Merhaba arkadaşlar. Yapmaya başlamış olduğumuz dergi çalışmamızın devamının gelmesinden ve ikinci sayımızla sizlerin karşısında olmaktan mutlu olduğumu belirtmek isterim. Umarım faydalı bir çalışma ortaya koyuyoruzdur. “İhityacımız olan her yerde!” Nedir sloganımızdaki mana? Biraz bundan bahsederek dergimize giriş yapmak istiyorum. Günümüzde basılı veya sanal yayınlar içerisinde hayatı yozlaştıran pek çok kaynak büyük bir hızla artmakta. Bizler ilk olarak Facebook üzerinde sayfamızı kurarkan faydalı bir içerikle yayın yapmayı amaç edindik. Ve sizlere her platformda ulaşabilmek için çalışmalarımızı yaydık. İlk olarak kategoriler halinde eski ve yeni yazılara daha kolay ulaşabilmeniz için web sayfamızı kurduk. (www.kisiselgelisimim.com) Daha sonra hızla büyüyen diğer bir sosyal ağ olan twitter hesabımızı açtık. (twitter.com/kgelisimim) Ve şimdi ikinci sayısını çıkardığımız dergimizle sizlerin karşısındayız. Dergimizin avantajı indirebiliyor olmanızdır. İndirerek bilgisayarınızdan istediğiniz zaman okuyabilir, hatta piyasadaki pek çok akıllı telefon pdf formatını desteklediği için telefonunuz aracılığıyla hayatın her anında yanınızda olabiliyoruz. Yani ihtiyacımız olan her yerde bir arada olmaya çalışıyoruz. Bu ayki dergimize gelince. İlk sayımıza göre elbette daha geliştik. İlerleyen sayılarda bu durum daha da profesyonel bir çalışmaya doğru ilerleyecektir. Ayrıca yazar grubumuz da genişledi ve alanında uzmanlaşmış iki yazar dergimize yazılarını vermekte. Taner Özdeş Bey ve Erim Ergün Bey’e teşekkür ederiz. Tabi diğer yazar arkadaşlarımızın da kalemlerine sağlık. Dergimizi hemen okumaya geçebilmeniz için sözü çok fazla uzatmayacağım. Dilerim memnun kalırsınız içerikten. Ayrıca mail adresimiz aracılığıyla bize eleştirilerinizi iletirseniz gelecek sayılarımızı daha iyi yayınlayabilmemiz için bize dönüt olacaktır. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Kurucusu
İçindekiler Hatalıyım; Çünkü Farkındayım
4
İş Hayatında Zaman Yönetiminin Önemi
5
İçimizdeki Aciz Çocuk
9
Hüzün
10
Parayı Kendimize Çekmenin Yolu
12
Etkili ve Masrafsız Yabancı Dil Öğrenme
16
Beynin mi Bey’in mi?
19
Eleştirel Okuma
21
Ali Kuşçu’nun Hayatı
22
Bilgiler
23
Hatalıyım; Çünkü Farkındayım İnsan hayatında kaç kere hata yapar? Bir mi? İki mi? Üç mü? Yoksa sayısız mı? İnsanın ders alıp yoluna devam etmesi mi asıl doğru olan, yoksa bağımlıklarından kurtulma çabaları mı? Ders alıp yola devam etmenin bağımlılık kadar enerjisi düşük değildir. Çünkü akıl bilinçli bir şekilde hareket eder ve en doğru kararları alarak yürür. Emindir, güçlüdür kararlarında. Bağımlılıkların da ise tam tersi mantık süzgecinden tamamen çıkarak olay bambaşka bir duygusal ortama taşınır; Enerji git gide düşer, beden giderek yorulur, düşünme yetisi ise çelişkili ifadelere girişir. Bir yokluk, doldurulamayacak bir boşluk hissi… Giderek zehirler düşünceleri. Güzel giden yaşantısına aniden gelen artçı deprem sarar tüm benliği. İşte o günden sonra bütün güzel giden her şey yavaş yavaş rengini değiştirir. Başlarda fark edilemeyeceği umulsa da benliğinden geçişinde çevresi de nasibini alır. Artık hiç bir şeyin rengi yoktur. Her şey ya siyahtır onun için ya da beyaz. Aldığı sayısız okumaya çalıştığı kitaplar da etki etmez, arkadaşları, ailesi, aldığı terapiler... Hiç birinin ona göre kalıcı çözümü yoktur. Ta ki tek bir şeyi gözlemleyene dek; FARKINDALIK. Farkındalık; bir seviye atlama süreci gibidir. Bir mucidin araştırmasını defalarca deneyip son noktasını koyduğu an da yüzünde oluşan gururlu, tebessüm ifadesi farkındalığına tat katar. Biz aslında öyle çok güçlüyüz ki gücümüzün bile zaman zaman farkına varamıyoruz. Her şeyi çözümleyecek olan bizken. Biz bizlikten çıkıyoruz. Aynı şekilde seneler geçiyor, biz çözümü başkalarından alıyoruz. O gün geldiğinde “Bunca zaman ben neden düşünemedim!” diye çıkıyoruz işin içinden. Günde kaç kere kendimizle yalnız kalabiliyoruz? Kendimize aynada bir kaç dakika bile olsa geçiştirmeden bakabiliyor muyuz? Yoksa gün boyu yapılacak işlerimize gömülüp gece yatağa yorgun bir şekilde yatıp düşünmeye çalışırken uyuya mı kalıyoruz? Biz aslında farkına bile varmadan kendimizden kaçıyoruz, kendi iç sesimiz konuşmaya başladığında küçük çocuğu azarlar gibi susturuyoruz. Bu durum da zaman içinde iç sesimizi köreltmemize neden oluyor.
