Merhaba arkadaşlar. Bir ayı daha ardımızda bırakarak yeni sayımızla sizlerin karşısındayız. Bu sayımızın bizim için bir başka anlamı da var denk geldiği ay itibariyle. Ne mi? Bundan üç yıl evvel tarih 13.09.09du ve facebook üzerinden “Kişisel Gelişim” isimli sayfamızı kurduk. Sayfamızın üçüncü yılını kutlamanın sevinci içerisindeyiz. Ne mutlu bize ki şu andan 100 binden fazla üyemize bilgi kaynağı olabiliyor. Dileğimiz; çalışmalarımızın daha da gelişerek sizlerle daha nice 3 yıllar kutlayabilmemiz. Herkese teşekkür ederiz yanımızda olduğunuz için. Sözü uzatmadan dergimizle sizleri baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu
İçindekiler: Cesarete Bir Adım
5
Kariyer mi Hobi mi?
7
Beklenti Yasası
11
Eğitim Şart (!)
15
Negatif İçseller
17
Türkiye’de Psikoloji Uygulamaları
20
Yalanı Yakala
24
Dostlar
25
İhsah Ketin
27
Künye
29
Yazılılara çalışırken annem hazırladığım notları karıştırarak bana sorular sorardı, her soru sorduğunda ayağa kalkar evin belli bir yerine gider sanki sınıfta tahtaya çıkmış gibi hayal ederek anlatmaya başlardım. Bu sayede hem tekrarlarım pekişmiş olurdu hem de çekingenliğim ve azalan cesaretimi yerine getirmeye çalışırdım.
Cesarete Bir Adım Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor günler, haftalar, aylar ve hatta yıllar… Yaşantının içinden akıp giden bir ömrünü hiç düşündün mü? Mesela; sen bu zaman için de neler yaptın ya da yapıyorsun? Oturmuş acılarına mı hayıflanıyorsun yoksa zamanın sadece geçmesini mi bekliyorsun? Bir girişimin yok mu? Kızgın mısın, haksızlıklar karşısında kendini zor mu tutuyorsun? Yoksa başarmak için hevesin mi kaçtı?... Öyleyse sadece bir gün ayır kendine durup bir düşün “bunca zamada ‘sen’ neler başardın, neleri kaçırdın ya da eksik yaptın…”
Yeni adımlar, yeni başlangıçlar için cesaretin mi yok? … Benim de yoktu. Ortaokul yıllarımda öğretmenim bir şeyler okutturduğunda ya da tahtaya kaldırdığında hep heyecandan yüzüm kızarırdı, çok iyi bildiğim konuları bile karıştırırdım bu yüzden sınıftaki arkadaşlarımın önünde genelde rezil olduğumu düşünürdüm. Annem gelişen bu durumuma farklı bir çözüm getirmeye çalıştı, nitekim de o zamanlar başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Lise’ye başladığımda da yapmış olduğum bu çalışmaların büyük etkisini gördüm. Daha bilinçli ve kendimden emin hareket ediyordum. Öğretmenim her soru sorduğunda isteyerek tahtaya kalkar cevap verirdim. Başarı formülüm her zaman: İnanç + Özgüven + Girişimcilik + Hırs = BAŞARI şeklindedir. Bütün yaptığım işlerde formülüm aynıdır. İnanmadan, çaba harcamadan, cesaretim ve hırsım olmadan ben başarılı olamam. Belki diyeceksiniz ki hiç mi motivasyonun bozulmuyor ya da enerjin düşmüyor. Benim de her insan gibi konsantremin bozulduğu zamanlar oluyor. Böyle durumlarda en büyük moral kaynağım spor ve sonrasında da müziktir. Yaptığım çalışmaların içime sinmediği zamanlarda ise oturup defalarca tekrar yapıyorum, sıkılmadan. eğer sıkılıp, bırakırsam yaptığım çalışmanın adı ‘başarı’ olmaz değil mi ? Sizler de yapmış olduğunuz çalışmaları hiçbir zaman küçümsemeyin, -> En basitinden olsa bile kendinizle gurur
duyun, -> İyi ki yapmışım dediğiniz şeyler bırakın arkanızda, -> Her aklınıza geldiğinde gülümseyebileceğiniz bir anınız olsun, -> Tecrübelerinizi gözlemledikçe farkındalığınızın keyfini çıkarın. -> Değerinizin bilincinde olun. -> Hiç bir şey için geç kalmadınız bunu bilerek başlayın. Ve her ne olursa olsun… Hayat her şeye rağmen yaşamaya değer.
Özlem ÖZTULUM Kişisel Gelişim Sayfa Editor ve Yazarı
ilgimi çekti, hatta hoşuma gitti. Başarılı bir kariyer, hem de hobilerine tavizsiz zaman ayırması. Tabii ki bir bedel ödüyoruz. Örneğin ben hafta içi sadece 5-6 saat uyuyabiliyor, TV seyretmiyorum. Biliyorum ki hobilerimi yapamazsam ben mutsuz bir kişi olacağım. Bu da çevremdeki kimseyi memnun etmeyecek..
Kariyer mi Hobi mi? İnsan sadece çalışarak mutlu olabilir mi? Ben çalışmak dışında başka hiç bir uğraşı olmayan bir çok kişi tanıyorum. Bunlara “işkolik” diyorlar. Mutlu olduklarını düşünüyorlar. Bunun en önemli nedeni de hobilerinin olmaması. Çalışmak dışında zamanlarını nasıl geçireceklerini bilmiyorlar. Günümüzde her şey değişiyor. İş dünyasında öne çıkan kişiler akademik ve kariyerlerindeki başarıları dışında sosyal ağları, duygusal zekâları ve en önemlisi hobileri ile anılıyorlar. Hobi sadece spor olmak zorunda değil. İş dışında yapabileceğiniz herhangi bir uğraşı olabilir. Resim, müzik, satranç, yoga, koleksiyon, trekking vb.Yeter ki o işi yaparken başka bir şey düşünmeyin. Benim için spor bir hayat tarzı. Her gün spor yapmak için gereken zamanı bulmak için büyük mücadele veriyorum. Ama sporun beni pozitif, verimli, yaratıcı yapması dışında sosyal ağımı genişletmeme, yeni insanlarla tanışmama sebep oluyor. Haftalık programıma öncelikle spor veya hobilerimi koyuyorum, diğer her şeyi buna uyumlu hale getirmeye çalışıyorum. Burcu ile tanıştığımda hayat tarzı
Bu haftaki konuğum Burcu Aslanağı. Burcu Garanti Bankası İnsan Kaynakları bölümünde Yönetici olarak çalışıyor. Diğer yandan kendisi ülkemizi bu sene macerayı sosyal sorumluluk misyonu ile birleştiren Land Rover G4 Challange’de İngiltere’de temsil edecek dört kişiden biri oldu. Burcu bu sene de 2,750 kişi arasından seçildi. 2006 yılında da aynı yarışa katılmak için 2,500 kişi arasından ilk 18 kişi arasına girmeyi başarmıştı. Bu yarışta düşüp kaburga kemeğini kırmış, ama azimle yine de pes etmemiş. 4 X 4 araba kullanma, snowboard, sörf, dağ bisikleti, dağa tırmanma dâhil birçok beceriye sahip. Diğer kızlardan farklıyım diyor. Yeni Asırda yaptığı bir röportajını okuyunca çok hoşuma gitti. Burcu şöyle diyordu : “Haftalarca süren bu yarışlarda fön, makyaj, manikür, yıkanma, yatakta uyuma gibi bütün lükslerden yoksun kalıyor. Ama bunlar onun umurunda değil. "Ben zaten kadınların yüz karasıyım. Öyle makyaj falan yapmam" diyor. Burcu, bunun dışında hobisini insanlara faydalı olmak içinde kullanıyor. “Bu sene, hayatımda ilk defa Omurilik Felçlilerine yardım etmek amaçlı 4. Öger Antalya maratonunu koştum. Sizlerin de desteği ile 10km’yi tam 56 dakikada tamamladım ve bayanlarda 244 kişiden 22. oldum. Türklerde ise 10. geldim” diyor.
