13_22713

Page 1

22713 Pafta No :1

Suhulet; Suhulet ile sorun çözme geleneğimiz, demir alan son sefer ile yok oldu bu coğrafyadan. Tıpkı nesli tükenen İstanbul lalesi gibi...

Geminin ismini şair Namık Kemal verdi. “Suhulet”; kolaylık, yumuşaklık anlamına gelmekteydi. Meşhur şairimiz, yepyeni bir tasarıma sahip olan bu vapurun araçları ve yolcuları bir yakadan diğerine kolayca naklettiğine atıfta bulunmuştu.

1869 yılında Şirket-i Hayriye’nin başına, Giritli Hüseyin Haki Efendi getirildi. O tarihlerde şirket, İstanbul’da yaklaşık 20 yıldan beri yolcu taşımacılığı yapmaktaydı. Vapurlarla yolcu ve beraberindeki yüklerin taşınması kısmen yapılıyor olsa da atların, arabaların, askeri techizatın, boğazın iki yakasına yayılmış bu şehirde karşıdan karşıya geçirilmesi için farklı bir deniz taşıtına ihtiyaç vardı. Bu nedenle Hüseyin Haki Efendi yeni bir vapur için taslak çizimler hazırladı. Beraber çalıştığı İskender Efendi ve Mehmet Usta ile birlikte çizimlere son halini verdi. Hüseyin Haki, teknenin inşasını İngiltere’ye giderek imal edildiği tersanede bizzat takip etti. İşte bu çift taraflı simetrik gemi çizimleri günümüzde “araba vapuru”, “arabalı vapur” veya “feribot” dediğimiz gemilerin ilk prototipleriydi. Yeni vapurlardan ilki İngiltere’ye ısmarlandı. Maudslay Sons and Fields isimli tersanede yaptırılan gemi yandan çarklıydı. İstanbul’un önceki vapurlarının aksamı ahşap olmasına rağmen, “26” baca numaralı bu vapurun tamamı sacdan yapıldı ve 1872 senesinde zorlu bir deniz yolculuğundan sonra yurda getirildi. Suhulet’in sağladığı büyük kolaylıklar kısa sürede değerinin anlaşılmasını sağladı ve aynı tersaneye, bu sefer çift motorlu ve daha güçlü bir vapur sipariş edildi. 1 yıl kadar sonra hizmete giren bu vapura da 27 baca numarası ve yine Namık Kemal tarafından iki kıyıyı birbirine rapteden manasında Sahilbent ismi verildi. 1872’de “Kabataş-Üsküdar” arasında törenle hizmete konulduktan bir süre sonra hattın “L” şekline getirilerek ticaret merkezi Sirkeci iskelesine de uğraması kararlaştırıldı. Her iki gemi de (Suhulet ve Sahilbent) “Üsküdar-Kabataş-Sirkeci” iskeleleri arasında günde karşılıklı 4’er sefer yapmaya başladı. O günün şartlarında yeterli olan postalar zaman içinde artırıldı. Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasında önemli bir rol oynayan Suhulet, aslında madalya verilmemiş bir kahramandır. Referans : www.trthaber.com

Türk Lalesi (Tulipa turcica): 20-30 cm boyunda, kırmızı veya turuncu - kırmızı çiçekli bir türdür. İstanbul civarında (Beykoz, Cumhuriyet köyü) yabani olarak yetişir. İstanbullu lale yatiştiricileri, XVII-XVIII. yüzyıllarda 'İstanbul lalesi' olarak isimlendirdiğimiz binlerce bahçe çeşidi yetiştirmişlerdir. Kısa boylu ve periant parçalarının ucu biz gibi sivri (Türk çinilerinde görülür) olması ile diğer lale çeşitlerinden kolayca ayrılır. Az miktarda ve belirli meraklılar tarafından elde edilmiş olan 'İstanbul lalesi' bugün tamamen yok olmuştur. Halen İstanbul bahçelerinde yerli olarak yalnız 'Kaba lale' (T. praecox) türü görülmektedir. Yetiştirilen diğer lale çeşitlerinin tümü 'Avrupa lalesi'dir. KAYNAK : Prof . Turhan Baytop - İstanbul Florası Araştırmaları (Toplayıcılar, Floralar, Botanik Bahçeleri, Kaynaklar 1553-1965 - Eren Yayıncılık 2002


22713 Pafta No :2

Hastayız, hepimiz hastayız.

