Merhabalar herkese, Umarım bu satırları okurken her okuyucumuzun hayatında mutluluk ve sağlık vardır. Zaman hızla akıyor ve yine bir ayı ardımızda bıraktık. Dergimiz için birinci yaşını kutlarken ikinci yaşına doğru hızla yol almaya başladık. Diliyoruz bu yolculuğumuzda sizlere yeni bakış açıları kazandırmış, fayda sağlamışızdır. Bizler bundan yaklaşık üç yıl önce bir mum yaktık facebook üzerinden “Kişisel Gelişim” isimli sayfamızı kurarak. Ve bu mumun ışığından 100 binden fazla insan faydalanıyor. Ne mutlu bize ki böyle bir çalışma gerçekleştiriyoruz. Bu süreçte yanımızda olan ya da çeşitli sebeplerle ayrılan herkese teşekkür ediyoruz. Sözü çok uzatmadan buyrun dergimizi okuyunuz. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu
İçindekiler:
Duygularıyla Kadınlarımız
5
50 Yaşımda Hayattan Ne Öğrendim?
7
Sorumlu – Sorumsuz Çocuklar
12
Yeni Başlangıçlar İçin: Mola
15
Mutluluk Hakkında
16
Kontrol Yasası
18
Kendine İnanmak
21
Hayır’dır İnşallah
24
Ezber Boz!
26
Hayatın Üç Önemli Noktası
27
Piri Reis ( 1465- 1554)
28
Künye
31
Duygularıyla Kadınlarımız
altına girmenin bana negatif dönüşleri neler?’’ ‘’Kalıplaşmış düşüncelerim bulunduğum durumdan beni nereye taşıdı.’’ Bunları sürekli kendimize sormalıyız, sormalıyız ki ilerleyebilelim. Bazılarımız erkeğin gücüyle, onun kendisine ve evine yaptığı katkılardan beslenip hiç bir girişim ve kendisini geliştirecek çaba harcamadan sadece tek bir kişiye yöneliyor. Bu da kalıplaşmış düşüncenin bir ürünüdür. Kendisini uzunca bir süre gözlemlese ve ben de bir şeyler yapabilirim dese, eminim çok da güzel şeyler başarıp, kendisi bile yaptıklarını hayretle ve gururla izleyecektir.
Erkek egemen dünyada devamlı baskı altında kalan kadınlarımızın duygularını hiç anlayabiliyor muyuz? Karşı cinsin hâkimiyeti altında ezilip, hor görülen ve bu sebepten yıpranan kadınlarımızın duyguları harap olmuş vaziyette… Hala gücün kendisinde olmayıp karşı cins üzerinde olduğuna inanmış ya da inandırılmış kadınlarımız olmakla birlikte şansa inanmayan, şansın sadece erkekte hüküm sürdüğüne inanan kadınlarımız var. Çaresiz, ne yapabileceğini bilmeyen ama farkında olan kadınlarımız da oldukça fazla.. Öncelikle farkında oldukları için her birini kutluyorum. Farkındalığın bilinçli karar vermeye ve cesarete bir adım yakınlaştırdığına her zaman inanırım. Ama doğru kararlar verildiği sürece… Her birimiz bize yük olan, dar düşünce zincirlerimizden birer birer kurtulmalıyız. Bunun için kendimize muhakkak inanmamız lazım. ‘’Hangi düşünceler beni köreltiyor?’’ ‘’Başkalarını sürekli dinlemenin bana artı bir getirisi var mı?’’ ‘’İnsanların boyunduruğu
''Size bu konuda gözlemlediğim bir hayat hikâyesini anlatacağım bu hikâye gibi gelse de gerçektir.'' Nermin teyzem eşinden sürekli şiddet gören bir kadındı. Eşi sürekli şehir dışına gittiği için diyalogu neredeyse yok denecek kadar azdı. Buna rağmen çocuklarına eşinin yokluğunu hissettirmeden annesiyle birlikte bakıyordu. Bir gün yaşadığı sıkıcı hayatını değiştirmeye karar verdi. Annesin de desteğiyle önce şehrinde bulunan meslek edindirme kurslarına yazıldı daha sonra açıköğretim okuyarak yarım kalan eğitimini tamamlamaya karar verdi. Gün geçtikçe özgüveni yerine gelmeye ve kendisini daha iyi hissetmeye
başladı. Eski Nermen teyzem gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti sanki… Şimdi hayata umut dolu bakıyor, kendisini sürekli geliştirerek bol bol kitap okuyor ve en önemlisi de herkese örnek oluyor.
ve büyümeli… İzin verin kendinize, yaşanmışlıklarınızı bir kenara koyun ve ‘’kendim için bundan sonra ne yapmalıyım?’’ deyin.
‘’Yaşadığımız her olumsuz deneyim tecrübe edildiği sürece ileri ki zamana güzel bir yatırım.’’ Yatırımlarımızı başkalarına değil, kendimize yaptığımız sürece gelişiriz. Bu yüzden yaşantımız da bir şeyler değişmeli, gelişmeli
“Ne gariptir ki toplum olarak, aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana; yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız." Halil CİBRAN
Özlem ÖZTULUM Kişisel Gelişim Sayfa Editör ve Yazarı
sağlarız. Buna sevmek de denebilir. İnsan ne kadar severse, o kadar sabırlı, hoşgörülü ve anlayışlı olur. İnsan doğduğu günden itibaren 2 şekilde hayatı ve kendini öğrenir; deneyim ve tecrübelerinden (bu pahalı olanı) ve başkalarından. Bana şöyle sorsanız “ Kim olmak isterdin?“. Cevabım “ Kendim” derdim. Zaten bu kadar kendimi sevmesem, şu anda yaptıklarıma cesaret edemezdim. 50 Yaşımda Hayattan Ne Öğrendim? Yaşım 50’ye dayandı. Paylaşmayı her zaman çok sevmişimdir. Annem bana şöyle derdi “kendinden çok bahsetme nazara gelirsin”. Kendisini her zaman dinlemişimdir, ama bazı konularda kendim olmayı çok severim. Annem ”mütevazı ol !” derdi. Bu konuda da çok başarılı olduğum söylenemez. Bu sabah yataktan yine büyük bir heyecan ve istekle kalktım. Kafamda hep yeni projeler ve yeni insanlar ile tanışmak vardı. Bazen kendime soruyorum “ Neden? “ Merak ve paylaşma isteği sanırım benim içimde bir itici güç. Öğrenmeye ve keşfetmeye karşı tutkum, yeniliğe olan açlığım beni sürekli yenilenmiş olarak hayata bağlanmamı sağlıyor. İnsan temelde değişmez; kendisi isterse değişebilir. Ben kimseye değişmesini söylemiyorum. Diğer yandan dünyada tek değiştirebileceğimiz kişi de kendimiziz. O zaman bir şeyden memnun değilsek, iki şey yapabiliriz: o kişi ile ilişkimizi keseriz veya o kişiyi anlamaya çalışırız ve uyum
“Hayat bir oyundur. Hoşunuza gitsin ya da gitmesin bu çok basit bir oyundur. Kim olduğunuzu seçeceksiniz ve sonra da o seçim olarak bunu deneyimleyeceksiniz. Eğer kazanamıyorsanız şikâyet etme ya da bunu yeni bir varoluş şekli seçerek değiştirme şansına sahipsiniz.” – Darel Rutherford “Çözüm olmak” kitabından Hayattan ne öğrendiğimi, dünyadan en değer verdiğim insanlar ve kendimden örnekle vererek yazmam uygun olacaktır: Öncelikle ailemden, 18 yaşından beri birlikte olduğum sevgili eşimden ve tabii ki kendimden (deneyim ve tecrübelerim) bahsetmek istiyorum. Satışın 10 Altın Kuralı kitabımda hayat ve kariyerime detaylı şekilde yer verdim. Ailemden ne öğrendim; Ailemden öğrendiğim en önemli şey, “sevgidir”. Anne ve babanın verebileceği birçok şey olabilir. Sevgi bunların arasında bana göre en önemlisidir. Sevgi açlığını insan hayatı boyunca dolduramaz. Para, servet, ün, statü, güç, buna benzer ne olursa olsun bunlar sevgi boşluğunu doldurmazlar.