Nasıl ki işimize, giysilerimize, yediğimiz yemeğe dikkat ediyorsak kendimize de o denli zaman ayırabilmeliyiz. Çünkü her yeni düşünce, yeni bir fikir ve atılacak olan her yeni adım kendimize ayırdığımız zamanlar içinde artarak gelişiyor ve yaşantımıza büyük bir katkı sağlıyor. Özlem ÖZTULUM
İş Hayatında Zaman Yönetiminin Önemi Zaman bugün kıymeti çok az anlaşılmış bir kavram. Özellikle Türkiye’de birçok kişinin hala saat bile taşımaması beni hayrete düşürür. Zaman bugün rekabette ve insan hayatında en büyük değerdir. Zamanımızı niye yönetmek ve planlamak istemeyiz? Neden insanlar, hafta sonlarında zaman kavramından uzak yaşamayı tercih ederler? 25 senedir iş hayatında olan gözlemlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Hayatımın büyük kısmını satış ve pazarlama konularında çalışarak geçirdim. Bir kişinin zamanını nasıl geçirdiği, o kişi hakkında size birçok ipucu verir. Küçük yaşlardan itibaren bana en büyük sermaye ve rekabet gücü olan zamanı en iyi şekilde kullanmam öğretildi. Çoğu zaman çevremdeki insanlar “ Senin yaptıklarını düşününce bile yoruluyorum.” veya iş hayatında “ Taner, senin ikizin yok değil mi, doğru söyle” derler. “Çok yoğunum”, “ Vaktim yok”, “Çok isterdim”, Sonra bakarız “ , “Bilmiyorum “ veya “Spor çok yapmak istiyorum, ama zamanım yok“ gibi birçok bahane ile kendimizi sürekli kandırırız ve kendimizi haklı görmek isteriz. Aslında, zamanımızı yönetmek hayatımızı ve kendimizi yönetmektir; istediklerimizi gerçekleştirmek, sevdiklerimize, hobilerimize, en önemlisi kendimize zaman ayırmaktır.
Bugün işe alımlarda en önemli kriterlerden biri, iş dışındaki hobilerimiz ve zamanımızı nasıl değerlendirdiğimizdir. İnsanın iş hayatındaki başarısı, iş dışında zamanını nasıl değerlendirdiğinle orantılıdır. Bu konuda çevremden çok takdir alan bir kişi olarak, zamanımı nasıl bu kadar iyi yönetebildiğimi sizlerle paylaşmak isterim; Haftada minimum 10 saatimi spora, 10 saatimi kitap ve dergi okumaya, 10 saatimi TV seyretmeye, haftada en az 1 kere sinema, tiyatro faaliyetine, en az 1 kere dernek faaliyetine, her akşam muntazam en az 30 dakika ailemle sohbet etmeye, haftada minimum 1 kere ailemle dışarıda yemek yemeğe, 2 haftada bir düzenli olarak ailemle zaman geçirmeye, haftada minimum 1 kere yakın dostlarımla beraber olmaya, her akşam 1 saat mail okumaya veya makale yazmaya, yılda düzenli 3 hafta seyahate çıkmaya zaman ayırabiliyorum. İki çocuk babası, bir teknoloji şirketinin genel müdürlüğünü yapmam dışında, sosyal dernekler bünyesinde yılda 2,000 kişiye yakın eğitim veriyorum. Her türlü iş, dernek ve eğitim amacıyla birçok toplantı ve eğitime katılırım. Televizyon, radyo, kokteyl ve röportaj taleplerinin çoğunu kabul ederim. Bunları başarmamın en önemli kuralı her şeyi mümkün olduğu kadar önceden planlamak ve önceliklerimi yazmamdır.
İş Hayatı ile ilgili 20 tavsiyemi sizlerle paylaşmak isterim, 1- Sabah güne erken başlayın ( 6 saat uykuyla yaşamasını öğrenin) ve sabah mutlaka bir şeyler okuyun. Güne erken başlarsanız, siz günü kontrol edersiniz. Güne trafiğe yakalanmamak için 15 dakika erken başlamak size çok zaman kazandıracaktır. Gelir düzeyiniz müsaitse evinizin ve işinizin birbirine yakın olmasına gayret edin (Tabi ki spor kulübünüzü de). 2- Akşam toplantınız veya sosyal bir faaliyetiniz varsa sporunuzu sabah erken veya öğlen saatlerinde yapın. Evinizde mutlak koşu bandı veya bisiklet bulunsun. Yoğun zamanlar ve karlı günler için! 3- Güne mutlaka kuvvetli bir kahvaltıyla ve pozitif düşünerek başlayın. Bu, gün boyu enerjinizi sürdürmenizi sağlayacaktır. Yapmış olduğunuz faaliyet kadar, onun kalitesi de önemlidir.
insanlarla güven ilişkinizi artıracaktır. Bu, iş veya sosyal alanda fark etmez! 7- Şirket toplantılarını mümkün olduğunca erken, kahvaltı veya öğlen yemeği zamanı yapın. Gündemi önceden belirleyin ve hedef sürenizi aşmayın. 8- İlk randevunuzu sabah erken saatte evinize en yakın ( şirket evinizden uzak ise veya trafik problemi yaşıyorsanız) ve en sonuncusunu evinize en yakın yerde alın. Bu şekilde iki fazla ziyaret yapmış olursunuz. 9- Trafiğin yoğun olduğu saatlere randevu almayın. Ofisinizden çok uzaktaki randevularınızı gün ortasına almayın ( saat 15.00 veya 16.00 gibi) 10- Şehir dışı ziyaretlerinizde günde minimum 4 randevu alın ( bunun için çok önceden planlamanız lazım).
4- Aile, hobi ve tüm iş dışı randevularınızı, iş randevusu gibi ajandanıza yazın ve bunları gerekmedikçe değiştirmeyin. Zamansızlığın en büyük nedeni plansızlıktır!
11- Her randevuyu almadan düşünün, gerçekten gerekli mi? Telefonda halledebileceğiniz görüşmeler için boşuna zaman kaybetmeyin. Mümkünse ofisinize davet edin.
5- Sabah işe girdiğinizde mutlaka herkese “günaydın” veya “nasılsın” deyin ve tüm şirketi turlayın. Bu şirket büyüklüğüne göre 10-15 dakikanızı alacak ama size elemanlarınız hakkında birçok bilgi toplamanıza ve önemli konuları size aktarmalarına fırsat verecek, güven ilişkilerinizi arttıracaktır.
12- Mutlaka bir randevu defteriniz veya ajandanız olsun. Randevularınızı minimum 3 hafta sonrası için alın. Çoğu satış temsilcisi, aynı hafta için randevu almak istediklerinden ziyaret hedeflerini tutturamazlar. Çok önceden aldığınız randevuları muhakkak 1 gün öncesinden tekrar teyit edin.
6- Kısa konuşmayı öğrenin. Kısa konuşmak çok kişiyle görüşmenizi sağlayacağı gibi,
13- İşinizle ilgili her türlü faaliyete, toplantıya katılmaya gayret gösterin. Ama bu toplantıların tümüne değil, en çok sosyalleşeceğiniz saatlerine hiç katılamıyorsanız, kokteyl veya öğlen yemeğine katılın.
daha mutlu, dengeli, yaratıcı ve pozitif yapacaktır. Unutmayın zamanı her zaman daha iyi yönetebilirsiniz, ama bunu istemeniz ve üzerinde çalışmanız gerekir. İş hayatında zamanı nasıl yönettiğiniz, günümüzde en büyük rekabetçi güçtür.
