Tatlıcı Ali Efendi

Page 1


BANDIRMALI TATLICI ALİ EFENDİ

Hazırlayan RAHMİ SERİN


Kapak - Mizampaj MimEmin Dizgi: Bayram Erdoğan Tel: (0212) 419 08 22 Baskı: Seçil Ofset Tel: (0212) 629 06 15 1. Baskı Haziran 2010 • 2000 Adet 2. Baskı Temmuz 2010 • 2000 Adet 3. Baskı Temmuz 2010 • 2000 Adet 4. Baskı Ağustos 2010 • 2000 Adet 5. Baskı Eylül 2010 • 2000 Adet 6. Baskı Şubat 2011 • 2000 Adet 7. Baskı Mayıs 2011 • 2000 Adet 8. Baskı Kasım 2011 • 1000 Adet 9. Baskı Temmuz 2012 • 1500 Adet 10. Baskı Kasım 2012 • 1500 Adet

Ücretsiz temin için: Seçil Ofset 0212.629 06 15 www.secilofset.com info@secilofset.com


(1-Ağustos 1912) (4-Ağustos 2008)

HÜMEYRA



İÇİNDEKİLER ÖN S ÖZ . . . . . . . . . . . .................................... 9 Allah Sevgisine Dair Birkaç Söz ...........................13 Sevgi .......................................................................14 Bir Arîza .................................................................. 15 BİRİNCİ B ÖLÜM Bu Eserin Yazılmasına Nasıl Başlandı? ...............19 Ali Efendi Hazretleri Hakkında İlk İntibalarım 20 Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin Kısa Biyografisi 21 Ali Haydar Efendi Hazretleri’yle İlgili Birkaç Hatıram ............................................22 Ali Haydar Ahıskavî Hazretleri’nden Dinlediğim Enteresan Hayat Hikâyesi .......................... 25 Müftülük Görevimi İfa İçin İstanbul’dan Ayrılmam ......................................................30 Hayatımda Farklı Bir Dönem Olan Gönen Müftülüğü ....................................... 31 Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri İle İlgili Asıl Görüşmeler ve Kaynaşmalar ..............32 İslâm Âleminde Anadolu İnsanının Farklılığı ...35 Ali Efendi Hazretleri’nin İsmetullah Efendi Dergâhı'ndan Ayrılıp Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri’ne İntisap Edişi ..........................36


6

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (k.s.) Hazretleri’nin Biyografisi (1892-1984)..... 37 Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri Gönen’de Misafirimiz Oldular ....................................38 Bir Cuma Vaazı ile İlgili Bir Hatıra ve Bir İltifat 40 Sevenlerinin Dilinden Mahmud Sâmî Hazretleri41 Güzel Bir Hâtıra......................................................46 Mâhir İz ...................................................................46 Mâhir İz Bey Gönen’de .......................................... 47 Mithat Cemal’in “Kimdim” Şiiri ..........................50 Görenleri Dehşete Düşüren Bir Manzara ........... 51 Ali Efendi Hazretleri ve Neyzen Tevfik Kolaylı..53 Büyük İnsanların İmtihanları da Büyük Olmaktadır ......................................56 Bir Garip Tablo ....................................................... 57 Ali Efendi Hazretleri’nden Bir Hac Hâtırası...........................................58 Ali Efendi Hazretleri ile Birlikteliklerin Sonuna Doğru............................................................60


7

İ K İ NC İ B ÖLÜM Mektupl ar / B an d ı r m a l ı Tat l ı c ı A l i E fe n d i MEKTUP-1 .............................................................64 MEKTUP-2 .............................................................68 MEKTUP-3 .............................................................72 MEKTUP-4 .............................................................76 MEKTUP-5 .............................................................80 MEKTUP-6 .............................................................82 MEKTUP-7 .............................................................86 MEKTUP-8 .............................................................94 MEKTUP-9 .............................................................98 MEKTUP-10 .........................................................102 MEKTUP-11 ......................................................... 107 MEKTUP-12 .........................................................109 MEKTUP-13 ......................................................... 111 FAKİRDEN MEKTUP-1 .....................................113 FAKİRDEN MEKTUP-2 .....................................116



9 ° 1 6° = İnsana, Allah Teâlâ’ya vuslat yolu olan tasavvufla ilgili hizmetleri nasip eyleyen Âlemlerin Rabb’ine sonsuz hamd ve senâlar olsun. O’nu sevmek, O’nu bulmak ve O’nu bilmek maksadın kendisi, O’nunla olmak da vuslatın hepsidir. O’nu sevmenin, O’nu bulmanın, O’nu bilmenin ve O’nunla olmanın yollarını, biricik dostu Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) açmış, O’na dost olanların hepsi Hazreti Habîbi’nin açtığı nurlu yoldan geçmişlerdir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) risâlet feyzi şerîatin, tarîkatın, hakîkatın ve ma’rifetin âb-i hayat (ölümsüzlük suyu) çeşmesidir. Salât ona, selâm ona, her türlü sevgi ve minnet onadır. Ehl-i Beyt’ine, sahâbelerine ve onun yolunda olanlara da… Kâinatı, kendi varlığının bilinmesi için yoktan var eden Allah Teâlâ (c.c.), yarattıkları içerisinden insanı en son ve en mükemmel varlık olarak yaratmış, kendisini tanıma ve bulma sorumluluğunu da insana emânet etmiştir. Emânetini hakkıyla taşıyan her insan, O’nun yeryüzünde halîfesi (vekili) dir. İnsana, bu halîfeliği kazanabilmesi için prensipler sunmuştur. Bu prensiplere “DİN” adı verilmiştir. En son din olan ve evvelki bütün dinleri kapsayan İslâmiyet'i ve Kur’ân-ı Kerim’i kâinatın varlık sebebi ve Allah Teâlâ’nın gerçek ve en büyük dostu olduğu açıklanan Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) sunmuştur. Kıyâmet gününe


10 kadar gelecek insanlar bu son din vasÄątasÄąyla Allah Teâlâ’yÄą aramak ve bulmak durumundadÄąrlar. 'DKD |QFHNL GLQOHUGH ROGXáX JLEL EX GLQGH GH NXO $OODK 7HkOkÂś\Ă• F F DUD\DQ ELU NLPVH ROGXáXQX NXOOXáXQ JHUHáL RODQ LEkGHW YH WkDWODUGD EXOXQPDNOD LVSDW YH LIDGH HGHFHN DUDGĂ•áĂ•QD RODQ LQDQo YH VHYJLVLQL \LQH EX LEkGHW YH WkDWOH EHVOH\HFHNWLU Kulun, Allah Teâlâ’yÄą aramak için hizmet olarak sergilediÄ&#x;i ve kulluk borcu dediÄ&#x;imiz Kur’ân-Äą Kerim hĂźkĂźmlerine Ĺ&#x;erĂŽat, bu hĂźkĂźmleri titizlikle uygulama ve faziletlerle zenginleĹ&#x;tirme yoluna tarĂŽkat, bu yoldan ulaĹ&#x;Äąlan mânevĂŽ yĂźceliklerin tecellĂŽ zevklerini yaĹ&#x;amaya ve Allah Teâlâ’nÄąn (c.c.) birçok ikramÄąndan yararlanma hâline hakĂŽkat, varlÄąÄ&#x;ÄąnÄą O’nun varlÄąÄ&#x;Äąnda eritip gĂśrĂźĹ&#x;Ăź O’nun gĂśrĂźĹ&#x;Ăź ile, duyuĹ&#x;u O’nun duyuĹ&#x;u ile, anlayÄąĹ&#x;Äą da O’nun anlayÄąĹ&#x;Äą ile birleĹ&#x;irme hâline ma’rifet denilmektedir. Bu kÄąsa ifadelerden anlaĹ&#x;ÄąlacaÄ&#x;Äą Ăźzere yeryĂźzĂźnde Allah Teâlâ’ya (c.c.) halĂŽfe olmak ma’rifet makamÄąna ermekle gerçekleĹ&#x;ir. Bu makama ermek için kullanÄąlacak vasÄąta Kur’ân-Äą Kerim hĂźkĂźmleridir. O vasÄątanÄąn ruhu, yani canÄą ise sevgidir. Ä°Ĺ&#x;te eldeki bu eserin muhtevasÄą okuyucularÄąna o canÄą tanÄątmaktan ibârettir. Yani Allah Teâlâ’nÄąn sevgisini‌ Ă–yleyse her Ĺ&#x;eyde baĹ&#x;arÄąya ulaĹ&#x;manÄąn canÄą ve temeli olan sevginin bir mß’min için ne derece Ăśnemli bir Ĺ&#x;ey olduÄ&#x;u bu ifadelerden daha iyi anlaĹ&#x;ÄąlmaktadÄąr. Bu duruma gĂśre Ä°slâmiyet, sevgiyle baĹ&#x;layan,


11 onunla kemale eren ilâhî bir sistemdir. Bu sistemde önce sisteme bağlı olanları severek hizmete başlanır. Aynı ana ve aynı babadan dünyaya gelen iki kardeş arasındaki sevgi gibi. Bu hususa Kur’ân-ı Kerim’in Hucürât sûresi, âyet, 10’da: “Mü’minler birbirlerinin ancak kardeşleridirler.” ifadesi ile başlanır. Dikkat edilecek olursa insan kardeşi, can kardeşinden daha öne alınır. Buradan da Allah Teâlâ’ya (c.c.) daha yakın insanları seçerek onların sevgilerinden Allah Rasûlü Efendimiz’in (s.a.v.) sevgisine geçilir. Bu sevgide hak ile bâtıl daha iyi seçilir. Allah Rasûlü Efendimiz’i (s.a.v.) hakkıyla seven kimse, onun ahlâkı ile ahlâklanıp giderek ona benzemeye başlar. Bu noktadan itibaren Allah Teâlâ’ya (c.c.) gerçek yakınlık hâsıl olur. Bu yakınlık kulda Allah sevgisiyle birlikte gelişir. O derecede gelişir ki kul, Allah Teâlâ’dan (c.c.) başka ne varsa hepsini kalbinden dışarı atarak her hâliyle O’nunla beraber olur. Kul, bu beraberlikte o kadar ileri gider ki, kendi fânî varlığı ortadan tamamiyle kalkar ve yalnız O kalır. Allah yolunda yürümeye çalışan has kulların bu hâline “fenâfillâh” (Allah Teâlâ’da yok olma hâli) denir. Bu hâl aynı zamanda sâlikin istiğrak hâlidir. Bu hâle erişen mâneviyat yolcusu tecellîler denizinde yüzer de yüzer. Bu hâlde bulunan sâlik, maddî varlığını tamamen unutur. Bu hâlde iken söylediklerinden habersizdir. Akıl ve mantık fenâfillâh sınırları içerisine giremez. Sâlikin bu sarhoşluk hâlinden ayrılmasına “bakâbillâh” (Varlığını Allah Teâlâ


12 (c.c.) ile birleştirme hâli) denilir. Allah Teâlâ (c.c.) ile kulu arasındaki gerçek dostluk bu makamda tam olarak gerçekleşir. Bu makama yükselen kula Allah Teâlâ’nın (c.c.) vekilliği verilmektedir. Peygamberlik makamı bu makamın da üzerindedir. Bu makam kulluğun zirvesidir. Dünya ve dünyalık ihtiraslarının tamamiyle bitip yok olduğu, yerini Allah Teâlâ’nın (c.c.) sevgisinin (aşkının) istilâ ettiği en yüce makam. Sevgiyle başlayan İslâmî hayatın yine sevgiyle erişilen zirvesi… Allah’ım! Bizleri bu makamın gölgesinden ayırma. Bu makama erdirdiklerine hâldeş, onların yolundan gidenlere yoldaş, onları sevenlere de kardeş eyle! Âmîn… Rahmi SERİN Şile, 25 Mayıs 2010


13 $OODK 6HYJLVLQH 'DLU %LUNDÁ 6Ð] Allah Teâlâ’nın (c.c.) özenerek yarattığı insanlara en büyük lütfu, onlara kendi sevgisini ilham ve ikram etmesidir. İçerisinde Allah sevgisi bulunmayan hiçbir ibâdet makbul değildir. Nitekim bu hususla ilgili olarak şair şöyle demektedir: Senin sevginle erkenden açılmayan bir gözün hiçbir değeri yoktur. Senden başkası için akan gözyaşının ne kıymeti olabilir? Gerçek sevginin yerleştiği bir kalpte hevâ ve heves asla tutunamaz. Sevginin kudret eli kalbin kulpuna tutunur, onu, oradan ayırmaya hiç kimsenin gücü yetmez. Sevginin meyvesi muhabbet ve duygu zenginliğidir. O, inceliktir, nezâkettir, zerâfettir. Sevgi, bir gönül kazanma tefekkürüdür. Daha sonra muhabbet olur, zevk olur, şevk onunla kanatlanır, uçar… Daha sonra da sınırsız bir vecd olup idrâkin ötelerine geçer. Âciz bendeleri sevgi ile ilgili olarak bir zamanlar şöyle demiştim:


14

Sevgi Sevgi bir gönül bağıdır, Kapar sanma sevdiceğim. Bağlanan varın dağıtır, Kalır sanma sevdiceğim. Yâr elinden bâde içen, Bâde ile candan geçen, Yârin bâdesini seçen, Ölür sanma sevdiceğim. Aşkın kanadına binen, Dostun bahçesine konan, Hakîkat balına kanan Durur sanma sevdiceğim. Koşar cânânı bulmaya Kapısında kul olmaya, Kuldan başkası yanmaya Varır sanma sevdiceğim. Rahmi Serin


15

%LU $UÈ]D Ali Öztaylan Ağabeyim’e… Mevsim kış, Rüzgâr her taraftan şiddetle esmekte, Örselemekte her şeyi ve her yeri. Ben de örselenenlerden biriyim işte. Üşüyen kuşlardanım şiddetli tipiden. Üşüyor, örseleniyor ve pörsümekten korkuyorum. Çevrem hep esen havaya uygun giyiniyorlar. Estirilse esiyor, kestirilse kestiriyorlar. Ve kaynaşıyorlar tipide. Tipilere uygun yaratılmışlar gibi bir şey. Bazen karşı karşıya, bazen yan yana, bazen de can cana… Yabancıyım ben bu havaya Aziz ağabeyim, Garb havasına, garplılık havasına. Bizim olmayan havalara…


16

Ben doğunun, Anadolu’nun doğusunun, bozkırların ve sert kayaların çocuğuyum. Zaman içinde zamansızlık, mekân içinde mekânsızlık oynayan siz, geliş itibariyle batının, duyuş itibariyle Medîne’nin, Yaşayış itibariyle Allah Teâlâ’nın (c.c.) dostusunuz. Muazzez üstâdım! Mübeccel ağabeyim, Her şeyim, Siz… Yazamayan elime “Dur!” diyen siz misiniz? Konuşamayan dilime siz mi kilit vurdunuz? Yazamayınca susuyor muyum bilmem ki? Arsızım işte, susamam ki.


17

Yine de susmaya çalışmalıyım, “Sus!” dediğiniz müddetçe. Duymak için, Yaşamak için… Canım ağabeyim! Ben zâhire bağlıyım, zâhir de bana. Bir şey olamayışım ve bütün çektiklerim, Hep zâhirimden, zâhirîliğimden yana. Not: Bu satırlar, o büyük insana 1960’lı yılların sonlarında yazılmıştı. Rahmi Serin



19

%LULQFL %ÐOÖP

%X (VHULQ <D]ÜOPDVÜQD 1DVÜO %DíODQGÜ" Asil bir âilenin necip bir evlâdı olan büyük Allah dostu Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri’ni yazarken, gördüklerimi ve bildiklerimi kaleme alıp almama hususunda hayli tereddütlere düştüm. Çünkü o çok saygı duyduğum ve aynı zamanda çok sevdiğim Allah dostunun hayatı hakkında yanlışa düşmek, ona karşı bir haksızlıkta bulunmaktan çok korkuyordum. Ne var ki bu âciz ve fakirin, onu çok seven ve sayan bir kimse olarak kendilerine hizmette bulunmak istediğimi bilen yakınlarım ve dostlarım, duyduklarımı ve gördüklerimi karınca kararınca yazmam hususunda ısrarcı oldular. Bu durumdan cesaret alarak âcizleri bu satırları yazmaya başladım.


