl davranılması ve nasıl düşünülmesi gerektiğini de yansıtır. Toplumsal psikolojide onay, toplumun kolektif düzeyde benimsediği kuralların, alışkanlıkların ve geleneklerin gerçek yaşamda bireysel veya grupsal davranışlara uygulanmasıdır. Onay, kitle psikolojisinde bireysel psikolojinin kaybolmasına, duyguların bireysel olmaktan çıkıp kolektif olmasına neden olur. Toplumsal psikolojide akıl ve zekânın önemi fazla

dikkate alınmaz. Önemli olan toplumun benimsediği değerler ve inançlar temel alınır Benimsenmiş değerler ve inançlar bireysel ve grupsal düzeylerde eleştirilirse, karşı çıkılırsa bu sefer toplumsal dışlanma söz konusu olur. Medyatik şiddet doğrultusunda toplumsal psikolojideki dışlanma toplumsal normların tabulaştırıldığını gösterir. Kitle psikolojisinde medyatik şiddete karşı kitlesel düşüncelerin oluşum süreçleri dinsel, kültürel ve politik düzeyde şekillenebilir. Dinsel açılımlarda şiddet olgusunun değerlendirilmesi, onaylanmayan eylemler olarak görülebildiği gibi uzlaşmacı liberal bakış açılarını da görmek mümkün olabilir. Medya şiddetine karşı kültürel değer yargılarına dayanan kitlesel düşünme ise kolektif bakış açısını ortaya koyar. Kitlesel düşünce sürecinde oluşan bakış açıları bireylerin aile, sosyal çevre ve toplumdaki sosyal rollerine göre farklılıklar gösterir. Toplumu yönetenlerin ideolojisini ve ahlaki değer yargılarını temsil eden bireyler medya şiddetini çarpıtarak toplumu yönetenlerin haklı oldukları mesajlarını verirler. Ancak kitle psikolojisinin dayandığı diyalektik inanç toplumu yönetenlerin medya şiddetini zamanla teşhir eder. Sonuç olarak medya şiddeti psikolojik savaş yöntemlerinden birisi olup amaç kitlesel psikolojiyi toplumu yönetenlerin ahlaki değerlerine saygılı olmayı ve benimsemeyi dayatır. Çetin ALKAN, BSc, BA, Terapist ve Araştırmacı cetinalkan@hotmail.com



Gerçekten zor iş... Günlük yaşamın getirdikleriyle uğraşmak, verdiğimiz bu yaşam mücadelesinde zihinlerimizin bu kadar dolu olması bir alışkanlık halini aldı. Bir sonraki toplantı, bir sonraki aktivite, bir sonraki yemek, bir sonraki bir sonraki... An’da kalamaz ve biraz olsun sakin kalıp içimize bakamaz olduk.

Peki ya İçimizdeki Çocuk? Yıllardır bahsi geçen bu içimizdeki çocuk kim acaba? Bu konuya birçok makalede, kitap ve dergide yer verilmiş ve çoğu zaman benimde kafamı kurcalamıştır. Bununla birlikte şimdiye kadar okuduğum onca bilgiye rağmen bu mevzuya kendi içimde bir açıklık getirememişimdir. Az da olsa aile dizimlerinde, ona karşı içimde bir kıpırdanmalar olsa da bu sadece silik bazı hatıralar şeklinde kaldı. Ve bu hatıraların çoğu ya, aile içinde konuşulanlarla zihnimde canlandırdığım şeyler, ya da yarım yamalak hatırladığım ve içine mutlaka zihnimin yorumlarını da kattığı şeyler oldu. Oysa “o” kendisini ne çevredekilerin yönlendirmeleriyle, ne de zihinsel yorumlarla ifade etmeliydi. “O” gerçek hisleriyle var olmalı, varlığını bana hissettirebilmeli ve sesini duyurabilmeliydi. Kızgınsa kızgın, üzgünse üzgün, dargınsa dargın... Ancak bunca sene bastırılmış, görmezden gelinmiş, susturulmuş, nerdeyse yok olmak üzere olan bir şey varlığını nasıl hissettirebilirdi?