Burcu ile röportajımızı okumadan önce bugün iş hayatında hobilerine zaman ayıran insanların daha başarılı bir iş adamı veya iş kadını olduklarını düşünüyorum. Hobiler kişinin yaratıcı zekasına, vizyon sahibi olmasına ve pozitif enerjiye sahip olması sebebiyle şirketlerinde beraber çalıştıklara ilham verdiklerini düşünüyorum. Geçen gün verdiğim seminerden sonra sigortacılık sektöründe çalışan bir kişi yanıma geldi. Saçları beyazlamıştı. Suratında çok yorgun bir ifade verdi. Taner Bey “artık bıktım bu işten” dedi. İçimden hangimiz yorulmuyor ki bu dönemde çalışmaktan, birçok zorlukla baş etmekten, ekonomik krizden.. Ama iş dışında bir dünyanız varsa, inanın dengeyi bulacaksınız. Ben haftada 5 gün spor yapmak, tenis turnuvalarında yarışmak dışında ikinci kariyerimi yapıyorum ve bu beni dengeliyor ve işimi daha severek yapmama sebep oluyor. Burcu iş ve hobi dengesini çok iyi yöneten genç yöneticilerden. Kendisini ne zaman görsem, yüzü güler, fit vücut yapısı ve canlı görüntüsü kişinin hemen ilgisini çeker. Bakalım bu samimi röportajı beğenecek misiniz?
1- Kendini tanıtır mısın? Şu ana kadar en büyük başarın neydi? Başarının sırrı sence nedir? G4 Challenge'i kazanmak için kişi hangi yeteneklere sahip olmalıdır? Merhaba, 1976 İzmir doğumluyum. 9 Eylül Üniversitesi’ni bitirdikten sonra Osmanlı Bankası'nda çalışmak için İstanbul’a yerleştim ve o zamandan beri bu güzel şehirde yaşıyorum. Hayattaki en büyük başarım ise Land Rover G4 Challenge Adventure yarışmasının Türkiye bacağında ilk üçe
kaldıktan sonra İngiltere'de Türkiye'yi temsil etmekti. Başarımın sırrı azmetmek, istemek ve ne olursa olsun inancımı asla kaybetmemektir. G4 Challenge'ı kazanmak için bu karakter yapısına sahip olduktan sonra bir de sportif bir yapın varsa kazanmamak için bir neden kalmıyor. 2- Bu spor merakı nereden geliyor? Sanırım macera konusunda bir çok girişimin var ? Bahseder misin macera ile spor arasında nasıl bir bağ var? Hayatım boyunca hep sporla iç içeydim. İlk olarak çok küçük yaşta koşu ve yüzme takımındaydım, sonrasında buna dağcılık, dalgıçlık, sörf, yelken, dağ bisikleti, koşu ve snowboard da eklendi. Macera yarışmalarına ise, bir arkadaşımın tavsiyesiyle başladım. Gillette firmasında çalışıyordu ve onların bir hafta süren macera yarışması vardı. Güçlü ve dayanıklı olduğumu ve başarabileceğimi söyledi. Yarışa girdim, bir hafta günde en az 9, en çok 14 saat yarışıp en sonunda takım arkadaşım ile ikinci olduk. Sonrasında ise bunu uluslararası bir yarışma olan G4 aldı. G4 Challenge yarışmasının 2006 ve 2009 Türkiye temsilcisiyim. Her zaman bir macera tutkunuydum, çok küçükken bile ağaç ve duvar tepelerindeydim. Buna spor da eklenince inanılmaz bir haz oluşuyor. 3- Yaptığın işi (bankacılık) seviyor musun? Maddi ihtiyacın olmasaydı aynı işe devam eder miydin? Yaptığım işi çok seviyorum çünkü insan ilişkilerim her zaman iyi oldu. Burada yaptığım iş de insanların ihtiyaçlarını belirlemek ve uygun kişileri uygun pozisyonlara yerleştirmek. G4 yarışmasında da hem Türkiye'de hem de İngiltere'de yarışırken yeni insanlarla zor şartlarda
tanışıyorsunuz. Bir takım olarak başarı elde etmeye çalışıyor aynı zamanda ülkenizi temsil ediyorsunuz. İş hayatım ve sosyal hayatımı beraber götürmek benim birlikte değerlendirdiğim, maddi olanaklardan bağımsız değerlendirdiğim bir challenge. 4- Ülkemizde spor yapanların sayısı çok az. Ülkemizde sporun sevilmemesini nedeni nedir? Maalesef spor yapanların ve futbol dışında sporseverlerin sayısı çok az olmakla birlikte giderek artıyor. Sporun desteklenmemesi en büyük dezavantaj, fakat daha fazla sayıda, tanıtımı iyi yapılan, sponsorlu yarışların yapılmasıyla birlikte, Türkiye'de spora olan ilginin ve desteğin artacağını düşünüyorum. 5- Özelikle bayanların erkeklere göre ilerki yaşlarda spor yapma oranı daha düşük, sen niye spor yapıyorsun? Seni ne tetikliyor? Ben öncelikle rahatlamak, sonra da sağlık için spor yapıyorum, spor yapmayı gerçekten çok seviyorum. Yapmadığım zaman kendimi kötü hissediyor, bir parça eksik kalmış gibi tamamlıyorum günü. Şu anda haftada 6 gün spor yapıyorum ve zaman bulamayan kişilere örnek olmaya çalışıyorum. 6- En büyük hayalin veya tutkun nedir? Bunu gerçekleştirmen için neye ihtiyacın var? En büyük hayalim ve tutkum dünyayı gezmek. Sanırım bunun için en az bir seneliğine ücretsiz izin almak gerekir :) 7- % 100 başarılı olacağını bilseydin ne iş yapmak isterdin? Milli atlet olmak ister veya profesyonel bir macera yarışmacısı olmak, yurtdışında sürekli Türkiye'yi temsil etmek isterdim. Çünkü spor