20 $OL (IHQGL +D]UHWOHUL +DNNÜQGD ñON ñQWLEDODUÜP Hâl ehli bir zat olan gönüller dostu Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri’ni kalemle anlatmak mümkün değil. Ne var ki bazı hatıralar yazılmadan da olmuyor. Cehlime ve aczime, bakmadan bu satırları karalamaya çalışıyorum. Tesadüflerin değil, tevâfukların yaşandığı bu fâni dünyada çok muhterem ve çok mübârek Ali Efendi Hazretleri’ni tanımam Allah Teâlâ’nın (c.c.) bir lütfudur. Bu zâhirî tanışıklık 1950’li yılların ilk senelerine rastlar. O tarihlerde daha çocuk denilecek yaşta tâ Tokat gibi bir yerden kalkıp Arapça öğrenmek ve ileri derecede dinî bilgiler elde etmek için geldiğim İstanbul’da, önceden tanışıp anlaştığım arkadaşlarımın aracılığı ile Karagümrük’te bulunan Üçbaş Medresesi’ne yerleştim. Orada kalıp muhtelif camilerde tecvid, tesbîh-i huruf ve Sarf Nahiv gibi Arapça derslerine devam ederken bir müddet sonra birçok külliyelerde olduğu gibi yıkılıp harabe hâline gelmiş bulunan Fâtih - Çarşamba İsmailağa Cami’i ve Medresesi’nde de tamir ve yeniden inşâ ve ihyâ çalışmaları başlatıldı. O külliyeyi yeniden inşa ve ihyâ edenler, aynı semtte bulunan İsmetüllah Efendi Dergâhı’nın posnişîni olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi’nin yakınları ve mânevî evlatları idiler. Aynı kişiler Üçbaş Medresesi’nde kalıp dinî tahsil yapmaya çalışan ve muhtelif yaşlarda ülkenin her tarafından


21 gelen talebelerin de hâmîleri idiler. İsmailağa Camii müştemilâtından olan medresenin oda kubbelerinden birisini çok kısa bir zamanda betonla kapatıp daha iyice kurumadan üçü Tokatlı, bir tanesi de Bursalı dört tane talebeyi Üçbaş Medresesi’nden alarak üzeri kapatılan kubbeye yerleştirdiler. Tokatlı üç talebeden birisi de âciz bendeleri idim. Bizler dört arkadaş, dökülen betonu iyice kurumamış olan o kubbenin altına yerleşip derslerimizi oradan takip etmeye başladık. Gıda ve diğer ihtiyaçlarımız Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin mânevî evlatları tarafından temin edilip karşılanıyordu.

$OL +D\GDU (IHQGL +D] UHW OH ULnQLQ .ÜVD %L\RJUDILVL Ali Haydar Efendi Hazretleri, Batum’un, Ahıska kazasında dünyaya gelmiştir. (1288 - 1870). İki yaşında iken annesini, dört yaşında iken de babasını kaybetmiş, ilk tahsilini memleketinde yapmış, daha sonraları Erzurum’a gelerek Bakırcı Medresesinde tahsilini sürdürmüş, sonraları İstanbul’a gelip Fâtih Camiinde derslerine devam etmiş, Beyazıd Dersiamlarından Ahmed Hamdi Efendi’den icazetini almış, ayrıca Medrese-i Kuzat’a da devam ederek oradan da şehâdetnâme almıştır. Şeyhi, Bandırma’da medfun Ali Rıza Bezzaz Hazretleri’dir.


22 İsmetüllah Efendi Dergâhı postnişîni olan Ali Haydar Efendi, bu dergâha yerleşinceye kadar hayli sıkıntılı dönemler geçirmiştir. Sonraları Sultan II. Abdülhamid Han’ın iltifatlarına mazhar olmuş, Cumhuriyet döneminde yirmi beş yıl boyunca göz hapsinde tutulmuştur. Erzurum’dan Alvarlı Mehmed Efendi, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî Efendi, Hasib Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi gibi devrinin büyük din rehberleri ziyaretlerine gelip sohbetlerde bulunmuşlardır. Ali Haydar Efendi Hazretleri, sohbetlerinde sık sık şu cümleyi tekrar ederler imiş: “Sulbümden gelen değil, yolumdan gelen benim evlâdımdır.” Dergâhının yakınında bulunan evinde 1 Ağustos 1960 tarihinde çevresindekilere sohbet edip âyetler okuyarak tebessüm ede ede bakâ âlemine göç ederken arkasında gözleri yaşlı binlerce mânevî evlât bırakmıştır. Cenaze namazı Yavuzselim Camii’nde Ramazanoğlu Mahmud Sâmî Efendi Hazretleri tarafından kıldırılmış, Edirnekapı Sakızağacı Kabristanında sırlanmıştır. İrşad makamını da Mahmud Efendi Hazretleri’ne bırakmıştır. (Sahâbeden günümüze Allah Dostları, cilt 10, sayfa: 101).

$OL +D\GDU (IHQGL +D] UHW OH ULn\OH ñOJLOL %LUNDÁ +DWÜUDP Mübârek ismini henüz duyduğum Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne karşı o sıralarda gönlümde


23 bir ilgi uyanmaya başladı. Sorup soruşturunca âciz bendeleri gibi tâ uzaklardan dinî tahsil yapmak için gelen talebelerden bazılarının İsmetüllah Efendi Dergâhı’na gidip geldiklerini, orada yapılan sohbetlere ve hatm-i hâcelere katıldıklarını, orada bulunanların bu geliş gidişlerine kimsenin engel olmadığını öğrendim. Medreseye çok yakın olan İsmetüllah Efendi Dergâhı’na bendeleri de gidip gelmeye, sohbetlere ve hatm-i hâcelere katılmaya başladım. O sıralarda orta yaşlı ve uzun boylu bir zâtı dergâha giriş çıkışlarında, oturup kalkmalarında, Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne karşı yaklaşımlarındaki nezâket ve zarafetleriyle dikkatimi çektiğinden, o zatı takip etmek için âdeta fırsat kolluyordum. O zatın tavırları ve zerâfeti gönlümde yer etmiş, bendelerini kendisine hayran bırakmıştı. Bendeleri o sıralarda on sekiz yaşımda idim. Dergâhın bağlısı olarak devam edenler arasında her sınıf, her seviye ve her yaştan pek çok insan vardı. Nice edebiyatçılar, resmî kimliği olan akademisyenler, tüccar ve her sınıf ve rütbeden devlet ricali dergâhın müdâvimleri idiler. Hayli zaman sonra özellikle dikkatimi çeken, edepli tavrıyla beni kendisine cezbeden zatın, dergâha Bandırma’dan gelip katılan Tatlıcı Ali Efendi adında bir zat olduğunu öğrendim. Elimde olmadan hayranı olduğum bu zat yıllar sonra yan yana, can cana, gönül gönüle bir araya geleceğimiz Büyük Allah Dostu Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri olacaktı. O günlerden itibaren İsmetüllah Efendi


24 Dergâhı’na devam ettiğim üç yıl boyunca, başta hâlen hayatta olan ve Ali Haydar Efendi Hazretleri’nden sonra İsmetüllah Efendi Dergâhı’nda postnişîn olarak kalan, o sıralarda edep, hizmet ve tavırları ile çok dikkat çeken Çarşamba İsmail Ağa Camii İmam Hatibi Mahmud Efendi Hazretleri ve Tokat-Erbaa’lı Hâfız Bahaddin Efendi ile dergâh dışında da sık sık bir araya geliyor, görüşmelerde bulunuyorduk. Ali Haydar Efendi Hazretleri, asırlık yaşına ve heybetli görünüşüne rağmen ayakta durabilme gücünü kaybetmiş olduğundan, olduğu yere yığılmışçasına hep oturuyor, namazlarını oturduğu yerden kılmaya çalışıyor, sohbetlerini oturduğu yerden sürdürüyordu. O büyük zatın özellikle bir hâli çok dikkat çekici idi. Abdest almak ve diğer ihtiyaçlarını yerine getirmek için yerinden kalkması gerektiğinde hizmetinde bulunanlardan en az beş altı kişi kollarından ve vücudunun başka münasip yerlerinden tutup kaldırmak sûretiyle ihtiyaçları yerine getiriliyordu. İrice ve ağır yapılı olduğunu sandığım Hazret’in bütün kocaman vücudu kendini salıvermişti. Oturduğu yere yığılıveriyordu. Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin kulakları da işitmiyor, çevresiyle iletişimini eline tutuşturulan notlarla sağlıyordu. Hazret o yaşta bile pırıl pırıl gözleriyle önüne sunulan notları rahatça okuyor ve konuşabiliyordu. Sohbet arasında bir gün bendelerinin Tokatlı olup oradan geldiğimi söylediler. İsmetüllah Efendi Dergâhı’nın bir evvelki postnişîni Mustafa Hâkî Hazretleri’ne ve o zatın yakın


25 akrabası Birinci Meşrûtiyet döneminde Sivas milletvekili Mustafa Takî Hazretleri’ne kırgınlığı varmış, kırgınlık sebebi bendelerini aşan bir konu olduğu için üzerinde durmayacağım. Bendelerini kendisine Tokatlı diye gösterdiklerinde Hazret aynen şöyle hitap buyurdular: “Gel bakalım yaramaz Tokatlı, Tokatlılar yaramaz olur ama seni sevdik. Sen, muhtelif yerlerden dersler alıp okumaya çalışıyormuşsun. Hakkında olumlu şeyler dinledim. Hep birlikte duâ edelim de Yüceler Yücesi Rabb’imiz sana da hocalık nasib eylesin” buyurdular ve ellerini kaldırıp orada bulunan cemaatle birlikte Hazret duâ etti, hep birlikte Âmîn diyerek karşılık verdiler.

$OL +D\GDU $KÜVNDYÈ +D] UHW OH ULnQGHQ 'LQOHGLðLP (QWHUHVDQ +D\DW +LN¼\HVL Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin huzurlarında bulunduğum sıralarda doksanlı yaşlarını hayli aşmıştı. Bedensel hareketlerini ve işitme hâlini tamamen kaybetmişti. Ancak mübârek gözleriyle rahatlıkla görüyor, önüne getirilen eserleri ve notları rahat bir şekilde okuyabiliyor, notları inceliyordu. Bir sohbet sırasında bizzat kulaklarımla işitip dinlediğim aşağıdaki gençlik hatıramı, onun mübârek ruhâniyetine sığınarak yazmak istiyorum. Rabb’imiz doğruları yazma ve duyurma hususunda hepimizin yâr ve yardımcısı olsun, inşâallah. Hazret şöyle anlatmıştı:


26 “Batum’da medrese tahsilimi tamamladıktan sonra Ruus imtihanına (Müderrislik imtihanına) giriş herhangi bir medresede müderris olmak için Batum’dan Erzurum’a geldim. Girdiğim imtihanda Erzurum âlimlerinin dikkatlerini çekmiş olmalıyım ki, hiç vakit kaybetmeden İstanbul’a kadar gidip bu imtihana İstanbul’da girmenin daha münâsip olacağını söylediler. Ben de fazla zaman kaybetmeden İstanbul’a kadar geldim ve en kısa zamanda hayalimde dolaşan ruus imtihanına girdim. İmtihandaki başarımı gören müderrisler, görev almam için herhangi bir medreseye değil Meşîhat’e (Şeyhu’l-İslâmlığa) başvurmamı tavsiye ettiler. Kısa bir zaman zarfında Meşîhat’ta “fetvâ emîni” olarak görevlendirildim. Evlenme yaşıma gelmeme rağmen henüz evlenmemiştim. Meşîhat dairesi, günümüzdeki İstanbul Müftülüğü’nün bulunduğu yerde idi. Bu yerde başladığım resmî görevime gelip giderken yöredeki konaklardan birinin cumbasında gözüme ilişen bir kıza elimde olmadan gönlümü kaptırıp âşık oldum. Konak sahibini en kısa zamanda soruşturup yörenin eşrafından bir zat olduğunu, gördüğüm kızın da henüz evlenmemiş, fakat evlenme çağına varmış o konak sahibinin kızı bulunduğunu öğrendim. Gördüğüm kıza karşı içimde uyanan ilgi kısa zamanda aşka dönüştü. Ne yapıp yapıp bu kızla evlenmeye karar verdim. Tahsilimi, mevkiimi ve çevremi bu kızla evlenmem için yeterli bir dayanak olarak görüyordum. Yakın çevremde bulunan âlim ve eşraftan birtakım kimseleri kızın


27 babasına dünürcü olarak gönderdimse de: Gurbetten yeni gelmiş, aslı esası bilinmeyen bir kimseye –ilmî seviyesi ve görevi ne olursa olsun– biz kızımızı veremeyiz diyerek hep geri çevirdiler. Ne var ki gördüğüm andan itibaren o kıza karşı parlayıp gelişen aşkım, her geçen gün daha da artıyor, irademi allak bullak ediyordu. Her kimi o âileye kızlarını bana istemek için dünürcü olarak gönderdimse de sonuç değişmiyor, hep aynı şeyleri söylüyorlardı: Âilesini, soyunu sopunu bilmediğimiz bir yabancıya kızımızı asla veremeyiz deyip geri çeviriyorlardı. Ben de neredeyse o kıza olan aşkımdan dolayı aklımı kaybetmek üzereydim ki, bir gün aklıma şöyle bir şey geldi: Ey Ali Haydar! Sen o kızcağızı hep hayatta olan meşhur zatları aracı kılarak istiyorsun. Bu işin hâlli için bir de dünya ile hiçbir ilişiği kalmamış ve türbeleşmiş Allah dostlarını aracı kılarak istemeye çalış. Bakalım ortaya nasıl bir sonuç çıkacak görelim? diye söylenerek İstanbul’da bulunan türbeleşmiş meşhur zatların türbelerini dolaşmaya başladım. Her türbe ziyaretimde gözyaşı akıtarak şöyle söyleniyordum: Ey yüceler yücesi Rabb’imin sevgili ve hatırlı kulu! Şu zamandan beri hatırı sayılır kişiler olarak inanılan bunca insanı âşığı olduğum kızın benimle evlenmesinde aracı olmaları için gönderdimse de hiçbirinin sözü ve hatırı bu arzumun tahakkuku için yeterli olmadı. Ne olur bu arzumun karşılık bulması için yüce Rabb’imize sizler aracı olun, himmet buyurun da bu âşık olduğum kızla izdivaca nâil olayım, diyerek gözlerimden yaşlar akıtarak türbe türbe dolaşıyordum.


28 Bir gün Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) Hazretleri’ni ziyaret ettikten sonra, ikindi namazını kılmak için caminin içerisine girdim. Minberin sağ tarafında ikindi namazını cemâatle kıldıktan sonra cemâatin dağılmasını bekledim. Sonra da ayağa kalkıp yönümü kıbleye dönerek omuzumu caminin duvarına dayadım ve ağlamaya başladım. Kendi kendime şöyle mırıldanıyordum: 'Ey Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) şanlı mihmandarı! Allah Teâlâ’nın katında artık senin niyazın da mı geçmiyor?' diyerek gözyaşı dökerken bir anda bende değişik hâller meydana geldi, kendimden geçiverdim. Bir de baktım ki karşımda bembeyaz sakallı çok temiz ve pırıl pırıl giyimli bir zat dikkatlice bana bakıyor ve bana bir şeyler söylemek istiyor gibi bir hâli var. Derhal toparlanıp boynumu büktüm ellerimi bağladım ve o zatı dinlemeye başladım. O zat: 'Evlâdım! Sen görür görmez kendisine âşık olduğun kızcağızla evlenmek istiyorsun ama, senin daha ilim tahsili yolunda çok önemli bir eksikliğin var. Evet müderrislik pâyesine erdin ama, henüz Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemiş değilsin; ne vakit hafızlığını ikmal edersen o gördüğün güzel kız o zaman senin olacak', dedi ve derhal gözümden kayboldu. Ben de hemen eski hâlime döndüm ve: 'Ben herhalde artık aklımı kaybedip hayaller görmeye başladım', diyerek tekrar söylenirken o zat tekrar gözüme göründü ve biraz önce söylediklerini aynen tekrarladı. O zatın aynı zaman ve aynı mekânda görüntüsü ve söyledikleri üstüste üç defa tekrarlanınca: 'Artık gördüklerim ve duyduklarım bir hayal


29 değil. Evet bendeleri birazcık ilim tahsil ettimse de Kur’ân-ı Kerim’in hâfızı olma şerefinden mahrumum. Demek ki benim bu âşık olduğum kızla evlenmem ancak Kur’ân-ı Kerim-i ezberleyince nasip olacak' deyip yandaki dolaptan bir Kur’ân-ı Kerim aldım ve hemen oracıkta Kur’ân-ı Kerim’i ezber etmeye başladım. Ne zaman Kur’ân-ı Kerim’i ezber edersem o zaman âşık olduğum o kıza kavuşup onunla evlenebileceğime inandım. O sıralarda akşam namazının vaktine üç saat kadar bir zaman kalmıştı. Saatler değil, saniyeler benim için çok çok önemli idi. O gün Eyüp Sultan Camii’nde, ikindiden akşama kadar bir cüz Kur’an ezberledim. Artık uykuyu, işi gücü, mesleği meşrebi bir tarafa bırakmıştım. Bütün zamanımı ve gücümü, aklımı Kur’ân-ı Kerim’i bir an önce ezberlemenin yolunda seferber etmiştim. Kur’ân-ı Kerim’in aşkı giderek bende kızın aşkını bastırmaya başladı. Aşkım azaldıkça aklımın, zekâmın da giderek iyice fakirleştiğini hissediyordum. İlk günün üç saatlik zaman diliminde bir cüz Kur’ân-ı Kerim ezberlediğim hâlde, artık bu hız bir günlük, bir haftalık, hatta bir aylık zaman diliminde de pek bir işe yaramıyordu. Otuz cüzlük Kur’ân-ı Kerim’den bir cüzü çıktıktan sonra geriye kalan yirmi dokuz cüzü ezberlemek için tam bir yıl çalıştım. Bir yıl tamam olduktan sonra otuz cüzlük Kur’ân-ı Kerim’in ezberleme işi sona erdi ama, zekâmdan da eser kalmadı. Kızın aşkı da öyle. Hem zekâm sıfırlanmıştı hem de kıza olan


30 aşkım. Genç yaşımda başımdan geçen bu macera hayatımın da çok önemli bir dönüm noktası olmuştur,” diyerek bu çok enteresan hayat safhasını bu günahkâr kulaklarımla Ali Haydar Ahıskavî Hazretleri’nden bizzat dinledim.