14- Telefon ve tüm görüşmelerinizi minimumda tutun. Randevu alırken veya ziyaret başında karşınızdakinin zamanını ve zamanınız azsa kendi zamanınızı nazikçe belirtin.
Yazımı ufak bir öyküyle noktalamak isterim. Bir gün Amerika Başkanı Abraham Lincoln’e sormuşlar. Üniversitemizde bir konuşma yapmanız lazım, bizi inşallah kırmazsınız. Roosevelt “Herhalde zamanımız var.” demiş. 2 hafta demişler. O zaman “Herhalde 2-3 saat konuşma sürem vardır.” demiş. “Hayır, efendim, 15 dakika süreniz var.” demişler. Roosevelt dönmüş, “Bakın!” demiş, “Eğer 2 saat konuşmam gerekiyorsa, 2 hafta hazırlık süresi yeter. Ama eğer 15 dakika konuşmamı isterseniz, minimum 2 ay önceden hazırlık yapmam lazım.“
15- Ailenizin ve yakın arkadaşlarınızın önemli davetlerini, cenazelerini, hasta ziyaretlerini, doğum günlerini ve evlilik yıldönümlerini, şirket açılışlarını sakın kaçırmayın. Zamanı yaratın. 16- Önceliklerinize hedef ve zaman verin ve her gün üzerinden geçin. Kafanızdaki zaman bazen gerçekçi olmayabilir. Tecrübe ile bu konuda başarınızı arttırabilirsiniz 17- Hayır demesini bilin ve mümkün olduğu kadar iş arkadaşlarınızın sizi çalışırken bölmelerine izin vermeyin. Bu konuda bir süre sonra sizi gereksiz şekilde rahatsız etmeyeceklerdir.
18- Seyahatlerde mutlaka kitap okuyun veya laptop’unuzdaki maillerinizi temizleyin. Yanınızda daima dergi ve kitap taşıyın. Vaktinizi boşa geçirmeyin! 19- Kahvaltı veya öğle yemeklerini boş geçirmeyin. İş arkadaşlarınızla veya çalışanlarınızla geçirin, hatta ailenizle! 20- İş, aile, sosyal hayat ve kendinize ayırdığınız zamanı dengede tutun. Bu sizi
Öykünün özeti şu, Bugün mükemmel olmak için, önceden planlamak, öncelikleri belirlemek ve zamanı çok iyi kullanmak lazım. Özel hayatınızda veya iş hayatınızda ne yaparsanız yapın, zamanınızın değerini bilerek kullanın. İnsanlar yoğun oldukları için değil, plansız ve programsız oldukları için, sorumluluk almamak için ailelerine, yakın arkadaşlarına, en önemlisi kendilerine zaman ayıramazlar. Çok geç olmadan 20 kuralı uygulamanızı öneririm. Hayatın sizi değil, sizin hayatı yönetmeniz dileğiyle… Sevgilerimle, Taner ÖZDEŞ Satış Pazarlama Uzmanı
Kişisel Gelişim İhtiyacımız olan her yerde! www.facebook.com/kgelisimim Her gün gelişen ve büyüyen kişisel gelişim ailemizde pek çok yazılı kaynağa ulaşabilirsiniz. Ayrıca sayfamızı arkadaşlarınıza önererek veya yazılarımızı profilinizde paylaşarak sayfamızdan haberdar olmayan vatandaşlarımızın da faydalanmasına vesile olabilirsiniz. “Bilgi paylaştıkça çoğalır!”
İçimizdeki Aciz Çocuk Ruhsal yolda ilerlemek aslında içimize yapılan derin bir yolculuktur. Bu yolculuk her anı farkındalık dolu bir süreçtir. Bu süreçte zamanı lineer ( doğrusal) olarak ele almak ise en büyük yanılgıdır. Önemli olan sürecin içinde olmak ve an'da farkındalıklarla bu süreci zenginleştirmektir. Geleceğe yansıtılmış farkındalık ve yeterlilik duygusu bizi hep gelecekte tutar ve maalesef o gelecek hiç bir zaman gelmez. Çünkü biz aslında yetersiz olduğumuz illüzyonunu beslemekle ve gelecekte tam ve mükemmel olacağımız inancını taşımakla meşgulüzdür her zaman... Bu inanç ve çaba bizim an'da, olanı olduğu gibi yalın ve tarafsız görmemizi engeller. İçimizde " yeteri kadar iyi değilim" diye kafasını kaldıran, zaman zaman da yüksek sesle haykıran o tarafımız olayları hep çarpıtarak ve yansıtarak algılar. Önemli olan bu süreçte birleşmek ve genişlemektir. Her defasında daha tam ve bütün olduğunun idraki yolculuktaki tüm paradigmaları değiştirir. Artık sürecin her anı kabul ve farkındalık dolu olmaya başlamıştır işte. İçimizdeki bu " yeteri kadar iyi değilim" diye fısıldayan, zaman zaman sesini yükselten tarafımız belki çok derinlere gömülmüş belki de daha yüzeyde olabilir. Önemli olan o kendini gösterdiğinde yargısızca farkında olmak ve onun kızgınlık, güvensizlik ve utanç duygusuyla beslendiğini hissetmektir. O tarafımız ancak biz onu fark edip hissettiğimizde şifalanır. İçten bir kucaklama ve kabul onu artık bize katacaktır. Ben bu durumu uzun yıllar ayrı yaşayan annenin küçük çocuğuyla buluşmasına benzetiyorum. Bu durumda ayrılıktan dolayı