Kişisel Gelişim Dergisi Eylül 2012

Page 1


Merhaba arkadaşlar. Umurız herkes iyidir. Hayatlarınızdan mutluluk ve sağlık eksik olmasın. Dile kolay 12 aydır dergimizi yayınlıyoruz ve 13üncü sayısını sizlere sunmanın gururunu yaşıyoruz. Kutlu olsun, dergimiz bir yaşında. Sizlerin desteğiyle daha da gelişerek nice yaşları kutlamayı umuyoruz. Bu 12 aylık süreçte dergimiz binlerce kişiye ulaştı. Uzman ve amatör yazarlarımızla emek vererek faydalı yazılar sunmaya çalıştık ki ümit ediyoruz amacımıza ulaşabilmişizdir. Sizlerden pek çok mail aldık abone olmak adına. Maalesef dergimiz henüz basılı olarak çıkmıyor ancak sizler var olduktan sonra bir sonraki adımımız bu derginin basılı olarak evlerinizde yer alması. Daha önceki bir sayıda dile getirdiğim gibi: bizler sizlerin evlerine misafir oluyoruz ve evlerinize misafir olur yazarlarımızın sizler için yazdığı değerli makaleleri getiriyoruz. Sizden ricamız sevdiklerinizle paylaşmanız. Böylelikle bu makaleler daha çok kişiye ulaşma imkanı bulacaktır. Sözü çok uzatmadan sağlıcakla kalınız. Keyifli okumalar. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu


İçindekiler: Bir ''Hayal'' ile ''Güç''

5

Arkadaşlık Üzerine

6

Sigarayı Neden Bırakamayız

10

Hepimiz İkiyüzlüyüz! Sağ Yüz: Açık Yanımız Sol Yüz: Özel Yanımız

12

Nasıl İkna Ederiz? (2)

15

Benzeme Yasası

18

Başarının Katili (Mükemmel)liyetçilik

21

Sarman

23

İki Olgunun Eksikliği

25

İhsan Ketin’in Hayatı

27

Künye

29



emek harcaması, düşlemesi ve en önemlisi de yürekten istemesi, her ne olursa olsun vazgeçmemesi…

Bir ''Hayal'' ile ''Güç'' Sen o minicik ellerinle daha hayat yolunun en başındasın. O mis kokan eller ile hayata adımlarını düşe kalka atmaya başladığında sen o küçücük bedeninle dimdik ayakta kalmayı başaracaksın. Ayağa her kalktığında hayatın sana türlü sorumluluk ve çıkmazlar sunacak sen daha buna hazır bile olmadan hayat seni bir anda tecrübe yoluna sürükleyecek, öğreneceksin. Ellerin daha sonra kalemle buluşacak yazıp, çizmeye başlayacaksın. Senin her kalemle buluşman bir tutku ve hayal gücünden ibaret olsa da sen bununla yetinmeyip kendini geliştirerek ünlü bir ressam olacaksın. Bir ‘’HAYAL’’ sadece ‘’GÜÇ’’ ile kalmayacak, kendi ışığını herkese birer birer yakıp ilerleyeceksin. Işığından yararlananların bir kısmı kendi gücünün farkına vararak başarılı olacak bir kısmı ise kendi gücünün zorluğuna kapılıp akıntıya doğru sürüklenecek. Şimdi sen de o ışığın yayılan varlığını hisset. O hedefine ulaşarak ünlü bir ressam olduysa sen de hedefine ulaşabilirsin. Yeter ki inan! Birimizin diğerinden farkı sadece daha fazla

Karşınıza ufak bir olumsuzluk çıktığında yıldım, bu sefer olmayacak diyeceksiniz belki de. Siz hep mi hayatın tatlı yanlarını yaşadınız, hayatın acılı yanları, hüzünlü dakikaları, durgun saatleri de ayrı güzeldir. Hele o dökülen alın teri ileride gururla bakacağınız bir tablo, bir kitap, tasarladığınız bir çalışma, ekilen tohumun ürünü ise işte o zaman dediklerimi hatırlayın olur mu. Siz hayata yeter ki olumlu bakın her ne olursa olsun başardığınızı göreceksiniz. Bana bu yazıya ilham veren o eşsiz müzik ile iyi ki karşılaşmışım. Dinledikçe bambaşka bir dünyaya yönelten ve benim hayalimde kalan animasyon çalışmama yakınlaştırdı.

Özlem ÖZTULUM http://blog.milliyet.com.tr/kisisel-gelisim-farkindalik/Blogger/?UyeNo=2051556


Arkadaşlık Üzerine İşinizden kovulsanız ilk kime koşarsınız veya büyük bir terfi alsanız ilk kiminle paylaşmak istersiniz? Arkadaş ( Türkiye’de dostluk diye de geçiyor) her şeyinizi çekinmeden, dürüstçe paylaşabildiğiniz kişidir. Hayatta her şeyinizi en çok kiminle paylaşabiliyorsunuz? İnsanın en büyük sorunu veya başına ne geliyorsa yalnız kalamamaktan geliyor. Ben aşırı sosyal bir insanım. İnsanları seviyorum; öğrenmeyi, öğretmeyi, paylaşmayı seviyorum. Açık olmam sebebiyle, çoğu insan gibi çok samimi olmam gerekmiyor. Temelde insanlara güveniyorum. İnsanları seviyorum. Her insanın değerli bir varlık olduğunu düşünüyorum. İnsanlara yardım etmesini, insanların başarılarında katkım olmasını, onların daha iyi bir insan olmaları için çaba sarf etmeyi seviyorum. İlişkilerin güzel yanı, bizi kendimize karşı dürüst yapması, kendimizi daha iyi tanımımıza neden olmasıdır. Dünyada en mutlu insanlar sağlıklı ilişki kurabilen ve bu

ilişkileri sürdürebilen insanlardır. Gerçek dostluklar sevgi içerir, bu bizim o kişi ile her konuda anlaşmamıza, aynı fikirlere veya hobilere sahip olmamızı gerektirmez. Dürüstçe her şeyimizi paylaşabilmemiz, her konuyu tartışabilmemiz, birlikte hesapsızca zaman geçirmemizdir. Kendimizi maskesiz, olduğumuz gibi o kişinin yanında hissedebilmemiz arkadaş olduğumuzun en önemli göstergesidir. Gerçek arkadaşlarımızla rahatlıkla karanlık yönlerimizi ve zayıf yönlerimizi, korkularımızı paylaşabiliriz. İnsanın insan yapan kusurları değil midir? Hangimiz her konuda mükemmeliz ki!

Her insanın açık ve gizli alanı vardır. Açık alan kişiden kişiye değişir. Bazısı için nerede doğduğu, dini, yaşı bile gizli olabilir. Bunun en önemli sebebi kişinin bu bilgileri paylaştığı takdirde zarar göreceğini düşünmesidir. Karşınızdaki kişiye açılmazsanız, o da size açılmaz. Siz ne kadar açık (samimi) davranırsanız, o da size aynı oranda açık olacaktır. İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Sosyal olmak, su içmek gibi bir ihtiyaçtır. Hayvanlarla insanlar arasındaki en önemli farklardan biri hayvanın tek başına zaman geçirebilmesidir. İnsan ise belli bir süre yalnız kalabilir. Arkadaşlık kavramı genç yaşlarda hepimiz için ne kadar önemlidir. Çok arkadaşımızın olması, kimlerle zaman geçirdiğimiz bizim itibarımızı, imajımızı belirler. Kimlerle dolaşıyorsak, çevremizde ona göre değerlendiriliriz. İnsanın her konuda arkadaşı olabilir: sohbet etmek için, gece çıkmak için, spor yapmak için, kâğıt oynamak için, seyahat etmek için. Her gün birçok insan ile görüşürken cuma ve cumartesi akşamları kiminle dışarıya çıkacağımız konusunda daha seçici davranırız.


