Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Ön Kapak | İsmail Aslan Temmuz 2014
Biraz Konuşalım
1.Sayıdan devam…
Efe: İlk ayrıldığım, buradalık oldu. Yani, güncelde kaybolmak, kendini şiirde bulmak. Form bu. O zaman değiştirerek soruyorum: Bizi şiirden ne ayıracak? Bizi şiirden ölüm kurtarır diyorum. Şiir öyle bir şey ki yok olmaya yaklaştıkça varoluyor. Bizi şiirden ne ayıracak? Sinan: Ölüme yaslanırsan diyeceklerimizi ağzıma tıkarsın Efe Gelin yaşadığımızın neresinde duruyor bu karın ağrısı ona bakalım biraz da. Gün içinde şiir nerede duruyor sizde, her gün şiir düşünüyor musunuz? Yazma ediminden bahsetmiyorum elbette. Bu, hepimizde farklı dönemsellikler gösteren bir durum… Kendime cevap verip pası öyle atayım. Ben aşırılık kısmındayım galiba. Günümün(her günümün) ciddi bir bölümünü işgal ediyor şiir düşünmek. Bilinçli bir çaba değil tabi ki bu ama bu durumdan hoşnut olmadığımı söyleyemem. O travmatik hâl açıkçası bana iyi geliyor. İyi’den kastım da mutluluk, huzur vs. değil. Bunun getirdiği çatlağı, çatlaklığı seviyorum işte. İsmail: Her gün şiir düşünmek zorunda kalıyorum. Çünkü benim dünyayı şiire “götürmek” gibi bir derdim olduğu hissi yakamı bırakmıyor. Fakat bu derdin yaşamın önüne geçmesi gibi sıkıntılar yaratabileceğini de düşünüyorum. Hayatın içinde olmak yazmaktan daha gerçek elbette. Eğer gerçeğe, somuta yüzümüzü dönüyorsak yaşamın yazanda bırakacağı etkileri ertelemeye hatta tüketmeye kadar götürecek şiirin önüne de geçebilmeli. Böyle bir şiir var demiyorum, şiir buna sebep olabilir demek istiyorum. Evet, sürekli şiire düşmek ya da şiiri düşünmek bilinçli bir çaba değil; fakat şiirin yaşanacakların içini boşaltabilecek riskini göz önünde bulundurarak şiire oturmak bilinçli bir çabaya dönüşebilir. Efe: Şizofrenik bir hal olduğu kesin, şiir hali ya da şiirmek. Cehennem midir bilmiyorum ama bir şekilde zihnimizde garip bileşimler yakalama, kimyasallarla oynama gibi bir şey, sinapsların birbiriyle olan etkileşimine müdahalede bulunup kelimeler üzerinden yeni dünyalar açmak. Elimizde olmadan gözümüze iliştirilen büyük reklam panoları var, 1000 odalık Başbakanlık Sarayı. Sonra strafordan yapıldığı halde sanki çiftler kesiyormuş gibi yapılan düğün pastaları ve sonra yeniliyormuş gibi yapılan, çiftlerin birbirine uzattığı lokmalar ve o pozlar, bize bir şeyler satmak isteyen şapkalı ivecen çocuk, uçak dayılar... Şiirden çok zihnimize akan, zihnimizin etrafına dağılan onlarca bilgi, veri, şarkı sözü, aile efratlarının konuşmaları, şiir hali deli dana gibi, beynimizin bulaşığı her yerde. Çamaşır makinesinde durmadan dönen kirliler gibi. Şiiri öldürdüğün yerde şiir yeniden canlanıyor. Şiir bir şekilde hem kendini hem de etrafındaki yalan dünyayı katletmenin bir yolu. 1
Sinan: Şiir düşünmek deyince ikiniz de hayat’a gittiniz. Biriniz hayatı ıskalama riskine karşı şiiri, diğeriniz kirlilere karşı şiiri bir panzehir olarak savunuyor anladığım kadarıyla. Yine biriniz dünyayı şiire götürmekten, diğeriniz kelimeler üzerinden yeni dünyalar açmaktan bahsetti. Bu kesişmeyi anlıyorum fakat Efe’nin söylediğinden hareketle merak da ediyorum: Hakikaten ne ile açıyoruz abiler yeni dünyanın kapılarını. Kelimelerle mi? Ben daha hiçbir sözcüğün büyüsüne kapılmadım. Ama şiiri genelde onlarla kurduğumuz da bilinen bir vakıa. Efe: Mesela şimdi hem kelime hem sözcük dedin. Yani şiiri kelimelerle mi kuruyoruz yoksa sözcüklerle mi? Sözle, sözlerle mi? Yoksa kelamla mı, logos’la mı, akılla mı? Ayrım burada yatıyor: Sözün ifade ettiğini pek kurcalamadan, kendini sözcüklerin büyüsüne bırakmak ya da kelimelere küçük zihin bombaları yerleştirmek, kelama patlayıcıları zulalamak. Sinan: Aslında tam da bundan bahsetmek istiyorum: İnfilakın görsel şöleniyle
bocalamak, auranın cızırtısından medet ummak şiirin ıskalanmasına yol açıyor bence. Zihin bombaları yaklaşımını sevdim doğrusu. İlk sayımızda bilinçleri açalım demiştik…Yeni dünyalara varmanın yolunu bir yoktan yok oluş sarmalı içinde, kerameti kendinden menkul tafralarla açan şairlerimiz geliyor aklıma. Bu türden şiirlerin bir toplamı oluşturulsa sanki adı da İkinci Yeni’yi Yanlış Anlama Sözlüğü olur. İlhan Berk de bir sözlükten bahsediyor Logos’unda: Littré. Mallarmé şiirleri için genellikle bu sözlüğü kullanırmış. Berk, Littré’nin sözcüğün başat ve yan anlamları açısından en zengin sözlük olduğunu söylüyor. Ve ekliyor: Şairler dünyayı değiştirmeyi, hiç değilse görüneni, bilineni değiştirmeyi sözcüklerle, sözcüklere verdikleri yeni anlamlarla yaparlar. Berk her ne kadar açıktan sözcükleri işaret etse de, alttan alta da bilinçli bir çabanın var olması gerekliliğini sezdiriyor bize. Tabi şiir biraz da yoğurt yiyiş meselesidir. Şair şiirinde hangi öğeyi öne çıkaracaksa onun üzerine oynuyor. Büyüye kapılmamak, o bahsettiğin billboardlara saldırmaktır bazen. Billboardın yan anlamıyla, onu demeden ona varmanın gayretkeşliğiyle uğraşmamaktır bazen: güneş bilboardlara vuruyordu / kotun ilk taksitini ödedim(tekrar eden sözcükler takdir-i ilahidir). Efe: Sözcüğün şiirin birimi olduğu Mallarmé üzerinden 1990'larda Hilmi Hodja'cılar tarafından çok tartışıldı, gene aynı yere dönmeye gerek yok. Şiir 1960’larda Letrizmle birlikte harf ve tipografiye, Noigrandres’le görsel malzemeye, şimdilerdeyse “dijital”e, “veri”ye indirgendi. Türk şiirinde benzer tartışmalar var. Şiiri maddeye, görsel malzemeye, ham bilgi ve tecrübeye, sentaktik ve gramatik ayrışmaya indirgeyenler var. Ahmet Güntan şiirgeldikelimedeboğuldu.’sunda İkinci Yeni’yle Türk şiirinin kelimeye hapsolduğundan bahsediyor. Burada çıkaracağımız sonuç, bence somut bir arayışa girmemiz gerekiyor, somut bir alan araştırmasına! Peki gene de şair şiiri formülleştirdikçe, şiir formülsüzleşiyor diyebilir miyiz?