Para, servet, ün, statü, güç, buna benzer ne olursa olsun bunlar sevgi boşluğunu doldurmazlar. Çevrenizde size değer vermeyen, ama menfaatleri için bunlara sahip olduğunuz sürece yanınızda olan insanlar olacaktır. Sizin için değil! Anne ve babamın bana bıraktığı en önemli sermaye; kendime inanmam ve kendimi sevmem (yüksek özsaygı) ve kendimi değerli hissetmemi sağlamış olmalarıdır (özdeğerlilik). Kişinin iki yaşına kadar ne kadar kabul gördüğü değerlilik duygusunu belirler. Altı yaşına kadar yeteneklerimizin ve becerilerimizin gelişmesine ne kadar izin verildiği, yeterlilik duygusunun şekillenmesinde rol oynar. Burada babanın rolü anneden fazladır. Ailemden ikinci öğrendiğim, “mutlu evlilik”, iki insanın birbirine değer katması, özgür bırakması ve belli şeyleri paylaşmasıdır. Darel Rutherford “Çözüm olmak “ kitabında şöyle diyor : “ Hayattaki gerçek amacınız gerçekten kim olduğunuzu bulmaktır. İlişki size kendiniz olacağınız ve büyüyeceğiniz ortamı yaratmıyorsa, bu ilişki size hizmet etmiyor demektir! " Annem ve babam birlikte olmaktan keyif alan, gerektiğinde kavga eden ama birbirini seven, başka insanlara çok ihtiyaç duymadan birlikte yaşayan insanlardır. Evliliğe bu kadar pozitif bakmam, kendilerinin evliliğin ne kadar güzel bir birliktelik olabileceğini bana yaşatmalarıdır.
Annem ve babam bana her zaman örnek kişiler olmuşlardır. Bana söylemek yerine, kendi tutum ve davranışları ile doğru insan olmasını öğrettiler ve öğretmeye devam ediyorlar. Ailemden öğrendiğim en önemli değerler ise: iyi insan olmak, dürüst olmak, verici olmak, saygın olmak, çevrene örnek insan olmak, duruşu olmak, pozitif olmak ve aktif insan olmak. Ailem eğitim anlamında Amerika’da okutarak bana yapılabilecek en önemli fırsatı verdiler. Bunun dışında12 yaşından itibaren her yaz yurtdışına göndererek bana dünya vatandaşı olma fırsatı verdiler. Bunların yerini para ile dolduramazsınız. Para sonuçta bir değer değildir. Annem, bugün bile benim en büyük destekçim, motivatörüm ve kendime inanmamı sağlayan mükemmel bir insandır. Babamdan ise hayatta çok önemli şeyler öğrendim; dürüst ve saygın olmayı, işini iyi ve ciddi yapmayı. Babam yüzmede eski Türkiye şampiyonudur. Beni 3 yaşında suya atan babam, bugün hayatımın merkezinde sporun olmasında büyük emeği vardır. Babam ayrıca Galatasaray ve mlli takımda su topu oynamıştır. Türkiye’de bu kadar dernek yokken babamın eski Rotary ve Lions başkanı olması benim de derneklere ilgi duymamı sağlamıştır. Ayşe benim tek kız kardeşim, kendisi benden 4 yaş ufak. Küçükken çok emeğim geçmiştir. Ailemin kurduğu doğru dengelerle hiçbir zaman birbirimizi kıskanmadık, her zaman birbirimizi destekledik. Halen birlikte seyahat eder, zaman geçiririz Anne ve baba kadar, insanın kardeşinin de hayatında önemli bir
yeri vardır.
kişiliğe sahip olmasındandır.
Ben sanırım aile konusunda çok şanslı idim. Anneannemi de ben çok severdim. Kendisinin hayatımda önemli bir yeri olmuştur.
Benimle birlikte olduğu için madalya takılacak kadın olarak görülen eşim için annem “senden bile daha çok seviyorum” diyerek eşime sevgisini her defasında belirtir. Annem, babam ve kardeşim ile her zaman düzeyli ilişki kurma becerisi kurmayı başaran eşim, ilişki ve iletişim konusunda çok başarılı bir insandır. Bunu yaparken gerektiğinde sessiz kalması veya dinlemesi en önemli meziyetidir.
Sevgili Eşimden ne öğrendim; 18 yaşında bir kıza âşık oldum. Adı, Neylan idi. Bugün 49 yaşındayım, halen birlikteyiz. 30 küsur sene bir insanla birlikte isteyerek ve mutlu birlikte olmak –insanlar üç ay bile beraber olacak sabrı göstermediği yenidünya düzeninde- harika bir duygu.
Darel Rutherford “ Aşk, kendimiz ve karşınızdaki için olduğumuz kişiler olma özgürlüğünü yaratan alandır.” Eşim, benim içimdeki dengedir. Hayatımın içinde her konuda önemli bir varlıktır; yazılarımda, giyimimde, kurduğum ilişkilerde hepsinde benim için önemli bir destekçidir. 26 senelik evliliğimiz boyunca bir gün bile evliliğimizi sorgulamadık, bu da sanırım birbirimizi koşulsuz sevmemizden kaynaklanıyor. Birbirimizin doğrularını ve yanlışlarını çekinmeden paylaşmamız, birbirimizi gerektiğinde özgür bırakmamız, birlikte kaliteli zaman geçirmemiz evliliğimizin ilk gününden bir şey kaybetmeden devam etmesini sağlıyor. Eşimden öğrendiğim en önemli şey, geri planda kalarak insanların bir şeyler başarabileceklerini görmemdir. Çevresinde her zaman sevilen ve güvenilen bir kişi olması, kendi içinde barışık ve sevecen bir
Kendimden ne öğrendim;
Kendimi her zaman çok sevmişimdir. Bu kısacık hayata birçok şeye sığdırmayı başaran bir insan olarak, kendimden öğrendiğim en önemli özelliğim merak, insan sevgisi, alçakgönüllük ve verici olmanın insanın hayatta başarısında ne kadar önemli olabileceğidir. Taviz vermediğim değerlerim ise, dürüstlük, samimiyet, açık olmak, önce vermek sonra almak, insanlara yardım etmek ve aileme her zaman hayatımda yer vermek. Değişim ve gelişim konusunda kendi sınırlarımı sonuna kadar zorlamayı severim. İnsan ilişkileri ve iletişim konusunda 30 yaşından sonra o kadar şey öğrendim ki, kendimdeki değişimi kelimelere dökmem zor. 34 yaşında Rıza Kadılar ile bir davette tanışarak bir anda hayatım değişti; Jaycees derneği ile Hawaii ye gitmem. Orada NLP uzmanı Anthony Robbins ile tanışmam sonrasında Türkiye’nin kişisel gelişim ve satış konusunda öncü liderlerinden olan kişiye dönüşmem, benim için bir mucizenin gerçekleşmesidir.