anne huzursuz çocuk ise güvensiz ve korku doludur. Anne hep bir parçasının eksik olduğunu hissederken, çocuk kendini yuvadan ayrı hissetmektedir. Kendini ayrı hisseden çocuk başına buyruk, bir oraya bir buraya yalpalayarak kararsızca hareket etmeye çalışır. Aynı, yaşam sahnesinde kendini gösteren o güvensiz zayıf hisseden tarafımızın davranışları gibi... Artık yeteri kadar iyi değilim diyen tarafımızı tam olarak kucaklama zamanı. Ve unutmadan belirteyim; kendimize sadece mutluluk sevgi telkinleri yapmaya çalışarak onu kucaklayamayız. Bunun için cesaretli ve kararlı olmamız onun barındırdığı ve ilk bakışta sevimsiz gözüken duyguları hissetmeye ve bırakmaya istekli olmamız çok önemlidir. Herkese farkındalık dolu günler diliyorum. Erim ERGÜN Yaşam Koçu & Mentor
Hüzün Bizi biz yapan bir duygudur hüzün. Burukluğun, incinmişliğin bir ilişkinin bitmesinden sonra hissedilen yükün omuzlarınızdan kalkmasıdır. Hüzün kendini, duygularını anlamanı sağlar; seni kıran inciten ve hatta beklentilerini boşa çıkaran olay ya da kişilerin arkasından yaşanır hüzün, çoğu zaman bu ağlayarak olur. “Gözyaşları hüznün sessiz dilidir.” der Pierre Corneille. Çünkü akıtılan gözyaşları içimizi temizler, katılaşmış duyguları gün yüzüne çıkarır; aslında gözyaşlarımız vücudumuzun kremi gibidir, dikkat edin hep ağladıktan sonra bir rahatlama bir ferahlık hissederiz, adeta içiniz yumuşacık olmuştur. Hüzün seni koruyan, geçmişini tamamlamanı sağlayan ve hayatında yeni bir sayfa açmana yardımcı olun bir duygudur; ama hüznün sağlıklı bir kızgınlıkla birlikte olması gerekmektedir. Bu sağlıklı kızgınlık bizi inciten kıran olaylara ya da kişilere karşı korur. Mesela bağımlı bir ilişkiniz var. Sizin çok sevmenize rağmen karşı taraf yüzünden bitirildiğini düşünün, üzgün ve kırılgan ağlamaktan içi çıkmış bir vaziyette yalvarmaya hazır ona “Lütfen beni affet!” demeler ve hatta onun ayaklarına kapanmalar… İşte burada sağlıklı kızgınlık hüzünle birlikte varsa, sizi gelecekteki hatalarınıza karşı korur, size “DUR!” der. O bağımlı ilişkiye girmemeni, bitirmeni ve artık yeni bir sayfa açmanı söyler. Ne kadar beynin ve ruhun aynı şeyi söylemese de duygularına söz geçirmeni sağlar. Sevdiğim kişisel gelişim umanı yazar Nil Gün şöyle der; “Kızgınlığın eşlik etmediği hüzün de artık hüzün olmaktan çıkarak geriye gider ve yine üzüntüye dönüşür.”
Hüznümüzü yaşamalıyız, hüzün bizi özgürleştirir. Biten bir ilişkinin ardından, ya da bir şekilde seni üzen olayların ardından hüznünü tut, tut ama bu bir haftayı geçmesin olur mu? Kimimiz duygularımızla baş başa kalmaktan korkar ağlayamaz bile, kendini ve ruhunu meşgul etmek için her şeyi denemeye hazırdır, çünkü yüzleşecek cesareti yoktur. Hatta hüzün tutmayı ve ağlamayı ayıp sayar, bunu yapanları “zayıf kişilik” diye nitelendirir. Bu tamamen yanlıştır duygusal insan duygularını açığa vurduktan bir şekilde sonra toparlanır ama bunun tam tersi duygusal olmayan ağlayamayan insan ise birikir birikir birden patlar ve sonuçları daha vahim olarak çıkar. Halbuki bilmez ki kendi içindeki fırtınaları dindirecek şey duygularıyla yüzleşmesi ve ağlaması. Kendini bağımlılıklara yöneltir. En kötüsü de tutulmayan hüznün içinde birikerek hastalık olarak çıkmasıdır, Kanser gibi. Okuduğum bir kitapta kendini ve duygularını sağlıklı bir şekilde ifade eden insanlarda kanser hastalığına rastlanmıyormuş. Emin olun ki siz duygularınıza kulak verin size neler diyor? Ağlamaksa ağlayın, katıla katıla ağlayın ve siz kendinize bu izni verdikçe diğerlerinden daha güçlü olduğunuzu göreceksiniz. Son olarak hüzün geçmişinizden özgürleşmektir. Siz özgürleştiğiniz zaman yeni olanlara bir yer açmış olursunuz. Yeni aşklara, yeni dostluklara ve hayata… Unutmadan hüznünüzü sağlıklı kızgınlığınızla birlikte yaşayın işte o zaman yeniye evet dersiniz. Ahmet KAN
Kişisel Gelişimim “İhtiyacımız olan her yerde!” www.kisiselgelisimim.com Sizleri forum sayfamızda da aramızda görmek isteriz. Kategoriler halinde eski yazılarımıza ulaşabilir, kendiniz de aktif bir şekilde paylaşımda bulunabilirsiniz. Bunun için 30 saniyenizi ayırıp üye olmanız yeterli.