2
Sinan: Bahsettiğin kitapta Güntan, şiirin başını ve sonunu şiirden kovan Hâşim’in modern tavrından bahsediyor. Bahsi geçen boğulma hâlini geçen on on beş yıllık süreçte aşabilen şairler oldu. Bunlardan biri de sensin. Formül verili olanın yerine geçebildiğinde başarılı olmuş oluyor, sıçrama diyorum ben ona. Fakat o formülle devam etmek, ister onu bulan tarafından ister başkaları tarafından, oyalanmak, tıkanmak demek. Geldiğimiz noktada hâlâ final dizesi arıyoruz. Bu, hemen hepimizde var. Bütün tek tek parçaların birleşmesinin söylediğinden de daha başka bir şeyse o arayışa girişmeye ihtiyacı var bugün de şiirimizin. Tabi şiir söz konusu olduğunda on on beş yıl demek belki on on beş dakika demektir. Birdenbire bir şeyleri değiştirmek kolay değil. Ama işimiz ne? Alan’a çıkmakta fayda var. İsmail: Anlıyorum sizi. Uzun bir zaman olmasa da, şiirin malzemesinin çeşitliliğine eğilmem şiirin “ne ile kurulur”unu da bir tarafa bırakmama neden oldu demek yanlış olmayacaktır. Şiir bir sesle de vardır bir kokuyla da. İşittiğiniz vakit şiirdir belki ve kâğıtta buluşmasına sebep yoktur. Zaten en çok da bunu düşünüyorum son zamanlarda. İlla yazmalı demek yersiz geliyor bana. Bu noktada malzemeyi sözcükle ya da başka bir şeyle açıklayamıyorum. Anlar ve anılar vardır. Bir şeylerin büyüsüne kapılmak yoktur zaten Sinan. Şiir bu yüzden okşamak değil çarpmak, kırıp dökmek ya da dağıtmaktan yana olmalıdır diye düşünüyorum. Yazılacağı varsa da yazılır. Yani her şeyin hayırlısı.
3
Mehmet Davut Özdal YAZ ŞİİRLERİ
1 FUTBOL helada biri var galiba kapı kilitli insanoğlu dediğin gelgitli askerliğim tecilli güzelliğim tescilli bir sağa bir sola oynardı top sürerken micheal jordan'ın dili telefonun bataryası bitti bir kızla düşünüyorum ciddi kişi aşmamalı haddi sebeplerin çoğu maddi televizyonda izledim ralli yaşıyorum orta halli ring üstünde dans ederdi muhammed ali japon bir yönetmen yoshiro ozu sol kolumdakinden fazladır sağ kolumdaki pazu düzen bozuldu gençler dinlemekteler murat bozu daha bitiremedim okulu içime bir nefret sokulu eskiden bu kadar o.çocuğu yoktu dün bizim oraya yağdı dolu temiz oynamak gerekir futbolu
4
2 ÇALAR SAAT yaz geldi ve meyve verdi dutlar gol oldu çektiğim tüm şutlar ibrahimin baltasıyla devriliverdi putlar şüphe baş gösterince içe düşer kurtlar öğrenciysen işin düşer kurumuna kredi ve yurtlar adım mehmet molla besmeleyle çıktım yola ilerisi serbestse öndeki arabayı solla önceki kitabımın adı olacaktı abesler en çok da gaz çıkararak bozulur abdestler okulda sıkıcı geçerdi bütün dersler pansuman kanamayı dindiriyor roy jones gardını indiriyor ellerim babamınkileri andırıyor çorbaya ekmek bandırıyor insan insanı kandırıyor çalar saat uyandırıyor
3 YAZ karın bölgesi biraz zor eriyor toplamazsam saçım gözümün önüne geliyor çinliler neler yiyor altına yatırım yapanlar zarar etmiyor çift katlı tuvalet kağıtları daha iyi tek katlılar insanın kıçına yapışıyor sıcaktan insan mayışıyor oyun oynayan çocuklar sayışıyor ribery hep aynı tarzda oynuyor robense çok solak çok koşunca şişer dalak havalar sıcak terden avuç içlerim vıcık vıcık göğsümdeki kıllar kıvırcık sürüler halinde uçar sığırcık sözlerim nükte içeriyor kolumdaki saat su geçirmiyor vakti gelmeyince bülbül ötmüyor yaz gelince kimse üstünü örtmüyor 5
Emirhan Esenkova mersin-antalya-hatay-malatya
bir günlüğüne ayhan ışık olabilirim klorlu saçlarımla -ee olaydın annengillerde yeşili sevmem tatil köyünde çok küçüktüm evet caz severdim o zamanlar pek bilmezdim güneş kremi kokuyor yanakların amerikan mandası olmayacağız çünkü biz demokratik şeriatız you have a boyfriend and i love you i have a girlfriend but what can she really do? she-ra kötüydü he-man harika saçını orhan pamuk kesmiş baya berbat galiba kedisi vardı kaplan olurdu thunder! thunder cats! tandır ekmeği ve malatya peyniri it kılıklı bir şairim ben dert yerim elimde soyka pazara gidiyim allah beterinden saklaya guyruklu gulaklı eşeğim ben boynum gopa da gerdanım gurt ola dirseğini mermere çarptı karıncalandı dirseği -di nedek? bilmiyim anam bilmiyim -ee televizyoncu arif gele de yapa arifsiz galasın inşallah inşallah
6
mezarekimi
b端t端n yery端z端 dolana kadar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar mezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezarmezar
7
Fırat Demir Erkeği Bağlama Büyüsü
Çınar kökü. Kökte bir solucan. Gecenin tam ortasında. Bahçene taşı. Toprak, eş, solucan, bırak. Bırak 2 yağmurlu gün geçsin. Toprak. Islansın. Çınar kökü. Kökte bir solucan daha. Gecenin tam ortasında. Bahçene taşı. Toprak, eş, solucan, bırak. Bırak 2 güneşli gün geçsin. Toprak. Isınsın. Çınar kökü. Kökte bir elin. Bir elin gecenin tam ortasında. Adını fısıldayarak 4 kere: Onda benden sevgiler var Onda benden sevgiler var Onda benden sevgiler var Onda benden sevgiler var
8
Sevinç Çalhanoğlu Akla Gelebilecek Bir
kendi kendini tahrik ettikçe aşık olunur yürek görücü fırlatmaya usulen az kaldı kısmetinse iki asla dönmeyecek zarın uzak atlamaya tutunmalı insan bu yaşlarda (25-30) inkarlı düşeşelim sıyrışalım. konuşacaklarım var senle _sunmaya hazırlanıyorum ben bir prensip olarak aşkı rafine_ böldüğünde bölünüyorum görünür şey değil bu esmer bir soluma sisteminde akşamları gerçekleşiyor performansları tedbiren enstrümantal. tek kişilik eğlence oluyoruz işbirlikçi burada bitirelim görsen bir şovda seni bana benzetiyorum yorumlanacak yeniden bu dize kalitesiyle bezenmek için varsıl bir yoksun. buradan devam edelim kol ve bacaklardaki sinir iltihapları için diyorlar bir sarı çiçek tamamen doğal aşkımızın şifalı bitkisidir toplamak gerek tarlalardan arsızlığını insanlığın bölüştürmek onu saatlerce en büyük ortak çarpanlar arasında sonra tatlı huzurunda yüzümün perçemini
9
elinin yarasına dokundurmalı bekleme sancılı. gevşek uçlu sözlerimizin sertleşmesi eksik olmasın ceviz kabuğunu doldurmayacak aşkların üstü soyuldu o derece ortalığı ele versek içinde yayınlanır. 15.04.14 gökyüzünde karaoke 'arkadaşına öner' 78dakika sürecek şu isyanı izleyelim. zamanı doğal seleksiyonla öldüreli çok olmuş mart sonrası bir ülkenin birbirini üzenenler ülkesinin sonu açıklarda böyle hileyi estetize eden bir biz kaldık birbireyliğimix benim olmayacak her şeyin kontrol hapları etkisini sen gidince göstereceğindendir. yine bizbize kaldık. kendi kendimizi taktir eden suskunluğum kırıldığım çok gürültüde seni korkutan bir televizyon dizisi gibi gerçeğin ta kendisi oluyor _bayat_ bir çıkış görmüyoruz geriye dönülesi anlar bırakalı birbirimize yeryüzü çok kalabalık. 10
Oğuzcan Önver 200 yıldır vampirsin ama hiç bilgelik bulaşmamış.
