Kontra 1

Page 1


 Kontra şiirin alan savunmasıdır. Hepinizi biriktirdik, canımızı sıktınız. Şiirin saldırgan öncülüğünü kavrayamayanlar köhneliğin bir adım gerisinde sulandırılmış gevelemelerini yutmamızı bekliyor. Sizi sindiremedik, sinmedik de. Burada oyun oynamıyoruz, tribünlere oynamıyoruz. Size de izin vermeyeceğiz. Ismarlama şiirlerin, ısmarlama gecelerin, ısmarlama toplantıların Allahaısmarladık’ıdır Kontra. Somutu ve gerçeği savunuyoruz. Bilinçleri açalım.

 Kontra online yayımlanır.  İsteyen çıktısını alıp saklar.  Antep, Urfa, Cambridge güzergâhında seyreder, Mayıs, 2014

Yayın Kurulu | Sinan Özdemir, İsmail Aslan, Efe Murad

Ön Kapak

| Reyhan Aygül


Biraz Konuşalım

Sinan: İlk neyden ayrıldınız? İsmail: En son “Hiç beklemiyordum.”dan. Her şey oluyor çünkü. Daha açık ifade etmem gerekirse, her şey ölüyor. İlk, yaşamdan ayrılırız. Sinan: Şaşkınlığını üzerinden attığını mı söylüyorsun? Sen yaşayan ölü müsün? Efe “anlama katılıyorum ama hâlâ bilemiyorum.” demişti. İsmail: Şaşkınlığım, evet. Her şeyi bekliyorum. İnsanın olduğu yerde mümkün olmayanın olamayacağını yani. Zaman anlamdan daha güçlü yalnız. Ben unuttuğum kadar yaşamın somut veya soyut alanına kendimi katabiliyorum. Bak, gerçekten anlamın umurunda olma şiddetini zaman zayıf düşürebiliyor. Efe: “Hâlâ bilemiyorum.”dan. Neden yazdığını bilemiyorsun, sadece yazdığını biliyorsun. Güncel o nedenle hep avcumuzdan kaçıveriyor. Tam yakaladım derken bağlam değişiyor, tutamıyorsun avm’leri, anlamları değişiyor, Toki’yi yakalayamıyorsun, o güncel, günlük tepki kayboluyor. Yakalayamıyorsun ama yeniden ölüp yeniden diriliyorsun, siyasilik burada işin içine giriyor. Sinan: “Geçici olanın kalıcı izi” demiştim Sistem Çöktü Misal Çok Yalnızım için… İnsan galiba vazgeçmekten de ayrılıyor. Tecrit mümkün mü? Sosyal medya bombardımanından kurtulmaya çalışan insanlar var, pasif direnişi deneyen, internet orucunu. Tabii ki akşam ezanı okunur. O güncel olanın şiirini üçümüz de yazıyoruz bu arada. Aldığımız yaygın eleştirelerden biri de bu oldu. Ne dersiniz aktüelin şiiri yazılmaz mı? “Kalıcılık” tehlikeye mi girer? Efe: Kalıcılık bir yana, güncel seni devamlı yeni bir ihtimale sürükler, tehlikelidir, içine aldı mı, güncelin bombardımanına maruz kalırsın. Kaçış yok! Eğer güncelden soyutlanırsan ölüsün demektir, şiirin ölüdür. Bizler ölü şiir yazmaya cesaret edebilir miyiz? Ya da kendimizi şimdiden ölü sayabilir miyiz? İsmail: Annem, babamla olan anılarından birkaç kesit paylaştıktan sonra; “Kendinizi hep ölü sayın.” demişti. Yazdım ve çekildim. Neyin yaşayıp yaşamayacağına karar verebilseydim yalnız kendimi daha uzun yaşatabilmekten başlardım. Evvela, ben ölmek istemiyorum. Yazdığım şiirin 50 yıl sonrasına kalıp kalmamasından önce benim “sağlıklı” bir şekilde 50 yıl sonrasına kalabilip kalamamamla daha çok ilgilenmekteyim. Bundan, yazdığım şiirin ömrünün üzerinde durmadığım anlaşılmasın. Yazdığın şiirin ömrünü sen ne uzatabiliyor ne de kısaltabiliyorsun. Efe: İzninizle bir parantez açıyorum. James Lovelock, 2040’ta büyük iklim değişiklikleri olacağını, bunun bazı zaruri siyasi ve sosyal değişiklikler getireceğini yazıyor. 2100’de insan nüfusunun yüzde 80’inin yok olacağından bahsediyor. Başka bir araştırmaya göre, dünyadaki tüm bölgelerin iklimleri en geç 2046’ya kadar değişmiş olacak, Türkiye için 2030 gibi bir rakam var. Yeni bir iklim. Acaba Türkçe olacak mı? En azından güncel bir şiir yazmasak bile bizim kullandığımız dil de

