Kişisel Gelişim Dergisi Şubat 2012

Page 1


Merhabalar arkadaşlar, Yine yeni bir sayıyla daha sizlerin karşısında olmanın heyecanını yaşıyoruz ekip olarak. Dile kolay ama altıncı sayımızı yayına veriyoruz. Bu süreçte göstermiş olduğumuz gelişme ise bizi son derece mutlu etmekte. Yazar kadromuz ve tasarım olarak ilk sayıya nazaran çok yol kat ettik ve devam da ediyoruz. Ocak sayımızda aramıza katılan Sevgi Karaca Hanım’ın ardından Uğur Koşar Bey ve Fatih Keşkekçi Bey de bu ve daha sonraki aylarda yazılarıyla bizlerle olacaklar. Aramıza hoş geldiniz diyoruz. Değişen yaşam şartlarıyla insani değerleri ön planda tutmaya çalışan bir çalışma gerçekleştirmek istedik. Ve bu ailenin gün geçtikçe büyüdüğünü görmek bizim adımıza tarifi mümkün olmayan bir mutluluk. Çalışmalarımızı üstteki kendime ait olan fotoğrafa benzetiyorum. Henüz bir tomurcuk, açacak ve güçlü bir dal olacak. Ve bu dal,, yeni filizler verip güçlü dallarla yayılacak. Bir gün geldiğinde gölgesinde insanların faydalandığı ulu bir ağaç olacak. İnancım bu yönde. Mutluluk hayatlarımızdan eksik olmasın, buyrun yeni sayımız sizlerle. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu


İçindekiler: Mucizenin adı: BEN

4

İlişkiler Konusunda Bildiklerim

6

Yaşam mı Yoksa Bizim Onu Algılayışımız mı İllüzyon?

9

Sabrın Sonu Selamettir

11

İpin Ucu Kaçar Bazen Elinizden...

13

Yeni Bir Bilinçaltı Oluşturmak Elimizde Kayıt Yenileme Zamanınız Geldi de Geçiyor Bile!

15

Ben Sana Güzellikler Saçan Bir Çiçeğim, Fakat Sen Kirli Baktığın İçin Beni de Kirlenmiş Görüyorsun!

17

Kalıcı Öğrenme Nasıl Gerçekleşir?

19

Kızgınlık

21

Karşımdaki Kişi ??? Benziyor

23

Geçmişin Limanından Demir Almak

25

Mutlu Olabilme…

26

Duyarız da Üzerine Düşünür müyüz Hiç?

28

Akşemsettin

30


şekilde nakış gibi işlemek gerekir.’’

Mucizenin adı: BEN Atalarımızın söylediği ‘’Bir şeyi kırk kere söylersen o olur.’’ sözünün günümüz itibari çekim yasası ile bağlantısı yadsınamaz. O zamanın insanları bu söze gerçekten inanarak devam etmişler. Peki biz bu sözün ne kadar farkındayız? Çekim yasası her konuda tıkır tıkır işliyor. Ne dersek onu çekiyor, onu yaşıyoruz. Bir kere başarısız olduğumuzda bu hep aynı şekilde sürüp gidecek diye inanıyoruz ve öyle de oluyor. “Eşim ya da sevgilim artık beni sevmiyor, aldatacak diye korkuyorum.” dediğinizde emin olun o oluyor. ‘’Korktuğum başıma geldi.’’ sözü bu yönden çekim yasasıyla birebir ilişkili; çünkü siz fark etmeden her içten sarf edilen söz gerçekleşiyor. Bir mucize gibi görünüyor değil mi? Aslında hiç de öyle değil. Kendi düşüncelerimizle, davranışlarımızla biz başarılarımızı mucize gibi hissediyoruz. ''Sözlerimiz birer altın değerinde, iyi bir

Bu konuda kendimden örnek vermek istiyorum. Senelerdir spor yapan bir insanım ve geçen sene Bilek Güreşi Türkiye Şampiyonası’na girmeye hak kazandım. Yarışmadan birkaç ay önce kollarımda kas zedelenmesi olduğunu öğrenmiştim ağrıdan duramıyordum ama bu benim antrenmanımı çok büyük etkilemedi. Hem doktorumun verdiği ilaçları kullandım hem de ağrılarıma rağmen antrenmanlarıma devam ettim. Ankara’daki rakibim benden güçsüz olduğu için kolaylıkla yendim ve birinci oldum. Türkiye Şampiyonası’na gittiğimde kilomda dünya şampiyonu çok iyi rakiplerim vardı. Onların kazandıklarını gördükçe “Ben yapamam!” diyordum. Hırslıydım ama moral olarak yetersizdim. Dediğim gibi de oldu sadece bir rakibimi yenebilmiştim. Beynime o kısıtlayıcı cümleyi ben verdim. Hâlbuki kazanmamam için hiçbir neden yoktu. Hayatımızda dikkat etmemiz gereken en önemli şey sözlerimiz… Çevremizle kurduğumuz iletişimde karşımızdaki insanın olumsuz düşüncesi bile ister istemez bizi etkiliyor, olumsuzluğa sürüklüyor. Bunu aşmanın en kolay yolu ise ya karşımızdaki insanı kırmadan bu durumu açıkça söylemek, eğer ki olumsuz durumunun farkında olup düzeltmek istiyorsa sizin katkınız bile o an da büyük olacaktır, ya da çevremizde olumsuz düşünen insanlar değişime kısırsa o


insanları anında bırakıp olumlu, pozitif düşünen insanlarla birlikte zaman geçirebilmek sizin adınıza en doğrusu olacaktır. Kurulan çevre çok önemli. Yapıcı, kendini geliştiren, değişime açık bir insan etrafına da her zaman yenilik katar, güzelleştirir. Mucizenin adı daima siz olun. Gücünüzün ve inancınızın ışığını yanınızdan bir an olsun eksiltmeyin.

Özlem ÖZTULUM ozlemoztulum.wordpress.com

Kişisel Gelişimim “İhtiyacımız olan her yerde!”

www.kisiselgelisimim.com


o kişi de size o oranda güven duyar ve açılır. Diğer yandan, kendisine güvenmeyen bir kişi çevresi ile koruyucu duvarlar örer, sürekli savunma halindedir. Etrafındaki kişilerde onun bu hali yüzünden kendini rahat hissetmez. Bu kişiyi, kendisini ellerini sürekli yüz hizasında kenetlemesinden, kollarını göğsünde bağlamasından ve otururken koltuğunda geriye yaslanarak konuşmasından hemen fark edersiniz.

İlişkiler Konusunda Bildiklerim İnsanlar niye rahat ilişki kuramazlar veya kurmak istemezler, hep ilgimi çekmiştir. İnsanların sosyalleşme ihtiyacı kişiden kişiye değişir. Bazı insanlar çok sosyalken, bazıları daha seçici davranırlar. Bana göre ilişki kurmakta en önemli nokta kişinin kendisini sevmesi, kendisi ile barışık olmasıdır. İnsanın kendisine özsaygısı yoksa, kendisini değerli bulmuyorsa, insanlarla ilişkilerinde sürekli tereddüt yaşar. Kendisini başkalarına açarken uzun süre bekler. Niye mi? Kendinizi karşıya açtığınızda karşının hedefi olabilirsiniz; eleştirilmek, küçük görülmek, alay konusu olmak gibi riskleri taşırsınız. Temelde kişinin kendisine özgüven duyması ilişki geliştirmede önşarttır. Kendisine güven duymayan bir kişi, ilişkilerinde daha az risk almak için, dışa karşı kapalıdır. Daha az konuşur, paylaşır, özel bilgilerini çok az insanla paylaşır. Birisi ile samimi mi olmak istiyorsunuz, bunun tek yolu özel konularınızı açmanız ve paylaşmanızdır. Bunun başka yolu yoktur. Siz karşınızdaki kişiye ne kadar güven duyarsanız,

Bir akşamüstü seminerlerime katılan bir okurumla facebooktan benimle görüşmek isteği mesajına istinaden kendisi ile buluşmaya karar verdim. Hikayesi şöyleydi; bu genç bayan Antalya’dan İstanbul’a gelmiş, eşinden ayrılmış ve İstanbul’un zorlu şartları ile mücadele ederken, bir de iş hayatında boşanmış bir bayan olmanın zorluklarını yaşamış. Başarılı ve yetenekli olmasına rağmen ilişki kurma ve yönetme, zor insanlarla baş etme konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığından sürekli sorun yaşamış; bu kendisinin iş hayatındaki başarısını olumsuz etkilemiş. Kendisine bildiklerimi anlattım. Umarım hayatını değiştirmişimdir. İş hayatı veya özel hayat fark etmez. İnsanlarla ilişkilerinizde problem yaşıyorsanız, her ikisinde de aynı oranda sıkıntı yaşarsınız. Bu da kişiyi hem mutsuz yapar, hem de kariyerinde önüne büyük bir engel olarak çıkar. Bazı insanlar çok çalışmalarına ve çabalarına rağmen kariyerlerinde niye yükselemezler? Çevrenize bakın ve bir daha düşünün!