Bunu hiç düşündünüz mü? Aynı şey seyahate çıkarken de olur. Kimlerle seyahate çıkabiliriz? Her görüştüğümüz kişi ile çıkmayı tercih etmeyiz. Gençliğinizde çok kolay arkadaşlık kurabiliyorsunuz, ama her arkadaşımız ile kurduğumuz ilişkilerin kalitesi ve samimiyet seviyesi farklı. Gündüz, akşam, hafta sonu, seyahat, spor, mahalle, hepsi farklı türde arkadaşlılıklar. Hepsinden farklı haz alıyorsunuz. Hepsinden farklı bir enerji, keyif alıyoruz. Farklı şeylerimizi paylaşıyoruz. Arkadaşlık konusunda gözlemlediğim, beni kim olduğum gibi kabul ediyorsa, az eleştiriyorsa, az yargılıyorsa o kişiye daha çabuk ısınıyorum.

Popüler kişiliğim, açık olmam, espri kaldırmam ve insanlar ile çok hızlı ilişki kurabilmem sebebiyle, arkadaşlık konusunda hiçbir zaman zorluk çekmedim. Ama çok yakın arkadaşlık kurma konusunda da temkinli oldum. Ama şunu fark ediyordum, herkes benim kadar açık, kendisi ile aynı oranda barışık değildi. O nedenle insanlar alındığında, küstüklerinde veya farklı tepki gösterdiklerinde hep şaşırırdım ( bazen yanlış anlaşıldığı için üzüldüm). Bunun en önemli sebebi herkesin gerçek duygularını çok rahat ve açık ifade edememesiydi. Beni çok seven fakat bana bunu belli edemeyen birçok arkadaşımda oldu. İnsan arkadaşlarını neye göre seçer?

Ben çok şanslı bir çocukluk geçirdim. Mükemmel bir anne ve babaya sahiptim. Çok sevdiğim bir kız kardeşim. Kardeşim gibi bana

yakın bir kuzenim. Benden büyük olmalarına rağmen kuzenlerim vardı. İnsanın ailesi ile ilişkileri iyi olduğunda arkadaşlık konusunda daha az ihtiyacı olur. İnsan belli konuları paylaşacak, sizi yargılamadan dinleyecek bir insana ihtiyaç duyar. Bu çok yakın bir aile ferdiniz veya bir arkadaşınız olur. İnsanın ailesi ile iletişimi konusunda problem yaşarsa bunu dışarıda arar. Duygularımızı, fikirlerimizi, hayallerimizi, üzüntülerimizi, korkularımızı paylaşacak, dinleyecek birilerini ararız. Çoğu insan arkadaşlık kavramını anlamaz. Birisinin gerçek arkadaşınız olup olmadığını nasıl anlarsınız? Koşulsuz sevmesinden, en zor anınızda yanınızda olmasından, sizi kıskanmadan siz olduğunuz için sevmesinden. Çok samimi olduğunuz bir arkadaşınızla yıllar sonra hiç ilişkiniz kalmayabilir. Sakın şaşırmayın. İnsanlar değişirler. İnsanların çevresi, arkadaşları, eşi, yaşam tarzı insanı değiştirir. Kişi ne kadar kabul etmese de bir süre sonra tüm dünyası değişir, farklı şeylerden hoşlanmaya başlar ve faklı yaşam tarzını seçebilir. Ancak birinci derecede ilişkisi olan kim ise o kişi ile ilişkisi daha az etkilenir. Eşimden örnek verecek olursam ikimizde sürekli değişiyoruz. İkimizde farklı konularla ilgileniyoruz. Zamanımızın büyük kısmını işte geçiriyoruz. Ama bu değişime rağmen ilişkimizde bir farklılık olmuyor, hatta daha yakınlaşıyoruz. Bunun sırrı ne? Birbirimizi sevmemiz, birbirimizi daha iyi hale getirmenin hayatımızın ana amacı olması. Yeni yüzyılda insanlar daha bencil, daha kendilerine dönük, daha çok ilgi alanları var,


hızlı ve tatminsiz yaşam insanın düşünmesi, bilinçli yaşaması önünde en önemli engel. Kendisiyle yüzleşmeden, duygularını anlamadan, yalnız kalmaktan korktuğu için farklı bir kişiliğe bürünerek hayattan gerçek tatmini almadan yaşıyor. İlişkiler kısa süreli, samimiyetsiz, daha çok maddiyata, hazza, eğlenceye yönelik. Bu da kişilerin evlilik müessesine inanmamalarına, insanların evlenmekten uzaklaşmalarına yol açıyor. Amerika’da her iki kişiden biri boşanıyor. Ülkemizde boşanma oranı geçmiş yıllara göre katlanarak artıyor. Toplumumuzda birçok değerde yok oluyor. Para, maddiyat, lüks, şöhret insanların tek düşüncesi, hayat amacı. İçlerindeki boşluğu ve yalnızlığı bu şekilde doldurmaya çalışıyorlar.

çoğu gerçekleşmiyordu. Neden?

O zaman çözüm ne? Nasıl sağlam ilişkiler kurabiliriz? Samimi ilişki kurmanın sırrı nedir?

Koşulsuz birlikte zaman geçirme, seyahat etme arkadaşlıkları güçlendirir. Hangi arkadaşınız ile en gizli bilgilerinizi bile paylaşabiliyorsunuz? Hayallerinizi, korkularınızı, hedeflerinizi paylaşıyorsunuz. İşte o kişi gerçek arkadaşınızdır. Bunların sayısıysa bir, iki, üç olur, daha fazla olmaz. Arkadaş kelimesi ülkemizde dejenere edilmiştir. Herkes herkese yakın arkadaşımdır der. Bende bazen bilinçsizse “yakın arkadaşım” diyorum. Bu kelimeyi her durumda düşünmeden kullanıyoruz. Gerçek anlamını düşünmeden, sorumluluğunu almadan. Belki de bilinçaltımız (egomuz) böyle olmasını arzu ediyor. Kendimizi daha güvende, daha mutlu, daha değerli hissediyoruz.“Ahmet mi?”, çok yakın arkadaşım o benim. Aslında Ahmet ile hiç bir samimiyetiniz yok. Bir kere görüşmüşüz veya iş yapmışız!