a


güncelin gelip geçici, kaypak alanında. Hepimiz günceliz ve bir gün kullandığımız harflerin bile bir anlamı kalmayacak. Hepimiz yazdığımız sürece ölü kalacağız. Sinan: Şiir bana göre “kontra”nın alanı… Savunma yapılabilecek son kale. Yazarken alan savunması yaptığımı düşünüyorum ben. Çekilip beklemek ile sinip beklemenin aynı mekânında aktif bir savunma… Böyle olunca da aktüel korkutmuyor gözümü. O steril muhafaza kılıfını sevmiyorum. Çıplağı saklamak komik geliyor. Can telaşı bu. Ama sizin bahsettiğiniz can değil söylediğim… Formu bulanık içeri’de arıyor kılıflı şair. Buradan “çoğaltılacak anlamın” raf ömrüne inanılıyor sanki. “Raf ömrü” dedim; süpermarket’in şiirini yazmakta sakınca görmüyorum. Çünkü ben kendimi orada görüyorum. İçimi kazıdığımda “var oluş”la birlikte “üçü bir arada”nın mekaniğiyle de yüzleşiyorum. Yüzyıl, biraz da hadi oyun oynamayı bırakalım’ın yüzyılı bence. İsmail: Salt aktüel olanı yazma kaygısıyla da şiire bakmamalı diye düşünüyorum. Sizler de son zamanlarda bu tür metinlerle karşılaşmışsınızdır. Bir karşılaşmadan öteye gidemiyor. Okuyucu farkında oysa. Ve ayrıca şiire girmeyen ne var, şair sadece bunun peşine düşmüş gibi. Fakat böylesi bir arayışla ortaya samimiyetten uzak şeyler de çıkmakta. Acaba aktüel olanı yazma kaygısı şiire zarar verir hâle gelmedi mi? Sinan: Günün “malzeme”sini ekleyince, iki de espri yaptın mı o şiir “yeni” oluyor. Şimdi birçok kimsede bu algı hâkim. Şiiri ayakta tutan şeyin form olduğunu söylemeye gerek var mı? Galiba var. Yalnız şunu da söylemek lazım: Biri ölüyor ama facebook duvarı açık. Bunun “yapma ya, daha dün görmüştüm adamcağızı”dan bir farkı var mı, bu trajik değil mi? İsmail: Ölü evinin kapısına bırakılan ayakkabılar kadar trajik olmasa gerek Sinan. Ben daha çok sanal mekanda ortaya çıkan “trajedinin” gerçeği ayaklar altına alma etkisi olduğunu da savunmaya çalıştım şiirde. Yazarken gözlerimiz açıktır, kapanınca okuruz. Sinan: Senin son sözcüğünden hareket ediyorum İsmail: Okuruz, dedin de, bir şairin şiirini etkilere açık tutması doğru mudur? Bir de tabi önce “etki”den ne anlıyoruz? Efe: Bugün Türk şiirinin Twitter geyiğine indirgendiği doğru. Çeşitli cemaat halkaları var, herkes kendi halkasında, kendi meşrebince kendini şair-i azam sanıyor. Bugün etkiden anlaşılan, sadece görünürlük, bir rakam olarak takipçi sayısı ve ortamlarda piyasa, popülarite. Güncel olmak, sosyal gruplarda adı geçen manasında. Yoksa etki dediğin virüs gibidir. Sen fark etmeden senin diline girmiştir. Ölü gibidir ama her an kuvveden fiile geçer. Oysa popüler olan kolay tüketilir. Bizim, dili ele geçirebilecek, onu suistimal edebilecek virütik bir şiire ihtiyacımız var. Günceli kendi istediği gibi kullanabilen. Ölü gibi duran ama son kertede ölü değil ölümcül olan virütik. Kontra bu anlamda virütik bir kontra olmalı. Sinan: Bazı virüsler girdikleri hücreye uygun olmadıkları zaman çoğalamıyorlar ama yine de genomu tahrip edebiliyorlar. Hatta hücreyi öldürebiliyorlar. Kontra’nın bir panzehir olması için bilincin açık olması gerekiyor. Bilinç-şiirin bir nevi denetleyici reaktör görevinden bahsediyorum. Efe’nin bahsettiği ölümcül atağı böyle anlıyorum.

b


İsmail: Efe, “… dili ele geçirebilecek, onu suistimal edebilecek virütik bir şiir” dediğinle, Sinan’ın özellikle şiirinde üzerinde durduğu “form” noktasına da değinerek ikinize de sormak istiyorum. İlk neyden ayrılmalıyız? Sinan: Başa dönmek istemiyorum İsmail, başım dönsün de istemiyorum. Aklıma ne geldi biliyor musunuz bunu söylerken, çekiç atma sporcuları çekiçlerini (çelik topu) en uzağa atmak için birkaç tur kendi etraflarında dönüyorlar. Yarım ay şeklinde bir korunağın içinde. Dönerken o korunaklı kısmı da taramış oluyorlar, oradan çekicin çıkmayacağı malum… Şiirin şimdisi’nden etkilenmeyi yeğliyorum. İlk ayrıldığım ölü şairler oldu. Buradalık: Virütik olan. Form: Giydiğin ayakkabı ayağını sıkmayacak. Efe: İlk ayrıldığım, buradalık oldu. Yani, güncelde kaybolmak, kendini şiirde bulmak. Form bu. O zaman değiştirerek soruyorum: Bizi şiirden ne ayıracak? Bizi şiirden ölüm kurtarır diyorum. Şiir öyle bir şey ki yok olmaya yaklaştıkça varoluyor. Bizi şiirden ne ayıracak?