0ÖIWÖOÖN *ÐUHYLPL ñID ñÁLQ ñVWDQEXOnGDQ $\UÜOPDP 1956 yılı Nisan ayında, Diyanet İşleri Başkanlığı Ankara’da vâizlik imtihanı açmıştı. Harbiye’de bulunan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kendilerine özel olarak tahsis ettiği evinde derslerine devam ettiğim hocam Dersiâmdan Ermenekli Mustafa Safvet Aysu Hazretleri bendelerine açılan bu vâizlik imtihanına katılmam için emir buyurdular. Âciz ve günahkâr bendeleri bu emir ve tensip üzerine açılan imtihana katıldım. Sonuçta katıldığım vâizlik imtihanını kazandığım tarafıma tebliğ edildi. Aynı kurum, aynı yılın eylül ayında, yine aynı yerde müftülük için de imtihan açtığını duyurdu. Bunun üzerine Hocam Safvet Efendi’nin iznini alarak İstanbul’dan ayrılıp memleketime, Tokat’a gittim. Seviyeli bir ilim ve fazîlet sahibi olan Zile Müftüsü Ârif Kılıç Hocaefendi’ye, ferâiz ilmini tahsilde bendelerine yardımcı olmaları için müracaatta bulundum. Tensipleri üzerine ferâiz ilminde yeterli seviyeye gelinceye kadar Zile’de kalıp eylül ayındaki müftülük imtihanına katılmam için tensip ve dualarını almaya çalıştım. Sonuçta


31 girdiÄ&#x;im mĂźftĂźlĂźk imtihanÄąnda da baĹ&#x;arÄąlÄą olup kazandÄąÄ&#x;Äąm tarafÄąma tebliÄ&#x; edildi. 1956 yÄąlÄąnÄąn son aylarÄąnda Tokat - Almus ilçesinde mĂźftĂźlĂźk gĂśrevine baĹ&#x;ladÄąm. Daha sonra Amasya - GĂśynĂźcek, Afyonkarahisar - EmirdaÄ&#x; ilçeleri mĂźftĂźlĂźkleri derken 1965 yÄąlÄą sonlarÄąnda BalÄąkesir - GĂśnen’de mĂźftĂźlĂźk gĂśrevini sĂźrdĂźrdĂźm.

+D\DWĂœPGD )DUNOĂœ %LU 'Ă?QHP 2ODQ *Ă?QHQ 0Ă–IWĂ–OĂ–Ă°Ă– GĂśnen ilçesi mĂźftĂźlĂźÄ&#x;Ăźne tayinimde, Kur’ân-Äą Kerim ve dinĂŽ ilimler tahsilim için Ä°stanbul’da kaldÄąÄ&#x;Äąm sĂźrece pek çok maddĂŽ ve mânevĂŽ destek ve yardÄąmlarÄąnÄą gĂśrdĂźÄ&#x;Ăźm bĂźyĂźk insan ve ReĂŽsß’lKurrâ GĂśnenli Mehmed Efendi Hazretleri’nin ve 1950’li yÄąllarÄąn ilk senelerinde, Ä°smetĂźllah Efendi DergâhĹ’nda gĂśnlĂźme taht kuran mĂźbârek ve muhterem insan BandÄąrmalÄą TatlÄącÄą Ali Efendi Hazretleri’nin himmetlerinin çok etkili ve âmil olduÄ&#x;una her zaman inanmÄąĹ&#x;ÄąmdÄąr. Rabb’im bu âciz ve gĂźnahkâr kuluna hayat boyu onlarÄąn izlerinde yĂźrĂźyĂźp ĂśmĂźr tamamlamayÄą mahĹ&#x;erde de yĂźz akÄąyla onlara kavuĹ&#x;mayÄą nasib ve mĂźyesser eylesin inĹ&#x;aallah.1 1

*|QHQOL 0HKPHG (IHQGL +D]UHWOHUL LOH LOJLOL KDWĂ•UDODUĂ•P Aziz Hocam GĂśnenli Mehmed Efendi DGĂ•\OD \Ă•OĂ•QGD QkoL]kQH ELU N o N HVHU RODUDN 3DPXN <D\Ă•QODUĂ• DUDVĂ•QGD \D\Ă•PODQPĂ•ĂşWĂ•U %DQGĂ•UPDOĂ• 7DWOĂ•FĂ• $OL (IHQGL +D]UHWOHUL LOH LOJLOL KDWĂ•UDODU GD EX QkoL] HVHUGH GLOOHQGLULOPHNWHGLU


32 %DQGÜUPDOÜ 7DWOÜFÜ $OL (IHQGL +D]UHWOHUL ñOH ñOJLOL $VÜO *ÐUÖíPHOHU YH .D\QDíPDODU Gönen Müftülüğü’ne tayin edildiğimde sekiz yıllık bir hizmet tecrübem vardı. Çok sevdiğim mesleğimde, insanları severek hizmet etmekle başarıya ulaşılacağını görmüş ve anlamıştım. Bundan dolayı hem maiyetimde bulunan din görevlilerini hem de bütün insanları sevmeyi prensip edinip sevmeye gayret ediyordum. Kısa zamanda Gönen’de geniş bir sevgi ve muhabbet çemberi oluşmuştu. Gerek meslektaşlarım, gerekse gönlüme yakın bulduğum kişiler sanki hep bir ağızla Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi adında bir zattan bahsediyorlardı. Bu zatın adı ise âciz ve günahkâr bendelerine pek yabancı gelmiyordu. Bir gün Gönen ilçe merkezinin sevilen ve sayılan imam hatiplerinden Merkez Camii İmamı Abdullah Efendi ile Malkoç Camii İmamı Hikmet Efendi’den en kısa zamanda Bandırma’ya kadar gidip beni adından sitâyişle bahsedilen Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri ile tanıştırıp görüştürmelerini istedim. Onlar da bendelerinin bu teklifini uygun ve yerinde bir teklif olarak görüp çok kısa bir süre sonra birlikte Bandırma’ya kadar gidip mübârek Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri’nin tatlıcı dükkânında Hazret’le bir araya getirdiler. Gördüğüm zat, yıllar öncesinden Fâtih - Çarşamba İsmetüllah Efendi Dergâhı’nda gördüğüm edep ve kibarlık âbidesi Ali Efendi’nin ta kendisi idi. Ne var ki, ilk gördüğüm zamanlardaki dinç ve zinde Ali Efendi Hazretleri oldukça yaşlanmış gözüküyordu.


33 Âciz ve fakir bendeleri, yıllar öncesinden, İsmetüllah Efendi Dergâhı’ndaki hatıralarla söze başlayınca gözleri nemlenen Ali Efendi Hazretleri, aslâ lâyık olmadığım, hiçbir zaman da lâyık olamıyacağım ilgi ve iltifatlarda bulundular. Her ikimiz de daha fazla dayanamayıp ayağa fırladık, kucaklaştık. Uzun süre koklaştıktan sonra her ikimiz de gözyaşları akıtarak yerlerimize oturduk. Hocaefendiler şaşkın bakışlarla ikimizi seyrediyorlardı. Ali Efendi Hazretleri: “Fırsat buldukça sık sık bir araya gelelim ve görüşmelerimizi sürdürelim efendim,” buyurdular. Bendeleri de hocaefendiler de nemli gözlerle Ali Efendi Hazretleri’ne vedâ ederek tatlıcı dükkânından ayrıldık. Gördüğüm tevâzû, edep ve zerâfet başka yerlerde gördüklerimden çok farklı idi. Bembeyaz yüzünü edebi ile pembeleştirirken, gözlerinden yağmur yağarcasına akan yaşları yanaklarından aşağıya doğru süzülüyor, döküldüğü yeri sırılsıklam ediyordu. Ondaki o nâzik ve edip hâlleri görüp de şaşkına dönmemek, ona hayran kalmamak mümkün değildi. Bandırma’da ilk görüşmemiz sırasında doyulmaz seyrini yaşadığım bu manzara âciz ve günahkâr bendelerini yine kendilerine hayran bırakıyordu. O ziyaretten sonra günler birbirini takip etti. Ali Efendi Hazretleri’nin sevgisi bir nevî aşka dönüştü. Yedi yıllık Gönen müftülüğüm boyunca Ali Efendi Hazretleri’nin gönül birlikteliği ön plana çıktı. Bundan sonra her fırsatta sık sık bir araya geliyor sarmaş dolaş olunuyordu. Karşılıklı gözyaşlarıyla sevgiyi, aşkı ve birlikteliği mayalıyor-


34 duk. Zâhiren bir araya gelemediğimiz vakitlerde de telefonlar devreye giriyor, daha da olmazsa kaleme sarılıyorduk. Yazılanlardan çıkan muhabbetnâmeler bir başlık altında ileride arz edilecektir. Ali Efendi Hazretleri, Üsküp’te doğmuş olup Balkan savaşlarında, Balkanlar’da bulunan bütün Müslüman âileler gibi onlar da Sırpların ve Hırvatların zulümlerine maruz kalmış bir Arnavut âilenin evlâdıdır. Zaman zaman fırsat buldukça bu acıklı hatıraları duygulu bir şekilde anlatırdı. Balkanlar’da yaşayan gerek Boşnak, gerekse Arnavut Müslüman âileler, düşmanlarıyla başa çıkamayacaklarını anlayınca öz vatanlarını terk edip hicret etmek mecburiyetinde kalmışlar, kimileri dağ bayır demeden yaya olarak, kimileri de at ve katırların sırtında kaçarak canlarını kurtarabildikleri kadar kurtarmaya çalışmışlardır. Balkanlar’ı terk edip gelebilenler İstanbul’a, Bursa’ya ve Anadolu’nun batısında bulabildikleri köy, kasaba ve şehirlere sığınmaya çalışmışlardır. Ali Efendi Hazretleri’nin âilesi de zorunlu olarak Bandırma’ya kadar gelip orada yerleşmişlerdir. Öz vatanlarından bin bir güçlükle ayrılarak canlarını kurtarmak için âdetâ çırpınan bu Boşnak ve Arnavut asıllı âileler o kadar zor durumda kalmışlardır ki, Ali Efendi Hazretleri’nden ürpererek dinlediğim şu olay bile insanı dehşete düşürmeye yetmektedir. “Atalarımız Üsküb’ü terk ederlerken büyük ninem doğumu yaklaşmış hamile bir kadın olarak ata bindirilmiş, Sırp ve Hırvat mütecâvizlerinin takiplerinden kaçmaya çalışıyorlar. Bir süre sonra


35 at üzerinde doğum sancısı çekmeye başlayan bu mübârek ve kahraman anne at üzerinde doğumunu yapmak mecburiyetinde bırakılıyor.” Ali Efendi Hazretleri, o şanlı büyük annemin mübârek ağzından şu ifadeleri nakletmişti: “Oğlum Ali, şimdi iffet ve nâmus ne hâle geldi görüyorsunuz. Helâlim olan büyük deden, “Hayasızlık edebilirim” korkusuyla benim göğsümden aşağı tarafımı hiç görmeden âhirete gitti.”

ñVO¼P OHPLQGH $QDGROX ñQVDQÜQÜQ )DUNOÜOÜðÜ Eserin konusuyla ilgili olduğunu düşünerek Anadolu Müslümanlarının üç önemli özelliğini burada arz etmek istiyorum. Dünyanın neresinde bulunurlarsa bulunsunlar, Müslümanlar birbirlerinin din kardeşidirler. Acılarını ve sevinçlerini her zaman paylaşmak mecburiyetindedirler. Anadolu’da bulunan Müslümanlar diğer bölgelerdeki Müslümanlara göre üç ayrı özelliklerden dolayı farklılık arz ederler. Bu konuda daha fazla konuşmayıp bu üç özelliği kısaca arz etmekte yarar var. 1. İslâm dünyasında hiçbir ülke, Türkiye, özellikle Osmanlı mirası olan Anadolu toprakları kadar Müslüman muhâcir kabul edip barındırmamıştır. 2. Hiçbir Müslüman ülke bu topraklar kadar dinini, namusunu, toprağını korumak için evlâtlarını şehit vermemiştir.


36 3. Hiçbir Müslüman ülkede, bu topraklarda yetiştirilen kadar hâfız yetiştirilmemiş, Kur’ân-ı Kerim hizmeti verilmemiştir. Bu ifadelerimden bilmeyerek işlemiş olacağım hatalarımdan dolayı yüceler yücesi Rabb’imin affına sığınıyorum.

$OL (IHQGL +D] UHW OH ULnQLQ ñVPHWXOODK (IHQGL 'HUJ¼KÜ QGDQ $\UÜOÜS 0DKPXG 6¼PL (IHQGL +D] UHW OH ULnQH ñQWLVDS (GLíL 1870 yılında dünyaya gelip 1960 yılında İstanbul’da vefat eden büyük âlim ve mutasavvıf Ali Haydar Efendi Hazretleri, henüz dünyadan âhirete göçmeden önce, Bandırmalı Ali Efendi Hazretleri’ni özel olarak yanına çağırır ve şöyle der: “Evlâdım Ali Efendi, benim artık dünyadan göçme zamanım yaklaştı. Ben âhirete göçünce, Sâmî Ramazanoğlu Efendi’nin himâyesine girer, yoluna öyle devam edersin. Allah Teâlâ (c.c.) dünya ve âhiret saâdetini senden esirgemesin inşaallah!” Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri artık bundan böyle Mahmud Sâmî Ramazanoğlu Hazretleri’nin bağlısı olarak mânevî yolculuğuna devam eder. Kendileriyle önceleri 1950’li yıllarda tanıştığımız, 1965 yılında da bir daha kopmamak üzere Bandırma’da biraraya geldiğimiz Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri artık Sâmî Efendi Hazretleri’nin bağlısı olarak mânevî yolculuğuna devam ediyordu.


37 0DKPXG 6ÂźPL 5DPD]DQRĂ°OX N V +D] UHW OH ULnQLQ %L\RJUDILVL

Adana’da doÄ&#x;du. BabasÄą, RamazanoÄ&#x;ullarÄą diye bilinen âileden MĂźctebâ Bey, annesi ĂœmmĂźgĂźlsĂźm HanÄąm’dÄąr. Adana’da rĂźĹ&#x;tiyeyi ve idâdiyi okuduktan sonra Ä°stanbul’a gidip DârĂźlfĂźnĂťn Hukuk FakĂźltesi’ne kaydoldu. Mezuniyetin ardÄąndan Ä°stanbul’da askerlik hizmetini yaptÄąÄ&#x;Äą dĂśnemde KelâmĂŽ DergâhÄą Ĺžeyhi Esad ErbĂŽlÎ’ye intisap etti. Seyr’ß sĂźlĂťkĂźnĂź tamamlayÄąnca Esad ErbĂŽlĂŽ (k.s.) Hazretleri tarafÄąndan kendisine NakĹ&#x;ibendĂŽ hilâfeti verildi. ArdÄąndan Adana’ya yerleĹ&#x;en Mahmud SâmĂŽ Efendi (k.s.) Hazretleri birkaç yÄąl sonra irĹ&#x;ad faaliyetiyle meĹ&#x;gul olmaya baĹ&#x;ladÄą. Tekkelerin kapatÄąlmasÄą ve dĂśnemin hassasiyeti sebebiyle faaliyetlerini daha ziyade Ăśzel sohbetler Ĺ&#x;eklinde sĂźrdĂźrdĂź. El emeÄ&#x;iyle çalÄąĹ&#x;Äąp kazanmaya Ăśnem verdiÄ&#x;i için bir ticarethanenin muhasebe defterlerini tutarak geçimini temin etti. 1946 yÄąlÄąnda hacca gitti. 1950’de Adana Ulucami’de vaaz vermeye baĹ&#x;ladÄą. 1951 yÄąlÄąnda geldiÄ&#x;i Ä°stanbul’da iki yÄąl kaldÄą. 1953’te ikinci hac dĂśnĂźĹ&#x;Ăźnde Ĺžam’a yerleĹ&#x;meye karar verdi. Buradaki TĂźrk ĂśÄ&#x;rencilere RĂťhu’lBeyân ve MektĂťbât gibi eserleri okutarak tasavvuf sohbetleri yaptÄą. Ertesi yÄąl Ĺžam’a yerleĹ&#x;mekten vazgeçip Ä°stanbul’a dĂśndĂź. ErenkĂśy’de ZihnipaĹ&#x;a Camii’nde vaaz verirken bir yandan da Ăśzel sohbetler yaparak irĹ&#x;ad vazifesini sĂźrdĂźrdĂź. Bu dĂśnemde de geçimini bir ticarethanenin muhase-


38 be işlerinde çalışarak temin etti. 1979’da âilesiyle birlikte yerleştiği Medine’de 12 Şubat 1984’de vefat etti ve Cennetü’l-Bâki Kabristanı’nda defnedildi. Sâmî Efendi (k.s.) Hazretleri müridlerine Nakşibendiyye evrâdından başka Kâdiriyye evradı da telkin ederdi. Vefatından sonra sevenlerinin sohbet ve irşad hizmetlerini daha çok Musa Topbaş Hazretleri devam ettirmiştir. (Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, cild 34, sayfa 442.)

