Kultura Dergi Kasım 2015

Page 1

KASIM 2015 / Sayı: 9

Titanik Orkestrası ile sezonu açan ekip, sorularımızı yanıtladı.

6

ANDRÉ RIEU TÜRKİYE’DE

24

İSMAİL DÜMBÜLLÜ

28

EDEBiYAT’IN KORKUNÇ YÜZLERi


EDiTO

İSTANBUL’DA KIŞ BAŞKADIR

Erdem Yaşar facebook.com/kulturadergi twitter.com/KulturaDergi

Havaların soğumaya başlamasıyla evde geçireceğiniz süreçte keyifle okuyacağını umduğum yeni sayımızdan sıcak bir merhaba tüm okurlarımıza... Seçimlerin geride kalmasıyla siyasi gündemin biraz durulması ümidiyle kış aylarını en iyi şekilde değerlendirebilmek için etkinlik takvimlerimizi şimdiden hazırlamaya başladık. Tiyatrolar, sanat toplulukları ve finans sektörü destekli sanat derneklerinin kış programlarından anladığımız kadarıyla 2015’in son ayları son derece hareketli ve dolu dolu geçecek. Her ne kadar başlıkta İstanbul yazmış olsam da birçok dünyaca ünlü sanatçının Anadolu’daki diğer şehirlerde de izleyicileriyle buluşacak olması bence son derece sevindirici bir haber. Dünyaca ünlü önemli gösterilerin yanı sıra her bütçeye uygun, hatta ücretsiz birçok sergi ya da tiyatro gibi etkinliklerin de sanat severlerin beğenisine sunulduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Özellikle bu kış birçok genç tiyatro topluluğu gerek klasik gerek kendi özgün eserlerini sahneye koymaya hazırlanıyor. Bu sayımızda yeni ve yetenekli birçok ismin bir arada yer aldığı bir tiyatro topluluğu olan Tiyatro Durak’ı konuk ediyoruz. Kendi sahnelerini açma yolunda emin adımlarla ilerleyen ekip, bu sezon sahne aldıkları ufak sahneyi kendi avantajlarına kullanarak Titanik Orkestrası oyununu kendi yorumlarıyla izleyicilerle buluşturuyor. Bu sezonun ilk oyunundan önce de bizi kırmayarak sorularımızı cevaplamayı kabul ettiler. Dergimizi keyifle okumanız ve dolu dolu bir kış geçirmeniz dileğiyle...

www.dipterafilm.com diptera@dipterafilm.com 0216 469 17 72 Marmara cad. Merve apt. 25/1 D:11 Kozyatağı, Kadıköy, İstanbul

Genel Yayın Yönetmeni: Erdem Yaşar Yazı İşleri Müdürü: Hakan Karakullukçu Editör: Emir Bozkurt, Emin Eren, Gülşan Karademir, Tuna Akşen

Görsel Yönetmen: Gülay Sağ İletişim: info@kulturadergi.com bulten@kulturadergi.com


iÇiNDEKiLER KASIM 2015

24

12

İSMAİL DÜMBÜLLÜ

TİYATRO DURAK Tiyatro Durak ekibiyle bu sezonki oyunları Titanik Orkestrası ve gelecek planlarını konuştuk.

4

Türk tiyatro tarihinin en önemli karakterlerinden birisinin hayatını dosyamızda okuabilirsiniz.

12

50 54

HABERLER ANDRÉ RIEU TÜRKİYE’DE

RÖPORTAJ TİYATRO DURAK

HABERLER KESİŞEN DÜNYALAR: ELÇİLER VE RESSAMLAR

Kitap sayfalarından çıkıp beyaz perdede yerini alan korku klasikleri dosya konumuzda.

28

HABERLER RABA DI BABBA JAZZ COMPANY’DE

8

EDEBiYAT’IN KORKUNÇ YÜZLERi

11

HABERLER STEPHEN KING’IN YENİ ROMANI RAFLARDA

6

28

24

DOSYA KONUSU İSMAİL DÜMBÜLLÜ

DOSYA KONUSU EDEBiYAT’IN KORKUNÇ YÜZLERi BEYAZ PERDEDE KİTAP SİNEMA

KULTURA

3


İYİ SAHNE Türkiye’de ilk defa dijital ortamda sanat ve performans profesyonellerini müşteriler ve etkinlik sahipleriyle buluşturan iyisahne.com, yayın hayatına başladığı Nisan ayından bu yana etkinlik sahiplerinden gelen yüzlerce teklifi sanatçılara ulaştırdı. Böylece sanatçıların, müşteriler ve etkinlik sahipleri tarafından kolaylıkla keşfedilmelerini ve iş bulmalarını sağlayan iyisahne. com, müzisyen, enstrümanist, müzik grubu, orkestra, ensemble ve DJ’ler üzerinden sahip olduğu ve hergün büyümeye devam eden 200 kişilik portföyü ile hizmet vermeye devam ediyor. İnternet girişimclerini ve yatırmcılarını bir araya getirmeyi amaçlayan Etohum’un 2015 yılında seçtiği girişimlerden biri olarak adını duyuran iyisahne.com kültür, sanat ve eğlence ekonomisinde bir ilk niteliği taşıyor.

STEPHEN KING’IN YENİ ROMANI RAFLARDA

HIPHOP JAM İSTANBUL 2015 Hip Hop kültürünün bütün unsurlarının bir arada hayat bulacağı HipHop Jam İstanbul 2015, Pozitif Live ve Hiphoplife işbirliği ile 5 Aralık Cumartesi günü Volkswagen Arena’da Hip Hop camiasının en büyük isimlerini bir araya getirmeye hazırlanıyor. Türk Rap müziğinin en önemli isimlerinin sahne alacağı etkinliğin headliner’ı, canlı orkestrası ile Türkiye’nin en popüler rapper’ı Ceza olacak. Break dans, rap, graffiti ve dj performanslarıyla dolu etkinlik, Hip Hop severlere kendi dünyalarını tam anlamıyla yaşatacak. Hip Hop camiasının yıllarca unutulmayacak buluşmasında, Ceza’nın yanı sıra Mode XL, Ege Çubukçu, Sansar Salvo, Pit10, Ayben, Kamufle, Anıl Piyancı&Emrah Karakuyu ve Yener gibi 33 Hip Hop artistinin bulunduğu dev line-up, Hip Hop severleri heyecanlandıracak.

4

KULTURA

Stephen King’in merakla beklenen Finders Keepers adlı romanı Kim Bulduysa Onundur adıyla raflardaki yerini aldı. Gerilim romanlarının usta ismi Stephen King, Kim Bulduysa Onundur ile yazar-okur ilişkisinin sınırlarını zorlayacak. Bay Mercedes romanının devamı niteliğinde olan Kim Bulduysa Onundur yazarlığın gücüne ve edebiyatın bir hayatı nasıl değiştirebileceğine dair sarsıcı bir roman olarak dikkat çekiyor.


TEKFEN FILARMONI’DEN YAŞAR KEMAL’E SAYGI KONSERİ

İŞ SANAT’IN SEZONU BAŞLIYOR

İş Sanat, bu yıl da dünyaca ünlü sanatçıların yanı sıra ülkemizin sevilen sanatçılarının özgün projelerine ev sahipliği yapacak. İş Sanat, Kasım 2015’te başlayacak ve Mayıs 2016’ya kadar sürecek 16. sezonunda klasik müzikten caza, dünya müziğinden dans gösterilerine, yerli projelerden şiir dinletilerine ve çocuk etkinliklerine uzanan oldukça geniş bir yelpazede, yepyeni projelerle izleyicilerinin karşısına çıkacak. İş Sanat’ta 16. sezon, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve geçtiğimiz sezon Millî Reasürans konser salonunda sergiledikleri performanslarıyla büyük beğeni kazanan Parlayan Yıldızlar Hande Küden (keman), Poyraz Baltacıgil (çello) ve Ferhat Can Büyük’ün (piyano) vereceği 5 Kasım’daki açılış konseriyle başlıyor.

GIORGIO ARMANI’NİN 40 YILI KİTAP OLDU

İngiliz konuk Şef James Judd yönetimindeki Tekfen Filarmoni 30 Kasım’da Lütfi Kırdar’da, Yaşar Kemal’e saygı konseri düzenliyor. Konserde, Yaşar Kemal’in gençliğinde derlediği ağıtlardan, Zülfü Livaneli tarafından bestelenen film müziği Yer Demir Gök Bakır’a, Adnan Saygun’dan, operanın mağbedi Milano’daki La Scala’nın bestelettiği ve Türkiye’de ilk kez kesitlerinin seslendirileceği Teneke Operası’na ve İdil Biret’in yorumuyla dilinin gücü ve bir sanatçı olarak bağımsızlığı ile benzeştiği Beethoven’a kadar, yerelden evrensele zengin bir programla büyük ustayı saygıyla anılacak.

Moda dünyasında birçok ilke imza atan ve bir moda markasının yanı sıra bir yaşam stili markası yaratan Giorgio Armani, 40 yıla dayanan meslek yaşamını, modaya yön veren işlerini ve hayatını,yayınlanan otobiyografi kitabında anlatıyor. Rizzoli New York tarafından yayınlanan kitap, bir otobiyografi kitabı olmasının yanı sıra bir stile dair bir el kitabı ve ikonografik repertuar niteliğinde. Armani’nin kendi hikayesini ve hayata bakış açısını anlatan kitap resimlerin karşı konulmaz gücü ile renklenirken, aynı zamanda hikayeyi anlamlaştırıyor ve okuyucuyu içine çekiyor.

KULTURA

5


ANDRÉ RIEU TÜRKİYE’DE

İSTANBUL KUKLALARA EV SAHİPLİĞİ YAPTI

Dünyanın dört bir yanından en seçkin kukla sanatçıları, 18. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’nde İstanbul’da sanatseverlerle buluştu. İstanbul’un en önemli kültür - sanat etkinliklerinden Uluslararası İstanbul Kukla Festivali, her yıl olduğu gibi bu yıl da Ekim ayı’nda İstanbul’da gerçekleşti. Bu yıl 18. kez yapılan Festival’de Fransa, Hollanda, Hong Kong, İspanya, İtalya, Kore, Romanya, Rusya, Şili, Tayvan ve Türkiye oyunlarıyla yer aldılar. Ayrıca bu yıl festivalde oyunların haricinde film gösterimleri ve workshoplar da yer aldı.

Klasik müziği olimpiyat statlarına taşıyarak geniş kitlelerle buluşturan dünyaca ünlü sanatçı André Rieu, geçen yıl İstanbul’daki unutulmaz konserinin ardından bu yıl da 2015 Dünya Turnesi kapsamında IEG Live ve Piu Music işbirliğiyle 5 Kasım’da Ankara Arena’da müzikseverlerle buluşacak olan sanatçı, 7 Kasım’da ise İstanbul Ülker Arena’da sahne alacak. Good Music in Town serisi çerçevesinde Türkiye’ye gelen Andre Rieu, 5 Kasım’da Ankara Arena’da sevenleriyle buluşacak. “Valslerin Kralı”, bugüne kadar dünya müzik listelerinde 30 kez liste birinciliği, 355 Platin Albüm Ödülü, 35 milyon DVD satışı, 2012 dünyanın en çok satan erkek sanatçısı, 2009-2011 Yılın Tur Sanatçısı Top 10 gibi başarıları elinde tutuyor.

SHAKESPEARE’S GLOBE THEATRE YORUMUYLA HAMLET Zorlu

Performans Sanatları Merkezi, Shakespeare’s Globe Theatre’ın “Globe to Globe Hamlet” turnesi kapsamında, Shakespeare’in kült eseri “Hamlet”i ağırlıyor. Yazarın 450. doğum günü olan 23 Nisan 2014’te başlayan ve iki yıl sürecek olan benzeri görülmemiş tiyatro macerasının, 1011 Kasım’da İstanbul seyircisiyle buluşuyor. “Globe to Globe Hamlet”, oyunun gizli kara mizah yönünü açıklığa kavuşturan ve dilinin canlılığı ile orijinalliğini öven, Shakespeare’in klasik geç kalınmış intikam trajedisinin yeni ve canlı bir versiyonu olarak tanımlanıyor. Yalnızca 12 oyuncunun, ahşap sade bir sahnede 2 saat 40 dakika boyunca ortaya koydukları hareketli ve etkileyici bir performans.

6

KULTURA


İBRAHİM MAALOUF İSTANBUL’DA

TARIH ÖNCESİNDEN GÜNÜMÜZE ŞİZOFRENİ SERÜVENİ

Abdi İbrahim Otsuka’nın katkılarıyla hazırlanan, Türkiye’de bir ilk olan ve şizofreni konusunda toplumsal farkındalık yaratmayı hedefleyen ‘Görmezden Gelmeyelim - Tarih Öncesinden Günümüze Şizofreni Serüveni’ sergisi, 16 Ekim’de ziyarete açıldı. Sergiyi ilk 5 günde 1500 kişi ziyaret etti. Sergide en çok ilgiyi ‘Empati Kabini’ ve ‘Dönen Yatak’ görüyor. Bu kabine giren ziyaretçiler ve hasta yakınları, kabinden son derece etkilenmiş olarak çıkıyor. Tamamen gürültüden yalıtılmış ve karanlık olan bu kabinde şizofreni hastalarında sıkça görülen görsel ve işitsel halüsinasyonların canlandırmaları yapılarak, onların neler yaşadıklarının ve hissettiklerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve hastalarla empati yapılabilmesi amaçlanıyor.

SPOTIFY’DAN GELECEĞE DÖNÜŞ ESİNTİLERİ

Cazdan rock’a birçok farklı müzik türünü eşsiz tekniğiyle yorumlayan trompetin usta ismi İbrahim Maalouf, Doğunun Yıldızı Ümmü Gülsüm’den ilham alarak bu günün kadınlarına adadığı “Red&Black Light” albümünün turnesi kapsamında Pozitif Live deneyimiyle 23 Nisan Cumartesi akşamı Volkswagen Arena’da özel ışık şovu eşliğinde sahne alacak. Maalouf, kadınların daha iyi bir dünya için üstlendiği önemli role övgü niteliği taşıyan albümünde, arap ezgileriyle buluşturduğu caz müziğini, elektronik ve pop alt yapılarıyla besliyor. Büyüleyici ses rengiyle tüm dünyanın hayranlığını kazanan Mısırlı sanatçı Ümmü Gülsüm’den aldığı ilhamla ortaya çıkan albüm, Maalouf’un hayatında yer alan kadınların müziğine olan yansımalarını da taşıyor.

Spotify, “Geleceğe Dönüş Günü” olarak kabul edilen 21 Ekim günü şerefine, 21 Ekim 1985 tarihinde yılın en hit olmuş şarkılarını bugünkü dinlenme rakamlarına göre sıralayarak bir şarkı listesi hazırladı. A-ha’dan “Take On Me”, Starships’ten “We Built This City” ve Gloria Estefan’dan “Conga” gibi o dönemin en iz bırakan şarkılarının yer aldığı bu liste ile Spotify, size 80’lerin ruhunu getiriyor.

KULTURA

7


KESİŞEN DÜNYALAR: ELÇİLER VE RESSAMLAR Pera Müzesi, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Oryantalist Resim Koleksiyonu’ndan derlenen “Kesişen Dünyalar: Elçiler ve Ressamlar” adlı Oryantalist resim sergisini sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor. Aralarında Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi’nin de yer aldığı tablolardan oluşan sergi, 17. yüzyıldan 19. yüzyıl elçi portrelerine ve elçilerin sanat koruyuculuğuna ışık tutuyor. Pera Müzesi’nin koleksiyon sergilerinden “Kesişen Dünyalar: Elçiler ve Ressamlar”, Jean-Baptiste Vanmour, George Engelhardt Schröder, Antoine de Favray, Fausto Zonaro gibi önemli ressamların yanı sıra, Louis François Cassas, Carl Fredrik von Breda, Luigi Mayer, Clara Barthold Mayer gibi Oryantalist resim sanatçılarının görkemli sanat eserlerini bir araya getiriyor.

THE SCHOOL OF LIFE, İSTANBUL’UN İKİ YAKASINDA

İstanbul’da 1’inci yaşını dolduran TSOL İstanbul, felsefe, edebiyat, psikoloji ve görsel sanatların dönüştürücü rehberliğinden beslenen ders ve atölyelerinde, akıllı ve iyi yaşama alternatiflerini keşfetmek isteyenlerle bir araya geliyor. TSOL Istanbul etkinlikleri, meşgul, kaygılı ve meraklı şehir insanının kendisiyle, diğerleriyle ve işiyle ilişkilerine derinlemesine bakmasına, bu ilişkileri farklı açılardan algılamasına ve daha iyi yönetebilmesine imkan tanıyor. The School of Life’ın Koztayağı’nda gerçekleştirilecek ders ve atölyeleri içerisinde Sevdiğimiz İşi Nasıl Buluruz, Sakin Kalmayı Nasıl Başarırız, Yorgun Zihinlere Bilinçli Farkındalık, Bir Girişimci Gibi Düşünebilmek, Nasıl Fark Yaratırız, Anlayış, Kayınvalide ve Gelin: Hayatta Kalma Kılavuzu gibi başlıklar yer alıyor.