yapmaktan asla bıkmıyor aksine mutlu oluyorum. 8- Spor yapma merakı sence genlerden mi geliyor? Bence genlerden gelme olasılığı yüksek. Annem çok iyi bir yürüyüşçüdür. Babam ise benim gibi macera düşkünüymüş. 9- "Erkeklerle yarışmanın kendini daha güçlü hissettirdiğini söyleyen Aslanağı "Yarış bitince önce kadınlarda sonra erkeklerde kaçıncı olduğumu bakarım" diyor. Biraz burada ne demek istediğini açıklar mısın? Sürekli sınırlarımı zorlayan bir yapım var. Sanırım asıl nedeni bu. Bir yarışta tüm kadınları geçmiş olabilirim ama asıl tüm erkeklerde kaçıncıyım? Bir daha ki sefere onları da geçmek için ne yapmam gerekene bakıyorum :) 10- Tekrar doğsaydın, erkek olmak ister miydin? Bunu hep düşündüm ama sanırım çok da gerek yok. Her ikisine de sahibim yani kadınım ve neredeyse erkek kadar kuvvetliyim. 11- Şu andaki işin karakterin açısından oldukça monoton bir iş, kendini nasıl motive ediyorsun? Niye insan kaynakları? Niye hobilerine yönelik bir meslek seçmedin? Antrenman yapmak ve sporla uğraşmak, dışarıdan bakıldığında çok monoton gelebilir. Öte yandan mücadele ve sonrasında gelen başarı size monoton gibi görünen deneyimi farklı kılıyor. İnsan kaynakları, şirketin hayatını düzenliyor, zaman zaman kişisel olarak hayatlar değiştiriyor. Her şeyden önce insanları tanıyorsunuz ve her insanda keşfedilecek cevheri değerlendiriyorsunuz. Bu
değerlendirme süreci sonrası ortaya çıkan başarıya ortak oluyorsunuz. 12- Macera ve spor konusunda gençlere ne tavsiyede bulunmak isterdin? Bu konuda ne yapmalılar? Macera ve spor, kendinizi keşfetmek için fırsattır. "İmkânım yok, zamanım yok" diye başlamadığınız sporu yapmayı deneyin. Hayatınız değişecek, sporun size ne kadar pozitif etkisi olacağını göreceksiniz. Hafta sonu Belgrad Ormanı'nda orienteering yapın. Elinizde pusulayla hedeflerinizi bulduğunuzda amacınıza ulaşmaktan, çevrenizi keşfetmekten ne kadar mutlu olduğunuzu göreceksiniz. Bence yapılması gereken maceraya, spora ve kendinize bir şans vermektir.
13- 10 yıl sonra kendini nerede görmek istiyorsun? 10 yıl sonra sporu ve macerayı hayatımın bir parçası olarak koruyacağıma inanıyorum. Yaptıklarımı daha çok seveceğim
ve başkalarına da örnek olacağım. Kim bilir, belki de yeni sporcular / maceracılar yetiştiririm :) Burcu’ya bu güzel röportajı için çok teşekkür ederim. Umarım bu samimi söyleşi kariyerine yeni başlayacak birçok gence ışık tutar. Hobisiz hayat, sadece çalışmak insanı eninde sonunda köreltir. Başarı ve mutluluğun sırrı; iş, aile ve sosyal faaliyetlerdeki dengeyle sağlanacağını düşünenlerdenim. Ya Siz?
Sevgilerimle, Taner Özdeş / Satış ve Pazarlama Uzmanı www.tanerozdes.com
gitti. Falcı eşime birçok kehanette bulundu. Bunların hepsi de güzel şeylerdi. “İçinde kocaman bir sıkıntı var” diyen falcılardan değildi. Hatta eşim geldikten sonra kendisini çok iyi hissetmişti. Ama sonlara doğru eşime, “Kocanızı gelecekte çok büyük fırsatlar bekliyor. Ama aynı zamanda büyük bir tehlike atlatacak. Bir gün bordo bir arabayla yolculuk ederken araba bir uçurumun kenarında kaza yapacak. Ama eşiniz burnu bile kanamadan kurtulacak” dedi. Beklenti Yasası Bu yasa, “Aklıma gelen başıma geldi” yasası, “…an, çomağı hazırla” yasası, “Ay, içimde bir sıkıntı var” yasası ve “Çok güldük, ağlayacağız” yasası ile hemen hemen aynıdır.
Hangi tür beklenti içinde olursak, o beklentilere uygun sonuçlarla karşılaşacağımız kesindir.
Bu olaydan sonra da bizi çok güzel günlerin beklediğini ekledi. O andan sonra eşim, beni bir an bile yalnız bırakmadı. Onun yanında değilken eğer bir araca binersem hemen arabanın rengini sordu aylarca. Hem benim için hem de onun için öylesine sinir bozucu bir beklenti oluşmuştu ki… Yolda bordo bir araba gördüğümüzde hemen birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Farkında bile olmadan ikimiz de etkilenmiştik!
Fal baktıran insanlar da, bu yasayı farkında olmadan kullanırlar. Falda söylenenlerin büyük çoğunluğu gerçekten de olur. Ama falcı geleceği gördüğü için değil, fal baktıran kişi öyle bir beklenti içine girdiği için. Diyelim falcı, “Üç vakte kadar yemek yiyeceksin” dedi. Sonra da fal baktıran kişi teşekkür edip ayrıldı. Kafasında sürekli bu düşünce, “Üç vakte kadar yemek yiyeceksin.” Neyse, kuafördü, manikürdü derken, bir de kendisini ne yaparken görsün? Oturmuş ve yemek yiyor… Aman Allah’ım. Hemen telefona sarılıp, “Kız Perihan, gördün mü bak söylediği çıktı. Ne yapsam beğenirsin, yemek yiyorummmm kızz”
Sonra günün birinde buna bir son vermek istedik ve bu konuyu sonsuza dek kapatma kararı aldık.
