Kultura Dergi Ekim 2015

Page 1

EKİM 2015 / Sayı: 8

Sahnede yaşamak, an be an seyircinin tepkisiyle karşı karşıya olmak bambaşka bir şey...

26 MEHMET ŞENOL ŞİŞLİ

40 EROL GÜNAYDIN

46 FiLM SETLERiNiN EMEKTAR HAYVAN OYUNCULARI


EDiTO

SANATLA YAŞIYORUZ Bu satırları yazarken keşke yaşadığımız ülkenin gazeteleri, cinayet, kazalar, terör, siyasi belirsizliklerle dolu olmasın isterdim, ancak ne yazık ki son yılların en sıkıntılı süreçlerinden birisinde size merhaba demek zorundayız. Az çok çevresinde olanlarla ilgilenen herkesin çok canının sıkkın olduğu konuları açıp tekrar keyif kaçırmak gibi bir niyetim yok tabii, ancak etraftaki olayları görmezden gelmek ya da görmemek de mümkün değil. Yapmamız gereken farkındalığımızı yitirmeden hayatımızı devam ettirebileceğimiz bir yaşam tarzı belirlemek.

Erdem Yaşar facebook.com/kulturadergi twitter.com/KulturaDergi

Ancak toplumda insanların acısını sanatla yaşamasına gelen tepkileri görmek de ayrıca üzücü. Bir müzik konserini salt eğlence olarak görüp “insanlar ölürken nasıl eğlenirsin” şeklinde sorgulamanın doğru olduğuna inanmıyorum. Sanat bir yas türü de olabileceği gibi bazen ise sadece hayatı sorgulamak için oradadır. Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki en büyük eserler, genellikle acılardan çıkar ve bu acıların unutulmamasını sağlar. Bizim için de bu ay yine hayatımızda önemli yer kaplayan şeylerin başında şu an ilk sayfasını okuduğunuz dergimiz geldi. Genç ve güzel oyuncu Merve Akaydın ile gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbet ile kendisinin gelecek planlarından ve Türkiye’deki dizi sektöründen konuştuk. Son yıllarda kaleme aldığı kitaplar ve yazdığı şarkı sözleriyle her zaman Türk rock dinleyicisinin gönlünde özel bir yeri olan Mehmet Şenol Şişli de bizi kırmayarak sorularımızı yanıtladı. Kendisinin Kargo hayranlarına müjdeli bir haberi olduğunu da buradan vurgulamış olayım.

www.dipterafilm.com

Keyifli okumalar...

diptera@dipterafilm.com 0216 469 17 72 Marmara cad. Merve apt. 25/1 D:11 Kozyatağı, Kadıköy, İstanbul

Genel Yayın Yönetmeni: Erdem Yaşar Yazı İşleri Müdürü: Hakan Karakullukçu Editör: Emir Bozkurt, Emin Eren, Gülşan Karademir, Tuna Akşen

Görsel Yönetmen: Gülay Sağ İletişim: info@kulturadergi.com bulten@kulturadergi.com


iÇiNDEKiLER EKİM 2015

22

MERVE AKAYDIN Genç ve başarılı oyuncu Merve Akaydın’la gelecek planları, dizi sektörü ve oyunculuk üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

4

HABERLER LARA FABIAN ZORLU PSM’DE

6

HABERLER MEHVEŞ DEMİREN’DEN SERAMİK SERGİSİ

9

HABERLER HOKKADAN SÜZÜLEN HARFLER

26

40

MEHMET ŞENOL ŞİŞLİ

EROL GÜNAYDIN

Türk rock dinleyicisinde yeri her zaman özel olan MŞŞ ile kitapları, kurduğu yayınevi ve gelecek planlarından konuştuk.

Türk seyircisinin her zaman yüzünde bir gülümseme ile hatırlayacağı ender isimlerden olan Erol Günaydın’ı, bu sayımızda anmak istedik.

22

40

RÖPORTAJ MEHMET ŞENOL ŞİŞLİ

DOSYA KONUSU FiLM SETLERiNiN EMEKTAR HAYVAN OYUNCULARI

RÖPORTAJ MERVE AKAYDIN

26 36

RÖPORTAJ BUDAPEŞTE GYPSY SENFONi ORKESTRA’SI

DOSYA KONUSU EROL GÜNAYDIN

46 60 64

KİTAP SİNEMA

KULTURA

3


LARA FABIAN ZORLU PSM’DE 1986 yılında başladığı müzik kariyerine 15 albüm ve biri Türkçe olmak üzere 23 single sığdıran, Belçika asıllı Kanadalı sanatçı Lara Fabian, 15 Ekim’de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde hayranları ile buluşacak. Dünyaca ünlü tenorların sesinden dinlemeye alıştığımız ‘Caruso’yu mükemmel bir şekilde seslendirmesiyle dikkatleri çeken sanatçı, ‘Adagio’ ile dünya çapında bir üne kavuşmuş; ‘Je t’aime’ adlı şarkısını bir stadyum dolusu seyircisiyle birlikte söylemesiyle adından çok söz ettirmişti.

BOĞAZİÇİ’NDE SONBAHARDA CAZ RÜZGARI

POLİSİYENİN EFSANE İSİMLERİ İSTANBUL’DA BULUŞUYOR Boğaziçi Üniversitesi’nin BÜ+ etkinlikleri çerçevesinde başlattığı “Kennedy Caz” konser serisi kapsamında Bilal Karaman, 8 Ekim 2015, Perşembe günü 18.30’da Kennedy Lodge’un bahçesinde caz severlerle buluşacak. Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen gitaristleriyle çalışan, performanslar sergileyen Bilal Karaman, 2009’da Nardis Caz Gitar yarışmasında birinci olduktan sonra ilk solo albümü ‘Bahane’yi 2011’de yayınlandı. Farklı tınıların, başka coğrafyalara ait ezgilerin buluştuğu, hem bu topraklara ait hem de keşfe açık bir yabancı izlenimi veren Yakaza Ensemble, 15 Ekim 2015, Perşembe günü 18.30’da Kennedy Lodge Bahçesi’nde konser verecek.

4

KULTURA

Okumayı geniş kitlelere sevdiren polisiye edebiyatı konusu etrafında renkli bir şehir kültür aktivitesi olarak gerçekleşecek “Kara Hafta İstanbul” Pera Palace Hotel Jumeirah’ta dünyaca ünlü yazarları da ağarlayacak. Kültürlerarası birlikteliği, katılan ünlü yabancı yazarlar ile de zenginleştirecek olan festival kapsamında bir çok sürpriz etkinlikler düzenleniyor. Bu sürprizlerden en önemlisi ise Agatha Christie’nin torunu Matthew Prichard’ın festivali şereflendirmesi olacak. “Kara Hafta İstanbul” etkinliği kapsamında söyleşi yapacak yazarlar arasında Türkiye’nin en önemli polisiye yazarlarından Ahmet Ümit ve Celil Oker bulunurken, İngiltere’den Alexander McCall Smith, Amerikadan Leslie Klinger, İtalya’dan Roberto Costantini ile Kolombiya’dan Mario Mendoza Zambrano da katılım gösterecek.


SPOTIFY, YAZIN EN ÇOK DİNLENEN ŞARKILARINI AÇIKLADI

GALERİ IŞIK’TA İZZET KERİBAR İLE “MILLENNIUM” ZAMANI

Galeri Işık, Türkiye’nin görsel arşivinde önemli bir yere sahip olan büyük fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar’a ev sahipliği yapıyor. Keribar’ın “Millennium” adını verdiği son projesi, 11 Ekim’e kadar Galeri Işık’ta sergilenecek. Fotoğraf serüveninde 60. yılını kucaklamaya hazırlanan usta fotoğrafçı İzzet Keribar’ın seyahat ettiği 70 ülkeden ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinden derlediği fotoğraflardan oluşan “Millenium”, hem geçmiş ile gelecek arasında, hem de İzzet Keribar’ın fotoğrafları ile günümüzün fotoğraf anlayışı arasında farklı bir geçit açıyor. Sergi aynı zamanda yüzlerce yıllık bilgi, kültür ve ruhu bugüne taşıyor.

HAIG YAZDJIAN, UDUNU “ÇOĞALAN SESLER” İÇİN ÇALIYOR

Boğaziçi Üniversitesi B+ etkinlikleri çerçevesinde başlattığı Çoğalan Sesler konser serisinin yeni konuğu Talar ve Garin albümleriyle geniş kitlelere ulaşan sanatçı Haig Yazdjian olacak. Doğu ve Akdeniz müziklerinin geleneksel yapılarını birbirine dinamik bir şekilde harmanlaması ve o gelenekselliği canlı tutabilmesiyle müzikte fark yaratan Haig, Yunan müzik dünyasının world-jazz tarzındaki isimleri arasında kabul ediliyor. 2007 yılında son albümü Amalur’u yayınlayan Haig Yazdjian, bu albümde Elefteria Arvanitakis, Nikos Moraitis,İris Louka ve Ara Dinkjian ile birlikte çalıştı.

Spotify, müzik severler için 1 Haziran-31 Ağustos dönemine damga vuran şarkıları açıkladı. Major Lazer’ın “Lean On” şarkısı (feat. MØ ve DJ Snake), hem dünyada hem de Türkiye’de en çok dinlenen şarkı oldu. Türkiye’de listeyi David Guetta ve Fifth Harmony takip ederken, Spotify üzerinden en çok dinlenen 10 şarkı içerisinde yer alan tek Türkçe şarkı Gülşen’in Bangır Bangır hiti oldu.

KULTURA

5


MEHVEŞ DEMİREN’DEN SERAMİK SERGİSİ

PERA MÜZESI’NDE İLLÜSTRASYON VE ÇİZGİ ROMAN ATÖLYESİ Pera Eğitim, Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi işbirliği ile düzenlenen “Günümüz İmgeleri: Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi’nden Yapıtlar” adlı sergi kapsamında 16 Eylül, 17 Ekim ve 31 Ekim 2015 tarihlerinde 15 yaş ve üzeri katılımcılara yönelik olarak düzenlenecek atölyede, illüstrasyon ve çizgi roman tasarımı eğitimi verecek. Atölye kapsamında katılımcılar günümüzde film, reklam ve yayıncılık sektöründe oldukça yaygın kullanılan ve resim sanatı ile grafik tasarımın birleşiminden meydana gelen, genellikle gerçeküstü kompozisyonların resmedildiği bir sanat dalı olan illüstrasyonun çeşitli tekniklerini ve tarzlarını tanıyacaklar.

Kültürel öğeleri hikayeleştiren tarzı ile tanıdığımız Mehveş Demiren’in yaşamındaki kişisel bir kırılımın imgesi olarak ortaya koyduğu 1314 sergisi Galata Kırım Kilisesi’nde 01 Kasım tarihine kadar gezilebilecek. 14. İstanbul Bienali çerçevesinde gerçekleştirilen sergiye ismini veren ‘1314’ adlı seramik çalışma, 41 farklı renk tonunun 1314 rozet yüzeyinde belirginleştiği çarpıcıtasarımı ile dikkat çekiyor. Sanatçının yüzeyler için seçtiği 41 renk ise yaşamsal değişimin sembolü niteliğinde.

İSTANBUL’UN YENİ YARATICI MERKEZİ FENER VE BALAT

6

KULTURA

Tarihi Yarımada’da kültürel çeşitliliği ile dikkat çeken Fener ve Balat semtlerindeki yükseliş trendi, dünyaca ünlü İngiliz yayını The Guardian’ın da dikkatini çekti. Geçtiğimiz haftalarda, “İstanbul’un yeni yaratıcı merkezi, Osmanlı esintilerini muhafaza ediyor” başlığıyla yayınlanan makalede, Fatih Belediyesi’ne bağlı her iki semt için ‘tasarım bölgesi’ ifadesi kullanılırken; son dönemdeki pozitif değişime dikkat çekildi. The Guardian’da yayınlanan ve bölgenin eski bir Yunan semti olduğuna değinilen makalede, geçmişte yaşanan siyasi sorunlar nedeniyle bölge nüfusunun da zamanla değiştiğine yer verildi.


25. AKBANK CAZ FESTİVALİ

TARİH, ARKEOLOJİ VE SANAT SEMİNERLERİ BAŞLIYOR Uzun yıllar FEST Travel bünyesinde planlanan Tarih, Arkeoloji ve Sanat Seminerleri, 2002 yılından itibaren Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından gerçekleştiriliyor. Bu programlar ile uzun yıllardır yüzlerce katılımcı çok çeşitli konularda ve farklı disiplinlerden seçkin kişiler tarafından sunulan seminerlere katılma imkânı buluyor. Tarih, Arkeoloji ve Sanat Seminerleri’nde Türkiye ve dünya tarihinden seçme dönemler, kültür varlıkları, kültürel mirasın tanıtılması ve korunmasıyla ilgili çalışmalar; arkeoloji, edebiyat, kültür turizmi, dinler tarihi, iktisadi tarih, klasik ve çağdaş sanat, gastronomi ve müzik kültürü gibi çok konular ele alınıyor.

Akbank Caz Festivali, 25. yılında yine birbirinden önemli isimleri ağırlayacak. Kreatif direktörlüğü Pozitif Live tarafından gerçekleştirilen festival kapsamında yer alan isimler arasında; tüm zamanların en başarılı ve ilham verici saksafon virtüözlerinden David Sanborn, kendine özgü bir tarzı olan ve dünyanın sayılı davulcuları arasında gösterilen Manu Katché, 20 yıl sonra tekrar aynı sahneyi paylaşacak olan cazın iki büyük ismi John Scofiled & Joe Lovano yer alıyor. Özellikle gençlerin büyük bir merakla bekledikleri caz severlerin elektronik müziğe bakışlarını değiştirmelerine neden olan ünlü bas gitarist Tom Jenkinson de sıradışı projesi Squarepusher ile festivalin unutulmaz performanslarından birine imza atacak. Her sene gerçekleştirilen Kampüste Caz etkinliği bu sene de 03-14 Kasım tarihleri arasında sekiz farklı şehirdeki üniversitelerde yapılacak. Liselerde Caz Atölyeleri ile gençler caz müziğini ve enstrümanlarını daha da yakından tanıma fırsatı bulacak.

SARAYBOSNA GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ’NDEN YAPITLAR PERA MÜZESİ’NDE Kuruluşundan bu yana, ulusal ve uluslararası birçok üniversite ve sanat kurumuyla yaptığı işbirlikleri ile gençlere ve çağdaş sanata destek veren Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 10. yılında Bosna Hersek’li gençleri ağırlıyor. 1 Kasım tarihine kadar devam edecek sergi, Bosna Hersek çağdaş sanatına bir bakış sunarken, gençlerin gözüyle ülke tarihine ve sosyal konulara dair yorum ve yansımaları da içeriyor. Pera Müzesi’nin düzenlediği “Günümüz İmgeleri” başlıklı sergide, Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi’nin altı fakültesinden lisans ve yüksek lisans öğrencileri ile mezunlarının resim, heykel, baskı, grafik ve ürün tasarımı gibi farklı alanlardaki eserlerine yer veriliyor.

KULTURA

7


14. İSTANBUL BIENALİ TOMTOM SERGİLERİ İstanbul’un değişen yüzü Tomtom’daki bina ve otoparklarda gerçekleştirilen sergilerde, şehirlerin değişen yüzü konusunda eksper olan dünyaca ünlü sanatçı Theaster Gates, Bienalin önemli isimlerinden Cevdet Erek ve Kristina Buch’un eserleri sanatseverlerle buluşacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding sponsorluğunda düzenlenen 14. İstanbul Bienali, 5 Eylül-1 Kasım tarihlerinde ücretsiz olarak gerçekleştiriliyor. TUZLU SU: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori başlığıyla Carolyn Christov-Bakargiev tarafından bir dizi işbirliği içerisinde şekillenen 14. İstanbul Bienali’nde; Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika’dan 80’in üzerinde katılımcının 1.500’ün üzerinde eseri iki ay boyunca şehrin farklı noktalarında gezilebilecek.

GODSPEED YOU! BLACK EMPEROR

Dünyada milyonlarca hayranı bulunan, Kanadalı sıradışı post rock grubu Godspeed You! Black Emperor, ya da geniş kitlelerce bilinen adıyla GY!BE, 17 Kasım Salı günü Türkiye’de ilk kez Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde, kendilerini heyecanla bekleyen dinleyicileriyle buluşacak. Adını, 1976 yılında Mitsuo Yanagimachi’nin yönetmenliğinde Japonya’da çekilmiş, Kara İmparatorlar’ın yaşamını konu olan bir belgesel olan “God Speed You! Black Emperor”dan alan grup, 2015’de “Asunder, Sweet and Other Distress” isimli tamamen yeni kayıtlardan oluşan albümünü çıkarıp, sürekliliğini koruyarak hayranlarını sevindirdi.

8

KULTURA

YAVUZFEST İKİNCİ YILINDA

Türk rock müziğinin altın çocuğu Yavuz Çetin, 13’üncü ölüm yıldönümünde sanatçı arkadaşları ve sevenleri tarafından 2. Yavuz Çetin Müzik ve Barış Festivali ile anılıyor. 18 Ekim Pazar günü Volkswagen Arena’da gerçekleşecek festival, Türk rock dünyasının en önemli isimlerini Yavuz Çetin anısına aynı sahnede buluşturacak. Türkiye’nin en değerli blues gitaristi için düzenlenen festivalin line up’ında Bulutsuzluk Özlemi, Can Gox, Cem Köksal, Ceylan Ertem, Korhan Futhacı, Kurtalan Ekspres, Mor ve Ötesi, Moğollar, Murat İlkan, Ogün Sanlısoy, Pentagram, Sahte Rakı, Yasemin Mori gibi Türk müziğinin birbirinden önemli isimleri yer alacak. Yavuz Çetin’in müzik yolculuğuna eşlik eden Gür Akad, Tanju Eksek ve Batu Mutlugil de festival kapsamında sahne alarak arkadaşlarını anacak. Yavuz Çetin’in oğlu Yavuzcan Çetin ise Tanju Eksek ile aynı sahneyi paylaşacak.


BEŞİKTAŞ FOTOĞRAFLARLA BULUŞUYOR

HOKKADAN SÜZÜLEN HARFLER

Fotoİstanbul; yaşayan en önemli fotoğraf sanatçılarından biri olan Joseph Koudelka başta olmak üzere, Anders Petersen, Atta Kim ve Stanley Greene gibi dünyaca ünlü isimlerin de yer aldığı 20’ye yakın yabancı sanatçıyı İstanbul’da ağırlıyor. Festivalde Türkiye’den ise, aralarında Sıtkı Kösemen, Haluk Çobanoğlu, Laleper Aytek, Kürşat Bayhan, Meltem Işık ve Cemre Yeşil gibi isimlerin bulunduğu 25 fotoğraf sanatçısı yer alıyor. Bu yıl “Ustalara Saygı” etkinliği çerçevesinde Ara Güler’e özel bir bölüm hazırlayan Fotoİstanbul, Usta’nın bugüne kadar görülmemiş fotoğraflarının da yer alacağı kapsamlı serginin yanı sıra Ara Güler fotoğrafı üzerine bir panel düzenliyor.