Bu genç bayana kariyerimin başında çok çalışmama rağmen (kendimi başarılı görmeme rağmen) iki kere işten ayrılmak


zorunda kaldığımdan bahsettim. Nedeni basitti. İnsan ilişkileri konusunda bilgisiz olmamdı. İnsanlara değer vermesini bilmiyordum! Şişkin egom ile her şeyi başarabileceğimi düşünmüştüm. Karşımdaki insanlara yeterince ilgi göstermiyor, dinlemiyor ve politik davranamıyordum. Düşündüğümü hiç süzgeçten geçirmeden suratlarına “pat” diye söylüyordum. Bunlar bana iyi bir ders olmuştu. İş hayatında yeteneğiniz ve bilginiz ne kadar iyi olursa olsun, insan ilişkileri konusunda başarılı olmadan yükselme şansınız yoktur! Bu konuda en güzel örnek ülkemizin başarılı isimlerinden Muhtar Kent. Kendisinin Coca Cola’nın en tepesine CEO seviyesine yükselmesindeki en önemli nedenlerinden biri başarılı bir iletişimci, yönetici ve dünya çapında bir sosyal ağa sahip olması ve yönetmesiydi. Bazen gençler bana nasıl başarılı olacaklarının formülünü soruyorlar. Cevabım hep aynıdır. “İnsan ilişkileri konusunda kendinizi geliştirin, geliştirin ve geliştirin...” Karşınızdaki kişiyi kazanmanın en kolay yolu onu “takdir etmektir”. Ne kadar küçük ve önemsiz olursa olsun, her ferdin değişmeyen bir temel ihtiyacı vardır. O da “takdir edilmek” “yani adam yerine konulma ihtiyacıdır. Hepimiz başkalarının bize ihtiyaç duymalarını bekleriz. Goethe şöyle demiş “ Kardeşlerimi Allah yarattı, fakat dostlarımı ben buldum.” Sosyal hayat ancak dostlarla yaşanılırsa, yaşamaya değer. Bu konuda Nüvit Osmay’ın İnsan mühendisliği kitabını tavsiye ederim.

“Dost Kazanma Sanatı” kitabı ile dünyaca meşhur olan yazar ve eğitimci Dale Carniege dost kazanmanın 5 Altın kurallını şöyle sıralamış: 1-Başkaları ile samimi olarak ilgilenin 2-Gülümseyin 3-Bir insan için bütün dillerde en güzel kelime kendi ismidir. 4-İyi bir dinleyici olun ve karşınızdakini kendisinden bahsetmeye teşvik edin 5-Karşınızdakini ilgilendiren konulardan söz açın Bu konularda kendimden örnekler vermek isterim: Benim kendimde gördüğüm en önemli özellik, insanlarla çok hızlı bir şekilde ilişki kurabilme kapasitem. Yeni tanıştığım bir kişiye 10 yıllık dostum gibi samimi ve açık davranabilirim. Bunu nasıl mı yapıyorum? Her davranışın altında inanç ve düşüncemiz yatar. Her tanıştığım insandan bir şeyler öğrenebileceğimi düşünürüm. Bu kişi bir ayakkabı boyacısı, bir taksi şoförü, berberim, şirketimizde yerleri silen kişi olabilir. Benim için her insan değerlidir, kıymetlidir. Önemli olan o kişinin kendisine ait bir dünyasının olması, onun dünyasını merak etmem. İnsanları sahip oldukları ile ünvan ve statü ile değerlendirmem. İnsani değerleri ile değerlendiririm. Bu merak ve öğrenme isteği beni yeni insanlarla tanışma konusunda motive eder. Gülümsemek, ben hep gülümserim, her zaman gülümserim. Sanırım gülümsemek içten gelen mutluluk duygusu. Ben kendimi şanslı ve mutlu hissederim. Mutsuz mu


oldum? Hemen nelere sahip olduğumu düşünürüm. Türkiye’de nüfusun yüzde on ikisinin sakat olduğunu düşünmek, ne kadar şanslı olduğunuz için iyi bir nedendir. Gülümsemiyorsanız, aynı karşısında eksersiz yaparak suratınızı alıştırmak suretiyle gülümseyebilirsiniz. Gün boyu karşınıza bir ayna koyun ve ara sıra bakın. Suratınız genelde nasıl? En sevdiğim sözler “Ayakkabım yok diye üzülürken, ayağı olmayan birisini gördüm.” “Yağmuru sevmezdim, ta ki yağmurda mutlu insanları görene kadar.”

Konuşurken insanların adını sürekli dile getirerek dikkatlerini çekebilirsiniz. İsim hatırlama konusunda oldukça kötüyümdür. Bununda sebebini öğrendim. Herkese aynı ilgiyi gösteremiyordum. Bu da isimlerini unutmama neden oluyordu. Artık tanıştığım insanların adlarını birden fazla tekrar ederek (konuşurken kullanmak suretiyle) unutmamaya çalışıyorum. Ayrıca, muhakkak öğrendiğim yeni isimlerle bir ilişki kurarak ismi unutsam bile neyle eşleştirdiğimi düşünerek hatırlamaya çalışıyorum. Burada temel kural karşıya ilgi göstermek! Karşınızdakini dinlemek dünyanın en zor işi. Bunu başarabilirseniz birçok dostunuz olur. İnsanların sizi dinlemesini mi istiyorsunuz? Onları can kulağı ile dinleyin. Dinlerken soru sorun . Yargılamadan ve önyargısız dinleyin. Alçakgönüllülük ile dinleyin. Merak ederek dinleyin. Beden dilinizle karşıya ilginizi gösterin. Dinlemek iletişimde ve satışta en önemli meziyet. Dünyanın en iyi artisleri en iyi konuşan değil, karşıyı dinlerken en iyi rol yapan aktör ve aktrisler!

İnsanların ilgisini çekmek mi istiyorsunuz, onların hobilerini bulun ve konuşun. Satışta kullandığım en önemli ilişki kurma yöntemi soru sormak ve müşterimin hobilerini bulup konuşturmaktır. Ama ilgili, merak ederek, içten, samimi. Bu konuda rol yaparsanız, işe yaramaz. Hobiniz yoksa hobiden konuşamazsınız. Çok okumalısınız, her konuda okumalısınız, gezmelisiniz, kültürel faaliyetlere katılmalısınız, yeni insanlarla tanışmalısınız, gündemi, trendleri, dünyayı yakından takip etmelisiniz. Aksi takdirde, sıkıcı bir kişi olursunuz. İnsanlar sizle konuşmaktan, zaman geçirmekten sıkılırlar. İş dışında konuşacak konusu olmayan insanlar hep canımı sıkarlar. Ne mi konuşacaksınız? Gittiğiniz yeni yerleri anlatın. Son gittiğiniz filmi, okuduğunuz kitabı, gittiğiniz restoranı, işinizi anlatın ..Dün akşamki maçı konuşun, şaraptan, tenisten bahsedin.. Bir noktada her insanın en keyif aldığı konu hobilerinden bahsetmektir. Sevgilerimle,

Taner ÖZDEŞ Satış ve Pazarlama Uzmanı www.tanerozdes.com


Aslında illüzyon olan yaşamın kendisi değil bizim onu algılayışımızdır. İllüzyonları aşmak, matriksten çıkmak ve özgürleşmek için güzel bir yaşama sahibiz ve yaşam tektir. Başka bir yaşamda aydınlanacağını, zihnin tutsaklığından özgürleşeceğini ummak tam bir yanılgıdır. Yaşam sonsuzdur ve insan boyutlararası bir varlıktır. Önemli olan bunu idrak etmek ve yaşamını bu farklılıkla deneyimlemeye başlamaktır. Yaşam mı Yoksa Bizim Onu Algılayışımız mı İllüzyon?

Birçoğu aydınlanmayı olağanüstü deneyimler yaşamak, yerden havalanmak, astral seyahatler yapmak, bir şeyleri tezahür ettirmek gibi sıra dışı güçlere sahip olmak olarak görmek istese de aslında aydınlanma süreci sonu olmayan bir yolculuktur ve her an sıradan gibi gözüken deneyimleri olağanüstü hale getirmektir. Zihnin ötesine geçmek ve her şeyi OL'duğu muhteşemliğiyle deneyimlemektir. Zihnin ötesine geçmek önemlidir çünkü zihin doğası gereği yargılarla çalışır. İyi ve kötü, doğru ve yanlış, başarı ve başarısızlık ve bunları uzatabiliriz. Karşıtlar zihnin var olmasının kaynağıdır. Zihin dünyasında yaşadığımızda zihnin yargılarının tutsağı oluruz ve zihnin ötesindeki o sonsuzluğu, oluş halini deneyimleyemeyiz. Zihnin dünyası sınırlıdır.

