EYLÜL 2015 / Sayı: 7
Hayatta ne yapıyorsan keyifle yap...
32
CEYHUN ZEYNALOV
36
AKİRA KUROSAWA
46
TARİHİN EN YÜKSEK BÜTÇELİ 10 FİLMİ
EDiTO
SONBAHAR NEŞESİ
Hayatım boyunca en sevdiğim mevsim hep sonbahar olmuştur, belki de sıcaklardan kurtulmanın kazandırdığı bir sempatidir bu. Eminim birçok okurumuz da bizim gibi yaz sıcaklarından kurtulmanın ferahlamasını yaşıyordur.. Yoğun geçen bir yazın ardından sonbaharın da etkinliklerle dolu olduğunu görmek ise ayrı bir coşku kaynağı. Ekip olarak şimdiden başta İstanbul Bienali olmak üzere bir yandan İstanbul trafiğiyle mücadele ederken bir yandan da mümkün olan en az sürede en çok ne kadar etkinlik gezilebileceğinin hesaplarını yapmaya başladık. Tabii bu ay içerisinde yer alacak olan birçok konser ve workshop gibi etkinlikleri Erdem Yaşar de atlamamak gerek. Okurlarımıza tavsiyem çok geç kalmadan bu ay için sıkı bir etkinlik planı oluşturmanız ve hazır havalar da artık geçtiğimiz aylardaki facebook.com/kulturadergi kadar can sıkıcı değilken görülmesi gerektiğini düşündüğünüz organizasyonları kaçırmamanızdır. twitter.com/KulturaDergi
Bu ay bizi kırmayarak röportaj talebimizi kabul eden Billur Kalkavan ile gerçekleştirdiğimiz sohbet, medyanın her dönem içinde olan ve konuşulmayanları konuşabilmiş birisinin perspektifinden yeni medya ve internet yayıncılığına ışık tutar nitelikte. Billur Kalkavan, 1 yaşındaki projesi Billur TV ile yeni medya düzenine farklılıklarıyla çok şey katmaya devam ediyor. Bir diğer röportajımızda ise kardeş ülkemiz Azerbaycan’ın yetiştirdiği en özgün seslerden birisi olan, Pambıq Kimi Buludlar şarkısıyla tanıdığımız Ceyhun Zeynalov, sorularımızı yanıtladı. Azerice ve reggea’nin bu eşsiz birlikteliğinin arkasındaki ismi tanımak bizim için de son derece heyecanlıydı.
www.dipterafilm.com diptera@dipterafilm.com 0216 469 17 72 Marmara cad. Merve apt. 25/1 D:11 Kozyatağı, Kadıköy, İstanbul
Ekip olarak sıcaklarla mücadele edebilmek adına klima karşısında film izleyerek geçirdiğimiz bir aylık süreçte sizler için iki tane de dosya hazırlamayı ihmal etmedik. İlk olarak başta ABD olmak üzere sinemanın artık ne kadar büyük bir sektör olduğunu ortaya koyan “Dünyanın en pahalı 10 filmi” listemize göz atmanıza tavsiye ederiz. Ayrıca değerli dostum Hakan Karakullukcu’nun kaleme aldığı, sinemaya bambaşka bir pencereden bakmış birisi olan Akira Kurosawa’nın hayatıyla ilgili bilinmeyenleri bu sayımızda bulabilirsiniz. Keyifli okumalar...
Genel Yayın Yönetmeni: Erdem Yaşar Yazı İşleri Müdürü: Hakan Karakullukçu Editör: Emir Bozkurt, Emin Eren, Gülşan Karademir, Tuna Akşen
Görsel Yönetmen: Gülay Sağ İletişim: info@kulturadergi.com bulten@kulturadergi.com
iÇiNDEKiLER EYLÜL 2015
14
32
36
BİLLUR KALKAVAN
CEYHUN ZEYNALOV
AKİRA KUROSAWA
Ünlü oyuncuyla Billur TV ve gelecek planları üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Azeri şarkıcı Jin ile müziği ve Türk hayranları üzerine konuştuk.