c


Selcan Peksan

Taştan Kale

Hiç olmadığı kadar zor olacak diyorlar Mevsime göre ismi değişen Rus sarkıtları gibi Apansız kırılacak minareleri minderlerde kedilerden kalma yaz serinliği kalbimizi kıracak kuşkusuz hazırlık yapmalıyım ikimizin yerine; un çuvallarına zencefil saklamalı, ceviz kabuklarına nar taneleri, merdivenleri bir inip bir çıkıp hem inip hem çıkıp dönme dolapları ikimizin yerine yapacaklarımı yaparım sandım da oyalandım. Sen uyur, ben oyalanırken onlar: Normali önce belirlediler, sonra da bize öğrettiler. Başka başka neler söylendiğimi duysan da inanmazsın İki minyatür kaleyle sınırlı alanda bir taşla iki kuş vurmayı en kârlı meziyet bildiler. Ben de ikimizin yerine rol kapmak için en karlı Moskof sirkinde fütursuzca hünerlerimi sergiledim. Yani gözlerimi en kocamanında sabitleyip seni ve saçlarının siyahını ve evinizden artakalan örme kazağını ve elinin üstündeki çay kaşığı yarasını bunları ve ikimize saklamak için burada sayamadığım tüm mirasını öğretildiği gibi şakaya vurdum.

d


Hiç solmadığı kadar soğuk olacak diyorlar. Azgın sırtlanları da benim kadar evcilleştirdiler. Beyaz yonca tohumları ektiler yabani otlar yerine. Önce hindibaları biçtiler ve sonra benle eşleştirdiler. Şimdi sırtlarında kızgın demirler ardımızda elektrikli tüfekleri ha bire koşturuyorlar nefsimizi. Sırf biz inanalım diye terbiye edilmiş savaşçılar başka terbiyeli savaşçılara gel beraber barış yapalım diyorlar. Yaşasaydın yalnızca iyi ki doğdun diyecektim. Şimdi bir acayip oyunda ikimizin yerine Anka görünüyorum kuzguna Başrol diye ses etmedim Bu bir yamyam dansı Elbet lezzetliyim ve üzgünüm tüm yaptığım bu. Sen ikimizin yerine Ateş'i yanına al ve anneannemin fesleğenlerini koru.

e


Mehmet Davut Özdal BENİ GERÇEKTEN EZ

Beni gerçekten ez Gazeteye çıktı adım Sen bilmiyon mu Çalan şarkıyı şimdiden ezberledim Son günlerde Çok okuyorum Vapurda Karşımda oturan kıza Koyun can derdinde dedim Gülerek hıçkırdı Ve otomobilini tamire verdi Hülyalara daldım Allah’ıma. Bir de orospu gibi gülme dedim.

BAKMA

Hıyar gibi bakma suratıma Teessüflerini ilet Madem gidiyorsun bura son durak Ne adres ne mektup ne resim bırak Kendinden bir parça bir cisim bırak Saçından birkaç tel ver de öyle git Yoksa pijamalarımla kalakalacağım Hiç iyi değilim lan O kadar uyudum yine değilim Bir bok anlamıyorum Kimyasal deney yapsam bile Beygir olmak isterdim Şu yalan dünyada Hep yalan dolan lan Hep yalan dolan

f


MESSİ

oturdum sandalyeye güneşler açtı bacaklarımda bir titreme yağmur yağdı birden otobüsten inerken baktım ki ıslanıyorum pilavcıya gittim real madridin maçı vardı iddia kuponum yattı allah kahretsin sonunda üzüntüden ölebilirim. dünyanın en iyi oyuncusu messi.

g


Eugen Gomringer kar ingilizcedir

kar ingilizcedir kar uluslararasıdır kar gizlidir kar ufaktır kar edebidir kar çevrilebilirdir kar her yerdedir kar komiktir kar çetindir kar moderndir kar engelleyendir kar saçmadır kar müzikaldir kar muhteşemdir kar tortuludur kar anlamsızdır kar saftır kar olağanüstüdür kar kavislidir kar yetkisizdir kar iğrençtir kar câhildir kar dayanılmazdır kar nadirdir kar yorucudur kar makuldür kar mordur kar rahatsız edicidir kar bakılasıdır kar ütopiktir kar kutsaldır kar kaçınılmazdır kar ucuzdur kar anlaşılabilirdir

kar sivildir kar pürüzsüzdür kar eğlencelidir kar salgındır kar ırsidir kar risklidir kar incelenebilirdir kar doyurucudur kar katoliktir kar lezzetsizdir kar şıktır kar mutlaktır kar deneyseldir kar nevrotiktir kar öğreticidir kar bencildir kar benzersizdir kar hazırlıklıdır kar pahalıdır kar alfabetiktir kar asosyaldir kar cinsiyetsizdir kar politiktir kar geçicidir kar baskındır kar muazzamdır kar soluktur kar yalınayaktır kar bozuktur kar samimidir kar terstir kar azgındır kar izin vericidir kar yücedir

h


kar lezzetlidir kar izafidir kar Norveçlidir kar askerîdir kar rahattır kar aydınlıktır kar yararlıdır kar zararlıdır kar soğuktur kar saldırgandır kar vahşidir kar bilimseldir kar düzensizdir kar savunmasızdır kar bağımsızdır kar sıkıcıdır kar üzücüdür

kar zevksizdir kar hayâl edilebilirdir kar kanaatkârdır kar tamdır kar etimolojiktir kar bölük pörçüktür kar onurludur kar ebedidir kar eskidir kar açıklayıcıdır kar aristotelyandır kar dışarıdadır kar soyuttur kar ilahîdir kar beyazdır kar tutarsızdır