8

KULTURA

TAŞLAŞMIŞ AĞITLAR

Sanatta 40. senesini dolduran, yurt içi ve yurt dışında önemli koleksiyon ve müzelerde eserleri yer alan Ressam İbrahim Coşkun’un 38´inci kişisel sergisi ‘Taşlaşmış Ağıtlar’, 19 Ekim’de UNIQ İstanbul’da açılıyor. Tuval üzerine yağlı boya ile birbirinden özgün eserler yaratan İbrahim Coşkun’un yurt dışında ürettiği eserlerden oluşan sergisi, UNIQ Gallery ve UNIQ Office’deki geniş alanda izlenebilecek.


CAN BONOMO’NUN İLK SERGİSİ ANACHRONISMUS

RÜYA VE MASKELER

Can Bonomo, bugüne kadar karşısına çıkan her şeyde bir hikaye, sebep ve sonuç ilişkisi arayan bir sanatçı. Bonomo, yaratıcılığının ve hayal gücünün ifade biçimi olarak kullandığı müzik ve şiirden sonra şimdi de resim çalışmaları ile karşımıza çıkıyor. Can Bonomo ilk kişisel sergisinde, dijital baskı, illüstrasyon, yağlı boya ve duvar boyası gibi bir çok farklı malzeme ve tekniği bir araya getiriyor. Tarihsel imgeleri ve kişilerin aklında “geçmişe ait” eserleri, “şu ana ait” öğeler ile birleştiriyor. Çalışmalarında, geçmişten gelen bir eserin, farklılaşmış, sanatçı tarafından yeniden tasarlanmış ve resmedilmiş halini görüyoruz. Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği, yıllardır sürdürdüğü sanatsal çalışmalarına, “Rüya ve Maskeler” isimli dans gösterisiyle devam ediyor. Geçtiğimiz iki yılda, 51 defa yoğun ilgiyle sahnelenen Rüya ve Maskeler, yeni sezonunda 10 Kasım ve 24 Kasım tarihlerinde Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde perdelerini açacak. Gerçek yaşamdan esinlenilerek oluşturulan hikayesiyle Rüya ve Maskeler; engellenerek yaşamaya zorunlu bırakılmış amatör bir dansçının, toplum baskısı olmaksızın, özgürce ve dışlanmadan dans edebilmek için verdiği mücadelede karşılaştığı güçlükleri anlatıyor. Tan Sağtürk’ün sanat danışmanlığını yaptığı, senaryosunu Ramazan Baş’ın yazdığı ve Hakan Ceyhan’ın koreografisini üstlendiği Rüya ve Maskeler’i sahneleyen ekip 5 ortopedik engelli, 1 işitme ve konuşma engelli ve 7 engelsiz olmak üzere toplam 13 dansçıdan oluşmaktadır.

5. ULUSLARARASI SUÇ VE CEZA FİLM FESTİVALİ KAZANANLARI 5. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali “Uluslararası Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması” ve “Uluslararası Altın Terazi Kısa Film Yarışması” nın kazananlarına ödülleri Beyoğlu Atlas Sineması’nda gerçekleştirilen törenle verildi. “Uluslararası Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması” En İyi Film ödülünü “Üç Pencere ve Bir Ölüm” (Three Windows and a Hanging) filmi, cinsel saldırı mağdurlarına yapılan ayrımcılığı özgün bir hikayeyle yansıtması, mağdurların suçlu gibi gösterilmesi hususunun yol açtığı adaletsizliği kendine has diliyle ve başarılı oyunculuk performansıyla ifade etmesi sebebiyle aldı. “Uluslararası Altın Terazi Kısa Film Yarışması” En İyi Film ödülünü “Disiplin” (Discipline) filmi aldı. Ödüle layık görülme gerekçesi olarak; festivalin bu yılki teması olan ayrımcılığı ve onun kökenindeki hoş görüsüzlüğü ve ötekileştirmeyi toplumun tüm katmanlarındaki haliyle ve iyi bir sinema diliyle işlemesi gösterildi.

9


MOHSEN NAMJOO TEKRAR TÜRKİYE’DE

SHUFFLE SERGİSİ 42 MASLAK’TA 42 Maslak, Mixer’in dinamik yapısını ve gelecek vaat eden genç sanatçılarını ön plana çıkaran ‘Shuffle’ sergisi ile 5 Kasım – 11 Aralık tarihleri arasında sanat severleri bekliyor. Seçkide; Anna Bak, Armando Rabadan, Berkay Buğdanoğlu, Cins, Egemen Tuncer, Elif Özen, Gülşah Bayraktar, Güneş Bulut Yılmaz, Joachim Romain, Julie Nymann, Kürşat Bayhan ve Sultan Burcu Demir’in eserleri yer alacak. 5 Kasım’da başlayacak sergi, 11 Aralık tarihlerine kadar ziyaretçileriyle buluşacak.

TÜRKİYE EN ÇOK HANGİ YAZARLARINI ARIYOR?

İranlı müzisyen Mohsen Namjoo, yoğun istek üzerine ikinci kez Türkiye’ye geliyor. Klasik ve moderni harmanladığı özgün müzik tarzıyla bugünün gençliği adına konuşan, onların ruhuna dokunan ve ileriyi gören bir sanatçı olarak tanımlanan Mohsen Namjoo, Türkiye’ye ikinci kez gelmek için hazırlanıyor. Daha önce ilk konserlerini İstanbul ve Ankara’da veren Namjoo bu kez İzmir ve Bursa’daki hayranlarıyla da buluşacak. Namjoo, 12 Aralık’ta Ankara Congresium’da, 17 Aralık’ta Bursa BAOB’da, 18 Aralık’ta İzmir Cantainer Hall’da ve 19 Aralık’ta da İstanbul Volkswagen Arena’da muhteşem bir müzik ziyafeti sunmaya hazırlanıyor.

10

KULTURA

Yandex, Ocak 2015’ten bu döneme kadar arama motoru üzerinden yapılan yerli yazar ve şair sorgulamalarını analiz ederek, en çok aranan 10 ismi listeledi. Yandex arama motoru sonuçlarına göre en çok Yunus Emre aranırken, onu Mehmet Akif Ersoy ve Nazım Hikmet takip etti. Kullanıcıların en çok aradıkları bir diğer isim de modern Türk şairlerinden Can Yücel oldu. Yücel’in dördüncü sırada olduğu listede, beşinci sırada Namık Kemal yer alırken, halk ozanımız Aşık Veysel altıncı oldu. Listenin tamamı şöyle sıralandı: 1- Yunus Emre 6- Aşık Veysel 2- Mehmet Akif Ersoy 7- Yaşar Kemal 3- Nazım Hikmet 8- Özdemir Asaf 4- Can Yücel 9- Yahya Kemal 5- Namık Kemal 10- Cemal Süreya


ÇARLARDAN YILDIZLARA FANTASTİK RUS SİNEMASI Pera Müzesi, bu ayki film programlarına Rus sineması ile devam ediyor. Robert Skotak, Dennis Bartok ve Alla Verlotsky’nin küratörlüğünü üstlendiği “Çarlardan Yıldızlara: Fantastik Rus Sineması” programı 30 Ekim Cuma günü, Jakov Protazanov’un, gezegenler arası seyahati konu edinen ve A.N. Tolstoy’un romanından uyarlanan ilk uzun metraj sessiz filmi Aelita, Mars Kraliçesi ile başladı. Rus sineması, seksen yılı aşkın süredir bilimkurgu, folklorik fantezi ve absürdist mizahı kapsayan yaratıcı bir yönetmenlik geleneğine sahip birçok eğlenceli filme imza atıyor. Pavel Klushantsev’in Sovyet bilimkurgusunun meşhur ismi Aleksandr Kazantsev’in bir romanından esinlendiği Fırtına Gezegeni’yle devam eden “Çarlardan Yıldızlara: Fantastik Rus Sineması”nda Rusya’nın en çok sevilen filmlerinden biri olan Amfibi İnsan da yer alıyor. Rus sineması denince akla ilk gelen isimlerden Andrei Tarkovsky’in bugüne kadar yapılmış en derin ve etkili kült filmlerinden biri olan Solaris ve çok sevilen bir diğer eseri İz Sürücü de Pera Film’in yeni programındaki filmler arasında bulunuyor.

RABA DI BABBA JAZZ COMPANY’DE

ARKA BAHÇE PLATO SANAT’TA

Plato Sanat, Küratör Marcus Graf yönetiminde sıradışı sergilere ve sanatçılara ev sahipliğini sürdürüyor. “Arka Bahçe” sergisi Ayvansaray’daki Plato Meslek Yüksekokulu Kampüsü’nde, sergiye eser veren sanatçılar ve sanatseverlerin katılımı ile 22 Ekim Perşembe günü açıldı. Ayşegül Çinici Yazıcı’nın direktörlüğünü yaptığı Plato Sanat, bu defa sanatçının kütüphanesi, çalışma masası ve eserini birlikte sergiliyor. “Arka Bahçe” sergisi, sanatseverleri sanatçının kişisel geçmişine, gizli kalan dünyasına davet ederken, eserinin “doğru okunması” için rehberlik yapıyor.

“İyi bir şey yap izi kalsın” şiarıyla jazz severlere dokunmaya devam eden Raba Di Babba Grubu, 14 Kasım Cumartesi akşamı, “Raba Di Babba ile Nüktedân Bir Caz Gecesi” konsepti ile Taksim’de Jazz Company’de sahne alacak. Özel repertuarları ile performans sergileyecek Raba Di Babba grubunun yanı sıra Kasım ayında; Fötr Blues Band, Olgun Açar Jazz Band, İlham Gencer & İpek Dinç Yüce, Funda Sezer &Latin Night, Uğur Güneş Band ve Nilüfer Verdi Arrangements, müzik severlerin buluşma noktalarından Jazz Company’de sahne alıyor olacak.

KULTURA

11


12

KULTURA


Emir Bozkurt

Eray Evren

Titanik Orkestrası oyunu ile yeni sezonda seyircileri Hayal Kahvesi’nde ağırlayan ekiple keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. E.B.: Öncelikle siz kimsiniz? Tiyatro Durak: Biz Kimiz? (Gülüşmeler) A.N.: Biz biziz. (Gülüşmeler) K.H.: Oyundan bir lafla başlayalım istiyorsanız. B.D.: Oyunun içinde öyle bir replik var, “Biz Kimiz” diye sorguluyorlar, bu bizim işte tren garında bekleyen kimsesiz insanlar... Onun için de o espiriyi açıklayalım, biz kimiz deyince hepimiz ondan bir birbirimize baktık. A.N.: Aslı Nişancı. Lyubka karakterini canlandırıyorum. 41 yaşındayım. Hayat hikayemi istiyorsunuz anladığım kadarıyla. E.B.: Evet kabaca diyelim. Aslında ekip olarak siz kimsiniz ama daha sonra bireysel olarak da siz kimsiniz diye soracağım zaten. A.N.: Biz aslında ekip olarak bir yazımız da var, manifesto diye değerlendirmek doğru olur mu bilmiyorum ama, dört beş deli bir araya gelip böyle bir tiyatro kurmaya, kendi istediğimiz tiyatroyu yapmaya karar verdik. Bir macera gibi aslında şuan çünkü ihtiyacı olan bir dönem elbetteki ve böyle bir tiyatro kurduk. Kendi istediğimiz tiyatro, kendi istediğimiz biçimde var olma çabası ve bunun için mücadele ediyoruz. Bu oyunlardaki seçimlerimizdeki zorluklarda da beliriyor ki siz de biliyorsunuz üçüncü sezonumuzda halen “Titanic Orkestrası”nı oynuyoruz. Çok yoğun istek oluyor elbette, oynama sebeplerimizin en büyüğü bu. Hala yurt dışında, festivallerde isteniyoruz. Gerçi oyuna geleceksiniz ama “siz kimsiniz”in içerisinde biraz daha titizliğimizi ve detaycılığımızı belirtebilmek adına bunu söylüyorum şuan. İkinci oyunumuzu da seçtik ve üç yıl içerisinde binlerce oyun bine aşkın oyun, gecen 1100 hesapladım okuduğum oyunlardan örneğin

KULTURA

13


ki arkadaşlarımın oyunlarını saymıyorum. Amaç kendi istediğimiz tiyatroyu, oyunu, kendi istediğimiz biçimde var edebilmek olduğu için, üç yılda en sonunda bir oyuna daha karar verebildik. ‘Tiyatrodan Bir Kuş Uçtu’ adında bir oyunla devam ediyoruz. Ben hemen reklama girdim bu arada. (Gülüşmeler.) Kendime gelince aslında oyuncu olmak istemedim ben hiçbir zaman, istediğim tek şey palyaço olmaktı. İlkokulda öğretmenimin okuduğu bir palyaço hikâyesinden çok etkilenmiştim ve hep palyaço olmalıyım diye yola çıktım. Dünya Palyaçolar Birliği’ne üyeyim. Rene Kres ile çalıştım. Dünyanın şuan yaşayan tek en önemli palyaçolardan biri diyeyim. B.D.: Diğerleri hep çakma. (Gülüşmeler) A.N.: Ve bir şekilde oyunculuğa doğru sürüklendim ama hala hedefte palyaçoluk var. E.B.: Yaşasın palyaçoluk. A.N.: Kesinlikle yaşasın palyaçoluk. Keşke Türkiye’de palyaçoluk yapılabilse. Çok isterdim ama ne yazık ki mümkün olmuyor. Ve sonrası Şehir Tiyatroları Çocuk Birimi’nde yetiştim. Çocuk birimi, gençlik birimi ardından Bakırköy Sanatçılar Derneği, Erbil

14

KULTURA

Güzel Sanatlar Akademisi, workshoplar, bir de işletme okudum ve 41 yaşıma kadar geldim. E.B.: Evet, başka bir şey? A.N.: Ben konuşursam kimseye söz kalmayacak, o yüzden biraz arkadaşlarım konuşsun. (gülüşmeler) B.D.: Kayıt cihazının şarjı bitti. (Gülüşmeler.) Şöyle bir şey var, bizi toplu halde ifade eden, belki hepimizin altına imza attığı bir şey bu. Oyun oynama heyecanını kaybetmemiş, birbirini seven, sahnede paylaştıkça mutlu olan birkaç delinin hayal ettiği bu durak sizlerin de uğraması için aşkla ve tiyatronun büyüsüyle seyircilerini de paylaşmaya, hayatın velvelesi içinde bir es vermeye, durmaya, duraklamaya bekliyor. Tiyatro Durak’ın manifestosu, yani söylemek istediği şey bu. Birbirini seven insanların bir çok özveride bulunarak, çünkü Türkiye’de özel tiyatro yapmanın şartlarını hemen hemen herkes biliyor, yıllarca anlatılan bir şey, böyle sevgi bağıyla gelip, ondan sonra belli maddi imkânlarla ama yaratıcılığa hiçbir şekilde mani olarak değil, tam tersi destekleyen süreçler yaşıyoruz. Yani çalıştığın mekan, provalar hep bir zorluk

çekiyorsun ama hep bir yaratıcı fikir geliyor. Dekor da böyle, aynı şekilde ulaşımlar da böyle. Yani biz buradan mesela bir otobüsü kapatıp, aslında tesadüf oldu yani bizim dışımızda üç dört tane yolcunun olduğu otobüsle Bulgaristan’a turneye gittik. Normalde altı, yedi saat sürücek denen bir yol on bir, on iki saat sürdü. K.H.: Kahvemizi kendimiz yapıyoduk. B.D.: Host falan yoktu. E.B.: Tam turne otobüsü olmuş. K.H.: Aynen tam turne otobüsü gibiydi. B.D.: Bir tane de deli bir şoför var falan böyle. Bir de çok güzel bir şey oldu. Oradaki festivalde oyunun yazarı, çok önemli bir yazar Hristo Boytchev dünya tiyatrosunda şuan hatırı sayılır bir yeri var, o da oyunumuzu izledi ve 52 tiyatro arasından “En İyi Yabancı Performans” ödülünü aldık, çok büyük bir gurur yaşadık. Türkiye’de de Direkler Arası Seyirci Ödülleri’nde, Seyircinin oy vererek seçtiği bir jürinin içinde, jürinin kararı sonucunda, ne aldık oradan? Ö.A.: Ödül aldık. Ödül verdiler. (Gülüşmeler.) A.N.: Direkler Arası En İyi Seyirci Ödülü