Parayı Kendimize Çekmenin Yolu Para Para Para… Neler oluyor bu meret uğruna. Sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, ilişkilerimiz, statümüz, kendime güvenimiz ya da kendimize güvensizliğimiz. Her şey O mu? Her şey Para mı? Parayı köpeğe atsan yemez, kâğıt parçası. Ama cebinden 100 TL’ni düşür bütün gün vicdanın acımaz mı? İşte bu yazımda Para ve parayı yanlış algılamamız üzerine yazacağım. Biz Türkiye’de paraya karşı acayip bir bakış açısı geliştirmişiz. Hem parayı acayip istiyoruz hem de bir o kadar nefret ediyoruz. Çocukken sınıfınızda en iyi oyuncaklara sahip olan çocuğu düşünün. Hangi birimiz demedik ki "Ulan gıcık oluyorum o çocuğa." Sonra büyüdün genç adam oldun kız arkadaş istiyorsun ama bulamıyorsun. "E abi benim arabam yok kim beni naspın?" E iyi de arkadaş her kız arkadaşı olanın arabası mı var? Buna binlerce örnek verebilirim belki de bu yazıyı okuyan sen şu anda "Aha benden bahsediyor." demeye başladın. O zaman dostum bence şu sözümün altını güzelce çiz : "hayatta hiçbir şeyin keskin katı çizgileri yoktur." Eğer öyle olsaydı dostum bundan 3 yıl önce Cem Gariboğlu isimli hayatta her şeye sahip olmuş zengin çocuğu kendisinden katman katman daha alt bir sosyal statüdeki kız arkadaşını kıskançlık için öldürmezdi. Çocukluktan gençliğe parayı ve paralıyı sevmeyerek bir bakış açısı geliştir ve sonrada "Abi para bana neden gelmiyor?" de. Bence bu işte biraz tezatlık var. Eğer çekim yasası diye bir şey işliyorsa ki (Emin olun, yüz binlerce kere tanık oldum işliyor.) çok basit iki temel kuralı var: En istediğinizi ve en istemediğinizi kendinize
çekersiniz. Ne zaman eski kız arkadaşınızı görmek istemezseniz, 15 milyonluk şehirde TAK diye karşınıza çıkar. Ne zaman bir Final sınavına girdiğinizde içinizden "Bu sınavı geçeceğim başka yolum yok. " dediğinizde o sert katı okutman gider şansınıza daha kafa dengi olan okutman gözlemci sınava girer ve o sınavı "bi şekilde :D" geçersiniz.Bunun milyonlarca örneğini verebiliriz ancak şu bir gerçek küçük yaştan itibaren bir algıyla yetişiyoruz. “ZENGİNLİK KÖTÜ BİR ŞEY.” Ve ikinci gözlemim: “İSTATİSTİK BİLİMİNE AŞIRI INANIYORUZ.” Okullar okuyoruz, kendimizi eğitiyoruz, uğraşıyoruz didiniyoruz, yüzlerce sınavlardan geçiyoruz ama sanki okulu bitirip şunu diyebilmek için: “ABİ TÜRKİYEDE İŞSİZLİK VAR.” İyi var da her yıl açıklanan işsizlik oranları %8-12 arasında. Tamam, Türkiye’nin ekonomik durumu da belli ancak sen neden kendini %90 da değil de % 10 da görmek istiyorsun? Onu da anlayabilmiş değilim. Şimdi buraya kadar anlaşıldıysa SEN ALGINI DEĞİŞTİR! Git Google'a Nobel Barış Ödülü kazananlar listesine bak. Birçoğu maddi durumu iyi insanlar. Git Unicef'e bağış yapan insanlara bak. BUL VE DEĞİŞ. Magazin programlarında uyuşturucu partisi düzenleyenlere bakma. O adamlar para olmasa da onu yapabilirler, bundan şüphen olmasın. PARA DEMEK KÖTÜLÜK DEMEK DEĞİLDİR. Paraya karşı geliştirdiğimiz bir diğer yanlış algı ise PARAYI BULUNCA HARCAMAKTIR. Bu her zaman bize Olumsuz bir şekilde geri dönecektir. Bu dürtü değil midir? Etrafımızda Sayısal lotoyu kazandığında beş parasız kalmayı sağlayan? Unutmayın önemli olan parayı TUTABİLMEKTİR.
TUTULAN para her zaman yeni fırsatları yakalama şansı doğurur. Örnekler vererek açıklayacağım ama ilk önce hayatımızda şunu köşe taşı edinelim: Parayı Yokken Harca ki bulasın Varken sakla ki TUTASIN. En keyifli anları değil midir insanın üniversitedeki beş parasızlık hikâyeleri. Gerçektende öyledir o yıllarda ne yapsanız mubahtır. Para yoktur ama mutlusunuzdur. İşte bence yaşamda aynen böyledir. Sonuçta PARA yaşamamızı sağlayan bir ARAÇtır AMAÇ değil. Üniverstiede parayı bulmak için çabalardık. Yollarda afiş dağıtıp küçük harçlıklarla yaşama küçük işlerle yaşama vb. Hepimiz bunları yaşadık bir şekilde (özellikle İstanbul’da okuyanlar bunu daha iyi anlayacaktır.) Oradan gelen parayla saçma sapan yerlere tatile giderdik, hiç kullanmayacağımız şeyler satın alırdık (ben kendim bir keresinde belki hayatım boyunca bir kere kullanmayacağım halde YAT DERGİSİ abonesi olmuştum :D düşünsenize YAT DERGİSİ ve beş parasız ben :D) ve Çarkı bir şekilde Döndürürdük. E sonra ne mi oluyor hayatta? Yaşam mücadelesi o bu şu derken o beş parasız zamanımızda yaşayamadığımız şeylere özentimiz başlıyor ve garip yollara giriyoruz, PARAYI DA BULURSAK ŞAŞIRIYORUZ. Eğer bugün sen BEŞ PARASIZSAN ve gelişimin için çok önemli o Kursa gitmen gerekiyorsa BENCE GİT. Eğer sen bugün seni iyi hissettirecekse o montu al. Çünkü sen onları ödeyebilmek için otomatikman bir arayış içerisine gireceksin. Ve Eğer sen ÇOK iyi bir MAAŞIN varsa ONU TUT. Har vurup harman savurma. Onu Beş parasızken yaptın dostum. Beş parasızken küçük paralarla mutu oldun. Günlerce yemedin içmedin o kotu aldın ve kıymetini bildin. Şimdi artık İÇİNDE KALMADI VE
SAKLAMA ZAMANI. Çünkü HAYATTA ASLA GERİ GELMEYEN TEK ŞEY ZAMANDIR ve sen zamanında yaşamazsan parayı bulunca Yaşamaya çalışırsan işin çok zor olur çünkü belki o paraları bir daha BULAMASSIN. Ve yatırım olarak bence herkesin dediği tek bir şey vardır: GAYRİMENKUL. Bence bu da inanılmaz SAÇMA. Yaşadığım bir olayla özetliyim. Çok samimi bir arkadaşım vardı ve ailesi çok iyi durumdaydı. Herkes onların maddi durumu iyi sanıyordu. Gerçektende öyleydiler. Bir gün babası çok ağır bir hastalık geçirdi ve hastaneye kaldırıldı. Acil Ameliyat olması gerekiyordu ve Çok pahalı bir ameliyattı. Buraya kadar herkes tabi onların durumu iyi ve onlara koymaz bakış açısı içerisindeydi. Ama şöyle garip bir durum vardı adam neredeyse bütün malvarlığını emlaka yatırmıştı ve bankada beş kuruşu yoktu hatta aldığı maaşı bile konuk kredilerine gidiyordu. Acil ameliyat için para lazımdı ve ciddi bir rakamdı. E AMA ORTADA PARA YOK. Evet, mal mülk Evler DOLU. Ama hastaneye "alın şu evi Evin değeri kadar ameliyat edin" diyemezsiniz. Evlerden birini apar topar elden çıkarmaları gerekiyordu ama PİYASALAR ÇOK DURGUNDU. Acilen emlakçılara eşe dosta haber salındı. Teklifler geliyordu ama evin ederinin neredeyse yarı fiyatı idi gelenler. Aile bir çare apar topar evlerden birini sattı çok komik bir fiyata ve baba ameliyat olabildi. İşte kısacası EVİN bir önemi yok cepte paran olmadıkça. NAKİTE saygı gösterin. Sonuçta cebindeki nakdin kadar ağır cüzdanın olacaktır. Evler arabalar altınlar vb. her zaman değer arttırıp kaybedebilecek yatırım araçlarıdır.