Devamlı bir şeyler yapman gerektiğini söyleyen zihninin hâkimiyetindeysen OL'uşu kaçırırsın tabii ki sana rehberlik etmeye çalışan muhteşem ve en sadık yol gösterici olan iç sesini de duyamazsın. Onu duyman için zihnin yayın yaptığı parazitsel frekanstan sessizliğin frekansına geçmen o yayın bandına kendini uyulmaman önemlidir. Bunun da en önemli belki de tek yolu meditasyondur. Yaşamımızda belirli bir sonuca aşırı odaklanmak iç sesimizin, yönümüzü daha güzel bir yola çevirmemiz için verdiği sinyalleri duymamızı engelleyebilir. Hatta sonuca aşırı bağlanmak bu sinyalleri yolda ilerlerken başlı başına engel olarak görmemize bile sebep olabilir. Ruh her şeyi bilir yeter ki zihin onunla uyumlansın. Herkese ruhun sonsuzluğunu deneyimlemeye başladığı huzur dolu anlar diliyorum. Sevgiyle kalın.

Bütün mistiklerin ve kadim bilgilerin dile getirdiği "Yaşam bir rüyadır, İllüzyondur." tanımını ben biraz daha zenginleştirmek istiyorum:

Erim ERGÜN Yaşam Koçu & Mentor www.erimyasamkoclugu.com


KiĹ&#x;isel GeliĹ&#x;im

www.facebook.com/kgelisimim


büyümesini dilemezsiniz. Onun bir zamana ihtiyacı vardır. Bir inşaata beton dökülür ve beton kurumadıkça üst katlara geçemezsiniz. Yaşamda aşmamız gereken zorluklar vardır ve bazen bu zorlukların geçmesi için biraz zaman gerekebilir.

Sabrın Sonu Selamettir Kadıköy-Bostancı dolmuşlarından birinin arkasında görmüştüm bu yazıyı. Genelde dolmuşların arkasında, “Babam sağ olsun”, “Liselim”, “Tek rakibim THY” yazar. Ama bu yazı ile şoför, dolmuşçular tarihinde bir çığır açmış. Çünkü genelde dolmuşların arkasında insanı kanser edecek türden çilekeş yazılar yazılır. Siz hiçbir dolmuşun ya da kamyonun arkasında, “Ânı yaşa”, “İmkânsız Yoktur” ya da “Şimdi değilse ne zaman?”, “Fırsatlar otobüs gibidir, biri gider biri gelir.” gibi bir yazı gördünüz mü? Bunun yerine, “İstedim vermediler.”, “Kışın güneşine, kızın gülüşüne aldanma.” gibi yazılar vardır. Yürüyen bir acı ve hüzün okuludur dolmuş ve kamyonlarımız. Ama bu yazı benim hoşuma gitti, “Sabrın sonu selamettir.” Sabretmek, katlanmak zorunda olduğumuz zaman içerisinde bize çok ağır ve yorucu bir süreç gibi gelir. Ama meyveleri çok tatlıdır. Bir tohumu ektiğiniz zaman hemen

Hani, yola çıkmadan önce fırtınanın dinmesini beklemek gibi. Şu anda yaşamınızda bazı konularda fırtınalar olabilir. Ama fırtına dinecektir. Sadece gözünüzün önünde duran kar tabakasına değil, onun sonunda parlayan güneşe odaklanmalısınız. Bebek dünyaya gelmek için dokuz ay beklemek zorundadır. Annesi, doktora gidip de, “Ben çok sıkıldım beklemekten, iki aylık oldu yetmez mi?” diyemez. Her şeyin bir zamanı vardır. Bir bebeğin ne zaman doğacağını ya da bir buğdayın ne zaman filizleneceğini deneyimlerden dolayı biliyoruz. Ama söz konusu yaşamımızdaki gelişmeler, hayallerimiz, hedeflerimiz olunca, bu süre kişiden kişiye farklılık gösteriyor. “Ben ne zaman kendime güveniyor olacağım?” sorusunun net bir cevabı yoktur. Bazıları bir günde, bazıları birkaç yılda bunu başarır. Bu zamanı bilemiyoruz ve o zaman gelinceye kadar, kendimizi güçlü tutmaya ve kısa bir süre sonra istediğimiz şeye kavuşacağımıza inandırmamız gerekiyor. Söz konusu başarmak istediklerimiz olunca, hepimizde, “hemen olsun bitsin” gibi bir telaş oluşuyor. Bir çiftçi, tohumu ektiği anda hemen başında nöbet tutup, “Hadi hemen büyü” diye bekler


mi?

Beklerken bir çay alır mıydınız efendim?

Yaşamda istediklerimiz konusunda bu çiftçinin düştüğü hataya düşmemeliyiz.

(Mutsuz Olmak Günahtır Kitabından Yazarın İzni İle Alıntıdır.)

Eğer istediğimiz her şey, anında gerçek olsaydı, bir zaman sonra bundan da sıkılırdık. Beklemekle geçen zaman, istediğimiz pidenin hazırlanıp fırına sürülmesiyle geçen zaman gibidir. Bazı yemekler hemen pişer, bazıları ise saatlerce ocakta kalmalıdır. Beklerken geçen zamanı da verimli değerlendirmelisiniz.

Siparişiniz nasıl olsa gelecek. Bunun için acele etmeye ne gerek var?

Mustafa ÇAY NLP Master Trainer & Yaşam Koçu www.mustafacay.com


Ayrılıklar mı? Ölüm mü? Yoksa çaresizlik mi? Güldüğünüz kitaplardan mı mutlu olursunuz yoksa ağladığınız kitaplardan mı? Sizin hayatınız bir kitap olsa, bu kitap sıradan bir kitap mı olurdu; yoksa herkeste izler bırakabilecek bir kitap mı? Bir gününüzü diğerinden ayıran nedir? Sadece takvim mi? Bu yazıyı okurken, tam da burada düşünmeye başladınız mı? Yoksa hayatınıza dair hiç bir şey gelmedi mi aklınıza. Gelmiş olmalı. İpin Ucu Kaçar Bazen Elinizden... Ya tutunduğunuz şey sizden uzaklaşmaya başlar. Ya da siz tutunduğunuz şeyden uzaklaşmaya başlarsınız. Sanki dipsiz bir kuyu vardır ve ipin ucundaki elinizden kayar gider... Böyle zamanlarda bir başına kaldığını düşünür insan. Hayatın anlamsızlaştığını, yaşamaya değer olmadığını düşünür durur. Çoğunlukla isyan eder yaşama ve yaşamına. İçsel konuşmalarında Tanrı’ya hep aynı soruyu sorar : "Beni neden yarattın Tanrım? Acı çekmek için mi? Herkes bu kadar mutluyken ben neden mutsuzum?" Hayata küskünlük bazen yılarını alabilir insanın.

Geçenler de bir yazı okumuştum. "Hayatın kitap olsa, o kitabı sever miydin? Senin başucu kitabın olur muydu? Konuşurken yazarken onu referans alır mıydın? Yoksa görmezden gelir, inkâr eder, utanır mıydın ?" diyordu. Size göre iyi bir kitap, nasıl bir kitaptır? Kalın olması yeterli midir? Kısa olduğu için sinirlendiğiniz ve keşke daha uzun olsaydı dediğiniz kitaplar yok mudur? İyi bir kitapta sizi en çok ne etkiler? Mutlu anlar mı?

Zamanın akışına bırakmıştır çoğu kişi yaşamlarını. Birbirine benzeyen, sıradan yaşamlar... Değişim hiçte zor değildir aslında. "Bir nehirde iki kere yıkanılmaz." derdi hocalarımız, oysa bırakın nehirde yıkanmayı, nehri görmeyeli bile uzun zaman oluyor.

Hayatta tutunduğunuz dallar olmalı. Sizi yarına taşıyacak dallar. Tutunduğunuz dal sayısı, mutlu anlarınızla doğru orantılıdır. Her dalın bir ucu içinizdeki sevgidir. Dalın gücünü belirleyen içinizdeki sevginin gücüdür. Yaşamda birçok dipsiz kuyu vardır. Birinden çıkar, birine düşer insan. Düştüğünüz zaman, yeni bir dal gereklidir kuyudan çıkmak için. Sizi kuyudan çıkaracak dallar olmalıdır. Ve bu dallar kopmayacak güçlü dallar olmalıdır. Kırılan dalın arkasından bakmamalı, üzülmemelidir insan. Olmuyorsa olmuyordur. Fazla zorlamamak gereklidir olmayan şeyleri. Anadolu da güzel bir laf vardır. Bir şey olmadığında "Hayırlısı..." "Bunda da bir hayır var." Tam da böyle bir şey söylemek istediğim. Olmuyorsa, onun elinden kayıp gitmesini bekleme. Gerekirse sen aç elini, Bırak gitsin... Çevrende ki tek dal o değil ki... Fayda getirmeyen zarar getirir. Faydası


olmayanı çıkar hayatından. Hep derler ya pozitif düşünmeye çalışmayın. Ben aksini söylüyorum. Pozitif düşünmeyin, sadece negatifleri çıkartın hayatınızdan. Negatifleri bırakın gitsin.

oluşmasına yardım edecektir. Bana göre insanın iki şeye ihtiyacı vardır: Okyanus kadar büyük inanç alanları ve çevresini sarmış pek çok dal... Dilerim çevreniz, bırakın dalları, büyük ormanlarla çevrilir.