önce göçebe nüfusları yerleştirmek sonra yerleştirdikleri yerde isyan etmesinler diye yerlerini değiştirmek onları saymak 1. 2. 3. 4. dök mek sonra yine yer ğdeişritkem bu esnada kah boşalarak kah şiddet yoluyla sayılarını kontrol etmek. bunun ötesinde çocuk yapmalarını teşvik ederek, yasaklayarak, geçmek.
hınç her yerdedir bunun sebebi her şeyi kapsaması değil her yerden geliyor olmasıdır. hınç neyi kapsayacak allasen kendini hayali intikamla avutanların hıncı. kendimin, kızın (burjuvazinin), devletin hıncı. makinalar tarafından istenilen şey haline gelcektir, maddeye ruhunu veren ruhunu
11
p arç a pi nçi k eden gökleri ahenktar 7 göğü yok eden uçak hava sistemleri. kızım kürtajını boşver şimdi beni dinle.
hiç duygu yaşamamış biri duygunun kendisi olur. o kadar kendisi olur ki asla kendisinin altında veya üstünde olmak istemez onu boş bırakan olarak böyle her şey barış olarak hrıstiyan halk bir makinada vuku bulmuştur. zannın. öldürüm. kan nasıl saçılacak duvara. planmak. düzenek.
kendini aşmak zorunda değilsin.
12
evren yekun da değil rezildir. gezi, taş, plastik, gaz, molotof yüksek burjuva sofralarına ağzından düşürdüklerin sahiden bunlar mı? içine kanser yapılan beden yakınmayı sürdürüyor. o sofralarda afiyetle yenen deniz mahsülü cin değildir, madde değildir, balık değildir. niçin türk önderlerinin dilinde yaratıkların yüzü buruşur dili yumuşar, gözü kamaşır?
hepimiz istiyoruz fransız liselerinden kızları sikmeyi. sonra, onlara, ırgat’ın da, orda okuduğunu söylemeyi. şehrin kucağına kustuğu arzuyu. sapkının deliğine dost mu oldun koca saint joseph. oysa eskiden gözünü incelerdin, arızalıydın.
hiçliğin ayartma makinası:
a. deneyin ve amın dibi yoktur. b. tek dizeli bir şiir yazacağız.
13
b. tek şiirli bir kitap basacağız. c. onları uykularından uyandırmalıyız bir deli azabı görsünler.
duymak istediğin şeyleri yazsam aslında duymak istemediğin bir şey olur.
14
İsmail Aslan küçük bir ilçede Allah’ın büyüklüğüyle metropolde Allah’ın büyüklüğü arasındaki farklar*
umarım ölüyor olduğumu hissetmeden ölürüm tişörtümü katlarken düşündüğüm bir şey gibi belki belki tuz ruhu, tuzun ruhu demekten başlayan basit günlerin hatırına tişörtümü katlarken düşündüğüm belki öyle çok okuyan eden bir adam da değilim bu: “ya öyle çok okuyan eden bir adam da değilim ne yapacaksınız işte.” anlamında değil direkt söylemem gerekiyor sanırım öyle çok okuyan eden bir adam değilim yalnız zihnimin bir tarafında durmadan yürüyen cümleler varmışçasına söze başladığımda nereye varacağıma hiçbir şekilde kanaat getiremiyorum kafa karışıklığı zaman içerisinde yerini sessizliğe oradan da anlaşılmayan bir şeylere bırakıyor galiba ekseriyetle tek bir cümleyi sarf ediyorum yani sessizlik çoğu zaman bütün cümlelerin yerine geçiyor nihayetinde bitmemiş bir şiire devam edilemeyen yerden bir anda başlanması ne denli mucizevî ise bu sessizliğin bozulup dağılması da öyle anlamsız dediğimin ne olduğunu ise gerçekten bileceğimi düşünmüyorum desem yeridir bazı şeyleri bilmeden yaşamak başka bir mucize.
15
umarım ölüyor olduğumu hissetmeden ölürüm umarım ölüyor olduğumu hissetmeden ölürüm kalabalığın arasından omuzları düşmüş bir adamın etrafta olup biten her şeye dikkatini vermekten uzak, umarım. çünkü çok zor fazla bir uzuv gibi geliyor insan kendine kendime geldiğimde herkes anlıyordu eskiden böyle düşünmezdim eskiden nasıl düşündüğümü bilemediğinizden buraya açık bir hava bırakıyorum adeta adeta elimle yapıp boynumla çekiyorum her şeyi kar yağmıştı mesela köpek havlamıştı yürümek vardı geçmiş olduğu yerde Allah, hep beklemiş kadere iman ediyorum ölüm bu yüzden hiç normal değil aklımı kaçırmaya çalışırken aslında aklımı kaçırabilecek kadar güçlü olacağımı kavrıyorum dünya beni çok yoruyor askıya tişört asmak gibi evin içinde bir odadan başka bir odaya geçerken bir şeyi unutmuş olmanın komikliği içerisinde Allah ne iyi baki; fakat dünya elbette karanlık bir yer insan çok gerekmedikçe gereksiz. Akşamüzeri bazı saatlerde insanlar hastanelerin acil servislerinde ölebiliyorlar.
*Şiirin ismine anlam veremeyenler anlam verememeye ne güzel. 16
Efe Murad Göt Şairleri
göt laleleri gibi açılıyorsunuz girin abi girin, biz ne bilelim ki? görmedik ki abi biz sizi (cillop gibi)1 Cennet ehli tüysüz mü olacak? - Soru Sor Cevap Bul tüy dökücü ürün reklamlarındaki tüysüz bacaklar -adil düzene geçilecek... bu kesin şart. bu geçiş dönemi yumuşak mı olacak? sert mi olacak? tüylü mü olacak tüysüz mü olacak? bunu zaman gösterecek. ince parmak danslarıyla garanti sanat bankalarında hatunlara selektör yapıp liyakat bürolarına almak için Zaruri adamsın / sen de adamsın / abi sen allahsın / herkes bir allah çokomelden kral gerektiğinde çokoprenses jelatininden tuttun mu kabak gibi kalıyor başı iyice ovalattırınca hiç dokundurmadan, tek taş liyakat nişanı takmak için Bokoma Kafa Masaj Aleti (bir hayat memat ergisi)
Baş, Boyun GittiGidiyor'da süper bir ergi. kafaya masaj yapıyor böyle nasıl anlatsam. yumurta çırpma aletine ... satılan aborjinlerin mucizevi masaj aleti. bildiğin bakır tel aslında ama abaza ... tüm ürünler BOKOMA STREST ATIN
sonra amanın… beyin amcıklaması geçiriyor yarabbi balyozlar, özel hareket ekipleri lüks motorsikleti ve klimalı dairesiyle adından sıkça söz ettiren gelmeyin üstüme, ben kendi köhne hastalığımla mı (patolojik narsisizm) uğraşıcam ya
1
Göt şairlerine Hacı Hüsrev’de şafak baskını: http://www.youtube.com/watch?v=a8TPcnW7nLw
17
iyidir iyi, rüyada saç görmek, rüyada kel görmek ne demektir onur, gurur haysiyet ve şerefi artar. Saçını tarak ile taradığını görmek şeref, haysiyet ve ve zehirli biiiiir……. KOBRA adeta (dilimde tüy bitti)
o kadar büyük miktarlar üretir ve ısırığıyla zerk eder ki
TRABZON'DA 500 BİN DOLARLIK KOBRA ZEHİRİ ... Rüyasında saçlarının döküldüğünü gören kişi, kafasını borçtan ve hastalıktan kaldıramayacak, çok kötü bir dönem yaşayacaktır diye tabir edilir. Rüyada saçın dökülmesi büyük şansızlık ve uğursuzluktur. Kötü haberler almaya, can sıkıcı sözler duymaya, sorunlara ve kavgalara işaret eder.
18
vurma be ne vuruyoo la külahlı, çokomel taçlı 11 Oca 2012 - Ağır çekim kobranın zehir fışkırtma anı. ... Cobra secerken cobrakafesinde yilanlari kizdiran adam by Saka bir Yana 117,172 views; 4:12 elini ayağını öpeyim komserim ya sen yetkili bi abiye benziyon Işıltısı ile göz kamaştıran Koleksiyonlari ile trend yaratan, birbirinden ozel urunleri mucevher severlerle bulusturan… miiiisssss gibi, karpuz gibi götümle yazdım bunu, size kapak olsun ŞİİR YAZIYOM BEN YAAA!