B.D.: En iyi Umut Veren Tiyatro, En İyi Ekip Ödülü yani. Bu da çok güzeldi bizim için. Çünkü buraya gelip her oyunumuzu hemen hemen izlediler. Jüri üyelerinin çok geniş bir kitlesi var, onları burada misafir ettik. Seyirci olarak Jürileri var ve en iyi ekip olarak bizi seçtiler. Bu da bizi çok onore etti. Hadi Öener sen de kendini kısaca bir şey yap. (Gülüşmeler.) Ö.A.: Merhaba Öner Ateş ben. Tiyatromuz üç sene önce kuruldu, Tiyatro Durak adı altında. Yaklaşık 20 yıldır bu mesleği yapmaya çalışmaktayız, inadına, zorla. Tiyatroların kapanması ve daha çok yeni tiyatroların açılmasıyla, özellikle genç kuşakların, genç jenerasyonun böyle bir arkadan güzel gelme…. Neler söylüyorum ben ya? (Gülüşmeler) Karşımda arkadaşım da olsa heyecanlanıyorum. İnadına inatla tiyatro yapmaya çalışıyoruz diyelim. Hiçbir zaman da bırakmayacağız diyelim. E.B.: Zorluklar var diyorsunuz, nedir mesela? Ö.A.: Zorluklar, insanları tiyatroya getirtmek diye düşünülüyor, herkes öyle söylüyor aslında ama bence zorluk… Aklıma gelmedi desem. (Gülüşmeler) A.N.: Yani maddi sorunlardan, sahne sorunlarına kadar ulaşan bir yelpaze. Burada gözümüzün önünde yıkılmakta olan bir AKM var biliyorsunuz ve biz sahne arıyoruz doğal olarak. Şuan çok fazla grup var, tiyatro var ve Öner’in söylediği gibi genç kuşakların inadına devam etmesi gerekiyor, gelmesi gerekiyor ve akın akın da geliyor, akın akın da kapanıyor. Çünkü ayakta durmak zorundayız. Seyirci ile ilgili açıkçası eskisi kadar çok sorun olduğunu düşünmüyorum ben. Özellikle son iki yıldır seyirci kitlesi oldukça arttı. Bu tiyatroların hedef kitlesinden seyirci kitlesinden de oldukça ortada. Bu da çok mutlu ediyor ama bu bizi idare ediyor mu ya da bu bizi ayakta tutmaya yetiyor mu? Elbette yetmiyor. Çünkü ekonomik zorluklara giriyorsunuz ülkede, biletleri çok yüksek tutamıyorsunuz ancak biletleri belli bir sınırda tutmak da çok zorluyor sizi çünkü kira veriyorsunuz, çünkü

dekor yapıyorsunuz, çünkü telif veriyorsunuz. O nedenle elde var sıfır. Bu nedenle sürekli gönüllü çalışıyoruz ve kendimizden vermek zorundayız. Elbette sadece çalışmaktan ve maneviyattan bahsetmiyoruz. Bir şekilde başka yerlerde iş yapıp, yaptığımız işlerin belli bir kısmını buraya yatırmak zorundayız. Kendi yaptığımız işten para kazanmak istiyor muyuz? Elbette her meslektaşımız gibi istiyoruz. Bu mümkün mü? Çok zor. Bunun için ağlamak gerekiyor mu? Ben kendi adıma söylüyorum, asla ağlamıyorum. Çünkü gurur duyuyorum, çünkü bizim sorunumuz değil bu, çünkü bunu biz yaratmıyoruz. Yaratan biz olmadığımız için bizim sorunumuz değil ama umutluyum açıkcası. Yani bu yıldan nedense bir aptal umudu, budala umudu olarak değerlendirilebilir, ben kendim için öyle değerlendiriyorum ama umutluyum. E.B.: Öner senin kendini tanıtman biraz yarım kaldı sanki. (Gülüşmeler.) Ö.A.: 1996 yılında tiyatroya başlamış, özel tiyatroyla var olmaya çalışan bir insanoğluyum. Ondan sonra… B.D.: Bir gün oturuyoruz arkadaşlarla… Ondan sonra Namık girdi “Abi tiyatro işi var.” falan… (Gülüşmeler.) Ö.A.: Tiyatroyu çok sevdiğim kadar, sinemayı da çok seviyorum. Geçenlerde yine böyle röportaj gibi bir şey olmuştu, şey demiştim;

diziler de yanında işin baharatı oluyor dedim. Gönlüm hep tiyatrodan yana daima ama sinemayı da çok sevdiğimi söyledim. Yanında ek olarak da müzikle uğraşıyorum, amatör olarak. Bunun gibi işler… E.B.: Farkındaysan yine kendinden pek bahsetmedin, sinemaya girdin. Ö.A.: Evet. (Gülüşmeler). E.B.: Yönetmenimiz Çetin Etili, sizi tanıyabilir miyiz? Ç.E.:Ben arkadaşların bu oluşum içinde Yönetmenlik yaptım. Yani yönetmenlikten ziyade aslında biraz koçluk yaptım. Çok özel bir reji, çok özel bir evet kendi içinde rejisi var ama öyle çok kostümü, dekoru falan komplike bir şey değil başka bir davanın peşinde olduk biz açıkçası. Barlarda bir sürü tiyatrolar ve oyunlar sergiliyorlar, alternatif tiyatroların birçoğu ve konseptler de pek tiyatral keyiften ziyade üç, beş skecin bir araya geldiği küçük zaman geçirme, seyirciye bulaşma birazda interaktif hale getirerek ama içinde bir şey yok. Özde bir şey yok yani. Halbuki İkinci Dünya Savaşı’nda bile Almanlar çok daha ciddi şeyler yapmışlar böyle küçük yerlerde, küçük kabareler yapmışlar. Çok ciddi politik mesajı olan şeyler de yapmışlar. Metinle ile ilgili çalışırken ben de arkadaşlara dedim

Şimdi biz buradaki konsepte göre oyunu kurduk. Yani burada elimizde olanların, salonun durumu, seyirciyle ne kadar mesafede olacağımız, bunların hepsini tahmin ettik ve buranın tam bir tiyatro sahnesi gibi değil daha farklı bir ortam olduğunu planladık ve buna göre kurduk.

KULTURA

15


ki “Çok keyifli bir şey olabilir ama biz barda yapacaksak, mekânımız orasıysa eğer o konsepte göre bir şey yapalım ama herkesin yaptığı gibi bir şey yapmayalım. Biz öyle bir şey yapalım ki insanlar çıtayı biraz yukarı almaya başlasınlar. Yani barda farklı bir tiyatro da yapılabiliyor. Sadece iki tane skecin bir araya gelmesiyle alakalı değil.” Öyle yola çıktık ve istediğimiz yere de vardık herhalde yani o hazzı da aldık. Ö.A.: Çetin Abi’de anlatmadı kendini. B.D.: Biz aranan adamlarız. Kendimizi ifşa edemeyiz. (Gülüşmeler.) Ç.E.: İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümünden mezun oldum 1990 yılında. Dünya güzeli, dünyalar iyisi Yıldız (Kenter) Hoca’nın da öğrencisi oldum. Öyle onurlandırıldım diyeyim daha doğrusu. Çok iyi bir hocaymış, şimdi daha çok anlıyoruz kıymetini. Onun dışında özel tiyatro yaptım. Kartal Sanat İşliği Tiyatrosu olarak 27 yıl baya bir uğraştık. En son salon yandı ve kurtulduk. B.D.:Amacımız burayı yakmak şimdi. (gülüşmeler) Ç.E.: Yani kurtulduk yani, uzun yıllardır Bakırköy’deyim, tiyatro yapıyorum Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda. Bir de böyle özel bir takım, böyle dışarıda çabalarımız oluyor, keyifli, hoş oluyor açıkçası. Çünkü bazen çalıştığın kurumda da keyif almadığın dönemler olur, zamanlar olur. Dışarıda yaptığın bir iş özellikle, Taha arkadaşım zaten, daha da keyifli oluyor. İstediğimiz yere de vardık. Bu oyunda bazı öngörülerim vardı benim. Bu oyunla ilgili tam vazgeçilecekken biz oyunun prova aşamasında telifle ilgili biraz sıkıntı yaşadık. Yazarın bu anlamda olumsuz bir tavrı yok ama ajansla ilgili, yazışmayla ilgili bir takım şeyler. Biraz moraller bozuldu arkadaşların. Bir gün şöyle bir şey dediğimi hatırlıyorum “Arkadaşlar biz bu oyunu çıkaracağız, bu kadar emek verdik, uğraştık. Biz bu oyunu çıkaracağız, hiç öyle gerilmeyin, vazgeçmeye de kalkmayın. Biz bu oyunu çıkaracağız. Oyunun yazarı, hatta dedim bizi

16

KULTURA

oradan çağıracaklar, biz oraya gedeceğiz ve hatta oyunun yazarı da oturup sizi izleyecek.” dedim. Arkadaşlar dediler ki “Ya yine Çetin abi biraz fantezi yaptı kendince, hayal kurdu falan, yine heyecanlanıyor falan .” dediler ama bir buçuk yıl sonra öyle oldu. Bizi çağırdılar, gittik biz oraya, oyunun yazarı da oturdu oyunu izledi ve oradan da güzel bir şekilde onore edildik ve ödülle döndük. Çok da keyifli oldu yani bu tip yaşadığımız çok güzel şeyler var oyunda. Yani keyifli bir tiyatro çalışması oldu Titanic Orkestrası. Yani hakikatten text de çok güzel bir text. Alt metin son derece dolu yani o ayrı bir konuşma ve sohbet konusu bence.

E.B.: Sizi izlemek isteyenler nerede bulabilirler ve sizi nasıl takip edebilirler? Ç.E.: Web sitemiz var www.tiyatrodurak. com . Artı bütün sosyal medya hesapları, yani instagram, twitter, facebook oralardan da tiyatro durak yazdıkları zaman takip edebilirler. B.D.: Bir parantez açacağım bu mekanla ilgili de ufak bir bilgi verelim. Hayal Perdesi, Hayal Kahvesi’nin desteklediği bir proje. Başında Selin İşcan’ın olduğu, onun ilk hayali bu, sanat yönetmeni diyebiliriz tırnak içinde. Bizler de buranın ilk oyunu olduk, açılışını biz yaptık 27 Mart’ta biz oynadık bundan üç yıl önce. Sadece şöyle bir şey evet burası üst katı bir bar, Türkiye’nin sayılı


Tiyatroları’ndayım çeşitli oyunlarda görev aldım. Onun dışında Tiyatro Adam diye bir tiyatro kuruluşunda bulundum iki yıl orada görev yaptım. Bu tiyatroyu kurduk üç sezon önce. İşte detaylı bilgiyi de burakdur.com’dan dizi, film ne varsa onlara bakabilirsiniz. (Gülüşmeler) Ç.E: Teknoloji ama bu hale geldi insanlar yani. E.B.: Peki Güney Tuncel kimdir? G.T.: Gecen sene Müjdat Gezen Sanat Merkezi Konservatuarı’ndan mezun oldum. Tiyatro Durak benim ilk profesyonelliğe adım atacağım yer olacak ve ben bu ekibin en yenisiyim. İlk oyunum olacak benim arkadaşlarla. Çetin Hoca okuldan da benim hocamdı. Okulda bir dönem biz bu oyunu çalıştık, bize öğrenci olarak çalıştırdı bu oyunu ve benim içinde çok boğuştuğum, çok kaybolduğum bir oyundu, çok aklımda yer etmişti. Ben bunu okuldan çıktıktan sonra bir yerlerde hayata geçireceğim diye kafamda vardı. Çetin Hoca aracı olunca buraya, benim için de çok güzel bir yer açıldı, çok güzel bir ekibe geldim. Yani bu oyunu çıkarmak istememin yanında iyi insanlarla çıkarmak da çok iyi bir şeydi. Çok şanslıyım. Cumartesi bu ekiple beraber çok güzel işler yapacağımıza eminim. K.H: Baya prömiyer yapacaksın sen. G.T: Evet aynen öyle. kulüplerinden biri Hayal Kahvesi ama burası bar değil. Burada herhangi bir içki satışı, yani bar tiyatrolarında mesela Old City bir bar tiyatrosu orda garsonlar, içkiler dolaşıyor falan burada öyle bir şey yok. Burada arka taraftan da ayrı bir kapısı olan ayrı bir tiyatro. Sadece üst katında Hayal Kahvesi var. Bizi izlemeye gelenler isterlerse oyundan sonra dışarı çıkıp mekan da müzik dinleye biliyorlar. Geçen senelerde Suzan Kardeş, Bulutsuzluk Özlemi gibi isimlerle bizim oyundan çıkan misafirlerimiz devam edebildiler geceye. Yani burası Hayal Kahvesi’nin destek verdiği orijinal bir mekan. Üst katında sadece Hayal Kahvesi gibi klas bir yer var. Benim için öyle ki işleyiş olarak da her türlü desteği veriyorlar

bu anlamda. Ç.E.: Ayrıca, bizim oyunda ellerinde içki şişeleriyle oturup izleyebiliyorlar ama oyun esnasında bir içki satışı falan yok . B.D.: Oyunda da zaten sürekli böyle içki içen kimsesiz insanlar var. Bir garda geçiyor. E.B.: Seyirciler hiç yabancılık çekmiyor yani. B.D.: Evet Hiç yabancılık çekmiyorlar. Biz de içiyoruz çünkü oyun boyunca.

E.B.: Kadir Hasman’ı tanıyabilir miyiz? K.H.: Yaklaşık 10 yaşımdan beri tiyatronun içindeyim. Takribi olarak da 29 yaşındayım. Ö.A: Sezercik gibi yani. (Gülüşmeler.) K.H.: Evet aynen öyle. Küçükten yetiştim. Yani 10 yaşımdayken futbol meraklısıydım. Bir gün annem gelip şey sordu “Tiyatro ister misin?” dedi, “Yoksa futbolcu mu olursun?” dedi babam da. Ben de “Galiba tiyatro istiyorum.” dedim ve adım attım, ilginç bir şekilde sonra bir daha hiç kesilmedi.

E.B.: Burak Dur’u tanıyalım biraz. B.D.: Ben de Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan mezun oldum 2002 yılında. 13 yıldır Bakırköy Belediye

E.B.: Niye başka seçenek sunmadılar? K.H.: O sırada şöyle bir şey vardı, bir fırsat vardı futbolcu olabiliyordum. O sıra da Üstün Asutay okula gelmiş ve çocuk oyuncu

KULTURA

17


arıyordu. Annem de “Gitmek ister misin?” dedi, babam da dedi ki “Hangisini seçmek istersin?”. Aslında hobi gibiydi o zaman, bir meslek dalı olarak değildi. Ama sonrasında tiyatro gerçekten benim için aşk oldu. Garip bir şeydi yani, kendimi bir anda o havuzun içinde buldum ve on yaşımdan beri herhalde sahneye çıkmadığım hiçbir sezon yok. Çok güzel insanlarla çalıştım en son Çetin Abiyle olmak üzere bu ekiple. Çok güzel ağabeylerim, ablalarım, ustalarım oldu. Onlar bana hep yol gösterdiler ve galiba doğru yol gösterdiler, ben de galiba doğru yoldan gitmeye devam ediyorum diye düşünüyorum. Son beş yıldır Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda oynuyorum ve Tiyatro Durak ile beraberim. Bunun dışında da artık tiyatro yapmak istemiyorum. İkisi yetiyor bana. (Gülüşmeler) B.D.: Akşamları da Galatasaray ile idmana çıkıyor.(Gülüşmeler) K.H.: Ben Fenerbahçeliyim aslında o olmadı. B.D.: Ha doğru, ben hani Avrupa’ya falan açılmak istersin diye düşünmüştüm. K.H.: Beykent Üniversitesi Oyunculuk Bölümü mezunuyum. Bu kadar. E.B.: İclal Atasoy’u tanıyalım mı? İ.A.: İstanbul Yeniyüzyıl Üniversitesi Konservatuar bölümü mezunuyum. İki yıl önce mezun oldum, yeni mezun sayılırım. Asistan olarak geldim. Şimdi teknik müzikleri yapıyorum. Bu şekilde… B.D.: Yeni oyunumuzda da görev alacak. E.B.: Harun? H.R.: Ben Harun Resioğlu. Benim de öyle çok uzun anlatabileceğim bir tiyatro hayatım yok. Şuan okuyorum Haliç Üniversitesi Konservatuarı’nda, lisans ikinci sınıftayım. İlk girdiğim profesyonel ekip buydu ve üç senedir burada devam ediyorum. İlk ustam da Çetin Etili’dir. E.B.: Oyunları nasıl seçiyorsunuz? Neye dikkat ediyorsunuz, neye özen gösteriyorsunuz? B.D.:Aslında şöyle seçiyoruz, benim