İngilizceden çeviren: Sinan Özdemir

i


Fotoğraf | İsmail Aslan

j


Efe Murad

Güzel Söyleyiş’e Hücum: Şiirde Patlamalar! “Kulağa hoş gelen”le “konuşurmuş gibi okumak” arasında fark vardır. Güzel söyleyiş ya da “kulağa hoş gelen”, şiirde her zaman iktidar olagelmiştir. Kimi zaman bu kulağa ya da göze hoş gelen güzelliğin şiirdeki arayışıdır, kimi zaman günümüzde de birçok şiirde gördüğümüz yılışık ve sulandırılmış sözdür. Arapça ve Farsça etkili şiirde, Rum ilinin Divan şiirinde, Romantizmde, Viktoria dönemi neo-klasik şiirde, Sembolizmde, dekandanlarda vs. “kulağa hoş gelen” önemli bir şiir düşüncesidir. Burada saydığım bu şümullü edebi akımların birbirinden farklı tahayyülleri vardır, ama eninde sonunda şiir tartışmaları 1) edebi eleştiri ya da deneme yazılarıyla (ars poetica’larla) yapılmış (manifestolarla değil) ve 2) bu şairler hep çoğalmak için yazmışlardır. Bu tür edebi akımların içeriği ve etki amaçları ile 1910’ların Avrupa’sındaki yeni şiir manifestolarının patlaması arasında belirgin farklılıklar görüyoruz. Dada, Fütürizm, Rus formalistleri, kübist şairler çoğalmak için değil, tam tersine çoğalmayı reddetmek için şiiri uğraş edinmişlerdir. Çoğalmayı reddetmeleri, “kulağa hoş gelen” ve “çabuk alımlanır”a karşı açtıkları savaşın bir parçasıdır. “Kulağa hoş gelme” konusunda, Dada ve Rus formalistlerin yazdığı kafiyeli, tekrarlamalı şiirler düşünüldüğünde bu avant-garde’ların bile istisnai olanı tam olarak elde edemediklerini görüyoruz. Khlebnikov’un şiirleri liriktir, sadece sözdizimi parçalı, verdiği imgeler karışıktır. Yeni kelimeler üretir ama “kulağa hoş gelen”i dalga geçerek taklit etmekle yetinir. Dada da “kulağa hoş gelen” şiirler yazmıştır ama bir farkla: “Kulağa hoş gelen”i ve “kafiyeyle kolay akılda kalır”ı, ninniler ve anlamsız tekerlemelerle yeniden üretmiş, adeta bu tür şiiri içten yok etmiştir. “Güzel söyleyiş” ya da “kulağa hoş gelen”le, konuşma dili ya da “konuşurmuş gibi okumak” arasında bir fark var demiştik. Garip’in birincil olarak karşı çıktığı, Yahya Kemal tarzı, “güzel söyleyiş”e önem veren şiirdir. Garip, “söyleyiş güzelliği”nin karşısına konuşma dilini, “konuştuğu gibi yazma”yı koyar. Kulağa hoş gelen biçimde yazmaya karşı çıkar ve böylelikle konuşma diline yönelir. Çünkü Garip’in deyişiyle bu güzel söyleyiş, Türkçenin özünde, edasında olan bir şey değil, eski şiirin edasında olan bir şeydir. Türkçenin kendi edasını bulmak için süssüz konuşma diline yönelmeleri gerekir. İlginçtir ki bir anlamda, Garip kendi çıkışının da esiri olur, eski edaya karşı çıktığı halde kolay taklit edilebilir bir edaya hapsolur. 2000’lerde şiir manifestoları, bildirileri açısından bir patlama yaşanır. Türk edebiyatında benzer çeşitliliğin olduğu dönemler en son Tanzimat sonrası şiir tartışmaları, Mütareke yılları (Hececiler, Nâzım Hikmet) ve belki de Mavi’nin, Garip’in, Hisarcılar’ın didiştiği 1940’lar-50’lerdir. Dönem dönem edebiyatta çeşitlilik patlaması olur. İtalya-Almanya-Rusya-Fransa-İspanya-Polonya-Çekoslovakya-Arjantin için bu 1910’lar, 1920’lerdir; Birinci Dünya Savaşı’yla açıklanabilecek tarihsel bağları vardır bu oluşumların. Bu, Avusturya için 1950’lerdir, gene İkinci Dünya Savaşı’yla açıklanabilir bu grupların şiir hareketi. Brezilya (de Campos’lar) ve Arjantin (mail-art, Edgardo Antonio Vigo) için 1950’ler ve 1960’lar, Meksika için 1970’ler, ABD için 1920’ler, 1940’lar, 1980’ler, 2000’ler…