Antalya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı’nın düzenlediği Hattat Selim Türkoğlu’nun “Hokkadan Süzülen Harfler” adlı hat sanatı sergisi Demircileriçi Fikret Otyam Sanat Galerisi’nde açıldı. Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok kişisel sergi açmış olan ve hat sanatı konusunda konferans ve seminerler veren sanatçı Selim Türkoğlu ise yaptığı konuşmada; “Hat sanatı matematiğin, geometrinin ve mühendisliğin ruhudur. Teknolojinin ve kimyasal malzemelerin kullanılmadığı belki de tek sanattır. Hat sanatının sürdürülmesi ve yeni gelen kuşağa aktarılması çok önemli. Bu duyarlılığı gösteren Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’e ve Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Mitat Yolcu’ya huzurlarınızda bir kez daha teşekkür ediyorum” dedi.

İSTANBUL COFFEE FESTİVAL Şehrin merakla beklediği etkinliklerinden biri olan İstanbul Coffee Festival’le kahveye yolculuk Haydarpaşa Garı’ndan başlıyor. DSM Grup tarafından gerçekleştirilecek festival, ekim ayında şehrin en özel buluşma noktası olacak. Türkiye’nin lider markası Paşabahçe ana sponsorluğunda hayata geçirilen, ülkemizde örneği olmayan bu özgün festival sırasında yolu kahveden geçen ulusal ve uluslararası 100 farklı marka; kahve ve kültürünü ziyaretçilerle buluşturacak. Geçtiğimiz yıl, 14 bin 270 kişiyi gerçek kahveyle buluşturan ve gördüğü bu ilgiyle Avrupa’nın En Büyük İkinci Kahve Festivali olarak tarih yazan İstanbul Coffee Festival, her yıl bayrağı daha da yükseğe taşımayı hedefliyor.

9


RÜYA AKDUR’UN HEYKELLERİ UNIQ GALLERY’DE

FAHRİ ÇETİNKAYA’DAN ‘BENİM ADIM TOPRAK’ SERGİSİ Palmarina Bodrum Deniz Müzesi’nde Kurban Bayramı boyunca ve Ekim sonuna kadar açık kalacak Çini ve Seramik sanatçısı Fahri Çetinkaya’nın muhteşem sergisi ‘Benim Adım Toprak’ ziyaretçiler tarafından yoğun ilgi ile karşılanıyor. Geçtiğimiz hafta Chicago’da sergilenen ve önümüzdeki haftalarda Amerika Birleşik Devletlerinin önde gelen şehirleri Washington ve New York’ta sergilenecek değerli eserler, Ekim sonuna kadar Palmarina Bodrum Deniz Müzesi’nde görülebilecek. Fahri Çetinkaya; eserlerini oluştururken Piri Reis haritalarından esinlendiğini, ancak tamamen kendi tasarımıyla her biri birbirinden tamamen farklı özgün eserler ürettiğini ifade etti. Palmarina Bodrum Deniz müzesi ziyaretçilerine çini ve seramiğin nasıl yapıldığını uygulamalı olarak da bizzat göstererek eserleri hakkında detaylı bilgi aktarımında bulunduğunu vurguladı.

ENRICO MACIAS ZORLU PSM’DE

Türkiye’de ve dünyada açtığı resim ve heykel sergileriyle dikkat çeken Rüya Akdur’un seçkileri bu kez Uniq Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor. Heykellerinin bir düşünceye bağlı olarak değil her zaman içinden geldiği gibi ortaya çıktığını belirten sanatçı bu sergide bulunan eserlerinin de kendi yaşanmışlığından ve yakın çevresinden esinlenerek oluştuğunu dile getiriyor. Onları ‘Bebeklerim’ diye adlandırıyor. Rüya Akdur’un 13 adet reçine, doğal sünger ve akrilik kullanarak ürettiği heykellerini içeren ‘MUÑECAS’ sergisi 22 Ekim – 5 Kasım tarihleri arasında Uniq Gallery’de görülebilecek.

10

KULTURA

Zorlu Performans Sanatları Merkezi, ‘Hoşgör Sen’, ‘Çal Çingene’, ‘Arkadaşımın Aşkısın’ gibi Türkçe’ye de çevrilen unutulmaz şarkıların sahibi Enrico Macias’ı 18 Kasım’da hayranlarıyla buluşturuyor. Dopdolu bir sezonla sanatseverleri karşılayan Zorlu Performans Sanatları Merkezi, 3’üncü sezonunda Lara Fabian’ın ardından bir efsaneyi daha ağırlıyor. 1960’larda başladığı müzik kariyerinde 50 yılı geride bırkan, yayınladığı yüzlerce kayıtla sesini tüm Avrupa’ya duyuran, Türk halkının da yakından tanıdığı Enrico Macias, 18 Kasım’da Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nin konuğu oluyor. Fransa’da başladığı müzik kariyerine 800’den fazla beste sığdırarak rekor kıran Cezayir asıllı Fransız sanatçı Enrico Macias’ın 50’den fazla şarkısı Ajda Pekkan, Tanju Okan, Aşkın Nur Yengi gibi isimlerin sesiyle Türkçe’ye de uyarlandı.


PAPA FRANCIS’TEN ROCK ALBÜMÜ Katolik dünyasının dini lideri Papa Francis, daha önce benzerinin hiç gerçekleştirilmediğini düşündüğümüz bir çalışmaya imza atarak müzik albümü çıkarıyor. Ön siparişlerine başlananWake Up! İsimli albümde herhangi bir enstrüman çalmayacak olan Papa Francis, sözleriyle şarkılara hayat verecek. Papa’nın yaptığı konuşmaların bestelenmiş hallerinden oluşan 11 şarkıdan oluşan albümün ilk şarkısı soundcloud üzerinden dinlenebilir durumda.

BBC’DEN DAFT PUNK BELGESELİ

KURT COBAIN’DEN YENİ ALBÜM

Genç yaşta aramızdan ayrılan Kurt Cobain’in belgeseli Cobain: Montage of Heck’in yönetmenliğini üstlenen Brett Morgen, belgesel ile izleyenlerin beğenisini toplamayı başarmıştı. Bu süreçte birçok farklı belgeye ulaşan Morgen, eline geçen Cobain kayıtlarından bir albüm yayınlamaya hazırlandığı müjdesini verdi. Montage of Heck: The Home Recordings adıyla piyasaya sürülecek olan albümün iki versiyonu bulunacak. Standart 13 şarkılık versiyonun yanında Deluxe versiyonu 31 parçadan oluşacak.

Elektronik müziğin en önemli isimlerinden olan Daft Punk, BBC’nin hazırladığı bir belgesele konu oldu. Hervé Martin Delpierre’in yönetmen koltuğunda yerini aldığı belgeselin ilk fragmanı yayınlandı ve grup hayranlarında heyecanlı bir bekleyiş başladı. Grubun ilk yıllarını da konu alan belgeselde birlikte şarkı yayınladıkları birçok ünlü ismin de özel röportajları bulunuyor. Daft Punk Unchained’ın yıl sonuna kadar BBC İngiltere’de yayınlanması bekleniyor.

KULTURA

11


Newyork Times’da haber olan Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali bu yıl “Ayr/mc/l/k” teması ile 5. kez sinemaseverlerle buluşuyor. Festival; adaletin sadece bir suç ve karşılığında ceza kavramlarından oluşmadığını, tüm toplumu ilgilendiren ve üzerinde önemle durulması gereken bir konu olduğunu gündemde tutmak, tartışmak, ülkeler arasındaki farklılıkları, sorunları gündeme getirmek, ortak çözümler aramak üzere herkese sesleniyor. Gülşan Karademir

12

KULTURA


5.si düzenlenen “Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali”nde bu yıl, “Ayr/mc/l/k” teması ile dünyanın dört bir yanından adalet ve ayrımcılık temalı filmler bir araya getiriliyor. Belgesel, kısa ve uzun metraj filmleri ve bu filmleri oluşturanları izleyici ile buluşturarak; sosyo-kültürel hayatın zenginleştirilmesine, sinema sanatının farklı kültürlerle tanışmasına aracılık ediliyor. Bu yıl beşincisi düzenlenen Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, 16 - 22 Ekim 2015 tarihlerinde yapılıyor. Festival ile dünyanın dört bir yanından suç ve ceza temalı

“adalet” temalı filmler ile bu filmleri oluşturanları izleyici ile buluşturarak, sosyo-kültürel hayatın zenginleştirilmesi; belgesel, kısa ve uzun metraj filmler ile de sinema izleyicisini buluşturarak sinema sanatının farklı kültürlerle tanışmasına aracılık ediliyor. Festivalin diğer boyutuyla ise, Festival kapsamında yapılan akademik etkinlikler ile bilimsel çalışmalara katkıda bulunmaya çalışılıyor. Her sene ayrı bir tema üzerine kurulan festivalin bu seneki alt teması ise “Ayr/mc/l/k”.

KULTURA

13


Röportaj: Suç ve Ceza Film Festivali Akademik ve Film Programları Koordinatörü Prof.Dr. Bengi Semerci

Adalet ve hukuk sorunlarını işleyen filmlerden oluşan bir film festivali düzenleme fikri nasıl doğdu ve nasıl gelişti? Prof.Dr. Bengi Semerci: Toplumsal olayları irdeleyen, suç ve ceza bağlamında, adalet konusuna yönelik bir multidisipliner ve uluslararası bir çok uluslararası toplantı yaparak, yasalar, yasaların işleyişi, adaletin topluma ulaşaması konuları sürekli olarak akademisyenler arasında tartışılmaktaydı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından 2010 yılında düzenlenen “Dünyada ve Türkiye’de Ceza Hukuku Reformları” kongresi sonrasında adalet arayışının ve tartışmalarının sadece akademisyenler arasında yapılmaması gerektiği, daha çok kişinin bu sürece katılması ve tüm topluma ulaşılmasının önemi gündeme geldi. Bunu sağlamanın en iyi yolunun sanat olduğu inancı ise akla ilk sinema ve film düşüncesini getirdi.

14

KULTURA

Çünkü sinema adeta toplumun aynasıydı. Her ne kadar sinema için hayal dünyası dense de, yaşamda ne varsa sinemaya o yansıyordu. İçinde bir miktar hayal gücü tabii ki vardı ama zaten adalet için, gerçeğe ulaşmak için de bir miktar hayal gücü gerekiyordu. Tartışmaların filmlerle yapılması fikri yine kısıtlı bir çevreye ulaşmak demekti. Oysa bir film festivali demek topluma ulaşmak demekti. Adı Prof.Dr.Adem Sözüer tarafından hemen kondu. Aslında Adalet Filmleri festivali düşünüldü ama anlamsal olarak daha geniş olacağı düşünülerek Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali dendi ve festival mottosu olarak “Herkes İçin Adalet” seçildi. Bütün bunlara karar veren iki, üç tane akademisyen ve genç asistanlar çok heyecanlıydılar. Yurt dışından o toplantıya gelen akademisyenler tarafından çok desteklendiler. Ama doğrusu nasıl bir işe kalkıştıkları hakkında hiçbir fikirleri yoktu. 2010 yılındaki toplantının organizasyonunda çalışan ekip film festivali işinde deneyimli olduğunu söyleyince onlarla hemen çalışmaya başladılar. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Başakşehir belediye başkanı ilk festivalin ana sponsoru oldu. Örneklere bakıldı. Ama benzer örnek bulunamadı. Tematik festivaller vardı, festivaller sırasında paneller düzenleniyordu ama bir akademik programın esas olduğu, temanın akademik programa göre belirlendiği

ve film festivalinin akademik programa göre organize edildiği bir başka festival bulunmuyordu. Bu nedenle baştan başlandı. Her yıl temel konu adalet olmasına ama her yıl için gündeme göre adaletin özel bir alanının alt tema seçilmesine karar verildi. Yine her yıl o yılın konusuna emek sarf etmiş kişilere verilmek üzere bir akadaemik bir de sinema onur ödülü planlandı. İlk yıl sadece kısa film yarışması açıldı. Yazışmalar başladı. Akademik programı hazırlamak kolaydı. Akademi dünyasının bilmediği film dünyasından film istenmesi, seçilmesi, jüri oluşturulması, katolog hazırlanması ve bir festivalin gerekleri küçük yarı profesyonel ekibin, kişisel dostuklarını bize yardım için esirgemeyen film dünyasından dostlarımızın yardımları ile öğrenmeye başladık. İlk yıl Türkiye’de anayasa oylaması vardı. Bu nedenle konu olarak “Geçmişle Hesaplaşma” (Darbeler) seçildi. İlk yıl Festivalin profesyonel basın tanıtımı olmadan Newyork Times’da haber olması, yurt dılından 20 sanatçının ve 30 akademisyenin katılması ve onların geri bildirimleri sonraki yıllar için bu küçük ekibi festivali geliştirmek ve daha iyi yapmak için adeta kamçıladı. Böylece 5. yıla geldik. Halen amatör ekiple devam ediyoruz. Halen yanımızda en fazla 3-4 kişilik bir profesyonel ekibimiz var. Ve halen düzenli ve devamlı bir sponsorumuz yok. Ama buna karşılık 4 yıldır bize her yıl


gönülden yardımcı olan yurt dışından 100’den fazla akademisyenimiz ve 50 kadar sanatçımız, yurt içinden devamlı artan sanatçı dostlarımız, sivil toplum kuruluşları, kısacası yolu adaletle kesişen, herkes için adalet aramaya gönüllü ve adalet kumbaramızda biriken kocaman bir gönüllü grubumuz var. Festivalle Türkiye ve dünyada ne amaçlanıyor, nelere dikkat çekilmek isteniyor? Prof.Dr. Bengi Semerci: Festivalin amacı adaletin sadece bir suç ve karşılığında ceza kavramlarından oluşmadığını, tüm toplumu ilgilendiren ve üzerinde önemle durulması gereken bir konu olduğunu gündemde tutmak, tartışmak, ülkeler arasındaki farklılıkları, sorunları gündeme getirmek, ortak çözümler aramak. Ve tüm bunlara herkesin katılmasını sağlamak. Festivalin üst yapısı ve koordinasyon ekibi hakkında bilgi verir misiniz? Prof.Dr. Bengi Semerci: Festival İstanbul Üniversitesi Hukuk Falültesi

çatısı altında düzenleniyor. Festival başkanı ve festivalin hem fikir hem isim babası Fakülte Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer. Prof.Dr. Bengi Semerci yani ben Akademik ve Film Programları koordinatörü olarak görev yapıyorum ve Festivalin film festivali kısmının organize edilmesi, akademik programla koodinasyonunun sağlanması için çalışıyorum. Her yıl değişen fakültede öğretim üyeleri ve asistanlardan,fakülte çalışanlarından,farklı fakültelerden gönüllü olanlardan oluşan, kendi asıl işlerinin yanında büyük fedakarlıkla festivale zaman ayıran bir düzenleme kurulu ve akademik program yürütme kurulu festival başkanı ile birlikte akademik programın oluşturulmasından sorumlu olarak çalışıyor. Ayrıca her yıl konuya göre seçilen bir danışma kurulu oluşturuluyor. Organizasyon kısmını festivalin düzenli geliri ve sponsoru olmadığından son iki yıldır yine gönüllü olarak Valör Kongre Organizasyon şirketi yapıyor ve büyük destek sağlıyor. Her yıl

Festival için film bulunması, festival kısmının tüm organizasyonu için bir profosyonel ekibimiz oluyor. Bu yıl Faprika ile çalışıyoruz. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin bu yılki ana teması nasıl belirlendi? Prof.Dr. Bengi Semerci: Festivalin daha önce belirttiğim gibi her yıl ana teması adalet. Alt tema seçerken iki kriterimiz var. Birincisi Türkiye ve dünya gündeminde o yıl adalete daha çok gereksinimi olan grupları içeren konulara öncelik tanımak. Bu nedenle ikinci yıl kadına şiddet ve ayrımcılık, 3. Yıl çocuk adaleti ve geçen yıl konumuz mültecilik (Göç) olarak belirlendi. İkincisi ise bir yıl önceki festivalde katılımcıların önerilerini alıyoruz. En çok önerilen konuya önecelik vermeye çalışıyoruz. Bu yılın konusu için geçen yıl festival sonrasında sosyal medyadan konu önerilerini istemiştik. En çok gelen konu önerisi Ayr/mc/l/ktı. O nedenle konuyu bu şekilde belirledik.

Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, 16 - 22 Ekim 2015 tarihlerinde yapılacak. Gösterimler İstanbul Beyoğlu’nda Atlas Sİneması’nda, Kadıköy’de ise Caddebostan Kültür Merkezi’nde olacak.

KULTURA

15


Alias Maria Kod Adı Maria

13 yaşındaki gerilla Maria’ya, üç diğer asker çocukla birlikte bir görev verilir. Bu görev, kumandanlarının yeni doğan bebeğini komşu kasabaya sağ salim götürmektir. Ama kimse Maria’nın sakladığı sırrı bilmemektedir. Maria hamiledir ve bir gerilla olarak doğum yapması yasaktır. Üstlendiği görev sırasında sırrı ortaya çıkan Maria, zorla kürtaj olmamak için kaçar. Katliamlarla yerle bir edilen kasabaların, çapraz ateş altında kalan köylülerin, çocuklarını kaybeden ebeveynlerin, tüm bu karmaşaya rağmen normal bir şekilde büyümeye çalışan çocukların var olmaya çalıştığı Kolombiya’da yaşanan iç savaşın korkunç sonuçlarını Maria’nın gözünden görüyoruz. Yeni içgüdüleri sayesinde Maria yeni bir yaşam kurmak için gereken gücü kendisinde bulacaktır. Atlas Sineması; 22.10.2015 19.00 Caddebostan Kültür Merkezi; 18.10.2015 11.00

16

KULTURA

Kolombiya, 2015 Yönetmen: Juse Luis Rugeles Senaryo: Diago Vivanco Görüntü Yönetmeni: Sergio Ivan Castano Kurgu: Delfina Castagnino Oyuncular: Carlos Clavijo, Anderson Gomez, Carmenza González


Abluka

Kadir, 20 yıl hapis yattıktan sonra şartlı tahliye olur. İstanbul büyük bir siyasal karmaşa içindedir, polis ise failleri yakalamak için önlemlerini her geçen gün arttırmaktadır. Emniyette yüksek bir mevkide olan Hamza, şartlı tahliye karşılığında Kadir’e bir iş bulmasında yardımcı olur. Kadir bir çöp toplayıcısı gibi çalışarak gecekondu mahallelerinde muhbirlik yapmaya başlar. Çöplerde bomba yapım malzemeleri olup olmadığını araştırmakta, buna göre istihbarat bilgisi üretmektedir. Kadir, kardeşi Ahmet’i çalıştığı mahallelerden birinde bulur. Ahmet ise belediyede sokak köpeklerinin itlafından sorumlu birimde çalışmaktadır. Ahmet, Kadir’in yakın bir abi-kardeş ilişkisi kurmak için çabalarını karşılıksız bırakır. Ahmet’in mesafeli tutumu, Kadir’i çeşitli komplo teorileri üretmeye yöneltir. Türkiye, 2015 Yönetmen: Emin Alper Senaryo: Emin Alper Görüntü Yönetmeni: Adam Jandrup Kurgu: Osman Bayraktaroglu Oyuncular: Mehmet Özgur, Berkay Ateş, Tülin Özen, Müfit Kayacan, Ozan Akbaba