Peki, içimizdeki bu çocuğa ulaşmak önemli mi? Evet, önemli. Neden mi? Çünkü kendimiz seçtiğimizi sandığımız birçok şey, belki de her şey aslında “o”nun seçimi. Biz ne kadar akıl mantık yoluyla bu sonuca varıp karar verdim desek de. O sesini duyamadığımız varlık ancak, bizi hasta yaparak, hayatımıza istemediğimiz ilişkileri çekerek, patronun, annenin, babanın, eşin, sevgilinin eleştiri dolu sözleriyle, dışlanmışlık, kıskançlık, huzursuzluk gibi birçok duyguyla ben buradayım demeye çalışıyor. Öyleyse onu keşfetmek belki de aradığımız dengeyi yaşamımıza getirebilir. Unuttuğumuzu sandığımız birçok anıyı “o” unutmadı. İncindiğimiz, kırıldığımız, öfkelendiğimiz birçok anıyı unuttuğumuzu sanıyoruz. Çünkü varlığımızı devam ettirebilmemiz için beynimiz böyle tasarlanmış. Ancak hal böyle olduğunda, evi temizlediğimizi düşündüğümüz ama tozları halının altına attığımız duruma benzer. Tozlar hala orda, hiç bir yere gitmediler.


Evet, tüm bu anıları tekrar düzenlemek için yüzlerce teknik, yüzlerce çalışma var. Bununla birlikte ben, gerçek anlamda bir gelişim için tüm bunların bize ancak belirli bir süreliğine ve belirli bir seviyeye kadar yardımcı olacağına inanıyorum. Ta ki içimizdeki o çocuğun çığlıklarını duyup, onu bulunduğu yerden alıp bugüne getirinceye kadar... Çok yakında çalışmalarım arasına ekleyeceğim “İçimizdeki Çocuk” için büyük heyecan duyuyorum. Anlamaya, hissetmeye, görmeye henüz yeni

başladığım, duygularını bana açan içimdeki çocuğa, huzurlarınızda teşekkürlerimi sunuyorum. Esen kalın,

Banu BILECEN banu@banubilecen.com www.banubilecen.com



Kendi Olma Bilinci Hayat farklılıkları ile güzeldir. Farklılık hayatın doğasında vardır. Allah her insanı farklı yaratmıştır. Bu yüzden her insan başlı başına bir âlemdir. Bu âlemde insanın kendine yapacağı en büyük yatırım ise kendini tanıyıp kendi olmasıdır. Kendi olmak, sizi siz yapan, sizi yığınların içinden ayırıp farklı ve özgün kılan özgürleştirici bir eylemdir. Bu eylem ki, insana kendisi olarak var olması ve kendi kimliğini inşa etme cesaretini aşılar. Ralph Emerson ‘’ sürekli sizi başka bir şey yapmak isteyen dünyada kendin olabilmek en büyük başarıdır ‘’ der.

Çağ insanının huzursuzluk sebeplerinden biride kendi olmaması ya da olamamasıdır. Kendi gibi olmayanlar, perde gerisinden kendilerini sevmediğini haykıran dilsizlerdir. Kendi bedenlerinden azınlık hayatı yaşayanlardır. Bu tarz yaşamları ile mutsuzluğa davetiye çıkaranlardır. Onlar, hal ve koşullara göre şekil alanlardır. Kendi ruh dünyasında farklı bir kişilik oluşturarak o tarz içinde yaşayan sanal huzur avcılarıdır. Bu halleriyle öz benliklerinden o kadar uzaklaşırlar ki, yıllar sonra geriye bakıp