Her türlü ilişkide iki önemli faktör vardır. Birincisi, ilişkide ortak bir amaç olmalıdır. Ortak zevkler, ortak hobiler, ortak menfaatler uzun süreli olmaz; geçicidir. Bunu nasıl mı fark ettim? Her evimi değiştirdikten sonra o evde otururken görüştüğüm komşularımla taşındıktan bir süre sonra ilişkim kesildi. Görüşmez oldum. Bir süre sonra hayatımdan çıktılar. Bazı arkadaşlarımla geçmişte çok yakın olmama rağmen tekrar görüşmemizde büyük bir heyecanla kucaklaşsak da bir daha birbirimizi aramıyorduk. Karşılaştığımızda klasik klişeler ile kibarca birbirimizle selamlaşıyor, kısa bir sohbet ediyorduk. Ayrılırken “ En kısa zamanda görüşelim” “ Birlikte bir öğlen yemek yiyelim” “ Bir kahve içelim” diyorduk... Ama bunların

En önemli sebebi ortak amacımızın kalmaması. Bizim değişmemiz, arkadaşlarımızın değişmesi. Hayata bakışımızın, değerlerimizin, önceliklerimizin değişmesi. En önemlisi ortak bir şeyimizin, amacımızın olmayışı. Bir insanın bir yılda 52 tane cuma, 52 tane cumartesi günü vardır. Bunları kiminle geçireceğinize siz karar veriyorsunuz. Çevremde benim yaşımdaki arkadaşlarımın sık görüştükleri arkadaş sayısı 8-20 kişi arasında değişmekte. Bunların bir kısmı ile daha sık görüşürsünüz. Ama birisi ile çok görüşmeniz veya ortak faaliyetlerinizin olması bu arkadaşlığı sonsuza kadar garantilemez. Ortak amacınız olmalı.

İnsanın samimi ilişki kurabilmesi için


öncelikle kendisi ile samimi olabilmesi lazım. Başkaları ile ilişki kurarken kendimizi daha iyi tanıma fırsatımız oluyor. Gerçek arkadaşlarımızın bizim gelişmemize katkıları olur, bizi sevdikleri için bazen bizim duymak istemediğimiz şeyleri bize söylerler. Kimse kendisini yüzde yüz bilemez. Kimse kendisi ile yüzde yüz rahat hissetmez. Dünyada kimse mükemmel değildir. Dünyada her insanın zayıflıkları, kusurları, zaafları, utandığı şeyler vardır. Bunları kabul etmek istemeyiz. Bunlar ile yüzleşmekten kaçarız.

İlişki ve arkadaşlık kurabilmeniniz için öncelikle kendinizi olduğunuz gibi kabul etmeniz, kendiniz ile samimi olmanız gerekir. Bir kimse ile yakınlık kurabilmeniz için karşılıklı birbirinize dürüst ve açık olmanız, birbirinizi olduğu gibi kabul etmeniz gerekir. Çok arkadaşınız olabilir, her yerde arkadaş bulabilirsiniz. Ama samimi ilişki kurabilmeniz çok farklıdır. Bana arkadaşınızı söyleyin kim olduğunuzu söyleyeyim. Hayatta insanın başarısını 3 şey belirler: Eş, Arkadaş ve İş seçimi. Size karşı dürüst olmayan arkadaşlar seçmeyin, sizi daha iyi hale getirebilecek, sizi sevecek, iyiliğiniz için doğruları yüzünüze söyleyecek arkadaşlar edinin.

Arkadaşlarınız kimler? Niye arkadaşlarınız? Arkadaş seçimini neye göre yapıyorsunuz? Arkadaşlarınız sizden daha iyi insanlar olabilir. Bundan dolayı onları seçersiniz. Size enerji verirler. Sizi dinlerler, sizinle paylaşırlar, sizi samimice dinler, sizin hayatta daha başarılı olmanız için sizi desteklerler. Bundan dolayı onlara “yakın arkadaşım veya dostum deriz”. Arkadaşlık bir duygusal ihtiyaçtır. Ama arkadaş seçerken hayattaki amacınızı düşünerek doğru arkadaşlar seçin. Bir sonraki yazımı "samimiyet" konusunda yazacağım.

Sevgilerimle,

Taner ÖZDEŞ Satış ve Pazarlama Uzmanı www.tanerozdes.com.tr

“Kendini sevmeyen insan kendinden nefret eder, nefret etmek zorunda kalacaktır; hayat tarafsızlık tanımaz. Hayat her zaman bir seçimdir. Eğer sevmezsen bu, sadece sevmeme halinin içinde kalabileceğin anlamına gelmez. Hayır, nefret edeceksin. Ve kendinden nefret eden kişi tahripkâr hale gelir. Kendinden nefret eden kişi diğer herkesten nefret edecektir; o son derece öfkeli ve saldırgan ve sürekli olarak hiddet içerisinde olacaktır. Kendinden nefret eden kişi nasıl diğerlerinin onu seveceğini umut edebilir? Onun tüm yaşamı mahvolacaktır. “ Osho


yaparsız. Örneğin yürürken nasıl yürüdüğünüzü düşünmezsiniz. Araba kullanırken, okurken, koşarken, kayarken, yüzerken... Siz o davranış kalıbına format atmadığınız veya değiştirmediğiniz sürece bilinçaltı aynı davranışı göstermeye devam edecektir. Bu yaşamı kolaylaştıran önemli bir noktadır. Her yaptığınız işi ilk yaptığınız gibi yapıyor olsaydık hayat çekilmez olurdu.

Sigarayı Neden Bırakamayız Sigarayı bırakmak ister ama bir türlü bırakamayız. Kesin karar verir ancak çok değil, aynı günün akşamı bir sigara yakarız. Yaktıktan sonra da pişmanlık duyarız. İçerken çok anlamsız gelir. Dumanı içimize çekmek mantıklı değilse de, çokta mantık aramayız. Peki, bu zararları kanıtlanmış, sağlığımızı direkt tehdit eden, maddi açıdan belli bir külfet getiren sigarayı neden bırakamayız? Sigarayı bırakamamanın altında yatan neden YOKSUNLUK hissidir. Yoksunluk hissiyle mücadele edemezseniz, sigarayı bırakamazsınız. Yoksunluk hissiyle mücadele edebiliyorsanız, siz güçlü ve cesur bir insansınız. Peki, nedir bu yoksunluk hissi? Nasıl hissederiz? Bu sorunun cevabından önce beynin yapısından ve bilinç dışından kısaca bahsetmekte fayda var. Bilinç normal hatta her yaptığınız eylemi kontrol edemez. Bunu yerine tekrarlanan davranış kalıpları otomatiğe bağlanır. Siz bu davranışları yaparken artık düşünmez ve otomatik olarak

Sigara içerken de durum aynıdır. Siz belli davranış kalıplarıyla sigarayı ilişkilendirseniz, bilinçaltı bu davranış kalıplarını bütün olarak algılayacaktır. Örneğin sabah uyandığınızda hemen bir sigara yakarsanız ve bunu ortalama 40 – 50 gün tekrarlarsanız bilinçaltı bu davranışı otomatiğe alır. Bir süre sonra uyanmak demek sabah sigara içmekle aynı anlamdadır. Yemekten sonra sigara içmek, doymayla ilişkilendirilir ve sigara içilmedikçe kişi kendini tam olarak doymuş hissetmeyecektir.. Mutluyken içilen veya mutsuzken içlen sigara içinde durum aynıdır. Bir süre sonra sigara mutluluk veya mutsuzluğun parçası olur. Çay ve kahveyle içilen sigaralar da bu davranışın parçası olur ki, artık kahve içerken sigara içmediğinizde bir eksiklik olduğunu ve kahvenin tadını alamadığınızı düşünürsünüz. Oysa siz asla çay veya kahvenin asıl tadını almazsınız. Sigara içen kişi aslında herhangi bir zevk almamaktadır. Aldığını düşündüğü haz, alıştığı davranış kalıbını yerine getirmenin verdiği bir hazdır. Bu SAHTE BİR MUTLULUKTUR, sahte bir hazdır. Siz alışkanlığı bozmaya çalıştığınızda ise bilinçaltı buna direnecektir. Bu normal bir süreçtir. Çünkü süregelen bir davranış kalıbı değişecektir. İçinizi bir YOKSUNLUK duygusu