Çevremin desteği ile TV’lara çıkmam, Satışın 10 Altın Kuralı adında Best seller bir kitap yazmam, Türkiye’de 50,000 kişinin üzerinde kişiye yüz yüze eğitim ve seminerler vermem.. Bunları birisi bana 30 yaşında söyleseydi, gülüp geçerdim.
kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum) 2012’de bu konuda danışmanlık alarak konuşmamı mükemmel hale getirmek istiyorum. Önümdeki hedeflerim arasında tarih, sanat konularında kendimi daha çok geliştirmek olacaktır.
Babamın profesyonel hayattan kendi işinin patronluğuna geçişinden sonra yaşamış olduğum talihsizlikler, benim de kendi işimi yapma konusunda tereddüt etmemi sağlamıştır. 2010 yılında kurmuş olduğum Ekoloni ile bu korkumu yenmeyi başardım. Her ne kadar Ekoloni’yi satmak zorunda kalmam ve yüklü bir parayı batırmamıza rağmen en önemli korkumu yenmenin özgüvenini yaşıyorum.
Kendimde gördüğüm en güçlü yanlarım ise; zaman yönetimi, kendime zaman ayırmam, düzenli spor yapmak ve kitap okumak, seyahat etmek ve her fırsatta yeni insanlar ile tanışmak olmuştur.
Her insan gibi iş ve özel hayatımda hatalarımdan ders aldım, kendimi geliştirmek için kendimi sürekli eğittim, koçluk aldım, çevremden aldığım geri bildirimleri dikkate aldım. En önemli aldığım iki yapıcı eleştiri: iyi dinlememem ve çok hızlı konuşmam olmuştur.
İnsanlar dinlemediğimi söylediler ( koçluk alarak ve yaparak) bu konuda ciddi ilerleme kaydettim. Hızlı konuşmak ( bu konuda
50 ‘sine yaklaşmış bir insanın itirafları, gördükleri ve deneyimlerini bu yazıda sizlerle samimice paylaşmaya gayret ettim. Öğrenmeye, değişmeye ve gelişmeye devam edeceğim. Kendimi eleştireceğim ve eleştirileri ciddiye almaya devam edeceğim. Hayatımın her dakikasından keyif almaya, anı yaşamaya, sürekli kendime yatırım yapmaya ve insanlara her fırsatta dokunmaya ve yardım etmeye devam edeceğim. Hayatı ve insanları sevmem, benim en önemli hayat şansım olduğunu düşünüyorum. O nedenle kendimi Tanrı’nın şanslı kulu olarak görüyorum.
Hayat felsefemi şöyle özetleyerek bu yazımı bitirmek isterim: “Hayat bir mücadeledir. Mücadele biterse hayat da biter. Hayat bana göre eylemdir, söylem değil. Şikâyet etmeyi hiç sevmem, sorunu hep kendimde ararım. Kendimi eleştirmeyi, kendimle mücadele etmeyi severim. İnsanları etkilemek için konuşurum, sessiz kalarak mesajımı en etkili şekilde iletirim. Dinlemenin mucize olduğu maalesef çok geç keşfettim. Vermenin,
affetmenin, anlamanın ve sabırlı olmanın gücünü her gün deneyimliyorum. Korkularımı ise stres gibi doğru yönettiğim zaman daha başarılı olabilineceğini gördüm. Tecrübe kazanmak, zaman kazanmanın en kestirme yoludur. “Ben biliyorum” demek de, kişinin kendisini bitirmesinin en kestirme yoludur...”Sevgi” dünyanın en güçlü silahıdır. Bunu kaybettiğim anlarda hep fark etmişimdir..."
Saygılarımla, Taner Özdeş / Satış ve Pazarlama Uzmanı www.tanerozdes.com.tr
anlattı. Oğlunun ev ödevi varmış ve bu ödev 1 hafta önce verilmiş. Arkadaşım eve geldiğinde evde ki herkesin ödevle ilgili koşturduğunu, oğlunun ise televizyon karşında oturup, sinirli bir şekilde ‘Çabuk olun ya, yetişmeyecek ya’ dediğini anlatmıştı.
Sorumlu – Sorumsuz Çocuklar Çocuk yetiştirmek zor bir meslek. İşin zor tarafı herhangi bir kursa gitmeden, bir tecrübe edinmeden bu mesleği icra etmeye başlıyoruz. Bazen istemeden de olsa hatalar yapıyoruz. Doğru bildiğimiz yanlışlar var ve bu yanlışlar çocuk üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Çocuk yetiştirme konusu geniş bir konu. Bugün sadece sorumluluk üzerinde duralım. Sevgili anne babalar, Çocuğumuza sorumluluk duygusunu aşılamalıyız. Çocuğumuzun ödevlerini üstlenmek onun olgunlaşmasında sıkıntılar yaratacaktır. Büyümüş ama olgunlaşmamış çocuklar, aslında sorumluluk sahibi olmayan çocuklardır. İlkokula başladığından itibaren ödevlerini kendisi yapmalı, çantasını kendisi düzenlemeli ve odasını temiz tutmalıdır. Anne baba yardımcı olabilir tabi ki, ancak bu yardım görevi tümden yapmak olmamalıdır. Geçenlerde arkadaşım evde yaşadığı bir olayı
Varsayalım bu çocuk sınavdan 100 aldı. Bu iyi bir sonuç oldu mu? Çocuk bu ödevden ne öğrendi? Hiçbir şey. Bu ödev çocuğa bir şeyler kattı mı? Tabi ki hayır. Sadece çocuğun sorumsuz olması yönünde etkisi olmuş olabilir. Bu örneği tersinden düşünelim. Evdeki hiç kimse ödevi yapmamış olsaydı ve öğrenci sıfır almış olsaydı ne olurdu? Ödevi yapmaya çalıştığı için bir şeyler öğrenecek ve bir daha ödevini zamanında yapacaktı. Sorumluluk duygusu pekişecekti. Yapması gerekenleri yapmadığında, bunun sonuçlarından sorumlu olacağını bilecekti. Çocuklarımıza yardım etmeyelim demiyorum. Mutlaka yardım edeceğiz. Yardımla, asıl işin sorumluluğunu karıştırmamalıyız. Çocuklar sorumluluk almalı. Aile bu sorumluluk için imkân vermeli. Yemek yedikten sonra tabağını mutfağa götürmeli. Odasını düzenlemeli, derslerini kendisi yapmalı, su içecekse kalkıp suyunu kendisi almalı. Maalesef biz çocuklarımızı böyle yetiştirmiyoruz. Yemeklerini hazırlıyor, sofrayı kurup, kaldırıyoruz, odasını temizliyor, düzenliyoruz. Hatta çoğu anne baba ‘arkasından koşturmaktan bıktım’ diyor. Çocuğa sorumluluk duygusu verirseniz, Kendine Güveni gelişir. Okul hayatı istikrarlı
ve başarılı olur. Girişimci olur ve kendine verilene veya beklenen işi en iyi şekilde yapar. Unutmayalım ki çocuk istediğimiz gibi değil, yetiştirdiğimiz gibi olur. İyi çocuk yetiştirmenin ön koşunu sorumluluktur. Çocuğunuza, sorumluluk duygunu kazanması için gerekli şartları sağlayın ve bu şartlar içerisinde yeni sorumluluklar alması noktasında yardımcı olun.