Bir gün eşim, bir tavsiye üzerine bir falcıya
Yaşamda gelecekte nelerle karşılaşacağımızı
İşte beklenti yasası böylesine tehlikeli olabiliyor bazen. Eğer o korkularla birlikte bordo bir arabaya binmiş olsaydım, araba kaza yapmayacakken bile bu düşüncelerle bir kazaya sebep olabilirdim. Beklenti yasası hem inanılmaz derecede işimize yarar hem de hayatımızı altüst edebilir. Ömrünün tamamını, bir falcının söylediği kehaneti bekleyerek geçiren bir insan düşünün…
bilmek çok can sıkıcı olabilir. Ama “Beklenti Yasası'' bu noktada devreye girer. Çünkü beklentiler, gelecekte ne olacağını bilmesek bile, bizi iyi ya da kötü anlamda etkileyebilir. Sınavı düşünüp kaygılanan bir öğrenci, bu yasayı kullanıyordur farkında bile olmadan. Komşusunun evliliğine bakıp evlenmekten korkan bir genç bayan ya da erken, yine kötü bir beklentiyle kendi evliliğinin temellerini atıyordur. Daha güne başladığınız anda sizi bekleyecek olan aksilikleri düşünmek, beklenti yasasını tam gaz kullanmak demektir. Bütün bunlara ek olarak, doğru kullanıldığı zaman beklenti yasası hayat değiştirir. Eğer beklentileriniz her zaman yapıcı bir biçimde şekillendirilmişse, gelecekte nelerle karşılaşacağınız çok da kehanet olmayacaktır. Hani derler ya, “Çarşambanın gelişi perşembeden bellidir” diye. Yoksa tam tersi miydi? Neyse siz anladınız ne demek istediğimi. İşte beklentilerimiz söz konusu olduğunda, gelecekte nerede olacağımız, bugün neler yaptığımıza direk olarak bağlıdır. Otobüse binmeden önce elinizdeki bileti iyice kontrol edin. Çünkü otobüsten indikten sonra, tam olarak orada olacaksınız. Sonra oturup ağlamak, yerlerde tepinmek yok! Kimse size zorla o bileti kesmedi. Sayın yolcularımız, kaptanınız konuşuyor… Keyifli bir yolculuk geçirmenizi diler, inerken eşyalarınızı unutmayınız :) Bu son cümleyi, belki de hep bana denk
gelen bir diyalogdan esinlenerek yazdım. Şu ana kadar bindiğim bütün otobüslerde, aynen böyle cümleler denk geldi bana. “Sayın yolcularımız, firmamız olarak iyi yolculuklar diler, mola yerlerimizde molalayabileceğinizi bildirir, inerken değerli eşyalarınızı yanınıza alın” “Sayın konuklarımız, yarım saat mola vereceğimiz “Öz Klima” dinlenme tesislerine gelmiş bulunurken, inerken değerli eşyalarınızı unutmamanızı hatırlatır, iyi yolculuklar”
Artık mikrofon korkusu mudur, az kitap okumanın getirdiği eksik kelime dağarcığı mıdır nedir bilmiyorum. Sayın okurlarımız, “Mutsuz Olmak Günahtır” kitabını okuduğunuz için teşekkür eder, saygı, sevgi, Allah ne verdiyse sunarız… (“Mutsuz Olmak Günahtır” kitabından yazarın izniyle alınmıştır.)
Mustafa ÇAY NLP Master Trainer, Yaşam Koçu www.mustafacay.com
çarp. Sayı başta kesir sondaysa, alttakine böl, üsttekiyle çarp. Tabi soru değişip, 3 sayısı hangi sayının ½’sidir? Olduğunda kimse çözemiyordu. Evde annemden öğreniyordum işin mantığını, çünkü okulda öğretilen bu kadardı. Sosyal bilgiler dersinde de hatırladığım kadarıyla deli gibi padişah ismi ve savaş tarihi ezberliyorduk.
Eğitim Şart (!) Eğitim diyince aklımıza ilk gelen ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, yüksek, doktora…vb. kavramlar oluyor. İlkokul sıralarında başlayan resmi eğitim hayatımız yaşam boyu devam ediyor. Ancak burada eksik olan bir şeyler var gibi hissediyorum. Kendimden örnek vererek anlatmaya çalışacağım. Benim dönemimde, 5 yıl ilkokula gittikten sonra Anadolu Lisesi, Kolejler sınavlarına giriliyor, kazanılırsa ortaokul, lise aynı okulda okunuyordu. Okuma yazma, dört işlem bilerek başladığım işkence gibi geçen ilkokul 1. sınıftan sonra, benim için ilk yeni konu kesirlerdi. Bu tarz problemler çözüyorduk; ½’si 3 olan sayının tamamı kaçtır? 4’ün ½’si kaçtır?
Çalışkan geçen ilkokul yıllarım bitti, sınavları kazandım. Artık hiçbir şey kazanmama gerek yoktu. Yayıldıkça yayıldım. Tek bir defterle yıllarım geçiyor, okula eğlenmek için gidiyordum. Sürekli eve uyarı geliyor, velim okula çağrılıyordu. Müzik kulağım çok iyiydi. O zaman cep telefonlarında, zil sesi yapma programı vardı. Klavye gibi bir ekranda istediğin şarkıyı çalıp zil sesi yapabiliyordun. Arkadaşlarım telefonlarını bana getirir, istedikleri şarkıyı söyler, bende onlara zil sesi yapardımJ Ama müzik dersinde notum hep 3’tü. Çünkü yazılı müzik sınavında ( ??? ) nota bilmediğim için 0 alırdım. Sözlü de malum blok flütte her şeyi çalar 5 alırdım. Ortalama 2,5’dan 3 gelirdi. Ortaokul yıllarımda bir bilgisayar dersi hatırlıyorum. Öğretmen tahtaya mouse, kasa, ekran falan çizerdi,(???) sonra dos.ta bir şeyler yapıyorduk buralar silik. Yazılı bilgisayar sınavı olurduk ( ??? ) Wordde sayfa numarası eklemek için izlememiz gereken adımlar nelerdir yaz? Sorular bu tarzdı. Herhalde Bill Gates bile ezbere bilmeye ihtiyaç duymamıştır. Ama biz biliyorduk.
Öğretmenin çözüm yöntemi şuydu; Problemi gördüğünüzde, kesir başta sayı sondaysa, sayıyı üsttekine bölüp alttakiyle
Nihayet lise sona geldiğimde kazanmam gereken bir üniversite sınavı olduğunu fark edip derslerle ilgilenmeye başladım. Önce
işletme sonra iktisadı kazandım. Üniversite çok zordu, çünkü her şeyi ezberlemek zorundaydım ve ben aklımda tutma konusunda çok iyi değilim. Final zamanı geldiğinde 600 - 700 sayfalık kitaplardan sorumlu olurduk. Bu sorunu çözmek için, kendimce bir özetleme tekniği geliştirdim. Konuların mantığını iyice anladıktan sonra, ezberlemem gereken yerleri, hatırlatıcı cümleler halinde küçük kâğıtlara yazıyordum. O kâğıtları da masaya kâğıdın altına koyuyordum. Bir cümleye bakıp, bir sayfa yazabiliyordum. ( Bu teknik, ileride eğitim verirken sunumlarımda çok işe yaradı, çünkü bu sayede slide’a yazdığım bir cümle üzerine 1 saat konuşabiliyorum. ) Diğeri ise duvara yazma tekniğiydi. Önüme bakar gibi yapıp, başımı hiç hareket ettirmeden, sadece gözlerimi 90 derece çevirerek, duvardaki yazıyı okuyordum. ( Bu da, göz kaslarımı geliştirdi, insanlar göz kasları gelişsin, okuma hızları artsın diye para verip, hızlı okuma kurslarına gidiyorlar, ben bu teknikle ultra gelişen göz kaslarım sayesinde, haftada 4-5 kitap okuyabiliyorum. ) Bunun dışında, okul yıllarımda, bir arkadaşımla ortak organizasyon & ajans şirketi kurmuştuk. Ofiste üç kişi olmamıza rağmen, kısa sürede 300’den fazla çağrı üzerine çalışan eleman toparlamıştık, satışın hayatıma girmesi işte tamda o zaman oldu. Ben kendimi patron sansam da, aslında deli gibi satış yapıyordum. Yaptığım işin satış olduğunun, bile farkında değildim. ( Farkında değildim, çünkü okuldaki satış pazarlama derslerinde saçma sapan şeyler ezberliyorduk. ) O kadar okul okumama rağmen, ilk fatura koçanını elime aldığımda, faturaları, istediğim sayfadan başlayarak kesmiştim. Sonra tabi muhasebeci toparladı hepsini. Müşteriden ilk
çek aldığımda, bankaya gidip, çekin arkasına tam ortasına kocaman bir paraf atıp bir güzel cirolamıştım. Neyse ilerleyen zamanlarda bazı sıkıntılar yaşandı, okulla ilgilenmemiz gerekti 7 senede bitirmezsen atılıyordun, iş nasıl olsa yaparız önce okulu bitirelim dedik bitirdik. Kısacası, eğitim sisteminin mantığı şuydu; ‘’ Hiçbir şeyi sorgulama, denileni yap, yarış, taş üstüne taş koymaya kalkışma, olanı uygula, ezberle geç ‘’ Bir de bu sistemin günümüz iş hayatına yansımaları var ki, o buraya sığmaz, bir sonrakinde. Mesela, yıllarca İngilizce okumasına rağmen, sadece İngilizce okuyup, yazabiliyor. Konuşulanı anlamıyor, yes/no dışında konuşamıyor. Ama gel gelelim ki, çalıştığı şirket, yurt dışından bir eğitmen getiriyor. İngilizce bilmediği anlaşılmasın diye kulaklığını takmadan 1 saat dinliyormuş gibi yapıp, çıkıyor. Sormak istediğim, soru şu; ‘’ Böyle bir eğitim sistemiyle, bir gerizekalılar ordusunu kim yaratmak istemiş olabilir? ‘’ Siz de düşünün lütfen, çünkü cevabı ben yazarsam siz düşünmezsiniz. Siz düşünmezseniz de sistem aynen işlemeye devam eder.