0DKPXG 6¼PL 5DPD]DQRðOX +D]UHWOHUL *ÐQHQnGH 0LVDILULPL] 2OGXODU 1970’li yılların yaz aylarının birinde hem tedavi görmek hem de istirahatta bulunmak üzere Sâmî Efendi Hazretleri’nin Gönen’de bulunduğu haberi âciz bendelerine ulaşınca, birlikte geldiklerini öğrendiğim ve daha önceden tanışıp hayranı olduğum Hazret’in damadı İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü öğretim görevlisi yüksek mühendismimar Ömer Kirazoğlu’nun da Gönen’e gelen yakınları arasında bulunduğunu öğrenmiş olmam, sevincimi kat kat artırdı. Fazla vakit kaybetmeden Kirazoğlu hocamızı bulup bendelerine yapılacak bir hizmet düşüp düşmediğini, hizmet düştüğü takdirde elden gelenin yapılacağını kendisine arz ettim. Kirazoğlu hocamız bu tekliften çok memnun kaldığını, Gönen’de Sâmhi Efendi Hazretleri’nin müntesibi bulunmadığı için, Hazretin


39 mûtad sohbetlerini yapabileceği bir eve şiddetle ihtiyaç duyduklarını söyledi. Bendeleri, bu hususta kendilerine yardımcı olabileceğimi, fakirhanenin sohbet için müsait olup emirlerine tahsis edileceğini arz etmem üzerine, Ömer Bey hayli iltifatkâr ifadelerde bulunup durumu Sâmî Efendi Hazretleri’ne intikal ettireceklerini söyleyerek ayrıldılar. Bendeleri de ev halkını (âile fertlerini), kiracısı bulunduğumuz zatın evinin ilâve yerleşime de müsait bulunduğundan, evimiz fertlerini geçici olarak ev sahibinin evinin müsait bölümüne yerleştirip bizim evin emirlerine açık olarak hazırlandığını Ömer Bey’e arz ettim. Sâmî Efendi Hazretleri bu gelişlerinde yirmi gün fakirhânede ikindi akşam namazları arası sohbetlerini sürdürdüler. Sâmî Efendi Hazretleri’ne uzaktan yakından hizmet ve ziyaret için gelenler bu yerde buluşup görüşüyorlar, bu sırada gereken sohbetleri dinleyip bağlılıklarını yeniliyorlardı. Sürekli olarak yakınında ve hizmetinde bulunanlar arasında Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri de vardı. Ali Efendi Hazretleriyle derinlemesine iç içe girmemiz, can cana olmamız bilhassa bugünlerden sonradır. Bir yıl sonra Sâmî Efendi Hazretleri tekrar kaplıcalarda kalmak üzere Gönen’e gelip ziyaretçilerini karşılamak ve sohbete almak için fakirhâne yine emirlerine tahsis edildi. Bu durum Sâmî Efendi Hazretleri’nin ve birlikte bulunan yakınlarının üzerinde derin bir etkiye sebep oldu. Bu arada Ali Efendi Hazretleri’nin fakire olan ilgisi ve yakınlığı da kat kat artıyordu.


40 %LU &XPD 9DD]Ü LOH ñOJLOL %LU +DWÜUD YH %LU ñOWLIDW Sâmî Efendi Hazretleri’nin Gönen’de bulunduğu bir cuma günü, cuma namazlarını Gönen Merkez Camii’nde kılacaklarını ifade buyurmuşlar. O sıralarda Gönen’de resmî vâiz de bulunmadığı için cuma namazları öncesinde yapılan vaazları âcizâne bendeleri yapıyordum. Hazret’in varlığını ganimet bilerek Ömer Kirazoğlu hocamıza, cuma namazı öncesinde yapılacak mûtad vaazın Sâmî Efendi Hazretleri tarafından yapılmasını, aksi hâlde Hazret’in bulunduğu bir yerde vaaz yapmamın asla mümkün olmadığını, keyfiyetin Efendi Hazretleri’ne arz edilmesini Kirazoğlu hocama ifade ettim. O da söylediklerimi aynen Sâmî Efendi Hazretlerine arz etmişler. Efendi Hazretleri, namaz öncesinde yapılacak vaazın bu âciz tarafından yapılması gerektiğini ifade buyurmuşlar. Kirazoğlu hocamız durumu fakir bendelerine böylece anlatınca dünya başıma yıkıldı sandım. Huzurlarında nefes alıp vermeye bile çekindiğim büyük bir Allah dostunun karşılarına geçip konuşacak ve cemâate bir şeyler vermeye çalışacaktım. Eyvah ki ne eyvah!.. Ben bu sıkıntılarla ah vah ederken tam o sırada önümde Arapça ibâreli “Meclis-i İrşâdiye” isimli bir meviza kitabı bulunuyordu. Kitabı elime alıp rasgele sayfalarını karıştırırken 461’nci sayfasında, gözüme uzun ifadeler içeren bir hadîs-i şerif ilişti. Hadîs-i şerifi Sahâbe-i Kiramdan büyük mücâhid ve kumandan Hâlid bin Velid (r.a.)


41 Hazretleri rivayet ediyordu. Uzun ifadeler içeren hadîs-i şerifi okuyunca muhtevâsının (içeriğinin) o gün için pek uygun düştüğünü görüp, Allah Teâlâ’ya (c.c.) sığınarak vaaz kürsüsüne çıktım ve hadîs-i şerifin muhtevâsını arz etmeye başladım. Sâmî Efendi Hazretleri başta olmak üzere, onun yakınları, uzaktan yakından onu ziyârete gelenler ve caminin mûtad cemâati anlatılanları vecd içinde dinliyorlardı. Namazımızı kılıp cami dışına çıktığımızda Ömer Kirazoğlu Hocaefendi bendelerinin yanına yaklaşıp: “Müftü Efendi, Efendi Hazretleri sizi tebrik ediyor. Hadîs-i şerifin râvîsi bulunan sahabe-i kiramdan büyük mücâhid ve kumandan Hâlid bin Velîd (r.a.) Hazretleri Sâmî Efendi Hazretleri’nin atasıdır. Adana’ya yerleşen Ramazanoğulları o büyük sahâbî ve mücâhidin soyunun devamıdır. Biraz önce Efendi Hazretleri aynen şöyle buyurdular: “Müftü Efendi bizlere keramet gösterdi. Hem hadîs-i şerifin râvîsi olarak atalarımızdan Hâlid bin Velid (r.a.) Hazretlerini dile getirdi hem de hadîs-i şerifin muhtevâsı ile hepimizi huzura gark etti” buyurdular, dedi.

6HYHQOHULQLQ 'LOLQGHQ 0DKPXG 6¼PÈ +D]UHWOHUL Esad Erbîlî Hazretleri anlatıyor: “Yeryüzünde melek görmek isteyen Sâmî Efendi evlâdımızın yüzüne baksın. Sâmî evlâdı-


42 nın edebine melekler gıpta ederler. Mahviyeti benden fazladır.” Muharrem Harrânî Hazretleri de şöyle diyor: “Yakınları Mahmud Sâmî Efendi’yi çok iyi bilirler. Ben de arzı (yeryüzünü) oldukça tanırım. Şarka, garba, kuzeye ve güneye bakıyorum. Bu üstaz gibi Muhammediyyü’l-meşreb başka bir velî kimseyi göremiyorum. Bu zat, asırlar içinde ender görülen bir yüce zattır. Kadir ve kıymetini biliniz.” Musa Topbaş Efendi Hazretleri anlatıyor: “Vermek, vermek, hep vermek… Kendilerine hediye edilen en kıymetli halı, seccâde, tespih, kalem, kumaş ve envai nâdîde, paha biçilmez eşyayı günü gününe ehlini bulup vermek en büyük zevklerinden birini teşkil ederdi. Hülâsa güneşler gibi, ummanlar gibi sehâvet merkezi idi.” Topbaş Hazretleri anlatmaya devam ediyor: “Doksan dört yıllık ömrü boyunca bir kere olsun ayağını uzatmamış, bağdaş kurup oturmamış olan o gül yüzlü melek, sırtını bir yere dayayarak bir lokma yemek yemediği gibi, vefatından sonra da bacaklarını uzatmamış, cenâzesi bu halde yıkanmış, kefenlenmiştir. Namazı Ravza-i Mutahhere’de kılınıp Cennetü’l-Baki’ye gelinceye kadar yine ayaklarını uzatmayan bu mübârek zat, kabre yerleştirenlerin şehadetiyle, ancak kabre konulurken ayaklarını uzatmışlardır.” Musa Topbaş Hazretleri hac hâtırası olarak da şunları anlatıyor: “1968 yılında hac dolayısıyla Medine’ye gidilmiş, merhum Seyyid Hasan Efendi’nin evine


43 inilmişti. Evin yapısı eskimiş, içerisi de oldukça rutubetli idi. Eski Medîne-i Münevvere evlerinin alt katlarında rutûbet dolayısıyla yılan, akrep, kertenkele gibi ürkütücü haşerat eksik olmazdı. Muhterem Üstad Hazretleri’nin yatakları, yukarı çıkmaları külfetli olduğu için alt katta yapılmıştı. Aynı katta bir delik vardı, bir yılan çıkar dolaşır, bir müddet sonra deliğine girer kaybolurdu. Bu durum fakir bendelerine hayli endişe veriyordu. Nihayet bu durumdan dolayı yataklarının birinci kata nakledilmesini düşünerek kendilerini durumdan haberdar etmeyi muvafık gördüm ve vaziyeti anlattığımda en ufak bir telaş göstermeyip: 'Kendi hâline bırakınız', buyurdular. Hayvanın itlâf edilmesine, öldürülmesine müsade etmediler. Çünkü Allah Teâlâ’dan korkan hiçbir mahluktan korkmaz. En yırtıcı hayvanlar bile Allah dostlarına zarar vermezler. Yine bir hac mevsiminde idi, muhterem üstad ve evlâtları Mekke-i Mükerreme’de de Beytullah Mescidi’ne yakın, Türkistanlı Abdüssettâr Efendi’nin Ciyad semtindeki evinde idik. Efendi Hazretleri’nin odası, sokağa karşı, refikleri olan bizlerin ise içe doğru idi. Bir öğle vakti, bulunduğumuz odanın kapısına teşrif ettiler ve: 'Dışarıda galiba birisinin yemeğe ihtiyacı var', buyurdular. Fakir bendeleri, hemen verilecek yemekleri hazırlayıp kapıya çıktığında kimseyi göremedim. Beklemeyip gittiğini tahmin ederek geri döndüm. Sekiz on dakika kadar bir zaman geçmişti ki, mübarek tekrar kapıda göründüler: 'Tekrar geldi, içeriye bakıyor', buyurdular. Tekrar yemekleri


44 alıp kapının önüne çıktığımda, dilini dışarıya çıkarıp içeriye bakan hayvancağızı, yani acıkmış olan köpeği gördüm. Hemen yemekleri olduğu gibi önüne boşalttım. Çok acıkmış idi ki, hepsini yiyiverdi. İşte büyüklerin nezaket ve tevazuu böyle olur. Kalbi, yani köpeği cins ismiyle çağırmamış, kişi tabirini kullanmışlardı. Hatta çoğu zaman hayvanların bile mahluk (yaratık) yerine 'Allah’ın kulu' tabirini kullanırdı.” Sâdık Dânâ anlatıyor: “Muhterem Üstad Hazretleri’nin hiçbir ferd ile çekiştiklerini, münakaşa ettiklerini, gıybet ettiklerini gören, işiten yoktu. O büyük Allah dostunun her an kader bahsine hakkıyla vukufları olduğu için hiçbir kimse hakkında sûizanda bulunmazlardı. Sevenlerini katiyyen ümitsizliğe düşürmezlerdi, Huzûr-i âlîlerine gelenler her ne kadar ihmalkâr ve hatalı hâlleri varsa da büyük bir ümit ve huzur içinde yanlarından ayrılırlardı. Sükût ve edep ehlini çok severler, yanlarından yer ayırır, iltifatta bulunurlardı. Hülâsa o, asırların yetiştirdiği istisnaî bir şahsiyetti.” Allah Teâlâ cümlemizi öyle dostlarının cennette komşusu eylesin. Âmin.


45 Hazretin zâhirî görüntüsü aşağıdadır:


46 *Ö]HO %LU +¼WÜUD Ali Efendi Hazretleri’ni bir defa olsun yakından görüp de kısa süreli de olsa onunla birlikte bulunmak, onu candan sevip saymaya ve ona dost olmaya yetiyordu. Bu bakımdan gerek yakın çevrede, gerekse İstanbul’da ve memleketin her tarafında, her meşrepten ve meslekten onun sayısız dostları ve hayranları vardı. Türkiye’de ilâhiyat fakülteleri açılmadan önce İstanbul’da faaliyette bulunan Yüksek İslâm Enstitüsü’nün ilk müdürlerinden biri olan büyük edip Merhum Mâhir İz Bey de Ali Efendi Hazretleri’nin hayranlarından ve can dostlarından biriydi.

0¼KLU ñ] Ali Efendi Hazretleri’nin özel yakınlarından olan Mâhir İz (Abdullah Mâhir İz) Bey 28 Ocak 1895’te İstanbul’da doğdu. Babası Külâhîzâdeler diye anılan bir ilmiye âilesinden Medine ve Ankara kadılıklarında bulunmuş Seyyid İsmâil Abdülhalim Efendi, annesi de kadı ve şeyhülislâmlar yetiştirmiş bir âileden gelen Râife Hanım’dır. Tahsiline, babasının görev yaptığı şehirlerde devam etmiş, özellikle Arapçasını Medine, Isparta ve İstanbul’da geliştirmiştir. Muhtelif okullarda tam elli dokuz yıl boyunca öğretmenlik yapmıştır. Millî mücadeeye katılmak üzere Ankara’ya gitmiş, Mehmet Âkif ’le birlikte Farsça, Fransızca ve ede-


47 biyat alanlarında çalışarak kendisini yetiştirmiştir. Bu sıralarda bir yandan hocalık yaparken bir yandan da dört yıl boyunca Büyük Millet Meclisi’nde zabıt kâtipliği görevinde bulunmuştur. Mâhir İz’in en önemli taraflarından biri, çok sevilen bir sohbet adamı ve çok iyi bir hatip olmasıdır. Yüksek İslâm Enstitüsü’ndeki hocalığından itibaren çeşitli fakültelerden öğrencilerle yaptığı sohbetlere İstanbul’un en güzel mekânlarında birer ilim, irfan ve sanat mahfeli hâlindeki yerlerde yıllarca devam etmiştir. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı da bazı yayın çalışmalarında onun müspet görüşlerinden yararlanmıştır. 9 Temmuz 1974’te vefat eden Mâhir İz’in cenazesi, 11 Temmuz’da Sahrâ-i Cedid Mezarlığı’na defnedilmiştir. Kaynakça: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, cilt 23, sayfa 501.