Atlas 17.10.2015 – 19.00 Caddebostan Kültür Merkezi 19.10.2015 – 21.30

KULTURA

17


Kar Korsanları Yıl 1981… Türkiye tarihinin en acımasız askeri darbelerinden birinin henüz başlarında ve o yıl Türkiye, son yılların en ağır kışıyla da karşı karşıya… Doğunun en ücra köşesinde aylarca karların kalkmadığı, geniş bir tarihi mirasın üstüne kurulmuş Kars’ta o yıl, halk için kömür ihtiyacı özgürlük ihtiyacıyla yarışmaktadır. O kış kömür, mücevher değerinde, hatta parayla satın almak bir yana, birkaç devlet kurumunun ve ayrıcalıklı kişinin ulaştığı bir elmastır. Darbe şehri soğukla cezalandırmaktadır.Tek servetleri kızakları ve ayrı ayrı hayalleri olan Serhat, Gürbüz ve İbo da bembeyaz karlara tezat, simsiyah kömürün peşinde dayanışmanın gücünü keşfedecekleri bir yolculuğun başındadırlar. Üçü için de ara karnelerin alındığı bu tatile, oyundan daha çok kömür arayışı damgasını vurur. Kaynaklar oldukça sınırlıdır. Sobaya atmak için birkaç parça yanmış kömür artıkları peşinde başlayan arayış, onları zeka ve mücadele gücüyle yeni kaynaklar bulmaya itecektir. O kış, üçünün de askeri darbenin gölgesinde evlerini ısıtmak için başladıkları bu masum mücadele, hayatın sorumlulukları ve gerçeklerle tanıştıkları bir dönüm noktası olacaktır. Atlas Sineması; 18.10.2015 19.00 Caddebostan Kültür Merkezi; 16.10.2015 21.30

18

KULTURA

Türkiye, 2015 Yönetmen: Faruk Hacihafizoglu Senaryo: Faruk Hacıhafızoğlu Görüntü Yönetmeni: M.Türksoy Gölebeyi Kurgu: Orhan Örsman, Ayhan Ergürsel Oyuncular: Taha Tegin Özdemir, Yakup Özgür Kurtaal , Ömer Uluç, İsa Mastar, İlker Sır, Oğuzhan Ulukaya, Yücel Can, Zeki Aktaş, Figen Oral Cebel, Arda İlkin Parlak, Süreyya Koca


The Circle Çember

İsviçre, 2014 Yönetmen: Stefan Haupt Senaryo: Stefan Haupt, Christian Felix, Ivan Madeo, Urs Frey Görüntü Yönetmeni: Tobias Dengler Kurgu: Christoph Menzi Oyuncular: Matthias Hungerbühler, Peter Jecklin, Marie Leuenberger

1950’lerin ortasında Zürih. Genç ve utangaç öğretmen Ernst Ostertag DER KREIS adlı bir eşcinsel örgütüne üye olur. Orada travesti yıldız Röbi Rapp’la tanışır ve çok geçmeden sırılsıklam aşık olur. Röbi ve Ernst, Avrupa’da eşcinselliğin özgürleşmesinde öncü kabul edilen örgütün yükseliş ve kaçınılmaz düşüşüne tanık olur. Ernst burjuva geçmişi ve eşcinsel harekete olan bağlılığı arasında ikilemde kalırken, Röbi için bu ilk ciddi aşk ilişkisidir ve bu ilişki ömürboyu devam edecektir. Film tüm Avrupa eşcinsel örgütlerinin çıkış noktası sayılan ve zirveden yavaş yavaş dağılmaya başladığı güne kadar olan zaman dilimini, günümüzden geri dönüşlerle ele almaktadır. Zürih’de eşcinsellere karşı baskı günden güne yoğunlaşırken, iki genç erkek aşkları için mücadele ederken, bir yandan arkadaşlarıyla beraber eşcinsel hakları için savaşır... Atlas Sineması; 17.10.2015 13.00 Caddebostan Kültür Merkezi; 22.10.2015 16.00

KULTURA

19


The Fog of Srebrenica Srebrenica’nın Sisi

Her yıl 11 Temmuz’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da girişilen en sistematik katliam olan Srebrenica soykırımı anılır. Srebrenica’da bir hafta içinde 8372 Bosnalı Müslüman erkek ve çocuk öldürülmüştür. Film bu soykırımdan canlı kurtulan erkek ve kadınların olağanüstü hikayesini anlatmakta ve insanoğlunun varoluşu, savaş, affetme, uluslararası camianın masumları koruyamaması ve savaş suçlarının kurbanlarına hak ettikleri adaleti sunamaması üzerine ciddi ve kapsamlı sorular sormaktadır. Röportaj yapılan kişiler arasında; oğlu ve kardeşi olmak üzere 67 akrabasını kaybeden ve 120 avro emekli aylığıyla karısı ve kızıyla geçinmeye çalışan Mehmed Hodziç, beş kardeşi ve anne babasını kaybettiğinde henüz 13 yaşında olan, halen anti-depresan ilaçlar kullanan ve Srebrenica halkını koruyamayan Hollandalı BM birliğini asla affetmeyen Zinahida, birçoğu bir daha geri dönemeyen 10 bin kişiyle beraber beş gün boyunca, ormanda kurşuna dizilecekleri yere yürüyerek gitmeye zorlanan, o sırada 20 yaşında olan Ahmed ve sivil halkla beraber Potocari’deki BM yerleşkesine gidip canını kurtarmak isteyen ama Ratko Mlazdiç’in komutasındaki Sırp birliklerinin yerleşkeyi Hollandalı BM birliğinden teslim alıp, işkence ve infazlara başladığını gören, bu katliamda kocasını, iki oğlunu ve sülalesinden 200’den fazla kişiyi

20

KULTURA

kaybeden Hatidza yer alıyor. Filmde ayrıca EK ile de tanışıyoruz. EK röportajlarda anonim kalmayı tercih etmiş çünkü o da Bosna savaşı sırasında tecavüze uğrayıp, işkence edilen binlerce kadından biri. EK’ya tecavüz eden eski komşularının birçoğu halen serbest ve bu kişilerden bazıları halen Bosna-Sırp özerk yönetimi Sırp Cumhuriyeti’nde emniyet gücünde görev yapıyor. Atlas Sineması; 18.10.2015 13.00 Caddebostan Kültür Merkezi; 20.10.2015 11.00

Bosna, 2015 Yönetmen: Samir Mehanovic Görüntü Yönetmen: Samir Mehanovic Kurgu: Laura Carreira Oyuncular: Hatidza Mehmedovic, Ahmed Ustic, Mehmed Hodzic , Zinahida Masic Mustafic


Partisan Partizan

Avusturalya, 2015 Yönetmen: Ariel Kleiman Senaryo: Ariel Kleiman & Sarah Cyngler Görüntü Yönetmeni: Germain McMicking Kurgu: Jack Hutchings, Chris Wyatt

Alexander her çocuk gibi oyuncu, meraklı ve naiftir. Ayrıca eğitimli bir suikastçidir. Saklı bir cennette büyümüş, dünyayı babası Gregori’nin gözlerinden görmektedir. Alexander kendi başına kararlar almaya başladıkça, korkuları da şekillenmeye başlar ve Gregori’nin rüya dünyası gerçek yüzünü göstermeye başlar. Atlas Sineması; 20.10.2015 21.30 Caddebostan Kültür Merkezi; 21.10.2015 21.30 KULTURA

21


22

KULTURA


Emir Bozkurt

Eray Evren

Dizi projelerinden sonra beyaz perdeye de adım atan genç ve güzel oyuncu, kendisiyle ilgili bilinmeyen yönlerini ve gelecek planlarını bizimle paylaştı. E.B.: Öncelikle hayat hikayeni senin ağzınızdan dinleyebilir miyiz? Oyunculuğa başlama kararını nasıl aldın? Ailenin bu süreçte desteği oldu mu? M.A.: Aslında üniversite sınavlarına gireceğim zaman kafam biraz karışıktı. Psikoloji okumak istiyordum ama içime sinmeyen bir şey vardı. Lise zamanında tiyatroya ilgim vardı ama aynı mesafede uzaktım da. Biraz utangaçtım çünkü... Birgün arabayla bir yere giderken camdan ilan gördüm. Belediye Tiyatrosu sınav açıyordu oyuncu yetiştirmek için, ona başvurmam gerektiğini düşündüm ve kazandım. Sonrasında her şey su gibi aktı. Ailem hep destek oldu, hiçbir konuda bana karışmadılar. E.B.: Peki psikoloji ile hala ilgili misin? M.A.: Kitap okuyucusu olarak kaldım diyebiliriz aslında. E.B.: Araba ile oradan geçmesen belki de psikoloji okuyor olacaktın, kaderci biri misindir, şansa inanır mısın? M.A.: Kadere inanırım ama kaderci değilim. İnsanın kendi şansını yarattığına inanırım. Şans, adı konulmamış yasadır belki de. E.B.: Kariyerindeki en önemli kırılma noktası ne oldu? M.A.: Şefkat Tepe benim için önemli bir basamak ama henüz o kırılmayı yaşadığımı düşünmüyorum. E.B.: Bu önemli kırılma yurtdışı bağlantılı bir iş olabilir mi peki? Bir gün bir

Hollywood filminde oynamak gibi bir hayalin var mı? Bir de şunu sorayım, dünya sinemasından hangi ekolü kendine daha yakın hissediyorsun? M.A.: Neden olmasın? Bir oyuncu olark yurt dışında çalışmayı elbette ki isterim. Kısıtlı imkanlarla çekilen süreç odaklı ve yaratıcı zekaya sahip filmleri severek izliyorum. Mesela İran sineması buna iyi bir örnek olabilir. E.B.: Doğuştan gelen yeteneklere inanır mısın, yoksa çalışarak her şeyin başarılabileceğini mi düşünüyorsun? M.A.: Yetenek doğuştan gelen bir şey buna katılıyorum fakat onun arkasına sığınıp hiçbir şey yapmazsanız o zaman körelir ve hiçbir işe yaramaz. Çalışmak da en az yetenek kadar önemli bence. E.B.: Antalya’da başlayan yolculuğun Eskişehir’den sonra İstanbul’da devam ediyor. Farklı şehirlerde yaşamış olmak, hem oyunculuk açısından hem karakter olarak sana neler kattı? Antalyalı birisi olarak İstanbul’u boğucu bulur musun yoksa İstanbul aşığı mısın? M.A.: İstanbul ile ilgili hep ürkütücü hikayeler duymuştum ve burada yaşamak beni gerçekten korkutuyordu. Başlarda sıkıntı çektim fakat yazın İstanbul’dan ayrı kalınca bu şehri ne kadar sevip özlediğimi anladım. Her şehir bir durak oldu benim için, başta yalnız ayakta durmayı öğrendim ki bu en önemlisiydi. Bambaşka kültürler tanıdım. 2,5 yıllık bir Konya maceram da var tabii.

KULTURA

23


E.B.: Peki ilerleyen dönemlerde daha sakin bir tatil beldesine kaçmayı planlıyor musun, yoksa artık evin hep İstanbul’da mı olacak? M.A.: Farklı şehirler görmeyi sevsem de aidiyet duygum çok yüksek. İstanbul gibi temposu yüksek şehirler beni daha diri tutuyor, o yuzdende İstanbul’dan ayrılacağımı sanmıyorum.

24

midir, yoksa tamamen ayrı disiplinler olarak mı görüyorsun? Önce tiyatro, sonra kamera önü oyunculuk gibi bir sıralama olmalı mı sence? M.A.: Bence aslolan eğitim. Ama bir oyuncunun pişebildiği yegane yer tiyatro sahnesidir. Sıralamayı ihtiyaca göre değiştirebiliriz.

E.B.: Tiyatro, sinema filmi ve televizyon dizisi projelerinde yer almış birisi olarak bunlardan hangisini asıl işin gibi görüyorsun? Oyunculuk açısından bu patformlar arasında ne gibi farklar var? M.A.: Tabii ki tiyatro... Sahnede yaşamak, an be an seyircinin tepkisiyle karşı karşıya olmak bambaşka bir şey... Bu sene bol bol tiyatro yapacağım. Mezun olduktan sonra hiç fırsatım olmadı, bu yıl o açığı kapatacağım.

E.B.: Türkiye’de setlerdeki zor çalışma şartları sürekli gündemde, bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bir kadın olarak Şefkat Tepe gibi bir dizinin setinde bulunmanın zorluklarını yaşadın mı? M.A.: Askeri bir dizide olmak zordu evet, hele ki benim gibi ufak tefek, narin, çıtkırıldım biri için… Çok nazlıyımdır ben. Bu özelliklerimin üstüne giderek zorladım kendimi bayağı, bu açıdan faydası oldu tabii. Onun dışında bizi en çok zorlayan Konya’nın soğuğu oldu. Dizi süreleri uzun, çalışma zamanı kısıtlı olduğu için insan bedenini müthiş zorlayan bir tempo var setlerde fakat bunun aksi için de bir çalışma yok. Herkes razı olmuş durumda, böyle devam edecek gibi görünüyor.

E.B.: Sence tiyatro bu işin temeli

E.B.: Dizi setlerindeki zor çalışma

KULTURA

şartları bir oyuncuyu yaptığı projeden ya da meslekten soğutur mu peki? Özellikle uzun soluklu dizilerde oyuncu sirkülasyonun çok olmasının sebebini buna bağlayabilir miyiz? M.A.: Oyuncu sirkülasyonunun çok olması işin zorluğundan değil sektörün işi basite indirgemesinden kaynaklanıyor. İnsan bir işi gerçekten severek yapıyorsa zorlukları aşmak için mücadele eder. E.B.: Hayranlarınla aranızda çok sıkı bir bağ ve iletişim var, bu nasıl gelişti? Bu kadar çok sevilmenin sebebini neye bağlıyorsun? Sosyal medya senin için nasıl bir önem taşıyor? M.A.: Beni seven insanlarla iletişimde olmak çok hoşuma gidiyor, bu yüzden sosyal medya benim için çok önemli. Bu bağ nasıl oluştu bilmiyorum ama her geçen gün daha da güçlenerek büyüyor. Onlarla bir şekilde iletişimde olmayı seviyorum. Onların sevgisi beni daha hırslı daha istekli yapıyor. İyi ki varlar… E.B.: Peki sence yakın dönemde sadece internet üzerinden yayınlanan bir iş görebilir miyiz? Olursa böyle bir işte yer almak ister misin? M.A.: Mümkündür. Sonuçta internet artık hayatımızın her alanında var. Böyle yeni bir sektörün içinde olmak da bana heyecan verir. E.B.: Kendine yakın hissettiğin bir tür var mı? Televizyonda hep dram ağırlıklı işlerde görüyorduk seni, sinemada komedi filmi ile karşımıza çıktın, farklı türlerde oynamaktan keyif alır mısın yoksa belli bir türe odaklanmayı mı tercih ediyorsun? M.A.: Komedi filminde (Emicem Hospital)


oynadım ama ne yazık ki filmde komik olmayan tek karakter benim sanırım. O yüzden hala ve ısrarla komedi diyorum. Güzel bir sitcom’da yer almak isterim. E.B.: Türkiye’de son yıllarda sinemada en popüler tür komedi, sen bunu neye bağlarsın? M.A.: Günlük hayat insanları o kadar yorgun hale getiriyor ki bir nebze bunlardan uzaklaşmak için gülmeyi ve kafa dağıtmayı arzuluyorlar. E.B.: Televizyondaki komedi dizileri hakkında neler düşünüyorsun? Birçoğu kısa sürede yayından kaldırılan işler oldu bu sezon. Yurtdışından alınan işler mi daha avantajlı sence yoksa Türkiye’ye özgü yazılmış diziler mi? M.A.: Kültürümüze ait değerlerin ön planda olduğu yaratıcı zekaya sahip komediler tutuyor zaten... Ama kopyala yapıştır tarzı basit ve bizden uzak işler zorlama duruyor. E.B.: Oyunculuk konusunda idol olarak belirlediğin birileri var mı? M.A.: İdol demeyelim ama çok beğendiğim insanlar var. E.B.: Türkiye’deki dizi sektörünü nasıl değerlendiriyorsun? Sence yapılan işler, oyunculukların ne kadarı gerçekten kaliteli işler? M.A.: Gerçekten zaman ayrılıp incelikli çalışılan işleri seyirci zaten kaçırmıyor ve

notunu veriyor. Üzerine çok düşünülmemiş, bir yerde kolaycılığa getirilmiş işlerin artık şansı yok, çünkü seyirci çok dikkatli. E.B.: Birkaçının ismini alabilir miyiz? M.A.: Leyla ile Mecnun… E.B.: Oyunculuk dışında bilmediğimiz başka bir sanat dalı ile uğraşıyor musun? Boş zamanlarını nasıl değerlendirmekten keyif alırsın? M.A.: Bol bol kitap okuyorum, film izliyorum, yeni yabancı diziler keşfediyorum, yeni hobim boyama yapmak, çok zevkli... Ayrıca nefes terapisine başlıyorum. E.B.: Yakın zamanda okuyup ve izleyip en çok beğendiğin eserlerden aklında kalanlar var mı? M.A.: Filmlerden Bir Ayrılık, PK, Çizgili Pijamalı Çocuk, PS. I Love You; kitap olarak da Sineklerin Tanrısı, Don Quijote, Masumiyet Müzesi,

düşündüğümde bunlar en sevdiklerimdi. E.B.: Gelecek planlarınla ilgili bir rotan var mı? Tekrar bir tiyatro oyununda yer almayı düşünür müsün? Yakın zamanda seni tekrar görebileceğimiz bir proje var mı? M.A.: Bu sene önceliğim tiyatro olacak. İki tane tiyatro oyunum var. Onun dışında kendi gelişimime zaman ayıracağım. Televizyonla ilgili planım da şu, projeye göre değerlendireceğim diyebilirim ve tabii ki sinema filmim var, büyük bir heyecanla vizyona girmesini bekliyorum. E.B.: Bize zaman ayırdığın için teşekkür ederiz. M.A.: Ben teşekkür ederim.

KULTURA

25


26

KULTURA


MEHMET ŞENOL ŞiŞLi Türk rock tarihinin önemli isimlerinden olan ve yayınladığı kitaplar ile kendine özgü bir edebiyat çizgisini kaybetmeyen Mehmet Şenol Şişli, müziğe başladığı dönemden, güncel olaylara kadar birçok konuda sorularımızı yanıtladı. Emir Bozkurt

Eray Evren

E.B.: Bize müziğe nasıl başladığınızdan bahseder misiniz? M.Ş.Ş.: Müziğe tabii çocuklukta başlıyoruz. Yani dinlediğim şeylerle. Evde her zaman plak dönerdi, plaklardan başladı. E.B.: Aileniz enstrüman çalmanıza destek verdi mi? M.Ş.Ş.: Normalde müziğe yetenekli bir çocuk değildim. Daha çok çizime yetenekli biriydim. O yüzden pek destekleri olmadı. Hatta ilkokulda müzik kursuna yazdırmışlardı beni. Bütün sınıf blok flüt çalıyordu. Gittim kursa bir baktım yan tarafımda iki mandolinci var. Mandolincileri görünce benim nevrim döndü. İlk gün akşam geldim “Anne ben mandolin çalmak istiyorum, blok flüt falan ne yani ben bunlarla uğraşamam.” dedim. Telli sazlı çok ilgisini çekiyor insanın.