Bir bardak su çabuk kirlenebilir. Bir şeker tadını değiştirebilir bir bardak suyun. Okyanusa atılacak bir şekeri anlamanız mümkün değildir. Okyanuslar gibi inanç alanlarınız olmalı. Temizleneceğiniz yer orasıdır çünkü. Zihin banyonuzu yapacağınız yer orasıdır. Zihninizi temizlerseniz, hayatınızda ki diğer dalları fark edersiniz. Olumsuzluklardan arınan zihin, başka dalları kendine çekecek, yeni dalların oluşmasını sağlayacak ve eski dalların daha güçlü

Mutlu ve Sağlıcakla Kalın…

Siran KALELİ Psikolojik Danışman

www.sirankaleli.com

Kişisel Gelişim / Twitter

www.twitter.com/kgelisimim


yardımsever davranırız. Ne yaman çelişki değil mi? Kendimize, başkalarına ve hayata dair inançlarımızı ailemizden, arkadaşlarımızdan ve dış dünyadan aldığımız mesajlar şekillendirir. Belirli bir düşünce tarzında düşünmeye koşullandırılırız ve bu düşüncelerle yoğruluruz. Sanırız ki bu düşünceler tamamiyle bize ait, onları değiştirirsek başka biri oluruz. Aslında onlar bize yüklenen kayıtlarımız, yani BİLİNÇALTIMIZ. Yeni Bir Bilinçaltı Oluşturmak Elimizde Kayıt Yenileme Zamanınız Geldi de Geçiyor Bile!

Sevgili Kişisel Gelişim Okurları; Her çocuğun iyimser doğduğunu ama ergenlikten sonra karamsar olduğunu söylüyor bilim adamları. Çocuklarımıza ne yapıyoruz ki onları karamsar hale getiriyoruz? Anne karnından başlayarak doğduğumuz andan itibaren dış dünyadan milyarlarca mesaj alırız, bilinçaltımız kaydeder onları. Sıkı durun, on sekiz yaşına kadar ancak yirmi olumlu mesaj yükleniyor bilinçaltımıza. Diğer mesajlar ise olumsuz mesajlar. Bu kadar olumsuz mesaj yüklü bilinçaltımızla karamsar olunmaz da ne olunur? Beni derinden etkileyen bir cümleyi paylaşmak istiyorum Liberetto'nun yazarı W.S.Gilbert'ten: “Kendime ait ne zavallı fikirlerim olduğunu tahmin bile edemezsiniz ve bunların ne kadar azını hak ettiğimi. En çok kendimize kızarız, en çok kendimize küseriz ve çoğu zaman yerden yere vururuz kendimizi ve kolay kolay affetmeyiz. Oysa başkalarına karşı, kendimize karşı olduğumuzdan daha nazik ve daha

Hiç bir anne-baba çocuğuna kötülük yapmak istemez. Keza çevremizdeki yakınlarımız, öğretim gördüğümüz eğitim kurumları bizleri iyi yetiştirmek için çabalarlar. Ancak, sahip olamadığımız bir şeyi başkalarına veremeyiz. Dolayısıyla onlara kızmak çözüm değildir, bilmiyorlar, bilselerdi yaparlardı diyorum. Geçmişimize takılmak yerine çözüm üretmek ve uygulamak en doğru yoldur. Bizler hayatımızın kontrolü elimizdeyse güven duyarız ve yaşamaktan haz alırız. Ama yaşam kontrolümüzü başkalarının eline verdiysek bize sadece arkamıza yaslanıp uzaktan seyretmek kalır. Siz de yaşamınızın kontrolünü elinize almak ve kendi istediğiniz yaşamı kurmak istiyorsanız, ilk adım olarak bilinçaltınıza neler yüklendiğini tespit etmekle başlayabilirsiniz yolculuğunuza. Tabi ki bir davranışı değiştirmek, olumsuz düşüncelerin yerine olumluları koymak ve olumsuz inançları aşmak bir süreçtir ve zorlukları vardır. Bunu birebir yaşayan biri olarak en iyi bilenlerdenim. Eğer kararlıysanız, eski halinize dönmek istemiyorsanız sizi kim durdurabilir ki? Çoğu zaman kendimiz hakkında olumsuz


şeyler düşünürüz. Kendimizi değersiz, kötü, aptal, sevimsiz ve güzel hissetmeyiz çoğu zaman. Temel inançlarımız yani ÇEKİRDEK İNANÇLARIMIZ, başarısız, kötü ve değersiz olduğumuzu hissettiren kendimiz hakkında vardığımız sonuçlardır aslında. Onlar bize yüklendiler, çalışmaya başladılar ve sanki bilgisayarın arka planında sürekli çalışan ve bilgisayarımızı yavaşlatan virüslü programlar gibi bizi de yavaşlatan programlar oldular. Neden bilgisayarımızı yavaşlatan programları temizlemede geç kalmıyoruz da, bizi yavaşlatan, motivasyonumuzu tüketen ve engelleyen ÇEKİRDEK İNANÇLARIMIZ için hiç bir şey yapmıyoruz? Yanıt çok basit, kendimizle yüzleşmekten korkuyoruz da ondan.

Siz kendinizle yüzleşerek, olumsuz düşünce ve davranış kalıplarınızı fark edip, onları silerek yerlerine olumlu düşünceler yükleyip olumlu davranış kalıplarına dönüştürmek istiyor musunuz? Kendinizle yüzleşmeye hazır olmak için şunları yapın: sevdiğiniz bir müziği açın ve şöyle rahat bir yere oturun. Üç kere, dörde sayarak gerçekten derin bir karın nefesi alıp içinizde dörde kadar tutun ve sekize kadar sayarak yavaşça verin nefesinizi. Ve samimi olarak kendiniz sorun:”Gerçekten değişmek istiyor muyum? KENDİ GERÇEK ÖZÜM'e ulaşmak ve kendi istediğim hayatı yaşamak istiyor muyum? Yanıtınız evet ise değişime yolculuğunuz ilk kıvılcımı almıştır. Ateşlemeyi sürdürmek tamamen sizin kararlılığınıza bağlıdır. Bu ilk kararınızı ve değişim için alacağınız kararları yazacağınız bir KARAR DEFTERİNİZ olsun derim. Winston Churchill şöyle diyor:”Kötümser her

fırsatta bir güçlük, iyimser her güçlükte bir fırsat görür.” İyimser ve kötümser arasındaki fark ancak bu kadar iyi anlatılabilir. Bazı araştırmacılar, iyimserlik ve kötümserliğin genetik olduğunu söylerken, günümüze yakın yapılan araştırmalar da iyimserlerin daha avantajlı olduğunu gösteriyor. Herkes de bilir ki kötümserlik oldukça yorucudur ve enerjimizi tüketir. Ve iyi haber de, kötümserliğe mahkûm olmayacağımız ve iyimserliğin öğrenilebileceğidir. Ben iyimserlik yolculuğumu, karamsar olmaktan bıktığıma karar vererek başlatmıştım. Sevgili dostlar bu ilk adımımızdır değişim ve dönüşüm için. KENDİ GERÇEK ÖZÜNÜZ'e ulaşmak için yapacağınız yolculuğunuz aynı zamanda sizi karamsarlıktan iyimserliğe dönüştürecektir. Sadece güçsüz yanlarınıza odaklanma alışkanlığınızı bırakıp güçlü yanlarınıza odaklanmayı, yani bardağın dolu tarafına bakabilmeyi nefes almak kadar otomatikleştireceğiniz zor ama keyifli bir süreçtir. Bunu eski bir karamsar söylüyor, yabana atmayın derim. Gelecek yazımda başlattığınız değişim ve dönüşüm sürecinde KENDİNİ SEVME ve KABUL üzerinde duracağım. Sevgiyle bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle… Sevgi Karaca Yaşam ve Eğitim Koçu

www.sevgikaraca.org twitter.com/SevgiKaraca E-mail: sevgi@sevgikaraca.org


duyamıyorsun Henüz senin içinde bir sevgi tohumu filizlenmemişken, aldığın her solukta ciğerlerin yanacak kadar bu yaşama kırgınsan, yüreğini kapatmış ve hayata sadece gözlerin ile bakıyorken; sevgiyi tüm hücrelerinde hissederek nasıl yaşayacaksın?

Ben Sana Güzellikler Saçan Bir Çiçeğim, Fakat Sen Kirli Baktığın İçin Beni de Kirlenmiş Görüyorsun! Soruyorsun: UK. Sizce biz büyüdük diye mi kirlendi bu dünya?