k


Çeşitli edebiyatlar çeşitli zamanlarda patlar. Bu, kim öncedir, sonradır meselesi değil, bir ihtiyaç meselesidir. Sosyal, siyasi ve edebi bağlamın zaruretidir. Ayrıca bu şiir tahayyüllerinin arttığı dönemlerde, tüm bu manifestolar, şiirler, bunları yazan ve daha sonra kendilerini bu şairlere bir silsile olarak bağlamaya çalışanlar dışında (kendisini Khlebnikov’un formalizmi ve Marinetti’nin fütürizmiyle meşrulaştıran Mayakovsky gibi), çok fazla dışarıya açılamamış, sadece çıktıkları gruplarla sınırlı kalmıştır. Dada, birkaç senelik bir olaydır ve Orta Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, birbiriyle doğrudan teması olmayan gruplar arasında zuhur etmiştir. Sürrealizm dışında hiçbiri kıtalararası örgütlenememiş; Sürrealizm, Paris’ten, Eduardo Roditi’yle Londra’ya, başka başka şairler tarafından Barcelona’ya, Prag’a, Bükreş’e ve sonrasında Meksiko ve Santiago’ya atlamış, resme, mimariye, filme nüfuz etmiştir. Şiirde manifestoların patladığı dönemler, daha sonradan etkileşimlere, yeniden okumalara açık olsalar da, şiir edimi olarak yalnızca kendi gruplarıyla sınırlı kaldıklarını görüyoruz bu hareketlerin. Sürrealizm dışında sadece küçük bir kümeye hitap eden ataklar, manifestolu çıkışlar bunlar. Zaten çoğalma gibi zoraki bir güdüleri yoktur. Ancak bir grup şair tarafından takip edilmişlerdir. Şairlerin şairleri onlar. O nedenle 2000’li yıllarda Türkiye’de ortaya çıkan görsel şiir, madde-şiir, parçalı ham. gibi manifestoları da hep bireysel görmekte yarar var ama birbirlerinden doğdukları da kesin, çünkü aynı sosyal ve edebi bağlamda şiir yazıp tartışıyorlar bu şairler. Ortak dergilerde düşüncelerini yeri geldiğinde birlikte, yeri geldiğinde de birbirlerine karşı savunuyorlar. 2000’li yıllarda zuhur eden bu çıkışları, 1910’lardan itibaren Avrupa’nın, Amerika’nın ve Latin Amerika’nın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan avant-garde akımlarla karşılaştığımızda, Türkiye’dekiler dahil olmak üzere, hepsinin şehir merkezli olduklarını görüyoruz. Garip ve İkinci Yeni’de merkez sadece İstanbul ve Ankara’ya sıkışmış değildir. Bu anlamda, 1990’lardan bu yana kurulan “merkez-taşra” ikilemi de bayat bir sav. 2000’li yıllarda şiirde yenilik arayışında olan manifestolu ya da manifestosuz da olsa belirli bir şiir tahayyülü olan heves, Ücra, Fayrap, Cehd, Mahfil, Poetikhars, Zinhar gibi dergilerde yazmış şairlerin de İstanbul dışında, Ankara, Adana, Konya, İzmir, Antep, Urfa gibi merkezlerde yaşadıklarını ya da büyük şehirlerde en azından yüksek öğrenim gördüklerini görüyoruz. Çoğalmak için değil, üretmek, şiire olan bakış açısını değiştirmek için ortaya çıkan tüm manifestolar, şehir hayatının ve pratiklerinin birer ürünüdür. 2000’li yıllarda aynı anda birçok yeni şiir düşüncesi tartışılmaktadır: Görsel şiir, ücraşiir, madde-şiir, bozuk şiir, parçalı ham., neo-epik ve somut şiir. Tüm bu şiirler Ücra, Poetikhars, Zinhar, heves, Mahfil, Cehd, Fayrap gibi dergilerde şiirlerini yayımlayanların savundukları şiir düşünceleridir. Bunların deneysel şiir diye etiketlendiklerini görüyoruz, kimi zaman olumlu, kimi zaman olumsuz yönleri vurgulanarak (Ahmet Oktay’ın “mutant şiir” tanımlamasındaki alaycılığını unutmadan [merdivenşiir 13/14, Mayıs, 2007]). 2000’li yıllardaki bu “yeni biçimci” ya da Ali Özgür Özkarcı’nın deyişiyle “deneysel somutçular” dediği şiirlerden farklı olarak, kekeme şiir, çok sesli şiir, soylu yenilikçi şiir, felsefi şiir gibi yine Ali Özgür Özkarcı’nın deyişiyle “deneysel imgeci” ya da daha doğru bir ifadeyle salt imgeci, edaya, yılışık söze hapsolmuş çeşitli şiir düşüncelerinin olduğunun da görüyoruz.