kaplayacak ve sadece sigarayı düşüneceksiniz. Hatta sinirleriniz gerilecek ve evde tek sigara arayacaksınız. O an sigaraya ihtiyacınız vardır ve karşılamak zorunda hissedersiniz. Oysa sigaraya ihtiyacınız yoktur. Asıl ihtiyaç, bilinçaltının davranışı tamamlama gayretidir. Sigara davranış kalıbının tamamlanması için bir objeden başka bir şey değildir. Gerekli nikotin alındığında beyniniz size, yeter artık der ve siz sigarayı çoğunlukla yarıda söndürürsünüz. Beyin nikotinin ne olduğunu, sigaranın içinde neler olduğunu doğal olarak bilmeyecektir. Onun tek bildiği sizin sigarayı ne zaman ve ne sıklıkla içtiğinizdir. Otomatiğe alır ve siz unutsanız da o size hatırlatır. Bunu yaparken de hisseleri kullanacak ve sizin YOKSUNLUK HİSSİ duymanızı sağlayacaktır. Sigara asla bir ihtiyaç değildir, duman asla bir ihtiyaç olamaz. Sprey halinde bir duman alır ve odanıza sıkar mıydınız? Sigarayı bırakmak istiyorsanız davranış kalıplarınızı değiştirmeliniz. İçinizden sigara içme isteği geldiği an içmeyeceksiniz. Sürekli yaptığınız davranışlardan sonra asla sigara içmeyeceksiniz. Bunu hemen yapmanız kolay olmayacaktır. Ancak kararlı olursanız kısa sürede üstesinden gelebilirsiniz. Yemeklerden sonra, uyandığınızda çay- kahve içmek gibi davranış kalıplarıyla sigaranın bağlantısı kırmalısınız. Bu bağlantıyı kırdığınızda, bilinçaltında o davranışa format atılır ve artık YOKSUNLUK hissi DOYGUNLUK hissine dönüşür. Yani yemek yedikten sonra, sigara içmeseniz de kendinizi doymuş hissedersiniz. Sabah güne başlarken bir süre sonra sigaraya ihtiyaç duymazsınız. İlk adım kararlılık. Sağlıklı yaşam için sigarayı

bırakmalı veya ilk etapta ciddi bir oranda azaltmalısınız. Çoğunlukla sigaranın hemen bırakılması önerilse de bunu yapamayanlarda bu durum çaresizliğe dönüşmekte ve seçim artık sigaralı bir yaşamdan yana olmaktadır.

Sigara içmeden geçirdiğiniz günler olmalı ve günlerin sayısı da arıtılmalı. Doygunluk hissiniz artıkça cesaretiniz ve gücünüzde artacaktır. Son perde sigaraya elveda. Küçük bir not: Sigaranın zararlarından bahsetmeyeceğim ama aklıma takılan bir soru var. Ortalama olarak sigaraya ayda 200 TL verdiğimizi varsayarsak, yine ortalama memur maaşlarında bu oran hemen hemen % 10 a tekabül eder ki bu iyi bir orandır. Maaş zamlarını az bulurken, sağlığınız için yapacağınız bir adım, aynı zamanda % 10 bir zam. Bence gayet iyi bir zam. Memur maaşlarına yapılan zam oranlarını az bulurken, sağlıklı yaşamdan kazanılacak % 10 artış neden göz ardı edilir bilemiyorum. Davranış kalıplarınızı deştirmeniz dileğiyle. Sevgi ve saygılarımla…

Siran KALELİ Psikolojik Danışman www.sirankaleli.com


bölebilseydik ve her parçaya ayrı ayrı bakabilseydik; her iki yüz parçasının da birbirinden çok farklı olduğunu görebilirdik.

Hepimiz İkiyüzlüyüz! Sağ Yüz: Açık Yanımız Sol Yüz: Özel Yanımız

Hepimiz İkiyüzlüyüz! Sağ Yüz: Açık Yanımız Sol Yüz: Özel Yanımız Sevgili Kişisel Gelişim Okurları; Geçen sayıdaki yazımda mucize organımız beynimiz hakkında yazmaya devam etmiş “MANTIK MI? DUYGU MU? HAYATINIZI HANGİ LOBUNUZ YÖNETİYOR?” sorusunun yanıtını sizler için aramıştım. Yazımın sonuna doğru verdiğim beyninizin hangi lobunun etkin olduğunu anlamanıza olanak sağlayan minik sağ-sol beyin testini yaptığınızı ve faydalandığınızı ümit ediyorum. Ve yine beynimizin sağ ve sol lobunun etki alanları ile ilgili yazmaya devam ediyorum. Yazımın başlığı oldukça iddialı. Ve yineliyorum: HEPİMİZ İKİYÜZLÜYÜZ! Niye bu kadar emin bir şekilde iddia ediyorum? Gelelim söylediğimin arkasında durarak ispat etmeye. Eğer yüzümüzü dikey olarak ikiye

Bu farklılık nereden gelmektedir? Beynimizin sol bölümü yani mantıksal tarafımız yüzümüzün ve vücudumuzun sağ yanını kontrol eder. Duygularımız bu alanı kontrol edemez. Beynimizin sağ bölümü yani duygusal tarafımız yüzümüzün ve vücudumuzun sol yanını kontrol eder. Mantığımız bu alanda etkin değildir. Dolayısıyla duygusal yanımızın etkilerini yani derin kırışıklıkları daha çok yüzümüzün sol tarafında görebiliyorken mantığımızın etkisinde olan sağ yanımızda ise daha az kırışıklık görebiliriz. Yüzümüzün sol yanı duygularımızı yöneten sağ beynimizin etkisindedir. Yoğun deneyimlerin izleri olan üzüntüler, sevinçler, tekrarlayan duygusal örüntülerinizin, ıstıraplarınızın etki alanı sol yüzünüzdür. Bu nedenle sol yüzünüzde enine ve boyuna derin çizgiler ve kırışıklıklar görmeniz kaçınılmazdır. Duygularımızı genelde saklarız, göstermek istemeyiz. Sol yanımız işte bu göstermek istemediğimiz yanımızdır. Sağ yanımız dünyanın kişiliğimizin görmesine izin verdiğimiz yanımızdır. Kısaca şöyle söyleyebiliriz: sol yanımız herkese göstermekten kaçındığımız kendimize özel yanımız, sağ yanımız ise dünyaya gösterdiğimiz açık yanımızdır. Yapılan araştırmalar iletişimde olduğumuz kişilerin sağ tarafına yani dünyaya açık olan yanına baktığımızı göstermiştir. Böylece o kişinin duygularının yansıdığı sol yandaki önemli tepkileri fark edemediğimiz ortaya çıkıyor. Şimdi içinizden “artık konuştuğum insanların


her iki yüzüne de odaklanacağım” dediğinizi duyar gibiyim.

Sevgiyle kalın…

Artık hepimizin ikiyüzlü olduğuna dair iddiamın geçerliliğini kanıtladığımı söyleyebilirim. Ama yine de içinde şüphe olanlara şüphelerini gidermeleri için basit bir uygulama yapmalarını rica edeceğim. Nasıl mı? Söylediklerimi harfiyen yerine getirerek: Tam karşıdan çekilmiş iki aynı fotoğrafınızı alarak ortadan ikiye bölecek şekilde kesiniz, İki sol yanınızı ve iki sağ yanınızı birleştiriniz (arkalarından seloteyple yapıştırabilirsiniz) Elde ettiğiniz yeni iki fotoğrafınıza bakarak sağ ve sol yüzünüzün ne kadar farklı olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.

