DUVARLARI YIKMAK
A642930R
Duvar; insanoğlunun doğayla belki de ilk ortak üretimi, ilk biçimlendirme araçlarından biri diğer taraftan doğayla arasına çektiği ilk sınırdır. Doğadan toplayarak, kopyalarak yapılan mimarlıktan, doğaya, tanrılara adanan yapılara geçişte, disiplinin sıçrama tahtası, mimarlık mesleğinin ilk düşünsel tartışma alanlarından biridir. Algısal temelini oluştururken bir çeşit “a priori” bilgi seviyesine ulaşmış, mekanın vazgeçilemez kurucusu imgesi kazanmıştır. Fiziksel yapısını oluştururken ise içinde bulunduğu coğrafyadan, doğadan öğrenmiş, borç almıştır. İnsanlık tarihin akışı içinde, mimari bir elemandan olarak kullanılan duvar, zamanla asli görevinden fazla anlam yüklenebilen bir kavrama evrilmiştir. Topraktan yükselen, dışarıya kapanan ve içeriyi oluşturan duvar insanca kabul edildikten sonra “dil” de de kendine yer bulur. Mimari evrimi devam ederken yeni bir kol daha açılır ve dilde de evrilmeye başlar. Duvar zorluk olur, güç olur, yükselir, aşılır. Bazen bu iki ayrı yol kesişir ve duvar; bir tapınağı, çatıyı, döşemeyi taşıyan eleman olmanın uzağında, ülkeleri ayıran sınırlara, korunaklı kasalara, insanlarla özgürlükleri arasındaki engellere dönüşür. Bu projede duvar, her iki bağlamda da (coğrafya ile biçimlendiren sınır - imgesel ayıran) ana görevi form arayışı olan bir eleman olarak merkezi bir konumda kullanılacaktır. Coğrafyadan ödünç alınan fiziksel yapı, ilksel duvar örneğinin soyutlama yoluyla analiz edilmesiyle yorumlanmıştır. Bu yapının elverdiği şekilde oluşan form başlangıcı da diğer bağlamımız olan imgesel ayıran rolünü üstlenmiştir. İlk olarak duvarın analizi ile biçime temel oluşturacak ilkeler analiz edilecektir. Sonrasında kendiliğinden bir duvar olarak nesneleşebileceği bağlamını arayan, süreç içerisinde varolmaya çalışan obje-duvar-olasılık izlenecektir. Hegelci sanat tarihi anlayışına göre ilk sanat dalı mimarlıktır. İlk dönem mimarlık sembolik mimarlık olarak adlandırılır. Bu dönemde mimari çevresine öykünür, coğrafyadan öğrenir. Toplayarak ve birleştirerek taklit eder. Hacimleri çevreleyen değil işaret eden objeler olarak düşünülebilir. Yerin ruhunu arayan onu işaret eden hevesli mimarlığın, daha bu dönemde yerden yükselmesini sağlayan duvardır. Taşların kuvvetini yine taşların yüküne karşı, geometrik ilkelere inanarak kullanan duvar, malzemeler çeşitlenmiş olsa da hala kendini aynı şekilde ayakta tutmaktadır. “Bütün bu söylenenlerden sonra, biçimin dışsal bir öğe olarak maddenin üzerine geçirilen bir şey olmadığı, tersine maddenin içinde içkin bir istenç olarak etkin olduğu konusunda herhangi bir şüphe kalmamış olmalıdır; madde ve biçim birbirinden ayrılamaz.” Heinrich Wölfflin’ in bahsettiği istenç boşluğa bırakılan duvarda arayışa dönüşür. Zaman içinde maddeselliğini kazanan duvar, proje alanına gelince biçimine ulaşmak için denemeye başlayacaktır. Bu denemeleri yapmasını sağlayan istenç kullanıcılar, tasarımcılar, yer ve tanımlar tarafından atfedilecektir. Denemeler yapılırken duvar fiziksel yetenekleri doğrultusunda genişleyecek, yayılacak, yere kök salacaktır. Bu süreçte tüm özneler kendi nesnesi olarak gördükleri bu duvarı istenci yoluyla budayarak biçim arayışında ona eşlik edeceklerdir. Duvar tek bir özne tarafından meydan olarak tanımlanacak bir alanı şekillendirebilmesi için tehlikeli olabilecek bir eleman potansiyeli taşır. Mekan potansiyeli yaratabilecek imgesel ayıran yeteneği, meydan kadar fazla ve birbirinden farklı dinamik barındıran alan tasarımında tek bir öznenin elinde istenmeyen kapalılıklar veya sınırlar yaratabilir. Bu yüzden temel eleman ya da bu meydanın yapı malzemesi, tek bir grup veya kişinin, tek bir tarihin, tek bir hikayenin dikte edilmesinden öteye geçerek, duvarın ve diğer öznelerin istenci şekillendirmesi ile yaşayan bir organizma olarak varolmayı amaçlayacaktır.
1