Sağlıcakla kalın. Siran KALELİ www.siramkaleli.com
Tüm bu anlattıklarımı yazarken yüreğim sizlerden ayrılacağım için buruk. Ama bu ayrılığı sizlerden kısa bir mola alma olarak değerlendirmenizi rica edeceğim sevgili dostlar. Bir yerde kendi kendime yaptığım koçlukta bu kararı almam gerekiyordu zor olsa da.
Yeni Başlangıçlar İçin: Mola Sevgili Kişisel Gelişim Okurları; Sizlerle Kişisel Gelişim'de başlayan yolculuğumun uzun soluklu olmasını isteyerek başlamıştım yazmaya. Çok da keyifli olduğunu söylemeliyim. Kaliteli olmak ve kalabilmek adına çok çabalayan bir e-derginin yazarlarından olmak beni hem onurlandırıyor hem de mutlu ediyordu. 10. yazıma kadar bu böyleydi. Aklımda ve yüreğimde kitap yazma isteğim hep vardı, bu uğurda yayıncılarla görüşmelerim oldu, hatta bir yayınevi ile neredeyse ortak bir noktada buluştuk diyebilirim. Kitap yazmanın zor olduğunu yazmaya başlayınca anladım dersem yalan olmaz. Benim gibi sol lobu etkin olan biri olarak iş konuşmaya gelince saatlerce konuşabilirim. Yazı yazma sağ lob etkinliği olduğu için, sağ lobumu da entegre etmem gerekiyor bu süreçte. Kısaca; bilinçaltımı sadece kitabıma ve yeni açacağım bloğuma odaklanmaya sonunda ikna ettim: hayatım şimdilik kitap ve bloğum arasında gidip gelecek.
Sizlerle paylaşmak için yazdığım her konuyu içten, samimi duygularımı ve kendi deneyimlerimi de yansıtması için özenle seçtiğimi belirtirken sizlerin duygularımı ve amacımı algıladığınıza inancım tam. Bu yazımı bir veda yazısı olarak değil yeni başlangıçlara açılan bir yol olarak değerlendireceğinize inanarak sizlere saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Sevgi KARACA Yaşam Tasarım Uzmanı "DÜZELTEBİLECEĞİN TEK ŞEY KENDİNSİN"
www.sevgikaraca.org e-mail: sevgi@sevgikaraca.org http://twitter.com/SevgiKaraca
duymuyoruz. Yani, elimizdekinin değerini, kaybedince anlıyoruz, çoğu zaman. Üzülmeyin, bu bir tek size olmuyor. Doğamızda var. Haz kimyasalı dopamin, hedefe ulaş ve mutlu ol diyor. Hedef ise her zaman başka bir yerde. Ne kadar çok mutlu olacağımızı ne belirliyor? Yani vücudumuz ne kadar dopamin salgılayacağına nasıl karar veriyor?
Mutluluk Hakkında Her davranışımızın ardındaki sebep, mutlu olmak. İstisnasız her ne yapıyorsak, mutlu olmak için yapıyoruz. Aşağıdaki şekilde göreceğiniz gibi, hep olmak istediğiniz bir yer var ve oraya ulaşabilirseniz mutlu olacaksınız, her şey tam olacak gibi bir duygu içindesiniz değil mi? Şunlar şunlar olsa daha ne istersiniz.
Enteresan bir durum var ki; sahip olduklarımızı kaybettiğimiz ve sonradan tekrar elde ettiğimizde mutlu oluyoruz, ama sahip olduğumuz zaman, onlara sahip olduğumuz için ekstra bir mutluluk
Beklentiler – Gerçekler = Aradaki fark ne kadar küçükse o kadar mutluyuz. Denklem basit. İlkokul 1 Beklentilerimizi ne belirliyor? ‘’Ben belirlerim.’’ Diyorsunuz değil mi? Ne yazık ki siz belirlemiyorsunuz. İçinde yaşadığınız sistem ve toplum, bunu sizin yerinize yapıyor. Satın almak, sahip olmak istediklerinizi düşünün anlayacaksınız. Bu konuda sayfalarca yazabilirim, ama yazmayacağım. Çünkü düşünmenizi istiyorum, çünkü insanlar başkalarının yazdıklarına, söylediklerine değil, kendi düşünüp bulduklarına inanıyorlar. O yüzden ben kapıyı açıyorum, üstüne düşünmesi ve mutlu olması size kalmış. Mutlu insanlar karar verme anında nasıl davranıyor? Mutlu insanlar, daha hızlı karar verir, kılı kırk yarmaz, akla hayale gelmeyecek olası trajediler üretmez, düşük riskli kararları kolayca alır, burada önemli bir ayrıntı, mutsuz insanlar o kadar olası trajedi üretip, ince hesap yapmalarına rağmen, büyük riskli işlere daha kolay dalar ve büyük kaybedebilir. Toparlanmaları da mutlu insanlara göre daha
daha zordur. Uzun süre iç dünyalarına kapanabilirler. Oysa mutlu insan, çabucak toparlanır, kalıcı yaralar da mutlularda pek bulunmaz.
Mutlu Kalın
Sevgilerimle, Sezen ÇELEBİ / Satış Koçu
Eğer hayatımızın rotasında birkaç santimlik bir değişim olursa, gideceğimiz yer çok farklı bir yer olabilir. Daha önce verdiğimiz örneği hatırlayın: Bir nal yüzünden bir ülke kaybedilebilirdi. Demek ki o atların nalları bile bizim kontrolümüz altında olmalıymış. Askeriye’de çok sıkı bir disiplin vardır. Her şey planlı ve programlı olmalıdır. Bu disiplin, tam anlamıyla “Kontrol Yasası”dır işte. Eğer kontrol sağlanamazsa, tıpkı “nal” örneğinde olduğu gibi, ülke elden gidebilir. Kontrol Yasası Kontrolünüzü kaybettiğiniz anda, her şeyi kaybedebilirsiniz. Kontrol yasası bize, sorumluluk alanımız içinde bulunan tüm konularda tetikte olmamızı söyler. Bir şeylerin kontrolünü kaçırdığımız anda, sonuçlar bizim için hiç de iyi olmayabilir. Kontrol Yasası, takıntı derecesinde bir kontrol mekanizmasına sahip olmamız anlamına gelmez. Bilmemiz gereken en önemli şey, hayatımızın kontrolünün bizim elimizde olmasıdır. Eğer kontrol elimizden çıkıp giderse, hayatımızı bizim dışımızda bazı güçler şekillendirmeye başlar.