Sevgi KARACA Yaşam Tasarım Uzmanı "DÜZELTEBİLECEĞİN TEK ŞEY KENDİNSİN" www.sevgikaraca.org e-mail: sevgi@sevgikaraca.org twitter.com/SevgiKaraca



ilerleme ise çoğu zaman bu güvenlik alanlarının dışında, uçurumdan düşerken tutunduğumuz çıkıntıyı bıraktığımızda bize geliyor.

Nasıl İkna Ederiz? (2) İkna teknikleri hakkındaki yazımın ikinci bölümünü okuyorsunuz. Yine düşünme biçimleri üzerinden gideceğiz. Birinci bölümde, sorumluluk, beklentisizlik, dinlemek, kendimizi savunmamak ve sezgilerimize güvenerek beden dilini incelemenin öneminden bahsetmiştim. Okuduklarınızı deneyimlediğinizi ve bazı sonuçlar elde ettiğinizi varsayarak ikinci bölüme başlıyorum; İknanın Anahtarları; Garanticilikten Kurtulun; Garanticilik, sanılanın aksine kararsızlık, zaman yoksunluğu, önemsizlik değil, insanın kendini savunma biçimlerinden biridir. Karar veremiyorum ya da zamanım yok, yeterince önemli değil diye kendimizi kandırmaya çalıştığımız o esnada, ilkel dürtülerimiz olası kayıpları en aza indirgemek için sizi alıkoyuyor. Çünkü ilkel dürtülerimiz, bizi her zaman kesin olana yönlendirmeye çalışıyor. Kesin olmayan tercihler yaptığımızda endişe, heyecan, merak, korku gibi duygular içine giriyoruz. İlkel beyin güvenlik alanından çıkmayı pek sevmiyor. Oysa kazançlar ve

‘’Şu kursa kayıt olmak istiyorum, ama sıkılır mıyım acaba? Sıkılmayacaksam kursa kayıt olacağım. Bir satış elemanı olarak bu firmaya satış yapmak istiyorum, ama gitsem yapabilir miyim acaba? Satın alacaksa gidip görüşme zahmetine katlanırım. Spora başlamak istiyorum, ama işe yarar mı acaba? Kesin zayıflayacağımı bilsem hemen başlayacağım. Şu işe girişmek istiyorum, ama başarabilir miyim acaba? Kesin başaracaksam, başlayacağım…’’ İngilizce kursuna başlamam gerek, kesin konuşabilir miyim acaba? Kesin konuşacağımı bilsem başlarım.

Bahaneler tanıdık geldi mi? Hayatta hiçbir şeyin, yarın yaşayacağınızın bile garantisi yok. Önce bunun bir farkına varalım. Şu andan itibaren, bu tip bahanelerde ertelediğimiz ne varsa bir kağıda yazıp okuyoruz, ölçüp biçip değerlendiriyoruz ve karar veriyoruz. Ya şimdi başlıyoruz, ya başlayacağımız zamana kesin olarak karar veriyor ve başlıyoruz, ya da bir daha düşünmemek üzere zihnimizden silip atıyoruz. Böylece daha önemli işler için kendimize düşünecek alan ve enerji yaratıyoruz. Kolaycılık ve Bedavacılığa Son Verin; Kolaycılık ve bedavacılık yine ilkel dürtülerimizin bizde yarattığı eğilimlerdendir. Beynimiz her zaman, en az enerjiyi harcayarak, en çok kazanmaya odaklanmıştır. Mümkün olan en kısa yolu seçip kolayca kazanmak ister. Böyle bir yol yok mudur? Elbette vardır. Ancak, emek harcamadan,


değerini vermeden elde ettiğiniz bir şey ne kadar süre sizin olabilir? 1 yıl, 1 gün, 5 saat? Ne kadar? Tepeden inme başarıların hepsinde bu sendrom vardır. Hakkını vermediğiniz hiçbir şey, sizin değildir ve bir gün mutlaka kaybedersiniz. Öyleyse bugünden itibaren, gerçekten elde etmek istediğimiz ve sahip olduğumuz her şeyin hakkını vermeye başlıyoruz. Sonuca Odaklanın; Sonuca giden yola değil, sonuca odaklanmak çok önemlidir. Karşınızdaki kişiyi veya kendinizi bir konuda ikna etmek istiyorsanız, ikna olduğu takdirde ne olacağından, sonuç tablosundan bahsedin. Örneğin; bir ev satıyorsunuz, evin kapısını bacasını, duvarını anlatmayı bırakın. Burada oturup manzarayı izlerken kahvaltı etmenin ne kadar keyifli olacağından bahsedin. Sonuca odaklanmak, olası itirazları ve engelleri daha kolay aşmak için motive eder. Almaya Değil, Vermeye Odaklanmak; Yardım, bağış, gönüllü çalışmalar haricinde yaptığımız her davranışın altında şu soru yatıyor; ‘’ Bana ne faydası var? ‘’ Mesela tatile giderken, elde edeceğiniz eğlenme ve dinlenme, arkadaşlarınızla buluşurken, sohbet etme, sevdiklerinizle bir arada olma, bir kursa kayıt olduğunuzda, alacağınız sertifikayla daha yüksek maaşlı işlere girebilme veya kendinizi geliştirme, yeni bir giysi aldığınızda, daha güzel görünme faydasını satın alıyorsunuz.

Kısacası insanlar bencil varlıklar ve faydayla motive oluyorlar. ‘’Ben bencil değilim.’’ Dediğinizi duyar gibiyim. Sosyal paylaşım

sitelerinde, içinde sizin de olduğunuz bir grup fotoğrafını paylaşmış arkadaşınız, ilk kime bakıyorsunuz? İnsanların fayda ile motive olduğunu ve karar aldığını artık biliyoruz. Bunu nasıl lehimize çevirebileceğimizi daha net açıklayacağım. Şimdi başka bir açıdan bakalım; Örneğin; bir iş görüşmesindesiniz, bölüm müdürü ile maaşınızı konuşuyorsunuz. Daha önce iki firmadan teklif almışsınız ve en fazla ücret ödeyeni, şartları en iyi olanı tercih edeceksiniz. Ücret beklentiniz nedir? Diye sorulduğunda o söylesin diye içten içe kıvranıyorsunuz. İçinizde bir şüphe var, ya sizin aklınızdaki rakamdan daha yükseğini teklif ederse? Bu mantıktaysanız, emekli olana kadar yıllık %6 zamla çalışmaya, arada sırada prim almaya, birkaç yılda bir çeşitli müdürlük mertebelerine erişmeye hak kazandınız. Buna, almaya odaklı düşünme biçimi adını veriyoruz. Bir de diğer taraftan bakalım; İş görüşmesine gittiniz, yeteneklerinizi, yapabileceklerinizi biliyorsunuz. Sizin için düşünülen bölüm hakkında araştırma yaptınız. O bölüme nasıl fayda sağlayabileceğinizi, ( dikkat edin, bu firma bana ne kadar maaş verir değil, ben bu firmaya ne verebilirim diye düşündünüz ve buldunuz. ) bu faydanın parasal değerini hesapladınız, neyi hangi yöntemle yapacağınızı, sizi tercih ederlerse onlara sağlayacağınız ekstra yararların neler olacağını anlattınız. Gerçekten o faydayı sağlayacağınızı somut göstergelerle ispatladınız. Yani ne vereceğinizi söylediniz,


artık ne istediğinizi de korkmadan söyleyebilirsiniz. Verecek bir şeyleriniz varsa ve daha fazla verebilmek adına devamlı olarak kendinizi geliştiriyorsanız, kazanabileceğiniz rakamların da sınırı olmaz.