Onlarda hocamla konuşmuşlar. Hocam da demiş, “Gönül Hanım Mehmet’in müziğe hiç yeteneği yok”, o blok flüt çalsın, gelsin gitsin falan. Hatta bandoda da çalıyordum, trampet falan. Sonra beni bandodan da aldılar. (Gülüşmeler) Çok travmatik de bir olayım var. Bir gün bütün sınıf, o zamanlar cuma günü son iki saat şarkılar falan söylenir, hep beraber şarkılar, marşlar söylüyoruz. Kendimce çok harika söylüyorum yani, bağıra bağıra, Pavarotti gibi. Bir anda hoca durdurdu, “Durun!” dedi. Sonra “Mehmet” dedi. “Buyurun hocam” dedim. Ben sanıyorum ki “Aferin bugün çok güzel söylüyorsun.” falan diyecek. “Sen Söyleme Mehmet.” dedi. (Gülüşmeler) E.B.: Çok kötü olmuş. M.Ş.Ş.: Bütün sınıf bana bakıyordu. Belki de işte müzisyen olma nedenim buydu. Aslında hocam KULTURA

27


haklıydı ani, gerçekten müziğe karşı öyle doğal bir yetenek değildim ama çok çalışarak bazı şeyleri hallettim. 10-12 yaş arası plakları, onları bunları dinlerken tabii aradan başka şeyler de çıkıyor, onları da dinleyince tabii kafa uçuyor. Müzik aşkı olduğu için, aslında ben müziğin bir parçası olmak istedim. Genel yeteneğim her zaman çizime karşı, resme karşı ve spora karşıydı. E.B.: Peki o yıllarda şiir yazıyor muydunuz? M.Ş.Ş.: Teenage dönemimde başladım yazmaya. İlk öyküyle başladım, sonra 17-18’den itibaren şiir de ciddi anlamda devreye girdi. E.B.: İlk yazdığınız şiirleri şu an yayınladığınız bir yer var mı? M.Ş.Ş.: Yok, yok. Zaten benim şiirlerim çok geç yayınlanmıştır. Müzikle ilgilendiğim için, müzik alanında olduğum için edebiyat alanında pek boy göstermiyordum. Daha sonra işte yaptığımız işlerin ortaya çıkmasıyla, Kargo’nun iyice patlamasıyla beraber, şarkı sözlerini de ben yazdığım için, edebiyat alanında bir de ben içli dışlıydım aslında, gidip geliyordum: Mesela 1990 senesinin İletişim Yayınları’nın, TÜYAP’ta standında çalışmaya başlayarak, edebiyat dünyasına girdim. Çetin Şan, Altı Kırk Beş’in kurucusudur. Onunla beraber, ilk kitabı basıldığı zamandan itibaren fanzinler yaparak, bir zamanlar 1980’lerin sonunda 1990’ların başında, ülkede bir tane fanzin vardı. Biz Antoloji adlı fanzini yaptık, Hakan Seyrek ve Hilmi Tezgör ile beraber. Daha çok underground çalışmalar oluyordu onlar yani, yer altı edebiyatı ile ilgileniyordum. Müzik olarak da öyle, alternatif müzikler yapıyorduk. Ancak işte 26-27 yaşındayken şiirim Göçebe dergisinde yayınlandı, Osman Çakmakçı tarafından.

28

KULTURA

E.B.: Peki kitabınızın yayınlanması sizin ilk yayınevini kurmanızla mı oldu? M.Ş.Ş.: Evet. Askerden geldiğim zaman, 2004 senesinde kurduk, Gaia Yayınevi idi ismi. Oradan yayınladım ilk kitabım Şua’yı, Bahar Artıkları’nı da öyle. Ondan sonra işte bu Oyun Yayınevine kadar geldi, dönüştü bir yandan da yani. E.B.: O dönem yayınevi zorluklarını gördünüz. Şimdi daha ümitli misiniz? M.Ş.Ş.: Yok. Her zaman yayıncılık zordur yani, hiç kolay bir alan değil. Bir de şimdi çok fazla kitap yayınlanıyor.

Bir takım dağıtım tekelleri var insanların ama işte bir yandan da sosyal medyanın devreye girmesiyle her şey de başka bir anlam kazanıyor. Yani sanal dünyada her türlü var olabiliyorsunuz, insanlara ulaşabiliyorsunuz ama benim yayıncılıkta gördüğüm şu: Okuyucu 1980’de, 1990’da, 2000’e kadar internetin ülkeye aktif olarak girmesine kadar diyeyim, belirli okuyucu kitlesi vardı. O ayarda, biraz daha üstünde kitap basılıyordu. 2000’den sonra artık, bu on beş sene içerisinde kitap basımı o kadar fazlalaştı ki, ama okuyucu o kadar fazlalaşmadı, okuyucu hala aynı. Yani nasıl söyleyeyim, şimdilerin tabiriyle emanet okuyucu var. Onlar evet kitap fazla sattığı zaman ilgi gösteriyorlar bilinen yazarlara ama onlar genele yayılan bir


kitle değil. Haliyle, kaç yüz bin kitap basılıyor, o zamanlar ayda bir 40-50 kitap basıldığında, “Oh iyi 80 kitap mı basıldı ayda.” falan derken şimdi kaç yüz tane kitap basılıyor.

E.B.: Tanınan gruplardan var mı, ipucu verebilir misiniz? M.Ş.Ş.: Yok tanınan değil. Daha hiç albümleri çıkmamış gruplar aslında yani.

E.B.: Okuyucu için çeşitlilik bakımından yaygınlaştı mı yani piyasada? M.Ş.Ş.: Tabii çeşitlilik yaygınlaştı. Çevrilmeyen yazarlar dilimize girdi, bunlar güzel şeyler ama okuyucu fazlalaşmadı, okuyucu için çeşitlilik fazlalaştı. Okuyucu o zaman beş kitapla çıkıyorsa şimdi yirmi kitapla çıkıyor.

E.B.: Bir yerlerde sahne alan gruplardan mı? M.Ş.Ş.: Sahne alacaklar, almaya başladılar diyelim. Duyulmuş gruplar değil birçoğu.

E.B.: Tabii totalde yine okuyucu sayısı aynı. M.Ş.Ş.: Ama okuyucu aynı hiç değişmiyor yani. (gülüşmeler) E.B.: Bir de Oyun Yayınevi ile müzikten de bahseder misiniz? M.Ş.Ş.: Oyun Müzik’te de işte bu 2015-16 sezonunda aktif olacağız, yayınlayacağımız albümler var. Demin de konuştuk aslında sadece alternatif müzik, rock müzik dışında, daha çok alternatif müzik ama müzik tarzı olarak geniş bir yelpaze.

E.B.: Cenk Taner ile de hep bir Kadıköy’le anılıyorsunuz. Kadıköy ile çok ortak noktanız var gibi. M.Ş.Ş.: Ben doğma büyüme Kadıköylüyüm. Ben buralıyım. Çok normal, ben buranın edebiyat, sanat çevresiyle hemdem oldum, burada yaşadım, her şeyimi burada öğrendim. Çocukluğum, bütün her şeyim burada geçti. Burada yaşadım. E.B.: Yazdıklarınıza da müziğinize de çok etkisi oldu... M.Ş.Ş.: Haliyle tabii. Kadıköy’ün bir dili vardır ama tabii Kadıköy deyince, Kadıköy yani Khalkedon. Ne kadar zamandan beri geliyor, buranın çoklu bir kültürü var. O çok önemli bir şey.

Radyo oyunları vardı eskiden, ‘Arkası Yarınlar’ vardı hatta ‘Kitaplık’ onunla ilgili bir sayısında özel bir dosya yaptı, TRT zamanlarında, ben çocukken hep onları dinlerdim. ‘Sayıklayanlar’ öyle bir betim ve on yıla aşkın sürdü onların müziklendirilmesi. Benim gençlik sesim de var orada, olgunluk sesim de var.

KULTURA

29


E.B.: Peki değişiyor mu, bozuluyor mu sizce bu kültür? M.Ş.Ş.: Yani Kadıköy, son kale burası bana sorarsanız ve artık insanlar da bunu biliyorlar. Başka yerde o eski yaşamdan eser kalmadı. O eski tatları alabileceğiniz bir tek burası var. İnsanlarda buraya akın ediyorlar. E bu da tabii burayı daha popülerleştiriyor. Haliyle eski sakinliği kalmadı. Sokak başı kafe, kafe, kafe, kafe yani kahveden başka bir şey yok. Mekândan başka bir şey yok. E.B.: Anadolu yakasının her yerinden gelen insanlar var. M.Ş.Ş.: Kadıköy hep öyleydi. Kadıköy bir Bağdat Caddesi, Nişantaşı değil, Cihangir de değil. Onlar çok daha elitist bölgeler. E.B.: Eskiden Kadıköy’ün belli başlı yerlerine belli gruplar girerdi. Artık çok farklı. M.Ş.Ş.: Şimdi şöyle düşünün, şu Kadife Sokak var ya, Kadife Sokağa girilmezdi. Rexx’ten sola dönülmezdi, dümdüz sakin bir sokaktı. Biz fanzinleri çıkardığımız zamanlar, ilk kitaplar basılmaya başlandığı zamanlar, o sokağın köşesi, hani oradan böyle kıvrılırdık ki kısa yoldan sokağın lambasının altında bakardık kitaba. Baktığınız her yer şimdi bar oldu. Bizim 17, 18, 19 yaşımızdaWoodstock vardı burada küçücük, minicik bir yer, şimdi sahaftır orası. Akmar vardı, Akdeniz vardı, tek buluşma noktasıydı. E.B.: Onlardan bir tek Shaft mı kaldı? M.Ş.Ş.: Yani Shaft zaten en eskilerinden biri bar olarak. Shaft uzak kalırdı, pavyonların olduğu tarafta kalırdı. Mesela Yeldeğirmeni de şimdi keza nasıl oldu görüyorsun. O zaman Yeldeğirmeni, o boğanın öbür tarafı daha karanlık bir bölgeydi. E.B.: Gece çok gidilmezdi, çok bir şey yoktu oralarda. M.Ş.Ş.: Orda bir şey yoktu yani. İşte

30

KULTURA

böyle şeyler, 40 sene içerisinde hepsini gördük, yaşadık. Çocukluğumuzu da burada bahçede yaşadık, hepsi oldu. Haliyle buraya geliyorlar. Çünkü burada insana karşı kabul var. Nereden geldiği, ne olduğu, genetik yapısıyla ilgilenilmez burada. Burada insan varlığıyla vardır. Kadıköy öyle bir ruh ve onu sahiplenmek de çok büyük bir hata olur. Sadece paylaşmaktan başka çare yok yani Kadıköy’de. E.B.: Çok kalabalık olması avantaj mı, dezavantaj mı? M.Ş.Ş.: Bu iyi bir şey. Yani şöyle, burada insan kendini özgür hisseder, başka yerde olmadığı kadar. O yüzden onu paylaşmakta yarar var. E.B.: Yani ne kadar fazla insan paylaşırsa o kadar daha iyi. M.Ş.Ş.: O kadar güzel. Yani en azından konu mekânlar, toprak parçaları değil, konu oranın ruhu, oranın anlayışı. O anlayış ne kadar ayılırsa... E.B.: Herkes için daha avantajlı... M.Ş.Ş.: Tabii. Ülkenin dört bir yanında geziniyoruz biz. Hatay, Urfa, İzmir, Edirne, Çanakkale gidiyoruz geliyoruz. Orada da bunu paylaşan, buradaki üretimden beslenmiş insanlarla karşılaşıyoruz. Bunun yayılması, çoğalması iyi bir şey. E.B.: O zamanlarda Kargo sıra dışı bir iş yaptı ve bütün Türkiye’ye yayıldı. Şimdi benzer bir grup yok gibi bütün Türkiye’de kabul görmüş ve bu dönemde eşi benzeri az olan bir iş yapan fazla grup yok gibi. Bunu sebebi nedir? M.Ş.Ş.: Şimdi Kargo’daki en önemli şey şuydu: Kargo ilk beş albümünde, biz sadece kendi bestelerimizi yaptık. Ne bir cover, ne dışarıdan bir şey, hiçbir şey yoktu ve bunu nasıl söyleyeyim, aslında tam bir Seattle ruhuydu o. Tamamen garaj grubuyduk. Stüdyo 18 daha profesyonel çalışmaya geçmeden önce orada bir

sürü grup çalışırdı. Biz sabahtan akşama kadar stüdyoda yaşardık. Kargo öyle bir ruhun ürünü ve o beş kişi de bir arada aynı şeyden beslendiği için, Kargo’da da mesela insanlar ayrı ayrı müzikleri, müzik tarzlarını severlerdi ama birlikte çalmayı, birlikte üretmeyi de severlerdi. Bu bize de genişlik getirdi. O yüzden kendi bestelerimizi direttik, “Bizim müziğimiz, biz yapacağız.” diye. Bence bütün hikâye odur. Şöyle düşünün 1999, 2000’den sonra gelen grupların çoğu, mesela Athena, Duman da öyledir, bunlar cover şarkılarla tabiri caizse meşhur oldular, popüler oldular. Yani Athena’nın biz ilk albümünü yaptığımız zaman, mesela onlarda aynı ruhtan, onlarda Kadıköylü, Fenerbahçeli çocuklar, burada yetişmiş, büyümüş. Bence bütün hikâye odur. Kendi müziğinde diretmeli gruplar. E.B.: Kargo’nun albüm anlaşmasını imzalaması sonrası bu durum değişti mi? M.Ş.Ş.: Yok. Raks ile büyük plak şirketiyle anlaşma yaptığımızda, bizim hiç müziğimize karışmadılar. Stüdyomuza da karışmadılar. Yani en fazla karıştıkları şey şudur: İkinci albüme, ‘ya bir hızlı parça daha yok mu?’ falan, ‘sizde vardır, yapsanıza’ gibi. Yoksa ne sese ne müziğe, giyimimize tarzımıza hiçbir şeyimize karışmadılar. E.B.: Yine özgür kalabildiniz... M.Ş.Ş.: Tabii. Yoksa işte Bad’lik Amiri, Gece Fanzini gibi sıra dışı şarkıları nasıl yapabilirsin ki. Onları kabul ettiremezsin yani. Gerçi şimdi daha çok kabul görüyor. Şimdi şarkı yazımı olayında sözel şeyler daha ağırlıklı ve daha uç sözler, akla gelmeyen sözler falan, o aşıldı şimdi yani. E.B.: Gerçi şimdi o söz yazımındaki özgürlüğe internet destek oldu gibi... M.Ş.Ş.: Olabilir. Onun için bir şey söyleyemem ama şunu söyleyebilirim, okuyan adama destek olur. Yani interneti olmasa da okuyan adama her zaman o


rahatlık, o genişlik, o farklılık. Okumaktan başka çare yok çünkü. E.B.: Şiir yazmakla şarkı sözü yazmak arasında bir farklılık var mı? Yoksa şiirlerinize mi beste yaptınız? M.Ş.Ş.: Tabii ki arasında bir fark var. Önce şöyle başlıyım şarkı sözü yazımıyla, ben klasik anlatırım, mesela bir melodinin üzerine, birinin bitmiş bir şarkısı, melodisi vardır, o melodinin üzerine söz yazmak küvette söz yazmak gibi. Diyelim ki söz yazdınız besteliyorsunuz, orada biraz daha rahatsınız. Söz önce yazılmış, o havuz gibi... Ama bu işin şeyi denizde yazmak, o da aynı anda gelmesi sözle müziğin. Âşıkların, ozanların atışmaları gibi, hiçbir şey düşünmeden, hiçbir şey yoktur, bilinç sıfırlanır, gece demlenilir ve başlar. İşte o

meşktir zaten, aşkla yapılan bir şeydir. Söz o anda gelir, müzik o anda gelir, kesilmez ve devam eder. O şarkının şiire en yakın formatıdır. Şiirde de öyle, tabii şiir üstüne bu kadar dar alanda konuşmayayım, çok şey söylemeyeyim ama şiirde de bir şey vardır: ‘şiir yapılan bir şey midir ya da değil midir?’ gibi çok şey olmuştur, hani ‘kurgulanır mı, kurgulanmaz mı?’, ben hep kurgulanmayandan yanayım. Yani o ilk akışı önemserim. Diyeceksiniz ki “Hep böyle mi yazdın?”, hayır bahsettiğim her şekilde yazdım. Şarkı sözünü de şiiri de hep öyle yazdım. Kurgulayarak da yazdım, mesela John Lennon şarkının ismini koyup ona göre şarkı yazarmış, ne bileyim atıyorum, REM bir iki dizeyi yazar, dört sene sonra gelmez ama iki dize cepte durur. Yani aslında yazmak denen

şey bitmiyor ki, sürekli aklınızda cebinizde defter, notları alarak ilerliyorsunuz. Şimdi bizde nasıl oluyor, bizde de şöyle oluyor: artık yazı o kadar bollaşıyor ki bazen yazdığımız bir şiiri de besteleyebiliyoruz. Bu tip şeyler de oluyor. E.B.: Peki Sayıklayanlar adlı kitabınız? Önceki kitaplarınız gibi değil... M.Ş.Ş.: İlginç, şiir şarkı karışımını anlatan, betimleyen bir şey . Ben bir radyo piyesi yazdım. Radyo piyesinin görselleri, çizimleri var, yirmiye yakın, Eren Küçükerdem çizdi kitapta. Esen Kitap’tan yayınlandı ve sonunda bir CD var. CD’de aslında tamamen radyo piyesini canlandırıyorum müzik eşliğinde. Yani orda tabii tamamen konuşma hani ‘spoken word’ dedikleri ya da işte Rap’e

KULTURA

31


bununla ilgili öngörüler. Bir de tabii haliyle ilişkilerle ilgili ve daha mistik öyküler. Bunların hepsi bir arada dört ayrı katman halinde akar kitabın içerisinde.

dönük, şiir okumadan spoken word’e, Rap’e kadar giden bir skala var. Aslında dijital ortamda var dinleyebilirseniz, onun üzerine ayrı bir röportaj istersiniz ben öyle söyleyeyim yani. (gülüşmeler) Masa Tenisçisinin Güncesi’ne gelirsek, bu bir deneme. Ben yazılarımda tabi biraz hem kendime alan yaratıyorum, dokunulmamış yerlere dokunmuş oluyorsunuz bu sefer, yani radyo piyesi ülkede uzun zamandır gündemde olmayan bir şey. Radyo oyunları vardı eskiden, ‘Arkası Yarınlar’ vardı hatta ‘Kitaplık’ onunla ilgili bir sayısında özel bir dosya yaptı, TRT zamanlarında, ben çocukken hep onları dinlerdim. ‘Sayıklayanlar’ öyle bir betim ve on yıla aşkın sürdü onların müziklendirilmesi. Benim gençlik sesim de var orada, olgunluk sesim de var. On sene önce

32

KULTURA

kaydettiğimiz vokal partları var. E.B.: On sene üzerinde çalışıldı yani. M.Ş.Ş.: O kadar çalışıldı. Onu da Jinxx Prodüksiyon’da kayıtlarını gerçekleştirdik Anıl Çifter ile birlikte yaptık onu da. O yüzden Masa Tenisçisinin Günces daha böyle, nasıl söyleyeyim, aslında Musashi ile açılır daha çok Uzak Doğu, Zen kültürü üzerine. Takuan Soho, Musashi, Niori onların kitaplarından, esinlendim demeyeyim de ben severim okurum zaten çok ama sonunda bakıldığı zaman içinde Rock’n Roll öyküler de var bunun. Dört ayrı katman akar burada. Rock’n Roll hikayeler, Masa tenisçisinin, bir veteran masa tenisçisinin, geç başlayan bir oyuncunun sporcu olma hikayesi. Yaşam, yol, erdem, duruş, tavır

E.B.: Peki son dönemdeki müzik çalışmalarınız nasıl? M.Ş.Ş.: Şu anda solo albümümün stüdyo aşamasındayım, onu bitirmek için uğraşıyorum. MŞŞ Bend ile birlikte sahne alıyoruz, ‘Sayıklayanlar’ çıktığından beri. ‘Sayıklayanlar’ın icrasını yapıyoruz. Geçtiğimiz mayıs, haziran aylarında konserler verdik. Bunun dışında önümüzdeki yıl aslında Kargo’nun ‘Yarına Ne Kaldı’, yani bizim asıl kadronun 20. yılı, o albümün. Sonra ‘Sevmek Zor’un, ‘Yalnızlık Mevsimi’nin 20. yılı. Onlarla ilgili de bir çalışma var aslında, bunu ilk kez size söylemiş olayım, eski mix’leri tekrar remix yaparak mastering yaparak plak ve CD halinde sunmayı düşünüyoruz. Bunun için bir çalışma var. Bu arada ‘Bad’lik Amiri’ şarkısının öyküsünü yazdım ben ve bu bir çizgi roman olacak, Murat Bozkurt çizecek bunu. O da çizmeye başladı yani, öykü bitti, senaryo bitti. Belki bir Novella olarak da yayınlanabilir onun yayın evinden. 20. yılla birlikte aslında geçmişteki defterleri tekrar açıyoruz, bantları açıyoruz, banttan yayın yapacağız. (gülüşmeler) Ve bunları plak formatında, benimde çok hoşuma gider ‘Yalnızlık Mevsimi’nin plağı, ‘sevmek Zor’un plağının olması çok güzel olur. O tip çalışmalarımız olacak müzikle ilgili. Dediğim gibi ben solo albümümün kaydındayım hala. Bir sürü işle uğraşıyorum görüyorsunuz. (gülüşmeler) Aynı zamanda biliyorsunuz Mavi Sakal’ın ilk senesinde, oluşum aşamasında onlarla birlikte yer aldım, birçok dostlar, eski dostlar, Cenk Taner ile birlikte, Kesmeşeker ile birlikte on küsur senedir beraberiz, onlarla birlikte de çalıyoruz. Dediğim gibi Kadıköy bir ruh ve burada kolektif çalışma çok olur. E.B.: Yani Bütün Sanatçılar bir şekilde birbirine destek oluyor. M.Ş.Ş.: Tabii bir şekilde, bütün sanatçılar birbirine bir şekilde dokunur aynı zamanda, birlikte yaşamaktan dolayı. Şimdide zaten şey hissiyatı var, 1990’ların geri dönüşü de var.