Ruhumuz ve bedenimiz. Hepimiz hastayız. Tedaviye ihtiyacımız var. Aklımızın ve vücudumuzun. Daha az yemeliyiz. Daha çok hareket etmeliyiz Çok insan = Çok çöp İnsan = Çöp Bu denklemi bozmalıyız, biz çöp değiliz.

Salacak sahili akın akın gelen kalabalığa hizmet veren birbirinden zevksiz onlarca mekan mevcut. Mekanların kural tanımaz tavırları ve para hırsı ile yapacaklarının sınırı yok. Kontrol için gelenlerin gönüllü yoldan çıkmaları ile tüm sahil görüntü ve ses kirliliğine, trafiğe mahkum oluyor. Yemek fonksiyonu sabahları sınırsız brunch, akşamları alkolsüz eğlence merkezine dönüşüyor.

Üsküdar Belediyesi sahilde çekirdek yemeyi yasakladı. Her sabah bir çöp toplayıcı birlik günlük insan yıkımını onarmak için çalışıyor. Çünkü çok insan, çok çöp demek.

Boğazdaki 150 balık çeşidi 5'e inmiş durumda. Midyelerin içinde ağır metal ve mikro plastik var. Geleneksel balıkçılık bu mu? Boğazda tüm balıkçılık faaliyetlerini sonsuza kadar yasaklamayız.

Üsküdar meydanında Selman Ağa Camisi'nin etrafındaki yapılar yıkılıp meydan düzenlemesi yapıldı. Herkes mutlu oldu. İnşa ettiklerimiz değil yıkılanlar mutlu ediyor insanları . Yaptıklarımız güzel değil. Yapmak değil yıkmak . Zihnimizi yıkmak ve kurtarılacak -geriye ne kaldıysa- onu restore etmek gerekiyor. Su altında ve su üstünde.

Türk Lalesi (Tulipa turcica): 20-30 cm boyunda, kırmızı veya turuncu - kırmızı çiçekli bir türdür. İstanbul civarında (Beykoz, Cumhuriyet köyü) yabani olarak yetişir. İstanbullu lale yatiştiricileri, XVII-XVIII. yüzyıllarda 'İstanbul lalesi' olarak isimlendirdiğimiz binlerce bahçe çeşidi yetiştirmişlerdir. Kısa boylu ve periant parçalarının ucu biz gibi sivri (Türk çinilerinde görülür) olması ile diğer lale çeşitlerinden kolayca ayrılır. Az miktarda ve belirli meraklılar tarafından elde edilmiş olan 'İstanbul lalesi' bugün tamamen yok olmuştur. Halen İstanbul bahçelerinde yerli olarak yalnız 'Kaba lale' (T. praecox) türü görülmektedir. Yetiştirilen diğer lale çeşitlerinin tümü 'Avrupa lalesi'dir. KAYNAK : Prof . Turhan Baytop - İstanbul Florası Araştırmaları (Toplayıcılar, Floralar, Botanik Bahçeleri, Kaynaklar 1553-1965 - Eren Yayıncılık 2002


22713 Pafta No :3 Kız kulesi; Mitoloji, efsane ya da öykü, şehrin belki de en çok hikayesine ev sahipliği yapan yapısı. Eşsiz Salacak manzarasının ana fikri. Çok yakın, hem de ulaşılmazdı yakın zamana kadar. Kuleye elbette tekne ile ulaşmak mümkün, bunun dışında boğaz akıntısını doğru açıyla kullanarak yüzerseniz 5 dakikadan kısa sürede ulaşılabilirsiniz. Akıntıdan dolayı kuleye yüzmek değil, kuleden karaya ulaşmak daha zor. Açık deniz yüzücüleri bunu bize her pazar ispat ediyor. Hiçbir faninin kule ve tarihi yarımadanın olduğu silüete bir çizgi ekleme yada çıkarmaya hakkı yok. Kuleye bakan obejektiflerimizle su altını da artık resmedebiliyoruz. Yüzeyden anlaşılmasa da kule ile kara arası boğazın en sığ ve boğaz akıntısının en az olduğu noktalardan. Burada yer alan balıkçı barınağı kaldırılarak, burası İstanbulun sualtı müzesini ziyaret edecek olan, barınağın yeni sahibi dalgıçlar ve yüzücülere ev sahipliği yapacaktır. Balıkları avlamak yerine onlarla yüzmek ve binlerce balık yuvasına ev sahipliği yapan falezleri koruma altına alarak yok olan yüzlerce balık çeşidimizi geri kazanabiliriz. Sualtı sergileri, balıklar için yeni yaşam alanları olacağı gibi, İstanbulluların sualtına olan ilgisini arttıracaktır. Sadece yüzeyi temiz tutmanın yeterli olmadığını , su üstü ve su altının bütün olduğunu her resimde bizlere tekrar tekrar anlatacaktır. Kulak vermek isteyene, İstanbul yüzyıllardır kendini sayısız hikâyeyle, masalla anlatır. Salacak'ta yeni bir şey var etmenin yolu belki de bir şey inşa etmekten değil, durup o hikâyeleri can kulağıyla dinlemekten geçer. ''Yeşim'in babaannesi hasta. Hastanede, makinelere bağlı, bir sürü borunun arasında yatıyor.