yılların muhasebesine yaptıklarında, bu ben miyim diye şaşkınlık ve biraz da hicap içinde, geçmişin sayfalarında hayretle seyre dalarlar kendilerini. Kendi olamayanlar, umutsuzluk, çaresizlik, mutsuzluk ve değersizlik girdabına saplanmışlardır. Onlar kendinden kaçmaya çalışarak, kendilerini inkâr etme dileğini göğe savuranlardır. Çünkü kendi olamayanlar başkaları da olamazlar. Onlar ancak başkalarının taklidi ve gölgesi olabilir. Bu durum ise kişinin varlığını yok sayması anlamına gelir. Tolstoy’un bir sözü vardır: "insanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa, payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendini ne zannettiğini. Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür." Kendi olanlar gerçek anlamda farklı olanlardır. Her canlı kendine özgü özelliklerle donatılmıştır. Bunları fark edip en verimli şekilde kullanabilenler kendisi olmaya başaranlardır. Bir zaman kaplanlarla aslanlar savaşmış. Aslanın biri ağır yaralanmış. Bir ağacın dibinde kurtarılmayı beklerken, uzaklardan bir tilki çıkagelmiş. ‘’ Fırsat bu fırsat işte !’’ demiş kendi kendine ve hemen su taşımış kan kaybeden aslana. Tilki bir daha yakalayamayacağı altın fırsattı değerlendirmek istemiş. Öyle ya aslan, tilkinin ocağına düşmüştü ve onu kurtarırsa tilkiye borçlanacaktı. Tilki su taşımış, yaralarına pansuman yapmış, masaj yapmış, ama olmamış. Kan kaybından ölmüş koca aslan. Tilki etrafta bakıp kimseciklerin olmadığını görünce hemen aklına bir hinlik gelmiş. Aslanın kalbini söküp kendi kalbiyle aslanınkini değiştirmiş. O artık aslan yürekli bir tilki olmuş. Cesur adımlarla ormanda dolaşmaya başlamış. Olup biteni başından sonuna kadar izleyen kurt ansızın tilkinin


karşısına dikilmiş ve boynundan kavradığı gibi aslan yürekli tilkiyi alaşağı etmiş. Tilki pençe attığını düşünerek ince ayaklarıyla kurda vurmaya başlasa da kurt tilkiyi ayaklarından yemeye başlamış ve ona ‘’ Yarım bir aslan olmaktansa, tam bir tilki olsaydın, en azından kendin olur ve kaçmayı akıl edebilirdin tilki kardeş. Bu sana ders olsun. Sen sen ol ve Kendin ol. Kendi yüreğinden başka yürekte taşıma ‘’ demiş. Her insan evren orkestrasında bir enstrümandır. Kendi orijinal sesini çıkarmalıdır. Flüt olup ney sesi çıkarmaya kalkanlar, hikâyedeki gibi aslan yüreği takan tilki gibi şaşkın ve acı dolu bir yaşama mahkûmdurlar. Kendi olmak özgüvenin yansıyan ışığıdır. Siz sizsiniz ve sizden dünyada sadece bir tane var. Öyleyse bu orijinalliğin değerini bilmeyip

taklit olmak niyedir. Özgün ve özgür olmak isteyenler kendi olmalıdırlar. Mevlana ““Canında bir can var, o canı ara. Beden dağında bir mücevher var, o mücevherin madenini ara. Gücün yeterse ara; ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara.” diyerek ruhu ve bedeni başkalarında olanları kendi olmaya davet etmiştir. Ne mutlu davete icabet edenlere…

Aydın UZKAN aydinuzkan@hotmail.com

Siyah ve Beyaz Ortaokulda iken, sınıf arkadaşlarımdan birisiyle ciddi bir tartışmaya girdim. Onun haksız olduğundan, kendiminse haklı olduğumdan emindim. Öğretmenimiz bize çok iyi bir ders vermeye karar verdi. Bizi bütün sınıfın önüne çıkardı ve onu masanın bir tarafına, beni de diğer tarafına yerleştirdi. Masanın tam ortasında yuvarlak bir nesne vardı. Siyah renkli bir nesne. Arkadaşıma o nesnenin rengini sordu. Arkadaşım ; " Beyaz " diye yanıtladı.