18

KULTURA

açımdan şöyle ki ekibin de birçoğu katılacaktır, eklemek isteyenler de olabilir. Önce, demin Çetin’in söylediği bir şey vardı, yani barda da ya da işte şurada da, sokakta da her yerde tiyatro yapabilirsin ama benim için ne anlattığın önemli, nitelik tarafı önemli. Bir hikayesi olması, insana dair bir şeyden bahsediyorum, onun üzerine de en çok ilgilendiğim kısım oyunda karakterler olması. Mesela yeni oyunumuz üzerinden konuşacak olursak, beş tane çok baba, her oyuncunun her aktörün oynamak isteyeceği karakter var. Bunların hani toplumsal bir mesajı olmayabilir. Oyunun bir önermesi olmasa bile ki o da bizim için önemli bir seçenek, olmasa dahi o hikâyenin içinde var olmak, sinema gibi düşünün, o karakterin içinde var olmak istiyorum, bir oyuncu olarak kendime bir şey katacağını düşündüğüm için ben en çok bunu arıyorum bir oyunda. Yani hikâyesi, karakterleri ve sonra da ne söylediği. Yani yıl 2015, tiyatro bir şeyler söylemeli insanlara. Bence oyuncu seçimleri, bütün tiyatrolar için özellikle kurum tiyatroları için bu çok önemli, artık tiyatronun böyle bir misyonu olması gerektiğini düşünüyorum. Her dönemde bu olmuş, bütün iktidarlar tiyatroyla, sanatla belli bir mesafede durmuş, zaman zaman düşman olmuş. Onun için bugün tiyatro seyircisine ulaşmak, güzel şeyler söylemek ve onları tekrar tiyatroya çekmek için, gittiklerini söylemiyorum ama daha güçlü olmalıyız. Bunun için de hep böyle, bu konuda sevdiğim bir söz vardı. Bir seyirci oyundan çıktığı zaman karşıdan karşıya geçerken kamyon çarpmalı. Yani oyun onu o kadar etkilemeli ki, hem o kamyon çarpmayı bir metefor olarak kullanıyor, o kadar etkili yani kafası orada olmalı düşünmeli, sorgulamalı. Benim hayatımda böyle filmler var mesela “Hayat Güzeldir” gibi,” I am Sam” gibi, “Pk” gibi… Ben bunun tiyatroda da olabileceğini, hatta da daha etkili olabileceğini düşünüyorum. Ben “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” oyunu izlemiştim, Murat Karasu rejisiyle Eskişehir’den gelmişlerdi,

Taksim sahnesi o zaman kapatılmamıştı. Oyundan çıktıktan sonra karşıdan karşıya geçemedim gerçekten o büfelerin oraya geçip yemek yiyemedim, öyle titriyordum yani öyle heyecandan, mutluluktan, o kadar etkilenmiştim. Onun için Haldun Taner gibi, Brecht gibi yazarlar benim daha çok ilgimi çekiyor, bu bireysel tercihim. Tiyatromuz içinde de bu doğrultuda heyecan duyan arkadaşlarım var. Ç.E.: Yani şöyle ironik de bakarsak hepimizin de bir derdi var. Seyircinin de bir derdi var buraya geliyor. Eğer karşımızdakinin bir derdi yoksa biz onla konuşmuyoruz ki, iletişime geçmiyoruz. Hepimizin bir derdi olduğu için bir aradayız. Seyircinin de bir derdi var, o yüzden buraya geliyor, izlemeye geliyor, bizim de bir derdimiz var onlara bir şey anlatmak durumundayız. Çünkü bir sohbet, bir diyalog olacak, bir iletişim olacak. Bu iletişiminde sağlıklı olması için, biraz güzel cümlelerle seyirciyle buluşmak için, biraz özel ifadelerle, özel heyecanlarla buluşmak gerekiyor gibi geliyor bana. Klasik tiyatro kalıplarının dışında biraz daha onlarla iç içe, ki bu mekan buna çok uygundu zaten, ama keyif aldırarak, yani hem keyif aldırarak hem de ciddi anlamda bir şeyleri sorgulatarak onları buradan çıkarmak. Bu oyunda


da bunu sağladık. Biz de bundan zevk aldığımız için, bu buluşma çok keyifli olduğu için biz aynı buluşmaları yaratacak oyunları tercih etmeye çalışıyoruz. Aynı şekilde buluşalım seyircilerle, aynı tatta. Hem bir derdimiz olsun karşılıklı anlatalım ama gülerek gidelim, eğlenelim, o halimize gülelim. E yani normal, biz bir de üçüncü dünya ülkesiyiz, biz de bunlarla oyalanacağız, başka çaresi yok. Keşke derdimizi anlatmadan, başka türlü bir şey anlatarak birbirimizi dinliyor ve sabır gösteriyor olabilsek. A.N.: Seçtiğimiz iki oyun da kara mizah.Bir trajedi içerisindeyiz, dünya olarak öyleyiz. Büyük dramlar yaşıyoruz. Bu nedenle, o zekice yazılmış bir mizah, kara mizah elbette seyirciyi güldürürken aynı zamanda çıktığında da düşündürtüyor.

E.B: O kamyon çarpıyor yani. A.N.: Evet, Burak’ın söylediğine geliyoruz. Çünkü davetlilerle ve izleyicilerle, oyunun hemen ardından buluşmak ve konuşmak çok özeldir, çok keyif alırız, özellikle ben çok keyif alıyorum. Genelde duyduğum da bu ki istediğimiz sonuç bu zaten demek ki başarıya ulaşıyoruz. E.B.: Seyirciyle iç içe olmaktan bahsettiniz az önce, peki küçük sahnede olmanın avantajları ya da dezavantajları neler? Ç.E.: Şimdi biz buradaki konsepte göre oyunu kurduk. Yani burada elimizde olanların, salonun durumu, seyirciyle ne kadar mesafede olacağımız, bunların hepsini tahmin ettik ve buranın tam bir tiyatro sahnesi gibi değil daha farklı bir ortam olduğunu planladık ve buna göre

kurduk. Mantığını hatta buna göre oturttuk oyunun. Eğer büyük bir salona yönelik, bu oyun büyük bir salonda da oynayabiliyor, bunu da denedik, seyirciyle öyle bir buluşma da gerçekleşti. Şuanda elimizdeki oyunu burada devam edeceksek, yeni bir oyunu buraya yönelik yapacaksak, tabii ki yine buradaki atmosfere göre, seyirciyle bu göz göze çok yakın mesafeye göre oyunu tasarlamak gerekiyor ya da oyunu ona göre seçmek gerekiyor. Çünkü alıştık böyle bir yerde oynamaya da açıkçası. Buradaki iletişim de güzel ama büyük sahnelerde de oynamak istiyoruz yani o zamanda konsepti ona göre seçmek zorundasınız. B.D.: Bu oyunla da birçok büyük sahneye gittik. Mesela Yunus Emre Kültür Merkezi gibi İstanbul’un ve Türkiye’nin birçok yerine gidiyoruz.

KULTURA

19


Seyircinin de bir derdi var buraya geliyor. Eğer karşımızdakinin bir derdi yoksa biz onla konuşmuyoruz ki, iletişime geçmiyoruz. Hepimizin bir derdi olduğu için bir aradayız. Ç.E.: Her yerde oynanabilecek tarzda bir oyun aslında B.D.: Evet metin olarak da öyle. Ç.E.: O gar bildiğimiz gar değil belki de oyundaki o bekledikleri gar, herhangi bir yer, herkes bekliyor çünkü bir yerlerde. Adına biri gar diyor, biri pastane diyor, biri postane diyor, bir yerde bekliyor herkes, bir şey bekliyor yani. B.D.: Burada kamera zoom yapmış diyor bayan, seyirci şurada duruyor ve hiçbir şekilde yani o, Eric Morris’ın “Lütfen rol yapmayın” dediği şeyi, anlar üzerine zaten kurdu hikayeyi zaten Çetin. Oyunu yönetirken de, ben Doko diye bir karakteri oynuyorum, “Doko ile uğraşma şu anda” dedi, hep benim malzememle ilgili anlar, şeyler. Çünkü burada çok güzel, çok keyifli oluyor. Belki büyük sahnede onları biraz daha büyütmen gerektiğinde ya da biraz daha ses kullanımı bile hafifte olsa değişiyor.

20

KULTURA

Onun için burası çok lezzetli, burası gerçekten her seferinde bir filmin setine gidiyormuşum gibi ama daha önceden defalarca prova ettiğim ve oynadığım bir filmi, anları yaşayıp içine bırakmak yani bir havuz yaratıyoruz ve onun içine giriyoruz her seferinde. Hani o tırnak içerinde tiyatral denilen şeyden biraz daha uzak, gerçek ve böyle bizim aradığımız oyunculukla ilgili de… Ç.E.: Zorluyan bir şey… B.D.: Aynen çok zor bir şey. Ç.E.: Oyuncuyu zorlayan bir şey var burada, kesinlikle samimiyetsiz olamazsın burada. Bu salon seni hemen dışlar. O kadar yakındasın ki samimi olmak durumundasın yani ve derdini de samimi söylemek durumundasın yoksa hemen dışlar bu salon. E.B.: O zaman hepinizin oyuncu olarak tercihi küçük salonda olmak. Bu daha da keyif veren bir durum yani. Ö.A.: Bu tarz oyunlarda evet. K.H.: Çoğunluğumuzun en azından bu oyun ile ilgili düşüncesi bu. E.B.:En azından baya baya göz teması kuruyorsunuz. B.D.: Tabii tabii aynen. Ö.A.: Ben bu oyunla bu arada bütün sahnelerde yani ne kadar büyük olursa ya da ne kadar küçük olursa olsun, çok da sevdiğim hani… Yine ben kaldım galiba... (Gülüşmeler) Bütün salonları seviyorum yani, bu oyunla.

B.D.: Bu oyun aslında böle yani şey, aslında büyük salon oyunu gibi düşünüp ama biz provaları da burada yaptığımız için… Boşver ben de toparlayamayacağım. (gülüşmeler) Ç.E.: Bundan dört beş yıl sonra Öner çok meşhur olacak ve o zaman anlatacak şeyleri çok olacak. E.B.: Kendi sahnenizi açmak hayalleriniz var mı? B.D.: Var para biriktiriyoruz.

gibi

E.B.: Ne kadar sürer? Ö.A.: 2056 çılgın proje. K.H.: Çetin abi bunu engellemek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Ç.E.:Hayatınız kahrolmasın diye yakarım arkadaşlar(gülüşmeler) Hayatınız mahvolur. O yüzden uygun mekanı bulun parasını verin oynayın, işinize bakın abi. B.D.: İlk planımız önümüzdeki yıl, galata da falan ya da buralarda kendimize ait atölye gibi bir yer yapmak, seyirciyle ilgili değil de bizim üretebileceğimiz yer. Bununla ilgili araştırmalarımız var hani aklında olsun böyle 100 metrekare falan bir yer olursa. (Gülüşmeler) Bununla ilgili bir altı yedi aydır var arayışımız. Bir de dediğim gibi maddi şeyler de çok önemli bu noktada ama yapacağız. Mekan açmak da gerçekten çok zor hani bugün Türkiye’de Kumbaracı50, D22 bunlar gerçekten bizim kadar rahat değiller çünkü biz elektrik, kira ve bir de Hayal Kahvesi’nin özel bir desteği oluyor, bir


çok buraya gelen tiyatroya. Şuanda açıkçası gözümüz yemiyor. Tabii her tiyatro kurmuş ekibin hayali kendi mekânının olmasıdır. İşte Semaver Kumpanya yıllardır alkışı hak ediyorlar, Koca Mustafa Paşa’da öyle, bir çok var şuanda böyle, gurur duyduğumuz Moda sahnesi mükemmel ve Türk tiyatrosu adına umut verici bir yer. Onun için biz de var ama en azından bir şu seçimleri bir atlatalım da(gülüşmeler) Her şeyi seçime bağlarlar ya. Bir iki yıla düşünüyoruz yani küçük de olsa bi yer açmak. Yani bir evin olmuş oluyor. İstediğin zaman çalışıp, ben çok konuştum ama çok ilgilendiğim bir konu bu, yani şu bile biz burada ev sahibiyiz. Bunu bize hep hissettirdiler, prova zamanında da öyle. Şuraya geldiğim zamandaki mutluluk, düşünsene burası bana ait olsa, bu binada böyle bir yerim olsa o gaz bambaşka olur yani. Sabah 9’da, 10’da gelip ses nefes çalışıp, Kenter Tiyatrosun’da, ben Müşfik Kenter’in öğrencisiyim bu arada, sabah 7’de, 8’de hoca açardı tiyatroyu, girerdik, çalışırdık, o da hep oarada, evi gibi oluyor insanın. İkinci bir ev gibi onun için o beni çok gaza getirir.

Ö.A.: Haftanın beş günü oynardım ben de olsam. A.N.: Bir düşünsenize istediğiniz çalışmayı yapabilirsiniz. B.D.:Biz hedef olarak da şunu belirledik, yani buraya bir şekilde insanlar geliyor, biz burada yaklaşık 50 oyun oynadık ve 50 oyunu da full oynadık. Çok büyük swayılar değil belki ama ortalama 50 seyirciye ulaştık her oyunda. Çünkü mesela diyelim ki bir oyun oynuyoruz ayda ya da iki oyun oynuyorsak, en az 40 gün öncesinden reklamlarına başlıyoruz. Birçok alternatifler üretiyoruz yani alternatif tiyatro olduğu için seyirci getirmek için de alternatif, yeni yeni ismimiz duyuluyor, üçüncü yılımıza girdik. Daha önce bunu Tiyatro Adam’da da aynı şekilde yaşamıştık, yaratıcılığınız artıyor yani ve en önemlisi az önce Çetin’in de söylediği gibi getirdikten sonra ne anlatıyoruz. Çünkü buradan giden insanlar şuanda bizi sosyal medyada orada burada takip ediyor. Şimdi ikinci oyunumuzda daha rahatız. Onlar biliyorlar ki buraya geldiklerinde keyif alarak vakit geçirecekler, bir şeyler düşünecekler, hep beraber bir şey paylaşıyoruz, bu çok önemli. Bir çok tiyatro seyirci getirebilir ama

ne sunduğu ve tekrar getirip getiremeyeceği çok önemli diye düşünüyorum. E.B.: Oyundan biraz bahsedebilir misiniz? A.N.: Bir garda diye geçiyor ama, yönetmenimiz Çetin’inde söylediği gibi, o gar dünyanın herhangi bir yerinde unutulmuş, bilinen, bilinmeyen herhangi bir yeri. Dört kişi diyoruz aslında dört kişi değil aslında dışarı çıktığınız zaman görebileceğiniz itilmiş ve unutulmuş, kendini zayıf hisseden, yapayalnız kalmış tüm insanlar, dört karakterde birleşiyor. Sadece mecburiyetten birbirine tutunan dört tane komik karakter, bunlar bir yere gitmeyi amaçlıyorlar ama nereye gittiklerini bilmiyorlar, tıpkı yaşadığımız evrende hepimizin zaman zaman içine düştüğümüz durum gibi aslında. Bir tren bekliyorlar ve tren hiçbir zaman durmuyor, ?????34.47 trenden sürekli birşeyler atılıyor ve birden bir tren duruyor, uluslar arası bir tren. Trende öyle bir şey atılıyor ki içinden Harry çıkıyor, beşinci kişimiz. Harry ile birlikte bu dört karakterimizin tüm yaşamı değişiyor. Çünkü gitmek istedikleri yere artık gideceklerini düşünüyorlar ve Harry buna inandırıyor.