Kısacası sevgili Kişisel gelişim okurları PARAYA değil HAYALLERİNİZE SAYGI DUYUN VE ONLARI GERÇEKLEŞTİRMEDEKİ EN BÜYÜK ARAÇ OLAN PARAYA SEVGİ DUYUN. İstatistik biliminin Hep OLUMLU TARAFINA ODAKLANIN ve parayı yokken bol bolllllll harcayın. Korkmayın para gelecektir… Ama PARA VARKEN DE TUTUN Sorularınızı tek tek cevaplıyorum: senandenizhava@hotmail.co.uk Bol kazançlı günler… Şenan Deniz HAVA
↘ Öğrenilmiş Çaresizlik Yapılan bir bilimsel çalışmada bir köpek balığı ile normal bir balık büyük bir akvaryuma konulur ve ikisinin arası cam bölme ile ayrılır. Köpek balığı aç bırakılınca hemen diğer balığa saldırır ancak cam bölmeye çarpar. Defalarca denemesine rağmen sonuç değişmez. Küçük balığı yeme çabası her defasında cam bölme engeline takılan köpek balığı, 28 saat sonra artık “pes” etmiştir. Aradan cam bölme kaldırılır, hatta küçük balık köpek balığının alanına geçer burnunun dibine kadar gelir. Ancak köpek balığı küçük balığı yemez. Bir süre sonrada köpek balığı açlıktan ölür. Köpek balığı başarısızlığı öğrendiği için koşullar değiştiği halde bir daha küçük balığı yemeyi denemedi.
↘ Engellerimiz Sirklerde eğitilen yavru fillerin ayaklarına, sağlam bir kazığa bağlanmış bir zincir takılır. Uzun bir müddet bu şekilde bakılıp beslenen yavru fil artık büyüyüp çok güçlü hale geldiği halde, ayağına çok ince ve kolay koparılabilecek bir ip bağlandığı halde asla onu koparıp kurtulmayı düşünmez, düşünemez. Çünkü aklında hala tutsak olduğu inancı vardır. Birçok insan da, filler gibi, bir kez içine düştükleri çarktan bir türlü kurtulamazlar. En büyük engel insanın içindeki engeldir.
En m羹kemmel insan, kendinden sonrakilere g羹zel eserler b覺rakan insanlard覺r. Ahmet Refai
Etkili ve Masrafsız Yabancı Dil Öğrenme Ülkemizde birçok insan yabancı dil öğrenebilmek için hem uzun yıllar hem de ciddi miktarlarda para harcıyor. Bu uzun uğraşların ve harcanan yüklü miktarlarda paranın sonunda ise maalesef hedefledikleri seviyeye gelemiyorlar. Gerek okullarımızda gerekse özel kurslarda verilen eğitimler yabancı dil öğrenebilmek için yeterli olmuyor. Şüphesiz Ural-Altay dil ailesine mensup dil olan Türkçeyi konuşan bizler için Avrupa dil ailesine mensup olan İngilizce, Almanca, Fransızca gibi dilleri öğrenmek çok kolay bir iş değil. Çünkü gerek yapıları bakımından farklıdırlar gerekse de farklı kültür özelliklerine sahiptirler. Ülkemizde dil öğrenimini, derinliği dizlerimize kadar olan bir derede yüzmeyi öğrenmeye benzetiyorum. Her kulaç atışımızda elimizi acıtıyoruz ve yüzme adına bir şeyler öğrenemiyoruz. Dil öğrenirken kendimize maddi ve manevi zararlar veriyoruz. Dil öğrenmek için harcanan paraların yanı sıra istediğimiz sonucu alamadığımızda moralimiz bozuluyor, canımız sıkılıyor ve umudumuzu kaybetmeye başlıyoruz. Nasıl yüzme öğrenmek için derin yerlere gitmemiz gerekiyorsa, dil öğrenebilmek için o dili konuşmalıyız, duymalıyız, okumalıyız ve yazmalıyız, yani dili çoğun bir şekilde yaşamalıyız. Beynimizi ne kadar o dile maruz bırakırsak o kadar kısa zamanda ve etkili bir şekilde dili öğrenebiliriz. Şüphesiz dil öğrenimi farklı açılardan ele alınabilmektedir. Yabancı dili ne için öğrenmek istiyorsunuz? Sınavlarda iyi bir sonuç alabilmek için mi? İş hayatında bir
adım önde olabilmek için mi? Her farklı amaç için farklı yöntemler kullanmak gerebilir. Burada sizlere günlük hayatta konuşabileceğiniz, konuşulanı anlayabileceğiniz seviyeye gelmeniz için tavsiyelerde bulunacağım. Dil öğrenirken yapılması gerekenleri, BBC’inin öğretmenlerinden, dil öğretiminde uzman olan gerek yabancı gerek Türk öğretmenlerden ve yazarlardan ve kendi deneyimlerimden edindiğim bilgileri derleyerek aktaracağım sizlere. Dil Öğrenimde Etkili ve Masrafsız Yöntemler Dinlemek: Dil öğreniminde izlenecek en etkili yöntem dinlemektir. Yabancı dilde yayın yapan radyolar dinlemek, yabancı televizyon kanalları ve filmler izlemek dil öğreniminizi hızlandırır. Dinlerken ve izlerken mümkünsü metin olarak da takip etmeniz ilk etapta faydalı olur, zamanla metin takibini bırakabilirsiniz. İlk başta konuşulanı anlamayabilirsiniz ama zamanla anlamaya başlayacağınızdan emin olabilirsiniz. Örneğin, BBC’inin İngilizce ve Türkçe web sitesinde gerekli materyallere ulaşabilirsiniz. Kelime ezberlemek: Ne kadar çok kelime bilirseniz dile o kadar çok hâkim olursunuz. Kelime ezberlerken periyodik tekrarlar yapmanız ve aklınıza gelen kelimelerin karşılığını öğrenmeniz, daha kalıcı öğrenmeyi sağlayacaktır. Ayrıca öğrendiğiniz dile ait deyim ve atasözü ezberlemeniz çalışmalarınızı zevkli hale getirecektir.