Sevgilerimle,

Unutmayın, insanlar karar verirken ne vereceğinden çok ne alacağına bakıyor. Onlara ne alacaklarını gösterin. İyi bir ikna edici olmak için ilk adım düşünme biçimini değiştirmek. Bu nedenle önce düşünme biçimini değiştirmeye yönelik bilgiler paylaşıyorum. Devam edeceğiz…

Sezen ÇELEBİ Satış Koçu


Tıpkı çocukların Pokemon’lara benzemesi gibi, bizler de etrafımızdaki diğer Pokemon’lara benziyoruz farkında bile olmadan.

Benzeme Yasası Biz buna, “Körle yatan şaşı kalkar” ya da “Anasına bak, kızını al” yasası da diyebilir. Bunun, “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”, “Tencere yuvarlandı kapağını buldu” gibi versiyonları da vardır. Gerçi tencere örneği Çekim Yasasına biraz daha uydu gibi. Neyse siz yabancı değilsiniz, idare edelim bunlarla. Benzeme Yasası, sürekli etkileşimde olduğumuz kişilere zamanla tıpatıp benzeyebileceğimizi söyler. Ya da tam tersi olur ve onlar bize benzerler. Bütün insanlarla aramızda gözle görülmeyen bir etkileşim vardır. En çok vakit geçirdiğimiz insanlar gibi konuşur, onlar gibi düşünür ve onlar gibi davranırız. Bu modellerin mutlaka bizim yanımızda olmaları da gerekmez. Hayali modellerimiz de olabilir ve onlara benzeyebiliriz. Bir dönem ekranda “Pokemon” adında ne olduğu belli olmayan yaratıkların çizgi filmleri vardı. “Ben Pokemon’um” diye kendisini pencereden atan çocuklar bile olmuştu. Çünkü çocuklar kendilerini o tuhaf yaratıklara benzetiyorlardır.

Değişim oyununun ilk hamlesi, bulunduğunuz çevreyi değiştirmektir. Eğer sizi sınırlandıran bir çevrede bulunuyorsanız, zincirlerinizi kırmanız oldukça zordur. Ayaklarınızda zincirler varken yürüyemezsiniz. Bütün değişimler, bir vazgeçişten sonra başlamıştır. Eğer olduğunuz yerden ayrılmayı göze alamıyorsanız, yeni yerler keşfedemezsiniz. O halde, madem içinde bulunduğunuz çevre sizin gelişiminize olanak sağlamıyor, o halde sağlam bir plan eşliğinde, o çevreyi değiştirin. Eğer değişim riskini göze alamıyorsanız, o zaman “Benzeme Yasası” sizi bulunduğunuz ortamdaki insanlara ve koşullara uyarlayacaktır. Herhangi bir şeye alışmak konusunda son derece başarılıyızdır. O yüzden değişme kararını bir an önce vermezseniz, kaçmak istediğiniz şeye kısa sürede benzemeye başlarsınız. Benzeme Yasası’nın bence en güzel faydası, eğer iyi bir rol modeli olmayı başarırsanız, etrafınızdaki insanlara örnek olabilmektir. Böylece siz birileri gibi olmazsınız, birileri sizin gibi olur. İnsanlar sizin hakkınızda ya, “Onun gibi mi olmak istiyorsun?” derler. Ya da “Bak görüyor musun onu, sen de öyle olabilirsin” derler. Bu sadece bir seçimdir. Liderler canlı birer rol


modelleridir. Bugün hayatta olmasa bile, bir lider milyonlarca insana örnek olmaya devam eder. Atatürk bugün aramızda değil ama, sadece ülkemizde değil tüm dünyada onu örnek alan milyonlarca insan var. Hatta Norveç’te “Mustafa Kemal gibi düşünmek” diye bir deyim vardır. Eğer bir Norveç’li, içinden çıkılması zor bir durumla karşılaşırsa, yanında bulunan kişi ona, “Mustafa Kemal gibi düşün!” diyor. Ve o kişi, bir anda kendisini toparlıyor ve anında bir çözüm bulmaya başlıyor. Bunu biz neden yapmıyoruz? Tarihimizde ve kültürümüzde bunca mükemmel örnekler varken neden bu örneklere benzemeye çalışmıyoruz? Japon’lar “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” düşüncemizi aldılar ve adına Kaizen dediler. Norveç’liler, “Mustafa Kemal gibi düşünmek” diyorlar ama biz “Atam izindeyiz” demekle yetiniyoruz.

“Atam izindeyiz” dediğimizde zihnimiz neyi algılıyor sizce? İzinde olduğumuzu… Evet, gerçekten de hep izindeyiz… Bizi zirveye götürecek yolculuğun mesaisi ne zaman başlayacak peki?

Yarın mı? (“Mutsuz Olmak Günahtır” isimli kitaptan yazarın izniyle alınmıştır.)

Mustafa ÇAY NLP Master Trainer, Yaşam Koçu www.mustafacay.com



olmasıyla başlar. Çünkü kişi sürekli hayalindekine ulaşmaya çalışırken elde ettiklerine, kazançlarına bakmaz her zaman elde edemediklerini düşünür. Kendine olan acımasızlığı artarken saygısı azalır. Böylece başarı yoluna dikenli teller örmeye başlanmış olur.

Başarının Katili (Mükemmel)liyetçilik Bayx:-İngilizce biliyor musunuz? Bayanx: (sonuçta biliyorum hiç yok değil İngilizcem ama her kelimeyi bilmiyorum profesyonelce konuşamıyorum İngilizcenin her kuralını bilmiyorum ) öyleyse hayır bilmiyorum! * Başarılı olmanın yolu bir şeyi biliyor olmak için o alanla ilgili her şeyi en kötü ihtimalle çok şeyi biliyor olmak gerekir. Bayanx: Kitap okumam lazım ama sessiz bir ortam gerekli şu an olmaz, önce diğer işlerimi halletmeliyim şu an olmaz vs. Mükemmellerin yapacağı iş de mükemmel olması gerektiğinden en iyi zamanı bulana kadar başarıyı ertelerler. Mükemmeller kendi zaaflarını ziyadesiyle bilirler iç sesleri her işlerinde bu durumu hortlatır.