Bu sadece zehirli bir bakış açısı. İnsanları izliyorum, çoğu "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" düşüncesi içinde. Bir çocuk için bu dünya muhteşem bir potansiyel, coşku ve enerji alanıdır öyle değil mi?O halde kirlenen senin bakış açından başka bir şey değildir, kirlenen senin zihnindir, senin içinde akan bir ırmak ancak senin içsel konuşmaların kirliyse bir bataklığa dönüşür. Dışarıdan senin içine işleyecek hiçbir şey yoktur, vaki olan her şey senin içinde tezahür eder. Ve senin bakışların bu kadar kirli ise güzelliklerin tohumunu nasıl görebilirsin? İçindeki dünya sana şöyle sesleniyor: Ben Sana Güzellikler Saçan Bir Çiçeğim, Fakat Sen Kirli Baktığın İçin Beni de Kirlenmiş Görüyorsun! Ancak zihnin o kadar kalabalık ki, içinde o kadar çok gürültü var ki; sen yüreğinden süzülen bu mırıltıları

Ve sen bu dünyanın kirli olduğunu söylüyorsun. Ben de sana diyorum ki: Senin dünyaya baktığın pencere kirli ise yaşamın renkli çiçeklerini çamur görürsün!

Bu dünyanın sen büyüdüğün için kirlendiğini düşünüyorsun. Hayır, büyüyen sen değilsin. Sen bu dünyaya bir varlık olarak geldin, ruh olarak geldin senin merkezin öz benliğindir ve o hep aynı kalacaktır. O sadece olgunlaşır, onda büyüme ya da küçülme olmaz, o halde büyüyen nedir? Büyüyen senin egondur, doğumundan bu yana toplum tarafından sana empoze edilen ve üzerinde kişilik oluşturan sahte benliğin büyür ve o büyüdükçe hayat daha çok karmaşık hale gelmeye başlar. Sen artık kendinden uzaklaşmışsındır, merkezden uzaklaştığın anda güzelliğin yuvasını terk ettin demektir, huzurun yuvasını bıraktın, sevgi evini terk ettin demektir. Anlıyor musun? O halde sen değil, egon büyüdükçe bu dünya sana kirli gözükmeye başlar. Sana “Kirlenen senin düşüncelerinden başka bir şey değildir” derken, anlatmak istediğim budur. Ve her şeyin içinde mutlak sevgi vardır. Sevginin içinde var olmadığı hiçbir şey yoktur,


o her duygunun, her olayın ve her anın içinde mutlaka vardır. Ve o derinlerdedir, o asla yüzeyde bulunmaz, onun tatlı bir sıcaklığı vardır ve derinlere indiğinde o sıcaklığı hissetmen kaçınılmazdır. Karşına çıkan her şeyin yüce olandan, yaradan tarafından gönderildiğini idrak ettiğinde bir anda huzur varlığından yükselerek tüm benliğini saracaktır. Her şey olması gerektiği için olur. Hatırla! Sen çocukken kumsalda saatlerce oturur kumdan kaleler yapardın. Dalga vurur ve yosunlar senin kalelerine bulaşırdı, onları kirletirdi, başka bir dalga vurur ve senin saatlerce emek vererek yaptığın kalelerini bir anda yok ederdi ve sen sadece gülümserdin, sonra başka bir kale yapmaya koyulurdun.

O zamanlar yıkıcı ve yapıcılığın yaşamın içinde var olduğunun farkındaydın, bu farkındalık ile yaşam ile birlikte akıyordun. Sen o zaman saf masumiyettin. Şunu izle! Bir çocuğun gelecek ile ilgili kaygıları yoktur, çünkü onun planları hiç olmamıştır ve bir çocuğun geçmiş ile ilgili pişmanlığı da yoktur, o sadece anın içinde varoluşunu yaşamaktadır. O güldüğü zaman tüm varlığı ile güler ve o ağladığında tüm varlığı ile ağlar. O yemek yerken yemek, heyecanlanırken heyecanın kendisi olur! O doğduğunda olmuş olarak dünyadaki yerini alır ve sonradan toplum onu parçalara ayırır, o artık bölünmüştür, o artık sahte benlik sahibidir ve sahte benlik bilinci ile birlikte sorunlar onu takip etmeye başlar.

Bir çocuk kin tutmaz, onun affetmeme gibi bir sorunu yoktur, bir çocuğun tüm enerjisi kendine dönüktür. Ve sen bir çocuğu asla yerinde durduramazsın. O tam enerjidir, o bölünmemiş enerjidir, onun enerjisi kendine doğru akmaktadır. Bir çocuk özgür olmak için uğraşmaz, çünkü o özgürlüğün kendisi olduğunun farkındadır. O özgürlüğün içinde açan bir çiçektir. O mutlu olmak için amaçlara sığınmaz, zaten mutluluğun kaynağıdır. Varoluşun sadece pozitif yanını görmek yaşamın bütünlüğünü kabul etmemektir, yaşamın sadece bir parçasını görmek büyük bir enerji kaybıdır, o zaman akış gerçekleşmez ve yaşam nehrinde akış durduğu anda tıkanmaya başlarsın. Diğerlerini de sevgi ile kabullendiğinde bütün güzellikler önüne serilir, sen artık bütün olmuşsundur, yaşam olmuşsundur, o an var oluşun şarkılarını duymaya başlarsın. Ve sen küçükken şarkılar söylüyordun, seni kimse anlamıyordu; fakat sen mutluydun, anlayış beklemiyordun, kabullenmek beklemiyordun, tasdik beklemiyordun. Kendi merkezinde olan bir varlığın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, o zaten yaşamın kendisidir! Sen saf güzelliksin, saf sevgisin, saf aşksın, saf masumiyetsin. Sen bu dünyaya çocuk olarak gelir ve çocuk olarak gidersin, arada geçen zaman sadece vaki olmuştur, onun bir gerçekliği yoktur!

Uğur KOŞAR www.ugurkosar.com www.facebook.com/ugurkosar


ögeler bu gruptaki insanların öğrenirken sıkça tercih ettikleri ögelerdir. İşitseller, ses ve müziğe karşı duyarlıdırlar ve genelde çok kişiyle anlatıma dayalı ders çalışmayı tercih ederler. Bu gruptaki insanlar dil konularında daha kolay başarılı olurlar. Dokunsallar, ellerini kullanabildiklerinde daha kolay öğrenmektedirler. Açık hava ve laboratuvar gibi uygulama alanlarının olduğu, ellerini kullanabilecekleri yerlerde çalışmaktan zevk alırlar. Kalıcı Öğrenme Nasıl Gerçekleşir? İnsanoğlu yaşamının her evresinde sürekli yeni bilgiler öğrenmektedir. Yapılan araştırmalar öğrenilen bilgilerin %83ünün görme, %11inin işitme, %3,5inin koklama, %1,5inin dokunma ve %1inin de tatma yoluyla öğrenildiğini göstermektedir. Zaman zaman yeni öğrendiğimiz bilgileri kısa süre sonra hatırlamakta güçlük çektiğimizi fark ederiz. Böyle durumlar için öğrenmenin tam anlamıyla gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Öğrenmenin etkili gerçekleşmesi için kişinin duyu organlarına gelen uyarıcılara dikkat etmesi, yeni gelen bilgileri seçerek kısa süreli belleğe aktarması, kısa süreli belleğe gelen bilgiler arasında ilişki kurarak gruplaması ve son olarak da kısa süreli bellekteki bilgiler ile uzun süreli bellekteki bilgiler arasında ilişki kurarak yeni bilgi ile eskileri birleştirmesi gerektirmektedir. Yapılan araştırmalara göre insanlar görsel, işitsel ve dokunsal olmak üzere üç temel gruba ayrılmaktadır. Görseller, yeni bilgiler öğrenirken görsel materyaller kullanmayı tercih ederler ve düz anlatımdan çabuk sıkılırlar. Resim, grafik, şema gibi görsel

Kalıcı öğrenmenin gerçekleşmesi için öğrenme stratejilerinden yararlanabiliriz. Öğrenme stratejilerini temel olarak 3 ana grupta toplayabiliriz. 1)Dikkat stratejileri: Okunan metinde önemli görülen yerlerin altının çizilmesi veya üstünün fosforlu kalemle çizilmesi dikkati artıran etmenlerdendir. Ayrıca önemli görülen konunun metnin yanına ufak notlar halinde yazılması da dikkati artıran etmenlerdendir. 2)Tekrar stratejileri: Öğrenilen bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe alınmasında sistematik tekrarın önemli bir yeri vardır. Sistematik tekrarla öğrenilen bilgi uzun süreli belleğe aktarılırken bir yandan da bilgiler zihinde canlı tutulur. Yapılan araştırmalar gelişigüzel tekrar yerine sistematik tekrarın kalıcı öğrenmeye katkısı olduğunu göstermektedir. Sistematik tekrar öğrenilen bilginin önemine göre günlük, haftalık ve aylık olarak yapılmalıdır.