Okumak: Okumak dil öğreniminde bir diğer etkili yöntemdir. Yalnız okumak deyince aklımıza sadece kitap okumak gelmemelidir. Yabancı internet sitelerini, gazeteleri ve dergileri de okumak gerekir. Okuduğunuz metinlerde gördüğünüz farklı kullanımları, sizin için yeni olan kuralları ve kelimeleri bir deftere not etmeniz öğrendiğiniz bilgileri tekrarlamanız ve kalıcı bir şekilde öğrenmeniz için faydalı olacaktır. Pratik yapmak: Pratik yapmak akıcı bir şekilde konuşmanızı ve öğrendiklerinizi kullanmanızı sağlayacaktır. Pratik yapmak için her zaman ikinci bir kişiyi bulamayabilirsiniz. İkinci kişi yoksa kendi kendinize pratik yapmaya çalışmalısınız. Örneğin, dinlediğiniz bir radyo programında konuşulan konuyla ilgili kendi fikirlerinizi söyleyebilirsiniz. İzlediğiniz bir filmdeki bir sahneyle ilgili yorum yapabilirsiniz. Herhangi bir konuda kendinizle konuşmanız pratik yapmanıza ve dolayısıyla da dil öğreniminizi hızlandırmanıza katkısı olacaktır.
Yazmak: Bir cümle, bir paragraf dahi olsa yazı yazmanız öğrendiğiniz bilgileri ve kelimeleri uygulayarak hafızanızda sağlamlaştırmanızda etkili olacaktır. Örneğin, yatmadan önce gün içerisinde ne yaptığınızı ve bir sonraki gün yapmayı planladıklarınızı yazabilirsiniz. Özetle şunu söyleyebilirim ki beyninizi öğrenmek istediğiniz dile ne kadar maruz bırakırsanız o kadar kısa sürede ve etkili bir şekilde dili öğrenirsiniz. Almanya’ya giden gurbetçi vatandaşlarımızı düşünün. Tek kelime Almanca bilmeden Almanya’ya gidiyorlar ve gittikleri andan itibaren
duydukları, gördükleri her şey Almanca oluyor. İster istemez beyin buna alışıyor ve zamanla vatandaşlarımız da Almanca konuşmaya, konuşulanı anlamaya, yazmaya ve okumaya başlıyorlar. Dil öğrenmek için sürekli gramer çalışmaya ve ezberlemeye gerek yok. Grameri bilin ama en önemli şeyin pratik olduğunu unutmayın! Dinleyin, izleyin, okuyun, yazın ve konuşmaya çalışın. Yani beyninizi her yönden devamlı o dile maruz bırakın. Göreceksiniz ki muhteşem bir yapıya sahip olan beyniniz dil öğreniminde size fazlasıyla yardımcı olacaktır.
Tayfun SOYLU
“Dâhilerden gerekli dersi almıyoruz. Hâlbuki onlardan ders alsak, bunu kendimize ve çocuklarımıza uygulayabiliriz. Hiç kimse dahi olarak doğmaz. Dâhilerin hemen hepsi sosyal yönleri ağır basan, çok kararlı ve büyük bir inatla başarı sağlamak için gayret sarf eden kişilerdir. Onları farklı bir ırka mensup ve esrarengiz kişiler diye tanımlamak yanlıştır. Dâhiler kesinlikle üstün bir ırka mensup değillerdir. Diğer insanlarla paylaştıkları birçok ortak yönleri vardır. Hepsi de inanılmayacak derece de çok çalışır. Bunun aksini düşünmek, onların gayretlerini görmezlikten gelmeye çalışmaktır.” Michael HOWE Exeter Üniversitesi Profesörü
Kişisel Gelişim “İhtiyacımız olan her yerde!” www.twitter.com/kgelisimim Twitter kullanıcısı üyelerimizin, bu sosyal ağdan da paylaşımlarımızı takip edebilmesi için oluşturduğumuz profilimizi takip edebilirsiniz. Facebook üzerinden yaptığımız paylaşımlar anında twitter hesabımıza da yansımaktadır. Paylaşımlarımızı kolaylıkla takip edebilmeniz için çalışmalarımız devam ediyor.
Beynin mi Bey’in mi? Beyin, beyin, beyin derken bir süre sonra buyur bey’im, bey’im demeye mi başlıyorsunuz bir süre sonra beyninize? Kim beynine hükmedip daha zeki olmak istemez ki?
13-19 Mart haftasının Beyin (kafamızı daha iyi nasıl çalıştırabilmeğimiz üzerine kafa yorma) Haftası olarak 65 ülkede kutlandığını biliyor musunuz? Beyin öyle bir organdır ki vücudunun %2 ağırlığında olmasına rağmen geriye kalan % 98’i yönetmektedir. Yani bu da demek oluyor ki gövdenin üzerinde dünyaya hükmetme gibi bir yeteneğe sahip bir hazine taşıyorsun. Evet, senin hiçbir şeyin olmasa da elinde tek ve kalıcı bir sermayen var. Beynin… Beyni bir bilgisayar gibi düşünmek gerekirse ona işinize yarayacak programları yüklemek de sizin elinizde yaramayacak olanları da… Beynimiz kendisinin nasıl çalıştığı hakkındaki bilgi ve inançlarınıza göre çalışır. Yanlış yönde çalıştırmak da elinizde doğru yolda hızla ilerletmek de. Kullanılmayan şeylerin paslandığını elbette hepiniz bilirsiniz peki insanın kendini paslandırması neden? Belki de yapabileceğimiz mucizelere inandıramıyoruz kendimizi ya da beynimizi küçük viteste çalıştırmaya alıştık. Üşengeçlik hastalığına yakalanmış olabiliriz, sağlığımız çok mühim olduğu için de yoramıyor olabiliriz kendimizi. Yoksa beyninizin yükseklik korkusu mu var? Tüm bu bahaneleri geri dönüşümü olmayan bir kutuya atın gitsin. En yüksek yerlere dik merdivenini. Her basamakta beyninin büyüklüğünü, sonsuzluğunu ve başarının tadını çıkarmaktaki hazzı yudumla yukarılardaki yıldızları toplarken. Kendini bitenlerin kölesi yapmak yerine başarının kapılarını aralamakla meşgul et. Unutma her şey kafada başlar kafada biter. Kafadan kaybedenlerden olma asla. Kendi akıl haritanı çiz ve hedefine ulaşmaktaki gizemli dünyada kendini bul. Kendinize başarının kredisini vermeye ne dersiniz? Biraz da beynimize diyet yaptıralım.