Annesi defalarca uyardı: maskeni tak. Doktorlarla konuştuktan sonra çıktılar, arabaya binip babaannesinin evine, çiçekleri sulamaya gittiler. Ev sessiz, böyle boşken Yeşim'e farklı göründü. Odaları dolaştı, salonda masanın üzerinde babaannesinin gözlüğüyle yan yana duran bilmece defterini gördü. Annesinin izin vermemesinden korkarak, defteri gizlice çantasına koydu. Sabah kimse uyanmadan yatağında doğruldu, defteri eline aldı. Babaannesinin daha önce anlattığı masalları, sorduğu bilmeceleri geçti, son yazdıklarını okumaya başladı. “Kulağa takılır küpe değil, Bunu her giyen hırsız değil” Yeşim biraz düşündü, “Maske,” diye bağırdı. Demek babaannesi bunları hastaneye yatırılmadan hemen önce yazmıştı. Heyecanlandı, sayfayı çevirdi. “Anasının keleş oğlu yola düşmezse padişahın kızı iyileşir mi?” sayfanın ortasında duran bu cümle Yeşim'e bir bilmece değil de babaannesinin kendisine sorduğu bir soru gibi geldi. Kalktı, mutfaktaki masadan birkaç kurabiye aldı, evden çıktı. Sahile indi. Sabahın bu erken saatinde sahilde kimsecikler yok, ilerdeki bankta tek başına oturan genç bir adam gördü. Yanına gitti, “Günaydın,” dedi. Adam gülümsedi. “Burada bu saatte ne yapıyorsunuz,” diye sordu Yeşim. Adam “İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı,” dedi. Yeşim de hemen gözlerini kapattı. Hiçbir şey duymadı. Gözlerini hemen geri açtı. Sonra, adam sormadan, babaannesinin hastalığını, onu ne kadar çok sevdiğini, iyileşmesi için her şeyi yapacağını anlattı. Adama elindeki defteri uzattı. “Anasının keleş oğlu yola düşmezse padişahın kızı iyileşir mi?” diye yüksek sesle okudu adam. “Belki de babaannen senin yola çıkmanı istiyordur.” “Ama nasıl dedi Yeşim daha sekiz yaşındayım, nereye gidebilirim, ne yapabilirim ki?” Adam sayfayı çevirdi, sıradaki bilmeceyi okudu: “Arabayı götür tekeri dönmeden Denizi geç suya değmeden.” Adam bu cümleleri söylediğinde denizde büyük bir gemi belirdi. Yeşim daha önce benzerini görmediği, yandan çarklı gemiye gözlerini fal taşı gibi açarak baktı, yanındaki yazıyı heceleyerek okudu: SU HU LET. “Seni almaya geldiler galiba,” dedi adam. Yeşim koştu, kıyıya yanaşan gemiye bindi, bankta huzurla oturan adamı göremeyinceye kadar ona el salladı.