Japon sinemasının büyük ustası Kurosawa’yı ölümünün yıldönümünde saygıyla anıyoruz.
13
36
HABERLER IZAKA’DA PARTİLER HIZ KESMİYOR
14
DOSYA KONUSU TARİHİN EN YÜKSEK BÜTÇELİ 10 FİLMİ
HABERLER FREEZONE FESTİVALİ’NİN KADROSU AÇIKLANDI
32
4
HABERLER RED BULL ANADOLU BREAK
7
10
HABERLER PERA MÜZESİ’NDE TEK GECELİK DENEYSEL VİDEO SERGİSİ RÖPORTAJ BİLLUR KALKAVAN
RÖPORTAJ CEYHUN ZEYNALOV
DOSYA KONUSU AKİRA KUROSAWA
46 58 62
KİTAP SİNEMA
KULTURA
3
İSTANBUL KİTAP FUARI’NIN ONUR KONUĞU ROMANYA
Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle gerçekleştirilen 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, Romanya’yı konuk etmeye hazırlanıyor. Uluslararası Salon kapsamında fuarın ilk 4 günü (7-10 Kasım) açık olacak Romanya ülke standında Romanya edebiyatı ve kültürü tüm renkleriyle yer bulacak. Fuarda, Onur Konuğu etkinlikleri kapsamında söyleşi, panel, şiir dinletileri, müzik dinletisi, yayıncılarla profesyonel buluşmalar ve çocuk etkinlikleri düzenlenecek.Onur konuğu, aralarında Nobel edebiyat ödülü adayı Mircea Carterescu ve Matei Visniec gibi çok değerli yazarların olduğu bir programla fuar ziyaretçileriyle buluşmaya hazırlanıyor. İstanbul Kitap Fuarı aynı zamanda 100. yaşını kutladığımız Aziz Nesin’i anmak üzere Nesin Vakfı ve Nesin Yayınları işbirliği ile bir program hazırlıyor.
RED BULL ANADOLU BREAK
PLANET EARTH EKİBİNDEN YENİ BELGESEL Sokağın ruhundan doğan breakdans ile toprağın gücünü yansıtan Anadolu dansları, Red Bull Anadolu Break dans gösterisi ile aynı sahnede buluşuyor. Prömiyerini 9 Ekim’de, İstanbul Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde yaptıktan sonra 4 şehri kapsayan Anadolu turnesine çıkacak. Red Bull tarafından hayata geçirilen Anadolu Break Belgeseli ile temelleri atılan projede, Anadolu topraklarında asırlardır icra edilen halk oyunlarımız ile dünyada yükselişini sürdüren breakdansın modern figürleri bir araya geliyor.
4
KULTURA
BBC’nin belgeseli Planet Earth’ü yaratan ekip yeni bir doğa tarihi dizisi çekiyor. BBC Earth’te sonbaharda yayınlanacak The Hunt’ı BBC’nin simge isimlerinden, ünlü yayıncı ve doğa araştırmacısı Sir David Attenborough seslendirecek. The Hunt, doğadaki avcılar ve avları arasındaki dinamik ilişkiye odaklanıyor. Her bölümü dünyanın en önemli habitatlarında çekilecek dizi boyunca avcıların geliştirdikleri stratejiler ve avlarının bunlara karşı ürettikleri taktikler detaylı biçimde incelenecek.
YAŞAM İÇİN ENERJİ 50X50
DOĞU’NUN MERKEZİNE SEYAHAT İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün yeni sergisi “Doğu’nun Merkezine Seyahat 18501950 - Pierre de Gigord Koleksiyonu’ndan İstanbul’da Gezginlerin 100 Yılı”, 17 Ekim 2015 tarihine kadar ziyaretçilerle buluşuyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü sergi salonunda düzenlenen, “Doğu’nun Merkezine Seyahat” sergisi, gezginlerin 18. yüzyılda başlayan ve sonraki yüzyılda dönüşerek devam eden, Doğu topraklarına yolculuklarının İstanbul merkezli öyküsünü anlatıyor. Sergi, kitle turizmi ve seyahat kültürünün 1850-1950 yılları arasındaki değişimine odaklanıyor. Sergide, Osmanlı dönemi fotoğrafları ve efemera alanında dünyanın önde gelen koleksiyoncularından biri olan Pierre de Gigord’un koleksiyonundan derlenen, aralarında fotoğraf, kartpostal, afiş, ilan, broşür, yemek mönüleri ve objelerin bulunduğu 160 parça civarında eser izleyiciyle buluşuyor.