Sevgilerimle
Sezen ÇELEBİ Satış Koçu
”Pazartesi sendromu, off yine pazartesi, şu pazartesi de bir geçse…” düşünceleri başladı ve pazartesi artık sizin için dayanılmaz ve sevilmeyen bir gün oldu. Peki, ne değişti? Pazartesi yine aynı pazartesi, o ilk işinize başladığınız pazartesi hiç değişmedi aynı salı gibi, çarşamba, Perşembe, cuma gibi değişen tamamen sizin bakış açınız ve düşünce yapınız. Negatif İçseller Negatif İçseller, kendi içimizde kendimizi dinlediğimiz olumsuz düşüncelerimizdir. Negatif düşünce tarzı olaylara bütünleşik bakamama, bardağın dolu tarafını görememe halidir. Peki ne yapmalıyız ? Pozitif içseller oluşturmalıyız. Pozitif düşünce yöntemi sizi Mutlu etmesinin yanında olaylara bütünleşik bakarak daha net ayrıntıları görmenizi sağlar. Mutlu olmak sizin elinizde… Çoğu kişi bu cümleyi duyunca şunları düşünme potansiyeline sahiptir ” Bu lanet işte çalışta gel sen Mutlu ol…” pek az kişi ise şu şekilde düşünmektedir ”Mutlu olmak için bir çok nedenim var, bir işimin olması da bunlardan bir tanesi.” Yeni bir işe başladığınız günü düşünün, hatta bir gün öncesini ne kadar heyecanlı ve Mutlu olduğunuzu hatırladınız mı? O ilk pazartesi’ni düşünün, ilk iş gününüzü harika bir hafta ve harika bir gündü öyle değil mi? Ya şimdi?
Daha birçok konu üzerine olumlu düşünce yapısı tekniklerinden bahsedebiliriz. Örneğin; vücut sağlığınız, sağlıklı bir bedene sahip olmanız düşünce yapınızda da olumlu değişimler yaratır. Kendinizi daha mutlu hissetmenizi ve daha canlı tutum ve davranış geliştirmenizi sağlar. Ancak kilonuz normalin çok üstündeyse topluluk önünde var olmayı dahi istemezsiniz. Bırakın mutlu olmayı, kendinize olan öz güveninizi dahi kaybetmeye başlarsınız. Negatif içseller sizi başarısızlığa, atalet duygusuna kapılmaya, mutsuzluğa ve sonunda depresyona kadar götürür. Daha olumlu düşünerek, daha Mutlu olmak varken, kendimize haksızlık edip neden Mutsuz olmayı seçiyoruz?
Mutlu olmak mı? Mutsuz olmak mı? Pozitif içseller geliştirmek mi? Negatif içseller geliştirmek mi? Seçin seçim sizin?
Ümit ÜNKER Satış Koçu & Satış Eğitmeni ve Beta international Firmasının Satış ve Pazarlama Müdürü. umitunker@umitunker.com www.umitunker.com Ümit Ünker Kimdir? Girişimcilik üzerine Türkiye’nin önde gelen Üniversitesinde Yüksek lisansı yapan Ümit ÜNKER Profesyonel kariyerini Telekomünikasyon sektörünün devi olan özel bir firmada Türkiye ''Saha Satış Genel Yönetmeni'' olarak devam ettirmektedir. Ayrıca Türkiye'nin en büyük GSM operatöründe Zincir Mağazalar Türkiye Saha Satış Yönetimi ve Kurumsal Saha Satış Yönetimi alanlarında da yönetici olarak iş Sevginin anlaşılması gerekir. Çünkü o olgunlaşmış aşktır. Sıradan aşk çok çocukçadır, o yeni yetmeler için iyi bir oyundur. Ne kadar hızla onun dışına çıkabilirsen o kadar iyidir çünkü senin aşkın kör bir biyolojik güçtür. Onun senin manevi gelişiminle hiçbir alakası yoktur. Bu yüzden
yaşantısında deneyimler kazanmıştır. B2C & B2B alanlarında Uzman ve Yönetim kadrosunda yer alan Ümit ÜNKER Satış, Satış Yönetimi, Alternatif Satış Kanallarının oluşturulması ve Ekip yönetimi alanında projeler yönetmiştir. Profesyonel Kariyerinin yanında girişimci olarak kendisine ait tescilli ''Black & White Accessories'' Markası ile Takı dünyasın da Zincir Mağazalar oluşturmuştur. Uzman TV'de ''İyi bir Satışcı olma Rehberi ve Satış Ekibi Yönetimi'' isimli Satış Eğitim Programında 16 ayrı Video ile Eğitim vermiştir Verdiği eğitimler 15 000 ‘ den fazla kişi tarafından izlenmiştir. TV 8 ''OYUN'' isimli Oyunculuk programında 3. Haftanın Oyunculuk 1incisi olmuştur. 12 yıl Tiyatro sanatıyla yakından ilgilenen Ümit ÜNKER, bu alanda Oyunculuk, Sahne Tasarımcılığı ve Yönetmenlik denemelerinde bulunmuş. Çeşitli kurumların düzenlediği Tiyatro Yarışmalarında ''En iyi Yönetmen, En iyi Aktör ve En iyi Dekor'' ödüllerini kazanmıştır. 2001 yılından bu yana Toplam 116 Oyun, 92 Dekor Tasarımı ve 87 Sahne Dekor uygulaması yapmıştır. Ayrıca Klasik gitar çalan Ümit ÜNKER'in kendisine ait birçok bestesi bulunmaktadır ve amatör bir müzik grubunun üyesidir. tüm aşk ilişkileri garip bir şeye dönüşür, çok acı bir hal alır. Son derece cazip, son derece heyecan verici, son derece meydan okuyucu olan, uğrunda ölebileceğin şey... Sevgidir! Osho
psikoloji, insan davranış ve düşüncesini sosyal olgu ve faktörlere göre incelediğinde sosyal bilimler alanına, davranışı insan biyolojisine göre klinik düzeyde incelediğinde psikiyatri alanına girmektedir.