19
AnketörlüFanzin / Bu Sayıda Liman Mehmetcihat
Adınızı, soyadınızı yazın, anketimiz gizlilik esaslarını tınlamaz: Liman Mehmetcihat. Bir şaire âşık oldunuz mu? Olmadıysanız bile nasıl bir şeydir bu? Tuzak soru : ) Aşık oldum evet. Böyle hamam gibi, dük gibi, serin surlardan sıcak kuşlara atlamak gibi bişey. Atlamak özellikle. “Siz dedim de f, o denizler aldı beni.” Gibi ya da. Şiirin alan savunması ne demektir? Alan savunması, ada madamanın karşıtlığı içinde anlamlıdır. Sizin bu yöndeki tercihinizi adam yok minvalinde okuyorum biraz. Filhakika, şu zamanda “bak adamın da el diyor” diyebileceğimiz bir adam bulunmuyor rakip takımlarda. Şunu eklemeden geçemicem; şiir-futbol analojileriyle dergilerini şirinleştirmeye çalışan bazı tiplerden sıkılmaya başladım, halı sahada karşıma çıksalar elek gibi delerim lan hepsini. “Eleği Tanı” hesaaabı. (nihahaha) Halk nedir? Halkla hiç konuştunuz mu? Halkı severim, halkın yaptığı hiçbi şey bana tuhaf ya da yanlış gelmiyor. Katarsis, gündelik faşizm ya da bana göre halkı en iyi tanımlayan sıfat olan puştluk dahil. Otistik olduğum için toplumsallığa karşı gizli bir ilgim olduğunu düşünüyorum. Sadece beni bağlar yani. Halk dairesi içinde olmanın alt sınırı eşek kovalamak, üst sınırı da şafak sezer’dir. Bunun dışındakiler halktan çıkar. Halk şiir sevmez. Ne zaman bir halkçı şair görsem, halktan utanırım. Halkın böyle bir pratiği var mı oğluuum derim sonra. Halka karışmayın. (her iki anlamda da) Bakkal kime denir? Bakkal işte yani bakkal çakkal gibisinden. Yeni’den ne anlıyorsunuz? Deneysel şiiri anlıyorum. Dil mi, bil mi? Kesinlikle dil. Bil neymiş lan. Saçmalayın: Mehmet Davut Özdal. 20
Sinan Özdemir 2000’ler ve Sonrasının Şimdisi
Deneysel şiir çalışmalarının “vakti geçirilmiş dekadanlık”, “böyle bir şiirden ´şiir´ çıkacağına inanmıyorum” sözleriyle ipliğinin pazara çıkarılışının üzerinden yaklaşık bir asır geçmiştir. Yok yok, 2008 Yeni Şafak Kitap Eki dosyasından alıntıladım bunları. Bu şiiri burun kıvıranların temel dayanağının Mallarmé, e. e. cummings, Ercüment Behzat Lav ve Metin Altıok çizgisini tespitlemeleri takdire şayan. Demagoji, kültürümüzün bir parçası amenna ama lirik’in tarihini ya da adres çubuğuna “www” yazabilme alışkanlığımızın ne zaman oluştuğunu bu kimselere sorma isteği duyuyor yine de insan. Aslında Doğru’nun öbür ucuna yaklaşıldığında da “deneysel” adlandırmasının hemen kabul görmediğini de söylemeliyim. Fakat bu çekinceler daha çok şiir toplamının başat özelliğinin zaten deneysel olması gerekliliğinden doğmuş görünüyor. Burun kıvırmanın sanatsal (art) niyetini bir yana bırakırsak deneysel dendiğinde şiir kamusunun 2000’leri anladığını söylemekte bir sakınca yok. Ben de kendi takdirimi aradan çıkarayım; bu şiirin dünya ölçeğinde bir yönelim olarak ortaya çıkışı(“somut şiiri” merkeze aldığımı belirteyim, elbette ki Dadaizm, Sürrealizm de deneyseldi) ise geçen yüzyılın ortalarına tekabül ediyor, denebilir. Öyvind Fahlström’ün “somut şiir” adlandırmasının yılı 1953’tür. Augusto de Campos Somut Şiir Manifestosu’nu 1956’da yayımlar. “(…) Bu soy şiirler, ayrılıkları, ortaklıklarıyla diri bir güç –çocukluğundan beri, tüm düşün, yöndem(uysallık, parantez içi benim) yüküyle birden aşılanıp duran kurulu bir dilden kurtulup güçlerin köküne dönen ( vurgu benim), yöndemliğini değişimin densizliğine bırakıp en çağcıl yordamlarla, en çağcıl bilinçle(vurgu benim), uzay adamı gibi çalışan kişinin kendisi oluyor. Sıkı(vurgu benim) kesinliklerin yitişinin, alabildiğine açık dünyanın, engin mi engin bir evrende yaratı(lı)şın keyfini sürmekle, bu soy şiirler “bitmiyor”, oluşup duruyor. (…)” [Pierre Garnier, Uluslararası Akımın İlk Konum Alışı, çev: Yurdakul Kavas]. 10 Ekim 1963 tarihli bu bildirinin altında ise Pierre Garnier, Eugen Gomringer, Ernst Jandl gibi isimlerin imzası var.
Bir şairin çevre kontrolündeki amacı neyse başka dildeki şiirlere bakma amacı da odur. Yeni’yi aramanın hevesidir bu. Nâzım’ın Mayakovski’den aldığıdır. Kendini bulmanın ipucu hepsi hepsi… Modern şiirimizin orijinal sıçramasının tarihidir 2000’ler. Erhan Altan bu yeni şiirin İkinci Yeni ile olan sessiz hesaplaşmasına Sıfırlı Yıllarda Şiirimizde Deneyim’in önsözünde değinirken İkinci Yeni’nin misyonunu onaylandığının ve artık buradan kendi alanına(deneyselin alanına) geçtiğinin vurgusunu yapıyor. Bunun kopuk, evrimsel bir çizgi niteliği taşıdığını da söylüyor yazar. Galiba bu kopukluk teknolojinin, internetin vb. bir sonucuydu biraz da. Şiiri şiirle kolay kolay ölçemeyeceğimiz bambaşka bir dünyanın içinde bulmuştu kendini 21
2000’lerin şairleri. Bu kuşak(uzaktan kumandanın evlere girişiyle beraber televizyon kanallarını tek tek parmakla değiştirmekten kurtulmaya sevinmesinin üzerinden 8-10 yıl geçtikten sonra) internetle gençliğinde tanışan ilk şair kuşağı. 90’ların sonlarına doğru internet yaygınlaşmaya, her lise/üniversite öğrencisinin evinde bir bilgisayar olmaya başlamıştı. İlk mail adresleri alındı, sonra Mirc, Zurna vb. yoluyla ilk chat çılgınlığı başladı. Odada pijamayla otururken tanımadığınız insanlarla muhabbet etmek Matrixvari bir heyecandı o gün için. Aynı anda kredi kartları yaygınlaştı, senetle alışveriş yapmak sönümleniyordu. Artık mağazaya gidip 6 senet imzalamaya gerek yoktu kot pantolon almak için. Bunlar Türkiye'nin dünyaya entegre olma, global ekonomiye fişi takma süreciydi. Baş döndürücü bir değişim sürecinde
büyümüş, Virilio'nun dediği enformasyon bombardımanını dibine kadar yaşamış bu kuşağı sözcük ekonomisi telkinleri kesmiyordu artık. Ayrıca İkinci Yeni’den sonra tüm etkinliğini kastırılmış soyut imgelerde arayan şiirin gözden düşmesi, eski itibarını kaybetmesi de şiir lehine bir şey olup çıkmıştı.