0¼KLU ñ] %H\ *ÐQHQnGH Abdullah Mâhir İz Bey bir gün bir gurup asistan ve talebelerini yanına alarak bir müddet kaplıcalarda dinlenmek üzere Gönen’e gelmişlerdi. Gönen’e gelmek için kaplıcalar iyi bir vesile idi. Can dostu Abdullah Mâhir Bey’i ve arkadaşlarını karşılamak ve birlikte olmak için Ali Efendi Hazretleri de Bandırma’dan kalkıp Gönen’e kadar gelmişlerdi. İlçenin din görevlileri ve büyük bir hayran kitlesi de, Ali Efendi Hazretleri başta olmak üzere, Abdullah Mâhir İz Bey’i ve berabe-


48 rinde gelenleri Gönen Parkı’nda karşıladık. Park, mevsimin yaz olması nedeniyle Gönen halkı ve kaplıcalarda bulunan misafirlerle lebâleb dolu idi. Abdullah Mâhir İz Bey ile Ali Efendi Hazretleri, yani her iki can dostu birbirlerini görünce koşarak bir araya gelip öylesine kucaklaşıp sarmaşdolaş oldular ki, her ikisinin de uzun boyları ve gösterişli vücutlarıyla adetâ birbirlerine yapıştı; her ikisi de hüngür hüngür ağlıyor, sağnak hâlinde yağmur yağarcasına gözlerinden yaş akıtıyorlardı. Orada bulunanlar, onları tanıyanlar ve tanımayanlar bu manzarayı ağızları açık seyrediyorlardı. İki can dostun sarmaş-dolaş hâlleri hayli devam ettikten sonra, parkın orta yerinde bulunan büyük havuzun kenarında kendilerine gösterilen yerlere oturdular. Çevrede bulunanlar bu iki zatın samimiyetlerini ve çevrelerindeki yeni gelen misafirleri dikkatlice seyrediyorlardı. Etrafa müthiş bir coşku ve huzur yayılmıştı. Abdullah Mâhir İz Bey Ali efendi Hazretleri’ne kavuştuğu için mânevî bir coşku ile konuşurken adetâ coşuyor coşuyordu. Âciz bendeleri Abdullah Mâhir İz’i, İstanbul’da bir konferans sırasında, Mithat Cemal Kutay’ın “KİMDİM” şiirini okurken görmüş ve kendisine hayran kalmıştım. Hazret bu şiiri okurken salondakilerden pek çoğu naralar atarak kendilerinden geçmişler, unutulmaz hâtıra yaşamış ve yaşatmışlardı. O tablo sanki Gönen Parkı’nda da bir başka türlüsü ile aynen yaşanıyordu. Bendeleri, Ali Efendi Hazretleri’nden izin alarak Mâhir İz Bey’e: “Hocam! Hani İstanbul’da filân tarihte, falan


49 salonda okuduğunuz “KİMDİM” şiiri vardı. O şiiri bugün burada da okur musunuz? Sanki o günkü ortam burada da hazır gözüküyor” deyince, kendileriyle İstanbul’dan birlikte gelen asistan ve talebelerinden bazıları: “Hocamızı üzmeyin. Çünkü o ta İstanbul’dan geliyor, yorgundur” diyerek müdahalelerde bulunmaları üzerine, Mâhir İz Bey daha coşkulu bir hâlde: “Böyle bir günde ve yine böyle bir yerde yorgunluk ve yorulma söz konusu olamaz. Yorgun falan değilim, elbette okurum hocam!” diyerek Ali Efendi Hazretleri ile tekrar göz göze gelerek hemen ayağa fırlamış, gür sesiyle Mithat Cemal’in “KİMDİM” şiirini coşkuyla okumuştu. Her yaştan, her işten ve her cinsten insanlarla dopdolu olan parktakiler gördüklerinden, duyduklarından şaşkına dönmüşlerdi. Birbirlerini sırf Allah rızası için seven ve sayan bu iki can dostu ortaya sevgi ve muhabbet rüzgârı estirmiş, orada bulunanlar da o esen rüzgârdan gönül rahatlığı duyarak kendilerinden geçmişlerdi.


50 0LWKDW &HPDOnLQ o.LPGLPp ìLLUL Mâziye sor, ecdadımı söyler sana kimdi: Bir bitmez ufuktum, küre vaktiyle benimdi. Tûfanlar, alevler beni bir kal’a sanırdı: Taclar uçuşur, dalgalanır, parçalanırdı. Kahhâr atımın kanlı kıvılcımlı izinde: Bir başka denizdim ebediyet denizinde. Çarpardı göğün kalbi hilâlin avucunda: Titrerdi yerin talihi mermînin ucunda. Günler, elimin çizdiği yerlerden akardı: Üç kıt’ada korkunç atımın izleri vardı. Üstünde uçarken o nişîbin, bu firâzın, En şanlı, şehâmetli hükümdârına arzın Tek bir bakışım sanki inâyetti, keremdi: İklîmi hediyyemdi, arâzîsi hibemdi. Hançerdi hayâlim, bütün akvâm ona kındı: Baştan başa dünyâ bir esîrimdi: Kadındı. Âsabına nabzımdaki âhengi verirdim: Kasdeylediğim şekli verir, rengi verirdim. Dünyâ bilir iclâlimi ben böyle değildim: Ben, altı asırdan beri bir kere eğildim. Mithat Cemal Kuntay


51 *ÐUHQOHUL 'HKíHWH 'ÖíÖUHQ %LU 0DQ]DUD Esmâ’i Hüsnâ’dan El-Kerîm (Celle Celâlüh) mübârek isminin mazharı bulunan Ali Efendi Hazretleri, ziyaretine gelenleri ikramsız bırakmaz, en azından onlara mübârek elleriyle hazırladığı tatlı cinsinden ikramlarda bulunurdu. Duruma göre lokantada ikramda bulunur, gerekirse eve davet eder ve evde ağırladıkları da olurdu. Gerek tatlıları hazırlayışı sırasında, gerekse müşterilerine servis yaparken tertemiz olmayı ve tertipli hareket etmeyi ihmal etmez, yanında çalışanların da kendisi gibi yapmalarını, dikkatli olmalarını öğütlerdi. Bir gün kendilerini çok seven ve hayranı olan üç arkadaşla birlikte Gönen’den kalkıp Ali Efendi Hazretleri’ni ziyarete gittik. Her zaman olduğu gibi Hazret bizleri candan karşıladı. Dükkânın bir köşesinde boş bir masa gösterip orada oturmamızı, bizlere ikramda bulunmak istediğini, ancak kısa süreli bir meşguliyeti bulunduğundan birazcık beklememizi ifade buyurdular. Bizler de derhal gösterilen masanın başına varıp etrafındaki sandalyelerde yerlerimizi aldık. Bir müddet sonra bir de gördük ki şapır şapır gözlerinden yaşlar akıtarak ve ah vah gibi iniltili sesler çıkararak bizlere doğru geliyor. Bizler her üçümüz de hemen fırlayıp ayağa kalktık ve: “Aman efendim, bir şey mi var, rahatsız mı oldunuz yoksa?” demelerimiz üzerine Ali Efendi Hazretleri:


52 “Çocuklar, tükürün bu kara yüze! Haydi durmayın tükürün bu kendini bilmezin kara yüzüne. Şimdi ne oldu anlatayım size,” deyip hıçkıra hıçkıra ağlayarak şunları söyledi: “Şu masada kendisine yiyecek servisi yaptığım şu karşıdaki kişiyi görüyorsunuz. Bu kişi bir Alman mühendisi olup ilçemizin Etibank Tesisleri’nde uzman bir kişi olarak dört yıldan beri çalışmakta ve ilçemize geldiği zamandan beri sabah kahvaltılarını burada yapmakta, tatlısını, böreğini burada yemektedir. Bu zatın buraya gelmesinden beri servis işlerini çalışan personele emanet etmiyor, bizzat kendim yapıyorum. Personelimizin servis sırasında hata edip müşteriyi kaçırmalarından endişe ettiğim için bunu yapıyorum. Biraz evvel yine bu kişiye yemek servisini bizzat yaparken aklıma ne geldi biliyor musunuz? “Ey Ali! Bu yağlı müşteriyi kaçırmamak için gösterdiğin dikkat ve titizliği 60 yıldan beri, kıldığına kendini inandırdığın namazlarda da gösteriyor musun? Evet Rabb’imiz huzuruna el bağlayarak durduğunuz zaman da bu ciddiyeti ve nezâketi gösteriyor muyum?.. Evet ben, kara yüzlü sahtekârın biriyim, ne olur bana saygı göstermeyin. ne olur bana iyilik yapacaksanız şu kara yüzüme tükürün…” diyor, hüngür hüngür ağlıyordu. Neden sonra titreyerek yanımıza oturdu. Kendisi de bizler de adetâ harap olmuştuk. İşte Tatlıcı Ali Efendi Hazretleri böyle bir Allah dostu, Allah Teâlâ’yı sevenlerin gerçek dostu idi.


53 $OL (IHQGL +D] UHW OH UL YH 1H\]HQ 7HYILN .ROD\OÜ Ali Efendi Hazretleri’nin bizzat kendi lisanlarından dinlediğim Neyzen Teyfik Kolaylı ile ilgili hâtıralarından biri şöyledir: Neyzen Teyfik Kolaylı çok ciddî, ama kabına sığmayan ve dobra dobra konuşmayı prensip edinen, nerede nasıl konuşulacağını çok iyi bilen, sözünü dudaktan, gözünü budaktan sakınmayan bir kimsedir. Çok zekî, hazırcevap ve dopdolu bir insan olduğu için kafasına ve gönlüne göre bir kimse bulmakta çok zorlanan, sıkıntı denizinde boğulmamak için çırpınan bir hâldedir… Derken yollar ve yıllar onu Ali Efendi Hazretleri’yle bir araya getirmiş ve sonuçta hedeflerinin aynı olması nedeniyle anlaşıp sevişmişlerdir. Ali Efendi Hazretleri mânevî bunalımlarını Allah rızası için gözyaşı dökerek ve kendisini ibâdet ve ezkâra vererek ferahlamaya çalışırken, Neyzen Teyfik de bunalımlarını gidermek için kendisini alkol tuzağına düşürmüş, o girdapta hep çırpınmalara devam etmiştir. Neyzen’in hayatı boyunca inancını yitirmediği, doğruluktan ayrılmadığı, ne yazık ki kaderin ağını da bir türlü çözdüremediği bir gerçektir. Ali Efendi Hazretleri, herhangi bir sebeple İstanbul’a geldiğinde her vakit Neyzen’i ney üflediği Beşiktaş’taki kahvede bulur, onunla görüşür, hâlleşirler. Mübârek Ali Efendi Hazretleri, yine öyle bir görüşme olayını âciz bendelerine şöyle anlatmıştı:


54 “Günlerden bir gün ikindi namazını kıldıktan sonra dükkânda çalışmaya başladım. Bir anda aklıma Neyzen takıldı. O sırada Bandırma’dan İstanbul’a günlük gidip gelmekte olan yolcu vapuru çalışıyordu. Akşama doğru vapur yolcularını almış İstanbul’a doğru hareket etmek üzereydi. Dükkânda çalışanlara: “Çocuklar, ben İstanbul’a kadar gidiyorum. Gelinceye kadar dikkatli olun,” dedim ve hemen dükkânı terk edip harekete hazırlanan vapura bindim. Akşam geç vakitlerde İstanbul’a geldikten sonra Beşiktaş’a doğru hareket edip doğruca Neyzen’in her zaman ney üflediği kahveye gittim. Kahvede bulunanlar, o gün Neyzen’in hiç kahveye uğramadığını söylediler. Nerede olabileceğini sordumsa da tatmin edici bir bilgi alamadım. O semte yakın virâne hâlde bir bina vardı. Neyzen’in orada olabileceği aklıma takıldı ve doğruca virâne binanın kapısına varıp seslendim. Sesime karşılık veren olmadı. Onun o bina içerisinde olabileceğine inandığım için bu defa kapıya yumrukla vurmaya başladım. Yine içeriden hiç ses ve sedâ gelmiyordu. Bu defa elime geçirdiğim irice bir taşla vurmaya başladım. Yüksek bir sesle âdetâ şöyle haykırdım: “Ya bu kapıyı kırar içeriye girerim ya da sen bu kapıyı ellerinle açarsın görüşürüz. Kapıyı açıp ne hâlde olduğunu görmeden buradan hiçbir yere ayrılmam,” deyince âdetâ iniltiye benzer bir sesle: “Bekle açıyorum,” dedi ve kapıyı araladı. Ali Efendi Hazretleri, bundan sonrasını şöyle anlattı:


55 “Bir de baktım ki ne göreyim baştan aşağı kusuntular içerisinde kalmış, bedeninde ve elbisesinde kirlenmedik bir yer kalmamış, ayrıca ayakta durmaya mecali de yoktu. Hiçbir şey düşünmeden birbirimize sarılıp kucaklaştık. Neyzen şöyle söyleniyordu: “Ah Ali’m, beni bu halde, bu kıyafette görmek için mi kendini üzüyorsun? Ben işte böyle kirli pasaklı günahkâr bir kulum,” diyor hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve birlikte sarmaş-dolaş hâlde ağlamaya devam ediyorduk. Neden sonra kollarımızı bıraktık ve kusuntulara belenmiş elbiselerini çıkartıp bir tarafa koydu, yapabildiği kadar temizlendikten sonra oturup o gece birlikte sabahladık. Kendisini anlayacak, dertlerini paylaşacak bir kimse bulamadığından yakınıyordu. Gerçekten de bu görüntü, yalnızlık sıkıntısının verdiği çirkin ve acı görüntüden başka bir şey değildi. Türk hiciv şâiri Neyzen Tevfik (1879-1953) İstanbul’da vefat etti. Babasının rüştiye öğretmeni olarak bulunduğu İzmir-Urla’da Ney üflemeyi öğrendi. İzmir Îdâdîsi’ni bitiremeden okuldan ayrıldı. Şahsî gayretleri ile gerek mûsikî alanında gerekse fikir sahasında kendisini iyi bir şekilde yetiştirip haklı bir üne kavuştu. İstanbul’a geldiğinde Fâtih Medresesi’ne kaydını yaptırıp orada dört yıl boyunca okumalarını sürdürdü. Bektâşî tarîkatına girerek Sütlüce Tekkesi Şeyhi Münir Baba’ya bağlandı. Neyzen Tevfik Kolaylı’nın babası aslen Samsun-Bafra ilçesinin Kolay bucağından olup sonraları Bodrum’a yerleşmiştir. Soyadının


56 “Kolaylı” olması, âilenin Kolay bucağından geldiğinin tescilidir.

%Ö\ÖN ñQVDQODUÜQ ñPWLKDQODUÜ GD %Ö\ÖN 2OPDNWDGÜU Ali Efendi Hazretleri’nin yıllar sonra iki imtihan geçirdiğini biliyoruz. Geçirdiği imtihanlardan ilki âilevî olup bir ucu Ali Haydar Ahıskâvî Hazretleri’nin yakınlarına kadar uzanır. Sonuçta Ali Efendi Hazretleri bu imtihandan yüzakıyla sıyrılmış ve her imtihan gibi bu imtihanı da mânevî derecesine dereceler ilâve etmiştir. Özelliği dolayısı ile bu imtihanın üzerinde durmuyorum. Bir diğer imtihanı mânevî bir imtihan olup onu etiket ve iltifat bekleyen bir zâhir ehli sayacak kadar yanılıma düşen ve yıllarca dizinin dibinde oturan kimseler tarafından gelmiştir. Yıllarca dizinin dibinde oturup da onun etiketle, iltifatla, şöhretle hiçbir ilgisinin bulunmadığını anlamamak nasıl bir şeydi, bilemiyorum. O isteseydi etiketi de serveti de şöhreti de çok kolay yakalardı. Çünkü onun hayranları arasında politika dünyasının zirvesinde olanlar, mesleğinde zirveleşmiş pek çok akademisyen, servet ve şöhret sahibi nice kimseler vardı. O, etiketi ve maddî-mânevî konumu ne olursa olsun, bütün insanlara sırf Allah rızası için yaklaşıyor; yakın olanları da onu bir Allah dostu ve büyük bir gönül insanı olduğu için çevresini dolduruyorlardı.


57 Genç yaşlarında iken sevgi ve saygıyı esas alan Ali Efendi Hazretleri, her biri birer sevgi kaynağı olan Allah dostlarından pek çok zatla tanışıp bir araya gelmiş bir sevgi ve feyiz kaynağı idi. Sohbetleri sırasında o zatları rahmet ve saygıyla yad ederdi.

%LU *DULS 7DEOR Ali Efendi Hazretleri’ne yakınlığı olan Bandırmalı bir zattan dinlemiştim. Ali Efendi Hazretleri’nin tatlıcı dükkânı, Bandırma Merkez Haydarçavuş Câmii’nin tam karşı tarafında idi. Bir zamanlar bu caminin gür ve uzun sakallı bir müezzini varmış. Bu müezzin “Sakalı yok” diyerek Ali Efendi Hazretleri’ne dil uzatır, bazen gıyabında yakışıksız laflar eder, bazen da Ali Efendi Hazretleri’nin bizzat kendisine: “Sen nasıl bir dervişsin? Hiç sakalsız derviş olur mu? Bakıyorum da çevrende birçok insan dolaşıp sana saygı gösteriyor” diyerek hakâretler edermiş. Hazret de o uzun sakallı müezzine hak ettiği karşılığı vermez, bazen onun çirkin sözlerini sükûtla geçiştirir, bazen de: “Ben senin söylediğin gibi bir kimse değilim. Dervişlik kim, ben kimim…” Fakat merak etme… Bir gün olur, sakal da bırakılır… Ne olur, sen kendini üzme. Ben âciz ve günahkâr bir kulum” diyerek karşılık verirmiş. Bu uzun sakallı müezzin efendi ithamlarına, saygısızlıklarına devam ederken büyük bir günah işlediğinden bahsedilmiş ve müezzinlik görevin-


58 den uzaklaştırılmış. İşsiz güçsüz olarak ortada kalan bu zavallı ahmak adam çok geçmeden kendini alkole vermiş; yarı deli çırılçıplak Bandırma sokaklarında dolaşmaya başlamış, sonra da o kişinin bir çöplükte ölüsünü bulmuşlar.