Defteri açtı. Babaannesi özenle kırmızı bir çiçek çizmişti. Hemen altında da şöyle yazıyordu: “Kaf dağının ardında değil o çiçek Saray muhafızlarına görünmemek gerek.” Yeşim başını kaldırdığında Topkapı Saray'ını gördü. İçinden bir ses oraya gitmesi gerektiğini söyledi. Sarayın bahçesinde kimseye görünmemeye çalışarak yürüdü. Bahçe çok büyük, çok güzeldi. Elindeki çizime iyice baktı. Ağaçların, çalıların arasında küçük bir düzlükte tek başına duran kırmızı çiçeği gördü. Görür görmez o olduğunu anladı. Nefesini tuttu. Tam elini uzatacaktı ki, dişlerinin arasından uzattığı sivri diliyle bir yılan çiçeğin önünde dimdik durdu. Yeşim dehşetle elini geri çekti. “Dur bakalım küçük hanım” dedi yılan tıslayarak. “Buraya böyle izinsiz girip, çiçeğime el uzatmak da neyin nesi?” “şey, dedi Yeşim bu çiçek bana lazım. “Ben burada olduğum sürece kimse bu çiçeğe dokunamaz,” dedi yılan. Yeşim çiçeği alıp kaçmaya başladı. Yılanın arkasında olduğunu biliyordu, durmadan, nefes almadan koştu. Sonunda önüne bir köprü çıktı, Yeşim ilerledikçe köprü yandı, yeşim koştukça köprü kül oldu. Yılan suyun diğer tarafında sinirden döne dolana tısladı. Yeşim soluk soluğa kaldı. Yere çöktü. Çiçeği özenle çantasına koydu. Kafasını yukarıya kaldırdığında Galata Kulesi'ni gördü. Babaannesi daha önce onu buraya getirmişti ama sanki o zaman biraz daha değişikti. Elini gözüne siper etmiş kuleye bakarken yanı başında bir adam belirdi. “Burada ne işin var küçük,” diye sordu. “Hiç, dedi yeşim, adamın kıyafetinden tedirgin olmuştu. Hızla defterini açtı, kafasını indirdi, meşgulmüş gibi görünmeye çalıştı ama adam inatçıydı, Yeşim'in yanına oturdu. “Ne yazıyor defterinde,” diye sordu. Yeşim adama dönmeden sıradaki bilmeceyi bir çırpıda okudu. “Bir rüzgâra binebilir misin? Kuş olmadan uçabilir misin?” Adam bir kahkaha attı. “Ne dersin, yapabilir misin,” dedi. Yeşim “Bilmem,” diye cevapladı. “Haydi, kalk,” dedi adam, Yeşim kalkınca adamın sırtındaki kanatları gördü. Birlikte kuleye çıktılar. Adam Yeşim'i tuttu kendilerini rüzgâra bıraktılar. Yeşim denizin üstünde süzülürken sahildeki adamı hatırladı, gözlerini kapattı, dinledi. Dinlemeye başlayınca, dalga sesleri, rüzgâr uğultusuna, vapur düdükleri, martı seslerine karıştı, hepsi birden babaannesinin sesine dönüştü, onun yıllardır anlattığı masallarda birleşti. Sahile indiler. Yeşim teşekkür ederek ayrıldı. Hastaneye doğru yürümeye başladı. Önce anlamadı ama sonra insanların arasından geçerken bir şey fark etti: kimsenin maskesi yoktu. İnsanlar sahilde koşuyorlar, denizde yüzüyorlar, bisiklete biniyorlar, dans ediyorlar, balık tutuyorlardı. Yeşim'in kalbi heyecandan duracak gibi oldu. Babaannesinin artık hastanede olmadığını biliyordu, onun evine doğru koşmaya başladı.''

Şiir; Dünyanın en eski sanat eseri 44 bin yaşında ve bir mağaraya resmedilmiş bir boğa resmi olabilir. Şiir bundan çok daha yeni ve yalnızca Sümerlerin Gılgamış destanına kadar uzanır. ''Kelimeler güzel şekiller kurma sanatıdır.' C.S.Tarancı'nın şiir tanımı benim yaptığıma en yakın tanım. Tamamen bitmiş bir resim ortaya çıkarmak yerine insanlara ilham vermeyi başarabilmek isterim. Salacak'tan yüreyerek geçen yüzlerce insandan çok azına bile İstanbul için yazılmış şiirleri ulaştırabilmeyi başarabilmeyi hayal ediyorum. ''Son evi gösterin bana İstanbul'da vapur sesinin duyulduğu ki kapısını çalıp söyleyeyim içindekilere daha çok kedi yavrusu ezilsin diye eski iskeleleri sahil yoluyla ayırdıklarını denizden Karşılığında ben de size kanaryası ölüp kuaför salonuna dönüşmeyen kaç mahalle berberinin kaldığını söylerim ya da kaç fötr şapkanın tutsak olduğunu köhne bir konağın askısında Kaç faytoncunun artık taksicilik yaptığını da bilirim ama söylemem onu da siz bulun dikiz aynasına takılı boncuklardaki at kokusundan.'' Sunay AKIN