E.B.:1990’ların geri dönüşü demişken, Kargo eski kadrosuyla daha sonra bir araya gelip, tekrar bir şeyler yapma ihtimali var mıdır? M.Ş.Ş.: Şu anda işte remix’ler ve masteringler için bir araya geliyoruz. E.B.: Yeni bir albüm için? M.Ş.Ş.: İşte onu bilemem, bilmiyorum. Onun için bir söyleyemem.

onu şey

E.B.: Olmasını ister misiniz peki? M.Ş.Ş.: Yani tabii ki isterim niye istemiyim. Her zaman söyledim zaten, ben ayrıldıktan sonra da söyledim, daha sonra onlarda kendi aralarında ayrıldılar başka başka, farklı farklı işler yaptılar. Selim ile Burak Kargo’ya devam etti, Serkan ile Koray Maskott’u yaptı, sonra solo çalışmalar yaptılar. Farklı farklı yerlerde çalıştık. Ben her zaman o beş kişinin, o asıl kadronun bir araya gelmesi gerekliliğini savundum. Herkese her zaman söyledim. Bilmiyorum belki de zamanı gelmiştir, neden olmasın. E.B.: Aradan gecen bu zaman müziğinizi değiştirmiş midir yoksa yine aynı kalmış mıdır? M.Ş.Ş.: Bilmem. Yani herkes farklılaşıyor tabii, olgunlaşıyor, 40 yaş üstü herkes insan olarak farklılaştı ama bu müziği değiştirir mi? Bir araya gelsek nasıl bir müzik çıkar, bilemiyorum. Ama eminim çok sıkı şeyler çıkar. Bütün bunlar hikaye aslında. Şuan ülkemiz çok zor bir durumda, bütün bunların yapılmasının sebebi zaten bu kanın durması için. Herkes şey diyor 1980, tamam 1980’e kadar da bu ülkede çok kan aktı, 1980’den beri de çok kan akıyor. Bütün aslında yaptığımız şeyler bu durum karşısında, bu kadar, şimdi denizlerimizde çoluk çocuklar ölüyor, doğuda da çoluk çocuklar ölüyor. Bu artık çocukların kanına kadar geldiyse, onlar artık siyasetten bahsediyorsa biz hiçbir şey yapmamışız demektir.

E.B.: Peki sanatçı olarak kendinize bu konuda biçtiğiniz rol nedir? M.Ş.Ş.: Biz sürekli bunu, en başından beri aslında müziğimizle, şiirimizle, insanların birlikte yaşaması içindi. Çünkü müzik birleştirici bir şeydir. Müzik tek başına yapılıp dinlendiği zaman, sadece insanın kendisine şifa verir, başka hiçbir şeye şifa vermez ve bir yerden sonra da zorlanır insan. Müzik birlikte yapılan bir şeydir. O da bir kolektifin ürünüdür. Sanatta hep bu birleştirici yanı aradım ben, hayatım boyunca bunu aradım. Deminden beri bahsettiğim şeyleri de eklersek buna, hep birleştirmeye çalıştım. Yani grupların tekrar bir arada olmasında bir arada onlarla oldum, dostlarımın solo çalışmalarında onlarla birlikte oldum, şiirler, dergiler, şiir söylemleri... Şimdi mesela bambaşka bir sürü genç şair geliyor: Uluer Oksal Tiryaki, Kerem Bereketoğlu, Zafer Yalçınpınar, bir sürü şiir dizimiz var şimdi onlara da orda yer veriyoruz. Gençleri desteklemek lazım çünkü artık biz bir figür olarak varız. Bu zamana kadar yapacağımız şeyleri yaptık, bundan sonra artık bayrağı gençlerin devir alması gerekiyor. E.B.: Gelen gençlerden ümitli misiniz? M.Ş.Ş.: Ben çok ümitliyim. Hele ‘Gezi’yi yaşadıktan sonra çok ümitliyim. E.B.: Yetenek açısından mı, sanatta müzikte... M.Ş.Ş.: Yetenek, her jenerasyonda her zaman var olan bir şey. Onun için bir şey söyleyemem, birçok yetenekli insan var. Ben şöyle olduğunu düşünüyorum, verilmiş bir hediyedir size. Başında bazıları inanılmaz yeteneklidir ama bunu harcayabilir, hiç çalışmadan ve hiç disipline olmadan. Bazılarının o kadar yeteneği yoktur ki sohbetin ilk başında söyledim ya benim müziğe o kadar yeteneğim yoktu ama ben çok çalıştım. E.B.: Yetenek olmadan sadece çalışarak...

M.Ş.Ş.: Bir sürü noktaya varabilirsiniz ama o nereye varmak istediğinizle ilgili bir şey. Ama icra edersiniz bir takım şeyleri. İnsan gerçekten yapmak istediği zaman, bunların hepsi antrenman meselesi, vakit ayırma meselesi. Bildiğiniz, gördüğünüz her daldaki, sadece sanatçılar değil ki bütün bilim, spor, sanat hepsini bir araya aldığımız zaman o insanlar o kadar çok mesai harcıyorlar ki bu iş için, hiç kolay bir şey değil. Zaten bütün hikâye orada. O mesaiyi veremiyorsan oyunda olamazsın. E.B.: Bu kadar çok şeyi aynı anda yaparken siz nasıl zamanınızı yetiştiriyorsunuz? M.Ş.Ş.: Aslında geç bu kadar çok şeyle uğraşmaya başladım ben, belki de avantajım o. Yani evet yazıyordum, grubum vardı çalıyordum. Üstüne ekleye

KULTURA

33


ekleye geldi bende hepsi. Bir anda hiçte yirmi yaşından beri dört ayrı kolda bir takım şeyler yapıyor değilim. Üstüne ekleye ekleye gelince ve 45 yaşına gelince tabi... Nasıl söyleyeyim, doğru iletişimle ki ben ona ‘illetişim’ diyorum ama. (Gülüşmeler) Çünkü öyle bir şeydir. Doğru iletişim ile birçok şey yapılabilir. Birbirini anlayabilmek çok önemli, o ilişkileri güzel kurduğumuz zaman ve tabii bu şu demek oluyor, mesela kitapta da yazar, kendiniz için hiçbir şey istemiyorsanız, o ayara kadar geldiyseniz zaten doğru iletişim kurarsınız. Yani beklenti kendinizle ilgili olmaya başladığı sürece hep onun peşinde koşuyorsunuz hep aklınızın bir köşesinde o oluyor. Çünkü ortaya konulan, mesela şarkı şöyle bir şey dördümüz birlikte yaparız, o ortadadır, herkes ona hizmet eder. Ona bir şey atar, biri bir şey yapar, bir fırça darbesi, o şöyle yapalım falan... Dördümüz çekildiğimiz zaman o düşer. Biz dördümüz onu var

34

KULTURA

ederiz. Bizden farklı bir yerdedir o. E.B.: O da bir varlık, bir şahıs gibi yani... M.Ş.Ş.: Evet. E.B.: Bugüne kadar, yayınevi süreci için, hep kendi üretimlerinizi, grup olarak ya da şahsi üretimlerinizi bir şekilde ortaya koydunuz. Bundan sonra bir yayınevi sahibi olarak başka bir işin başka bir tarafında bulunuyorsunuz. Bunun yadırgadığınız ya da zor plan bir tarafı var mı? M.Ş.Ş.: E tabi şimdi yani bir düşünsenize, sanatçı olarak ben masanın her zaman bu tarafındayım, müzik yapımcısı olarak da sanatçı pozisyonundaydım hep. Yıllarca onun zorluklarını yaşadık yani çok ağır sözleşmeler dayatıyorlar, demin de bahsettiğimiz gibi bazıları sizi yönlendirmeye çalışıyor. Ben daha özgür bir alan bırakmak istiyorum yani onların

şu anda yaşadığı zorlukları bildiğim için onlara işi kolaylaştırmaya çalışıyorum aslında, şair olsun, yazar olsun, romancı olsun, müzisyen olsun ne olduğu önemli değil. O alanda acımasız yayınevi değiliz biz. Piyasa çok acımasız o yüzden. Şimdi mesela ülkenin şartları da belli, biz de butik bir yayıneviyiz tabii büyüme planları, yapmayı düşündüğümüz şeyler var fakat bunları alelacele yapmayı düşünmüyoruz. Çünkü bu bizim bir var olma biçimimiz yani, çocukluktan getirdiniz sohbeti buraya, her zaman için var olma biçimimiz, hiçbir zaman şey demedik, bir sürü insan gelir bir yerden oradan hani parayı vurup, gidip başka yerlerde başka şeyler yapmak ister, hayatını başka yerde kurmak ister, biz öyle bir yere gitmiyoruz, bir yerde bir şey yapmayı düşünmüyoruz. E.B.: Hep hedefiniz gençlere destek vermek. M.Ş.Ş.: Evet, tabii ki, her zaman için.


Önümüzdeki yıl Kargo’nun ‘Yarına Ne Kaldı’, yani bizim asıl kadronun 20. yılı, o albümün. Sonra ‘Sevmek Zor’un, ‘Yalnızlık Mevsimi’nin 20. yılı. Onlarla ilgili de bir çalışma var aslında. Eski mix’leri tekrar remix yaparak mastering yaparak plak ve CD halinde sunmayı düşünüyoruz. E.B.: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? M.Ş.Ş.: Bunlar diyorum hepsi güzel, tatlı hikayeler, gelişimler ama biz üzülüyoruz yani, çok üzülüyoruz ülkenin durumuna, söyleyebileceğim o var. Artık uyku uyuyamıyoruz, bir şey yapamıyoruz. Bundan dolayı hasta olan, yaşayamayan, uzaklaşan bir sürü arkadaş var. E.B.: Bir de şey tepkisi var son zamanlarda, “İnsanlar ölüyor siz niye müzik yapıyorsunuz, niye sahneye çıkıyorsunuz?” gibi. M.Ş.Ş.: Hayatımda duyduğum en saçma şey. İnsanlar ölürken diğer insanların neler yaptığını söylesek yani. Biz müzikle yas tutuyoruz, bizim yasımız müziktir. Müziği sadece eğlence olduğunu düşünen insanlar sadece bunu söyler. E.B.: Bu tepkiye bakınca zaten toplumun sanata bakış açısı biraz yanlış gibi geliyor bana. M.Ş.Ş.: Büyük bir çoğunluk, açıkça söylemek lazım şimdi, iktidar partisine oy veriyor ve bu çoğunluğun çok donanımlı bir çoğunluk olmadığını hepimiz biliyoruz. Donanımlı olmayan çoğunluk dominant ve yapmak istediklerini dayatıyor. Şunları söylemem bile belki beni içeri almalarına yeter yani. Şuanda daha bugün kaç kişiyi içeri aldılar.

E.B.: Bir yayınevi sahibi olarak bu durum sizi korkutuyor mu? Ya da en azından bir kısıtlama yapar mısınız bununla ilgili? M.Ş.Ş.: “Cehalet, korku ve önyargı el ele yürür” diyor Neil Peart, çok sevdiğim bir şarkı Rush’ın davulcusu. Bu her şeyi açıklar. “Kim cesursa o özgürdür” diyor Seneca da yani mecburuz. Neler başa geldi ve neler çekti bu insanlar bu ülkede. Eğer öyle bir korkumuz olursa zaten yaşamamızın bir anlamı kalmaz. E.B.: Yani cesur olup karşı durmamız gerek. M.Ş.Ş.: Tabii karşı durmak şart, başka çare yok. En azından oyunlarla değil, numaralarla, dalaveralarla değil, gerçekle karşılarında durmamız gerekiyor. Gerçekte, gerçeklik de böyle bir şeydir ama korkan insanı daha da korkutur. Şiddeti doğurur onlar da, o gerçekliğe dokunamıyorsa, gördüğün güzellik sana çok kötü şeyler yaptırabilir. Cahillik de böyle bir şey. E.B.: Ümitli misiniz? Çünkü çok çözümsüz gibi. M.Ş.Ş.: Benim ümidim var. Ümidimiz gençler, başka hiç bir şey değil. Yani çözümsüzlüğü sadece şöyle düşünmeyin hani, Orta Doğu’yu düşünün bu coğrafyadaki meseleler kaç bin yıldır

böyle geliyor, bunu sadece beş yıl, on, yıl, otuz yıl, kırk yıl, seksen yıl, Türkiye Cumhuriyeti olarak göremeyiz. Bunun okumasını çok daha önceden yapmamız lazım. Oradan baktığınız zaman çözümsüzlük had safhada. Şöyle düşünün, bir çember koyun Orta Doğu’ya bütün gönderilen peygamberler, bütün bilgeler, bütün bilim orada, bütün kan da orada. E.B.: Türkiye’de sanatçı olamak avantaj ya da dezavantaj der misiniz? M.Ş.Ş.: Bu evrensel bir durum. Sadece var olduğunuz yerle ilgili sizin algınızın açılması gerekiyor, nerede olduğunuz bir önemi yok. Çemberin her noktasından merkeze ulaşılabilir diyor Yung. Çemberin hangi noktasında olduğunuz önemli değil, algınız açıldığı zaman o merkeze ulaşırsınız. E.B.: Albümünüz için net bir tarih verebiliyor musunuz? M.Ş.Ş.: Yok. Net tarih veremem ama 2016 yılında inşallah. 2016-17-18 bu üç yıl içerisinde, Kargo albümerinin 20. yılı çünkü. Benim 2016 yılında. Kesin 2016 yılında, bir iki albüm yayınlanmış olur. E.B.: Kitaplar devam edecek mi? Üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı? M.Ş.Ş.: Tabii, kitap çalışması da var. Üçüncü şiir kitabımı tekrar basacağız, ‘Kara Güller’i. Müzik için de dijital bir platform oluşturmayı düşünüyoruz. O da 2016 senesi içerisinde herhalde olmuş olur. Çünkü bu işler, dediğim gibi acele etmek istemiyorum, yavaş yavaş, birçok kolda birçok insanla birlikte çalışıyoruz. Önemli olan her şeyin olgunlaştığı zaman, doğru zamanda sunulması. E.B.: Peki o zaman teşekkür ediyorum. M.Ş.Ş.: Ben teşekkür ediyorum çok güzel sohbet oldu. Bayağı da uzun oldu. Nasıl yazacaksınız. (Gülüşmeler)

KULTURA

35


36

KULTURA


Emir Bozkurt

Macar kültürünün önemli parçasını olabilecek en görkemli şekilde yaşatmaya devam eden, konserlerinde nota kullanmayan rekortmen orkestranın Başkanı Farkas Beke Nandor, Kasım ayında verecekleri konser öncesinde sorularımızı yanıtladı.

KULTURA

37


Bildiğimiz kadarıyla orkestranın sıradışı bir kuruluş hikayesi var. Orkestranın nasıl kurulduğunu bir de sizden dinleyebilir miyiz? 1984 yılında efsanevî Macar Çigan volinist Sandor Jaroka’nın cenazesi dolayısıyla Macaristan’daki tüm Çigan’lar bir araya geldiler. Bir araya gelen Çigan müzisyenlerin doğaçlama olarak sergiledikleri performans sonrasında ortaya çıkan enerji ile 1985 yılında orkestramızı kurduk. 1997’deki trajik ölümüne kadar orkestranın şefi olan Laszlo Berki’nin olağanüstü teknikleri ve klasik ile gelenekselin enerjik yorumunun tüm dinleyicilerimize yansıması bizi dünyaca tanınır bir konuma getirmiştir. Orkestra, 30 yıllık geçmişinde nasıl süreçlerden geçti? Ne gibi değişimlere uğradı? Kısa bir süre içerisinde orkestramız, üst düzey müzisyen ailelerin de dikkatini çekmiştir. Boross, Lakatos, Lendvai, Csocsi ve Rigo Buffo gibi isimlerin de dahil olduğu Macaristan’ın üst düzey Çigan müzisyen aileleri de orkestraya dahil olmuştur. Bununla birlikte müzikal

geleceğimizi güvence altına almak için her yıl, kazananların orkestranın yeni üyelerini oluşturduğu “primas competition” adı verilen bir de yarışma düzenliyoruz. Bu şekilde orkestramızı hem yetenekli müzisyenler ile genişletip hem de gelecek nesillerle de tanıştırma imkanı yaratıyoruz. Bunun dışında orkestra içerisinde sürekli bir sirkülasyon hali yok, müzisyenlerimizle birlikteliğimiz çok uzun yıllar boyunca devam ediyor. Yerel ezgileri klasik eserlerle birleştirerek dünya çapında verdiğiniz birçok konser sayesinde Gypsy kültürünü de aslında tanıtıyorsunuz. İnsanlar bu kültüre aşina mı, ilk tepkileri ne şekilde oluyor? Budapeşte Gypsy Senfoni Orkestrası, bir müzik kurumu olarak klâsik senfoni orkestrası şeklinde çalışan bir gruptur. Dünya çapında bu kadar ünlü ve büyük başka bir Çigan Orkestrası bulunmamaktadır. 100 kişilik orkestramız, 2000 yılında en kalabalık Çigan Orkestrası olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiştir. Dolayısıyla

dünyanın 5 kıtasında konserlerimize gelen dinleyicilerimizin çok da aşina oldukları bir performans sergilemiyoruz. Konserlerimizde; Liszt, Bartõk, Kodaly, Hubay, Erkel, Brahms, Tchaikovsky, Sarasate, Strauss’un çalışmalarını içeren klâsik sanat eserlerinin yanı sıra Macar Çigan Müziği, Macar melodileri ve halk şarkılarını da icra ediyoruz. Her performansta aynı heves ve duygu bizleri alıp götürürken dinleyicilerimiz ise konserin büyüleyici tılsımı içerisinde kaybolduklarını belirtiyorlar. En büyük özelliğimiz ise perküsyonsuz çalabilmemiz. Yani müziğimizi yaparken notalara bakmıyoruz. Bahsetmiş olduğunuz üzere bir nevi kültür elçisi gibi bir misyonumuz da var. İlk yıllarda Gyspy kültürü birçok ülke dinleyicisi için farklı bir deneyimdi. Bu kültür onlara farklı geliyordu. Şimdilerdeyse popüler kültür sayesinde Gypsy kültürü herkes tarafından bilinir oldu. Ancak bizi özel kılan klasik müzik ile yerel müziği bir araya getirip dinleyicilerimizi büyüleyici bir yolculuğa çıkarmamız. Bu yüzden 30 yıldır en çok tanınan orkestralardan biriyiz. Türkiye, Gypsy kültürüne uzun süredir aşina. Siz Türk müziği hakkında ne düşünüyorsunuz? Müzikal ve kültürel yakınlıklarımız var mıdır? Türkiye ile aslında birbirimize uzak kültürler değiliz. Bir zamanlar Macaristan Osmanlı toprakları içerisindeydi. Bu yüzden her iki kültür de birbirlerini yakından tanıdılar ve etkileşim içerisinde kaldılar. Ankara ve Budapeşte’nin yakın zamanda kardeş şehir olmaları da aramızdaki yakınlığı pekiştirir niteliktedir. Çok sayıda ezgi hatta ezgi stili müziksel olarak benzerlik göstermektedir. Türk Müziği’nde de batı müziği ilkelerinin halk müziğinden gelen ögelerle birleştirildiği çok çeşitli bir kültür hakim. Dolayısıyla bu zengin çeşitlilik bizi daha çok kendisine çekiyor.