Herkesin bir hedefi bir ideali ve doğal olarak hayali vardır ki olması da gerekir. Sorun kısmı bunların her birinin gerçek üstü aşırı hayali

Bir mükemmelin hayat felsefesi “ya hep ya hiç”tir. Bu kişi herkes tarafından onaylanmalıdır. Sanırım mükemmeliyetçi olmak egonun tavan yapması olsa gerek değil mi? belki de birçoğumuz bu psikolojinin esirleriydik ve adını bilmiyorduk işte şimdi öğrendik peki ne yapmalıyız da bu durumdan kurtulmalıyız. * Öncelikle işe gerçekçi ve yapılabiritesi yüksek hedefler koyarak başlayın ve bunlara uygun başarı stratejileri hazırlayın * Birden fazla işi aynı anda en iyi şekilde yapmaya kalkışmayın. Belli bir sıralamanız olsun ve yapacağınız işi basamaklara ayırın. Bu işe yapılabilecek uygun süreyi belirleyin. * Korkularınızla yüzleşin, hatalarınızdan korkmayın; unutmayın kimse dört dörtlük değil olamaz da…

Örnek: Mükemmeliyetçi Yöntem Amaç: Bölüm birinciliği Strateji/Süreç: -Tüm sınavlara uyumadan, dinlenmeden, kendini kapatarak çalışma. -Yorgunluk ve uykusuzluk sebebiyle zihnin net olmaması. -"Beceriksiz veya Aptal" gibi algılanacağı düşüncesi ile anlaşılmayan konuları arkadaşlar ve öğretmenlere sormama, kendi kendine anlamaya çalışma. -Yorgunluk ve kafa karışıklığı ile bazı


sınavlarda cevabı bilinen soruların bile yanlış cevaplanması -Diğer sınavlara büyük bir kaygı ile girme. SONUÇ: Vizelerin bir ya da birkaçından alınan vasat not Başarısızlık, değersizlik duyguları, kaygı, performansın düşmesi. "Hedef tümden başarısızlıkla sonuçlandı" düşüncesi Sağlıklı Yöntem Amaç: Vizelerden olabildiğince yüksek notlar. (Sonraki hedefler: Proje/ Ödevlerden olabildiğince yüksek notlar+ Derse hazırlıklı gelme, derse katılım+ Finallerden olabildiğince yüksek notlar+ Sosyal faaliyetlere katılım) Strateji/ Süreç: -En yoğun çabayı kredisi en yüksek olan ve anlamakta en zorlanılan derslere vermek. -Konuyu anlayan arkadaşlara, eksik kalan konular için öğretmenlere başvuru. -Uygun çalışma ortamı için program yapma (yapılmış planları uygun zamanlara erteleme, misafirler için evdekileri uyarma vb., kütüphanenin açık olduğu saatlere göre çalışma saatleri planlama vb.)

-Zihnin bulanıklaşmasını önlemek için aralıklarla çalışma, sosyal etkinliklere zaman ayırma ve uyku süresinden kısıtlamama. Sonuç: Muhtemel Başarı. Aslında sonuç her ne olursa olsun, başlangıç adımı için elinden gelenin en iyisi düşüncesi. Yeni basamağa hazırlık. (Uzm. Psikolog Dr. Billur Çelik) Ve şunu asla unutmamanızı istiyorum YÜRÜYEN BİR APTAL OTURAN İKİ AKILLIDAN DAHA ÇOK YOL ALIR (Çin Atasözü) Sağlıklı ve başarılı günler dileğiyle.

Hamide ŞİMŞEK

Hiç pişmanlık duymamayı, geriye dönüp bakmamayı bir yaşam kuralı edinin. Pişmanlık enerjinizi boşa harcamanıza neden olur; geçmişin üzerine hiçbir şey inşa edemezsiniz. Önemli olan An'ı yaşayabilmektir. Katherine Mansfield


lisanı bilmiyorum. Hareketlerini anlamlandırmaya çalışıyor ihtimalleri değerlendiriyorum. Kediyle aramızda bir iletişim yok diyemem, fakat sağlıklı ve kaliteli bir iletişimden de bahsedemem. Ya kedi benim dilimi öğrenecek ya da ben kedinin lisanını... Öğrenme imkânımız olmadığına göre tahminden öteye geçemeyeceğimiz aşikâr.

Sarman Merhaba dostlar merhaba yarenler merhaba canlar, hepinize merhaba... Yeni bir sayıda yeni bir konuyla tekrar sizlerle olabilmenin huzurunu yaşıyorum. Bu ay sizlerin beğenisine iletişim hakkında bir yazı sunmayı tasarlıyorum. İletişimin temelinde sözcüğün kendisinden de anlaşılacağı üzere iletme esası bulunmaktadır. Durumu ağır bir şekilde uçlaştırarak örneklendirmeye çalışacağım. Bilimsel kaynaklar iletişimin sağlıklı oluşturulması için dört unsura ihtiyaç duyulduğunu bildirir. Bu bilgiye çeşitli kaynaklardan da rahatlıkla ulaşabileceğiniz için ayrıntıya girmeden geçiyorum. Evimizde beslediğimiz bir kedimiz olsun. Bu sevimli kedicik birden bire hırlayıp mırlamaya başlarsa ne düşünürsünüz? “Sanırım kedi açısından olumsuz bir durum var.” derim kendi kendime. Daha hemen giriş bölümünde soruyorum sizlere, kedi hakkında kurmuş olduğum cümle mutlak gerçek mi yoksa sıradan adi bir tahmin mi? Kedinin kullandığı

An gelir karşımızda konuşan kişiyi dinler gibi oluruz. Söylediği sözcükleri duyar, kendi kendimize tekrar eder hatta gerekirse ezbere bile alabiliriz fakat anlam? Anlama düzeyinde bir farkındalık söz konusu mudur sizce? Ya da örneğimizi tersleyelim, bazı konular ya da olaylar hakkında açık açık hissedip düşündüğümüzü söylemeyiz yine de karşımızdaki bizim ne düşündüğümüzü anlasın isteriz. İstemekten de öteye geçemeyiz nedense. İnsan kendinin bildiği şeyi herkesin bildiği hissine kapılabilir. Kendinin sahip olduğuna sahip olamayan kişilerin varlığı bazen hayret yaratabilir. Dostlar karşımızdakinin aklından geçeni o söylemediği müddetçe tam olarak anlayabilmemiz bildiğiniz gibi mümkün değil. İnsanları anlayamazsak da dilimizi yalınlaştırarak samimiyetle karşımızdakine ne düşündüğümüzü açıklayabiliriz en azından çabalamaya değeceği kanaatindeyim. Hiç kimsenin kendisini anlamadığından şikâyet eden insan, ben, kedice konuşuyor olabilir miyim?

Okuma zahmetinde bulunan dostlarıma anlama çabaları için teşekkür ederim. “Ne kadar bilirsen bil, bildiğin karşındakinin


anladığı kadardır.” buyurmuş olsa da Efendi Mevlana Celâlettin anlamak ve anlatmak için gayret etmeyi de öğütlemiştir. Türlü türlü örnekler kullanarak yazdırdığı mesnevisi bunun en somut örneklerinden değil mi? Birinden anlamayan diğerinden alsın diye payını. Uzatmanın anlamı yok kardeşlerim. Anlamak ve anlatmak için gayret etmek

zorundayız. Yoksa et isteyen ota, ot isteyen ete talim eder yarısı boşa gidecek tahmin ve önyargılarımızla. Sağlıklı iletişim dolu bir ömür dilerim. Çukurca’dan sevgilerle... Fatih KEŞKEKÇİ


verebiliyor ve başarısızlık anında ise “Ben sana demiştim.” Bilgeliğiyle(!) yaklaşabiliyor. Peki, bu tavır o gence çok mu yardımcı oluyor? Kendimize sormalıyız.