KULTURA

21


En son geldikleri nokta “Peki siz nereye gidiyorsunuz? Nereye gitmek istiyorsunuz?”. “Hayır” diyorlar, “Biz sadece gitmek istiyorduk ama nereye ?” derken komik insanların yine mizahi bir yönden, aslında kendi içlerindeki o amaçları, amaçsızlıkları, o kaybolmuşlukları, “biz kimiz?” tıpkı herkesin sorduğu gibi ‘siz kimsiniz, sen kimsin, adın ne, adım ne, kimim’ deyişi çok güzel bir portalda sorgulanıyor. Bu sorgulanışı aslında bireysel olarak algılayabilirsiniz şuan ama yazar öylesine güzel bir matematiksel reji üzerine oturtmuş ki bunu, bir deha diyorum ben bu iş için, her yerde söylüyorum, yıllardır benim de aşık olduğum bir yazardan bahsediyoruz şuan. Bireysel olarak algıladığımız bu sorunu, aslında bittiğinde bu sorunsallığı tamamen toplumun içerisine alıyor. Bireysel olarak bu sorunu sen, sadece toplumun sana sunduğu ya da senin üzerinde yarattığı, seni içinde hapsettiği bir şov dünyası içerisinde mecburen yaşıyorsun. Dolayısıyla seyirci o şov dünyası içerisinde yaşıyor, çıktığı zaman “hadi canım, şov dünyasında mıyım?” diye belki de kendisini sorgulama imkanı bulabiliyor. Ç.E.: Biz de seyirciye diyoruz zaten, bu şov diyoruz. Oyundaki karakterlerden bir tanesi şov diyo seyirciye “Hoşgeldiniz” diyor “Siz

22

KULTURA

de içindesiniz, hep beraber bu şovu bir de beraber izleyelim” diyor. A.N.: Her gün yaşıyorsunuz bu şovu. Televizyonu açıyorsunuz yaşıyorsunuz, otobüse biniyorsunuz yaşıyorsunuz, metroya biniyorsunuz yaşıyorsunuz. Televizyonda izlediğimiz tüm kareler, o tüm konuşmalar zaten hayatımızın içerisinde ve o şov dünyası içinde bizler sadece yaşadığımızı sanıyoruz. Sandığımız şey yaşamak değil aslında ve o sandığımız şey içerisinde hep bir yerlere kaçmak var. Herkes demiyor mu ‘bir yere gidesim var, lanet olsun, şu valizlerimi toplayayım gideyim.’ Nereye gideceksin? İşte alacağım çantamı, ben yaptım bunu. Otobüs garına gidip, ilk kalkan otobüse bindim. Böyle Türkiye’nin dörtte üç bucuğunu dolaştım, üç tane yer kaldı sadece. Ama ne, nereye, ne kadar? Mizahi bir yönden, gülerek, eğlenerek izlemek yaşamak izliyorsanız lütfen oyunumuza buyurun. K.H.: Dört insan aslında genel olarak bir sınırın içinde yaşıyorlar, o gar ve ya herhangi bir yer. Bu sınırı aşamadıkları içinde, bu kavram içinde... Ben toparlayamayacağım galiba... (Gülüşmeler) B.D.: Toparlayamayanlar. (Gülüşmeler.)

Ç.E.: Şimdi oyunda o kadar detay var ki, ben bir gece oyunla ilgili alt metnini çalışmaya başladım, bir dalmaya başladım kitabın içine, hakikatten kutsal bir kitap okuyorum gibi geldi bana. O kadar alt metin dolu ki mesnevi bile var oyunun içinde aslında ve “Dokuzuncu Senfoni”yi kullanmış oyunun içinde yazar. Baktım “Dokuzuncu Senfoni” dört bölümden oluşuyor, üç erkek sesi ve bir kadın sesi, oyuna bakıyorum üç erkek ve bir kadın, senfoniyi de oyunda kullanıyorlar. Bir de baktım ki Avrupa Birliği’nin marşı falan olmuş, gelin kardeş olalım falan ama oyun hiç öyle şeyler söylemiyor. Avrupa trenine binmek üzere olan bazı ülkeler var, işte Bulgaristan, yazar da Bulgar yazarı, o yüzden Bulgaristan’da oyunun finali onları baya bir sarstı. Çünkü onlar Avrupa Birliği trenindeler, yani herhangi bir gardan kalkmış bir trendeler şuan, başlarına ne gelecek bilmiyorlar. Biraz da oranın insanının sıkıntısı ama bütün dünyanın sıkıntısı, her yerde insanlar bir umut bekliyor, bir şey bekliyorlar ve sınıfsal çatışmaları devam ediyor bu şekliyle. Bir yandan da hep bir beklenti içindeler, başka bir şey olsa, biri gelse işte Godot gelse gibi, Samuel Beckett’in. Zaten buradaki insanlar da Beckett’in insanları gibi, yazarda biraz onu da gördüm, Beckett’in


insanları gibi başlatmış. Cümlelerin birçoğu da Beckett’in karakterlerinin cümlelerine çok benziyor ve tekrarlılık da aynı şekilde. Hep aynı şeyleri tekrar ediyoruz, yarın başka olacak diyoruz ama onun için hiçbir çaba sarf etmiyoruz. Öbür gün çok daha iyi olacak diyoruz, hiçbir çaba sarf etmiyoruz. Sürekli aynı şekilde herkes kendi umudunu ortaya atıyor ama kimseyle paylaşmıyor, oyun içinde ve hep bir beklenti içinde tren gelince bir yere gidecekler. Sonunda tren geliyor ama trenden de hakikatten uluslar arası, dünyanın her tarafından reddedilebilecek düzeyde, anca bir mesnevi kafası olabilecek şekilde bir insan geliyor. Bugünün Mevlana’sı geliyor aslında ama sarhoş, sadece fark o ama bugünün Mevlana’sı bana göre, bugünün filozofu. Tabii yine insanların kafası karışıyor doğal olarak ve onlara hayatın bir ilizyon olduğunu, aslında asıl, gerçek bizim

düşlediğimiz yerin burada olduğunu yani kafamızın içinde, önce burada halletmemiz gerektiğini, ondan sonra başka bir cennet düşleyebilirsin ama burada çözersen cennettesin zaten. Bunları anlatmaya çalışıyor ama bu tip insanlar uluslar arası terörist zaten. Yani çok bilgece sözler sarf ediyorlar, sürekli de bir yerlerden kovuluyorlar, o da güzel şeyler anlatıyorlar insanlara. Şimdi çok oyunun finalini söylememek lazım aslında yani, evet oraya bir tren geliyor, bu bekleyen insanlar “Biz bir trendeyiz” ya da “Bir trene bineceğiz”, finalde evet bizim trenimiz geliyor. Seyircinin treni geliyor yani. Tabii seyirci de bekliyor bu insanlarla aynı durumda. Oyunda interaktiflik biraz da oraya gidiyor çünkü kendiyle içselleşebiliyor seyirci. Sistemdeki insanlardan bazıları burada zaten sembolik olarak var oyunun içinde. Biri herhangi bir sistemi temsil ediyor, cümleleri öyle. Onun karşısında başka bir insan var, o da başka bir sistemin temsilcileri. Proletaryadan gelen bir insan. Tek kadın var onun dışında, yine bir erkek baskısının altında, oyunda da gözüküyor zaten o feodal kafa da var. Dünyada ne varsa bu oyunun içinde hepsi

tatlı bir şekilde var. Çok ironik, çok komedi bir şekilde var. Hepsi son derece gerçek insanlar, karakterler oyundaki ve biz çok gülüyoruz onlara. Gülüyoruz çünkü artık kendimize gülmeye başladık biraz, o kadar uygarlaşmaya başladık. Kendi yaptığımız saçmalıklara gülebilecek uygarlığa gelmeye başladık çünkü, onunla yüzleşiyoruz. Oyun sonunda da bizim trenimizi görüyoruz, biz hangi trendeyiz. B.D.: Bir arkadaş vardı yazılar yazmıştı, sonra oyunu izledi ve dedi ki “Abi attım yazıları ve başlık ‘Nasıl kandırıldığımızı hicveden oyun’ oldu.”. Yani dünyadaki şov dünyası insanları uyutuyor diye hep konuşuruz. Onu bir şekilde eğlendirerek, üzerine felsefe koyarak tartışan, 1 saat 15 dakikada biten, finalinde de vuran bir oyun. E.B.: Bir şey eklemek isteyen var mı? Ç.E.: Alt metin gerçekten çok dolu bir tekst. Teksti bile önümüze koyup saatlerce konuşabiliriz. Biz de onu en sade, yalın haliyle seyirciye aktarmaya çalıştık ve olduğu gibi, gerçeğiyle yani. A.N.: İkinci oyunumuzda yakında geliyor ‘Tiyatrodan Bir Kuş Uçtu’, Aralık sonuna doğru. E.B.: Çok teşekkür ediyorum. T.D.: Biz teşekkür ederiz.

KULTURA

23


42 yıl önce bir Kasım ayında, elim bir trafik kazasıyla aramızdan ayrılan, kamuoyunda daha çok kavuk hikayesiyle bilinen İsmail Dümbüllü, geleneksel Türk tiyatrosunun bilinen son büyük ismiydi. Kendisini ölümünün yıldönümünde rahmetle yad ediyoruz. Hakan Karakullukçu

24

KULTURA


İsmail Dümbüllü, 1897 yılında Üsküdar Süleymanağa Mahallesinde doğdu. Babası II. Abdülhamid’in silahşörlerindan Zeynel Abidin Efendi, annesi Fatma Azize Hanım’dır. Dümbüllü, Üsküdar İttihat-ı Terakki Mektebinde okula başlar. Gazeteci Burhan Felek ile aynı okuldan mezun olur.

başrol oynadı. Harman sonu (1950), İncili Çavuş (1952), Ne Sihirdir Ne Keramet (1951), Sihirli Define (1951) adlı filmlerde ününü pekiştirdi. Ancak bir çok eleştirmene göre, çok seyirci toplamasına karşın, sinema oyuncusu Dümbüllü, tiyatrocu Dümbüllü kadar başarılı olamamıştı.

Tiyatro yüzünden Askeri Rüştiyeden atılmasının ardından onaltı yaşında Kel Hasan Efendi’nin Dilkûşa Tiyatrosu’na girer. Şevki Şakrak,Küçük İsmail Efendi, Kavuklu Hamdi Efendi, Komik Naşit Efendi gibi zamanın ünlü oyuncularıyla aynı sahneyi paylaşmıştır. Profesyonel olarak Şehzade Başı Tiyatrosu’nda başlar.

Kel Hasan’dan ortaoyunu konusunda öğrendiklerini kendi kişiliğiyle birleştirerek oluşturduğu “Dümbüllü Tarzı”nı hem sahnede hem de perdede sergilemeyi sürdürdü.

30 yaşına kadar Kel Hasan’ın yanında çalışan Dümbüllü, bu dönemde genellikle tuluat (önceden hazırlanmadan, sahnede akla geliveren sözler, doğaçlama) oynadı. Dümbüllü, Tevfik İnce ile birlikte kendi topluluğunu kurarak 1928 yılında perdesini Direklerarası‘ndaki Hilal Tiyatrosu‘nda açtı. 1933‘den sonra ise Anadolu turnelerine çıktı. Dönemin tiyatro anlayışı ve beğenisi giderek değişmesine rağmen Naşid’in ölümünden sonra geleneksek tiyatronun en ünlü adı oldu ve ortaoyunu geleneğini tek başına sürdürdü. Bu dönemde Ayşem, Cebe Gitti, Bülbül gibi operetlerde de oynayan Dümbüllü, II.Dünya Savaşı yıllarından sonra kendine has ses tonu, saf görünüşü ve sevimli mimikleriyle 1947‘den itibaren beyaz perdede görünmeye başladı. Memiş (1947), Dümbüllü Macera Peşinde (1948) ve Keloğlan (1948) filmlerinde

1953‘de Kırk Gün Kırk Gece, 1954‘de Mihrimah Sultan, 1956‘da Dümbüllü Tarzan gibi filmlerde oynayan İsmail Dümbüllü, 1968‘de jübile yaparak tiyatroyu bıraktı.Ama sanattan kopmayarak zaman zaman sahneye çıkmayı ve radyo oyunlarında yer almayı sürdürdü. Bilinen adıyla Dümbüllü İsmail Efendi, ‘Dümbüllü’ adını nasıl aldığını şöyle anlatır: “Peruz Hanım vardı kantocu, Samran’dan evvel. Bu Peruz Hanım o zamanın en birinci kantocusuydu. Hem de beste yapar, güftesini de kendisi yazardı. Dümbüllü diye bir kanto söylerdi. Buna bir gazel ilave ederek söylemeye başladım. ‘Dümbüllü, Dümbüllü, Gabarala, mabarala, Dümbüllü’ diye oynardık. Böylece Dümbüllü adı üzerimde kaldı”. Bir trafik kazasının bir ay sonrasında 5 Kasım 1973 tarihinde hayatını kaybetti. Cenazesi, İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü’nden ilk geçen cenazedir. Kabri, Üsküdar’da Çiçekci Camii karşısında bulunan Karacaahmet mezarlığı’nda bulunmaktadır.

KULTURA

25


20 SORUDA DÜMBÜLLÜ -

- Bütün mahalle takımları. - Gençliğinizde spor yaptınız mı? - Güreştim. Hem de hergelecilerle, muharremlerle… yağlı güreş tutardım. - En iyi arkadaşlarınızın adlarını sayar mısınız? - Tulumbacı Hüsnü, Tavuk Hırsızı İhsan, Kel Hakkı, Kel Naşit! Ama hepsinin sadece lakapları kaldı. - En sevdiğiniz hayvan? Kuzu... Mübarek hayvandır. Büyüyünce koyun olur, koç olur!

1962 yılında o zamanların meşhur magazin dergisi Ses’e verdiği bir söyleşide şunları söylüyordu Dümbüllü: - Ne iş yaparsınız? - Aklıma ne gelirse söylerim. Buna da tuluat adını verirler. - Adınız? - Dümbüllü, derler, Dümbüllü İsmail derler, İsmail Dümbüllü derler. - Babanızın adı? - Hangisi? Üveyi mi hası mı? Birinin adı Zeynelabidin’di, öteki de Şişman Hakkı. - Yaşınız? - Bana inanırsanız 50, yok, “ille de nüfusuna bakacağım”, derseniz, 64. - Boyunuz? - Boyumun ölçüsünü çok yerden aldım! Ama en doğrusu, geçen kış kara yatarak aldığım ölçüydü, 1,59.

26

KULTURA

Kilonuz? - Beni tartmadan alıyorlar!..... - Saçınızın rengi? - Kel - Göz renginiz? - Ben kahverengi sanıyordum. Karım ela, diyor. En iyisi bir göz doktoruna gidip, renk tesbiti yaptırmalı! - Saz çalmayi bilir misiniz? - Bilmem ama, gençliğimde elime bir ud alıp fotoğraf çektirmiştim. - Kaç kat elbiseniz var? - 8-9 kat.... Her yıl bir kostüm diktiririm. Ama bir elbisem var ki, 9 yıldır sırtımdan çıkarmadım. Tabii bayram seyran müstesna! - En sevdiğiniz şarkı? - Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur. Üsküdar’da doğdum da. - Tuttuğunuz kulüp?

- Koleksiyon merakınız var mı? Pul para gibi! - Hayatımda ne paraya önem verdim, ne pula! Ama bir ara sigara izmariti koleksiyonu yapmayı düşündüm. - Beğendiğiniz kadın tipi? Karıma haber vermezseniz, söyleyeyim. Kızmaz ama, belki şımarır. Onun gibi sarışın, güzel ve balık etinden. - Karınızdan şikayetçi misiniz? - Tanri şahit, bir gün bile şikayet etmedim. Ama, o benden değil de, soyadımdan şikayetçi. Kızlık soyadı olan Gülonar’ı bir türlü unutamıyor! - Peki bu soyadını niçin aldınız? - “Kabalara kabalara dümbüllü diye bir kanto vardı. Bunu çok güzel okurdum da... - Peki kaynananızla aranız nasıl? - Allah selamet versin, iyi kadındır. Ama onun yanında, pek konuşamam. Şimdi de adı geçti, susmam lazım.


KAVUK HİKAYESİ Yıllardır Türk tiyatrosunun en büyük tartışma konularından biridir Dümbüllü’nün kavuğu. Bu kavuk Türk tiyatrosunun o döneminin ustasının kim olduğunun sembolüdür aslında. Kavuk kimdeyse, en büyük odur. Kulaktan kulağa dolaşan bir sürü kavuk hikayesi duyuyoruz. Bunlardan birisi Dümbüllü’nün kavuğunun önce Münir Özkul’a, ardından Ferhan Şensoy’a geçtiğini anlatan, en çok kabul gören hikayedir. İsmail Dümbüllü, kendisinden sonra ortaoyunu ve tuluat geleneğini sürdürecek bir isim aramaktadır. Bir gün Kanlı Nigar oyununu izlerken, oyunun başrolunde oynayan Münir Özkul’u beğenir ve kavuğunu ona verir. Kavuk Dümbüllü’ye ustası Kel Hasan’dan kalmıştır. İsmail Dümbüllü ile Münir Özkul arasındaki devir teslimi belgeleyen bir fotoğraf mevcuttur. Daha sonra Münir Özkul da kavuğu Ferhan Şensoy’a verir. Yine bu devir teslimi belgeleyen bir fotoğraf da mevcuttur. Bu olayları belgeleyen fotoğraflar mevcut olduğundan en muteber hikaye budur ve kavuğun şu anda Ferhan Şensoy’da olduğu kabul görmektedir. Tiyatronun bundan sonraki yeni üstadını belirleyecek kavuk devir teslimi de Ferhan Şensoy’dan beklenmektedir. İsmail Dümbüllü’nün damadı Mete Çıngay’a göre ise Dümbüllü’nün Münir Özkul’a verdiği şey kavuk değil, fes veya takkedir. Dümbüllü’nün kızı İpek Çıngay da şu anda Ferhan Şensoy’da olduğu iddia edilen kavuğun bir banka kasasında saklı olduğunu, Ferhan Şensoy’da kavuk değil takke olduğunu söylemektedir: “Babamın kavuğu ne Münir Özkul’a verildi ne de ondan Ferhan Şensoy’a geçti. Babam 1968 yılında Arena Tiyatrosu’nda yapılan ‘Kanlı Nigar’ oyununun prömiyerinde Münir Özkul’a çıraklığın nişanı anlamında takkesini hediye etti kavuğunu değil.