38

KULTURA

Başkan N


NANDOR BEKE FARKAS Macaristan’a özgü olan cimbalom’u bir senfoni orkestrasına dahil etmek müzikal anlamda nasıl bir etki yaratıyor? Türk müzik estrümanlarından kanuna benzeyen cimbalom, hem telli hem de vurmalı çalgı niteliği taşıyor. Orkestramız bünyesinde 6 tane cimbalom estrümanı var ve cimbalo estrümanını dünyada en iyi çalan virtüöz Oszkar Ökrös ile çalışmanın mutluluğu gerçekten paha biçilemez. Cimbalom, tek bir estrümanda farklı tınıları bize hissettirmesiyle dinleyicilerde büyüleyici bir etki yaratıyor. Yumuşak ya da sert geçişlerle tüm duygu değişimlerini dinleyicilerimize yaşatabiliyoruz. Kalabalık bir orkestra olmanıza rağmen konserlerde nota kullanmıyorsunuz. İlk olarak bu karar nasıl alındı? Konserlerde nota olmamasının avantajları ve dezavantajları var mı? Konserlerinde doğaçlama performanslar yer alıyor mu? Çiganların genlerinde doğal olarak müziğe karşı çok özel bir yetenek olduğundan, tüm dünyada müzik parçalarını çok kısa sürede algılayıp notasız çalabilmekteyiz. Elbette o parçayı belleklerimize yerleştirinceye kadar nota ile çalışmaktayız. Konserler sırasında notaya bakmadan çalmamız, kendimizi müziğin ruhuna daha da kaptırmamızı sağlıyor. Orkestranın bu coşkusu ise dinleyiciye geçiyor ve tadına doyulmaz

konserlere imza atıyoruz. Bu özelliğimiz, 30-40 yıl öncenin Avustralya kökenli kardeşlerin oluşturduğu pop müzik grubu Bee Gees topluluğuna benzemektedir. Onlar da nota olmadan çalarlardı. Dahası nota bilgileri hiç yoktu üstelik. Orkestrada birçok deneyimli müzisyen yer alıyor. Bunun yanında orkestradan ayrılanların yerine gelen genç müzisyenler de oluyor mu? Orkestranın devamlılığını sağlamak adına gypsy müziği yapan genç müzisyenler yetiştirmek için bir çalışmalarınız var mı? Genç Macar müzisyenlerin gypsy müziğine yaklaşımı nasıl? Biraz önce bahsetmiş olduğum gibi, müzikal geleceğimizi güvence altına almak için her yıl, kazananların orkestranın yeni üyelerini oluşturduğu “primas competition” adı verilen bir yarışma düzenliyoruz. Bu şekilde orkestramızı hem yetenekli müzisyenler genişletiyoruz. Bununla birlikte orkestra aynı zamanda genç müzisyenlerden oluşan ikinci bir orkestraya da sahiptir. Zaman içinde o orkestradan ana orkestraya geçen müzisyenler olmaktadır.

Avustura, Belçika, Çin, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, İtalya, Japonya, Litvanya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Polonya, Portekiz, Monako, Romanya, Rusya, Sırbistan, Slovenya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Tunus, Türkiye, Ukrayna ve daha bir çok ülke olmak üzere, olağanüstü başarılar elde ettik. Tabii ki gittiğimiz her ülke repertuarımıza da ayrı bir zenginlik katıyor. Gittiğimiz her ülkenin sevilen halk şarkılarını o ülkeye özel olarak repertuarımıza ekliyoruz. Dinleyiciler, sevdikleri yöresel şarkıları orkestramıza özgü şekilde dinlemekten büyük keyif alıyorlar. Bu aynı zamanda orkestramız için de ayrı bir heyecan ve mutluluk oluyor. 21 Kasım’da orkestramızın kuruluşunun 30. yılı dolayısıyla Türkiye’de vereceğimiz büyük konserde de Türkiye’de en sevilen şarkılardan biri olan “Fıldır Fıldır Hayriye” şarkısını dinleyicilerimiz için sadece o geceye özel çalacağız. Yine hiçbir konserimizde olmayan bir şey daha yapacağız. Yerel çalgınız kemençe, bazı parçalarımızda bize eşlik edecek. Bu hem bizim için hem de dinleyicilerimiz için unutulmayacak bir sahne olacak.

Dünyanın çok farklı yerlerinde konserler vermenin grubun müziğine ve repertuarına bir etkisi oldu mu? Dünyanın 5 kıtasında 1000’den fazla konser verdik. Başlıca, ABD, Avustralya,

Son olarak Türkiye’deki hayranlarına vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 21 Kasım gecesi herkesi büyüleyici bir müzik yolculuğuna bekliyoruz. Gelin ve bu konserin tadını çıkarın.

KULTURA

39


Türk tiyatrosunun ve sinemasının en büyük çınarlarından biri, 79 yıllık ömrünün 57 yılını sanata adamış, meddahlıktan zenneliğe, tiyatro oyunculuğundan seslendirme sanatçılığına on parmağında on marifet olan usta oyuncu Erol Günaydın’ı, ölümünün 3. yıldönümünde hasretle ve hürmetle yâd ediyoruz… Hakan Karakullukçu

40

KULTURA


KULTURA

41


1933 yılında, Trabzon Akçaabat’ta dünyaya gelen Erol Günaydın, nakliyatçı bir baba ve ev hanımı bir annenin oğluydu. Sekiz yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti ve İstanbul macerası böylece başladı usta tiyatrocunun. İlk yıllarda şivesi yüzünden akranları arasında çok sıkıntılar yaşadı ancak kısa sürede konuşmasını düzeltmeyi başardı.

Haldun Taner, Reşit Baran,

Ahmet Kutsi Tecer gibi isimlerin

bulunduğu jüri

tarafından seçildi ve Haldun Taner Cep

Tiyatrosu’nda,

ilk kez sahneyle tanıştı. 42

KULTURA

Sonra tiyatro izlemeye başladı usta oyuncu. “İsmail Dümbüllü’yü çok severdim.” diyordu. Galatasaray Lisesi’ne başlayınca cumartesi pazar günleri tiyatro izlemeye gidiyor, Muammer Karaca’yı, Ali Sururi’yi izliyordu ancak tiyatrocu olmak aklının köşesinden bile geçmiyordu. Okulunda başarılı bir öğrenciydi ve doktor olmak istiyordu. Fakat tiyatro sevdasından derslerinde başarısız olmaya başlayınca birlikte doktor olmaya karar verdiği arkadaşı Asaf Çiyiltepe’ye “Sen doktor ol, ben artist olacağım” diyen Günaydın, ailesinden ve hocalarından olumsuz tepkiler almaya başladı. “O zamanlar artistlik ayıp bir şey!” diyordu. “Sadece edebiyat öğretmenimiz meşhur edebiyatçı Ahmet Kutsi Tecer ve Fransızca hocalarım çok destek verdi. Sonunda ben artist oldum, Asaf da Ankara Sanat Tiyatrosu’nu kurdu.” Tiyatro seçmelerine katılan Erol Günaydın, Haldun Taner, Reşit Baran, Ahmet Kutsi Tecer gibi isimlerin bulunduğu jüri tarafından seçildi ve Haldun Taner Cep Tiyatrosu’nda, 1955 yılında Papaz Kaçtı oyunuyla tiyatro hayatına başladı.

70’li yılların başlarında Yaygara 70 isimli bir müzikalle cumhuriyet tarihinin en büyük bestecilerinden biri olan Cemal Reşit Rey’i yeniden müzikale döndürdü. Ünlü müzikal Lüküs Hayat’ın bestecisi Cemal Reşit Rey kardeşini kaybettikten sonra müzikal işinden elini eteğini çekmiş, adeta hayata küsmüştü. Ancak Haldun Dormen ile birlikte Cemal Reşit Rey’in yanına giden Erol Günaydın, yazdığı müzikal Yaygara 70 ile ülkede fırtınalar estirdi. Bu günleri şu cümlelerle anlatır büyük usta: “Haldun beni de aldı Cemal Reşit Rey’e gittik. Cemal Bey ‘Kim yazacak?’ dedi; Haldun beni gösterdi. Cemal Bey bana döndü, ‘Yazabilecek misin?’ dedi. ‘Ben bizim mahallelerimizdeki Romeo’ları, şıpıdık terlikli Jülyet’leri yazacağım.’ dedim. ‘Yaz bakalım.’ dedi. Bir şarkı sözü yazdım götürdüm, ertesi gün şarkı sözümü besteledi ve artık Cemal Reşit Rey müzikallere geri dönmüştü. Sonra beni ölen kardeşinin yerine koydu, çok sevdi.” Yaygara 70, Beşiktaş’ın Tuzbaba Mahallesi’nde geçen bir RomeoJuliet uyarlamasıydı. Oyunun müziklerini o yılların en ünlü müzisyenlerinden biri olan Durul Gence ve orkestrası icra ediyordu. Oyunun kadrosunda ise Erol Günaydın’ın yanında Kerem Yılmazer, Kamran Usluer, Hadi Çaman, Şefik Döğen, Enver Demirkan, Yüksel Gözen, Cahit Irgat, Alpay İzer, Belkıs Bener, Göksel Kortay, Güzin Özipek, Tülin Oral, Hayrettin Aslan gibi önemli isimler bulunuyordu. Müzikal ülkede büyük sükse


yarattı ve yıllarca devam etti.

sahnelenmeye

1960 yılında ilk sinema filminde, Sami Ayanoğlu’nun yönettiği Yeşil Kurbağalar’da rol aldı büyük aktör. Ardından özellikle Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı filmlerde oynamaya devam etti. 1966 yılından itibaren ise Yılmaz Güney ile birlikte çalışmaya başladı. Yılmaz Güney ile arkadaşlıklarını şöyle anlatırdı Günaydın: “‘Eşrefpaşalı’ diye İzmir’de bir film çekiyoruz, Eşrefpaşalılar kabadayı. Her gün filmin setine geliyorlar, kavga çıkartıyorlar sette. Bir türlü bitmiyor film. Filmin İstanbul ayağında çalışırken yine Yılmaz’la birlikteyiz. Çengelköy’de filmin devamını çekiyoruz. Yılmaz bana dedi ki ‘Şişeyi al’, şişeyi aldım, ateş etti vurdu. Aydemir Akbaş da eline bir şişe aldı, onun da elindeki şişeyi 12’den vurdu, şişe tuz buz oldu.

Nebahat Çehre’nin kafasına bardak koydu, onu da vurdu. Nebahat Çehre korkudan bayıldı tabii. Eli titremeyen bir adamdı. Demir paraları tam ortasından vururdu. Kimseye zor kullanmazdı ama onu hiç rahat bırakmazlardı. ‘Sen neyle ateş ediyorsun? Mantar mı tutuyorsun?’ derlerdi, onu çileden çıkarırlardı. Yanındaki kadına asıldılar mı kimse onu yerinde tutamazdı. Başlardı kavga. Adana Yumurtalık’ta film çekerken karısı Fatoş da yanında, kaymakam Fatoş’a laf atıyor, o da Anadolu adamı, ‘dan’ diye kaymakamı başından vuruyor. Hiç affetmezdi.” 1965 yılında Haldun Dormen’in yönetmenliğini yaptığı Güzel Bir Gün İçin filminin hem senaryosunu yapan, hem de filmde rol alan Günaydın, 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi senaryo ve en iyi yardımcı erkek oyuncu ödüllerini

alarak kendisini iyice ispatladı. Erol Günaydın, sinema filmlerinin ve tiyatro oyunculuğunun yanında seslendirme işine de el attı. 1971 tarihli Yavru ile Katip filminde Müjdat Gezen’in canlandırdığı Yavru karakterini seslendiren Günaydın, ayrıca bir Metin Erksan filmi olan Yılanların Öcü’nde, Safa Önal yönetmenliğindeki Dertler Benim Olsun’da, Osman Seden yönetmenliğindeki Beş Milyoncuk Borç Verir Misin’de yine çeşitli karakterleri seslendirdi. Yabancı film seslendirmelerine de imza atan Erol Günaydın, Up isimli animasyonda, Yüzüklerin Efendisi’nde, Harry Potter’da ve Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nda da seslendirme yaptı. Bunların yanında ülkemizde en çok tanınan çizgi karakterlerden biri olan Ayı Yogi’ye de sesiyle hayat verdi usta sanatçı.

KULTURA

43


Tiyatronun yanında ek iş olarak yaptığı seslendirme için şunları söylüyordu Erol Günaydın: “ İtalyan filmi ‘Yavru ile Katip’ vardı, onları Altan Erbulak’la konuşturuyorduk ama tuluat yapıyorduk. O kadar süsledik ki, yaptığımız tuluat o kadar tuttu ki, İtalyan film şirketi bile şaşırmıştı, “Ne var Türkiye’de bu bizim film bu kadar seyrediliyor” diye. Sonra çok çizgi film konuşturdum. Ayı Yogi’yi seslendirdim, ona da katıştırdım bir şeyler, İngiliz Ayı Yogi’ye bir “Efeeem” koydum, birden bire bizim ormanların ayısı oldu. Böyle ufak tefek katkılar yapıyordum. Her gün dublaj yaptım. İki tiyatro bir arada, bir dublaj ancak geçiniyordum.” Seslendirmenin yanında meddahlık, zennelik, Nasreddin Hoca tiplemeleri gibi işler de yaptı büyük aktör. “Bir dönem tiyatrolar, sinemalar kapanmaya başladı, ben de

44

KULTURA

geleneksel Türk sanatlarını yaşatmak adına meddahlık yaptım.” diyordu bir röportajında. Dormen Tiyatrosu ve Kenterler Tiyatrosu’nda çalışan Günaydın, “İki taraftan aldığım maaşla ancak geçinebiliyordum. Birinden kiramı veriyordum, diğerinden geçimimi sağlıyordum. O zaman öyle çok kazanılmıyordu.” cümleleriyle anlatıyordu bu durumu. Usta oyuncu Altın Portakal ödülünü bile satmayı düşündü bir dönem, ancak heykelin elindeki portakalların altın değil de yaldız olduğunu

öğrenince yapamadı. Sonradan kanserden kaybettiği eşi Güneş Günaydın ile İzmir’de tanışmıştı Erol Günaydın. Kız isteme hikayesini şöyle anlatıyordu: “Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, rahmetli Şükran Güngör, ben arabayla Manisa’ya gittik, kızı istedik. Biraz nazlanır gibi oldular ama kadro güçlüydü, ağır bastık. Karımın gelinliğini de İtalya’dan Leyla Gencer yollamıştı.” Tiyatro ve sinema ile birlikte TV dizilerinde de unutulmaz rollere


imza attı Günaydın. 1995 yılında TRT’de başlayan, daha sonradan ATV bünyesine geçen efsane dizi Çiçek Taksi’de Ramazan Ay karakterini canlandırdı büyük usta. İsmet Ay ile birlikte Kocakarılar dizisinde ve TV filminde kadın kılığına giren Erol Günaydın, daha sonra bu başarısını yine İsmet Ay ile Tatlı Kaçıklar’a taşıdı. İsmet Ay’ın Dürdane Hanım’ı, Erol Günaydın’ın ise Beton Raziye’yi canlandırdığı Tatlı Kaçıklar, günümüzde hala özlenen yapımlardan biri. Erol Günaydın daha sonra HırsızPolis adlı dizide yatalak, dilsiz bir karakteri canlandırdı ve muhteşem bir performansa imza attı. Oldukça zor bir rolü sadece mimikleriyle ve gözleriyle canlandıran büyük usta, konuşmadan da çok şey anlatılabileceğini, oyunculuğun

sadece kelimelere dayanmadığını göstererek tüm ülkeye adeta oyunculuk dersi vermişti. 2004 yılında da ekranların en bilinen dizilerinden Cennet Mahallesi’nde üç sezon boyunca Deli Kadir karakterini canlandırdı. Son olarak uzun soluklu TV dizisi Akasya Durağı’nda iki sezon oynadı yılların ustası.Artık yorulan Günaydın bu dizideki rolüyle ilgili şunları söylemişti bir röportajında: “Yoruldum artık, durduraksız 60 sene oldu bu meslekte. Hala biraz gücüm olsa yeniden tiyatro sahnesine çıkacağım. Çok özlüyorum tiyatroyu. Hele bir koltuklu oyun olsa, oturup koltuğa rolümü oynayacağım. Türker (İnanoğlu) sağolsun Akasya Taksi’de böyle bir rol verdi. Fazla hareket etmeden oturduğum yerde oynuyorum.” Günaydın,

sanat

hayatının

son

ödülünü yine Antalya’da aldı. 2009 yılında Altın Portakal Yıldırım Önal Anı ödülüne layık görülmüştü usta aktör. 15 Ekim 2012 tarihinde ise yatmakta olduğu hastanede hayata gözlerini yumdu Erol Günaydın. Bugün vefatının 3. yılında saygıyla andığımız usta oyuncunun 2007’de Emine Algan ile yaptığı yaptığı söyleşinin kitap haline getirilmesiyle ortaya çıkan İki Kalas Bir Heves’teki cümleleriyle yazımızı sonlandıralım: “İnsanlar hayatımın en büyük serveti. Bütün gezdiğim yerdeki insanlara hep sevgiyle baktım, onlardan da sevgi gördüm. Kimseye kızamadım, herkese hak verdim. Belki bu sevgi dağıtımı beni çok mutlu ediyor. Bu sevgiyle belki bana hayat verdiler, nefes aldırdılar. Her zaman gülüyorum, gülümsüyorum. N’apayım.”