Sıfırlı yıllarda şiir şiirsel olandan koptu. “Anlaşılırlığın” alanına girmek istemiyorum ama her halükârda somutun, gerçeğin, maddenin şiiri yazıldı. Jeneratör de şiirdi artık, bok da. Sınırları katı olmasa da biçimin süzgecinden geçmeden yazılmıyordu bu nitel çeşitlilik. Özgün formülasyonlarla yürüyordu şiir. Gerçek bir sahada çok kale bir maç… deformasyonlar, parçalar, permütasyon, sözcüğün imhası, verili olanı sabote eden bağdaştırmalar, ses denemeleri…
Bugün yazılan şiire gelirsek… Öncelikle 10’lu yıllarla kategorize etmenin kolaylığına ben de kaçacak olsam da deneysel şiirin bugün de yazılageldiğini söylemek lazım. İlk evre’nin biçim ve içerikteki çevreye saçılma denemeleri toplu bir âyinin tezahürü olmasa da daha formülize bir denemeydi; bu, evre’nin şairlerinin başarısıydı. Lirik özne’nin kesintiye uğradığı, bilincin kontrolünün biçimle şekillendiği bu dönemden daha akışkan bir alana geçiyor bugünün şairi. Belki geçen yüzyılın başından
beri konuşma diliyle yazıyor Türk şairi ama hiç bu kadar engelsiz bir şiir yazılmamıştı bence bugüne kadar. Jandl’ın somut şiirin gizli öznesini tahrik ettiği gibi bir akışkanlık bu… Çevre’nin diline kendi silahıyla saldıran, bunun içindir ki risk barındıran bir şiir yazılıyor bugün. Şiirselliğin reddinden de daha zor bir deneyim bekliyor gibi şairleri. Hatta bugün yazılan şiir için, bana göre içine kimsenin pek adam akıllı girdiği yok, klişeye yaslanıyor, internet diliyle yazılıyor, güncelin yedeğinde duruyor gibi sözleri peşin peşin duyar olduğumu da söylemeliyim. Geçen üç dört yılın ve daha önümüzdeki yılların nasıl bir şiir ortaya çıkaracağını elbette bekleyip görmek lazım. Yine de ben 10’ların bazı kitaplarına kısa kısa göz atıp bitireceğim yazımı. 22
İsmail Aslan’ın Sistem Çöktü Misal Çok Yalnızım’ı(160. Kilometre Yayınları, Eylül 2012) adından başlayarak konuşmayı seçen bir kitap. Günceli irdeleyen, onun dilsel ve sanal / dirik(?) kodlarıyla uğraşan, açmazı tekrarlarla deşmeye çalışan bir şiir bu. Lirik özne’nin yeniden akışkanlaştığı, kişisel deneyimin insanlık hâlleriyle temas kurduğu, insanın üzüntü ve yıkım hâllerinin çok da şiirden kovulmasına inanmayan şiirler… Kitabın okuru en yukarıya çeken yönü ise sözcüklerin sessiz bağlaşımlarında bence. Kafası karışık, treni hızlı dizgeler oluşturuyor bu yolculukta Sistem Çöktü Misal Çok Yalnızım: avucuma tuz doldum / özkütlem yaralarımdan başlıyor / yuttum avucumu karnımın / yarısında biriktim / telefonumu sessizce sessize aldım / kitapları kapattım / saçlarımı tam bu dizeden ayırdım / kaşlarımı çat çat çat seviştim(acı boşaltır ya da aktüel ağrılar’dan, s. 15’te). Nazmi Cihan Beken’in Ci’si atmosferik bir kitap(Dedalus, Aralık 2012). Tam bir öznel laboratuvar deneyi. İmgenin ve lirizmin korkusunu üzerinden atan cesur bir deneme. Beken’in genel eğilimden ayrılan tarafı ise güncele ve ironiye mesafeli oluşu… Genellikle karşı-sen’e göz kırpan bir dili var şairin; imgenin öznel çağrışımlarını günün teknolojik araçlarıyla buluşturduğunda çok daha enteresan bir yapıya varıyor şiirleri: “Git / Yalan alfabesinin ve insan alfabesinden / Türemiş birçok alfabenin / Open office ISBN çiçek gibi / Bazı istisnalarla / Son harfi”(Cinayetlerinden Sonra Bıraktığı Yoksul Çocuk Kazaklarını Sonbahar Bir Araya Getirdi’den, s.26’da). 160. Kilometre’nin yayınladığı önemli kitaplardan biri de Rıdvan Gecü’nün Kırmızı Perfect’i idi(Şubat 2013). Dümdüz konuşmanın algıbozum motoruyla sürekli işlediği, eleştirisine buradan yol yapan bir ilk kitap Kırmızı Perfect. Kürtler’in nasıl kahrolabileceğine dair kodlardan, kaynak göstermeden seven, çırılçıplak âşık olabilen ama aştan, ekmekten iskenderden kesilmeyen bir şiire akışkan bir geçiş, bir algıbozumcu şiir. Hayatı kendi normal alanına çekmenin savaşını veriyor Rıdvan Gecü: hiç sorun değil yerimde sayabilirim / çünkü halihazırda koşanlar / düşmeyi göze alanlardı / sen uzat ellerini / gözlerin hâlâ kapalı / ben temizlerim pisliğini / pislik dediğin / nedir ki / elimin kiri(seremoni’den, s.38’de). Son yılların en “ilginç” şairi ise kuşkusuz Mehmet Davut Özdal. Hakkında en çok susulan şair de yine o. Biçimsizliğin biçim denemesini yapıyor Özdal. Şiirini şiire vuracağımız bir ölçüt neredeyse hiç yok. Tematik bir çılgınlıktan besleniyor adeta. Kültürel zenginlik onunkisi. Belki bu yüzden deyimler, deyişler, klişeler şiirinde olduğu gibi, bloklar hâlinde duruyor. İçeri sokarak dışarıya atıyor kuşatanı. Dokunduğunu gülünç kılıyor şair. Konuşma dili, güncel olan ve çocuksu atmosfer kaynaklarının arasında. Gerçeğin tutkunu Özdal; onun şiirinde inanmayacağınız hiçbir numara yok. Bir sokak kaydı, ayrıntılı bir otososyalbiyografi: bu dünyada ben sadece otobüse binerken akbil basmayı öğrendim. (Mehmet Molla, 160.Kilometre Yayınları, Ekim 2011, Fırlamanın Allahı’ndan, s.17’de). Şairin ikinci kitabı Maaşsız(160. Kilometre Yayınları, Haziran 2013) aynı kafanın şiirleri. Son yılların genel eğilimine koşut olarak uzunca şiirler var kitapta(Üç uzun şiirden oluşuyor kitap). Çocukluk üzerinden toplumsal bir belirlenim… Geriye sarmanın bugünü açık eden dipnotları Maaşsız. 2010’larda ironi ve absürt olan, şiirin içinde kendini amaç edinir hâle de geldi zaman 23
zaman; şiirsiz şiirin tehlikeye düştüğü örnekler de okuyoruz bu dönemde. Özdal’ın absürt’ü, ironisi ki bunlardan daha çok bana göre humoru, dışadönük lirik özne’nin seçmeye fırsat tanımayan kayıtlılığıyla dikkate değer bir denemeyi sunuyor okura: “Ardışık sayıları topladım. Ezan okunurken müziği kapattım. / Saçlarımı taradım. Saçımdaki kepekleri silkeledim. / Çarpım tablosunu ezberledim. Bal tuttum. Parmağımı yaladım. / Nefesimi tuttum. Nabzımı aradım. Pazımı şişirdim. / Kalbimin sesini dinledim. Cünüp gezdim. / Dün ne yediğimi unuttum. / Kalktığı belli olmasın diye kazağımı aşağı doğru çekiştirdim.”(Meslek İcabı’ndan, s. 31’de). Son olarak Liman Mehmetcihat’ın haplayın şunu feodal’i(Ebabil, Temmuz 2013)… Agresif ve güncel bir şiir Mehmetcihat’ın şiiri. Geniş bir uyarıcı ağının ritmik ve bağlaşımsız parçalılığını yazıyor şair. Dinamik bir tarayıcı gözle var ediyor şiirini. Sokağın, sanalın, alt kültürün dilini karıştırıp bozuyor. Geçerkenki tanıklığını şiire vurup gülünçleştiriyor baktıklarını. Nesnesine karşı başarılı bir muhalif Liman Mehmetcihat. Kitabın ikinci bölümü görsel şiirlerden oluşuyor. Belki de önyargılarımdan olsa gerek görsel şiirin(lirik özne’nin görsel olanı konumlandırışından bahsediyorum; metin-şiirin görsel elemanları başka.) içine pek girmek istemediğimi belirtmeliyim. Buradaki şiirlerin birer başlığa ihtiyaç duyuyor olmalarını düşünmem bile bu kısımla ilgili değerlendirmemi sevimsiz kılacaktır. Fakat yine de metinsel olana daha yatkın olan Yapmam Daha Aşk Şiiri, Bodruma Gitmenin En Yol 29 İyisi, Hukuk ve Stalinizmin Ölümü Filminden Bir Sahne adlı şiirleri başarılı bulduğumu söylemeliyim; arayan epic fail’in heyecanımızı diri tuttuğunu da: “Radikal noise ne kadar da radikal amcaoğlu / Üstelik (kravat nasıl bağlanır resimli) kravat / Benim dayım nefes filminde kelebek şeklinde bir pıçak / Normal bir bıçakla özür dilerim / Uyruğumsun TC / ama bir zidane değilsin.”(Bu Ülkeyi Kim Taşıyor, Hakan Taşıyan mı’dan, s. 9’da.)