Türk Lalesi (Tulipa turcica): 20-30 cm boyunda, kırmızı veya turuncu - kırmızı çiçekli bir türdür. İstanbul civarında (Beykoz, Cumhuriyet köyü) yabani olarak yetişir. İstanbullu lale yetiştiricileri, XVII-XVIII. yüzyıllarda 'İstanbul lalesi' olarak isimlendirdiğimiz binlerce bahçe çeşidi yetiştirmişlerdir. Kısa boylu ve periant parçalarının ucu biz gibi sivri (Türk çinilerinde görülür) olması ile diğer lale çeşitlerinden kolayca ayrılır. Az miktarda ve belirli meraklılar tarafından elde edilmiş olan 'İstanbul lalesi' bugün tamamen yok olmuştur. Halen İstanbul bahçelerinde yerli olarak yalnız 'Kaba lale' (T. praecox) türü görülmektedir. Yetiştirilen diğer lale çeşitlerinin tümü 'Avrupa lalesi'dir. KAYNAK : Prof . Turhan Baytop - İstanbul Florası Araştırmaları (Toplayıcılar, Floralar, Botanik Bahçeleri, Kaynaklar 1553-1965 - Eren Yayıncılık 2002


22713 Pafta No :4 ''Önsöz ....Merhum dostum Hüsnü Demiriz, G.V. Aznavour'un özgeçmişi hakkındda hazırladığı ayrıntılı araştırmasını şu cümle ile tamamlamaktadır. ''Bir yaz günü Ağustos sonlarında Çamlıca tepelerinde, Yakacık sırtlarında, Aydos dağında dolaşırken Aznavur'un adlandırdığı güzel damalı çiçekli 'Kadıköy çiğdemi' (Colchicum chalcedonicum) ne rastlar ve Aznavur'u hatırlarsınız, İstanbul kırlarında, tepelerinde, ormanlarında dolaşan ruhu sizlere minettar kalacaktır.... Ne yazık ki 400 yıldan beri yapılan bütün çalışmalara ve oluşturulan koleksiyonlara karşılık, bugüne kadar kapsamlı ve özgün bir ''İstanbul Florası'' hazırlanamamıştır. Böyle bir esere yakın gelecekte de kavuşamayacağımız kanısının taşıyorum...'' T.Baytop İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Temmuz 2001 - İSTANBUL FLORASI Önsözünden.

İstanbul’a has bir endemik tür olan Kadıköy Çiğdemi (Colchicum chalcedonicum), İstanbul ve Kocaeli’nde görülen çok nadir bir çiğdem türüdür.

''İstanbul Süs Bitkileri İstanbul'da ilk süs bitkileri bahçesi 1465 yılında, Topkapı Sarayının tamamlanması ile Fatih Sultan Mehmed döneminde kurulmuştur. Uzun bir süre Saray bahçelerinde yerli süs bitkileri (Gül, Nergis, Sümbül, Lale gibi ) yetiştirilmiş ve yerli bahçıvanlar kullanılmıştır. Sultan Mahmud II döneminde gerçekleştirilen yenilik hareketlerinin etkisi ile, bütün eski şeyler gibi, eski süs bitkileri de gözden düşmüş ve bahçelerden sökülerek yerlerine Avrupa ülkelerinden (bilhassa Fransa) getirilen yeni çeşitler dikilmiştir. Bir örnek olarak Okka gülü (Rosa centifolia) çeşidini gösterebiliriz. Yüzlerce yıl İstanbul bahçelerini süslemiş ve çiçeklerinden reçel ve şerbet yapılmış olan bu muteşem gül, bahçelerden sökülerek yerine modern çeşitler dikilmiştir. Okka gülü bugün İstanbul bahçelerinde çok nadir olarak görülmektedir.'' T.Baytop . ''Sonuç İstanbul bitkileri üzerindeki çalışmaların yaklaşık 450 yıldan beri sürmesine karşılık, bölgede yetiştiği bilinen 2500 kadar taksonun ad ve özelliklerini belirten özgün bir çalışma (İstanbul Florası) bugüne kadar maalesef hazırlanamamıştır. Bu konudaki başarısızlığın başlıca nedenleri: .'' T.Baytop İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Temmuz 2001 - İSTANBUL FLORASI Sonuç Bölümünden.