l


Türk şiirinin hâlâ en büyük illleti, bu sözde deneysel imgecilerin “güzel söyleyiş”in avcundan su içmeleridir. Yukarıda andığım bu grup bugün hâlâ berceste mısra koşmaktadır. Şiirde muhteviyat ve biçim tartışmaları çeşitli dönemlerde tekrarlanır. Her yeni şiir hareketi; muhteviyat, biçim ve biçemi (tarz, üslup) kendilerine göre yeniden kurarlar, birbirlerine göre yeniden konumlarlar. Garip bu anlamda Divan Edebiyatının ya da onların deyişiyle eski edebiyatın biçimine karşı çıkmıştır. Bu kalıplaşmış biçim anlayışının muhteviyatı kısıtladığını düşünmüşlerdir. Bu nedenle, biçimi bozup konuşma diline yaklaştırırlar Garipçiler. Ama muhteviyat, yani şiirde neyin söylendiği bu sefer şiirin biçimini şekillendirmeye başlar, biçim bir anlamda arka plana itilmiş olur. Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ın şiirlerini 1941 yılında kendi paralarıyla çıkardıkları Garip’te, adları bölüm başlıklarında olmasa birbirinden ayıramazsınız. Muhteviyat, biçim ve biçem arasındaki bağ, İkinci Yeni düşünüldüğünde daha da karmaşıktır. İkinci Yeni’nin, ilk bakışta biçimsel bir arayışının olduğu düşünülebilir ama İkinci Yeni biçime kafa yormamıştır. Muhteviyatı bulanıklaştırmak, muğlâklaştırmak için biçeme, yani üsluba, tarza sığınmıştır. İkinci Yeni’yi aştıklarını düşündüğüm bazı heves şairlerinin bu anlamda getirdikleri bir yenilik vardır: Rahatça biçim ve muhteviyatın kendiliğinden biçemde

bitişmesiyle ortaya çıkan bir serbestleşme, şiiri daha önce girilmemiş alanlara kendi formülleriyle, biçemleriyle sokma arayışı, yani son kertede şiirin alanını genişletmek! 2000’li yılların başında şiirde topyekün hücuma uğrayan, “kulağa hoş gelen”, lirik olan, terennüm eden şiirdi. Bu nedenle, çoğunlukla heves dergisinde şiirlerini yayımlayan bir grup şair (Aslı Serin, Ali Özgür Özkarcı, Mehmet Öztek, Burak Acar) konuşma diline yönelirken, diğer bir grup şairse (Ömer Şişman, Ahmet Güntan, bu satırların yazarı, Murat Üstübal, Bülent Keçeli, Serkan Işın, Franko Buskas ve Ömer Aygün) İkinci Yeni’ye de karşı olarak, Üstübal ve Keçeli’ye göre ise onu aşırılaştırarak, “kulağa hoş gelen”i, “güzel söylemek için yazılmış”ı tamamen yadsımayı seçti. Kimi zaman şiirin takır tukuruna, kelime oyunlarına, seslerin çiğliğine yöneldi, kimi zaman kendi manifestolarında, bildirilerinde, düzyazılarında anlattıkları, kendi formüle ettikleri teknikle şiirler yazdılar bu şairler. İkinci grubu, Mehmet Taner “İkinci Birinci Yeni” olarak adlandırdı (Virgül, Nisan 2006): “"Birinci Yeni" konuşma diline yönelmişti, bu arkadaşlar "konuşmama" diline yöneliyor. "Birinci Yeni" geniş kitlenin gündelik alanı içinden alıyordu konularını, bu arkadaşlar belli bir "kitle"nin alanı içinden alıyor. Ayrıca, Garip Şiirinin, şiirde zevk boyutunu sıradanlaştırma yolunu açtığı, onu neredeyse tek boyutlu kılmaktan zevk aldığı gözleniyordu ve bu, şiirin sıfırlanma riski olarak dikilmişti karşımıza. Ama bu arkadaşlar haz olanaklarını çoğaltmak ister gibiler. Garip, olağanı araştırıyordu; bu arkadaşlar, olağandışını araştırıyorlar.” Oysa Garip’le olan irtibatından çok, bu şairler İkinci Yeni’ye topyekün karşı çıkmışlardı, çünkü İkinci Yeni, hem bir bakıma “kulağa hoş gelen”e karşı çıkmış hem de Garip’in ferah konuşma diline tahribat getirmişti, ama o da kulağa hoş geleni, sonunda karmaşıklaştırmayı seçmişti. Mehmet Taner’in değindiği önemli nokta ise, Avrupa, Amerika ve Latin Amerika’daki tüm patlamalarda olduğu gibi buradaki amacın çoğalmaktan çok çoğalma pratikleri geliştirmek olmasıdır. 2000’li yılların

şiiri çoğalmanın eylem pratikleriyle doğdu!