Bu sıkı kontrol ve disiplin elbetteki bizim hayatımız için aynı yoğunlukta olmamalı. Eve geldiğinizde, “Rahat! Hazır ol! Uygun adım Marş! Haydi yemeğe…” diyemezsiniz. Ama ilginçtir, bazı mesleklerde, özellikle de asker ya da polis kökenli kişilerde aynı disiplinin çoğu kez eve de yansıdığını görüyoruz. Bir ömür boyu devam eden bu disiplinli olma alışkanlığı, birçok askerin özel yaşamına da yansıyor. Sonra evde eşlerine ve çocuklarına da bir asker gibi davranıyorlar.
Ne kadar büyük bir güce sahip olduğumuz değil, o gücün ne kadarına hakim olduğumuz önemlidir. Hepimiz bu dünyaya, muhteşem bir potansiyel güçle geliriz. Ancak bu güç bizim kontrolümüz altında olmadığı için ondan yeteri kadar faydalanamayız.
Bu kişiler, eve geldikleri zaman, üniformalarını dışarıda bırakmadıkları sürece, evde çok ciddi sıkıntılarla karşılaşabiliyorlar. Nasıl ki iş yerinde özel yaşamda davrandığımız gibi davranmıyoruz, evde de iş yerindeki gibi davranmamak durumundayız. Yoksa duygularımız ve hayatımız kısa devre oluyor.
Bir pilot için “Kontrol Yasası” uçağı doğru rotada tutabilmektir. Rotadaki 1 santimlik farklılık, uçağı bambaşka bir yere götürebilir. Kontrol Yasası bizim için de aynı şekilde işler.
Kontrol Yasası, duygularımıza, düşüncelerimize ve davranışlarımıza egemen olmamızı sağlar. Nerede ne yapmamız gerektiğini ve bunları nasıl yapmamız
yapmamız gerektiğini o belirler. Birçok konuda kontrol bizdedir ya da en azından bizde olmalıdır. Ama bazı durumlarda kontrol bizim dışımızda gibi görünür. Mesela bir başkasının sizinle ilgili hissettiği duygularda sizin bir kontrol gücünüz yoktur. Burada kontrol tamamen o kişidedir. Birisine zorla, “Beni sev” diyemezsiniz. Onun sizi sevip sevmeyeceği konusunda kontrol sizde değildir. “Yalan da olsa, beni sevdiğini söyle” diyerek, ancak kendimizi kandırmış oluruz. Ama bu noktada yine Kontrol Yasası devreye girer ve bize der ki, “Bu durum karşısında vereceğin tepkilerin kontrolü sana bağlı” İşte kontrol yasasını yaşamanın en kolay yolu budur.
Bu yasa aynı zamanda seçimlerimizle de direk bağlantılıdır. Doğru seçimler yapmak, hayatımızın kontrolünü ele almak demektir. Yanlış seçimlerde ise kontrol artık bizde değildir. Kontrol Yasası, yaşamınızdaki her şeyin sorumluluğunu üstlenmektir aynı zamanda. Sorumluluk duygusu, mazeret bulma hastalığının bilinen en etkili panzehiridir. Sorumluluk kabul etmeyen, yani yaşamı üzerinde kontrol gücü olmayan bir insan, kolayca her şeyi ve herkesi suçlayabilir. Olgun bir insan ise, sorumluluk alır ve iyi ya da kötü, karşılaştığı her durumun kendi seçimi olduğunu bilir. Birçok insan başarılarını kendisine mal eder ama başarısızlıklarından hep başkaları sorumludur. Bu, çok ilkel bir düşüncedir. Olgun bir tavır değildir.
Ancak çocuklar böyle davranırlar. Misketleri kazandıklarında bu kendi başarılarıdır. Ama kaybedince karşı taraf “mızıkçılık” yapmıştır. Birçok yetişkinin yaptığı şey de bu değil mi? Başarılarını haykıra haykıra “Ben yaptım, benim eserim, bennnn bennn” diye kutlarlar, bir başarısızlık durumunda ise, “O lanet olası burnunu bu işe sokmasaydın böyle olmazdı” derler. Bilirsiniz işte, çocuklar hep böyledir… Yaşamda karşınıza ne çıkarsa çıksın, iyi ya da kötü her durumda, “Bu benim eserim” dediğiniz anda, müthiş bir boyut değişimi yaşarsınız. “Kuantum Sıçrama”, “Kuantum Balıklama” ya da “Kuantum Işınlanma” ne derseniz deyin, işte aynen öyle bir şey yaşarsınız. Sorumluluk aldığınız anda, dünyanız değişir. Bunu yapan siz olduğunuza göre, bunu yapmayacak olan da siz olacaksınız. Eğer istediğiniz sonuç bu değilse, o zaman istediğiniz sonuca ulaşmanın yollarını arayacaksınız. Ancak bir bilge, her şeyin sorumluluğunu kabul edebilir. İlkel düşünen bir insan ise, hemen suçlayacak birilerini bulur ve anında ağlamaya başlar. Şimdi kendiniz için bir, “Kuantum Kurbağalama” tekniği geliştirmelisiniz. Fırsatlara kurbağalama bir biçimde atlamalısınız. Fırsat karşınızda duruyor ve sizin ona sarılmanızı bekliyor. Sorumluluk aldığınız anda ve kimseyi suçlamadığınız anda, tıpkı suya atlar gibi, kurbağalama bir atlayışla kendinizi “Alice Harikalar Diyarı”nda bulacaksınız. Alice tavşan deliğine atladığında, gerçek
dünyayı arkasında bırakmıştı. Eğer başarı istiyorsanız siz de mazeretlerinizi arkanızda bırakmalısınız. “Ben Kuantum Balıklama yaşamak istiyorum” deyip aynı zamanda, “O boyu devrilesice olmasaydı şimdiye çoktaaan…” dememelisiniz. Karar verin: ya mazeretler ya da sorumluluk. Her ikisi bir arada olmaz. Ne yazık ki üçü bir arada kahvelerde işe yarayan karışım, duygularımız için geçerli değildir. Hem mutlu hem mutsuz, hem başarılı hem başarısız olamazsınız. Bir insan hem ağlayıp hem gülemez. Gerçi bunu yapanlar da var. Bir bakıyorsunuz ağlıyor, iki saniye sonra gülüyor. Ağlıyor, gülüyor, ağlıyor gülüyor. Ne diyoruz bu duruma, “Sinirleri bozulmuş.” diyoruz. Bakın, “bozuk” olan bir şey ancak bu kadar dengesiz olabilir. Bizler bozuk muyuz da, hem sorumluluk alacak hem de mazeret bulacağız? Şimdi artık
şu bozuk olan başka hangi sinirleriniz varsa, onlara deyin ki, “Buraya kadar dostum. Seninle artık yollarımız ayrılıyor.” Kutluyorum sizi. İşte şimdi, “Kuantum Serbest Atlama” operasyonuna hazırsınız artık…
Emniyet kemerlerinizi bağlayın ve kendinizi Pokemon’lar gibi boşluğa bırakın. (Mutsuz Olmak Günahtır Kitabından Yazarın İzniyle Alınmıştır.)