Söylediğine inanamadım, çünkü nesne siyahtı. Yeniden tartışmaya başladık, bu kez de nesnenin rengi hakkında. Öğretmen bu kez beni çocuğun yerine, onu da benim yerime geçirdi. Ve bu defa bana nesnenin rengini sordu." Beyaz " yanıtını vermek zorundaydım, çünkü belli ki nesnenin bir tarafı beyaz, bir tarafı siyahtı. Öğretmenimiz o gün bana çok güzel bir ders verdi. Karsımdaki kişinin bakış açısını anlamam için, kendimi onun yerine koymam gerekiyordu.


Kendini Tanı İnsanoğlunun en önemli özelliklerinden biri de “merak”tır. Bir şeyler öğrenebilmenin yolu meraktan geçer. Merak ettiklerimizin başında ise kişiler gelir. Böylelikle onları en iyi şekilde tanıyarak hayatlarımızda olmalarına izin verir ya da vermeyiz. Şu düşünceler illa hepimizin kafasında öyle ya da böyle konaklamışlardır bir süre: “O benim en yakın arkadaşım kırmamalıyım, üzülür, acaba ona haksızlık mı ediyorum, eşime en sevdiği şeyi alıp mutlu etmeliyim…” vs. bu böyle yol olur gider. Peki, bunları kendiniz için düşündüğünüz zamanlar var mı? Yani en sevdiklerinizi sevdiğiniz, değer verdiğiniz, tanıdığınız kadar kendinizi de sevip, değer verip en önemlisi kendinizi ne kadar iyi tanıyorsunuz? Çok iyi diyenler yüzdenin en düşüğünü oluşturuyor. O halde durup bir daha düşünmekte ve değerlendirmekte yapmakta yarar olacak. Bunu yapabilmek için de şu birkaç soruyu kendimize sorup yanıtları not almakla işe başlayabiliriz.

Kim ya da ne olmayı hedefliyorsunuz? Şu an neyiniz var ve gerçekten neye sahip olmak istiyorsunuz?

Kendinizle ya da başkalarıyla neyi kontrol edebilir veya edemezsiniz? Güçlü yanlarınız neler? Zayıf yanlarınız neler? Zayıf yanlarınızı nasıl geliştirmeyi düşünüyorsunuz? Şu an yapmakta olduğunuz işi seviyor musunuz? Şu an her şeyi yapabilme imkânınız olsaydı hala yapmakta olduğunuz şeyleri yapmaya devam eder miydiniz? Ölmeden önce en çok yapmak istediğiniz tek şey ne olurdu? Peki, şu an neden bunu yapmıyorsunuz? Hayattaki en büyü korkunuz nedir? Hayattaki en büyük amacınız nedir? Hayattaki misyonunuz ney? Ne için yaşıyorsunuz? Kendinizi değerli hissetmeniz için gerekli olan şey nedir?

Sizi güçlü hissettiren şey nedir? Bir daha dünyaya gönderilseniz şunu kesinlikle farklı yapardım dediğiniz şey nedir? Kendinizde en beğendiğiniz ve en beğenmediğiniz üç özellik nedir? Mutlu olmak için neye ihtiyaç duyuyorsunuz? Hayatınızda sizi en çok heyecanlandıran şey nedir?


Yapmaktan en fazla keyif aldığınız şey nedir? Hayatta ne derece minnettarlık duyarsınız? Hayattaki öncelikleriniz nelerdir? Neden? Kendinizi güvende hissettiğiniz koşullar nelerdir? Tarihteki en sevdiğiniz lider ya da kahraman hangisidir? Neden? Kendinizde olmayan ama olmasını istediğiniz kişisel özellikler nelerdir? Kendinize sorulmasını istediğiniz en önemli soru nedir? Hayattaki en büyük amacınız nedir? 10 yıl sonra nerede nasıl ve kim olmak istiyorsunuz?

Evet, bu sorular kendinizi tanımanıza en kötü ihtimalle kendinizle ilgili fikir sahibi olmanıza yardımcı olacaktır. Sakin bir anınızda dürüst cevaplar vererek bir de kendinizi tanıyın ve bundan sonra değerli olan kendinize yersiz haksızlıklar yapmayın.