BIENAL SERGİLERI ZORLU PSM’DE
ARMAGGAN Art&Design Gallery’de “Yaşam İçin Enerji 50x50 ”adlı karma sergi, 8 Eylül’de sanatseverler ile buluşuyor. “Yaşam İçin Enerji 50x50” adlı karma sergi bu yaşam amacına dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla ARMAGGAN Art &Design Gallery’de açılıyor. Bu yıl aynı zamanda Expo Milano 2015’in ana teması “Feeding The Planet/Energy for Life” temasına gönderme yapan sergide, geleceğimizin en önemli sorunlarından biri olan yiyecek konusunun sanatçılardan Doğa, Sürdürülebilirlik, Ekoloji gibi başlıklar üzerinden irdelemleri isteniyor. Armaggan Art &Design Gallery Koordinatörü ve aynı zamanda serginin de küratörü olan Şanel Şan Sevinç, “Sergide sanatçılardan ‘yaşam için enerji’nin değerine ve güzelliğine değinen eserler üretmeleri ve üretimlerini 50x50 cm ebatlarında yapmaları bekleniyor.
Zorlu Performans Sanatları Merkezi, kendisini ‘Çağdaş Sanata Ulaşmanın En Kolay Yolu’ olarak tanımlayan Artnivo. com işbirliği ile Uluslararası İstanbul Bienali mekanlarından biri oluyor. Artnivo. com tarafından düzenlenen 2 ayrı sergi, Bienal kapsamında sanatseverlerle buluşacak. Sis’in önce görülebilen sonra yoğunlaşarak tende hissedilebilen bir nesneye dönüştüğü ‘Süblim’ ve 9 ayrı sanatçının farklı sorgulamalarını içeren çalışmalarından oluşan ‘40 metre // 4 duvar & 8 küp’ sergisi, Bienal boyunca Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde izlenebilecek.
KULTURA
5
ANTALYA EXPO’YA BİTKİ İETT, OSMAN YAĞMURDERELİ’Yİ HEYKELLER UNUTMADI
İETT, 2008 yılının Ağustos ayında aramızdan ayrılan çok yönlü sanatçı, yapımcı ve milletvekili Osman Yağmurdereli anısına Aşiyan Mezarlığı sapağında bulunan Aşiyan Durağı’nı sanatçının hayatı, albümleri, yapımları ile oyunculuk yaptığı film ve dizilerin yer aldığı özel görselle kapladı. İETT, daha önce de Mehmet Akif Ersoy, Barış Manço, Muhsin Yazıcıoğlu, Kayahan, Zeki Alasyave Kemal Sunal için de benzer durak çalışmaları yaparak aramızdan ayrılmış olan önemli isimleri günlük hayatımıza taşımayı başarmıştı.
EXPO 2016 Antalya alanına dev bitki heykelleri yapımında danışmanlık yapacak olan Kanada merkezli Mosaicultures İnternationales firması yetkilileri demo çalışmaları kapsamında, sergi alanında panda, maymun, inek ve lemur figürlü heykelleri bitkilerle şekillendiriyor. Ziraat Yüksek Mühendisi Hüseyin Oruç da bitki heykellerin yaklaşık 2 ayda şekillenmeye başladığını, istenilen görünüme ise 5-6 aylık bir sürede ulaştığını ifade etti. Bitkilerle ilgili ön çalışmanın ardından tamamı Antalya’da üretilen ve bölgenin iklimine en uygunlarının seçildiğini söyleyen Oruç, bu anlamda bir sıkıntı yaşanmayacağını vurguladı. EXPO 2016 Antalya Alanı’nda yer alacak bu heykellerin yalnızca Türkiye için değil Avrupa için de bir ilk olacağı ifade edildi.