Türkiye’de Psikoloji Uygulamaları Psikoloji, tanım itibariyle insan davranış ve düşüncesinin bilimsel olarak incelenmesidir. Günümüzde Türkiye’de ki psikoloji uygulamalarını anlayabilmek için psikoloji disiplininin dayandığı temel görüşleri özet olarak açıklamak daha yararlı olacaktır. Psikoloji tarihindeki ilk perspektifler kişilik teorileri üzerinde şekillenmiştir. İlk temel görüş olarak, insanların herkesçe paylaşılan kişilik karakterlerinin belirlenmesi (nomothetic-farklılıklar psikolojisi) ve insanların bir bütün olarak incelenmesi (idiographhic-bütünlük psikolojisi) tartışmalarına odaklanmıştır. Günümüz modern psikologlarının çoğunluğu ‘bireysel farklılıklar psikolojisi’ görüşünü benimsemektedir. Klasik tartışmalar arasında yer alan bireysel farklılıklar psikolojisi ve bütünsel psikoloji arasındaki ilk ayrım ise 1800’lerde Almanya’da yapılmıştır. Her iki görüş arasındaki farklılıkların ayrıştırılması ise doğa / fizik bilimlerine ve insan veya sosyal bilim alanlarına göre yapılmıştır. Ayrıştırmanın ortaya koyduğu sonuçlara bakıldığında
Dünya’da ki ilk psikoloji uygulamaları ise Almanya’da Wilhelm Wundt tarafından 1874’de yayınlanan ‘Fizyolojik Psikolojinin Prensipleri’ konulu ilk makalesi ile başlamıştır. Wundt 1879’da Leipzig Üniversitesinde ilk psikoloji laboratuarını açarak psikolojiye bilimsel düzeyde katkılarda bulunmuştur. İlk psikoloji laboratuarının açılmasından sonra, insan davranışının incelenmesi ‘içe bakış yöntemi’ (introspectionizm) ile yapılmıştır. Psikoloji tarihinde ki uygulamalar, temel görüşlerdeki kutuplaşmalardan (bireysel farklılıklar psikolojisi ve bütünsel psikoloji) dolayı ülkeden ülkeye farklılıklar göstermektedir. Ancak Batı ülkelerindeki psikoloji uygulamalarında ‘bireysel farklılıklar psikolojisi’ yani materyalist psikoloji temel alınmaktadır. Materyalist psikolojinin bakış açısına göre yaşamı bilinç değil insan belirler. Ancak toplumsal evrimleşmedeki endüstrileşme sürecinde gelişen insan bilincini dikkate almayan psikolojik bakış açısı yapmacık bir bakış olmaktan ileriye gidemez. Türkiye de psikolojinin gelişmesi ve uygulamaları 1915’de Dr. Georg Anschütz’ün girisimleriyle Almanya Hambur Üniversitesinden Türkiye’ye psikoloji alanından akademisyenlerin transferi ile başlamıştır, Anschütz’in girişimi aynı zamanda deneysel psikolojinin Türkiye’ye girmesini de sağlamıştır. Türkiye’deki psikoloji
uygulamalarının aktif olarak pratiğe yansıması ise son 20 yıl içinde gerçekleşmiştir. Ancak Türkiye’de psikoloji lisans ve yüksek lisans eğitimlerindeki sistemsel çarpıklıklar, ideolojik bağımlılık, yasal boşluklar ve materyalist psikolojinin temel alınması psikoloji uygulamalarının bilimsellikten ve üretkenlikten uzaklaşmasına neden olmuştur. Günümüzdeki psikoloji uygulamalarına bakıldığında çok sayıda yapmacık meslek gruplarının ortaya çıktığı rahatlıkla görülebilir. Psikolojiye bağlı olarak ve kısa dönemli kurslardan mezun olunarak psikoloji uygulamalarına girişen bireylerin veya grupların çalışmalarında ciddi anlamda psikoloji disiplinine hâkimiyetleri görülememektedir. Toplumsal yaşamdan örneklerle makalemi zenginleştirmeye çalıştığım da ilk etapta değişik alanlarda ortaya çıkan ‘Koç’luk (Danışmanlık) ve Reiki gibi uygulamalar, karşımıza çıkmaktadır. Bunların yanı sıra psikiyatristler ile psikologlar arasında devam eden akademik polemikler, psikolojik tedavilerdeki yasal yetki sorunu, psikolojik danışmanların psikoloji alanındaki yetkileri ve çalışma alanları başlı başına farklı bir tartışma konusu olabilmektedir. Psikoloji terminolojisindeki kavramsal algılamalarda Türkiye’de sayısız yanlış anlaşılmalar ve kavramların birbirine karıştırıldığını görmekteyiz. Sosyal medyada ( internet, gazeteler, radyolar ve televizyonlar) psikoloji kavramlarının (bilinçaltı, psikolojik mekanizmalara ilişkin ID, EGO ve SUPEREGO) yanlış kullanılmaktadır. Bu yanlışlıklar özellikle kısa dönemli ‘Koç’luk ve ‘Kişisel gelişim
kurslarından gecen kişiler tarafından yapılmaktadır. Öncelikle Koç’luk yani danışman unvanları ile toplumda insanların sorunlarına çözüm getirmek resmi ve bilimsel anlamda psikoloji uygulamaları alanına girmemektedir. Kendilerini toplumda ‘eğitim koçu’, ‘sınav koçu’, ‘uyku sorunları koçu’, ‘beslenme sorunları koçu’, ‘kişisel gelişim koçu’ vb. statülerle tanıtan kişilerin girişimlerinin toplumda rağbet görmesi, toplumdaki örgütlü cehaletin, psikolojinin ciddi anlamda topluma tanıtılmamasından kaynaklanmaktadır. Bu kişiler psikoloji alanında yaptıkları eylemler, insanların psikolojik sorunlarını çözme girişimleri telafisi zor sorunlara neden olmaktadır. Örneğin,‘kişisel gelişim’ koçuna giden bir kişi ruhsal sağlık sorunlarına uzun vadede çözümler bulamaz. Kişisel gelişim koçu kendisine ‘kararlarını yönetememe; sorunundan dolayı gelen birinin sorununu bir iki görüşmeyle çözemez. Çünkü kararları yönetememe sorunun arkasında sosyolojik ve psikolojik faktörler rol oynamaktadır. Kişisel gelişim koçu’nun kendisine gelen bireylerin kişilik gelişimlerine hangi temel psikoloji teorilerini temel alarak yaklaştığını kendileri de bilmemektedir. Sadece eğitimini aldıkları genel psikoloji konuları ve kişilik teorileri ezberlenerek bir insanın kişilik gelişimine katkıda bulunmak çok zordur. Kişilik gelişimini anlayabilmek için psikiyatrik, biyolojik ve sosyolojik bilgilere, sahip olma zorunluluğu vardır. Koç’luk uygulamaları yapan bireylerin, psikoloji alanından çok yönlü bilimsel bilgilere sahip olmadan kişinin yaşadığı toplumun antropolojisini ve kişiyi