Hamide ŞİMŞEK


Aile Rehber Olmalı Çocukların kendilerini gerçekleştirecekleri yolda onların en büyük destekçileri aileleridir. Yalnız bu destek olabildiği gibi köstek de olabilir.

Lise biterken bir arkadaşım ailesinin yönlendirmesiyle aslında niyeti olmayan bir fakülteye gitti. Dışarıdan bakıldığında Türkiye’nin sayılı fakültelerinden biriydi kazandığı. Herkes takdir ediyordu. Ancak o bölümle ilgili hiçbir yeteneği yoktu. Hazırlık ardından birinci sınıf ve derken ikinci sınıfa geldiğinde okulun altı yıla uzayacağı çoktan garantiydi. Yanlışın neresinden dönülürse kardır diyerek okulu ocak ayında bıraktı. Tekrar üniversite sınavlarına hazırlandı. Bu defa ki seçimde ailesi onun serbest bıraktı ve bunun sonucunda istediği bölümü kazanarak eğitim hayatını başarıyla sürdürdü.

Nasıl mı? Kim inkâr edebilir ki çocuğun giydiği kıyafetten saçını tarama şekline kadar ailelerin karıştığını? Oysa her insan dünyada bir tanedir ve kendine özgü seçimleri olması doğaldır. Bu evlat da olsa… Aile türkü dinleyebilir ama çocuğun pop müzik dinlemesini yadırgamamalı. Doğru olan da budur. Çünkü o çocuğun kendi karakterini, ideallerini bulmasının yolu özgürce seçimlerini yapmasından geçer. Aile tümüyle çocuğu özgür bırakmayacak elbette. Rehber olacak çocuğuna. Burada şuna dikkat etmeliyiz. Rehber olmak çocuğa çeşitli yollar olduğunu göstermektir ve çocuğun seçtiği yolda onun güvenle ilerlemesini sağlamaktır. Onun üzerinde otorite olmaya kalkışırsak seçeceği yol çoğunlukla kendi arzuladığı olmayacaktır.

Çocuğun üzerinde otorite olarak yönlendirdiğimiz seçimler belki onun bir ömür mutsuz olmasına sebep olacak. Peki, böyle bir durumda hangi anne baba benim istediğim bölümü okudu diyerek çocuğunun mutsuzluğu karşısında kendiyle gurur duyabilir? Veya ailenin değil de kendi istediği tercihin yapılması sonucu evlada sırt dönmenin neresi mantıklıdır?

Bu yazdıklarımı bir sohbette büyüklerin yanında söylesem sanırım alacağım cevap da: “Bizim de bir tecrübemiz var, söylüyorsak


boşa değil!” diyeceklerdir. Elbette öyle. Bunun aksini kimse söyleyemez. Zaten rehber olunmasından kastım da bu tecrübelerin paylaşılmasıdır. Ama çocuğun üzerinde otorite olmak değil!

seçimleri otoriteye karşı gelmek olarak algılamak yerine destek olunuz. Sevgiyle arkasında destek olunuz.

Bahsettiğim arkadaşımın giden üç yılına yazık değil midir? Hayatta şüphesiz ki her şeyin bir sebebi vardır. Yaşanması gerekiyordu, yaşandı. Bir sonuca bağlayacak olursak: aileler olarak çocuklara rehber olunuz. Her çocuk bir bireydir. Kendi seçimleri olacaktır. Bu

Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu www.omerarslan.net


üzerine pek çok kimse yas tutmuş, tarihler düşmüş ve şehit sayılmıştı.