3)Anlamlandırmayı artıran stratejiler: Öğrenilen bilgiyi anlamlandırmak bilginin uzun süreli belleğe aktarılmasında önemli bir


rol oynamaktadır. Yeni öğrendiğimiz bilgiyi anlamlandırmak ve uzun süreli belleğe aktarmak için öğrenilen bilgiyi ya eski bilgilerimizle ya da bizim için önemli olan şeylerle bağdaştırabiliriz. Düşünmeye yönelik yapılan eylemler de anlamlandırmayı artırmaktadır. Örneğin, insanın kendi kendine soru sorup cevaplaması veya başkalarıyla soru-cevap yapması var olan bilgiyle yeni bilginin ilişkilendirilmesinde ve öğrenilen bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılmasında, dolayısıyla kalıcı öğrenmenin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynar. Diğer anlamlandırmayı artıran stratejilerden bazıları gruplama, not alma ve şemalaştırma stratejileridir. Öğrenilen bilgilerin benzerliklerine göre gruplanması, kendi cümlelerimizle not alınması ve düzgün bir şekilde şemaya dökülmesi bilgilerin anlamlandırılmasında etkin rol oynamaktadır. Bu basit ama etkili stratejiler öğrenilen bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılıp kalıcı

öğrenmenin gerçekleşmesinde son derece önemlidir. Öğrenmenin gerçekleşmesinde esas olan çok çalışmaktan ziyade etkili çalışmaktır. Etkili çalışılmadığı takdirde çok çalışmak kendimizi yormaktan başka bir şey ifade etmeyecektir. Doğru şekilde çalıştıktan sonra çok tekrar yapmak öğrenilen bilgilerin kalıcı olmasını sağlayacaktır. Öğrendiğiniz her bilginin kalıcı olması dileğiyle, iyi çalışmalar.

Tayfun SOYLU tayfunsoylu@windowslive.com

Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder. Doğan Cüceloğlu


solumaya başlarsınız ve aklınızdan bir yığınla düşünceler geçer “Acaba cevap verse miydim ona ya da şöyle dersem benden soğur muydu?” gibi.

Kızgınlık “Başkalarına senin olmalarını istediğin gibi olmadıkları için kızma, daha kendin olmak istediğin gibi olamadın.” (Tomas A.Kempis) Kızgınlık duygularının kırılması, yapılan davranışa karşı verilen aktif bir tepkidir. Kızgınlık karşımızdaki kişiyle kavga etmeden haddini bilmesi gerektiğini hatırlatır. “Hareketlerin beni rahatsız ediyor seni son kez uyarıyorum. Sözlerine dikkat et kalbini kırarım.” Bu dikkat et beni rahatsız ediyorsun demek anlamına gelmektedir. Acaba kızgınlığı hayatımızda doğru dile getirebiliyor muyuz yoksa getiremiyor muyuz? Kızgınlık duygusunu sağlıklı bir şekilde yaşarsan kendi sınırlarını başka kişilere karşı rahatça belirlersin. Doğru kullanamazsak, o zaman ya çok saldırgan oluruz ya da kızgınlığımızı insanları kırmamak adına içe dönük olan pasif kızgınlık olarak yaşayıp herkesin sınırlarımızı ihlal etmesine izin veririz. Kızgın olmak ve korku duymak birbirleriyle yakın duygulardır. Düşünün korktuğunuz ya da kızdığınız zaman nasıl hissedersiniz, kalbiniz hızla çarpar, kızarırsınız, hızla

Bir kitap okumuştum bundan birkaç sene önce, kızgınlığını sağlıklı ifade edemeyen kişilerde tiroit bozukluğu olurmuş. Çünkü boğaz kendini ifade etme merkezi olduğundan dolayı. Gazetelerin 2.sayfa manşetlerini süsleyen nice bu duruma benzeyen haberler yok mu? Yıllardır kocasının yaptığı onca hakarete ve dayağa dayanamayıp kocasının bıçaklayarak öldürdü gibi… Kızgınlığı başka yönlerden de ele alabiliriz. Küçüklüğünde yaşadığı olaylardan ötürü erkeklerden nefret eden bir bayan yetişkin olduğunda duyduğu his ile erkeklerin hepsine karşı kızgınlık ve korku hissetmesi ya da küçüklüğünde annesinin ilgisiz davranışlarından dolayı sevgi yoksunu büyüyen bir erkek ileriki ilişkilerinde aynı şekilde terk edilme korkusu ve kızgınlığıyla evlenmesine rağmen hep terk eden taraf o olur. Aklınca kadınlardan intikamını alıyordur.

Bazı anlarda ise kızgınlığımızı bastırırız: uyuşturucu, alkol, sex gibi… Oysa bastırılmış korku bizi daha da öfkelendirir ve bunlar sadece o an için iyi gözüken yöntemlerdir. Sağlıklı kızgınlıkta sana zarar veren arkadaşlarına izin vermezsin. Sevgilinin sana yaptığı saygısız davranışlarını sürdürmesine izin vermezsin ya da çalıştığın yerde sadece her işe seni koşturtmalarına sesiz kalmazsın. “Hayır!” demek istediğinde “Hayır!, “Evet!” demek istediğin “Evet” deme gücünü bulursun sağlıklı kızgınlıkta. “Hayır!”


diyemeyen iyi insanların kanser hastalığına yakalandığını okuduğum zaman çok şaşırmıştım, çünkü onlar kimseyi kırmamak adını bu sömürüye dur demiyorlar ve kanser hastalığı geçiren çoğu kişinin iç dünyaları genellikle fedakârlıklar üzerine kuruluymuş. Çünkü bunca sene o insanlar için kendini feda etmiştir ya da ona sevgi göstermeyen eşine karşı hala anlayışlı davranarak bir gün onunda kendisini tutkuyla seveceğini düşlemiştir. Ama nafile bu kızgınlık artık tarif edilemez. Önce Allah’a ifade edilir “Neden ben bu kadar iyi bir insanken…” Ve düşünür; artık insanların, onun için fedakarlık yapmalarının sırasıdır. Unutmayın, öfke sizi hayatın sömürücü yanlarından korur, tehlikeli ilişkilerden, arkadaşlarının aşağılayıcı davranışlarından,

zamanını çalan enerji vampirlerinden korur. Son olarak, Aristo derki; “Kızgınlığı, doğru kişiye, doğru zamanda, doğru ölçüde, doğru yolla doğrudan ifade etmek gerekir." Bu sebeple kızgınlıklarımızı içimizde pek tutmayalım ve başkasına duyduğumuz kızgınlığımızı sebepsiz yere o an ifade edemedik diye suçu olmayandan çıkarmayalım. Bizi rahatsız eden davranışları uygun bir hitabet yolluyla karşımızdakine söyleyelim. Bir mücevhere sahip olsanız ona nasıl davranırdınız? Sizde bir mücevhersiniz, kendinizi mücevher gibi değer verin ve davranın. Ahmet KAN


YÜZ ŞEKLİ YUVARLAK: Narin ve sakin kişilerdir. İletişim kurmayı severler. DİKDÖRTGEN: Pratiktirler ve çok çalışmayı severler. Ani öfke patlamaları ve huzursuzluk gösterebilirler. KARE: Sağlıklarına çok dikkat eden enerjik kişilerdir. Meraklı ve uyanık kişilerdir. Keskin bir zekâları vardır. ÜÇGEN: Yanlış anlamaya müsaittirler. Çalışkan, disiplinli ve kararsızdırlar. Karizmatik ve etkileyicidirler. Karşımdaki Kişi ??? Benziyor Alışveriş yaparken, arkadaş ortamında yeni biriyle tanışırken, ya da herhangi bir sebepten dolayı birileriyle tanıştığınız zaman genelde akıldan geçen muhtemel cümlelerimiz şunlardır: - Hiç gözüm tutmadı. - Sinsi birine benziyor. - Pek tekin değil. - Ne kadar da cana yakın. - Güvenilir birine benziyor. - Çok güler yüzlü biri. İstisnasız herkesin yaşadığı bir durumdur bu. Peki, aklımızdan bu düşünceler neden ve neye göre geçiyor? Hâlbuki yeni tanıdık hatta daha tanıyamadık bile. İşte tüm bunların nedeni ya da anlamı ilk izlenim denilen olaydır. Uzmanlar tüm bu yargılara varmamızın 7 saniyede olduğunu dile getirmekteler. Bakışımız, duruşumuz, fiziksel özelliklerimiz, jest ve mimiklerimiz vb. işte tüm bunlar bizi ve karşımızdakini etkilemektedir. Peki, bunlar içinde göz, yüz, dudak ve diğerlerinin ne anlamlara geldiklerine bir bakalı

SAÇ ŞEKLİ: Zayıf telli, düz ve parlak ise; narin, ince düşünceli, kibar ve alıngan kişilerdir. Kalın ,kıvırcık saçlar ise tuttuğunu koparan, hırslı çabuk öfkelenen kişilerdir. ALIN BÖLGESİ GENİŞ ALIN: Entelektüel ve hayal gücü kuvvetli kişilerdir. DAR ALIN: Dikkatli matematik zekâsı yüksek, dakik kişilerdir. BOMBELİ ALIN: Uyumlu, paylaşımcı, inisiyatif sahibi kişilerdir. GÖZLER ÇUKUR GÖZ:Ciddi ve gizemli kişilerdir.Gözleri yakın olanlar titiz,detaycı,,kararlı kişilerdir. BÜYÜK GÖZLER: Açık sözlülük, kibarlık ve sözüne güvenirliliği gösterir. KÜÇÜK GÖZLER: Kapalılığı ve dikkatini kolay toparlayan kişileri yansıtır. DÜŞÜK GÖZ: Hayata iyimser bakmayı sevmezler. PATLAK GÖZ: Hayata karşı hevesli ve alıngandırlar. DUDAKLAR GENİŞ VE DÜŞÜK: Cömert kişilerdir.