Babam ölene kadar kavuğunu kimseye vermedi, öldükten sonra da ailesine miras kaldı. Ama sonra Özkul’a verilen bu takke nasıl oldu da kavuk oldu anlamıyorum. Kavuk, Dümbüllü’nün hatırası olarak ailesindedir ve bugüne kadar hiçbir sanatçıya verilmemiştir.” Öte yandan tiyatro sanatçısı Rauf Altıntak da kavuğun kendisinde olduğunu öne sürmektedir. Bu hikayeyi de sanatçıyla yapılan bir söyleşide doğrudan kendi ağzından dinliyoruz: “Kavuk meselesini anlatayım size... İsmail Dümbüllü, Kel Hasan Efendi’nin çırağıymış. Bizim tiyatromuzda usta-çırak eğitimi vardır. Sanki bir diplomaymış gibi, ustalar çıraklarına kavuk verirler. Kel Hasan Efendi de kavuğunu İsmail Dümbüllü’ye devretmiş. İsmail Dümbüllü bu kavuğu giyip ortaoyunu oynayınca, saygısızlık yapmış gibi hissetmiş ve kavuğunu Behzat Budak’a vermiş. Behzat Bey, Muhsin Bey’i tiyatroya sokan adamdır. Tüm tiyatrocularının babasıdır. O kavukla Behzat Bey oynamış. Sonra da Hazım Bey’e vermiş. Hazım Bey de Vasfi Rıza Bey’e... Peki Vasfi Rıza kime verdi? Bana! ‘Aynaroz Kadısı’nı oynarken, 1982 yılında bana teslim etti. Şu an kavuk bendedir.” Altıntak’a Ferhan Şensoy’daki kavuğun kime ait olduğu sorulduğunda ise şöyle devam ediyor emektar oyuncu: “Kıyametler kopuyor, Ferhan ‘Kavuk bende!’ diyor. Cem Yılmaz’ı bile bu kapışmaya dahil ettiler. Halbuki işin aslı şudur: 1970’de Genar Tiyatrosu’nda ‘Kanlı Nigar’ oyunu sahneleniyordu. Münir Özkul ve Kemal Sunal bu oyunda rol alıyorlardı. İsmail Dümbüllü’yü de davet etmişler bir gün. O da giderken, bir takke alıp etrafına yemeni sarmış; gitmiş Münir Özkul’a vermiş. O sırada fotoğraflar çekilince, ‘Dümbüllü İsmail, kavuğunu Münir Özkul’a verdi’ diye yazıldı. Halbuki işin aslı; o zaman kavuk Vasfi Bey’deydi. Ben kavuğa 80’lerde sahip oldum. Vasfi Bey, ‘Biz sırayla bu kavuğu giydik, Musahipzade oynadık. Sen de Aynaroz Kadısı’nı oynuyorsun. Al bu kavuğu giy!’ dedi. Ben de haddim

“Peruz Hanım

vardı kantocu. Bu Peruz Dümbüllü diye bir kanto

söylerdi. Buna bir gazel ilave

ederek söylemeye başladım. Böylece Dümbüllü adı

üzerimde kaldı.” olmayarak giydim.” İddialar bunlarla bitmiyor. Ünlü tiyatrocu Mehmet esen de kendisinde bir kavuk olduğunu iddia ediyor. Onun iddiasına göre ise Ferhan Şensoy’daki takkenin bir benzeri de kendinde vardır. Bu iki takke de asıl kavuk değildir. Bu iddiaya göre İsmail Dümbüllü hem Münir Özkul’a hem de Erkan Yücel’e birer takke vermiştir. Münir Özkul takkesini Ferhan Şensoy’a verirken Erkan Yücel’deki takke Mehmet Esen’e geçmiştir. Başka bir iddia da geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Müjdat Gezen cephesinden atılıyor ortaya. Müjdat Gezen’in söylediklerine göre İsmail Dümbüllü ortaoyunu oynarken kavuk, tuluat oynarken ise takke giymektedir. Bu iki nesne de sonradan Münir Özkul’a geçer. Münir Özkul kavuğu Ferhan Şensoy’a, takkeyi ise Müjdat Gezen’e vermiştir. Sonuç olarak, kavuğun kimde olup olmadığı bilinmediği gibi aslında bunun önemi de yoktur. Önemli olan ve ortada olan tek gerçek, geleneksel Türk tiyatrosu ve ortaoyununun sözü geçen isimlerle birlikte yavaş yavaş tarihe gömüldüğüdür.

KULTURA

27


Birçok farklı sanat dalına ilham veren romanlar ve diğer yazılı eserler, söz konusu sinema olunca da yine adından söz ettirmeyi başarıyor. Bunun en güzel örnekleri de şüphesiz birçok kült eseri görebileceğimiz korku ve gerilim filmleri kategorisinde yer alıyor. Özellikle 1970’li yıllarda yeni teknik imkanların gelişmesi ile yeni arayışlara başlayan sinema dünyasının bu özgünlük mücadelesinde en önemli destekçilerinden birisi edebiyat dünyasının deneyimli yazarları olmuştu. İşte karşınızda kitap sayfalarından beyaz perdeye geçmeyi başarabilmiş olan 20 önemli film... Gülşan Karademir

28

KULTURA


KULTURA

29


Psycho/Sapık (1960) Sapık filminin ilki 1960 yılında Alfred Hitchcock tarafından çekilmiştir. Film Robert Bloch’un, Wisconsin’li katil Ed Gein’nin suçlarından esinlenerek yazdığı romanından uyarlanmıştır. Film, ABD Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasında seçilmiş ve ABD Ulusal Film Arşivinde muhafaza edilmeye başlanmıştır. 1983, 1986, 1990 ve 1998 yıllarında devam fimleri çekilmiştir. Marion Crane, Arizona’da bir emlak ofisinde çalışıyordur. Sevgilisi Sam ile evlenmek ister fakat çiftin yeterince parası yoktur. Bir gün patronu Marion’a bankaya yatırması için 40 bin dolar verir ama Marion, parayı alarak kaçar ve Sam ile buluşmaya gider. Sam ile buluşmaya giderken Bates Motel’de konaklar. Motel işletmecisi Norman Bates, annesine saplantısı olan bir adamdır. Marion ve Norman akşam yemeğini birlikte yiyerek sohbet ederler ve Marion odasına giderek duş almaya karar verir. Sinema tarihinin adından en çok söz edilen sahnelerinden olan “duş sahnesi” ile film bir kült haline gelmiştir.

30

KULTURA


The Birds/Kuşlar (1963) ABD yapımı gerilim filminin yönetmen koltuğunda Alfred Hitchcock var. Hitchcock’un tatil için Kuzey Kaliforniya’da kuşların insanlara saldırdığına dair bir gazete haberi okumuş olan yönetmen, daha sonra bu haberi Daphne du Maurier’in aynı adlı kısa hikâyesi ile birleştirmiştir. Kült olan filmde Rod Taylor, Jessica Tandy, Suzanne Pleshette, Tippi Hedren ve Veronica Cartwright gibi dönemin tanınmış oyuncuları yer alıyor. Melanie Daniels, San Francisco’da kuş satan bir evcil hayvan dükkânında Mitch Brenner ile tanışır. Mitch kız kardeşine doğum günü hediyesi olarak kuş olmak istemektedir ancak bir türlü istediği kuşları bulamaz. Mitch’ten hoşlanmış olan Melanie, Mitch’in aradığı kuşları bularak, Mitch’in yaşadığı küçük bir kasaba olan Bodego Bay’a götürmeye karar verir. İlk zamanlarda Melanie’ye sıradan bir kasaba gibi gözüken Bodego Bay, nedensiz yere insanlara saldıran ve insanları öldüren kuşlarla korku kasabasına dönecektir. Kasabada halkı hapsolmuş halleriyle kafesteki kuşlar gibi olacaktır.

KULTURA

31


The Haunting/Perili Ev (1963) Dr. Markway, Hill House isimli bir evde hayaletlerle ilgili çeşitli araştırma ve deney yapar. Söylentilere göre bu ev bir çok ölüm ve şiddet olayının yaşandığı bir yerdir. Dr. Markway, psikolojik gözlemler yapmak için, uykusuzluk sorunlarını bahane ederek bir grup insanı eve davet ediyor. Russ Tamblyn, Julie Harris, Lois Maxwell, Claire Bloom, Richard Johnson ve Valentine Dyall gibi isimlerin rol aldığı film en iyi hayalet filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Film Shirley Jakson’ın The Haunting of Hill House adlı romanından Nelson Gidding tarafından uyarlandı. Filmin yönetmen koltuğunda ise Robert Wise bulunuyor.

32

KULTURA


Rosemary’s Baby/ Rosemary’nin Bebeği (1968) Ira Levin’nin 1967 terihli aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda Roman Polanski var. Başrollerde Mia Farrow ve John Cassavetes olan filmde ayrıca Ruth Gordon, Sidney Blackmer, Maurice Evans, Ralph Bellamy, Elisha Cook Jr. Ve Emmaline Henry gibi isimler de rol alıyor. 2014 yılında filmin 2 bölümlük mini dizisi çekilmiştir. Rosemary Woodhouse bir ev hanımıdır. Eşi Guy ise aktör olmak istiyordur. Çift New York’a taşınır. Komşuları Minnie ve Roman çiftinin fazla misafir perver olması Rosemary’i şüphelendirir ama Guy hiçbir şeyin farkında değildir. Rosemary bir gün rüyasında şeytani bir varlık tarafından tecavüze uğradığını görür. Genç kadın gerçek hayatta da hamile kaldığında komşularının gizemi de giderek artar.

KULTURA

33


The Exorcist/Şeytan (1973) Merrin, Irak’ta kazılar yapmakta olan bir rahiptir ve Şeytan Pazuzu ile ilgili bir şeyler bulur. Diğer tarafra ABD’de ise ünlü bir oyuncunun kızı Regen tuhaf eylemler sergilemeye başlar. Kızının tuhaflığını fark eden Chris MacNeil, kızını doktora götürür ve Regen bir seri testten geçirilir. Regen’ın rahatsızlığının tıbbi karşılığı yoktur. Peder Damian ise annesinin rahatsızlığı yüzünden inancını sorgulamaktadır. Chris MacNeil ise şeytan çıkarma isin Peder Damian’dan yardım ister. William Peter Blatty’nin 1971 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan filmin beyazperde uyarlaması da yine yazara aittir. Yönetmen koltuğunda William Friedkin’in yer aldığı filmin çekimleri sırasında da ilginç olaylar yaşanmıştır. Filmin çekimleri sırasında iki kere set yanmış, ışıkçı ve görüntü asisranı ölmüş, üç farklı figüran kalp krizi geçirmiş, Regen’ı canlandırak Linda Blair yataktan düşrek kolunu kırmış ve kostümler çalınmıştı. Esrarendiz filmin oyuncu kadrosunda Linda Blair, Ellen Burstyn, Max von Sydow, Jason Miller, Lee J. Cobb ve Kitty Winn gibi isimler yer alıyor.

34

KULTURA


Jaws/Denizin Dişleri (1975) Peter Benchley’in romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini Steven Spielberg yapıyor. Başrollerinde Roy Scheider, Richard Dreyfuss ve Robert Shaw’ın olduğu filmde ayrıca, Lorraine Gary, Murray Hamilton, Carl Gottlieb, Peter Benchley ve Jonathan Filley gibi isimler yer alıyor. Film 2011 yılında ABD Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasında seçilmiş ve ABD Ulusal Film Arşivinde muhafaza edilmeye başlanmıştır. Amity Adası küçük bir tatil kasabasıdır. Beyaz bir köpekbalığı adanın kıyılarına dadanır. Denizde yaşanan birkaç ölüme rağmen belediye başkanı, adanın önemli gelir kaynağı olan turistleri kaybetme endişesiyle bu ölümleri örtbas eder. Bir gün küçük bir çocuğun ölmesiyle halk harekete geçer.

KULTURA

35


The Stepford Wives/ Stepford Kadınları (1975) Ira Levin’in 1972 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini Bryan Forbes yapıyor. Bilim kurgu, gerilim türündeki filmde Katharine Ross, Paula Prentiss, Peter Masterson, Nanette Newman, Tina Louise, Patrick O’Neal gibi isimler rol alıyor. Ayrıca film 2004 yılında Frank Oz’un yönetmenliğinde tekrar uyarlanmıştır. Joanna ve Walter, genç bir çifttir ve Stepford kasabasına yeni taşınmışlardır. Fotoğrafçılıkla ilgilenen Joanna kendisini bu konuda geliştirmek ve ev hanımlığı dışında bir şeyler yapmak istemektedir. Walter klasik bir erkektir ve kasabadaki erkekler kulübüne girerek kısa sürede ortama uyum sağlar. Joanna ve komşusu Bobbie, kasabadaki kadınlarda bir tuhaflık olduğunu fark eder. Kadınlar ev işleri, alışveriş yaparak kocalarını memnun etmek için uğraşan köleler gibidir. İki arkadaş bu durumu araştırırken tahmin etmedikleri bir gerçekle karşılaşacaktır. 36

KULTURA


Burnt Offerings/ Gazap Tohumu (1976) Yönetmenliğini Dan Curtis’in yaptığı film, Robert Marasco’nun 1973 tarhli aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Filmde Karen Black, Oliver Reed, Bette Davis, Lee Montgomery, Burgess Meredith, ve Eileen Heckart gibi isimler rol alıyor. Rolf ailesi yaz için bir ev kiralamak isterler. Buldukları ev ihtişamlı, eski ve ucuz bir evdir. Allardyce ailesine ait olan ev Rolf ailesinin babası Ben’in kuşkularına rağmen tutulur. Rolf ailesi, teyze elizabeth ile yaz tatili için eve yerleşirler fakat Allardyce ailesinin bir isteği vardır: ailelerinin yaşlı ferdi odasından hiç çıkmamaktadır ve odasına her gün bir tepsi yemek hazırlanıp bırakılması gerekiyordur. İlk zamanlar her şey normal olsa da ilerleyen günlerde garip olaylar Rolf ailesinin peşini bırakmayacaktır.

KULTURA

37


The Shining/Cinnet (1980) Stephen King’in 1977 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini Stanley Kubrick yapıyor. Filmin başrolünde, yazar Jack Torrance rolünde Jack Nicholson bulunuyor. Filmde ayrıca Shelley Duvall, Danny Lloyd, Scatman Crothers, Barry Nelson ve Philip Stone gibi isimler de rol alıyor. Film en fazla çekim tekrarı yapılan film olarak tarihe geçmiştir. Jack Nicholson’ın banyoya baltayla girme sahnesi 127 kez tekrarlanmıştır. Metafiziksel olayları konu edinen film yazar Jack Torrance’nin hikayesini anlatıyor. Jack, kış sezonunda kapalı olan Overlook Oteli’nin bakımı için ailesiyle otele yerleşir. Jack’in küçük oğlu doğaüstü yetilere sahiptir. Küçük çocuk zamanla otelde yalnız olmadıklarını anlar ve ailesini buna inandırmaya çalışır. Bir gün ailesi kar fırtınası yüzünden otelde mahsur kaldığında Jack bu doğaüstü varlıklar tarafından ele geçirilerek yavaş yavaş aklını kaybedecektir.

38

KULTURA


The Howling/Çığlık (1981) Joe Dante yönetimindeki ABD yapımı film, spiker olan Karen White’ın yaşadığı olayları konu ediniyor. Haber uğruna bir seri katilin peşine düşen ve ölümle yüz yüze gelen Karen, bu olayı atlatabilmek için doktorun önerisiyle, bir ormanda “Koloni” adı verilen bir topluluğa katılır. Geceleri ormanın derinliklerinden dehşet verici sesler gelmektedir. Huzur bulmak için gelinen orman sanıldığı gibi huzur veren bir yer değildir. Gray Brandner’ın romanından, John Sayles ve Terence H. Winkless tarafından uyarlanan filmde Dee Wallace, Karen rolüyle karşımıza çıkar. Filmde Dee Wallace’ye, Patrick Macnee, Dennis Dugan, Christopher Stone, Belinda Balaski, Kevin McCarthy, John Carradine, Slim Pickens, John Carradine, Dick Miller gibi isimler eşlik ediyor.