İşte bir haftalık program Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kapatarak duş alın. Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın. Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin. Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın. Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun. Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin. Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
Kaynak: The Guardian-Men's Health Bırak artık tembelliği pazartesi başlarım mesailerini. Şu anda her şey iki dudağının arasında. Sende beynine hükmetmeye hazır mısın? HADİ KALK BAK BEY’İN DEĞİL BEYNİN UYANIYOR GÜZEL BİR KAHVALTI HAZIRLA ONA! “Unutmayın kazanacağınızı ya da kaybedeceğinizi düşünüyorsanız her iki durumda da siz haklı çıkarsınız.” (HENRY FORD) Hamide ŞİMŞEK
Eleştirel Okuma Okumak, faydaları saymakla bitmez bir eylem. Düşünce dünyamız genişler, bilgi ve kelime dağarcığımız büyür; ayrıca sosyal hayatımıza da yansıyan pek çok olumlu kazanım sağlarız. Bu yolda ilerlerken elbette yanlışlarımız da var. İki yıla yakın süredir “Kişisel Gelişim” isimli sayfayı yönetmekteyim ve gördüğüm bir eksikliği eleştirmek istedim bu yazımda. Nedir bu eksiklik?
Pek çoğumuzda okuma isteği evet var ama okuma karakterimizde yanlışlıklar var. Bu karakterleri dört başlıkta ele alacağım ve sonuncusunda asıl tercih ettiğimiz okur tipini belirteceğim. Birinci gruptakiler öylesine okuyanlar. Okumak, kendilerini geliştirmek içlerinde vardır ama bilinçsiz okurlar. Dakikalarca makale okunur ama akabinde ne anlattığını sorsanız alacağınız cevap maalesef bir boşluktur. Çünkü sadece okuyordur. Üzerine düşünmek, anlamak yoktur. Belki de okuduğu anda aklı kişisel işlerindedir.
İkinci gruptakiler olduğu gibi kabul edenler. Büyük bir açlıkla okurlar. Ve okunan (kitap, dergi, sanal yazılar vb.) üzerine düşünülmeden olduğu gibi doğru kabul edilir. Eleştiri yoktur. Belki anlatılanlar yanlış, belki de çarpıtılmış… Neden sorgulanmıyor? Bu gruptakiler yanlış yönlendirilmeye en açık kişilerdir. Üçüncü gruptakiler kara eleştiriciler oluyor. Onlar için varsa yoksa kendi düşüncelerinin
doğruluğu vardır. Okurlar ama okuduklarında faydalanılacak zerre bir şey yoktur. Tamamı safsata boş işlerdir. Hatta başlığına bakarak yazının içeriğinin bir önemi olmadan yıkıcı bir eleştiriye başlarlar. Oysa basit bir sözde, küçük bir paragrafta, kısa bir hikâyede; ders almak isteyene, geniş bakmasını bilene türlü faydalar vardır. Dördüncü grup ve asıl tercih ettiğimiz grup. Eleştirel okuyanlar. Bu gruptakiler okudukları bir yazı ya da kitaptan faydalanacak bir şeyler bulacaklarını bilirler. Ne öylesine yapmış olmak için zaman ayırırlar ne de tamamen kabul etmek için ne de ön yargıyla eleştirmek için. Okurlar, üzerine düşünürler ve faydalı olur olmayacağına, doğru olup olmayacağına dair eleştirirler; gerekirse farklı kaynaklardan araştırırlar. Ama sonuçta kesin net bilgilerle kazanan yine onlar olurlar. Okurlar, okumayı severler ve ne için okuduklarını bilirler. Yani bilinçli okuyucularımızdır.
Eleştirel bir şekilde okumaya günde yarım saatimiz de olsa bir zaman dilimi ayırmalıyız. Zaman akıyor ve yerimizde durma riskimiz var. Ayıracağımız o yarım saatin bizim farkındalığımızı artırmakta nasıl bir yardımı olacak bilemeyiz. Bilebileceğimiz bir şey varsa o da bilinçli okuyarak bir önceki günden daha ileride olacağımızdır. “Başkalarından üstün olmanız önemli değildir. Önemli olan dünkü halinizden üstün olmanızdır.” Mevlana Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa Kurucusu
Ali Kuşçu’nun Hayatı Ali Kuşçu: asıl adı “Ali Bin Muhammed” (d. 1403, Semerkant - ö. 16 Aralık 1474, İstanbul), Türk gökbilimci, matematikçi ve dilbilimcidir. Gökbilimci ve kelam âlimi olan Ali Kuşçu, 15. yüzyıl'da Semerkant'ta doğdu. Babası Muhammed, Timur İmparatorluğu Sultanı ve astronomu Uluğ Bey'in kuşçusu olduğu için, ailesi "Kuşçu" lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı. Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman'a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı. Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür oldu. 1449'da hacca gitmek istedi. Tebriz’de Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Osmanlı Devleti ile barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın
sözcülüğünü yaptıktan sonra II. Mehmed'in davetiyle İstanbul'a geldi. Osmanlı Akkoyunlu sınırında II. Mehmed'in emriyle büyük bir törenle karşılanan Ali Kuşçu, Ayasofya medresesine müderris oldu . Ali Kuşçu, 16 Aralık 1474 tarihinde İstanbul'da öldü. Eserleri: Risale-i fi'l Hey'e (astronomi) Şerh-i Tici Uluğ Bey (astronomi) Risale-i fi'l Fethiye (astronomi, Risale-i fi'l Hey'e adlı eserinin Arapçasıdır) Risale fi'l Muhammediye (matematik, cebir ve hesap) Unkud-üz-Zevahir fi Man-ülCevahir (Günümüz Türkçesi: Mücevherlerin Dizilmesinde Görülen Salkım) Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ali_ku%C5%9F %C3%A7u
Kişisel Gelişim Dergisi Ekim 2011 – Sayı: 2 Dergi Tasarım:
Ömer ARSLAN Kapak Tasarım:
Ömer ARSLAN Yazarlar:
Özlem ÖZTULUM Taner ÖZDEŞ Erim ERGÜN Ahmet KAN Şenan Deniz HAVA Tayfun SOYLU Hamide ŞİMŞEK Ömer ARSLAN İletişim:
www.facebook.com/kgelisimim www.kisiselgelisimim.com www.twitter.com/kgelisimim Elektronik Posta:
gelisimim@gmail.com Dergi çalışmamızı vakit ayırıp okuyan herkese ve bu derginin oluşmasında yazılarıyla destek veren yazar arkadaşlarıma teşekkür ederim. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Kurucusu