m


“Yeni biçimci-deneysel somutçu” ilk gruptan ve özellikle konuşma diline yaklaştıkları ölçüde Ahmet Güntan’ın parçalı ham.’larından etkilenen yeni bir şiir var şimdilerde. Bu şiirin 2000’li yıllarda manifestolarıyla çıkan şairlerin yazdığı mecralarda yazmaları, onlarla şiirde dirsek temasında bulunmaları, 2000’li yıllardaki çeşitliliğe ikinci bir dalga getiriyor. İsmail Aslan, Sinan Özdemir, Rıdvan Gecü, Mehmet Davut Özdal gibi şairlerin bu yeni şiiri de aslen, “kulağa hoş gelen”, “güzel söyleyiş”e hapsolmuş şiire karşı. Hoş sözle dalga geçtiklerini, güncel olduklarını ve şiirlerini çoğunlukla aktüel bir konuşma diliyle yazdıklarını görüyoruz. Popülist(aktüel)ler, yani şiir halkındır diyorlar. Ama neo-epikçilerin halk motifini, ki onlar için bir motiften öteye geçemiyor bu, iktidar aracı gibi kullandıkları bir popülist kültür zımbırtısı değil onlarınki. Aynı şekilde, deneysel adı altında Enis Akın ve etrafındakilerin Natama’da sürdürdüğü yılışık şiirden çok uzaklar. Onlar yılışık eda şairleri değil. Konuşmayı ne kadar sahiciyse şiirlerinde o kadar geçiriyorlar. Doğrudanlık var ve doğrudanlık bizi güncele, günlük hayata çıkarıyor; günlük hayata sıkışan felsefi şiir lirizmine değil, günlük hayatın ikiyüzlülüğünün tam ortasına, harbiliğin tam ortasına… Yalnız, konuşma dili derken sabit bir dilden bahsedemeyiz. Bugün konuşma dili dediğimizde aslında okuma dilinden, bir şairinin şiirini okurkenki dilden de bahsediyoruz. Konuşma dili her şairin kendi şiirini okumasında farklılaşıyor. O nedenle, Garip gibi taklidi kolay değil, tek tip değil. Herkesin, 2000’li yıllardaki manifesto çeşitliliğinde olduğu gibi, kendi formu, stili var. Bu da bu şairlerin şiirdeki konuşma diline, şiirini okuma biçimine yansıyor. 2000'li yıllarda bir çeşitlilik var manifesto açısından demiştik. Ondan önce Tanzimat döneminin hemen akabinde bu kadar geniş bir canlılık vardı. 2000’li yıllar bir anlamda biçimci bir şiir, herkes kendi formülüne göre şiir yazıyor ve bu biriciklikle, Sinan Özdemir’in deyişiyle, daha da formülsüzleşiyor. Herkesin kendi formunun, biçiminin, hatta “İkinci Yeni’yi Aşmak”ta da söylediğim şekliyle özgün bir biçeminin, yani üslubunun, stilinin olduğu bir havuz şiir… 2000’li yılların biçimci ve biçemci

şiirinden daha da biçemcileşen, konuşma diliyle bütünleştiği ölçüde şairinin kendine dönüşen bir şiir var şimdi. Formüllü biçimlerden konuşma diline doğru genişleyen ikinci dalga şairlerdeki bu güncelliğin “güzel söyleyiş”e inatla hücum ettiğini görüyoruz. “Güzel söyleyiş” tamamen devrilene kadar bize uyku yok!

n


“İSTANBUL’DA OFİS ÇİFTÇİNİN KARA GÜN DOSTUDUR”

o


AnketörlüFanzin / Bu sayıda Ozan Çılgın*

Adınızı, soyadınızı yazın, anketimiz gizlilik esaslarını tınlamaz: Ozan Çılgın Bir şaire âşık oldunuz mu? Olmadıysanız bile nasıl bir şeydir bu? Evet oldum, bir şaire âşık olunca şiire yakınlaşmaya dönük bir olanağın hayatınızda ortaya çıktığını zannediyorsunuz, ama sonra anlıyorsunuz ki şiire yaklaşmaya dönük tek olanak ondan uzaklaşmaktır. Şiirin alan savunması ne demektir? 1996 Koraç kupasını kazanan Efes Pilsen’in alan savunmasıdır. Halk nedir? Halkla hiç konuştunuz mu? Halk, alkolik bir motorsiklet tamircisine Tayyip bu seçimi neyle kazandı diye sorduğunuzda “dürüstlüğüylen, temizliğiylen” cevabını almaktır. Halkla çok konuştum, Ben Bursa doğumluyum, aslen Dersimliyiz, Bursa’da Mesken çocuğuyum, ama onun dışında Atıcılar’da, Zafer mahallede, Teleferik’te, Koğukçınar’da, Elmasbahçeler’de, Kanberler’de çok takıldım. Oralarda da halk vardır. Bakkal kime denir? Bakkal 10 yaşındaki çocuğa ödemeyeceğini bile bile veresiyeyle abur cubur satan ve sonra ödemeyeceği en baştan gayet açık olan o borcu çocuğun anasına ispiyonlamak suretiyle tahsil eden kişiye denir. Yeni’den ne anlıyorsunuz? Yeni, öngörülebilirliğin fenomenolojik anlamda hala şiirin kontrolü altında olmasıdır. Şiir çok dikkatli okunursa onun hala yüz yıl sonrasını en rahat görebilen disiplin olduğu farkedilebilir. Dil mi, bil mi? Tabi ki dil.

p


Saçmalayın: Bir porno filmle bir çizgi film bir fıkrayı kurdu, fıkra feshini sandıkla çoğalttı, çoğaldıkça azalan spermini boşalttı, kimyasal bitkisele yaşam koçluğu yaptı. Mail at dünyayı uzaya, indir dünyayı uzaydan, kur dünyayı dünyada, sil dünyayı dünyada, masaüstü yap dünyayı dünyada, kaydet dünyayı dünyaya. Ruh twitter’dır madde facebook’tur, türklük bir ırkı değil tarihsel kültürel bir kavramı ifade eder, bu evrenin ardından, biri iktidarında olan biri de onunla savaşan, cumhuriyetin çözemediği iki sorunun yarattığı diyalektik etkiyle, cumhuriyet yeniden organize olarak bir senteze kavuşacaktır.