KULTURA

39


Angel Heart/ Şeytan Çıkmazı (1987) Yıl 1955, Harry Angel, New York’un özel dedektiflerinden biridir. Tehlikeli işlerle pek upraşmayan Angel’ın ofisine bir gün Louis Cyphre adında biri gelerek Johnny Favorite adlı eski bir şarkıcıyı bulması için anlaşırlar. Angel olayı araştırırken bilgi aldığı insanların teker teker öldürülmesi üzerine suçun üzerine kalabileceğini düşünerek en kısa sürede görevini tamamlamak ister. Angel araştırması sırasında doğaüstü olaylarla karşılaşacaktır. Alan Parker yönetmenliğindeki film, William Hjortsberg’in Falling Angel(Düşen Melek) adlı romanından uyarlanan filmin, beyazperde uyarlaması yine Alan Parker’a aittir. Harry Angel rolünde Mickey Rourke, Louis Cyphre rolünde ise Robert De Niro vardır. Filmde ayrıca Lisa Bonet, Charlotte Rampling, Stocker Fontelieu, Brownie McGhee,Dan Florek, Michael Higgins, Elizabeth Ehitcraft ve Eliott Keener gibi isimler rol alıyor.

40

KULTURA


Hellraiser (1987) Bir gezgin olan Frank Cotton Kuzey Afrika’da eski çağlardan kalma bir akıl küpü satın alır. Bir rivayete göre küp, doğru bir şekilde oynandığında cennetten ve sonsuz zevkin kapılarını açacaktır. Frank, evinin çatı katında küpü sayesinde başka bir boyutun kapılarını aralar. Clive Barker yönetmenliğindeki, İngiltere yapımı korku filmi, yönetmenin kendi romanı olan The Hellbound Heart’tan uyarlanmıştır. Filmde Andrew Robinson, Sean Chapman, Oliver Smith ve Nail Buggy gibi isimler yer alıyor. Daha sonra 1988, 1992, 1996, 2000, 2002, 2005, 2011 yıllarında da devam filmleri çekilmiştir. Yüzünün her tarafına iğne batırılmış, iğneli adam serinin her filminde film afişinde yer almaktadır.

KULTURA

41


I Know What You Did Last Summer / Geçen Yaz Ne Yaptığını Biliyorum

(1997) Lois Duncan’ın 1973 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini Jim Gillespie yapıyor. Kevin Williamson’un uyarlaması filmde, Ray, Barry, Helen ve Julie okuldan mezun olmuşlardır ve ilerleyen zamanlar için planlar yapmaktadırlar. Helen bir güzellik yarışmasını kazanmış ve New York’ta filmlerde oynamanın planlarını yapıyordur. Ray de New York’Ta ünlü bir yazar olmayı hayal etmektedir. Barry ve Julie hayatlarına Boston’da devam etmeyi planlıyordur. Hayatları Julie’nin “Geçen yaz ne yaptığını biliyorum.” Yazılı bir mektup almasıyla değişir. Fi,lmin oyuncu kadrosunda Jennifer Love Hewitt, Sarah Michelle Gellar, Pyan Philippe, Freddie Prinze Jr., Bridgette Wilson, Anne Heche, Muse Watson, Jonny Galecki ve Stuart Greer gibi isimler yer alıyor.

42

KULTURA


The Relic/Kalıntı (1997) Birbirinden tamamen farklı iki insan olan biyolog Margo Green ile polis şefi Vincent d’Agosta’yı bir araya getiren Chicago Tarih Müzesi’ndeki bir sergi galasıdır. Diğer sergilerden farklı olarak, bu sergiye gelen kişiler asla sergiden ayrılamazlar. Lincoln Child ve Douglas Preston’un 1995’te kaleme aldığı aynı adlı romandan uyarlanan filmin yönetmenliğini ise Peter Hyams yapıyor. Penelope Ann Miller, Tom Sizemore, Linda Hunt, James Whitmore, John Debney, Robert Lesser, Constance Towers, Francis X. McCarthy ve Audra Lindley gibi isimler rol almıştır.

KULTURA

43


Ringu/Halka

(1998) Japon Edebiyatının önemli isimlerinden Koji Suzuki’nin aynı adlı romanından, Hiroshi Takahashi tarafından uyarlanan filmin yönetmenliğini Hideo Nakata yapmıştır. Filmde Nanako Matsushima, Miki Nakatani, Hiroyuki Sanada, Yuko Takeuchi, Hitomi Sato, Yoichi Numata, Rikiya Otaka ve Yutaka Matsushige gibi isimler rol almaktadır. 2002 yılında The Ring adıyla filmin Hollywood uyarlaması çekilmiştir. Film Japon sinemasının en çok hasılat yapan filmleri arasındadır. Bir video, onu izleyen herkesin ölümüne neden oluyordur. Gizem çözülene kadar da bu böyle devam edecektir. Video izlendikten sonra herkesin yedi günü vardır. Videoya ait söylentiler yayılırken, bir gazeteci anlatılanlara inanmayarak videoyu incelemek ister ve kendini bir oyunun içinde bulur.

44

KULTURA


Audition/ Ölüm Provası (1999) Güney Kore ve Japonya ortak yapımı filmin yönetmenliğini Takashi Miike yapıyor. Ryû Murakami’nin aynı adlı romanından, Daisuke Tengan tarafından uyarlanan filmde Ryo Ishibashi, Eihi Shiina, Miyuki Matsuda, Ren Osugi, Renji Ishibashi, Tetru Sawaki, Jun Kunimura ve Kanji Tsuda gibi isimler rol alıyor. Aoyama karısını kaybettiğinden beri yalnız yaşayan bir adamdır. Başarılı iş adamının, yedi yıllık yalnız yaşantısına artık bir kadının girmesi gerektiğini düşünen TV yapımcısı arkadaşının aklında, Aoyama’ya bir eş bulmak için ilginç bir yöntem vardır. Bir oyuncu seçmesi düzenlenir. Kadınlar bir filmin secmelerine geldiklerini düşünselerde amaç Aoyama’ya bir eş bulmaktır. Aoyama, Asami adındaki kadını ilgi çekici bularak, onun ideal bir eş olacağına karar verir. Asami, korunmaya muhtaç ve melek görünüşünün ardında karanlık bir dünyaya sahip olan bir kadındır.

KULTURA

45


Stir Of Echoes/ Dehşetin Yankıları

(1999) Richard Matheson’un 1958 tarihli, aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini David Koepp yapıyor. Başrolünde Kevin Bacon’un olduğu filmde ayrıca Lusia Strus, Kevin Dunn, Illeana Douglas, Jennifer Morrison, Kathryn Erbe, Lisa Weil, Connor O’farrell, Richard Cotovsky, Zachary David gibi isimler de rol alıyor. Filmde Tom Witzky, ailesiyle birlikte yeni kiraladıkları evde yaşamaktadır. Mahallede düzenlenen bir partide hipnotize edilmeyi kabul eder ve bu olay Tom’un hayatını değiştirir. Kafasında kendine ait olmayan düşünceler ve görüntüle belirirken oğlu Jake’in de problemler yaşadığını fark eder. Yaşadıkları evde daha önce bir cinayet işlenmiştir ve kurban Samantha Jake ile iletişim kurmaktadır.

46

KULTURA


American Psycho/ Amerikan Sapığı (2000) Bret Easton Ellis’in 1991 tarihli aynı adlı romanından uyarlanın filmin yönetmen koltuğunda Mary Harron var. Chris Hanley ve Christian Halsey Solomon tarafından beyaz perdeye uyarlanan Kanada ve ABD ortak yapımı filmed Christian Bale, Willem Dafoe, Jared Leto, Samantha Mathis, Josh Lucas, Matt Ross, Bill Sage ve Chole Sevigny gibi isimler yer alıyor. Aileden zengin olan Patrick Bateman, Wall Street’te bir finans şirketinde çalışmaktadır. Genç ve yakışıklı olması, Patrick’e hem iş hem de sosyal yaşamında hayatını kolaylaştırıyordur. Dışarıdan bakıldığında düzgün ve sıradan bir hayat sürdüğü düşünülen Patrick’in, kimsenin bilmediği karanlık bir tarafı vardır; insanları sebepsizce öldürerek, hatıra olarak vücutlarından bir parçasını evinde saklamaktadır.

KULTURA

47


Valentine/ Ölümcül Bedel

(2001)

James Blanks yönetmenliğindeki film Tom Savage’nin çok satan ve aynı adı taşıyan romanından Donna Powers, Wayne Powers, Aaron Harberts ve Gretchen J. Berg tarafından uyarlanmış. Film, birlikte büyümüş beş kadının yaşadığı bir takım sıradışı olayları konu ediniyor. Kate, Paige, Dorothy, Lily ve Shelley okulun çalışkanlarıyla alay etmişlerdir. Yılların ayırmadığı arkadaş grubu sevgililer günü öncesi bir arkadaşlarının cenazesinde tekrar bir araya gelirler. Cenaze sonrası tehditkâr mesajlar alan beş arkadaş başta bu mesajları önemsemez. Daha sonra arkadaşlarının ölümünü araştıran dedektif ile tanışan beş kadın, aldıkları mesajların yıllar önce aşağıladıkları Jeremy Melton adında bir adamla ilgili olabileceğini öğrenir. Polis her yerde Jeremy’i arasa da, Jeremy hiçbir yerde yoktur. Bir fotoğrafı daha olmayan Jeremy, beş kadının korkusu olur. Beş kadının sevgililer günü büyük bir korkuyla geçecektir. Filmde beş yakın arkadaş Denise Richards, Marley Shelton, Jessica Capshaw, Katherine Heigi ve Jessica Cauffiel’e David Boreanaz, Fulvio Cecere, Daniel Cosgrove ve Johnny Whitworth eşlik ediyor. “Bu kadınlar, kendilerini nelerin beklediğinin ve geçmişteki düşüncesizce yapılmış davranışların kendilerini ele geçirmek için geri geleceğinin gerçekten de farkında değiller” Jamie Blanks. 48

KULTURA


The Ruins/ Lanetli Topraklar (2008) Yakın arkadaş Amy ve Stacy, erkek arkadaşları Jeff ve Eric ile birlikte Meksika’da turistik bir bölgede tatil yapmaya giderler. Tatillerinin son günlerinde antik Maya harabelerini görmek için ormanda yolculuk yaparlar. Bölgeye vardıklarında meydana gelen olaylar yüzünden korkuya kapılarak, taş bir yapıtın tepesine sığınırlar. Dört genç hayatta kalma mücahadelesiverecektir. Carter Smith yönetmenliğindeki film, Scott B. Smith’in 2006 tarihli aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Filmde Jonathan Tucker, Laura Ramsey, Joe Anderson, Shawn Ashmore, Jena Malone, Sergio Calderon, Bar Paly, Dimitri Baveas ve Luis Antonio Ramos gibi oyuncular rol alıyor.

KULTURA

49


Tutsak Güneş Ayşe Kulin Yakın gelecekte, yeryüzünde bir ülke… Tiran ölmüş ve oğlu başa geçmiştir. Ülke, din ulemaları ve polisler ordusundan oluşan bir demir yumrukla yönetilmektedir. Katı yasalarla sınıflara ayrılan halksa, yoğun denetim ve gözetim altında yaşamaktadır. Güneşse, kimselerin nasıl, neden olduğunu hatırlamadığı bir dönemden bu yana, “Gökcisim” denilen dev bir kütlenin ardındadır. Her yer buz tutmuş, yaşam sevinci tüm canlılardan el ayak çekmiştir. Gelgelelim yıpratıcı uykusuzluğuna çare arayan bilim kadını Yuna, geçmişine, kaderine ve en önemlisi de, bir kadın olarak tutkularına sahip çıkarak, beklenmedik bir şekilde gerçekleri sorgulamaya başlar. Topluma dayatılan kuralların, değişmez varsayılan yasaların, sonu gelmez sansürün mutlak olmadığını fark eden Yuna, sorumluluğunu üstlenip, deyim yerindeyse, güneşe açılan kapıyı aralamayı göze alacaktır. Ayşe Kulin, okurlarını sarsıcı bir gelecek hayal etmeye davet ettiği Tutsak Güneş’te, genç bir kadının unutulmaz uyanış hikâyesini anlatıyor.

Sıfır Sayı Emberto Eco Tam bir “kaybeden” olan Colonna (50), gazeteci Simei’den iyi bir iş teklifi alıyor: “Yazı işleri sorumlusu ya da benzeri bir şey” sıfatıyla bir yıl boyunca bir günlük gazete için hazırlanan 12 “sıfır sayı”yı yönetecek ve “asla çıkmayacak olan bir günlük gazetenin hazırlanışıyla geçen bir yılın öyküsü”nü anlatan bir kitap yazacak. Patron Vimercate, bu gazete sayesinde “finans ve politika dünyasının güzel salonunu rahatsız edebileceğini kanıtladıktan sonra, olasılıkla bu güzel salon ona bu düşünceden vazgeçmesini rica edecek, o da Yarın tasarısını bir kenara kaldırıp güzel salona giriş yapma iznini koparmış olacak.” Teklif sahibi Simei’nin de kendi planı var: “her şey suya düşerse kitabı yayımlarım. Bomba gibi patlayacak ve yayın hakkı adına bana belli bir gelir sağlayacaktır. Ya da, olur ya, birileri yayımlamamı istemez ve bana bir total verir. Net.” Olaylar böyle başlıyor ve Eco gözde konuları aracılığıyla İtalya’nın 50 yıllık tarihini yeniden yazıyor: Gladio, bir Papa’ya suikast, başka bir Papa’nın öldürülmesi, hükümet darbeleri, gizli servislerle terör örgütlerinin karmaşık ilişkileri… Ve bir soru: Acaba Mussolini sağ mı?

Ölümcül Prag Philip Kerr Doğu Cephesi’nin cehenneminden Eylül 1941’de Berlin’e dönen Bernie Günther kendini farklı bir cehennemin içinde bulacaktır. Kripo’da çalışmaya devam eden Bernie, Hollandalı bir demiryolu işçisinin ölümünü araştırırken SS Generali Reinhard Heydrich tarafından Prag’a çağırılır. Heydrich’in Prag’daki evinde SS ve SD’nin üst düzey mensuplarının da bulunduğunu bilen Bernie bu daveti istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kalır. Fakat Prag’a gittiği günün gecesinde, evde işlenen bir cinayet Bernie’yi çözülmesi imkânsız gibi görünen bir muammayla karşı karşıya bırakır. Yine de başka seçeneği yoktur. - Heydrich başarısızlığa müsamaha gösterecek türde biri değildir.

50

KULTURA


Eski Demir Kapı Ayla Çınaroğlu Cemil kendi çapında ünlenmiş ama hala istediği “ anı yakalayamamış “genç bir fotoğrafçıdır. Bir yanda sevdiği genç kadın, bir yanda bir türlü düzene sokamadığı hayatı, savrulup giderken karşısına çıkan eski mavi bir bahçe kapısıyla, her şey iyice sarpa saracaktır. 1972 yılından bu yana çocuklar için hikayeler yazan, oyunları devlet tiyatroları repertuvarına alınan usta yazar Ayla Çınaroğlu bu son kitabında, genç bir fotoğrafçının tutku ve rastlantıyla iç içe geçmiş öyküsünü, akıcı dili, şaşırtıcı kurgusuyla bizlere aktarıyor. Eski Demir Kapı, Sarıgaga Yayınları’ndan piyasaya sürüldü.

Mücella Nazan Bekiroğlu Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücellâ’da bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinden nostaljik bir hikâyeyle buluşturuyor. Mücellâ, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı. Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lâmbasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler. Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücellâ. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse hiç fark etmeyen... Neyi beklediğini bilmeden bekleyen... Derken günün birinde, kıyısında kaldığı hayata son bir çabayla dönmek isteyen… Mücellâ’nın dupduru ve çarpıcı hikayesi Timaş Yayınları’ndan çıktı.

Helen’in Şatosu Meltem Budan Nalbant Meltem Budan Nalbant, son romanı Helen’in Şatosu’nda bu mitostan yola çıkarak kadın-erkek ilişkilerine ışık tutuyor ve gerçek hayattan alıntıladığı kadınları Helen adlı esrarengiz bir kadının şatosunda bir araya getiriyor. Öyle bir şato ki bu, erkeklerin girmesi yasak, kadınlara özel… Ve o kadınlardan üçü, Eda, Martha ve Sardunya hem Helen’in işaret ettiği kurgu öyküyü tamamlıyor, hem de her biri kendi hayatının anlamına doğru uzun ve zahmetli bir yola çıkıyor. “Çünkü âşık insan meraklıdır, sabırlıdır, kolay affeder. Çünkü karşısındaki kişiyi görmez, duymaz. Hatta dokunduğu kişi bile aslında kendi kafasında yarattığı bir tasarımdan başka bir şey değildir. Yani bakar, sever, dokunur ancak; gördüğü, duyduğu, konuşup dokunduğu, aslında kişinin kendi tasarımı, kendi yorumudur.” Romanlarında gerçek hayatla fantezi dünyasını ustaca bir araya getiren Meltem Budan Nalbant, merakla okuyacağınız bu romanda da maharetini konuşturuyor.