Molla Lütfi (? – 1495) 15. yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazıd dönemlerinde yaşamış meşhur matematikçilerdendir. Sinan Paşa’nın ve Ali Kuşçu’nun talebesi olmuş, Ali Kuşçu’dan öğrendiği matematik bilgilerini Sinan Paşa’ya aktarmıştır. Böylece Sinan Paşa, onun vasıtasıyla matematik öğrenmiştir. Sinan Paşa’nın tavsiyesiyle, Fatih, Molla Lütfi’yi, özel kütüphanesinin müdürlüğüne getirmiştir. Molla Lütfi, bu sayede pek çok değerli kitaptan değişik bilimleri öğrenme fırsatına sahip olmuştur. Sinan Paşa, Fatih tarafından Sivrihisar’a sürülünce, Molla Lütfi de hocası ile birlikte gitmiş, Sultan II. Beyazıd’ın tahta çıkmasının ardından hocasıyla birlikte İstanbul’a dönmüştür. Önce Bursa’daki Yıldırım Beyazıd Medresesi’nde, sonra Filibe’de ve Edirne’de medrese hocalığı yapmıştır. Molla Lütfi, çevresindeki devlet erkânına ve bilginlere latife yaparak onları eleştirdiğinden, çoğu kimse tarafından sevilmezdi. Fatih Sultan Mehmet’le bile iki arkadaş gibi şakalaşırdı. Kendisini çekemeyen bazı kimselerin, dinsizlik suçlamaları nedeniyle kovuşturmaya uğradı ve Sultan Beyazıd döneminde idam edildi. Ölümü

Molla Lütfi’nin, çoğu Arapça olan eserleri 17. yüzyıla kadar elden düşmemiştir. Taz’ifü’lMezbah (Sunak Taşının İki Katının Bulunması Hakkında) adlı kitabı iki bölümden oluşur. Birinci bölümde kare ve küp tarifleri, çizgilerin ve yüzeylerin çarpımı ve iki kat yapılması gibi geometri konuları ele alınmıştır. İkinci bölümde ise meşhur Delos problemi incelenmiştir. Molla Lütfi’nin, bu problemi, İzmir’li Theon’un eserinden öğrendiği anlaşılmaktadır. İzmir’li Theon, İskenderiye kütüphanesinin müdürü Eratosthenes’e atıfla, Delos adasında büyük bir veba salgını çıkınca, ahalinin, Apollon rahibine müracaat ederek bu salgının geçmesi için ne yapmak gerektiğini sorduklarında, rahibin tapınaktaki sunak taşını iki katına çıkarmalarını tavsiye ettiğini, böylece kolaylıkla çözülemeyecek bir matematik problemi ortaya çıkmış olduğunu yazar. Mimarlar bu işi başaramayınca, Platon’un yardımını isterler. Platon, rahibin sunak taşına ihtiyacı olduğundan değil, Yunanlılara matematiği ihmal ettiklerini ve küçümsediklerini söyleme maksadında olduğunu bildirdikten sonra, problemlerin orta orantı ile çözüleceğini ifade etmiştir. Molla Lütfi, işte bu hikâyeye dayanarak eserini yazmıştır. Kitabında, küpün iki kat yapılmasının, yanına başka bir küp ilave etmek demek olmayıp, onu sekiz defa büyütmek demek olduğunu açıklar. Molla Lütfi Mevzuatü’l Ulüm (Bilimlerin Konuları) adlı eserinde de yüz kadar bilimi tasnif etmiştir. (Alıntıdır.)


Bu derginin yayınlanmasında emeği geçen ve vakit ayırarak okuyan herkese teşekkür ederim. Unutmayınız bilgi paylaştıkça çoğalır. Bizler sizlere aracıyız, sizler de sevdiklerinize aracı olabilirsiniz. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu


Kişisel Gelişim Dergisi Temmuz 2013 – Sayı: 22

Dergi Tasarım: Ömer ARSLAN Kapak Tasarım: Özlem ÖZTULUM Dergi Koordinatör: Özlem ÖZTULUM

Yazarlar: Özlem ÖZTULUM Taner ÖZDEŞ Mustafa Çay Ümit ÜNKER Çetin ALKAN Banu BİLECEN Aydın UZKAN Hamide ŞİMŞEK Ömer ARSLAN

İletişim: www.facebook.com/kgelisimim www.kisiselgelisimim.com www.twitter.com/kgelisimim

Elektronik Posta: gelisimim@gmail.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.