Osmanlı Döneminde Saray, Köşk ve Yalı Bahçelerinde, Süs Bitkisi Olarak Bilhassa Ağağıdaki Türler Yetiştiriliyordu Aesculus hippocatanum Anemone coronaria Arum byzantium Cercis siliquastrum Dianthus barbatus D . caryophyllus D . chinensis Fritillaria imperialis Galanthus byzantinus Gladiolus byzantinus Hibiscus syriacus Hyacinthus orientalis Iris albicans I . germanica ı . susiana Laurocerasus officinalis Lilium byzantium L . candiddum L . cahlcedonicum L . martagon Muscari muscarimi Narcissus constantinopolitanus N . odorata N . pseudo-narcissus N . tazetta N . tazetta subsp. papyracues Paeonia peregrina Pancratium maritimum Platanus orientalis Ranunculus asiaticus Rosa centifolia R . damascena R . hemisphaerica Syringa vulgaris Tulipa praecox T . turcica

Atkestanesi Dağ lalesi İstanbul danaayağı Erguvan Hüsn-i yüsuf Bahçe karanfili Çin karanfili Tuğ-u şahi İstanbul Kardeleni İstanbul kılıççiçeği Çalı hatmisi Sümbül Ak süsen Mor süsen İstanbul süseni Taflan İstanbul zambağı Ak zambak Kırmızı zambak Sultan zambağı Müşkülüm İstanbul nergisi Fulya Çayır nergisi Nergis Beyaz fulya İstanbul şakayığı Kum zambağı Çınar Şakayık-ı numaniye Okka gülü Peygamber gülü Katmerli sarıgül Leylak Kaba lale Türk Lalesi

İstanbul nergisleri (Narcissus spec.): Osmanlı döneminde İstanbul bahçelerinde yüzlerce Nergis çeşidi yetiştiriliyor ve bunlara ayrı ayrı adlar (Fulya, Nergis, Zerrin) veriliyordu. S Ünver, Ubeydi'nin XVI. yüzyılda yazdığı, ''Netayicü-el Ezhar''isimli eserinde 269 bahçe çeşidinin kayıtlı olduğunu bildirmektedir. T. Baytop. - İstanbul Florası Araştırmaları.

İstanbul zambağı (Lilium byzantium): İstanbul bahçelerinde yetiştirilen bazı Lilium türleri (L. candidum ve L. chalcedonicum) Avrupalı çiçek yetiştiricileri tarafından ''İstanbul zambağı'' olarak isimlendirilmiştir. L.candidum (Ak zambak): Çiçekler kar beyazı renklidri. Anadolu'nun Güneybatı bölgesi orman ve çalılıklarında yabani olarak yetişir. Halen İstanbul bahçelerinde yetiştirilmekte ve yumruları çiçek pazarlarında satılmaktadır. L.chalcedonicum (Kırımızı zambak) Çiçekler canlı kırmızı renkli olup vatanı Yunanistan'dır. L.martagon (Sultan zambağı) İstanbul bölgesinde (Belgrad ormanı) yabani olarak yetişen tek türdür. Çiçekler morumsu pembe renkli ve esmer lekeli. Çok gösterişli bir bitki olmasına karşılık, halen İstanbl bahçelerinde yetiştirilmemekte ve soğanları çiçek pazarlarında görülmemektedir. T. Baytop - İstanbul Florası Araştrımaları