Mustafa ÇAY NLP Master Trainer, Yaşam Koçu www.mustafacay.com
Kendine İnanmak Ne kadar kendinize inanıyorsunuz? İnsan olağan üstü yaratılışına ve yapısına karşın oldukça olağan bir yaşam sürmekte. Aslında bu kendimizi keşfedemememizden kaynaklanıyor. Kaçımız kendi dünyamızda yolculuğa çıktık? Ve kaçımız sorunlarımızdan kaçmayı bırakıp kendimizi bulmaya zaman ayırdık? Çoğumuz öylesine içine kapalı ve mutsuz yaşıyoruz ki bu hayatta. Kendi gücümüzün sınırlarını keşfedemeden ”Öğretilmiş Çaresizlik” ile yaşamaya çabalıyoruz. Nasıl tanırız kendimizi? Kendimizi tanıyıp nasıl inanırız kendimize? İnsan inanmadığı şeyi satamaz deriz hep ve ardından da önce kendimizi satmalıyız, imajımızla, duruşumuzla, diksiyonumuzla, kokumuzla deriz. Peki, kendimize inanmazsak, inanmadığımız kendimizi nasıl satarız? Nasıl karşı tarafa prazante ederiz kendimizi, yaptıklarımızı? Ne kadar çok soru var değil mi? Aslında cevabı bir tane. Sadece durup düşünmemiz yeterli. Sanal âlemde öylesine kendimize
güveniyoruz ki, Facebook, Twitter hepimiz Genel Müdürüz, hepimiz yöneticiyiz ve her konu hakkında sonsuz bilgiye sahibiz ve öz güvenimiz son derece yüksek. Peki, nerede ”gerçek hayatta” tüm bu özelliklerimiz? İnsanlar iletişim kurmaya başladıklarında ilk adımın hep karşıdan gelmesini isterler o ilk adım atılmadığında da maalesef bir türlü iletişim başlamaz. Göz teması kurmayı unuttuk, oysa en kolay yapılması gereken bu basit eylem bize artık zor gelmeye başladı çünkü insanlar sanallaşmaya başladı. Bu sanallaşma kendimize inanmayı çoğu kişiler için olumsuz şekilde etkiledi. Aslında sanal âlemde kendimizi sınayabileceğimiz, özgüvenimizi arttırabileceğimiz birçok imkân varken… Peki, kendimize inanmak için Ne yapmalıyız? - İmkânsız olduğunu düşündüğümüz bir işi başarmak, onun mümkün olabileceğine inanmanızla başlar. - İnançlarımız beynimizin yöneticileridir, neye inanırsak o oluruz. Korkak olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? O zaman Korkaksınız.
- Kendimize olan inancımız, yakınlarımıza olan inancımız ve başkalarının bize olan inancı bizim hayatımızı şekillendirir. Ancak burada anahtar yine kendimiziz. Bu üçlü güçlü zincirde en önemli halka BİZİZ… Biz kendimize inanmazsak, yakınlarımız bize inanmaz, yakınlarımız bize inanmazsa, başkaları bize inanmaz ve inanmadığınız biriyle iş yapmayız… - Beyninizi ve gerçekten beyninizin nasıl çalıştığını iyi bilmelisiniz. Hiç beyninizin nasıl
çalıştığını düşündünüz mü? Ya da nasıl çalıştığını merak edip araştırdınız mı? Yoksa onun hiç farkında bile değil misiniz? Bir şeyi yapabileceğinize inanmak veya yapamayacağınıza inanmak! Beyniniz siz neye inanırsanız onu size yaşatır. Garip değil, çünkü işi bu ve farkına vardıktan sonra algıda seçicilikle göreceksiniz ki, her seferinde haklı çıkacaksınız. Yapamayacağınıza inanırsanız inanın yapamayacaksınız… - Kendimize özgü güven duygusunun temelinde ‘yüzde yüz kendimize inanmak’ yatar. Kendine inanan, kendine güvenir. Güven çevrenizi etkiler, çevrenizde sizi. Sonuç olarak; özgüven ve kendimizi tetikleme olumlu davranış eylemini yaratır. Kendi kendinizi ateşleyen biri olduğunuzda, hiçbir
şeyin sizi durduramayacağına inanırsınız. Kendimizi olumlu telkin ile tetiklediğimizde, amaçlarımıza ulaşmak için tüm çabamızı harcamamız gerektiğine inanırız. Kendimize inanmak ve bir işi yapabileceğimizi düşünmek bize içten dışa güç sağlarken aynı zamanda o işe karşı bir bağlılık yaratır ve bağlılık kendimizi tamamen adama, konsantrasyon ve kesin kararlılık gerektirir. Kişi kendini, güçlü yönlerini ve zayıflıklarını tanımalıdır. İnsanlarla iletişimi bilmeli ve gerçek dünyada yerini edinmelidir. Mutlulu’ğun asıl sırrı farkında olmaktır. Mutlu insan kendini tanıyandır.
Ümit ÜNKER / Satış Koçu uwww.umitunker.com umit@umitunker.com
Hayır’dır İnşallah Kim pek çok insan tarafından onaylanmak, sevilmek, beğenilmek istemez ki? Tahminimce insanların çoğu bunu ister. Bunu istemekte elbette bir zarar yok; ama bunun yolu her şeye “evet” demekten mi geçer? Şuan belki de birçoğumuzun kendinde beğenmediği; ama bir türlü de kurtulamadığı bir huy sanırım bu. İsterseniz öncelikle bu huyumuzun altında yatan sebepleri bir irdeleyelim. İlk ve en büyük neden yetiştirilme tarzımızdır. Sürekli anne babaya hayır demenin yanlış hatta saygısızca bir şey olduğu söylenmiştir bize. Her zaman anne babalarımız bizim yerimize karar almıştır. Yaşımız ne olursa olsun onların verdikleri karar kendilerince gerek hayat tarzları gerekse tecrübeleri sebebiyle verilmiş doğru kararlardır. İyi evlat demek de anne babanın dediklerini iyi bir iletişim ortamında düşünüp tartmadan evet demekten geçmektedir. Hayır diyememenin tohumları bu şekilde atılmaya başlanmıştır. İkinci neden de artık bilinçaltına yerleşen bu durum aileyi aşarak yakın hatta uzak çevreye doğruyu yayılmaya başlamıştır. Çünkü” ben
insanların işini halledersem onlar da bana yardım eder, beni sever, önemser “düşüncesi ağır basmaya başlar. Bir süre sonra bu huyunuzun getirdiği zararları fark eder vazgeçmeye çabalarsınız; fakat bu durumda da “ayıp olur, sevilmem, beni ukala zannederler, benden uzaklaşırlar, ortam gerilir” vs. düşüncesi hâkim olur beynimize. Ve artık en kötü aşama gerçekleşir sürekli başkalarının hayatını yaşarsın, başkalarının kararları, doğruları, yanlışları… Özetlemek gerekirse BAŞKALAŞIM gerçekleşir. İyi de nasıl kurtulacağız bu durumdan ne yapmak gerekir? İsterseniz biraz da bunlara değinelim. * Kendinizce bu kadar iyi! Bir insan olmayı bir kenara bakın. Siz ne kadar iyi olursanız olun herkes sizin kadar iyi olmaz buna hayat da dâhil. * Öncelikle dürüst olun karşı tarafa çünkü “evet “ her zaman doğru değildir. Ne hissediyorsanız onu söyleyin böylece yapay iyi ilişkiler kurmaktan da kurtulursunuz. * İnsanların sizden beklentileri elbette vardır ama sırf bunları boşa çıkarmamak adına evet’lerin kurbanı olmayın açık ve net olmak hepsinden daha sağlıklı bir karar emin olun. * Hayır derken bunu kaba söylememeye dikkat edin. Karşı tarafın kurduğu cümleyi ona tekrarlayın” seni anlıyorum belki de haklısındır ama benim kararım düşüncem yahut yapacağım şu şu nedenlerden dolayı tersi yöndedir” gibi nazik bir açıklama hem karşı tarafı rencide etmez hem de kendi isteklerini hayatına sokabilmen adına önemli bir adım atmış olursun.