$OL (IHQGL +D] UHW OH ULnQGHQ %LU +DF +¼WÜUDVÜ Ne gariptir ki insanoğlunun seyir alanı ve derinliği kendi seviyesine göredir. Ali Efendi Hazretleri’nin hac görevini ifa etmede geciktiğini sananlar, o yüce şahsiyet hakkında bir sürü ileri geri laflar ediyorlar, hattâ onu hiç tanımadan konuşanlar Hazret’in haccı hafife aldığı için, ilerleyen yaşına rağmen hacca gitmeyi önemsemediğini dillerine doluyorlardı. Hazret ise bu konuda hakkında neler konuşulduğunun farkında idi. Konuşulanlara hiç aldırış etmiyormuş gibi hareket ediyor; çoğu zaman bu konuda susmayı yeğliyor, kendisinden ısrarla karşılık bekleyenlere de: “Ah efendim, hacılık kim, bu yüzü kara, kendini bilmez âciz Ali kim oluyor ki, o mûbârek yerlere gidip de o pırıl pırıl yerleri kirletecek ha! Oralara lâyık olanlar ve çağırılanlar gider ancak. Bendelerinin ne haddine! Ne var ki bu âciz, günahkâr da bir gün çağırılır da o mübârek yollara düşersem ne kadar mutlu ve bahtiyar olurum. Ne olur, bu âciz günahkâr için de duâ buyurun, bu kara ve günahkâr yüzlü de o mübârek yerlere yüzünü gözünü sürsün ne olur!..” diyerek karşılık verirdi.


59 Yıllar birbirini takip ederken bir gün Ali Efendi Hazretleri de hacca gitmek için niyetlenip gerekli işlemleri tamamladıktan sonra yola çıktı ve nihâyet o mübârek beldelere varıp Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere de üzerine düşen mûtad görevlerini yerine getirip tekrar Bandırma’ya döndüler. Hasretle yollarını bekleyen yakınları ve sevenleri ve sevdâlıları arasında bu âciz günahkâr da ilk ziyâretçileri arasındaki yerini aldı. Gerek Ali Efendi Hazretleri, gerekse hasretle ve sabırsızlıkla yolunu bekleyenler, kavuşmanın verdiği hazzın coşkunluğu ile sağnak yağmur gibi gözyaşı döküyor, Ali Efendi Hazretleri’nin mübârek ağzından çıkacak hac ve Hicaz hâtıralarından anlatılacakları heyecanla bekliyorlardı. Gerekli teşrifat ve teşerrüfattan sonra gözleri dolan Hazret konuşmaya başladı. “Haccın ikinci rüknü olan Arafat vakfesini yaptıktan sonra akşam geç saatlerde Müzdelife’ye geldik. Gerek Arafat Meydanı, gerekse Arafat ve Müzdelife yolları mahşeri andırıyordu. Müzdelife’ye gelir gelmez akşam ve yatsı namazlarını peşpeşe edâ ettikten sonra, Mina’da üç gün boyunca şeytanlara atılacak yetmiş tane taşı toplayıp Müzdelife vakfesi için imsak atımını beklemeye başladık. İmsak atımını takîben sabah namazını kılıp Müzdelife vakfesini takîben Mina’ya geldik ve Akabe cemresini (Büyük şeytanı) taşladıktan sonra, Mina’daki çadırımıza dönüp istirahate çekildikse de, Arafat’tan itibaren kabaran heyecan kabardıkça kabarıyor, bu heyecan bir türlü dinmiyordu.


60 Mina’nın kayalık vâdîleri boyunca, kayalar arasında yerleşmiş bulunan zencîlerin yoksullukları nedeniyle Mina’yı süsleyen yangına karşı dayanıklı olan çadırlarda yer alamadıkları belliydi. Bu fakir ve yoksul görünümlü çoğu Afrika kökenli zencilerin o kayalıklar arasında nasıl dinlendiklerini, neler yiyip neler içtiklerini görme merakıma engel olamayıp kalktım; kayaların ve dikenli çalıların gölgelerinde barınmaya çalıştıklarını, gıdâ olarak, ülkemizde kanatlı canlılara yem bile yapmayacağımız cinsten simsiyah bitki tohumlarını suda kaynatarak yumuşattıktan sonra gıda olarak yediklerini, pişirmede kullandıkları ve simsiyah hale gelen suyu da soğuttuktan sonra meşrûbat yerine içtiklerini, yataklarının çakıltaşları olduğunu, ibâdetlerini böyle bir ortamda sürdürdüklerini, tekbirlerle, tehlillerle kayalıklar arasında inim inim inlediklerini bu günahkâr gözlerimle görüp, memleketimiz insanlarının sâhip bulundukları sınırsız dünya nimetleri gözümde canlandı. Lütuf ve ikramı sonsuz olan Rabb’imize karşı ne derece sorumluluğumuz bulunduğu dehşeti nerede ise aklımı başımdan alıyordu…” derken hem kendisi, hem de ziyarette bulunanlar gözyaşları dökerek derin bir sessizliğe gömülüverdiler.

$OL (IHQGL +D]UHWOHUL LOH %LUOLNWHOLNOHULQ 6RQXQD 'RðUX Gönen ilçesinde müftü olarak kaldığım yedi yıl boyunca Ali Efendi Hazretleri’yle sık sık bir


61 araya geliyor, hemhâl oluyorduk.. Bu coşkulu yakınlık Gönen Müftülüğü’nden Bursa-İnegöl Müftülüğü’ne naklim ve orada kaldığım iki yıla yakın bir süre boyunca da devam etti. İnegöl Müftülüğü’nden İstanbul Şile Müftülüğüne naklim dolayısıyla Bandırma ve Şile arasındaki uzun mesâfe görüşmelerimizde bir miktar zorluk çıkardıysa da, seyrek de olsa karşılıklı gidiş-gelişler devam etti. Aldığımız duyumlara göre giderek yaşlanan Ali Efendi Hazretleri’ni birtakım hastalıklar tâkip etmeye başladı. İmtihan için gelinen dünyada hastalıklar da birer imtihan değil midir? Ali Efendi Hazretleri’nin tedâvî için İstanbul’a getirildiğini ve özel bir hastanede tedâvî görmekte olduğunu öğrendimse de rahatsızlığının ciddiyeti nedeniyle yanına ziyâretçi gelmesinin ve rahatsız edilmesinin uygun bulunmadığının doktoru tarafından ifade edildiğini haber aldığım için, İstanbul’da tedâvîde kaldığı sürece ziyâretinde bulunamadım. Ali Efendi Hazretleri’nin bu fânî âlemden ebedî âleme doğru yola çıktığını, İstanbul’dan büyük bir dostlar kâfilesinin, kendisini son defa uğurlamak ve gerekli hizmetlerinde bulunmak üzere Bandırma’ya gideceklerini, bu hususta özel bir vapur da hazırlandığını öğrendimse de o sıralarda İstanbul Tıp Fakültesi Çapa Eğitim Hastânesinde ağır bir hastalık geçirmekte olup tedâvî altında bulunduğum için bu değerli cemâate katılamadım. O sırada ne kadar acı duyup üzüldüğümü yüce Rabb’imiz biliyor.


62 Yüceler yücesi Rabbimiz, muhterem ve mübârek insan Ali Efendi Hazretleri’ni rahmetine ğarîk eylesin. Bütün sevdikleriyle ve sevenleriyle cennette bir arada eylesin inşallah.


63

ñNLQFL %ÐOÖP

MEK TUP LAR BANDIRMALI TATLICI ALİ EFENDİ


64

0(.783

Bismillah Esselâmü aleyküm verahmetüllâhi ve berekâtühû… Pek azîz ve pek muhterem Ehl-i dil, ehl-i din ve ehl-i zevk… Mâye-i Muhammediyye ile münevver, medâr-ı fahretimiz… Rahmi Efendimiz hazretlerinin huzûr-ı ulyalarına. Efendim, Fakîre lütuf buyurulan tebrîkâtınızdan ziyâdesiyle mütehassis oldum. Vefâ-sezâ bu uhuvvetiniz gözlerimizi nemlendirdi. Nur cemâliniz bütün asâlet ve mehâbetle tecessüm eyledi. Neler de neler tehayyül eyledim. Bendeleri de hiçbir zaman zerrece zevkine varamadığım, siz ehl-i dillerce istîdatlar nisbetinde idrak buyurulan Kadir günlerinizi ve İyd-i Fıtr bayramınızı ez-cân-ı dil arz-ı tebrîk ve tes’îde mücâseret eyler, böyle nice nice mübârek mevsimlere muhabbet-i kâmile ile ve her türlü maddî-mânevî emrazdan ârî feyz-i Muhammediyye'ye mütekârin olarak hüsn-ü emsâlinizle nâiliyyetinizi Cenâb-ı Bârî Teâlâ ve tekaddes Hazretleri’nden arz-ı niyaz eyliyor, hâk-i payelere yüz-gözlerimizi sürmekle ve eyâde-i bârekeleri teyakkuple müsâede-i kerîmâneleri istirham ediyorum canım efendim. Arkadaşların da kerîm ellerinden nâmütenâhî


65 hürmetlerimle, nemli gözlerle pûs eylememe müsâdelerini ricâ edeceğim efendim. Allah’a emânet olasınız efendim. Çevrenizde zât-ı devletinizin lemeân eylemekte bulunan fazl-ı kemâlâtınızdan müstefîd olabilme kâbiliyetini ihsan eylemesi de dâim niyazımızdır efendim. Yalvarıyorum… Aşkullah hürmetine, mâsivâ muhabbetiyle kararmış, katılaşmış, maddîleşmiş bulunan gönüllerimizde Cenâb-ı Feyyâz iğne deliği kadar pencere açarak bizleri de bu mübârek gün ve gecelerin mânevî feyizlerinden müstefîd olabilme kâbiliyet ve istîdadını lütfeylesin inşallah… Âmîn… Müslüman bir şârimizin terennümü bize ne diyor efendim. “Bir kalbe ki doğmazsa hidâyet denilen nûr, Âfâk-ı bir engin gece, korkunç uçurumdur.” Duâ, duâ, duâ… El-fakîr pür taksîr muhtâc-ı duâ Dâimî muhallıslarınızdan Ali

21.12.1967


66


67


68

0(.783

Bismillah Esselâmü aleyküm verahmetüllâhi veberekâtühü… Pek azîz ve pek muhterem, Ehl-i dil, ehl-i zevk, mâye-i Muhammediyye ile münevver müftî efendim hazretlerinin huzurlarına… Fakîri yine mübârek günümüzde derhâtır eylemeniz, çoktandır temâşâsından mahrum bulunduğum gül çehreniz, devletli yüzünüz bedr-i-nûr misâli hayâl nümanımda tecessüm eyledi. Sessiz, sözsüz konuşur gibi oldum. Rûhum huzur buldu. Allah’ım sizlerden hoşnud ve râzı olsun. Biz ednâlara merhametle nazar buyurunuz. Bu, bizler için ne devlettir, sümme sümme elhamdülillâh… Canım, nûr-ı aynım efendim, fakîrânem (?) hiçbir zaman zerrece zevkini tadamadığım ve tebrîke hayâ eylediğim siz ehl-i dillerce kadrü kıymeti mâlûm bulunan bu kudsî günümüzü ez-cân’u dil arz-ı tebrîke müsâraat ederim ve müsâede-i âlînizle o pak muhterem yed-i şerifelerinize yüz, gözlerimi süreyim, süreyim de kirli yüzüm belki birazcık olsun, o ruy-i siyâhım da belki letâfet arz eder. Fakat heyhât!… Şefkatlerinizin devamı ve kusurlarımızın da afv ü ref ’îni hâseten istirham eylerim canım, rûhum efendim… El-fakîr, pür-taksîr, muhtâc-ı duâ dâimî muhallıslarınızdan Ali. 11.12.1969 Gece saat 12 de (gece yarısı) bu değersiz satır-


69 ları karalıyorum. Dükkânda bulunmaktayım. Dışarısı ruhum gibi simsiyah. Fakat sizlerin gönülleri gül-gülistan… Bülbüller şakıyor… Bizler de kargalar (gibi)… tünemiş. Duâ, duâ, duâ… Âşk-ı ilahî hürmetine canım, rûhum, efendim. Tekrar tekrar nemli gözlerle öperim. Elleri, ayakları öpüyorum efendim. Muhterem arkadaşlarınızın da hürmetle mübârek yed-i şeriflerini takbil eyliyorum efendim. Ali


70


71


72

0(.783

Bismillah Esselâmü aleyküm ve rahmetüllâhi ve berekâtühû Kıymettar bir huzura takdim. Çok muhterem, zübde-i irfân, menba-i irfân, rehber-i seâdet, rehnümâ-i füyûzât Rahmi Efendi Hazretleri’nin huzûr-ı âlîlerine. Efendimiz, Her hayırlı vesîlelerle fakîri derhâtır eylemeniz bizler için mûcib-i seâdettir efendim. Allah’ım razı olsun. Âmîn… Vefanız ve ifâdeleriniz(?) her dâim gönlümü, gözlerimi dolu dolu eyliyor. Bu şefkat ve teveccühlere zerrece liyâkat kesbedememiş olmanın ıstırabiyle sizlerin kemâlâtından ve füyûzâtından zerrece olsun nasip alamadığım için mecruh ve müteellimdir canım efendim. Allah'ım razı olsun. Biz ednâlara merhametle teveccühleriniz inşallah efendilerimizin şefkatlerini davete vesîle olursa ne mutlu bizlere! Fakat âh, âh… Yanıyorum canım efendim, yanıyorum... Ah!.. Birhoş oldum… Müsâdelerinize, zerrece zevkine varamadığımız, bahsinden de hayâ eylediğim mübârek Ramazân-ı Şerif Bayramı’nızı candan tebrik ve tes’îde müs’araat eyler, emsâl-i kesîresi ile, hüsnü emsallerinizle sıhhat-i kâmile ve kâmil iman(?)


73 maddî ve mânevî bütün kederlerden ârî olarak şeref-i emsâl ve ma’nevî kemal ile müşerref olmanızı temennî ve Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri’nden niyaz eyler, kerrât ile eyâde-i bârekeleri bûs ve hâkipayelere yüz-gözlerimi sürerim. Müsâedelerinizi rica eder, şefkat ve hayır duâlarınızın dâimî nemli gözlerle arz ve ricâ eyliyorum pek azîz ve pek muhterem canım kardeşim. El fakîr, pür taksîr muhtâc-ı duâ, muhtâc-ı merhamet abd-i müznip, tatlıcı, fakat bir an olsun tatlı olamayan, yüzü kara, gönlü kara Ali. 18.11.1971


74


75


76

0(.783

Bismillah Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühu. Nur-ı aynım, canım, ruhum, efendim hazretleri… Bugün zât-ı ulyalarına telefon edecek idim. Fakat ne hikmet ise nasip olmadı… Birkaç satırcıkla tasdikatta bulunuyorum. Hüsn-i kabul niyaz olunur efendim. Ömer ağabeyimin hürmetleri var. İstanbul’a teşrifiniz müsâitse rica edildi… Şu mahalde bir ruhsat sudur etti: Efendimiz inşallah dört Ocak Salı günü inşallah Yeşilköy’den (Sâmi) Efendimiz’in hareketi var. Arzu buyurulursa teşyincilerinden bulunulur efendim, denildi. Bir mânî zuhur eylemez ise böyle bir arzu var bendelerinde. Kalabalık olmayın diye de tenbih buyurdular. Fakat orası mahşerî bir mahal… Bizlere de duâ buyurunuz yalvarıyorum efendim. Bilmem bizlerin de bir arzusu oldu. Daha doğrusu irâde harici bir hareket. Sevk-i tabiî demek daha doğru olacak gibi… Hiç bilemiyorum. İnşallah bizler de Nâzım Efendi, bizim Terzi Osman (damat) Efendicikler de gider. Allah’a emanet olasınız efendim.