KISA VE KALKIK: Gururlu kişilerdir. KALIN VE KALKIK: Ağzı kalabalık kişilerdir. İNCE VE DÜŞÜK: Öz konuşan kişilerdir. KAŞ AŞAĞI DOĞRU: Kişinin ilişkilerini ciddiye aldığını ve sahiplendiğini gösterir. KALKIK KAŞLAR: Hırslı ve kolay sinirlenen kişilerdir. UZUN KAŞLAR: Güçlü ve mücadeleci kişilerdir. İNCE KAŞLAR: Kolay vazgeçen ve esnek kişilerdir. BİRLEŞİK KAŞLAR: Maceracı kişilerdir DÜZ KAŞLAR: İyimser kişilerdir. ÇENE GENİŞ ÇENE: Otoriter, acımasız ve enerjik kişilerdir. SİVRİ ÇENE: Çabuk sinirlenir. İKİYE AYRILMIŞ ÇENE: Karasızdır. YUVARLAK ÇENE: Enerjik ve tez canlıdır. ÇIKIK ÇENE: İnatçı ve hoşgörüsüzdür.

BURUN GENİŞ BURUN: Kendine güveni tamdır DAR BURUN: Kararcı ve kontrolcüdür. BÜYÜK BURUN: İdealist ve lider kişilerdir. DÜŞÜK BURUN: İnsanlarla iyi iletişim kurar. YUVARLAK VE ŞİŞ BURUN: Para konusunda başarılı ve tasarruflu kişilerdir. Bakalım bir anda yaptığımız bu yargılarla bilgiler arasında bir paralellik var mı? İşe bunu kendimize uygulayarak başarabiliriz Kendinizle barışık mutlu günler. 

Hamide ŞİMŞEK


Geçmişin Limanından Demir Almak Yaşadıklarınızdan çok yaşayamadıklarınızı mı konuşuyorsunuz? Olanlardan çok olamayanlar mı ilgilendiriyor sizi? Yanıtlarınız evetse hepinizi kucaklayarak selamlıyorum. Hepinize merhaba 3 yıl önceki “ben” kardeşlerim. Bu yazıyı okumayı bitirdiğinizde zihninizde müthiş bir parlama ve aydınlanma olacak. Taşın sert olduğunu, ateşin insanı yaktığını, suyun boğduğunu bu aydınlanma sayesinde öğreneceksiniz. Tamam, gerçeklere dönelim. Bu yazıyı okumayı bitirdiğinizde düşünmenizin muhtemel olduğu iki şey var. Ya hayat denilen bu kayıkta yol alırken önünüze bakıp süt liman denizi göreceksiniz ya da teknenin ardındaki karmaşık dalgaları izlemeye devam edeceksiniz. Benim yapmaya çalıştığım şey yalnızca önünüze bakmanızı sağlamaya çalışmaktan ibaret.

“Bal” demeyle ağız tatlanmaz, mutlu olmak istiyorum diyerek mutlu olunamaz. Başaracağım demek tek başına başarıyı

doğurmaz. Gel gör ki ilk adım olarak bunları istediğini söylemeden de olmaz. Olamaz. Peki, ne yapmalı? Ben şu soruyu sorarak başladım, “Ne yapmamalı?” insan kendi hayatına sanki bir başkasının hayatıymış gibi bakmaya niyetlendiğinde içinde inanılmaz bir bulantı ve şişkinlik oluşuyor. Köhneliğini kabullendiğimiz sürekli olarak hakkında şikâyetler oluşturmaya doyamadığımız ve ne olursa olsun bir kez daha yaşayamayacağımız bu hayatı bitmek tükenmek bilmeyen bir işkenceler serisine çeviren şey de nedir? Emin olun bu sorunun tek kelimelik sarsıcı bir yanıtı var. “Siz.” Hareket halindeyken gözü sürekli olarak dikiz aynasında olan bir şoförün yaptığı kazaya şaşırmak neden? Günleri geceleri geçmişin küflü kokuşmuş hatıralarına bağlayarak nefes almak mı yaşamak? Kaybettiklerimiz için dövünürken kazanabileceklerimizi elimizin tersiyle ittiğimizin farkına ne zaman varacağız dersiniz? Bu dünya yaratılalı beri bir an bile durmadı a dostlar. Ne zaferler umurunda oldu ne ölümler ne doğumlar ne de salgın hastalıklar, afetler… Doğurdu, doyurdu, öğüttü. Dünde bıraktıklarımızın yükünü taşımaya çalışmaktaki ısrarımız neden? İnsanoğlunun her şeyi kontrol altında tutma gücüne sahip olabilme hevesi değil mi onu en çok yıpratan? Değiştirebileceğimiz tek şey var şu hayatta o da yalnızca kendimiz. Bırakın hayatın sizden alıp götürdüklerini, bu çark dönmeye devam ettikçe götürdüğü gibi başkalarını da getirecektir. Hayat, sizin ona yüklediğiniz lezzetin rengindedir. Ve mesele bardağın ne kadarının dolu olduğu değil ne için orada olduğundan ibarettir. Fatih KEŞKEKÇİ


Mutlu Olabilme… Bizi ne mutlu eder? Bunu zaman zaman hepimiz kendimize soruyoruz. Çok fazla PARA mı? Entelektüel bir yaşam mı? (Mesela hayatını sinemaya, sanata adamak, oyuncu olmak, yönetmen olmak ve bu uğurda çalışmak gibi…) Fazla kadınla birlikte olmak mı? (Hadi bizim toplumumuza ters bir bakış açısı ama kadınlar içinde fazla erkekle birlikte olamak mı?) Nedir, nedir, nedir? Bu soruyu hep kendime soruyorum. Şimdi size tek tek cevaplamanızı isteyeceğim sorular var. Haydi, şimdi her sorumdan sonra gözlerinizi kapatın ve o role bürünün. Gerçekten oradaymış gibi hissedin ve kendinize sorun. Şunu düşünün hayatta en çok istediğiniz ve sizi mutlu etmeye yarayacak şey "daha çok insanla birlikte olmak" olsun. Kendinizi Afrika’da yerel bir kabilede doğmuş olarak düşünün. Herhangi bir ahlaki değerin olmadığı herkesin birbiriyle birlikte olduğu bir ülkede hayal edin. BUNU İSTER MİYDİNİZ? Çok ünlü bir sanatçı olduğunuzu ve sanata ve sanatçıya gerçekten değer verilen bir ülkede yaşamak ister miydiniz? Mesela Norveç, İsveç gibi ülkeleri bunların başında sayabilirim.

Evet, sanatınıza verilen değer dünya ortalamasına göre en yüksek yerde olabilirdi ama bunun karşılığında hayatınızı, evinizin önündeki buzlarla ve 7-24 yağış altında yaşamak ister miydiniz? Neyse diğer ikisi zaten hayatın temeli değil. PARA PARA PARA. Gelelim buna. Çok para istiyorsunuz. Hepimiz istiyoruz istemeyen var mı? Gözlerinizi kapatın bu sefer körfez kıyısı bir ülkede doğdunuz. Arap Emirliklerinde. Para çuvalla ama görgü yok kültürel birikim yok dünya ile ilgili bağlantı kurabileceğiniz birçok şeyden eksiksiniz. Sadece para var. Demek istediğim, mutluluk denen şey bakış açılarımızın bize yansımalarıdır. Yer mekân ülke vb. hepsi sadece BAHANELERDİR. Sizi siz yapan şey kararlarınız ve bakış açınızdır. Hayatta ne istersek onu yaşarız ve onun peşinde ilerleriz. Toplumun yargılarını, insanların bakış açılarını bırakın sosyologlar ve psikologlar incelesin. Biz sizinle ilgileniyoruz. NE İSTİYORSUNUZ? Buna odaklanın, sadece buna… Uğruna savaşacak bir hedefiniz yoksa unutmayın ki hayatınızı boşuna geçiriyorsunuzdur. Ve bunun için ça-ba-la-mak'tan başka çareniz yoktur. İyi gitar çalmak için yüzde on yeteneğe, yüzde doksan parmaklarınız yırtılana kadar gitar çalmanıza ihtiyacınız vardır. Kilo vermek için canınızın DELİ GİBİ çektiği o künefeyi yememeniz ve tabiri caiz ise o son birayı içmemeniz lazımdır. ;D Hayatta kriteriniz "mutlu olmak " değilse uğraşlarınız size mutluluk getirmeyecektir. Yaptığınız iş, sevdiğiniz kadın sizin "mutluluk " kriterlerinize uymuyorsa mutlu olmanız imkânsızdır. Bir keresinde maddi durumu


iyi bir arkadaşım bana ev satın almak istediğini söylemişti. Kendisiyle emlak araştırması yapmaya başladık. İlgilendiği tek şey evin muhiti; semtin ilerde gelişip gelişmeyeceği ve evin kira getirisiydi. Yani tek kriteri maddi kaygılardı. Üstelik bu arkadaşım bu evi yatırım için değil kendine yaşamak için arıyordu. Düşünsenize belki hayatınızın sonuna kadar yaşayacak başınızı sokacağınız bir yuvayı belirlerken nasıl sadece ona bir yatırım aracıymış gibi bakabiliyoruz? Hayret! Kendisi az kalsın kira getirisi yüksek diye bence ileride hiç mutlu olmayacağı bir evi satın alıyordu ki benim önerilerimle bundan vazgeçti. Şimdi benim önerimle satın aldığı evde gayet mutlu, çünkü yakın dostumu tanıyordum ve ne istediğini biliyordum. Onu bu doğru yönlendirmem ile belki de onu hayatı boyunca sırf kira getirisi yüksek diye saçma sapan bir semtte saçma sapan bir yaşam yaşamasına maruz kalmaktan kurtardım.