Bırakın başkalarının hayatı başkasının olsun. Siz “SİZ” olarak hayatınızı yaşamaya devam etmek ya da başlamak için gerektiği yerde ve zamanda HAYIR’I” kullanın eminim ki böylesi sizi ziyadesiyle mutlu edecek. Unutmamanız gereken bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum siz biriciksiniz sizden bir tane daha yok ve de olmayacak işte bu yüzden kendi hayat dümeninizi kendiniz kullanın istemediğiniz halde herkese ve her şeye evet diyerek geminize almayın.
Hepinize hayır’lı günler… Hamide ŞİMŞEK
Ezber Boz! Merhaba dostlar, güzün serin yüzünü iyiden iyiye hissettirdiği şu günlerde hepinizin sağlıklı ve huzurlu bir ay geçirmenizi dilerim. Bir söz takıldı aklıma son günlerde. “Kitap, en iyi dostudur insanın.” diyordu. Öyle değilmiş gibi geldi, enikonu düşünmeye başladım en son ne zaman kitap okuduğumu. Çok okuyorum fakat sıra kitaba gelince işler değişiyor nedense? Gazeteler, köşe yazıları, internet haberleri derken liste uzayıp gidiyor. Kitap gerçekten en iyi dostu mudur insanın? Ya da soruyu biraz daha değiştirelim. Kitaptan dost olur mu? Bir arkadaş düşünün ki kendisini yetiştiren kişinin fikirlerinin tümünü size doğru olarak benimsetmeye kalksın. Farkına bile varmadan farklı arkadaşlardan farklı fikirler edinmiş olacaksınız belki de birbiriyle çelişen.
Her kitap bir dünyadır derler, doğrudur. Her dünya bir kitaba sığmasa da az biraz fikir sahibi olmamızı sağlar bazı konularda. Bir âdem düşünün, kitaptan başka dostu olmayan. Her şeyi bilen bir insan düşünün dostlar. Kanserin çaresini bulan bir insan düşünün en iyi dostu kitaplar olan. Merak ediyorum, eğer bir kitap beni sosyalleştirmiyorsa, insanlara ve insanlığa yaklaştırmıyor bilakis etrafıma yüksek duvarlar örmeme neden oluyorsa bu nasıl
dostluktur? Fuzuli’nin ve Ziya Paşa’nın farklı beyitlerde dile getirdiği ortak bir durum vardır. Mektep yalnızca cehaletini alır insanın merkepliğiyse baki kalır buyurmaktadır ustalar. Benzetmede hata olmaz derler. Affola... Her insan bir kitaptır dostlar, kimi konuştursanız bir roman çıkar ömründen. Görülen görülmeyen ne badireler atlatmıştır her âdem. İddia ediyorum ki bizim sorunlarımızın kaynağında kitap okumamak doğrudan olarak bulunmuyor. Genel anlamda tabiri caizse insanı okuyamıyoruz. Kendimizi karşımızdakinin yerine koyamıyoruz, güçlüyken adil, zayıfken asil olmak herkesin harcı değil. Bir kitapta rastladığım olayla bu aylık sizlere veda ediyorum. Esen kalmanız dileğimle.
Bir bilge su kenarına serer postunu, dayar sırtını bir ağaca kavramaya çalışır ilahi sırrı, sırrın sahibini. Bir köpek belirir suyun yanında. Susamıştır hayvancağız. Tam eğilir ki bir yudum su içme hevesiyle, kendi siluetini görüverir suyun aksinde. Korkar kaçar geldiği yöne. İbretle izlemektedir ağaç gölgesindeki bilge. Köpek bir iki daha gelir ürker kendinden, sudaki görüntüsünden fakat ağır basmaktadır susuzluk kendini suya atıverir hızlıca koşup birden. Sudaki ürkütücü görüntü kaybolmuştur köpek için, kana kana içer dindirir susuzluğunu kavruk bedeninin. Gülümser bilge, hayret eder olan bitene. İki ders alır köpekten oturduğu yerde. İnsan kendinden korkusuna yapamaz pek çok şeyi birincisidir bu ve ikincisi; bilge bile olsan şu âlemde sana öğreteceği bir şeyler vardır mutlaka bitli bir köpeğin bile. Fatih KEŞKEKÇİ
Hayatın Üç Önemli Noktası Sokakta, çarşıda, otobüste insanlarla hep iç içeyiz. Yani devamlı bir iletişim içerisindeyiz. Peki, hiç tanımasak da çevremizdeki insanların yüzüne hiç bakıyor muyuz? Herkeste bir gerginlik ve asık yüzler. İnsanların yüzlerindeki bu olumsuz havanın nedenlerini araştırmaya kalksak pek çok sosyolojik sorunla karşılaşabiliriz. Evet, sorunlar hayatımızın bir parçası ama bu bizim gülümsememizi engelleyecek kadar büyük olabilir mi? Buradaki büyüklük kavramı sorunu küçümsemek elbette değil, sadece gülümsememizi engelleyebilir mi? Hayata yine de olumlu bakamaz mıyız?
Elbette bakabiliriz. Olumsuzları öne sürerek asık suratlarla nereye kadar yaşayabiliriz? Üzüldüğümüz her bir gün bundan kim zarar görüyor? Sadece kendimiz zarar görüyoruz. Oysa biraz tebessüm, biraz tefekkür ve biraz da çaba ile tünelin sonundaki ışığa kolaylıkla bakabiliriz. Hani hep söylenir, her inişin bir de çıkışı vardır diye. Hayat aynen böyle, kimi zaman karşımıza bizi yorabilecek pek çok sorun çıkabilir. Ama bunun ardından gelecek daha büyük mutluluğun varlığını unutmamalıyız.