JESSI J İSTANBUL’A GELİYOR Tüm dünyayı kasıp kavuran hit parçalarıyla herkesi kendine hayran bırakan pop yıldızı Jessie J, 11 Eylül Cuma akşamı Pozitif Live organizasyonu ve Maximum Kart ana sponsorluğuyla Volkswagen Arena’da sahne almaya hazırlanıyor. R&B, pop ve hip hop sound’larını bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle birleştiren şarkıcı, çıkış parçası “Do it Like a Dude” , “Domino” ve hemen ardından yayınladığı ikinci single’ı “Price Tag” ile dünya müzik listelerine fırtına gibi girdi. Jessie J’in güçlü sesi ve çok konuşulan sahne performansını genç hayranlarının yanı sıra tüm müzikseverler de heyecanla bekliyor.
6
KULTURA
IZAKA’DA PARTİLER HIZ KESMİYOR
ARIEL SANAT, FIRTINANIN ÇAYIRI İLE KAPILARINI AÇIYOR Adını Shakespeare’in “Fırtına”sında tılsımlı kanatlarını çırparak fırtınayı başlatan cin’den alan Ariel Sanat, fırtına teması etrafında hazırladığı ilk sergisi Fırtınanın Çayırı ile kapılarını açıyor. 2 Eylül-17 Ekim 2015 tarihleri arasında izlenebilecek sergide; Murat Akagündüz, Bilge Alkor, Silva Bingaz ve Selim Birsel’in eserleri yer alıyor. Murat Akagündüz’ün kağıt üzerine füzenle yaptığı soyut, performatif desenlerle katıldığı sergide, Shakespeare’in yapıtlarını daha önce de resim ve sergilerine çıkış noktası olarak seçen Bilge Alkor graffiti boyamalarıyla; Silva Bingaz bir peri kızının katıksız, saf güzelliğinin, maksadı belirsiz bir büyücü imgesine dönüşebildiğini gösteren iki siyah-beyaz fotoğrafıyla yer alıyor. Mekanı serbest kullanmayı tercih eden Selim Birsel ise zemine yakın seyreden, dahası kimi yerde zeminin kendisi olan bir ses-imge-nesne dizgesi ile katılıyor sergiye.
ESCAPIST’TE AHMET ÜMİT ODASI AÇILDI
Geçtiğimiz kış sezonunda kendi konseptinde ki mekanlardan farklı bir müzikal duruş sergileyerek, lounge ve house müzik tarzlarının Dünya çapındaki isimlerini İstanbul’la buluşturan Izaka, 2015 -2016 kış sezonunda da müziğe yön veren önemli isimleri ağırlamaya devam ediyor. Almanya’nın dünya müzik sahnesine kazandırdığı önemli DJ ve prodüktörlerinden Teenage Mutants, Izaka’nın dokusuna özel performanslarıyla 5 Eylül Cumartesi gecesi, İstanbul’lu müzikseverlerle bir araya geliyor. IZAKA, 19 Eylül Cumartesi günü de dünyaca ünlü DJ Sharam Jey’i sahnesinde ağırlayacak. Bugüne kadar yaptığı 1000’e yakın parça ile her zaman listelerde kendine yer buldu. Jey’in çalıştığı dünyaca ünlü isimlerin başında ise Moby, Gossip, Faith No More, Faithless, Diplo&Don Diablo ve Roisin Murphy geliyor.
Trump Alışveriş Merkezi’nde faaliyet gösteren Türkiye’nin en büyük kaçış oyunu Escapist’te, Ahmet Ümit işbirliğiyle hazırlanan ‘Agatha’nın Anahtarı’ odası açıldı. Ahmet Ümit’in tüm kitaplarından detayların yer aldığı ve her şeyin el işçiliğiyle hazırlandığı oda tüm gizemiyle macera severleri bekliyor. Pera Palas’ın 411 no’lu odasından esinlenilerek hazırlanan odada dış sesler dahi Pera Palas’tan canlı kayıt alınarak yapıldı. Bir ajanı canlandıracağınız oyunda bu kez romanın başkahramanı siz olacaksınız.