KULTURA

45


Hayvanlar şüphesiz girdikleri ortamı çok daha neşeli bir hale getirebilme becerisine sahip yaratıklar. Aynı durum sinema ve televizyon dünyasında da geçerli. Özellikle çocuk filmlerinin vazgeçilmez oyuncularından olan hayvanlar, bu alandaki yetenekleriyle de bütün bir filmin kimyasını değiştirebilmeyi başarıyor. Biz de 4 Ekim Hayvanları Koruma gününü okurlarımızla birlikte hatırlayabilmek adına okurken yüzünüzü güldüreceğini tahmin ettiğimiz film setlerinin emektar hayvan oyuncuları dosyamızı hazırladık. Gülşan Karademir

46

KULTURA


KULTURA

47


Rin Tin Tin (Rinty) 1920’li ve 1930’lu yıllarda dünyaca ünlü bir köpekti. Hasarlı bir köpek kulübesinden kurtarıldı ve Birinci Dünya Savaşı sonrası ABD’li asker Lee Duncan tarafından ABD’ye götürüldü. Los Angeles’ta bir köpek gösterisine katıldığında yapımcı Darryl Zanuck’un dikkatini çekti ve filmde oynaması için 350 dolar ödedi. İlk rolünü 1922’de The Man From Hell’s River filminde oynadı. Daha sonra My Dad(1922), Where the North Begins(1923), Shadows of the North(1923), Find Your Man(1924), The Lighthouse by the Sea(1924), Tracked in the Snow Country(1925), Below the Line(1925), Clash of the Wolves(1925), The Night Cry(1926), A Hero of the Big Snowa(1926), While London Sleeps(1926), Hills of Kentucky(1927), Tracked by the Police(1927), Jaws of Steel(1927), A Dog of the Regiment(1927), A Race For Life(1928), Rinty of the Desert(1928), Land of the Silver Fox(1928), The Million Dollar Collar(1929), Frozen River(1929), The Show of Shows(1929), Tiger Rose(1929), The Lone Defender(1930), On the Border(1930), The Man Hunter(1930), Rough Waters(1930) ve The Lightning Warrior(1931) projelerinde de rol aldı. 1932’de, 14 yaşındayken öldü ve doğduğu topraklara götürülerek Köpek Mezarlığı (et Autres Animaux Exotiques)’na gömüldü.

48

KULTURA


Terry 1933 Chicago doğumlu Terry 1930 ve 1940’lı yılların yetenekli hayvan aktristidir. Oz Büyücüsü(1939) ve Güldüren Gözler(1934) gibi filmlerde rol almıştır. Eğitmeni Carl Spitz’dir. Oz Büyücüzü filmi ile adı Toto olarak bilinir. Oz Büyücüsünde haftalık 125 dolar kazanıyordu. Ayrıca Kara Melek(1935), Fury(1936), Stablemates (1938) ve Son of the Navy(1940) filmlerinde de rol almıştır. 1945 yılında ölen Terry için, 2011’de Hollywood Anıt Mezarlığı’nda anıt mezar yaptırılmıştır. Oz Büyücüsü’nde Judy Garland, Frank Morgan, Ray Bolger, Bert Lahr, Jack Haley, Billie Burke, Margaret Hamilton, Charley Grapewin, Clara Blandick ve Singer Midgets gibi isimlerle rol almıştır. Victor Fleming yönetmenliğindeki film, L.Frank Baum’un 1900 yılındaki kitabı The Wonderful Wizard of Oz’dan uyarlanmıştır. Tüm zamanların en çok bilinen filmlerinden biri olan filmde hikaye, Dorothy adlı çiflik kızının yaşadıklarından oluşur. Terry filmde Toto adıyla Dorothy’nin köpeğidir.

KULTURA

49


Mister Ed Mister Ed, Gerçek adıyla Bamboo Harvester olan, Palomino cinsi bir attır. 1949 yılında El Monte, California’da doğmuştur. Onu diğer atlardan farklı kılan özelliği ise 1958 ve 1966 yılları arasında bir dizinin başrol oyuncusu olmasıdır. Bomboo Harvester, ünlü at eğitmeni Lester Hilton tarafından eğitilmiştir. “Mister Ed” sizisinde 8 yaşında bir at olarak karşımıza çıksa da aslında 11 yaşındaydı. Sağlık problemleri nedeniyle 1966’da bitirilen diziden sonra Mister Ed, reklam filmlerinde rol aldı. Mister Ed dizide, Wilbur Post’a ait bir attır. Diğer atlardan farklı olarak konuşabiliyordur. Sabiplerinden alınacağını düşündüğü için onlardan başka kimseyle konuşmaz. Yaramaz bir at olan Mister Ed evin telefonlarına cevap vermekten de geri kalmaz. Mister Ed’e, Allan Rocky Lane sesiyle hayat verir. Dizide Alan Young, Connie Hines, Edna Skinner, Larry Keating, Leon Ames, Florence MacMichael gibi bir çok önemli isim rol almıştır.

50

KULTURA


Orange Oscar ödülüne eşdeğer alan Patsy Ödülünü iki kere kazanan kedidir Orange. Patsy Ödülleri 1939’dan beri hayvan aktörleri onurlandırmak için düzenledir. İlk ödülünü oynadığı ilk filmi Rhubarb(1951) ile kazanan Orange, ikinci ödülünü on yıl sonra oynadığı Çılgınlar Kraliçesi(Breakfast of Tiffany’s/1961) filmiyle kazanır. Ünlü hayvan eğitmeni Frank Inn tarafından eğitilmiş olan Orange, Çılgınlar Kraliçesi’nde Audrey Hepburn ile kamera karşısına geçmiştir. Blake Edwars’ın yönetimindeki film George Axelrod tarafından, Truman Capote’nin 1958 tarihindeki romanından uyarlanmıştır. Filmde New York sosyetesinin neşeli, çılgın ve herkesin sevdiği Holly Golightly ve apartman komşusu genç yazar Paul Varjak arasındaki ilişki konu edinilir. Orange da Holly’nin kedisi olarak beyaz perdedeydi. Orange ayrıca Our Miss Brooks(1953-1955), This Island Earth(1955), Kendi Kendine Küçülen Adam(1957), Shirley Temple’s Storybook(1958), Visit to a Small Planet(1960), Gigot(1962), The Beverly Hillbillies(1963), The Comedy of Terrors(1963), My Favorite Martian(1963-1964) ve Village of the Giants(1965) adlı film ve dizilerde rol alarak sinema dünyasında 15 yıl geçirdi.

KULTURA

51


Pal Lassie film ve dizilerinin ilk göz ağrısıdır Pal. 1940 yılında Kaliforniya’da doğdu. 1943 yılında Yuvaya Dönüş filmiyle de beyaz perdedeki ilk rolünü aldı. Collie cinsi köpek, Lassie film ve dizi serisiyle o kadar çok sevilmiş ve ünlü olmuştu ki bazı insanlar bu köpek türüne Lassie dediler. Pal, Eric Knight’ın 1940 tarihli, Lassie ComeHome adlı romanından uyarlanan Yuvaya Dönüş filminin yanı sıra; Son of Lassie(1945), Courage of Lassie(1946), My Brother Talks to Horses(1947), Hills of Home(1948), The Sun Comes Up(1949), Challenge to Lassie(1949), The Painted Hills(1951) ve Lassie(1954-1960) projelerinde de yer almıştır. Pal ne yazıkki, Lassie adlı dizinin çekimleri sürerken, 1957’de kör ve sağır olduğundan ve giderek yaşlandığından sete pek gelememiş ve 1958 yılında ölmüştür. Sahibi aktör ve hayvan eğitmeni Rudd Weatherwax, Pal’ın ölümü ardından aylarca depresyona girdi.

52

KULTURA


Keiko 1976 İzlanda doğumlu Keiko, 2 yaşındayken yakalanarak İzlanda Okyanus Merkezi’ne getirildi. Daha sonra Ontaria Kanada’da bir eğlence merkezine nakledilerek gösteri yapmayı öğrendi. Kanadalı sahipleri tarafından Meksika’da başka bir eğlence merkezine satıldı. Meksikalılar tarafından çok sevilse de şartlar Keiko’nun Meksika’daki merkezde yaşaması için uygun değildi. Keiko’nun başrolde olduğu ve 3 seri çekilen “Özgür Willy” filminin ilki 1992 yılında Warner Kardeşler film şirketi tarafından çekildi. Filmde bir çocuk eğlence merkezindeki balinayı serbest bırakarak onu doğduğu yere, okyanusa kavuşmasını sağlıyordu. Keiko ayrıca Quinceañera ve Keiko en Peligro projelerinde de yer aldı. Keiko’nun sahibi onu, hayranları tarafından kurulan derneğe bağışladı ve bir milyondan fazla çocuğun katılıdığı bir kampanya ile Keiko’ya byük bir akvaryum inşa edildi. Bu akvaryumda sağlıklı bir şekilde yaşaması için çalışan bakıcıları ayrıca ona okyanusta yaşayabilmesi için gerekli olan yetenekleri kazandırmaya çalışıyorlardı. 2002’de, okyanusa salındıktan sonra kendi başına yiyecek buldu, diğer balinalarla bir araya geldi fakat bir türlü insanlardan kopamadı. Norveç kıyılarına geri dönüyordu. Doğal yaşama uyum sürecinde takibi bırakılmasa da Keiko 10 aralık 2003 yılında öldü.

KULTURA

53


Bart the Bear 1977 yılında Baltimore, Maryland, ABD’de doğan bozayıdır. 1980’den 2000 yılına kadar bir çok film ve dizide rol almıştır. Annesi de Grizzly(1976) ve Hayvanlar Günü(1977) filmlerinde rol almıştır. Ünlü hayvan eğitmeni Doug Seus tarafından getirilerek eğitilmiştir. Hollywood’un en dikkat çekici hayvanlarından biridir. 1998 yılında, 70. Akademi ödüllerinde Mike Myers’e, “En İyi Ses” kategorisinde Oscar’ı kazanan kişinin ismi yazılı olan zarfı getirmiştir. Windwalker(1980), Kenny Rogers as The Gambler: The Adventure Continues(1983), The Clan of the Cave Bear(1986), Louis L’Amour’s Down the Long Hills(1986), The Great Outdoors(1988), Ayı(1988), The Young Riders(1990), Lost in the Barrens(1990), Beyaz Diş(1991), The Gaint of Thunder Mountain(1991), On Deadly Ground(1994), Yellowstone(1994), İhtiras Rüzgarları(1994), Homeward Bound II: Lost in San Francisco(1996), Les Amants de Rivi”re Rouge(1996), Movie Magic(1997), Walking Thunder(1997), Ihanet(1997), Meet the Deedles(1998)adlı projelerde rol almıştır. 2000 yılında Growing Up Grizzly çekimleri sırasında, 23 yaşında kanserden ölünce yerini veliahdı Küçük Bart’a bırakmıştır. Bart’ın başrolde oynadığı Ayı(L’ours)filminin yönetmeni Jean-Jacques Annaud’tur. Film yönetmenin efsanevi olarak anılmasında büyük bir paya sahiptir. Filmde bir ayının büyüme öyküsünü dramatik olarak, inandırıcı bir şekilde anlatıyor.

54

KULTURA


Moose 1990 Florida doğumlu Moose, sinemanın bir diğer köpek oyuncusu. The 5 Mrs. Buchanans(1994), High Society(1995), My Dog Skip(2000) ve Frasier projelerinde rol almıştır. Jack Russell Terrier cinsi köpek olan Moose, Frasier dizisindeki Eddie Crane rolüyle ünlenmiştir. Frasier dizisi yayınlandığı 11 yıl boyunca 37 kez Emmy Ödülü kazanmıştır. İngiliz kanalı Channel 4 tarafından düzenlenen ankette “Tüm zamanların en iyi sitcom’u” seçilmiştir. My Dog Skip filminde Willie Morris adlı bir çocuğu doğum günü hediyesi olarak yetenekli köpek Skip hediye edilir. Willie, köpeği Skip ile birlikte okulun en tatlı kızının beğenisini kazanacaktır. Yönetmenliğini Jay Rusell’ın yaptığı filmde Moose, Frankie Muniz’e eşlik etmiştir. 2006 yılında ölen Moose’nin My Life as a Dog adıyla, Brain Hargrove tarafından yazılan otobiyografik kitabı vardır. Moose, son altı buçuk yılını oğlu Enzo, eğitmeni Mathilda DeCagny ve kocası Michael Halberg ve “As Good as ıt Gets filmindeki köpek oyuncu Jill ile birlikte geçirmiştir.

KULTURA

55


Tai 1990’lardan bu yana karşımıza çeşitli şovlar, etkinlikler, reklamlar ve flmlerde çıktı yetenekli fil Tai. Trunk Will Travel şirketi tarafından sahiplenen ve eğitilen Tai’nin ilk deneyimi, Rudyard Kipling’in aynı adlı kitabından uyarlanan Ormanın Kitabı(1994) adlı filmle oldu. 1995’te ise Silmon Wincer’ın yönetmenliğini üstlendiği Uçan Fil adlı filimle bir yıldız haline geldi. Daha sonra Yol Arkadaşım Bir Fil(1996), Orman Kaçkını(1997), Circus(2000), Gurur Dünyası(2004), Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkanından (2010) ve Aşkın Büyüsü filmlerinde de rol almıştır. Francis Lawrence yönetmenliğindeki Aşkın Büyüsü filminde Reese Witherspoon, Robert Pattinson, Jim Norton, Hal Holbrook, Christoph Waltz ve Paul Schneider gibi isimlerle rol alan Tai, asi dil olarak karşımıza çıkar. Fimde veterinerlik öğrencisi Jacop, anne ve babasını trafik kazasında kaybedince gezici bir sirk trenine katılır. Sirk sahibi, veterinerlik okuduğu için Jacop’a hayvanların sorumluluğunu verir. Zamanla Jacop ile asi fil Rosie arasında bir bağ oluşur.

56

KULTURA


Crystal Hollywood yıldızlarını bile geride bırakan, dünyanın en zengin maymunu Crystal. 1994 doğumlu Crystal, Birds & Animals Unlimited tarafından 1996’da sahiplenilmiş ve eğitilmiştir. Film kariyerine ise 1997 yılında bebek maymun olarak George of the Jungle filmiyle başladı. 2012 yılında ise Animal Practice adlı dizide Dr. Rizzo karakteriyle başrollerden biriydi ve bu diziden bölüm başına 12 bin dolar kazandı. Dişi olan Crystal hollywood’un bir çok ismiyle kamera karşısına geçti. Dolittle(1998), Amerikan PAstası(1999), Terör Yolu(2000), Dr. Dolittle 2(2001), Amerikan Pastası 2(2001),Malcolm in the Middle(2002), Reel Comedy(2002), Müzede Bir Gece (2006), Müzede Bir Gece 2(2009), Hangover Part 2(2011), Hayvan Bakıcısı(2011), Bo Rest for the Wicked: A Basil & Moebius Adventure(2011), Düşler Bahçesi(2011), Monkey Agent(2012), Animal Practice(2012-2013), Community(2010-2013), Blood Moon(2014), Marvel One-Shot: All Hail the King(2014), Müzede Bir Gece: Lah,tteki Sır(2014), Russel Madness(2015), The Boys at the Bar ve Gibby(2015) projelerinde rol aldı. KULTURA

57


Madison 1999’da Hawaii’de doğmuştur. Sarı, labraador Retriever cinsi dişi bir köpektir. 2004-2010 yılları arasında Amerika’da ve tüm dünyada çok ses getirmiş, Lost ve Lost: Missing Pieces dizisinde toplamda 39 bölümde rol almıştır. Dizide Sidney, Avustralya’dan Los Angeles, ABD’ye uçan bir yolcu uçağı kaza yapar. Güney Pasifik’te yer alan gizemli bir adaya düşen yolcuların yaşadıkları konu edinir. Geniş oyuncu kadrosu ve Hawaii’deki çekim nedeniyle televizyon tarihinin en pahalı dizilerinden biri olan Lost, 121. bölüm çekilebilmiştir. Kazada 324 yocudan 71’i kurtulur, bunlardan biri de Vincent’tır(Madison). Dizide Jorge Garcia, Naveen Andrews, Matthew Fox, Josh Holloway, Daniel Dae Kim, Yunjin Kim, Evanfeline Lilly, Terry o’quinn, Emilie de Ravin, M,chael Emerson, Henry Ian Cusick, Dominic Monaghan gibi bir çok ünlü isim rol almıştır.

58

KULTURA


Honey Bump Bear ve Bart the Bear 2(Little Bart) Honey Bump Bear ve Bart the Bear kardeş ayılardır. 2000 yılında Alaska’da doğan kardeşlerden Honey Bump Bear dişi, Bart the Bear ise erkektir. Anneleri öldüğü için yetim kalan ayı kardeşlere, hayvan eğitmeni Doug ve Lynn Seus sahip çıkmıştır. Bart the Bear adını, 2000 yılında ölen ünlü ayıdan almıştır. Honey Bump Bear, Dr. Dolittle 2(2001), Growing Up Grizzly(2001) ve Hayvan Bakıcısı(2011) ile tanınır bir aktrist oldu. Bart the Bear 2(Little Bart) ise Dr. Dolittle(2001), Without a Paddle(2004), Kanıt Peşinde(2005), An Unfinished Life(2005),The Amazing Race(2005), Scrubs(2006), Into the Wild(2007), Horse Crayz 2: The Legend of Grizzly Mountain(2010), Hayvan Bakıcısı(2011), Düşler Bahçesi(2011), Taht Oyunları(2013), Into the Grizzyly Maze(2015) gibi bir çok film ve dizide rol almıştır. Ayı Kardeşlerin birlikte rol aldığı filmlerden Dr. Dolittle’nin başrollerinde Eddie Murphy, Ossie Davis, Oliver Platt’ın yer aldığı filmin yönetmeni Betty Thomas’tır. serinin ilk filminde Doktor John çocukken sahip oldu ama farkında olmadığı yeteneğini geri kazanmış ve hayvanlarla konuşup onlara yardım edebilmiştir. İkinci filmde ise bu bir ayıyı ve bir orman halkını kurtarabilmek için çabalar. Growing Up Grizzly, Tv’de yayınlanan bir dizi belgeselin boz ayılarla ilgili olan bölümüdür. Brad Pitt, Jennifer Aniston, Doug Seus ve Lynne Seus isimlerinin rol aldığı belgesel, doğal yaşamda ya da esaret altında doğmuş bir veya birden fazla aynı türden hayvanın hayatlarıyla ilgilidir. Ayı kardeşlerin bir diğer filmi Hayvan Bakıcısı’nda Kevin James, Rosario Dawson, Leslie Bibb, Ken Jeong, Donnie Wahlberg gibi isimler rol alıyor. Yönetmenliğini Frank Coraci’nin yaptığı filmde, hayvanat bahçesinde çalışan Griffin Keyes’i dibe vurmuş hayatını yoluna koyacak olanlar ise, her gün tek tek ilgilendiği hayvanlar olur. KULTURA

59


Saklı Şehvet Elizabeth Hoyt Güzel, iyi yürekli ve genç bir dul olan Silence Hollingbrook dokuz ay önce korkunç bir hata yapmıştır. Kocasını koruması için bir nehir korsanıyla yaptığı pazarlık evliliğine mal olmuştur. Genç kadın, bu olaydan sonra kardeşiyle birlikte yönettiği yetimhanede saklanır. Ancak korsan geri gelmiştir ve ondan yardım istemektedir. Çok çekici ve korkunç derecede zeki nehir korsanı, “Yakışıklı” Mickey O’Connor, Londra yeraltı dünyasında büyük mücadelelerle yükselmiştir. Merhamet ve aşk gibi duygulara önem vermemekte ve insanları oynatılacak piyonlar olarak görmektedir. Ancak çaylak bir kaptanın, kendisinden yardım isteyip bir geceyi onunla sohbet ederek geçiren karısını hiç unutamamıştır. Tarihi romans türünün yeni efendisi olarak gösterilen Hoyt’un bu son romanı, dilimize Nalan Yüce tarafından çevrildi.