77 Tekrar te’yîd-i ihtiramât eyliyor, kemâl-i ta’zîm ve terkim ile eyâdi-i mübâreklere ve hâk-i payelere yüz-gözlerimi sürerim. Müsadeler istirham eyliyorum efendim. El-Fakîr pür-taksîr muhtâc-ı duâ Abd-i müznip köleniz Ali 31.12.1971 Saat 3 gece


78


79


80

0(.783

Bismillah Çok muhterem, Menbau’l-irfan, gülşen-i maârif, rehnüma-i füyûzat, Müftü’s-Sakaleyn Rahmi Beyefendi’miz hazretlerinin huzur’ı ulyalarına... Efendim, Çok mübârek bir günümüzde, her zaman olduğu gibi, gülbahçenizden bir demet misk ve anber kokulu gül buketinizin, o gönlünüzün muhabbetiyle taltif buyurmanızdan ziyâdesiyle mütehassis oldum efendim. Bendeleri de inşallah idraki ile mübâhî olacağımız mübârek Ramazan Bayramı’nızı ez can u dil arz-ı tebrike vesile-i müsâraat eylerim. Böyle nice nice şeref ve kudsî(?) derecesi siz ehli dillerce takdir edilebilen mübarek günlere ferah-ı hâl, sıhhat-i kâmile üzere, hüsnü-i emsallarınızla nâiliyyetinizi feyyâz-ı Mutlak hazretlerinden niyaz eyler, kalb-i fakîranemin en derin köşelerinden gelen hürmetleri takdim eyler. Mübârek ellerinizden öper, eksik etmediğiniz ve ibzal buyurduğunuz ed’iyye-i hayriyelerinizi dileyerek eyâdi-i mübarekelerinizi tekrar pûse mücâseret eylerim mübârek efendim. El fakir, pür taksîr, muhtâc-ı Duâ, Ali

27.10.1973


81


82

0(.783

Bismillah Pek aziz ve pek nezihü’l-vicdan , ehli dil, ehli dîn... Müfti-i Benam.. Rahmi Beyefendi Hazretleri’nin huzur-ı kerimânelerine... Mübarek efendim, Makâmat-ı mübarekenizin mükaderetinizi(?) müteâkip eyâdî-i feyz-i bahşânızı kabbüle şitâb bizlere vecîbe olduğunu biliyorum efendim. Fakat bu benim pek samîmî ve candan olmasına rağmen müemmen olamamış olmaklığımdan dolayı cidden son derece müteessirimdir canım efendim. Ümid-varım ki, fakîr-i afvü atîfetle, şâfi-i ihsan ile muâmele buyuruyorsunuzdur. Kişinin niyeti ile müsab ve muâtep olacağı malûm-ı devletleridir efendim. Canım, ruhum efendim, Arz-ı tebrîkât eşiklerînizi ve eyâdî-i mübarekelerinizi leb-i edep ve kemal-i tâzîm ve tekrîm ile müsaedeyi âlinizle(?) kerrat ile nemli gözlerle öpüyor... öpüyorum efendim... Mübarek efendim, Ah… Lehü'l-hamd yine Makâm-ı Beyti Azîme ziyaret müyesser oldu. Ne mutlu sizlere. Rabb’im zevkinizi daim buyursun inşallah. Âmin... Yazamayacağım... Fena oldum efendim... Selâm ve duâlarınızı bir muhabbet hâlesi hâlinde gelmiş, dil ve canım hayat bulmuştur efendim. Rabb’im şefkatlerinizi, muhabbetlerinizi


83 üzerlerimizden kaldırmasın inşallah. Âmin.. İndimde muhabbeti pek yüksek olan teveccühat ve meveddetlerinizin kemakân bâkî olmasını Cenabı Kibriya Hazretleri’nden niyaz ediyorum efendim. Tekrar tekrar böyle seâdeti ebediyyelere nailiyetinizi eltâf-ı sübhaniyeden en samîmî kalb ile tazarru ve niyaz eder, eyâdî-i mübarekeleri tekrar puse müsareât ederim, pek aziz ve pek muhterem kardaşım, canım efendim... Daima muhlıslarınızdan perverde-i iltifatınız el fakir, pür taksir, muhtac-ı duâcınız.. 29.12.1976 Ali Öztaylan İmza Lehü'l-Hamd idraki ile mübahî bulunduğumuz Muharremü'l-haramınızı ez cân-ı dil arz-ı tebrik ve tes’îd eder, böyle nice nice nurlu mevsimlere muhabbet-i kâmile üzere hüsn-i emsallerinizle şeref-ü seâdetler nailiyyetinizi temenni ve niyaz ile, bizler için din ve dünya olan hayır duâlarınızı istirham ediyorum canım, efendim hazretleri.. Ali Malûm-ı lisanınız, Efendimizin sıhhatlerini çok merak ediyoruz. Rabb'im şifa-i acil ihsan buyursun inşallah, âmin.. Gece gündüz nâcizane, âcizâne ne duâya ne niyaza ve ne de tazarru’a muktedir olamadığımız hâlde, ân-garîp kesb-i âfiyetleridir efendim niyazımız.. ah.. Yanıyorum, canım efendim, yanıyorum. Bilemiyorum, Âh mı desem, vah mı desem…


84


85


86

0(.783

Bismillah Pek aziz ve pek muhterem, Ehli dal, ehli din, halîm, kerîm, selîm, rehber-i seâdet, vefa-şiâr kardeşim, efendim… Rahmi Efendi hazretlerinin huzur-ı âlîlerine... Efendim, Günlerdir huzur-ı devletlere “Bir nâme yazayım” dedim... Fakat, kalemden şöyle bir ses: “Bir kebuter olsa yâre nâme göndersem dedim.” “Mürğ-i-canım âşiyânından beni gönder dedi.”1 Nur-ı aynım, efendim, Gece geç vakit dükkânda, bodrumdayım. Günler, haftalar, hatta aylardır ki, seferi-bâtın edemediğim huzurlara bir vesîle ile çıkayım istiyorum. Fakat, maalesef bu cür’ete bir türlü tevessül 1

Kebuter, haber güvercini demektir. Beytin mânası şöyle olmak gerekir: "Bir haber güvercini olsa, yâre nâme göndersem dedim. Can kuşum, "Gönül yuvandan gönder" dedi.


87

edemediğimden cidden müteessir, hayli zamanda mahzun ve mahcûbum da... Muhabbetinizle meş’bû olan gönlüm uzun zamandır cemalinizden cüda düştüğü için elem ve firak içindedir. Kimi gece vakti dükkânda bodrumda bir şeyler yazayım diyorum. Fakat ellerim lerzan, gözlerim nemli bir şey tulû’ etmiyor. Her şey de âcizlik… Ne zor şey ya Rabbî… Pek muhterem ehl-i dil kardeşimiz Nazım Efendi, hacdan teşriflerinde birlikte geçirdiğiniz, bilhassa son veda tavafınızdan bahsederlerken hem kendileri ağladı ve hem de bizleri de o mes’ud anlara götürüyor, o zevki manevîyi taddırıyorlar idi. Ne kendisinde ne de bizlerde hâl kalmıştı. Âh efendim, âh!.. Müteaddid defalar ziyaret-i âlilerine, fakir yalınız olsun, Nazım kardaşla olsun, hatta Ömer ağabeyimizle hep birlikte arzularımıza rağmen, müteaddiden(?) şitap eylemeyi arzu eyledi isek de mukadder olmadı. Herhâlde ihlâsımızda samîmiyet mi yok diyorum ve üzülüyorum.


88

Birkaç kereler de telefon eyledim. Saatlerce başında beklememe rağmen, şeref-i mülâkat nasîp olmadı. “Dâvet ricasında bulunayım” dedim. Teeddüp ettim. Günler bu minval üzere geçip gidiyor iken: Müfti's-sekaleyn, zamanının ferîd-i dehri, Ömer Ziyaüddînî (k.s.) Aziz Efendi Hazretleri'nin eser-i-bergüzarlarını raflardan indirip de umumun istifadelerine arz eylemenizin eser sahibinin de vermiş bulundukları mahzuniyyet nihayetsizdir. Zat-ı âlîlerini me’mur eylemeleri ne seâdet ve devlet değil midir efendim?.. Ne mutlu sizlere… Sizleri ez-can-ı dil tebrik eyleriz efendim… Hürmetleri üzerinizde daim olsun inşallah. Âmin… Böyle nice nice mübarek eserleri neşir seâdetiyle müşerref olmanızı candan temennî ve niyaz ediyoruz efendim.. Fakir, zerrece şükranlarımı arz-ı beyan edebilecek kelime bulamıyorum canım efendim.. “…dili yok kalbimin, bundan ne kadar bîzarim.” Rabb’im bizlere de huzurları ile mütalâalar nasip eylesin inşallah. Âmîn.. Hele iltifatınız bendelerini titretti. Gönlüm, gözlerim dolu dolu olmuş-


89

tu. Temennîlerinize, candan duâlarınıza, el açıp “Kabûl eyle Rabb’im” diye niyazda bulundum. ve sizlere de –bütün aczime rağmen- seâdet-i dareyn duâ ve niyazında bulunmaktan kendimi men’i taki(?) edemedim.. Efendim, İstanbul’a, derseâdete teşrifleriniz oluyor mu? Efendimizin devam eden rahatsızlıkları hepimizi dilhun eylemektedir. An-garîb şifayi âcilleri daim duâ ve niyazımızdır. Bizlerin hâlleri, efendimizdeki rahatsızlıkların tezahürü. Âh!.. Umarız ki, son hücre seyahati şahsı samîleri ve devlet, millet için hayırlı olmuştur. Bizlerde hayır olmazsa rical ne yapısın ki? Senelerle huzur-ı âlilere çıktık da ne olduk? Sanki ahlak-ı zemîmemizi mi bıraktık? ve sanki iyi hasletlere mi bezendik? Heyhat!.. “Titrerim, mücrim gibi baktıkca istikbalime.” Hazretim, efendim... Huzurları huzursuzluğa kalbeyledim. Bizleri afiv, duâ, lütuf ve ihsan buyurursanız ve şefkatlarınızı daim kılasınız efendim. Gönlüm, gözlerim bu anda dolu dolu. Yaşlar ırmak ırmak akıyor. Ah gözyaşı!..


90


91


92


93


94

0(.783

Bismillah Ali Ulvi bey, SellemehĂźllah; “MenbaÄą belli olmayan ilâhĂŽye beste derlerâ€? “Gece gĂźndĂźz ben aÄ&#x;larÄąm, gĂśzyaĹ&#x;ÄąmÄą silen bilir.â€? Devlethânede telefon olsa hicabÄąna bakmadan sizleri tasĂŽdatta bulunurum. TeĹ&#x;ehhĂźd miktarÄą da olsa, kâmil sadanÄąz gĂśnlĂźmde huzur-Äą necib te’min buyurur. Cidden buna muhtacÄąz da. BugĂźn Bursa’da Hazreti Musa aÄ&#x;abeyimiz Efendi Hazretleri’nin ĂśÄ&#x;le dâvetinde idik. Hazret’im sohbette bulundular. MĂźstefid olundu elhamdĂźlillâh. Rabb’im, cihân-Äą muhĂŽt Ĺ&#x;efkatlerini Ăźzerlerimizden kaldÄąrmasÄąn inĹ&#x;allah. Ă‚min‌ HakkÄą aÄ&#x;abey, Tahsin aÄ&#x;abey ve Bursa’daki diÄ&#x;er yavrular hep maĹ&#x;allah iyiler. Tuzakça’daki, GĂśnen’deki yavrular da mâĹ&#x;allah mĂźbârekler. Her zaman için ism-i cemĂŽlinizi muhabbetle zikrediyorlar ve zikrediyoruz efendim. UmarÄąm iltifatlarÄąnÄązÄą onlara diriÄ&#x; etmiyorsunuzdur umarÄąm efendim. Hikmeti bilemiyoruz. Halk Partisi’nin zaferi Ä°slâm’Ĺ mĂźkedder ve mahzun eyledi. Şßphesiz ki bizlerin Ĺ&#x;uursuzluÄ&#x;u da mebde’ vesĂŽle teĹ&#x;kil etmiyor mu?.. Ki, bilemiyorum‌ Ä°nĹ&#x;allah “Hak Ĺ&#x;erleri hayreyler.â€?


95 Hikmeti bilemiyoruz. Ricalin ism-i şeriflerini âlet ettik. Bizleri perîşan eden bu husus olmakta. Bütün arkadaşlar maşallah maddî ve mânevî devlet-i imandalar. Bizlerin hâl-i perîşân… Duâlarınıza muhtacız efendim… Kardeşlerimizin her biri ayrı ayrı selâm ve ihtiramat ediyorlar. Kerîmelerinden bûs ediyorlar efendim. Fakir de kerrât ile eyâdî-i mübârekelerini pûse mübâşeret eyler, bizler için din ve dünya olan duâ-i hayriyyelerinizi tekraren niyaz eyliyor, sizlerin de Cenâb-ı Hakk’ın bütün nîmetleriyle mütelezziz olmanızı temennî ve niyaz ile tekrar kerim elleri öperim, aziz kardeşim, efendim. Bandırma 8.6.1977 El-fakîr’ü pür-taksîr, muhtâc-ı duânız, dâimî muhlıslarınızdan abd-i müznib Ali (İmza) Şekilsiz, ruhsuz yâve-nâmenin lütfen kabûlünü istirham ediyorum efendim. Din adamlarımızın siyâsete intisapları bizleri dilhûn etti ve İslâm’a pek büyük harâbeler ilgâ ettiler kanaatındayız. Ah!.. Ah!.. İçimiz kan ağlıyor!..


96


97


98

0(.783

Bismillah Pek aziz, pek muhterem, şâyeste-i ihtiram, nezîhü’l-vicdan Rahmi Efendi’mizin huzûr-ı reşâzî-meablarına... Efendimiz, Bütün ednâlığımıza rağmen devam eden iltifatlarınızın minnettarıyım. Mahcûbiyetimi ifade edecek kelime bulamıyorum. Âlîcenabâne davranışınıza mukâbelede aczim var. Her hayırlı vesîlelerle olduğu gibi, çok mübârek bir günümüzde de bendenizi derhatır eylemeniz, öteden beri meftun ve hayranı olduğum asâlet ve necâbetinizin yeni bir delîli ve tezâhürü ile taltif buyurmanızdan duyduğum sevinç ve minnet, tavsif edilemiyecek kadar derin ve kıymetlidir efendim. Sizi dâimâ hürmet ve tâzımle anmaktayızdır. Muhabbetiniz, hasretiniz ve iştiyakınız dayanılmaz bir mertebededir. Pek çok kereler gerek yalnız gerekse Nâzım Efendi kardeşimizle, hattâ daha da canımız Ömer Kirazoğlu ağabeyimiz efendimizle ziyâret-i âlîlerini arzu eyledi isek de gelmek istedik ise de ne hikmetse bir türlü bu seâdetin tahakkuku müyesser olmadı. Müteaddid defalar telefon eyledi isem de bazen çok geç vakıtlara kadar bekledim, maalesef bir türlü teşehhüd miktarı da hikmetli kelâmlarınızı işitebilmek seâdetini idrak mukadder olmadı. Vakt-ı merhû-


99 nu henüz gelmedi demek ki. İnşâallah an-karîben bu devlet nasîp olur. Canım efendim, cevapta kusurlu oluşumu vefâsızlığıma bağışlamanızı niyaz edeceğim efendim. Kusurlarımızın af ve ref ’ini hâssetsen istirham edeceğim efendim. Efendim hazretleri, zâhirde her ne kadar geçmiş de olsa mü’minlerin bayramının geçmediği ma’lûm-ıkiramlarıdır, efendim. Şehr-i gufrânınızı candan arz-ı tebrîk ve tes’îd eder, inşallah rahmet ve mağfuret kudûmu ile müşerref olacağınızı ümid ve niyazda bulunduğumuz mübârek hacc-ı şerîf ve Kurban Bayramı’nızı ez-cân’u dil arz-ı tebrîk eyler. Böyle nice nice kutsî günlere kemal-i sihhat ve âfiyet üzere nailiyetinizi Cenab-ı Hak'tan niyaz eyler. Eyâdî-i mübarekeleri kemal-i tanzim ve tekrim ile pûse âlî müsaadelerinizi istirham ile bizler için devlet olması hazziyle merdüm eylemenizi ilâyevmi’l-kıyâme devamını nemli gözlerle yalvarıyorum efendim. Selâmlarımı, hürmetlerimi tekrar arz ve te’yid eyliyorum canım efendim. Allah’a emânet olasınız efendim. El-fakîr pürtaksîr, muhtâc-ı duânız daîmî muhlislerinizden Ali Öztaylan 3.11.1978 Bandırma


100


101


102

0(.783

Bismillah Pek aziz ve pek muhterem, Nezîhü’l-vicdan, müfti’s-sakaleyn, Rahmi Efendi Hazretleri’nin huzur-ı devletlerine... Canım efendim, Devam eden iltifat ve teveccühlerinizin medyun-ı şükranıyım. Teşekkürlerimi arzedecek kelime bulamıyorum. Âlîcenâbâne davranışlarınızdan son derece mahçup ve mükadder bulunuyorum efendim. Her an için sizleri muhabbetle tefekkür ediyorum. Hayal hânemizde nur cemaliniz her an için gözlerden, gönüllerden nihân olmuyor efendim. Uzun zamandan beri ziyaretinizi vecibe telâkkî etmekliğime rağmen ne hikmetse müyesser olmadı. Cevaba da bir türlü tevessül edemiyorum. Halbuki ziyârete niyyet âb-ı zemzemden musaffa idi. Riyâdan âzâdeyim. Ya na-


103

sip yok ya hulûs yok ben ne diyeyim, bilemiyorum ki. Canım efendim, İnşallah idrâki ile müşerref olacağımız rahmet ve mağfiretten ümit ve niyazda bulunduğumuz mübarek hacc-ı şerif ve Kurban Bayramı’nızı, mübârek ellerinizi gözyaşlarımla dudaklarıma aldığım şu anda hayalimi kaplayan tefekkürle hâk-i pâyilere de yüz-gözler sürüyor, iki cihan seâdetinizi temenni ve niyaz ediyor… Biz çâkerlerini gönüllerinizden mehcur buyurmasın âmin. Perverde-i iltifatınız, muhtac-ı duâ el-fakir pür taksîr abd-i müznip Ali 3 Zilhicce 1400 13.10.1980


104


105


106

Aşağıdaki mektuplar Ali Ağabeyin Latin harfleri ve daktilo ile yazdığı mektuplardır.