24
Bu Sayıda Halk İsmail’in Annesidir
“Baharın rüzgârı çıkmış, baharın rüzgârı çamlara vuruyor. Hayatımızdan hiçbir şey anlamadık.” … Ben: Yorulduk evet. Annem: Allah seni yormasın. Ben: Babam da yorulmuştu. Annem: Kaç zanaatla uğraştı baban. Duvar ustalığı yaptı. Devlet hastanesi var ya, eski olan. Bir gün birlikte hastaneye gittik. Dedi “Bu hastanenin yapımında benle Hasari [amcam] çalışıyorduk. Ben duvarın üzerindeydim, paketler içerisinde siyah taşlar vardı. Hasari atardı ben de tutardım.” Gerisini sen hesapla. Hasari pehlivan gibiydi. Baban da o zamanlar iyiydi tabi, gençti hasta değildi. Ben: Ne zaman, kaç yaşındaydı? Annem: İşte şehirdelerdi o zaman, askere gitmesine yakın. İşte aşağıdan atardı ben de tutardım. Ben: Evlendiğinizde kaç yaşındaydı babam? Annem: Bilmiyorum ki. Ben: Senin yaşın kaçtı anne? Annem: Kendi yaşımı da bilmiyorum. Hasari amcan, rahmetli –yeri ağır olsuneskiden siyah kovalar vardı. Tabanı tahtadan, etrafı da kauçuktan. İçi su dolu kovayı tek eliyle kaldırıp su içerdi. Bir gün köye gideceğiz. Babama uğradık. Müslüm dayınlar toplandılar biz geldik diye. Küçük bir masaları vardı, kare işte. Hasar amcan da elini masanın üzerine koymuş. Müslüm dayın sonradan söylüyor “Eli o masanın tamamını kapattı. Elleri o kadar büyükmüş o zamanlar. Her ikisini -babamla amcamkanser derdi bitirdi, her ikisini de… Ben: Amcamın vücudu nasıl olmuştu hatırlıyor musun? Ben gördüm nasıl olmuştu Allahım, yaraları… Annem: Kendisi yaralarını gösterdi. Mor olmuştu, onunki ciğer kanseriydi. Ben: Babamla aynı yaşta ölmüşler. Her ikisi de öldüklerinde 68 yaşındalarmış. Annem: Evet, Ahmet söyledi. Ayşe öyle diyordu. Seçti, Allah bütün iyilerimizi seçip aldı geriye bu çerçöp kaldı.
25
Ben: Ne zaman evlendiğinizi bilmiyorsun yani, kaç yaşında evlendiğinizi. Annem: Bilmiyorum ki… Gelip Bozova’da ev yaptı, köye gitmedik. Ben: Atla mı seni dolaştırmışlar düğün günü? Annem: Ne atı, cip vardı cip. Mirzoların cipiydi. Ben: Ama öyle dedin sanki. Atın üzerinde ve elinde türk bayrağı. Annem: Ne bayrağı babam. Cip vardı cip Mirzoların cipi. Müslüm kardeşim yanıma oturdu cipte. Yusufların Mahmut ölmüştü o zaman. Mahmut ölmüştü, komşumuzdu. Komşuluk… Kimse zılgıt dahi çalmadı. Kimse var mıydı hatırlamıyorum. Ben: Davul zurna yok muydu? Annem: Ne davulu baban davul çaldırır mıydı? Ben: Neden? Annem: Şeytan işi, yapar mı hiç! Ben: İyi de sen sanki at üzerinde götürüldüğünden de bahsetmiştin. Annem: Hayır yavrum o Fatma teyzendi. Ev yaptı bize baban, iki oda bir eyvan, kileri de vardı. Avlumuz büyüktü. Hemen Fatma teyzenlerin bitişiği. Ben: Babam kendisi mi yaptı? Annem: Tabi, kerpiçten yaptı. Nereye gittiyse kirada oturmadı kendine ev yaptı. Ben: O zaman ne iş yapıyordu, terzi miydi? Annem: Evet, terziydi. 7 sene Bozova’da kaldı ama sonra Urfa’ya gittik. Urfa’yı severdi. Arkadaşları gelip söylerlerdi Serhoş Mehmet, Kazancı Ahmet; “Urfa’ya gel taşı toprağı bereket…” diye. Gölbaşına giderdik o zamanlar. O zamanlar çok güzeldi. Pencerelerimizin içlerinde reyhan yetiştirirdik. Bir radyomuz vardı. İşte benim altınlarım vardı, boynumda. Baban dedi ver onları kendi kendimize bir radyo alalım. Ben de verdim. Şimdi çirkinim. Boynumda altın sevmezdi, yakışırdı bana. Ben de anlamıştım. Verdim altınları bize bir radyo al o zaman dedim… Aldı, markası Siyera [Sierra]. Philips daha iyiydi ama Siyera da iyiydi. Kendi kendimize dinlerdik. Antenine bir tel takıp saksıya toprağa bırakırdık, toprak hat… Abim: Televizyon yoktu o zamanlar… Annem: Ne televizyonu… Biz Urfa’ya geldikten çok sonra aldık televizyonu, siyah beyazdı o da. İşte toprak hattı yapmak için. Şimdi uydu falan var ya öyleydi herhalde. İnsanlar biliyorlardı ki evimizde radyo var. Sabah dükkâna işine giderken radyosunu yanında götürürdü, eline alırdı. Akşam da geri getirirdi. Oyalanırdı radyoyla. Ben de ne çıkar, evde bırakmıyorsun ki ben de dinleyeyim derdim. Ne yapacaksın derdi. 26
Herhalde ablama gittiğimi düşünüp yanında götürürdü radyoyu. Sonra biz evimizi taşıdık yerimize amcanlar geçti. Amcan 4 sene Belçika’da kaldıktan sonra döndü Bozova’ya bir bakkal açtı. Belçika’da madende çalışıyorlarmış. O zaman 10 lira biriktirip getirmişti yanında bakkal açtı. Biz Urfa’ya göç edince arkamızdan geldiler amcanlar. Gaffari amcan yeniden Belçika’ya döndü. Baban da çok gezdi Avrupa’yı. Almanya, Hollanda, İtalya… En son Fransa’da durdu, Paris’te. Almanya’dan Hollanda’ya gitmek için bir arabanın bagajına girmiş. Arabanın bagajında Hollanda’ya Gaffari amcanın yanına gitmiş. Zaten hastalanmıştı, Fransa’da hastaneye yatırmışlardı. 2 ay hastanede kalmıştı. Terziydi Fransa’da. Gavur hep babana evini getir dermiş, buraya gel. Terziliğini çok iyi bulurlarmış. Elden ele dolaştırırlarmış dikişlerini. Ben: Paris’te bir bağda da üzüm toplarlarmış şarap fabrikası için. Annem: Evet bak sen hatırlıyorsun. Yaşlı bir kadının bağında çalışırlarmış. Bu yaşlı kadın babanın yaptığı yemekleri çok beğenirmiş. Sonra dayanamadı Fransa’da, döndü. Zamanında namazlarını kılamıyormuş, ölü tavuk yediriyorlarmış… Bir daha gitmedi. Geldi bu defa Kuveyt’e gideceğim dedi. Durmuyordu. Öyle gördüm öyle gördüm öyle gördüm; hala hep yalnızım hala hep yalnızım. Sadece eve elektrik çekti. Dedenle ninen de yanımda. Gidip duvar ustalığı yapacağım dedi. Onunla İbrahim Halil, Yaylak’tan… İbrahim Halil bekâr ama. Gitti o sene de Kıbrıs davası başladı, Kıbrıs harbi. Gitti Şam’da oturdu. Bırakmamışlar, harp var ya yolları kapatmışlar. 1 ay orada kaldı eve döndü. Hiçbir şey kalmamış, ne para ne pul. Bu kez de gelmiş Şam’ın kadınlarını anlatıyor, nasıl güzel olduklarını… Ben de ona, gidip 1 ay oturdun orda kadınlara mı baktın dedim… Geldi terziliğe devam etti. Sonra artık yaşı ilerleyince terziliği yapamıyordu, dikiş makinesi tamir etmeye başladı. Ne biliyim… Bursa’ya giderlerdi kauçuk satarlardı… Öyle işler işte. Neyse kalkayım çok konuştum. Başım ağrıdı. Onun derdi aklıma düşünce… Az mı çektik… Ben: Uyumaya mı gidiyorsun? Annem: Evet. Ben: Allah rahatlık versin. Annem: Allah size de rahatlık versin, oturun siz de abinle konuşun sonra uyuyun…