Lylium Byzntium

Narcissus

Fritelira Imperalis

Son Söz: Salacak ile ilgili fikirerimi toparlarken en başından itibaren hiçbir şey inşa etmeden Salacaklıları, Üsküdarlıları daha mutlu edeceğimize dair derin bir inanışa sahip olduk. Hiçbir şey inşa etmemek daha mutlu ediyorsa belki de hiçbir şey çizmeyerek insanları daha mutlu eden bir proje de ortaya koyabilirdik. Üsküdarda yaşıyorum. Salacakta her sabah yürüyorum ve yüzüyorum. Etrafımda benden daha delikanlı olanlar bunu yaz, kış demeden her gün tekrar ediyor. Burada yaşayanlar denizle aramıza çekilen bu yolun bizi denizden koparamadığını iyi bilirler. Yarışmayı elbet biri kazanacak. Bizim, her sabah burada yürüyenlerin ve yüzenlerin bazı endişleri var. Her ne yapılacaksa, ülkemin en güzel sularında, en güzel manzarasında her sabah hiç kimeseden izin almadan yüzme ayrıcalığımız elimizden alınmadan yapılsın isteriz. Burada örnek alıncaksa Suhulet'in yaratıcıları Dönemin Şirket-i Hayriye Müdürü Hüseyin Haki Efendi, Umum Müfettişi İskender Bey ve Hasköy Tersanesi baş mimari Mehmet Ustayı, İstanbul Florası Araştırmaları yazarı Prof. Turan Baytop örnek almıyız. ''İyilik yap denize at, balık bilmez ise Halik bilir'' atasözünün geçerli olduğu kanısıyla, insanın her şeyin merkezinde olduğu varsayımının yok edici sonuçlarını gösteren kanıtlar ortaya koymaya çalıştık. Suhuletle...

İstanbul kardeleni (Galanthus byzantinus): 15-20 cm yükseklikte, beyaz çiçekli, soğanlı bir bitkidir. İç periant parçalarının, dibinde ve ucunda olmak üzere, yeşil renkli 2 leke bulunması ile diğer türlerden ayrılır. İstanbul civarında Belgrad ormanında yabani olarak yetişmektedir.

Galanthus Byzantium

5R

6:1

g0

.1:

00

T.

Baytop - İstanbul Florası Araştrımaları g:1 R50

1:6 R50 g:1

1:6

6 00.1

:g 05

R 6:

1

7 8

9 10 11 12

13 14

15 16 17

18 19 20 24

8 9 21 22

6

23

10

25

26

7 11

28

29

12

30

Santiye Alan

13

8 14

9

15 31

8 9

16

17

10 18

11

i

19 20

12

13

ı

21

14 15

24

17 16

32

18

22

21

19

26

20

25

23

27

Cocuk Park

7

8

22

23

8 9

29

10

9 24

25

12 11

10

28

14 13

6

27 31

11

28

30

7

15

12

26

32

16 13

17 18 19

14

21

22

20

15 16

33

24

17

29

30

27

18 19

31

31

20

30

32 24 27 29

Cersisus Siliquatrum

21 28

22

1008

23 25

26

34

33 32

35 36

Mert ve Gülnur Sandalcı, 2000 ve 2011 yıllarında İstanbul çevresinde yaptığımız gezilerde kullandığımız ''SERÇE'' modeli arabalarıyla birlikte. İstanbul çevresindeki gezilerde bana yardımda bulunan 'kişiler' arasında ''serçe'' ye de teşekkür borçluyum. Pendik, 5 Temmuz 2001 . (T. Baytop koleksiyonu) Ben de bu konuda ki cahilliğimi fark etmemi sağlayan Mert Sandalcı'ya teşekkürü borç bilirim.

37

Türk Lalesi (Tulipa turcica): 20-30 cm boyunda, kırmızı veya turuncu - kırmızı çiçekli bir türdür. İstanbul civarında (Beykoz, Cumhuriyet köyü) yabani olarak yetişir. İstanbullu lale yatiştiricileri, XVII-XVIII. yüzyıllarda 'İstanbul lalesi' olarak isimlendirdiğimiz binlerce bahçe çeşidi yetiştirmişlerdir. Kısa boylu ve periant parçalarının ucu biz gibi sivri (Türk çinilerinde görülür) olması ile diğer lale çeşitlerinden kolayca ayrılır. Az miktarda ve belirli meraklılar tarafından elde edilmiş olan 'İstanbul lalesi' bugün tamamen yok olmuştur. Halen İstanbul bahçelerinde yerli olarak yalnız 'Kaba lale' (T. praecox) türü görülmektedir. Yetiştirilen diğer lale çeşitlerinin tümü 'Avrupa lalesi'dir. KAYNAK : Prof . Turhan Baytop - İstanbul Florası Araştırmaları (Toplayıcılar, Floralar, Botanik Bahçeleri, Kaynaklar 1553-1965 - Eren Yayıncılık 2002


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.