etkileyen sosyal faktörleri anlamadan kişilik gelişimlerine katkıda bulunamazlar. Özellikle Türkiye’de psikoloji alanındaki uygulamalarda en çok yapılan yanlışlıklardan biriside Koç’luk, statüsü altında (bu girişimlere çoğu psikolog, psikolojik danışman ve psikiyatristlerde dâhildir) Türk toplumunda, kişilerin ruhsal sorunlarına Avrupa’da uygulanan psikolojik tedavi yöntemleri ve modelleri ile yaklaşmış olmalarıdır. Unutulmamalıdır ki Türk toplumu Batı’lı değil Doğu’lu bir toplumdur ve kendisine özgü kültürel, dinsel ve sosyal değer yargıları vardır. Sonuç olarak Batı Avrupa toplumlarının kültürel ve dinsel değer yargılarını dikkate alan psikolojik tedavi yöntemleri başka toplumlara direk olarak genellenemezler. Koç’luk uygulamaları hangi alanda olursa olsun bu anlamda bilimsel verimliliği olmayan, sadece ticari beklentiler doğrultusunda gerçekleştirilen girişimlerdir. Toplumun ruhsal sağlık sorunlarının çözülmesi ancak bilimsel ve resmi değeri olan
psikolojik uygulamalarla mümkün olabilir. Kaynaklar Gross Richard (1996) Psikoloji; Davranış ve Düşüncenin Bilimi, İngiltere; Hodder & Stoughton Yayınları Çetin ALKAN Terapist ve Araştırmacı İletişim: cetinalkan@hotmail.com Çetin Alkan Kimdir? Klinik Psikolojide doktora adayı. 2003'de London Metropolitan Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji lisans programından mezun oldu. 2012'de University of East London'dan Gençlik, Toplumsal Çalışma ve Psikososyal Araştırmalar bölümünü bitirdi.
Uzmanlık Alanı: Klinik Psikoloji Araştırma Alanları: Klinik Psikoloji, Adli Psikoloji ve Kültür Pikolojisi
2-yalan söyleyen kişi genellikle ellerini yüz ve ağız çevresinde gezdirir. Vücut adeta ağzından çıkacak yalan kelimeleri yakalamak istercesine onu yönlendirecektir.
Yalanı Yakala Günümüzde peynir ekmek gibi giden bir kavramdır yalan… Artık o kadar sıradanlaşmış ki yalan söylemek ne eskisi kadar yalan söylemekten korkuyoruz ne de yalana maruz kaldığımızda eski duyarlılıkta tepki veriyoruz. Bizler yalana duyarsızlaşmışız. Peki, biz fazlasıyla dürüst olduğumuz halde karşı tarafın yalanlarına maruz kalarak neden hayatımızı içinden çıkılmaz bir hale sokuyoruz? Üzülüyoruz, kırılıyoruz, kalbimizin cam kırıklarını pansumanla uğraşıyoruz. Sonra da yalnızlık ve güvensizlik duygusuna kapılıp hayat gemimizi okyanusun derinine gönderiyoruz. İşte tüm bunlara maruz kalmamak için size karşınızdakinin yalan söyleyip söylemediğini anlamanıza yardımcı olacak bazı ipuçları vermek istiyorum. Evet, biz ne kadar yalan söylesek de vücudumuz bunu kabul etmiyor. “bu kişi sana yalan söylüyor” diye bağırıyor adeta. Peki, nasıl bağırıyor? 1-Yalan söyleyen kişinin elleriyle yaptığı jestler azalmaktadır. Çünkü kişi dediklerinin doğru olduğunu ispat etmek için jestlerini kullanır. Fakat yalan söyleyenin böyle bir durumu yoktur ve söyledikleriyle vücudu çelişmektedir.
3-kişinin el jestleri azalırken beden hareketleri artar. Çünkü yalan söylediğini bildiği için kendini huzursuz ve rahatsız hissetmektedir. 4-en önemli ipuçlarından biri ise yalan söyleyen kişi gözlerini kaçırır karşısındakiyle göz göze gelmek istemez. Ayrıca gözbebekleri büyür. 5-kişi ellerini doğru söylerken açık tutar fakat yalan söylediğinde ellerini gizleme gereksinimi duyar. Ellerini ya ceplerine koyar ya da arkasına saklar. 6-diğer ipucu ise bu kişi çok yutkunur, dudaklarını yalar ve sıkça öksürür. 7-yalan söyleyenler çok hızlı konuşur bir an önce söylediklerinin bitmesini isterler. 8- sözleri bitince rahatlarlar ve yüksek sesle konuşmaya başlarlar daha sonrada bu durumdan kurtuldukları için adeta neşeli olurlar. 9-bu kişiler karnından değil göğsünden nefes alırlar. İnsanların hayatlarınızı kendi yalanlarıyla kukla gibi oynatıp yönetmesine izin vermemeniz dileğiyle… Hamide ŞİMŞEK
ihtiyacınız yokken herkes dosttur. Günümüzün moda deyimiyle “Kanka” olur. Diğer yandan zor günlerimizde yanımızda olabiliyorlar mı? Bir de bu açıdan bakmalıyız. Geçen hafta ani bir şekilde babamı hastaneye yatırdım bir gecelik. Başında refakatçi olarak beklerken sağ olsunlar ki dostlarımın desteği moralimi yüksek tutmamı sağladı. Onlar sayesinde benim için zor geçen bir gecede daha dik durabildim. Onlara tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Dostlar “Dost” kelimesi için sözlük: “Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi anlaşılan kimse.” açıklamasını yapmaktadır. Ancak hepimiz biliyoruz ki özellikle Milletimiz için bu kelime çok daha fazlasını ifade etmektedir. Dostlar aileden sonra hayatımızda olan en değerli kişilerdir. Öyle ki yeri gelir ailemizle dahi paylaşamadıklarımızı dostlarımızla paylaşırız. Sırlarımız, üzüntülerimiz, sevinçlerimiz dostlarımızın eşliğinde yaşanmıştır hep.
Peki, onları önemli kılan nedir? Onları önemli kılan nokta hayatımızda bize eşlik etmeleridir. Düşeceğimiz zamanlarda onlar bize ellerini uzatırlar yardım ederler. Kimi zaman kendimizi bitik hissederiz, işte bu noktada dostumuzun bizi dinlemesi ve bize vereceği önemli tavsiyeler tekrar enerjimizi toplamamızı sağlar. “Dost kara günde belli olur.” sözünde atalarımızın ne kadar haklı olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz. Zira iyi günde ona
Tabi dost dediğim kişilerle her zaman ilişkilerimin sağlam temelli kurulduğu söylenemez. Birkaç yaşadığım olay bunu söylememe sebeptir ancak kötü olaylara değinmeye elbet gerek yok.