27
Sinan Özdemir İsmail’in ampirik bir annesi çıka ben
Bütün kısa mesafelere yüpyürü ben Bozdurduklarımı bozmadığımı düşündüm Ne siliksin iin yok z yok Teşhir ürünü bir ayakkabıyla sürçe dura Gidip de düşmemek var yok Böyle saçlarım uzunupuyor Makas açıldıkça saçlarım uzunupuyor Sakalıma karışmak istiyorum Allahım Her şey karışıyor Raporunu almadan perhize başladı 1i Yemin ederim naylon terliği var Teşrifatçı fenerin pilini değiştirirken ağladı 1i 1inin burnu kanadı kendi kavgasında Tam sayılar z ile gösterilir Sinan Bir karış havada bir elle gösterilme z O kadar çok işim yok ki bunlarla Günlük şeylerin dünyanın yuvarlak oluşuna Eşit olduğunu da düşündüm oarada Böyle bir yuvarlamanın dümdüz bir Zihin trajedisine çıktığını da Yuvarlağın trajedisi ≠ eşit Hatırlıyor musun bir gün bahar gelmişti İsmail’in ampirik bir annesi varmıştı Domatesleri ayağıyla ezmişti Güneşi takip ede ede karıştırmıştı salçasını Bütün seçimlerden parmağında Hint mürekkebiyle dönmüştü Sen tostun ketçabını sulandırmı ş Hayatımızdan hiçbir şey anlamadık mı demişti Allahım karışmamak istiyorum
28
Beni dışarda tutan Dışarıdan camı silen bir çocuğa para vermeyeyim Ben bir depo benzinim olsun istiyorum Kendime bir suç işleyip süreyim Öyle gideyim ki saçlarım daha da upunuzsun Tırnaklarım kemirsin direksiyonu Sanki bilmiyor muyum Biliyorum bilmiyorum biliyorum bilmiyorum Biliyorum bilmiyorum biliyorum bilmiyorum Biliyorum bilmiyorum biliyorum bilmiyorum Biliyorum bilmiyorum biliyorum bilmiyorum Bilmiyorum bilmiyorum biliyorum bilmiyoru Dünyanın hâli var lastik var eşit değildir.
29
Orhan Veli Yüzüncü Doğum Yılında Otuz Altısında Sinan Özdemir ve Erhan Altan’dan Orhan Veli Okumaları Sinan Özdemir Aşamadığı
Sıçrama şairlerindendir Orhan Veli. Bir eşiği neredeyse tek başına aşmıştır. Toplamla hesaplaşıp gelmiştir bulunduğu yere. Fakat bulunduğu yer aynı zamanda aşamadığı sınır da olmuştur ona. Başkalığı öyle sevilmiştir ki yazdığı dönemde, kendi şiirine kurduğu tuzak etki alanına giren diğer şairler için de hendek oluvermiştir. Çünkü kolay taklit edilebilir bir edası vardır Veli’nin. Bu durum kendisinin de itirafıdır. Kısa ömrü bize bir sonraki Orhan Veli’yi okuma şansını tanımamıştır. Bugünün şiirine etkisinden söz etmek ise etkinin geniş anlamıyla düşünüldüğünde pek mümkün değildir. Okuduğum ilk şairdi Orhan Veli. İnsanın mimiğine dokunan, ben diyen tavrıyla dikkat çeken bir şiirdi bu. Sonra sonra farkına vardım ki şiirimizde ben’inden yola çıkan ilk modernlerdendi o. Konuşmak, anlatmak isteyen bir ben’di bu. Formülsüzdü bu yüzden. Bu yanıyla dönülüp yeniden bakılması gereken şairlerden biri de Orhan Veli’dir bana kalırsa. Bilinçli ya da bilinçsiz aslında böyle bir bakışın göz ucuyla da olsa atıldığı kanaatindeyim. Orhan Veli’nin pervasızlığı daha çok düşünsel bir arka plan olarak kaldı. Bugünün şiirinde okuduğum bazı şairler ise enikonu konuşuyor, Veli ile anılagelen gündelik dili kendi metin dilleriyle çarpıştırarak yepyeni bir şiir kuruyorlar ayrı ayrı. Biçimin ve konu edilenin alanını olabildiğince genişletiyorlar. Hatta aşırılıklarıyla ucu açık bir yola girdiklerini düşünüyorum ben. Bunun bir katkı mı yoksa bağdaştırma mı olduğunu ise pek kestiremiyorum.
30
Orhan Veli Yüzüncü Doğum Yılında Otuz Altısında Sinan Özdemir ve Erhan Altan’dan Orhan Veli Okumaları Erhan Altan Yalnız seni arıyorum
“Yalnız seni arıyorum.” Bu cümle kitabın sadece adında yer almıyor, içinde de defalarca tekrarlanıyor. Orhan Veli Kanık mektuplarında Nahit Hanım’ı bu cümleyi tekrar ederek arıyor. Kitap boyunca ilerlendikçe bu arayış öne çıkıyor ve mektuplar, şairin bu arayışının izleri halini alıyor. Mektupların yazarı, tekrarları, üslubu, anlattıklarıyla istikrarlı ve şiirlerine ters düşmeyen bir özne sunuyor. Şiirlerindeki garipliği bu mektuplarda aşkına ulaşmaktaki çaresizliği olarak karşımıza çıkıyor. Kitap, mektupların sıralı düzeni, birkaç yıllık bir zaman aralığını kapsaması ile okura bir aşk hikayesinin ortasının gözlemlenebileceği bir pencere sunuyor. Bu orta yerde sevgilisine ulaşmaya çalışan Orhan Veli’nin bu arayışı duruyor, ama bir türlü ulaşamıyor, ve bulmuyor. Mutlaka ki aşkın doğası sevgiliye ulaşamamayı da içeriyor, mesafe ve başka kısıtlar da buna yol açıyor. Ancak yine de arayış, sevgili adı altında cisimleştirilebilen bir nesnenin içinde sürdürülüyor. Aslında denebilir ki, Orhan Veli bulduğunu (“Yalnız seni”) arıyor, bulduğu yerde aramak istiyor. Bulduğunu aradığı için de hiç bulamıyor. Araması bulmamasının mazereti zaten. Belki bulmak istemiyor. Bulmaması, bulmasının bir mazereti oluyor. Nitekim şiirlerinde de hep buluyor Orhan Veli. Aramayı aramıyor, dolayısıyla da aramayı bulmuyor, aramayı bulmaktan uzak. Bulduğunu aramak, bulduğunu bulmak, bunu bilmek istiyor. Oysa bulmak, arayışın en tehlikeli yanı ve ancak bulmadığını arayınca mümkün. Üstelik bulunan bulunsa bile arama devam eder ki, bulunan bulunmaz aslında. Bulunamaz çünkü özne aynı kalmaz, özne durduğu yerde durmaz. Sürekli bulduğunu aramak, öznenin bu istikrarı, öznenin bulduğu sabit bir tasavvuruna sabitlenmesi demektir. Sabitlenilen yerde arayış olmaz. Hele hele kendi sınırlarını, sevgiliyi sınırlayarak sabitlemek hiç olmaz. Ve aramak nihayetinde çapı tüm dünya haline gelen bir harekettir, ancak dünya bulunmaz, içinde hareket edilir. Başka arayanlar da var: kitabın titiz editörü Murat Yalçın, düştüğü dipnotlarla Orhan Veli’nin mektuplarının gerçeklikteki karşılığını arıyor. Ve okur da şiirlerin gerçeklikteki karşılığını arıyor. Murat Yalçın ve okur, mektuplar ve şiirlerin gerçeklikteki karşılığını ararken mektup ve şiirlerin yazarı Orhan Veli kendi gerçekliğini bulmaya çalışıyor. Murat Yalçın arayışını Orhan Veli’nin fiziksel gerçekliği ile sınırlarken okur Orhan Veli’nin ruhsal gerçekliğini arıyor. Ama o ruhsal gerçekliği Orhan Veli de arıyor. Ancak o gerçeklik bulunamıyor. Aranmadığı için ya da bulunan yerde arandığı için.