KULTURA
7
HALİÇ’IN PIRILTISI PERA MÜZESİ’NDE Bu sene kuruluşunun 10. yılını kutlayan Pera Müzesi için kutlamalar kapsamında uluslararası alanda yaptıkları kavramsal çalışmalarla dikkat çeken Kanadalı genç sanatçılar Caitlind r.c. Brown ve Wayne Garrett tarafından özel bir proje hazırlandı. Haliç’in dinamik ve pırıltılı yüzeyini müze binasının tarihi cephesine taşıyan gör/bak/deniz (sea/see/saw) adlı proje 16 Ocak 2016’ya kadar Pera Müzesi’nin cephesinde sergilenecek. Işık oyunlarına dayanan ve tamamen gözlük camlarından oluşturulan eserin kurulumu Haziran ayında tamamlandı.
VURMALI HEYKELLER BABYLON YENİ SEZONU BOMONTİ’DE AÇIYOR Tarihi Bira Fabrikası’nda yaşam bulacak Bomontiada’nın ilk sakini Babylon Bomonti Eylül’de açılıyor. 1999’dan itibaren Asmalımescit’i dönüştüren ve şehrin müzik, eğlence hayatına yön veren Babylon, Eylül ayında müziği Bomonti’den yaymaya başlıyor. Yeni sezon, 10 Eylül Perşembe akşamı ‘Açılış Festivali’ ile başlıyor. 20 Kasım’a kadar sürecek ve şehrin eğlence hayatını renklendirecek açılış festivalinde Babylon Bomonti sahnesinin ilk konuğu Avusturalyalı DJ ikilisi Flight Facilities oluyor. Babylon Bomonti açılış festivali programında bulunan isimler arasında Lee Fields, Brooklyn Funk Essentials, My Brightest Diamond, Erol Alkan ve Oh Land dikkat çekiyor.
8
KULTURA
50 yılı aşan sanat serüveninin her aşamasında yapısal, temel ve kuvvetli heykelleri ile tanınan heykel sanatçısı Koray Ariş’in vurmalı heykelleri , ‘Ahenk II/Vurmalı Heykeller’ sergisiyle Turkmall Sanat’ta sanatseverlerle buluşuyor. Sanatçı, son dört yılda tamamladığı, ‘Vurmalı Heykeller’ serisinde ise bir sürpriz ile karşımıza çıkıyor. Kuvvetli formlara sahip olan heykeller bir işlev daha kazanarak, ses çıkaran nesnelere; bir nevi doğal enstrümanlara dönüşüyor. Sanatçı, seyirciyi heykellerine dokunmaya ve dinlemeye teşvik ediyor.
BAKANLIK: GÖREVİNİZ TEHLİKELİ
Oyuncular Sendikası ve Sinema Emekçileri Sendikası’nın başvurusu üzerine, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, film, dizi ve reklam setlerini “tehlikeli” işyeri sınıfına yükseltti. Setlerdeki iş güvenliğinin arttırılması ve olası kazaların önüne geçilmesi için yapılan düzenlemeyi değerlendiren Güvenbir OSGB Genel Müdürü ve İşyeri hekimi Dr. Ali Çolak’a göre alınması gereken ilk tedbir, setlerdeki çalışma sürelerinin iyileştirilmesi. Özellikle dizi sürelerinin uzunluğuna değinen Dr. Ali Çolak “Setlerde çalışan işçilerin yasal olarak günlük 11 saat çalışma süresi var. Ancak dizi sürelerinin uzunluğu bu çalışma süresini 16-17 saate kadar çıkarabiliyor. Bu süre aşılınca çalışan yoruluyor ve dikkati dağılabiliyor. Bu durum kaza yaşanma olasılığını arttırıyor. Çalışma süreleri düzenlenmeli.” şeklinde konuştu.