Dostluklar her zaman önemli bir yer alır hayatımızda. Sağlam dostlara sahip olmak ve onları kaybetmemek çok önemlidir. Yazıma giriş yaparken değindiğim gibi yeri gelir ailemizden daha yakın olurlar bize. Güzel dostluklara sahip olmanız dileğiyle… Son söz Üstadın: “Dost Genç adamın biri, dermiş babasına her gün: “Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi.” Baba, itiraz eder: “Olmaz öyle çok dost, hakikisi belki bir, belki iki. Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...” Devam eder durur konuşma, aralarında başlar bir tartışma. Karar verirler bir sınava, dostun hakikisini anlamaya. Bir akşam bir koyun keserler ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna: “Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna.”
Çuvaldan kanlar damlamakta, sanki öldürmüşler de bir adamı koymuşlar çuvala. Dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı, gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı. O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı, kapar hızla kapıyı delikanlının suratına. Almaz içeri arkadaşını. Böylece tek tek dolaşır delikanlı kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını. Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. Evlat geriye döner. Ama içten yıkılır. Babasına dönerek: “Haklıymışsın baba.” der. “Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.” Baba: “Hayır Evlat!” der, “Benim bir dostum var bildiğim. Hadi, çuvalı al da bir kere de git ona.” Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar. Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar. Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir. O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte, çuvaldaki koyunu gömerler adam diye. Üzerine de serpiştirirler toprak. Belli olmasın diye dikerler sarımsak. Genç adam gelir babasına: “Baba, işte dost buymuş.” diye konuşunca, Babası; “Daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın git ona, çıkart bir kavga, atacaksın iki tokat hiç çekinmeden ona, işte o zaman anlaşılacak dostun hakikisi. Sonra gel olanları anlat bana.” Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, Maksadı anlamaktır dostun hakikisini, babasının dostuna istemeden basar iki tokadı! Der ki tokadı yiyen DOST: “Git de söyle babana, biz satmayız sarımsak tarlasını Böyle iki tokada!” Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni
Sevmeli... Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı... Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı... Dost dediğin; Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli. Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli ve ağladığında, seninle ağlamalı... Ama hepsinden daha çok; Dost matematiksel olmalı; Sevinci çarpmalı... Üzüntüyü bölmeli... Geçmişi çıkarmalı... Yarını toplamalı... Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı... Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı... İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...” Hz.Mevlana
Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu
depremlerle ilgili çalışmalara başlayan Ketin, yurdun çeşitli bölgelerinde irili ufaklı sayısız depremi araştırdı. 1939′da başladığı çalışmalarını 1948 yılında “Anadolu Bloku” adıyla yayınladı ve dünya çapında ses getirmeyi başardı. “Kuzey Anadolu Fay Hattı”nın varlığını kanıtladığı bu makale, özellikle eğitim gördüğü Almanya’da çok büyük ilgi gördü ve bu sayede Ketin’e, jeoloji konusunda üst düzey bir ödül sayılan ‘‘Gustav Steinmann Madalyası’’ verildi. İhsah Ketin (Doğum 1914, Kayseri - Ö. 16 Aralık 1995, İstanbul) Türkiye’de “Jeoloji’nin babası” diye anılan Jeoloji profesörü İhsan Ketin yurtdışında da 1948Kuzey Anadolu Fay Hattının gerçek yapısını ortaya koymasıyla tanınmaktadır.*1+ yılında1914′te Kayseri’de doğan İhsan Ketin, ortaokulu ve liseyi Kayseri’de yatılı-burslu olarak okudu. Sonrasında Atatürk’ün gelişim için başlattığı yurtdışı bursu için başvuruda bulunan Ketin, bursu kazanıp 1932 yılında Almanya’ya gitti. İki yıllık dil eğitiminden sonra 1934′te Berlin Üniversitesi’nde jeoloji eğitimi almaya başlayan Ketin, Berlin’deki siyasal karmaşa ve hocalarının arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden Bonn Üniversitesi’ne geçti. Ünlü jeolog Hans Cloos’un yanında çalışmalarına devam eden Ketin, 1938 yılında doktora tezini tamamladı ve Türkiye’ye döndü. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Enstitüsü’nde yardımcı doçent doktor olarak göreve başlayan Ketin, o sırada 24 yaşındaydı ve ülkenin doktora yapmış ilk jeoloğuydu. Ülkeye dönüşünün ertesi senesi yaşanan Erzincan deprem felaketi ve 33.000 kişinin ölümü sonucu
1950-51 yılları arasında ABD’ne giden Ketin, dönüşünden kısa bir süre sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne geçti ve iki üniversite arasında uzun sürecek bir rekabeti başlattı. 1942 yılında Bedia Hanım’la yaptığı evlilikten olan ilk çocukları Ali’yi (1943) 1,5 yaşındayken kaybeden Ketin, 1946 doğumlu ikinci oğlu Mehmet’i ise 1969′da apandisiti zamanında teşhis edilememesi ve patlaması nedeniyle kaybettiler. Üçüncü çocukları Ahmet ise inşaat mühendisliği eğitimi aldı ve ABD’ye yerleşti.1999 depremi öncesinde bölgenin yerleşim için uygunsuzluğu ve deprem riski konusunda sayısız kez yetkilileri uyaran Ketin’in uyarıları dikkate alınmadı ve 30.000 kişinin öldüğü Gölcük depremi Ketin’i tekrar ülke gündemine soktu. Ödülleri Onur Üyeliği 1993 Türkiye Bilimler Akademisi, Hamit Nafiz Pamir Hizmet Ödülü 1981 Türkiye Jeoloji Kurumu, Bilim Ödülü 1981 TÜBİTAK, Onur Üyeliği 1984 Londra Jeoloji Topluluğu, İngiltere, Gustav-Steinmann Madalyası 1988 Almanya, Fahri Doktora 1988 Bonn Üniversitesi, Almanya, Onur Üyeliği 1988 Amerikan Jeoloji Topluluğu, ABD, Onur Üyeliği 1990 Bulgaristan.
Bu derginin yayınlanmasında emeği geçen ve vakit ayırarak okuyan herkese teşekkür ederim. Unutmayınız bilgi paylaştıkça çoğalır. Bizler sizlere aracıyız, sizler de sevdiklerinize aracı olabilirsiniz. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu
Kişisel Gelişim Dergisi Kasım 2012 – Sayı: 15
Dergi Tasarım: Ömer ARSLAN Kapak Tasarım: Özlem ÖZTULUM Dergi Koordinatör: Özlem ÖZTULUM
Yazarlar: Özlem ÖZTULUM Taner ÖZDEŞ Mustafa Çay Sezen ÇELEBİ Ümit ÜNKER Çetin ALKAN Hamide ŞİMŞEK Ömer ARSLAN
İletişim: www.facebook.com/kgelisimim www.kisiselgelisimim.com www.twitter.com/kgelisimim
Elektronik Posta: gelisimim@gmail.com