İki Olgunun Eksikliği Neden ihtiyacı olduğunda yanında olamadıklarımızın kötü gününde bir de kösteği biz oluruz? Bundan kendimiz de şikâyetçi olurken ara sıra yaptığımızın farkında olmayız. Pek çoğumuz bu tür davranışlara maruz kalmıştır, pek çoğumuz da yapmıştır. Özellikle yaparken bunun çoğu zaman farkında olmuyoruz. İçimizdeki bilge olma hissi baskın geldiği için dilimizden çeşit çeşit daha da yaralayıcı sözler dökülüverir. “Ben sana demiştim, gördün mü, ben haklı çıktım, kafan neredeydi…” Bu sözleri duymak karşımızdakine daha mı iyi hissettirecek? Aksine sadece kendi egomuzu okşamanın yanında o kişiyi kırıyoruz. Bir diğer yandan bu bilgece üslubu kullanırken kendi hayatlarımızı da sorgulamıyoruz. Oysa “Ben bilirim.” dediğimiz konularda kendimiz de çokça hata yapmışızdır. Örneğin hayatta pek çok şeyi başarabilecekken kolay yolu tercih edip mücadeleden vazgeçmiş kişi bir genci karşısına alıp dakikalarca hayat dersi

İsim vermeden bir tanıdığımdan bahsetmek istiyorum. Kendisi pek çok sorun yaşadı hayatında. Son yıllarda ise işsizlikle mücadele ediyor. İhtiyacı olduğu zamanlarda yanında kardeşleri olması gerekirken dostları daha fazla oluyor. Kpss’ye hazırlanıyor, bu hazırlanma sürecinde ihtiyacının olup olmadığını sorması gereken telefonlar sonuçlar açıklandığında çalıyor ve “Sana bir şey demiyorum.” sözüyle kapanıyor. Bu tavır onun iyiliği için mi? Pek işe yaramıyor eğer amaç iyilikse. Farkında olmadan sergiledikleri bu tavır içlerindeki egoyu şımartmaktan öteye geçmiyor. Aynı şeyler bizim başımıza geldiğinde ise anlayış ve destek bekliyoruz. “Ben sana demiştim.” sözünden öte “Yapabileceğim bir şey varsa çekinme söyle.” denmesini bekliyoruz. Bunu kimi zaman bir kardeşten kimi zaman dosttan kimi zaman da sevgiliden bekliyoruz. Onların ihtiyacı varken bilgece tavrımızla(!) biz yaklaştığımızda ihtiyaç duyduğu şeyin aslında destek olmak olduğunu düşünüyor muyuz? Sevdiklerimizin sevgisini kaybetmeden bazı şeylerin farkına varalım. Yukarıda anlattığım her şey aslında iki olgunun eksikliğinden geçiyor: Duyarlı ve Düşünceli Olmak. Bu iki olguya karşı biraz hassas olduğumuzda ise çevreye yaklaşımımızın çok daha farklı olduğunu göreceğiz. Yaydığımız olumlu enerjinin sonunda yaşayacağımız huzur hissinin yanında çevremizden de aynı


enerjinin yansımalarını göreceğiz. Anlayış mı istiyoruz? Önce kendimiz anlayışlı olacağız. Destek mi istiyoruz? Önce zor gününde sevdiklerimizin yanında olacağız. Örneğimden yola çıkarak kardeşlik duygusu mu istiyoruz? Önce kendimiz nasıl kardeş olmamız gerektiğinin farkında olacağız. “Sana bir şey demiyorum, ben sana demiştim, gördün mü haklı çıktım.” sözleri ancak ve ancak sevdiklerimizin bizden soğumasına yol açar. Bir kez yitirilen duyguların canlanması ise zordur.

Farkındalıkla ve sağlıcakla kalınız.

Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu


İhsan Ketin’in Hayatı İhsan Ketin (d. 1914 Kayseri – ö. 16 Aralık 1995 İstanbul) Türk jeolog. Türkiye’de “Jeoloji’nin babası” diye anılan Jeoloji profesörü İhsan Ketin yurtdışında da 1948Kuzey Anadolu Fay Hattının gerçek yapısını ortaya koymasıyla tanınmaktadır. 1914′te Kayseri’de doğan İhsan Ketin, ortaokulu ve liseyi Kayseri’de yatılı-burslu olarak okudu. Sonrasında Atatürk’ün gelişim için başlattığı yurtdışı bursu için başvuruda bulunan Ketin, bursu kazanıp 1932 yılında Almanya’ya gitti. İki yıllık dil eğitiminden sonra 1934′te Berlin Üniversitesi’nde jeoloji eğitimi almaya başlayan Ketin, Berlin’deki siyasal karmaşa ve hocalarının arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden Bonn Üniversitesi’ne geçti. Ünlü jeolog Hans Cloos’un yanında çalışmalarına devam eden Ketin, 1938 yılında doktora tezini tamamladı ve Türkiye’ye döndü. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Enstitüsü’nde yardımcı doçent doktor olarak göreve başlayan Ketin, o sırada 24 yaşındaydı ve ülkenin doktora yapmış ilk jeoloğuydu.

Erzincan deprem felaketi ve 33.000 kişinin ölümü sonucu depremlerle ilgili çalışamalara başlayan Ketin, yurdun çeşitli bölgelerinde irili ufaklı sayısız depremi araştırdı. 1939′da başladığı çalışmalarını 1948 yılında “Anadolu Bloku” adıyla yayınladı ve dünya çapında ses getirmeyi başardı. “Kuzey Anadolu Fay Hattı”‘nın varlığını kanıtladığı bu makale, özellikle eğitim gördüğü Almanya’da çok büyük ilgi gördü ve bu sayede Ketin’e, jeoloji konusunda üst düzey bir ödül sayılan ‘‘Gustav Steinmann Madalyası’’ verildi. 1950-51 yılları arasında ABD’ne giden Ketin, dönüşünden kısa bir süre sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne geçti ve iki üniversite arasında uzun sürecek bir rekabeti başlattı. 1942 yılında Bedia Hanım’la yaptığı evlilikten olan ilk çocukları Ali’yi (1943) 1.5 yaşındayken kaybeden Ketin, 1946 doğumlu ikinci oğlu Mehmet’i ise 1969′da apandisiti zamanında teşhis edilememesi ve patlaması nedeniyle kaybettiler. Üçüncü çocukları Ahmet ise inşaat mühendisliği eğitimi aldı ve ABD’ne yerleşti. 1999 depremi öncesinde bölgenin yerleşim için uygunsuzluğu ve deprem riski konusunda sayısız kez yetkilileri uyaran Ketin’in uyarıları dikkate alınmadı ve 30.000 kişinin öldüğü Gölcük depremi Ketin’i tekrar ülke gündemine soktu. Eseri: Genel Jeoloji - Yerbilimlerine Giriş 1982 İTÜ Vakfı Yayınları Kaynak: tr.wikipedia.org

Ülkeye dönüşünün ertesi senesi yaşanan


Bu derginin yayınlanmasında emeği geçen ve vakit ayırarak okuyan herkese teşekkür ederim. Unutmayınız bilgi paylaştıkça çoğalır. Bizler sizlere aracıyız, sizler de sevdiklerinize aracı olabilirsiniz. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu


Kişisel Gelişim Dergisi Eylül 2012 – Sayı: 13

Dergi Tasarım: Ömer ARSLAN Kapak Tasarım: Özlem ÖZTULUM Dergi Koordinatör: Özlem ÖZTULUM Muhabir: Şenan Deniz HAVA

Yazarlar: Özlem ÖZTULUM Taner ÖZDEŞ Mustafa Çay Siran KALELİ Sevgi KARACA Sezen ÇELEBİ Hamide ŞİMŞEK Fatih KEŞKEKÇİ Ömer ARSLAN

İletişim: www.facebook.com/kgelisimim www.kisiselgelisimim.com www.twitter.com/kgelisimim

Elektronik Posta: gelisimim@gmail.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.