KULTURA

51


Tehlikeli Pazarlık Mark Billingham Edebiyat dünyasının meşhur dedektifi Tom Thorne, ustaca kurgulanmış, sürükleyici bir polisiye roman olan “Tehlikeli Pazarlık”la geri dönüyor. Mark Billingham’ın akıcı ve etkili üslubuyla kaleme aldığı roman, yazarın şimdiye kadar yazdığı en iddialı ve en başarılı polisiye olarak gösteriliyor. Görevinin başına yeni dönen Dedektif Tom Thorne, geçmişiyle olan hesabını kapatabilmek için korkunç bir bedel ödeyeceğinden habersizdir. Dedektifin yıllar önce demir parmaklıklar ardına gönderdiği tehlikeli psikopat Stuart Nicklin, yirmi beş yıl önce gömdüğü cesedin yerini göstermek için tek bir şart öne sürer: Thorne da kendisine eşlik etmelidir. Thorne, kendi kurduğu özel timle, dış dünyayla iletişim kurmanın neredeyse imkânsız olduğu, ücra bir Galler adasına doğru yola çıkar. Nicklin, avucunun içi gibi bildiği adada yeni planlar yaparken, dedektif de bir an önce adadan kurtulmanın çaresini aramaktadır. Bir anda hiç hesapta olmayan başka cesetlerle karşılaşan Thorne, hayatının seçimini yapmak zorunda kalır.

Jül Sezar’ın Ölümü Barry Strauss Eski Roma’nın en ünlü generali, Galya Fatihi Jül Sezar’ın öldürülüşü Shakespeare sayesinde tarihteki en ünlü suikast olarak bilinegelmiştir. Ama MÖ 44 Mart’ında olup bitenler Shakespeare’in ölümsüz eserinde anlatılanlardan çok daha çarpıcıdır. Yazar Barry Strauss’a göre Jül Sezar’ın öldürülüşü itinayla planlanmış paramiliter bir operasyondur. Suikastçılar, Cumhuriyet’i yıkıp yerine krallığı getirerek Roma devlet düzenini ve siyaset yapma tarzını değiştirmek niyetinde olduğuna inandıkları Jül Sezar’ı ortadan kaldırmak istemişlerdir. Titiz tarihçi Barry Strauss Jül Sezar’ın Ölümü’nde Eski Roma tarihinin dönüm noktasını oluşturan olaylar dizisini polisiye roman tadında kaleme alıyor.

Banksy Duvarın Ardındaki Adam Will Ellsworth-Jones Sahne ışıklarından bu denli uzak duran, adını, yüzünü böylesine gizleyen ve sadece e-posta yoluyla röportaj veren Banksy şaşırtıcı derecede ünlü/ şöhret sahibi. Bristol’den gelen sıradan bir grafiti sanatçısıyken eserleri müzayedelerde altı haneli rakamlara alıcı bulan Banksy, ünlülerin duvarlarını süslüyor. Yeni bir Banksy’nin ortaya çıkışı ulusal çapta haber oluyor, en son sergisi için insanlar saatlerce kuyrukta bekliyor ve Exit Through the Gift Shop filmi Oscar’a aday gösteriliyor. Sıradışı bir sokak çocuğundan ulusal bir hazineye dönüşen Banksy bugünlere nasıl geldi? Banksy’nin hayatına ve dünyasına ait bu -gayrıresmî ve onay verilmemiş- ilk kitap çalışmasıyla Will Ellsworth-Jones, bir vandal olmakla suçlanan ve sıradışı olduğu için alkışlanan bir figürün şifrelerini çözecek parçaları bir araya getiriyor.

52

KULTURA


Ateş Arabaları Ercan Taner, Mert Aydın NTV Radyo’nun 2014 Sedat Simavi Ödülü sahibi programı Ateş Arabaları artık yazılı olarak da elinizde. Ercan Taner ve Mert Aydın’ın 5 yıldır hazırlayıp sundukları programdan önemli anlar ve bilgiler, bu kitapta karşınıza yeniden çıkacak. Hepsinden önemlisi bu kitabın tüm gelirleri LÖSEV’e bağışlanacak. Ateş Arabaları sadece bir spor programı değil. Tarihten sinemaya, müzikten bilime yaşamın içinden geçen her şey programın doğal konusu. Bir gün Şampiyonlar Ligi finalinden bahseden Taner ve Aydın, başka bir gün Oscar ödüllerini tartışıyor. Birbirinden ilginç bilgiler, hikayeler, anekdotlar havada uçuşuyor adeta. 1981 yılında dünyada büyük yankı uyandıran ve En İyi Film Oscarı’nı kazanan Chariots of Fire (Ateş Arabaları), programa ve dolayısıyla kitaba adını veriyor. Filmin Vangelis imzalı o enfes tema müziği programı da temsil ediyor. Kitabı okurken bir yandan da bu müziği dinlemek keyfini bir kat daha artıracaktır. Beatles, Oscar, George Best, Liverpool, Lefter Küçükandonyadis, Türkiye’nin spor televizyonculuğu macerası, Spor Sergi günleri, bu kitapta karşınıza çıkacak konulardan sadece birkaçı.

Kösem Sultan - Dört Devrin Sultanı Jean Bell Genç yaşta Osmanlı’ya esir düşen Rum asıllı Anastasya’nın yürek burkarak başlayan, Topkapı Sarayı’na cariye olarak alınmasıyla büsbütün değişen, ardından beklenmedik bir sona doğru sürüklenen hikâyesi… 14 yaşında Topkapı Sarayı’na cariye olarak adım attığında, genç Anastasya’nın koskoca bir imparatorluğun kaderini değiştireceğini kimse bilmiyordur. Menekşe rengi gözleriyle baktığı her yeri aydınlatan, büyüleyici güzelliği ve keskin zekâsıyla çevresindekileri etkisi altına alan bu kız, dönemin padişahı I. Ahmed’in gönlünü çalarak kısa sürede sarayın en güçlü kadını haline gelen Kösem Sultan’dan başkası değildir. Mevcut düzene karşı kendi kurallarıyla oynayacak kadar cüretkâr davranan Kösem Sultan, saray hayatı boyunca gücünü yitirmemek için her türlü entrikaya bulaşmaktan geri durmaz. Fakat kendisini bekleyen asıl tehlikenin farkında değildir…

Öldürmek İçin Mükemmel Bir Gün Mario Mazzanti Soğuk bir Kasım günü, İtalya’nın Lombardiya Bölgesi’ndeki küçük bir kasabada Senegal kökenli küçük bir kız çocuğu okula gitmek üzere evinden çıkar. İsmi Ami’dir ve bir daha hiç geri dönmez. Babası kızının kaybolduğuna dair ihbarda bulunduğu anda dur durak bilmeyen arama çalışmaları başlar. Soruşturmayı Komiser Sensi yürütmektedir. Üstünden üç ay geçen dramatik olay çözümsüz kalır. Böylece Komiser Sensi şöhretli bir kriminolog olan eski dostu Doktor Claps’i ziyaret etmeye karar verir. Claps daha konuşmanın başında bu buluşmanın gerçek sebebini anlar. Ami kaybolan tek kız çocuğu değildir ve ortada çözülemeyen başka benzer vakalar da vardır. Son üç yılda kimliği hiç belirlenememiş olan başka birçok küçük ceset bulunmuştur. Ve hepsi de katilin benzersiz imzasını taşımaktadır...

KULTURA

53


Abluka Yönetmenliğini Emin Alper’in yaptığı film Katar, Fransa ve Türkiye ortak yapımı. Filmin oyuncuları arasında Mehmet Özgür, Berkay Ateş, Tülin Özen, Müfit Kayacan, Ozan Akbaba, Fatih Sevdi, Mustafa Kırtepe, Yavuz Pekman bulunuyor. 20 yıldır hapishanede olan Kadir tahliye olarak emniyette çalışan Hamza’nın yardımıyla iş bulur. İstanbul’un sokaklarına yansıyan siyasi kargaşa atmosferinde çöp toplayıcısı görünüşüyle muhbirlik yapacaktır. Gecekondu mahallelerindeki çöpleri karıştırarak bomba ile ilgili malzemelerin olup olmadığını araştıracak ve emniyete bilgi verecektir. Bir gün Kadir kardeşi Ahmet ile karşılaşır. Belediye çalışanı Ahmet’in kardeşlik bağını kurma çalışmaları Kadir’i komplo teorileri üretmeye iter.

Cin Kuyusu Film bir çiftin hikayesini konu ediniyor. Köyde yaşayan ve çocuk sahibi olmak isteyen çift, cinlerin intikamının odak noktası oluyor. Filmin yönetmenliğini “Şeytan-I Racim 2: İfrit” ve “Üç Harfliler 2: Hablis” filmlerinin de yönetmenliğini yapan Murak Toktamışoğlu yapıyor. Zeynep Buse Kale, Cemal Baykal ve Kubilay Güleçoğlu’nun rol aldığı filmin müzikleri ise birçok dizinin ve filmin müziklerini yapmış olan Yıldıray Gürgen’e ait.

Pay The Ghost Uli Edel’in yönetmen koltuğuna oturduğu gerilim, korku ve fantastik türündeki ABD yapımı filmde Nicolas Cage, Sarah Wayne Callies, Veronica Ferres, Lyriq Bent, Erin Boyes, Jack Fulton, Alex Mallari Jr. ve Juan Carlos Velis gibi isimler yer alıyor. Mike Lawford ve Kristen’ın oğulları Cadılar Bayramı gecesinde kaçırılır. Bu olayla hayatları değişen çift, olaydan bir yıl sonar korkutucu mesajlar alırlar. Bu mesajlardan oğullarını New York’ta aramaları gerektiğini anlayan çift, oğulları için her şeyden vazgeçerek yollara düşer.

54

KULTURA


Spectre 007 James Bond karakterinde yine Daniel Craig’in olduğu filmin yönetmenliğini Sam Mendes yapıyor. Senaristliğini John Logan’ın üstlendiği filmde Daniel Craig’e, Christoph Waltz, Monica Bellucci, Lea Seydoux, Dave Bautista, Andrew Scott, Ralph Fiennes ve Ben Whishaw gibi isimler eşlik ediyor. Geçmişten gelen bir mesaj, Bond’u Mexico City’ye ve sonunda Roma’ya sürükler. Spectre olarak bilinen tekinsiz bir örgütün varlığını ortaya çıkaran Bond, bu örgütün foyasını ortaya çıkarabilmek için eski düşmanı Mr. White’ın kızı Madeleine Swann’ı arar. Moneypenny ve Q’dan kıza ulaşmak için yardım itmelerini isteyen Bond, bir yandan da Christoph Waltz tarafından tarafından canlandırılan düşmanıyla arasındaki gerçeği öğrenecektir.

By the Sea Angelina Jolie Pitt’in yönetmenliğini ve senaristliğini üstlenerek, Brad Pitt ile başrollerini paylaştığı filmde ikiliye Melanie Laurent, Melvil Poupaud, Niels Arestrup, Richard Bohringer, Sarah Naudi ve George Camilleri gibi isimler eşlik ediyor. 1970’lerde Fransa’da bir sahil kasabasına gelen ve evlilikleri krizde olan Roland ve Vanessa çiftinin dram dolu hikayesini konu edinen film Angeline Jolie’nin ikinci yönetmenlik denemesi.

Delibal Barış ve Füsun’un aşk hikayesini konu edinen filmin yönetmenliğini Ali Bilgin yapıyor. Mimarlık öğrencisi Barış müzikle uğraşan ve hayatın tadını çıkaran biridir. Füsun’u görüp aşık olan Barış, aklında Amerika’ya gidip master yapma fikri olan Fusün’u kendine aşık ettirmeyi başarır. Evlenen aşıklar masallardaki gibi bir aşk dolu bir hayat yaşarken bir gün bu masal bozulur. Çağatay Ulusoy ve Leyla Lydia Tuğutlu’nun başrollerinde olduğu filmde ikiliye Hüseyin Avni Danyal, Laçin Ceylan, Mustafa Avkıran, Nazan Kesal ve Toprak Sağlam gibi isimler eşlik ediyor.

KULTURA

55


Düşlerin Terzisi Tilly Dunnage adlı bir terzinin hikayesini konu edinen filmin yönetmenliğini Jocelyn Moor house yapıyor. Yıllar once dedikodular yüzünden kasabasını terkeden Tilly, annesi Molly’yi bulmak için döner. Artık bir yabancı sayılan kasabasında katil olarak suçlanan Tilly’yi insanlara yakınlaştıran ise terzilik yeteneği olur. Kasabada Teddy’ye aşık olan Tilly, aşkın ona neler yaptırabileceğini görecektir. Rosalie Ham’ın 2000 yılında yayınladığı aynı adlı kitaptan uyarlanan filmde Kate Winslet, Liam Hemsworth, Hugo Weaving, Sarah Snook, Judy Davis, Caroline Goodall, Kerry Fox ve Rebecca Gibney gibi isimler rol alıyor.

Hayal Ülkesi Danimarka’da doğmuş ve büyümüş olan bir adam, yanına kızını alarak bir çöle doğru yolculuğa çıkar. Bu çöl çoğu insanın ulaşmaya çalıştığı ama çok az insanın varabildiği, medeniyet sınırlarının ötesinde bir yerdir. Bu yüzden bu yolculuk kolay bir yolculuk olmayacaktır. Lisandro Alonso’nun senaristliğini üstlenerek yönetmen koltuğunda olduğu filmde Viggo Mortensen, Ghita Norby, Adrian Fondari ve Esteban Bigliardi rol alıyor.

The Pack Film öldürücü güçteki köpeklerin saldırısına uğrayan bir çiftçi ailesinin hikayesini konu ediniyor. Köpeklerle karşı karşıya gelen çiftçi ailesi dehşet dolu anlar yaşayacak ve hayatta kalma mücadelesi verecektir. Yönetmenliğini Nick Robertson’un yönetmenliğini yaptığı filmde Anna Lise Philips, Jack Campbell, Kieran Thomas McNamara, Katie Moore, Charles Mayer ve Hamish Philips rol alıyor. Senaryosu Evan Randall Green’e ait olan filmin müziklerini ise Tom Schutzinger yapıyor.

56

KULTURA


The Perfect Guy Leah Vaughn, Dave ile uzun süredir bir birlikteliği ve hızlı adımlarla yükseldiği bir işi vardır. Dışarıdan bakıldığında mükemmel bir hayatı olan, 26 yaşındaki Leah Dave ile evlenmek istiyordur. Dave ise Leah ile aynı fikirde değildir ve evlilikten çekiniyordur. Çift kısa bir sure sonra ayrılır ve Leah’ın hayatına Carter Duncan adında bir adam girer. Leah’ın ailesinin de sempatisini kazanan Carter ve Leah’ın ilişkileri hızlı adımlarla ilerler. Aşırı korumacı Carter’ın geçmişiyle ilgili gerçekleri öğrenince Leah için zor günler başlar. David M. Rosenthal’ın yönetmenliğindeki filmde Sanaa Lathan, Michael Ealy, Morris Chestnut, L.Scott Caldwell, Charles S.Dutton, Joan Getz, Tess Harper ve Kathryn Morris gibi isimler rol alıyor.

Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 2 2014 yılında ilk bölümü yayınlanan filmin yönetmenliğini Francis Lawrence yapıyor. Filmde Jennifer Lawrence, Josh Hutcherson, Liam Hemsworth, Sam Claflin, Natalie Dormer, Woody Harrelson, Philip Seymour Hoffman ve Julianne Moore gibi isimler rol alıyor. Katniss Everdeen, kasabasının yıkıma uğradığını öğrendiği zaman evine geri döner. Açlık Oyunları’nı kazananların yaşadıkları yer hariç tüm kasaba otorite tarafından yok edilmiştir. Bu harabe yerde Katniss’in görebildiği tek canlı ise Buttercup’tır. Katniss, Buttercup ile birlikte, 13. Bölgeye gider. Bu bölgede halk yeraltına gizlenerek hükümetin nükleer silahlarının etkilerinden korunmaya çalışıyordur. Katniss’in Devrim kampanyalarının önündeki tek engel hükümetin tarafından tutulan Peeta’dır.

Annem Margherita orta yaşlarını geçmiş yaratım sıkıntısı yaşayan bir yönetmendir. Margherita’nın bu sıkıntısının yanı sıra annesinin kaçınılmaz Kabul edilen ve henüz Kabul edemediği ölümüyle de yüzleşememiştir. Bir yönetmenin buhranını ve yüzleşme hikayesini konu edinen filmin senaristliğini ve yönetmenliğini Nanni Moretti yapıyor. Nanni Moretti’nin de rol aldığı filmde, Margherita Buy, John Turturro, Giulia Lazzarini, Beatrice Mancini, Stefano Abbati, Enrico Lanniello ve Anna Bellato gibi isimler de rol alıyor.

KULTURA

57



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.