Yakın bir tanıdığımdan örnek vermek istiyorum. Lise 1’deydi ve çeşitli sorunlar sebebiyle sınıf tekrarı yapmak zorunda kaldı. Çevrenizde sınıf tekrarı yapan varsa içine düştükleri psikolojiyi bilirsiniz. Tükenmişlik vardır en başta. İçini düşülen boşluk ve çevrenin baskısı ise cabası olur. İşte böyle bir durumda arkadaşlarından geri kaldığına üzülmenin yanında çevresindekilerin adam olmaz imalı bakışları arasında kalmıştı. Bu zorlu sürece bir süre sonra ayak uydur ve başarısı bir sene öncesinin aksine tamamen yükseldi. Mezun olduğu sene üniversiteyi kazanmasına ise herkes hayretle bakmıştı. Şimdi konuştuğumuzda “Sınıf tekrarı olduğunda ilk başlarda çok üzülmüştüm ama bu zorlu sürecin sonunda benim için daha büyük bir mutluluk doğdu. Şimdi ise iyi ki kaldım diyorum. Üzüldüğüm günler ise boşunaymış.” diyor. Örnekte de görüldüğü gibi hayatın içinde zorluklar var ancak onların var olması bizim mutluluğumuza engel olmamalı. Daha önceki paragrafta değindiğimiz gibi üç şeyi hayatımızdan eksik etmezsek kendimiz için hayat daha yaşanılır kılınır. Hayatın bu üç önemli noktası ne miydi? “Tebessüm, Tefekkür, Çaba!” Hayata olumlu bakış açısı kalplerinizden eksik olmasın.
Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu
Piri Reis ( 1465- 1554) Osmanlı denizci. Dünya haritaları ve denizcilik kitabıyla tanınmıştır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1465-1470 arasında Gelibolu'da doğdu. Kahire'de öldü. Asıl adı Muhiddin Pirî'dir. Karamanlı Hacı Ali Mehmed'in oğlu ve ünlü Osmanlı denizcisi Kemal Reis'in yeğenidir. Akdeniz de korsanlık yapmakta olan amcasının yanında yaklaşık 1481'den sonra denize açıldı. 1487'de onunla birlikte İspanya'daki Müslümanlar'ın yardımına gitti. 1491-1493 arasında Sicilya, Sardunya, Korsika adalarına ve Güney Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldı. Amcasıyla birlikte Osmanlı Devleti'nin hizmetine girerek 1499-1502 OsmanlıVenedik Savaşı'nda bir savaş gemisinde kaptanlık yaptı. 1511'de amcasının ölümü üzerine Gelibolu'ya çekilerek Kitab-ı Bahriye (Denizcilik Kitabı) üzerinde çalıştı ve 1513'te bir dünya haritası çizdi. 1516 Mısır seferinde Osmanlı donanmasında kaptan olarak savaştı.
1517'de ilk çizdiği haritayı I. Selim'e (Yavuz) sundu. 1521'de Kitab-ı Bahriye'yi tamamladıktan sonra 1522'de Rodos seferine katıldı. 1524'te sadrazam Makbul İbrahim Paşa'yı Mısır'a götüren gemiye kılavuzluk etti. Sadrazamın ilgilenmesi üzerine 1525'te Kitabı Bahriye'yi yeniden düzenleyerek onun aracılığıyla I. Süleyman'a (Kanuni) sundu. 1528'de çizdiği ikinci haritasını da padişaha armağan etti. 1528'den sonra güney denizlerinde görev yaptı. Portekizlilerin Aden'i alması üzerine Süveyş'teki Osmanlı donanmasına kaptan atanarak 26 Şubat 1548'de Aden'i geri aldı. 1552'de önemli bir Portekiz üssü olan Maskat'ı ve ardından Kişm Adası'nı alarak Hürmüz Kalesi'ni kuşattı. Portekizliler'in Basra Körfezi'ni kapatmak istediklerini duyarak kuzeye yöneldi. Katar Yarımadası'na, Bahreyn Adası'na egemen olarak Mısır'a geçti. Donanmayı Basra Körfezi'nde bıraktığı için sefer sırasında kendisinden yardımını esirgeyen Basra Valisi Kubâd Paşa'nın da girişimleriyle suçlu görülerek idam edildi. Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı olan Pirî Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte kitabında anlatmış ve haritalarını çizmiştir. Kitab-ı Bahriye'nin nazımla yazılan ve denizcilikle ilgili tüm bilgilerin toplandığı başlangıç bölümünde, genel açıklamalardan sonra Ege ve Akdeniz adaları tanıtılarak, denizle ilgili gözlem ve deneyim önemi vurgulanır. Fırtına, rüzgâr çeşitleri, pusula ve haritanın tanımından sonra dünyayı kaplayan denizler ve karaların oranı belirtilir. Portekizliler'in denizcilikteki
ilerlemeleri ve keşifleri, Çin Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki rüzgârlar, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu ayrıntılı biçimde anlatılır. Düz yazı ile anlatımın başladığı haritalı bölüm asıl metni oluşturur. Bu bölümde Çanakkale Boğazı'ndan başlayarak Ege Denizi kıyı ve adaları, Adriyatik denizi kıyıları, Batı İtalya, Güney Fransa, Doğu İspanya kıyılarıyla çevresindeki adalara ilişkin tarihi, coğrafi bilgiler verilerek kuzey Afrika kıyıları, Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu kıyıları izlenerek Marmaris'te tüm Akdeniz'in havzası noktalanır. 1513'te çizdiği ilk haritasında Kristof Kolomb'un 1498'de çizdiği Amerika haritasından, Portekiz ve Arap haritalarından yararlandığını belirtir. Elde kalan parçası Avrupa ve Afrika'nın batı kıyılarıyla Atlas
Okyanusunu, Antil Adalarını, Orta ve Güney Amerika'yı gösterir. 1528'de çizdiği ikinci haritasından günümüze kalan parça, büyük bir dünya haritasının kuzey batı köşesi olup Atlas Okyanusu'nun kuzeyini, kuzey ve orta Amerika'nın yeni keşfedilmiş kıyılarını ve Grönland'dan Florida'ya uzanan kıyı şeridini içerir. Adalar ve kıyılar son keşiflere dayalı olarak daha doğru çizilidir. Keşfedilmeyen yerler ise beyaz bırakılarak, bilinmediği için çizilmediği belirtilir. İlk haritadan daha büyük ölçekli ve gelişkin olan ikincisi, teknik olarak döneminin en ileri örneğidir. www.kimkimdir.gen.tr
Bu derginin yayınlanmasında emeği geçen ve vakit ayırarak okuyan herkese teşekkür ederim. Unutmayınız bilgi paylaştıkça çoğalır. Bizler sizlere aracıyız, sizler de sevdiklerinize aracı olabilirsiniz. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu
Kişisel Gelişim Dergisi Ekim 2012 – Sayı: 14
Dergi Tasarım: Ömer ARSLAN Kapak Tasarım: Özlem ÖZTULUM Dergi Koordinatör: Özlem ÖZTULUM Muhabir: Şenan Deniz HAVA
Yazarlar: Özlem ÖZTULUM Taner ÖZDEŞ Mustafa Çay Siran KALELİ Sevgi KARACA Sezen ÇELEBİ Ümit ÜNKER Hamide ŞİMŞEK Fatih KEŞKEKÇİ Ömer ARSLAN
İletişim: www.facebook.com/kgelisimim www.kisiselgelisimim.com www.twitter.com/kgelisimim
Elektronik Posta: gelisimim@gmail.com