Mutluluk hayatımızın tek kriteri olmalı, bir işe başlamadan önce onu ne kadar istediğinizi o işin sizi ne kadar mutlu edeceğini iyi tartın. Hayatınız boyunca mutsuz bir memur olmaktansa kendi yağıyla kavrulan ama sevdiği işi yapan esnaf olmak bence daha mantıklı geliyor. Annemizi, babamızı, dinimizi, ırkımızı, seçemeyiz; onun için hayatta yaptığımız tüm seçimlerde "mutluluğun" ölçüt olması dileği ile.

Şenan Deniz HAVA senandenizhava@hotmail.com uzunyasa.wordpress.com

Neden enerjinin tümü bir potansiyelden ibarettir, neden tümü kullanılmıyor? Çünkü günlük yaşamda tümüne gereksinim yoktur. Yalnız gerektiği zaman gerektiği kadar kullanılır. Günlük yaşamda onu gerektirecek zorluklar yoktur. Bu yüzden son derece küçük bir bölümü ortaya çıkar. Bu küçük parça bile günlük yaşamınızda bütünlenme olmadığı için uyumsuzdur. Osho


vermiyor.” gibi mazeret dolu sözleri bir kenarı bırakalım. Her şey bizim elimizde. Bir örnekten yola çıkalım. Millet olarak aile yapımıza pek de uygun olmayan ve bizi olduğumuzdan bir adım öteye götürmeyen dizilere saatlerimizi harcarız (özeti bile(!) dizinin süresiyle aynı). Şimdi bu diziye en az 3-4 saatinizi ayırmak sizin seçiminiz değil mi? Anınızı nasıl değerlendireceğinizin iradesi sizde değil mi? Bu süre zarfında biraz kitap okuyabilirsiniz ya da ailenizle ilgilenebilirsiniz. Duyarız da Üzerine Düşünür müyüz Hiç? Anı yaşa; hisset, farkında ol, özümse! Yüz yıllardır söylenen bir deyim var. Özellikle de son on beş yıldır ön plana çıkmış durumda. Konfüçyüs’ten Mevlana’dan ve daha birçok bilginden defalarca duyduk.

Ne mi bu deyim? ANI YAŞAMAK! Çevremizde defalarca duymuşuzdur “Boş ver anı yaşa!” sözlerini, hatta kendimiz de defalarca kendimize ya da çevremizdekilere söylemişizdir. Şöyle bir şey var ki bu deyimi kullanırken mantığını hiç sorgulamıyoruz. Başına eklediğimiz sözle her şeyi boş vermek gibi bir mana yüklüyoruz ve o an önümüzde ne varsa onu yaşamayı düşünüyoruz. Yanlışın temeli de burası. Anı yaşamak, şu an sahip olduğumuz anın farkında olmak ve nasıl yaşayacağımızın kararının bizim irademizde olduğunu bilmektir. İyisiyle kötüsüyle bu an sizin ve nasıl değerlendireceğiniz yine sizin kararınız. İsterseniz boş işlerle heba edebilirsiniz isterseniz de faydalı çalışmalarla değerini katlarsınız. “Biz istesek de olmuyor hayat izin

Yaşadığımız anı değerlendirirken yaptığımız iki tane daha hata var: Birincisi geçmişe takılı kalmak, ikincisi ise geleceğin endişesine kapılmak. Geçmişte başarısızlıklarımız da olmuş olabilir övüneceğimiz başarılarımız da… Tüm bunlar yaşanıp bitmiştir, artık onlar için yapabileceğimiz bir şey yok. Onlara takılıp kalmak yerine içinde bulunduğumuz anı değerlendirmeliyiz. Burada geçmişi tamamen silin diye bir şey demiyoruz elbette. Güzel anıları saklamalı ve başarısızlıklarımızdan ders alarak bu anımızı şekillendirmeliyiz. Hayat bir lokomotif ve biz onun makinistleriyiz. Arkamıza bakarak bu lokomotifin doğru yola sapmasını sağlayamayız. Kaza yapmamız da kuşkusuz kaçınılmaz bir gerçek olurdu. Diğer yandan geleceğin endişesiyle kendimizi büyük bir stres altına sokmamız anı yaşamamıza engel olan etmenlerden biridir. Yine elbette geleceği düşünmeden bir şeyler yapın demiyoruz. İçinde bulunduğunuz anı


nasıl değerlendirdiğiniz geleceğinizi şekillendirecektir, unutmayınız! Şimdiye sahip olduğunuzun bilincinde olarak doğru bir şekilde yön verebilirsiniz. Sonuç olarak anı yaşamak, o çok duyduğumuz “Boş ver anı yaşa!” sözlerinden çok daha önemli ve bilinçli olmayı gerektiren bir deyim. Yazımın bu noktasına kadar gelmişseniz, kendinize bir değer katmak adına sahip olduğunuz anı okuyarak değerlendirmişsiniz demektir. Sözüm ona pek çok anlam içeren(!) dizi demetlerimizden

birini de izleyebilirdiniz. Vakit ayırdığınız için teşekkürler, sağlıcakla kalınız.

Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu

Mesleki yaşamımda 9000’den fazla başarısız atış yaptım. Neredeyse 300 oyun kaybettim. 26 kez galibiyeti getirecek atışı yapacağıma güvendiler ama ben ıskaladım. Hayatım boyunca tekrar tekrar defalarca yenildim. Ve bunun için de başarılı oldum. Michael Jordan


Akşemsettin (1389/1390 - 1459 Göynük) 1389 yılında Osmancık'ta doğmuştur. Daha sonra 7 yaşında babası Şerafeddin-i Hamza Şâmî ile çağımızda Samsun'a bağlı olan Kavak'a yerleşmişlerdir. Hacı Bayram-ı Veli’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandı. İstanbul'un manevi fatihi olarak da anılır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin adlarıyla meşhur olmuştur. İskilip'te çocuklarından Nurulhuda'nın türbesi ile diğer yakınlarının mezarları vardır. Evlik köyünde bir cami yaptırmıştır Akşemsettin Amasya'da medreselerden eğitim aldıktan sonra büyük üne kavuşmuştu. Akşemsettin, küçük yaşlardan itibaren bilime ve sanata karşı ilgi duydu. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık'ta müderris oldu. Medrese öğrenimini zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli'nin yanında tamamladıktan

sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekâsı ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adadı. Başta İslami bilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Tıp alanında bulaşıcı hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yaptı. Araştırmaları sonunda tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hall-i Müşkilât ve Risalet-ün nuriyye adlı Tasavvuf kitapları, bilinen eserleridir. Tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddetül Hayat'ta geçen "Hastalıkların insanlarda teker teker peyda olduğunu zann etmek yanlıştır. Hastalıklar insandan insana gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer" cümlesi ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır. Tarihte mikroorganizmalardan bahseden ilk kişidir ve Mikrobiyolojinin babası sayılmaktadır. Akşemsettin'in asıl ünü, büyük veli, Hacı Bayram Veli ile tanışmasından sonra başlamıştı. İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da II. Murat'ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmet'in hocalığına tayin edilmişti. II. Mehmed'e danışmanlık yaparak İstanbul'un fethine katkıda bulunmuştur ve bu şekilde onun takdirini kazanmıştır. Fetih sırasında Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin kabrini keşfetmesi, Osmanlı ordusunun moralini yükseltmiş. Padişahla İstanbul'a girişi hikâye olarak yazılmıştır. Kaynak: Wikipedia


Kişisel Gelişim Dergisi Şubat 2012 – Sayı: 6

Dergi Tasarım: Ömer ARSLAN Kapak Tasarım: Ömer ARSLAN

Dergi Koordinatör: Özlem ÖZTULUM Muhabir: Şenan Deniz HAVA

Yazarlar: Özlem ÖZTULUM Taner ÖZDEŞ Erim ERGÜN Mustafa Çay Siran KALELİ Sevgi KARACA Uğur KOŞAR Ahmet KAN Şenan Deniz HAVA Tayfun SOYLU Hamide ŞİMŞEK Fatih KEŞKEKÇİ Ömer ARSLAN

İletişim: www.facebook.com/kgelisimim www.kisiselgelisimim.com www.twitter.com/kgelisimim

Elektronik Posta: gelisimim@gmail.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.