*Bu sayıda bizimle olacağını duyurduğumuz Sevgili Liman Mehmetcihat askerliğin imkânsızlıklarını 2014’te, Kars’ta yaşıyor, bizimle olamadı. Sevgili Ozan Çılgın da dar zamanda yetişti imdada.

q


İsmail Aslan, Efe Murad, Sinan Özdemir youtube’tan YUTUP

Ses arkadan geliyor duyduk mu? bombayla başlıyoruz sabaha -youtube yutmamak viraaalllbomba düştüğü yeri akıyor ateş düştüğünde görüntüsünü alıyor giydiriyoruz görüntüsünü elimize ne geçerse bakıyoruz TUNNEL kazıyoruz arkandan kaz virütik kafa viral TÜRKİYE SENİ SENİ DİŞLEDİĞİNDE TÜRKİYE SENİ SENİ DİSLEDİĞİNDE TÜRKİYE SENİ SENİ DİŞLEDİĞİNDE [DIŞLANDIĞINI HİSSETTİĞİNDE DIŞARIYA ÇIK.] hiç olmadı TUNNEL. kır parçala kalk oyna KIR PARÇALA KALK OYNA kazkazkazkazkazkazkazkazak bu kadar agresiflik iyi bir şey değil şu an sadece sınır dediğin hemen şu an sadece zaman dediğin hemen şu an sadece bombalar bom bom ba ba parantez içinde demek istediğimi açmaya çalışacağım kazmayalım şimdi dur ki durmak nedir anlayalım biraz dolsun da öyle açalım kazkazkazkazkazkazkazkazak önüne doğrulttuklarını bi kereden bi’şicik olmaz sıkıştırıp ucundan akıtıp bom bom ba ba parantez içinde zım zım

r


) bombalar parantez içlerine düşer (

s


SAÇLARIMIZI DÜZELTİNCE HER ŞEY GEÇİYOR SAÇLARIMIZI DÜZELTİNCE HER ŞEY GEÇİYOR SAÇLARIMIZI DÜZELTİNCE HER ŞEY GEÇİYOR mu? Bilinç akıyor iki meme arasından

O,O gözlerimizi kamaştırırcasına saatlerce çekilmiş görüntü zım zım kafamızın içinde dolaplar her şey hızlıca geçiyor saçlarımızı düzeltince elbiselerimizi katlayıp içinde sakin ve sessizce oynatılan ekrana çakılıp karşımıza geçmiş bir ders bir tüz bir ders bir tüz kazkazkazkazkazkazkazkazak o bizi çekiyor biz de onu çekiyoruz zım zım zım zım

t


O,O Kadınlar içinse zaten vazgeçilmez bir şey bu endorfin bombaları(mutluluk hormonu) ... İçine bir su bardağı kadar su koyduğunuz tencereyi ocağa oturtun. ... Yazımı okuyan beyler için bir parantez açmak istiyorum; beyler eğer bir kadının ... Varan 3: Çocuklar sevinir, yani ortaya 'endorfin' bombası düşer. Çocuklar sevilir, bombaları içine parantez bombası düşer. [DIŞLANDIĞINI HİSSETTİĞİNDE UYAN AHMAK, DE HAYDİ.]

şööyle hafif dokun endorfine

içine

düşer o zaten

yeter ki dolsun... yeter çünkü

) bombalar parantez içlerine düşer (

u


Bu Sayıda Halk Otobüste Telefonla Konuşan Gençtir*

Aylo! Dün çok yoruldum, aşırı derecede yoruldum, Antep’te kimse kalmamış beni görmeye gelmiş sanki. He yav! Bi sıkıntı vardı işyeriyle ilgili, ondan. Kafaya tak tak tak, o da beni çok yordu; vücut yorgunluğu, kafa yorgunluğu derken… Ama bugün zımba gibiyim. Öyle mi oluy? Gerek yok oğlum, he, bi de olay bi kere olur, ikinciye gerek yok. Mal mısın oğlum, ben geri dönüş yapmam ki. Niye geri dönüş yapiyim ki. Uğrunda öleceğim bir insan olmalı ki anca geri dönüş yaparım. Yav oğlum bu konularda öyle olmazsa olmaz yanı. Neyse ben seni bölmiyim, sağool, eyvallah rafık. Arada bir sen de ödemeli at da ariyim. Anlim anlim. Zor dayı zor. He la şeyi soracaktım la şeyi, Nesrin şey yazmış, maça gedecek filan yazmış da ne maçı bu? Nesrin takımda mı? Yok yok yok yok, la yok Bursa’ya gidelim filan yazmış. Şeyle ilgili, bi foturaf paylaşmış, maç saatleri filan yazmış, bedmingtın mı? Futsal mı, futsal mı? Oğlum sen niye beylesin? Sen niye bi yere gitmin? Ünüverste ohuduğun belli olsun. Oğlum öyle şey, oğlum böyle şeylerle uğraş uğraş, yarın öbür gün eline bi daa geçmeyecek, mal olma yaa, yap oğlum yap, yap oğlum yap, lann almanya görmüş adamsın sen, he he, hakkımı yedin, neyse…

*Gelecek sayıda halk İsmail’in annesidir.

v



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.