31
Odaklandıkça muğlaklaşan, yakınlaştıkça kurgusallaşan gerçeklik bulunabilir mi? Bulduğuna inanılan gerçeklik, geçmişin kurgularından başka ne ki? Israr ettikçe ortaya çıkansa geçmişin cinleri. Onlardan kurtulmanın yolu aynayı kırmak, Ilse Aichinger’in dediği gibi.2 Çıplak arayışın başladığı yer, bulmama başlangıcının ya da tüm bir dünyanın. Orhan Veli kırmıyor Aichinger’in aynasını, bulduğunu arıyor. Peki ya şiir? Okur? Bu satırların yazarı?
Orhan Veli | 1914-1950
2
“Çocuklukta da aynalar vardı, ama daha büyük mesafeden. Yavaş yavaş yaklaşıyoruz birbirimize, etrafımızda çok az bir yer kalıyor, iyice yakınlaşana kadar. Bir sonraki adım: aynayı yumrukla parçalamak, kanamak, kendini kesmek. Ya da olduğumuz yerde kalıyoruz.” Kleist, Moos, Fasane, Ilse Aichinger, Fischer Taschenbuch Verlag, 2004, sayfa 54
32
Mehmet Davut Özdal Haşmet ve ben.
Haşmetle bir gün üsküdardayız. Çaylarımızı yudumlarken önümüzde birer fayrap ve itibar canımız simit çekmesin mi hemen oturup birer şiir yazdık martıların çığlığı eşliğinde. Haşmetin şiiri benimkine kıyasla daha güzel oldu çünkü o daha çok çay içmişti. Çay değil şiir içiyordu adeta. Fener gol atmıştı. Allah vardı. Tam da ordaydı bir baktım aa allah. Benim ismim hakan. Çok güzel bir ismim var. Doğum tarihim de çok güzeldir. Destansıdır. Üsküdar ne kadar güzel bir semt adı dimi. Dostoyevskiden bile güzel. Ben hep orada çay içerim. Bir gün erene dedim ki ne kadar güzel kızlar var değil mi şu Üsküdarda hepsi de helal süt emmiş. Yazdığımız şiirler çok etkili oldu. Kuşağımızdan etkilenmeyen adam kalmadı. Haşmet de eren de hali vakti yerinde kimselerdir yine de yoksul edebiyatı yapmaktan kendilerini alamazlar. Çay içip üsküdarı öven bir arkadaş grubuyuz biz. Benim şahsen üsküdarı övmezsem karnıma ağrılar girer. Sık sık üsküdarı istanbuldaki diğer semtlerle mukayese eder ve üsküdarın üstünlüklerini gözler önüne sererim. Anasını sattığımın her tarafı yokuş üsküdarı gözüme ceylan yavrusu gibi gözükür. Sayesinde hatırı sayılır bir bacak kası yaptım üsküdarın. Haşmet 20 bin tlden fazla maaş alır aylık. Simit yer çay içer buna rağmen günde üç saat yol teper Üsküdar için. La oğlum sizin orada çaylara kıran mı girdi de buralara kadar geliyon hem git biraz da havyar mavyar ye manyak mısın nesin hadi bizim cebimizde para yok da bunlarla idare ediyoruz senin derdin ne a.koyim romantizm ayağına telef oldun paraları mezara götürmeyi mi planlıyon anasını satayım diye şaka yollu takılırız. Eren de takılır. Eren çok büyük şiirler yazdı. Telefondan okununca çok güzel gelir kulağa. Büyük şiirlerdir. Siyasetlidir. Herkes etkilenir. Hiç etkilenesi olmayanları bile etkiledi bizim şiirlerimiz. Artık yeter derdik ortalığın amına koyduk resmen derdik yeter la etkilenmeyin artık a. Koyum derdik. Biz böyle dedikçe inatmış gibi daha çok etkilendiler. Ben artık çok sıkıldım. Kendi büyüklüğümden sıkıldım. Etkileyiciliğimden sıkıldım. Cennete bile girmek istemiyorum bazen var ya. Başka şiir mi yok amk siktirin gidin biraz da onlardan etkilenin derdik yeter yahu. Erene bir gün dedim eren bunlar bizden niçin bu kadar çok etkileniyorlar dedim. Valla ben de bilmiyorum hakancım dedi. 71liydik biz bir de. Çok üzgündüm ama ben. A lot of üzgündüm. Sürekli üzgündüm. Nere gitsem ne etsem yine üzgündüm. Üzgünlük olsa olsa bu kadar olabilirdi. Üzgünlükten başımı kaldıramaz haldeydim. Bir gün erene dedim yeter yahu dedim yeter artık üzgün olmayacam dedim. Bokunu çıkardım hayatımı siktim attım resmen üzgün olacam diye gençliğim gitti la sikecem ızdırabını böyle işin dedim kendimi bildim bileli üzgünüm nerdeyse gören de dünyanın en zor hayatını ben yaşadım sanır yeter artık üzgün olmayacam dedim. Odtüyü bıraktım lan ben dedim. Resmen kendimi yedim bitirdim üzgünlük belasına. Eren karşı çıktı. Olmaz dedi. Sen daha bu üzgünlüğün çok ekmeğini yersin dedi. Sakın ola yapma bir daha da aklına böyle şeyler getirme dedi. Beni 28 şubat sürecinde çok yalnız bıraktılar. Anasını sattığımın 25 yaşında falandım neciydim ne 33
yapıyordum da beni yalnız bıraktılar bilmiyorum sanki çok önemli bir iş tutuyordum o sıralar. Türbanlı mıydım la ben yoksa. neyse. Niye yalnız bıraktınız lan beni yavşaklar ben size ne yaptım. Çok çalıştım ben. Deli gibi çalıştım. Size neyse amk sanki size mi çalıştım dimi hahaha şaka bir yana mal gibi çalıştım da çalıştım hakikaten. Sonuçta ne oldu. Bir bok olmadı anasını satayım. Benim yarım kadar bile çalışmayanlar benden çok seviliyor ve önemseniyor bugün. Antipatikliğimle tanınıyorum. Hahaha. Hiç küfretmem ben . Çok temiz bir Müslümanım barışçıyım hahaha. Sütten çıkmış ak kaşığım. Her gün bir saat ayna karşısında kendime bakarım. Akpliliğimle bile övünürüm hahaha. Kendimi ne kadar ciddiye alıyorum allahım sen affet. Benim yaptığım esprilerin en önemli özelliği genellikle yalnızca beni güldürmesidir. Hahaha. Neyse böylece otobiyografimin 7876. sayfasını da tamamlamış oldum. Ne hayat varmış bende de arkadaş. Yalnız şaka maka solu bitirdim ha. Hangi solu bitirdim tam bilmiyom da hahaha. İşçiyim ben işçi. Şair değilim işçiyim ben. Ne işçisiyim. Twitter işçisiyim zaar hahaha duyan da taş taşıyom ya da fabrikada vardiyam var falan sanır hahaha. Sevgiler.
34
Allah ne iyi baki; fakat dünya elbette karanlık bir yer insan çok gerekmedikçe gereksiz.
Not: 3. Sayıda Kontra sesli kayıtlarla şiirin alanını araştırmaya devam edecek. Maksadımız salt şiir okumak değil aynı zamanda aramak. Bu doğrultuda zihin açıcı çalışmaları beklediğimizi şimdiden duyurmuş olalım.