Cambazın Cenazesi Firuze Engin Bir sahil kasabasında yaşayan insanların, küçük hayallerle kurdukları hesapların sebep olduğu büyük kentsel dönüşümün komik hikayesi. Kasabalının çok sevdiği ihtiyar Rasim İsmet ölür ve ardında kocaman, verimli bir bahçe içinde üç ev bırakır. Merhumun tek isteği, evinin bahçesine gömülmektir. Ancak o henüz hasta yatağındayken, çocukları herkesten habersiz bahçeyi satmıştır. Kasaba ikiye bölünür, dönüşümü isteyenler ve istediği halde söyleyemeyenler. 15 yaşlarındaki iki torun, her şeye inat dedelerinin vasiyetini yerine getirmeye ve cenazeyi mezarlıktan kaçırıp bahçeye gömmeye karar verirler. Yıkım için dozerler gelecek olsa bile. İki oyuncu için yazılmış, yirmi karakterden oluşan komik, absürd bir anlatı oyunu Cambazın Cenazesi.

Benim Yazarlarım Erendiz Atasü Erendiz Atasü uzun yıllar boyunca roman ve öykülerinin yanı sıra Varlık, Papirüs, Cumhuriyet Kitap, Çağdaş Türk Dili gibi çeşitli dergi ve gazetelerde kitapeleştirileri yazmıştır. Benim Yazarlarım işte bu zengin seçkiden oluşturulmuş çok yönlü bir başvuru kaynağı niteliği taşır. Kadın ve erkek yazarların dünyalarını ayrı ayrı ele alan kitapta, Mina Urgan’dan Virginia Woolf’a, Ayla Kutlu’dan Simone de Beauvoir’a kadar toplumsal normların dışına çıkabilmiş özgür ve başkaldıran kadınların metinleri Atasü’yü özellikle etkilemiştir. Erkeklerin edebiyatında ise daha çok politik göndermeler vardır. Thomas Mann’ın iki dünya savaşından sonraki çatışmaları ele alan metinleriyle Murathan Mungan’ın oryantalizmi ve eski zaman masallarını çağrıştıran destansı öyküleri de Erendiz Atasü’nün belleğinde saklı kalmıştır.

60

KULTURA


Edebiyatlaşan Dünya Afaq Esedova Uygar dünya görüşü sistemler; kuantum fiziğine, görecelik kuramına dayanarak geleneksel rasyonel bakışların çerçevesinden çıkıyor, zaruret ve tesadüf, neden ve sonuç, pay ve bütün vb. yeni kategorileri dikkate alıyor. Çağdaş bilim, pozitivist bilimin dayanağı olan deneyin anlamında değişikliğe yol açıyor. Deney yapma stratejisi ilkeli şekilde değişiyor, yeniden aynı durumu yaratmak mümkün olmuyor. Kuantum fiziğinin önemli temsilcilerinden N. Bohr ve W. Heisenberg belirtmişlerdir ki fizik sahasında deney anında, nesne gözlemlendiğinde nesnenin kendisi harekete geçirilir ve aynı anda mikrosistemi değiştirmeden gözlem yapmak mümkün değildir. Demek ki üzerinde deney yapılan nesne, deneyden önceki nesnenin aynısı değildir. Bu, elde edilen pratik başarılardan bağımsız olarak şunu gösterir ki rasyonel bilim dünyanın algısıyla sınırlıdır.

Ölümcül Risk Simon Kernick Stegs Jenner her zaman sınırda yaşamıştır. Gizli görev üstlendiğinde, suçlularla zaman geçirip, onları adaletin karşısına çıkarmak için savaşmaktan başka hiçbir şey düşünmeyen sıra dışı bir kanun adamıdır. Jenner kendi yoluna gitmeye karar verdiğinde, dâhil olduğu operasyon korkunç bir şekilde yanlış gidince tüm şüpheler onun üzerinde toplanır. Araştırmacı dedektir John ve dedektif Tina Boyd soruşturma için çağırılır. Bilmedikleri şey ise, araştırdıkları olayın onları Londra’nın kötülüğüyle nam salmış uyuşturucu çetesinin kalbine, içlerinden birini de düşmanın namlusunun tam ucuna götürecek olmasıdır. Kernick’in bu cesur gerilim romanı Özlem Menemencioğlu’nun Türkçesiyle Olimpos Yayınları’ndan dilimize kazandırıldı.

Kaybetme John Bowlby “Bağlanma ve Kaybetme” üçlemesinin son cildi olan Kaybetme çocukların bir anne figürünün geçici veya kalıcı kaybına verdikleri tepkileri ve bağlanmanın yapısını irdeler. Bowlby, anne figüründen ayrılmak zorunda kalan çocuklara ve bu kayba eşlik eden kaygı, hüzün ve yas duygularına bakar. Ayrılık tecrübesini yaşayan bütün çocuklarda ortak bir biçimde ortaya çıkan üç aşamalı bir davranış dizisi tanımlar. Bu davranışlar protesto, umutsuzluk ve kopmadır. Bağlanma figürünün geri dönüşündeki davranışlar ise daha karmaşıktır ve öfke, reddetme veya yapışmayı içerebilir. Burada sunulan teoriler birçok bakımdan Freud’un ve takipçilerinin hazırlayıp geliştirdiği teorilerden ayrılır, öyle ki kişiliğin gelişimi ve psikopatolojiyi anlamak için yeni bir paradigma ortaya koyar.

KULTURA

61


Sadist John Burley Ohio’nun batısında, şehir hayatının karmaşasından uzak, huzur dolu bir kasaba bulunmaktadır. Aile hayatı için mükemmel bir yerdir. En azından vahşice cinayetler işlenmeden önce öyleydi. Kasabanın Adli Tıp Uzmanı Dr. Ben Stevenson, trafik kazaları ve doğal ölümler haricinde sakin bir yaşam sürüyor, iki oğlu ve karısıyla birlikte bolca zaman geçiriyordu. Ta ki ormanlık arazide genç bir delikanlının cesedi bulunana dek… Bölgedeki tek Adli Tıp Uzmanı Ben, vakaya dâhil olana kadar her şey yolunda gitmişti. Ancak şimdi bir seçim yapmak zorundaydı; olayı çözebilmek için ailesinin hayatını tehlikeye mi atacaktı yoksa bu soruşturmada görev almaktan vaz mı geçecekti? Olayı derinlemesine araştırdıkça durumun yıkıcı sonuçları ortaya çıkacak, şaşırtıcı gerçeği öğrendiğindeyse bütün hayatı altüst olacaktı.

Başlık Parası Erdener Duru Köy’de hayatını sürdüren zihinsel özürlü bir gencin, bir kıza aşık olmasıyla başlayan komik bir hikaye okuyacaksınız. Hiçbir işe yaramaz aylak ve tembel olduğundan köyde de paşam diye çağırılan Fuat’ın diğer insanların yanında ne kadar başarılı ve şanslı olduğunu gördükçe sizde çok gülüp eğleneceksiniz. İnanılmaz sürükleyici ve ilginç bir hikaye, bitti diye üzüleceğiniz bir kitap olacak sizin için, sayfa sayfa keyfini çıkarın. Kitap bittikten sonra bile hikayenin çoğu yeri aklınıza gelip kendi kendinize güldüğünüzde yanınızdakine anlatacağınız komik bir anı olacak sizin için.

Dış Kapının Mandalı Arzu Uçar 2015 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görülen Arzu Uçar, birbirlerini gören ama duymayan, duyan ama görmeyen karakterlerin ilişkilerini anlatırken eşyanın sessiz dilini kullanıyor, en sarsıcı duyguları bile sükûnetini kaybetmeden okura aktarıyor. Dış Kapının Mandalı sadece hayata pamuk ipliğiyle bağlı insanların değil, bir bakıma pamuk ipliğinin, yani nesnelerin de öykülerini içeriyor. Demirin soğuğu, şelalenin gürültüsü, bir bluzun kokusu, bir eldeki kahverengi lekeler kimlik kazanarak bizi peşlerinden sürüklüyor. Ama bütün yolculukların sonu yalnızlığa çıkıyor. Yalnızlığı delip geçecek sırrı ise kimse bilmiyor.

62

KULTURA


Özel Dedektif Chi Wei-Jan Üniversitenin ve akademinin kısırlığından sıkılan bir akademisyen olan Bay Wu, bir gün istifa eder ve radikal bir kararla özel dedektif olmaya karar verir. Taipei’nin görece daha alt sınıf bir mahallesine taşınır. Burada ufak tefek dedektiflik işleriyle uğraşmaya başlar. Ta ki Tayland’ın ilk serikatiliyle tanışana ve onun cinayetlerini çözmeye başlayana dek. Hızlı temposu ve eğlenceli diyaloglarıyla Özel Dedektif, klasik polisiyenin üzerine felsefi tartışmaları da ekleyerek bu alanda yeni bir soluk yaratıyor. Yayınlandığında satış rekorları kıran Özel Dedektif, Taipei Book Fair Award (2012), China Times Open Book Award (2011), Asia Weekly, En İyi 10 Çince Roman (2011) ödüllerini kazanmasının yanı sıra, 2015 yılının sonunda sinemaya da uyarlanacak.

Yılanlar ve Merdivenler Sean Slater Dedektif Jakob Striker, ölümün darbesinden payına düşeni almıştı. Ancak bu seferki vaka, onu gerçekten şaşkınlığa uğratıyor. Köhne bir apartman dairesinde gerçekleşen bir intihar için çağırıldığında dava, onu beklenmedik bir şekilde evine bir adım daha yaklaştırıyor. Bu kez kurban, başka bir üzücü istatistikten daha ötesi: Bu kez kurban, Striker’ın tanıdığı ve değer verdiği birisi. Ve Striker’ın kesin olarak bildiği bir şey var: Bu bir intihar değil. Striker’ın soruşturması, onu Riverglen Akıl Hastanesi’ne yönlendirdi. Kurban, Psikiyatrist Dr. Erich Ostermann tarafından yönetilen destek grubundaki bir hasta. Ve Striker, Larisa Logan’ın kayıp olduğunu öğrendiğinde soruşturması da hız kazanıyor. Zamana ve korkutucu düşmanına karşı yarışan Striker, umutsuz bir şekilde Larisa’yı arıyor. Doğru bir adamın onu öne geçireceği, yanlış bir adımın ise kendi sonunu hazırlayabileceği bir oyun oynuyor. Bu, psikopatların oyunu. Yılanlar ve Merdivenler…

Suya Kavuşuncaya Dek Linda Sue Park Güney Sudan’da ailesiyle mutlu bir hayatı varken 1985 yılında iç savaş nedeniyle yerinden yurdundan olan Salva Dut’un gerçek yaşam öyküsü… Ailesinden kopan Salva, Sudan’dan Etiyopya’ya, Etiyopya’dan Kenya’ya sürüklenerek yıllarca mülteci kamplarında yaşamak zorunda kalır. Ancak günün birinde tanışacağı İrlandalı yardım görevlisi Michael, Salva’nın hayatını tümüyle değiştirecektir. Kitapta Güney Sudan’daki başka bir kabileye mensup küçük bir kız olan Nya’nın 2008’de başlayan öyküsü, Salva’nınkine paralel bir şekilde anlatılıyor. Aslında iki düşman kabileden olan bu iki kişinin yolları, sürprizli bir sonla kesişiyor.

KULTURA

63


Bulantı Zeki Demirkubuz’un hem yönetmenliğini yaptığı hem de başrolünde yer aldığı Bulantı filminde, Demirkubuz’a Şebnem Hassanisaughi eşlik ediyor. Öykü Karayel, Çağlar Çorumlu, Cemre Ebuzziya, Ercan Kesal ve Nurhayat Demirkubuz filmde rol alan diğer isimlerden. Ahmet, sevgilisiyle olduğu bir gece, karısını ve küçük kızını trafik kazasında kaybettiğini öğrenir. Bu olaydan çok fazla etkilenmeden hayatına devam etse de bir süre sonra hayatında değişimler olacaktır.

Efsane (Legend) Brian Helgeland’ın yönetmenliğini yaptığı film 1950’li ve 1960’lı yıllarda İngiltere’de terör estiren ikiz gangsterler Ronald ve Reginald Kray’ın hikâyesini konu ediniyor. İkiz kardeşler üzerinden yola çıkarak dönemin yeraltı suç dünyasını beyazperdeye yansıtan filmde ikiz kardeşleri canlandıran Tom Hardy, büründüğü farklı farklı imajlarla dikkat çekerken, Emily Browning, Paul Bettany, Colin Morgan, Christopher Eccleston, David Thewlis, Chazz Palminteri ve Aneurin Barnard filmde rol alan diğer isimlerden.

Kafes Yönetmen koltuğunda Mahmut Kaptan’ın oturduğu Kafes, yakın siyaset tarihimize ışık tutmaya çalışan bir dönem filmi. 80’li yıllardaki darbe dönemini çoğunlukla solcuların gözünden anlatan diğer dönem filmlerinin aksine ülkücülerin gözünden yansıtmayı amaçlayan filmde, İsmail Hacıoğlu, Nilay Duru, Fırat Şahin, Turgay Atalay, Barış Küçükgüler, Murat Ercanlı, Mine Doğan, Janberk Nak gibi isimler yer alıyor.

64

KULTURA


Marslı (The Martian) Mars’a astronotların gönderildiği bir görevde, bir astronot arkadaşları tarafından, şiddetli fırtına sonrası öldüğü sanılarak terk edilir. Mark Watney, Mars’ta yapayalnız, elindeki sınırlı olanakları, zekâsını ve dayanıklılığını kullanarak dünyaya sinyaller göndermeye çalışır. Geçen yılın en beğenilen bilimkurgu kitaplarından biri olan Andy Weir’e ait The Martian’dan uyarlanan film, Mark’ın günlüklerinden derlenmiş ve Mark’ın hayatta kalma mücadelesini konu ediniyor. Yönetmenliğini Ridley Scott’un üstlendiği filmde, Matt Damon, Jessica Chastain, Kate Mara, Chiwetel Ejilofor, Jeff Daniels, Micheal Peña, Sean Bean ve Donald Glover gibi isimler yer alıyor.

Mantıksız Adam (Irrational Man) Woody Allen’ın yeni filmi, küçük bir kasabada küçük bir kampüste felsefe profesörü olan ve orta yaş bunalımı krizini yaşayan bir adamın hikâyesini konu alıyor. Hayatını değiştirmeye çalışan profesörün ilk hedefi kendisinden yaşça küçük öğrencisiyle yakınlaşmak oluyor. Filmde Joaquin Phoenix, Emma Stone, Parker Posey, Jamie Blackley, Meredith Hagner, Ben Rosenfield, Susan Pourfar gibi isimler rol alıyor.

Yanlış Kapı (Knock Knock) İki esrarengiz kadının, yağmurlu bir gecede Evan Webber’ın (Keanu Reeves) evinin kapısında belirmesiyle mutlu evliliğinin yıkılmasını ve tekdüze hayatının değişmesini konu alan filmin yönetmenliğini Eli Roth yapıyor. Yıllar sonra yeniden gerilim filminde izleyeceğimiz Keanu Reeves’a Lorenza Izzo, Ana de Armas, Aaron Burns, Coleen Camp ve Ignacia Allamand eşlik ediyor.

KULTURA

65


Max Steel

Genç yönetmen Stewart Hendler’ın yönetmenliğini yaptığı Max Steel, yönetmeninin en dolgun bütçeli yapımı. Daha önce korku-gerilim türü filmlerle adını duyuran Hendler, bu kez bir bilim-kurgu güzellemesiyle karşımıza çıkıyor. Filmde Ben Winchell, Josh Brener, Maria Bello, Andy Garcia, Mike Doyle, Billy Slaughter, Philip DeVona ve Brigham McNeely gibi isimler yer alıyor.

Tehlikeli Yürüyüş (The Walk) Philippe Petit (Joseph Gordon-Levitt) Fransız bir ip cambazıdır. Kariyerinin en tehlikeli denemesine girişerek Dünya Ticaret Merkezi’ndeki ikiz kuleler arasında yürüme gösterisi yapacaktır. Philippe Petit’in To Reach the Clouds adlı otobiyografisinden uyarlanan filmin yönetmenliğini Geleceğe Dönüş, Forrest Gump, Yeni Hayat gibi büyük filmlerin yönetmeni Robert Zemeckis yapıyor. Filmde, başrol Joseph Gordon-Levitt’e Ben Kingsley, Charlotte Le Bon, James Badge Dale, Ben Schwartz, Clément Sibony, Jason Deline ve Mark Camacho eşlik ediyor.

Ali Baba ve 7 Cüceler Cem Yılmaz’ın dördüncü sinema filmi Ali Baba ve Yedi Cüceler’de seyirciyi yine ilginç bir hikâye bekliyor. Ünlü komedyen önceki filmlerinde olduğu gibi, filmin hem yönetmenliğini üstleniyor hem de başrolde yer alıyor. Zafer Algöz, Irine Ivkina ve Çetin Altay, Yılmaz’a eşlik eden isimler arasında.

66

KULTURA


Kızıl Tepe (Crimson Peak) Guillermo del Toro’nun yönetmenliğini yaptığı film, genç bir yazar olan Edith Cushing’in hikâyesini konu alıyor. Edith yakışıklı ve çekici kocasının, tanıdığından çok daha farklı biri olduğunu keşfeder ve kan kırmızısı toprağa sahip bir tepedeki eve sürüklenir. Gerçek, Kızıl Tepe’de tutku ile karanlık, gizem ile delilik arasında saklıdır. Filmde, Charlie Hunnam, Jessica Chastain, Tom Hiddleston, Mia Wasikowska ve Doug Jones, Jim Beaver, Leslie Hope ve Burn Gorman gibi isimler yer alıyor.

Magi Türk yapımı korku filminde Amerikalı gazeteci Olivia Watkins, Türkiye’de yaşayan kır kardeşi Marla tarafından İstanbul’a çağrılır. İstanbul’a geldiği gece kardeşi Marla’nın esrarengiz bir şekilde ölmesiyle hikâye başlar. Yönetmen ve senaristliğini Hasan Karacadağ’ın yaptığı filmde, Micheal Madsen, Brianne Davis, Lucie Pohl, Dragan Micanovic ve Stephen Baldwin gibi isimler yer alıyor.

Otel Transilvanya 2 2012 yılında vizyona giren animasyon filmin devamı olan Otel Transilvanya 2’nin yönetmenliğini, ilk filmde olduğu gibi, Genndy Tartakovsky yapıyor. Vampir Vlad, ailesini bir araya toplamak için Otel Transilvanya’ya geldiğinde, otelin doğaüstü bir old-school tarzına büründüğünü keşfedecektir. Senaryosu Adam Sandler ve Robert Smigel’e ait olan filmde, ilk filmde olduğu gibi, Adam Sandler, Selena Gomez, Andy Samberg, Mel Brooks, Steve Buscemi, Kevin James, Fran Drescher ve David Spade karakterlere sesleriyle hayat veren isimlerden.

KULTURA

67



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.