107

0(.783

Bismillah Pek aziz ve muhterem Ehl-i din, ehl-i dil, nezihü’l-vicdan müfti’s-sakaleyn Rahmi Efendi’mizin huzur-ı seâdetlerine, Efendim, Hulûliyle müşerref ve mütefeyyiz olduğumuz rahmet ve mağfiretten ümid ve niyazında bulunduğumuz mübarek hacc-ı şerif ve Kurban Bayramı’nızı gönülden tebrik ve tes’id eder, sonsuz hürmet ve tâzimlerimin lütfen kabûlünü diler, böyle nice nice kudsî günlere hüsn-i emsallerinizle ve kemâl-i sıhhat ve âfiyet üzere nâiliyetinizi eltâf-ı Sübhaniyeden arz-ı niyaz eyler, kemal-i ta’zim ve terkim ile muhterem ellerinizi öper ömri âfiyetinizi dilerim, canım efendim hazretleri. Huzurlarıyla müstefid olduğumuz müdde-i umûmî beyefendinin de eyâdi-i mübâreklerinin pûse müsâdelerini rica ederim efendim. Gönül âdemi, çok özlediğimiz demirci (derviş) efendinin de feyz-i nisarını tekâbüle mücâseret eylerim efendim. Eksik etmediğiniz, ibzal buyurduğunuz ed’iyei hayriyelerinizi diliyorum efendim.


108 İnşallah şeref-i mülâkatları Rabb’im müyesser kılacaktır efendim. Allah’a emanet olunuz canım efendim. Bî nasîp an ezel zavallı Bendeleri Ali Bandırma 2.10.1981 Mübârek efendim, Ramazan Bayramı vesîlesiyle lütuf buyurduğunuz muhabbet-nâmenize vaktında cevapta kusurluyumdur. Ümid ediyorum ki fakîre îndi duâda ihsan ile muâmele edeceksinizdir. Kusur bizden, afiv sizden efendim.


109 MEKTUP-12 Bismillah Âziz ve pek muhterem, hâlim, selim ve kerim olan, nezihü’l-vicdan, Rahmi ab-u hayat olan, Rahmi Serin Efendi’mize; Efendim, Lütf edüb gönderdiğiniz name’i şerifiniz dest’i âcizaneme vâsil olunca fırak ateşiyle yanan gönlüme vuslat şerbeti döküldü. Fakîri fazlasıyle memnun etdiniz, Allah sizden razı olsun. Bendeleri de elhamdülillâh idrakiyle mübahi olduğumuz mübarek günlerinizi candan tebrik ve tes’id eder, şeref ve derece-i kutsiyeti sizler ve sizler misüllû ehli dillerce takdir edilen nice nice mevsim-i mübarekeye, hüsn-ü emsallerinizle ve sahhıt-ı kâmile üzere nâiliyetinizi arz-u niyaz ederek dünya ve ukbâ kederlerinden hıfz u emanınızı duâyı nâçizanemi kabulgâhı ehadiyyete arz u takdim ve istirhamdan sonra sonsuz hürmet ve ta’zimatımın lütfen kabulü recasiyle mübarek ellerinizi bus’a müsaadei âlinizi dilerim aziz efendim. Pek Muhterem, ehli fazilet ve hukuk burcu müddeiumumi beyefendimiz hazretlerinin de eyyade-i mübarekelerini takbil’e müsaadelerini niyaz eder, iki cihan saadetlerini, her an u zaman, ne duâya ne niyaza muktedir olmadığım hâlde


110 Cenabı Müteâl Hazretleri’nden arz-ı niyaz ile memlu bulunuyoruz aziz efendim. Bu vesile ile ihtiyar olunan hüsn-ü niyaz ve mübarek günlerin idraki münasebetiyle vasıl olan tebrikât-ı mâneviyenize minnet ve şükranlarımı tekraren arz ve beyan ile kerim ellerinizi bûs eylerim aziz efendim hazretleri. Daimi mûhlisiniz El-fakîr pür-taksîr Muhtacı duânız Ali Öztaylan 19.7.198? Bandırma


111 MEKTUP-13 Pek aziz ve muhterem, Müftimiz, Rahmi Serin Efendimiz Hazretleri’nin Saadetli huzurlarına, Efendim, Emraz’ı kalbiyeme deva ile mâneviyeme şifâ olan mübârek tebrik kartınıza nailiyet, saâdet ender saâdet oldu, çok özlemişim, Allah sizlerden razı olsun. Bendeleri de hulûliyle müşerref ve mütefeyyiz olduğumuz Âlem-i İslâm’ı zâhiren ve bâtınen tenvir eyleyen mübarek Fıtr Bayramı’nızı, an-samimül-kalb tebrik ve tes’id eder, inşallâh böyle birçok eyyamı mübarekelere muhterem âileleriniz erkânı ve sevdiklerinizle mesruru’l-bâl ve hoş hâl üzere idrakiyle şerefyâb olmanızı Rabbi müteâl hâzretlerinden niyaz eyleriz. Dest-i şerifinizi bûs’e müsâadei âlinizi istirham eyler, maddi ve manevî umûrunuzda muvaffakıyetinizi ve bir ân mübârek gönüllerinizin elemnak olmamasını Bâriğâh-ı ehadiyetden istirham eylemekdeyiz efendim. Pek Muhterem Müddeiumumi beyefendimizin de, eyade-i mübarekelerini takbil eyleriz efendim. Keza Derviş Dede efendimizin de efendim, Ta Şile ve İstanbul’dan, pek muhterem Rahmi Efendi gibi bir muhibb-i müstesnaı hem de yâranı sadıkla birlikde bu fakîr kulunu aramak sûretiyle in’am ve ihya buyurdun.


112 Yarabbi sana sonsuz hamd’ü senâlar olsun ki, ta Şile’den bu kadar zahmet ve külfeti ihtiyar ederek böyle müstesna bir numune-i ferağati izhar buyurarak gelmek ulviyetini gösteren, köşe-i uzletime kadar gelüb teşrif eden ihvan-ı bâ safâ vâsıtasıyle lütf etdiğin bu nimetlere ben lâyık mıyım Allahım diye günlerle gözyaşı dökmüş ve secde-i maneviler, eylemişdim efendim. Tasdiatımın afvünü diliyor, kemâl-ı tazimle tekraren mübârek ellerinizi öpüyor, duâlarınızı nemli gözlerle istirham ediyorum aziz efendim. Muhubbi sadıkınız Daimi muhlislerinizden Ali Öztaylan 16.7.1984 Bandırma


113 FAKİRDEN MEKTUP-1

Elestü bezminin ezelî mesti, Ol bezme (Belâ) diyenlerin ebedî dostu ve hiçbir zaman dostluğuna lâyık olamadığım hâlde, şefkat kanatları altında senelerce mânevî himayesini gördüğüm aziz ağabeyimiz. Rabb’im de biliyor ki, şu satırları yazarken belki de hayasızlık ediyorum endîşesi ile titriyorum. Çünkü O aşkullah, aşk-ı Rasûlüllah ve onların yolunda olanların aşkı ile dolu olan gönlünüzün üzerine atom kadar ufak bir yabancı tozun bile konmasını istemiyorum. Rabb’im gönlünüzü, size lâyık olanların dışında, her türlü faysdasız ve yaramaz şeylerden muhafaza buyursun inşallah. Muhterem ağabeyim, Sizlere dostluğu hiçbir zaman lâyık olmadığım halde, büyük bir dost hizmeti, ta bin dokuz yüz elli ikilerde madde planında bir araya getirdi. Bu planın devamı on dört sene sonra, Gönen’de hizmet etme adı altında sizlere maddî yakınlık teessüs etti. On seneye yaklaşan zamandan beri de himayenizde bulundurdunuz ve hiçbir keremi fakirden esirgemediniz. Cürm ile âlûde olan dilimin ve gönlümün yegâne niyazı budur ki: Rahmanürrahim olan Rabbimizin rahmet-i, tabîbülkulûb olan Habibullah’ın şefaâti ve sahibülhimmet olan Efendimizin himmeti üzerinizde daim olsun.) Kader planında mukarrer olup madde planında yılbaşından sonra zuhura gelerek tahakkuk eden Şile’ye nakil meselesi, Ömer ağabeyimizle uzun uzun müzakelerden ve icap eden istişareler


114 tamamlandıktan sonra ortaya getirilmiş bir mesele idi. Fakirin arzu ettiği yönde gerçekleşti ve hâlen durumdan memnunuz. Sizlere olan maddî uzaklığın dışında üzüntü vesilesi olacak hiçbir şey görünmüyor. İnegöl’de yüz yirmiye yaklaşan personelin menfaat çekişmesi ve onları kendi politikalarında istedikleri gibi koşturan politikacıların insaf dışı tasarruflarına âlet olmanın ne maddî ve ne de mânevî bir faydasını müşahede edemediler. Geçen her gün harap olan gönlümün sükûnete ihtiyacı vardı. Burada o sükûnet mevcut görünüyor. Rabb’im sonunu hayırlı eylesin. Geçen hafta içerisinde bir hayırlı iş vesilesi ile Gönen’e kadar gidip döndüm. Ziyaretinize gelememenin hâlâ üzüntüsü içindeyim. Ancak kıymetli zamanınızın heder edilmemesi ve bendenize lâzım ve lâyık olanın üzülmek olduğunu düşünerek teselli olmaya çalışıyoruz. Bir de şimdiye kadar sahte bir saygı tezahürü de olsa, yüksek huzurlarınızda çirkin sesimle konuşmamaya çalışıyordum. Halbuki bu sefer ziyaretinize nail olabilseydim bazı hususları –zarûretine binaen– konuşacaktım. Çok şükür yine bunun derdi de fakirin içinde kalsın. (Sizlere her şeyin malûm olduğuna inandığım hâlde). Gülden daha nazik, bülbülden daha yanık ağabeyimiz; sizi ve sizin sevdiklerinizi severek dünyadan göçmeye çalışacağım. Çünkü sizin Allah ve Rasûlünü ve onların yolunda olanları sevdiğinize maddî ve manevî bütün varlığımla inanıyorum. Bizi hoş göremeyenleri olduğu gibi kabul ediyor,


115 hoş görmeye çalışıyor ve zatı âlilerinin himmet ve duâlarını niyaz ediyorum efendim. Bilvesile ellerinize yüz ve gözlerimi sürer, Yüzbaşı ve Mustafa ağabeylere de hürmetler ederim efendim. Muhtacı Duânız Rahmi 9.3.1974 – Şile


116 FAKİRDEN MEKTUP-2 Şile 4.2.1977 Sultanım, efendim… Hiçbir zaman lâyık olamayacağım mübarek iltifatlarınızla memlû mektubunuz fakîr-i pürtaksîr-i dilşâd etti. Ab-ü zülâl olan o ifadelere karşı cevaben bir şeyler karalamak haddim değil. İltifatkâr ifadeler sultanımın kamêlinin tezahürü diye tesellî buluyorum efendim. Lâyık olmadığım halde, ziyaretleriniz için duyulan tehassürü Rabb’im biliyor. Yazılanlar ve yazılacaklarla o ipekten daha zarif gönlünüzü incitmekten korkuyorum. Bunun için de kısa keseceğim. Tek arzum şu: Ne olur, dostlarımız her zaman olduğu gibi yine günahımızı setretsinler ve hüsn-ü niyetimize baksınlar. ve siz, aziz ağabeyimiz, büyük gönül dostumuz, siz de –her zaman olduğu gibi- himmet kanatlarınızın altından ayırmayın bizi. Şefîimiz olun, Rabb’imizin ve bilcümle dostlarının huzurunda... Şimdilik zâhirde kâğıt üzerine resmedilmiş bir karanfil takdim ederek, eşiğinize yüz sürecek zamanı bekliyor, bekliyorum... Mübarek el ve ayaklarınızdan hasretle öperim aziz efendim.. Rahmi


117 BABAMA MEKTUP 16.12.2010 On Muharrem Bismillâhirrahmânirrahîm Kâinatın efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimize, ehlibeytine, ashâbına, nebilere, resüllere, erenlere, evliyâlara, babam Ali Efendi’ye âhirete intikal etmiş dostlarına selât ü selâm olsun. Kerimesi olarak bu satırları yazdırma lûtfunda bulunduğunuz için ikrâmınızı tahdis-i nimet addediyorum. Allah’ım razı olsun. (amin) Babacığım; Allah Tekaddes Hz. sevgisiyle dopdolu, ömrü boyunca sünnet-i seniyyeyi bir an dahi terk etmemiş, daima tefekkür hâlinde olan feyzle yaşayan zât-ı muhteremdi. Mânevi derecelerinin sonsuzluğunu benim bilmemin mümkünatı yoktur. Sizler bu sırlı gönülden haberdarsınız. Ne bahtiyarsınız efendim. Allah’ım bana da nasip eyler inşallah (amin). Babacığım ayet-i kerimede geçtiği gibi “Asıl kurtuluşa erenler Allah taraftarlarıdır” müjdesiyle şerefgâh olmuş, mükâfatlandırılmış safî kullarındandı (inşaallah). Takvâ ve ihâta edilmiş bir ömür bahsetmişti Allah’ım babama. Rabb’im babamı seçti muttakîlerden eyledi.


118 Hakşinas’tı, mükerremiyetli, fâziletli, letâfetli, edepli Rabb’imin bütün cemâlini bahşettiği nadide bir zâttı. Şükürler olsun ki Rabb’im hizmet konusunda beni seçtiği için. Babama olan muhabbetimi sizlere izhâr edebilecek melekeye sahip değilim. Ben babamı peygamber efendimizi (s.a.v.) sever gibi sevdim. Fâni ömründe her anını Allah’ın rızası üzerine yaşadı. Feminden Kur’an ve hadisler inci tanesi gibi dökülür, oradan kuruyan gönüllere rahmet olup engin denizlerde cemâlini seyrettirirdi. Daima inayet üzerineydi. “İyiliğe iyilik yapmak her kişinin işi Kötülüğe iyilik yapmak er kişinin işi” düstûruyla yoğrulmuştu. Kelâm-ı etrafı ihlâs, gözyaşları ve rahmetle sarmalardı. Mahzun gönülleri huzur bahçesine çevirirdi. Ziyaretine gelen sevenlerini iman nuruyla ziyadeleştirirdi. Evi ve gönül kapısı her daim açık idi. Ömrü boyunca kimseyi incitmemiş, canlı cansız her varlığa hürmet etmiş idi. Sonsuz vefâ, tükenmez engin bir gönül sahibi, ilâh-i ahlâk üzerine yaşanmış hususi bir kuldu. Âleme geldiği nurlu ve derin gözleri, vuslata erdiğinde dahi cemâliyle bakmaya devam ediyordu. Evlâdı olarak ben, yaşadığımız zamanlardan sonra gönlümde dinmeyen sızım, yâdigâr kalan annem, kadim dostları, nefesimde râyihası kaldı. Şükürler olsun ki Rabb’im hizmet konusunda beni seçtiği için.


119 Allah’ımın beni; babama vuslata erdireceği vakti büyük bir iştiyakla bekliyorum.

Sizler, Allah dostları ne mutlu sizlerle; onu tanıdığınız, idrâk eylediğiniz çok çok sevdiğiniz için. Beni kabul buyurduğunuz için müteşekkirim. Allah’ım beni sana lâyık kul eyle, Peygamber efendimize lâyık ümmet eyle, Babama lâyık evlâd eyle, Sevdiklerine lâyık Hümeyra eyle, Beni mahzun, mahçup eyleme Yâ Rabb’im (amin).



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.