URARTU DÖNEMI TAKILARI, REZAN HAS MÜZESİ’NDE
Urartu dönemi takılarına ait dünyadaki en kapsamlı koleksiyonlarından birinin sergilendiği, 1.100 parçalı Urartu Takı Koleksiyonu sergisi, Kadir Has Üniversitesi Rezan Has Müzesi’nde sanatseverleri büyülüyor. Sergi, yoğun ilgi nedeniyle 31 Ocak 2016 tarihine kadar uzatıldı. Doğu Anadolu’nun özgün uygarlıklarından Urartulara ait ve saray atölyelerinde üretildiği anlaşılan takılardan oluşan koleksiyonda; MÖ 8. ve 7. yüzyıla ait süs iğneleri, yüzükler, küpeler, bilezikler, fibulalar, kemer ve kemer parçaları, adak levhaları, pazıbentler, boyunluklar, kolyeler, saç spiralleri ve pektoral gibi eserler yer alıyor. Koleksiyondaki toplam sayısı 74 adet olan metal kemerlerin ikisi kadın kemeri iken geri kalanı erkek kemerlerinden oluşuyor.
ULUSLARARASI KLARNET FESTİVALİ 3 yıldır müzikseverler tarafından büyük bir ilgiyle takip edilen, Serkan Çağrı’nın sanat direktörlüğünü üstlendiği Uluslararası Klarnet Festivali, 2015’te de İstanbul’a nefes verecek. Bu sene 10-20 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek etkinlikler zincirinde 7’den 70’e herkesin müzikle buluşmasını sağlayacak geniş bir yelpazede konser, sergi ve söyleşiler yine İstanbullu seyircinin ajandasındaki vazgeçilmez yerini alacak. Festival takipçilerini dünyanın en seçkin müzisyenleriyle buluşturmayı kendine ilke edinen etkinlik, bu yıl da programıyla şehrin yoğunluğundan, sıkıntısından, gürültüsünden bunalmış insanlara şehrin içinde müzik dolu bambaşka bir dünya yaratarak “nefes” almalarını sağlayacak. Toplum İçin Sanat Derneği (TOİSAD) ve NOTİST Müzik tarafından gerçekleştirilen 4. Uluslararası Klarnet Festivali’nde dinleyiciler her renk ve zevke hitap edecek müzisyenler ve müzik gruplarıyla festival coşkusunu sonuna dek yaşayacaklar.
9
GERÇEKLE DÜŞ BİR ARADA
FREEZONE FESTİVALİ’NİN KADROSU AÇIKLANDI Vodafone FreeZone, gelenekselleşen konserleriyle gençleri bu sonbaharda da müzikle buluşturacak. Rock müziğinin efsane isimleri Teoman ve Duman’ın sahne alacağı Vodafone FreeZone Festivali’nde daha birçok sürpriz isim de gençlerle buluşacak. Gaye Su Akyol ile o uzaya gidilecek, Yüzyüzeyken Konuşuruz’un kendine özgü tarzı ile anlattığı hikayeler binlerce gence ulaşacak. Ankara çıkışlı Alternatif Rock grubu Son Feci Bisiklet ve Indie/Alternatif tarzına yerel bir uyarlama getiren Yok Öyle Kararlı Şeyler de festivale renk getirecek isimler arasında. Vodafone FreeZone Festivali; 18 Eylül Cuma İstanbul Küçükçiftlik Park, 9 Ekim Cuma İzmir Arena, 11 Ekim Pazar Ankara Kentpark, 17 Ekim Cumartesi Antalya Açıkhava Tiyatrosu ve 24 Ekim Cumartesi Bursa Açıkhava Tiyatrosu’nda on binlerce genci coşturacak.
İSTANBUL MONOPOLY’DE
Küratörlüğünü Kadir Has Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman’ın yaptığı ‘Hayır, sandığınız gibi değil’ isimli sergi 14. İstanbul Bienali kapsamında, 7 Eylül’de, Kadir Has Üniversitesi Galeri KHAS’ta açılıyor. Çağdaş Türk sanatçılarının edisyonlarından bir seçkinin ortaya konulacağı ve edisyonlarını Contemporary İstanbul’un gerçekleştirdiği ‘Hayır, sandığınız gibi değil’ sergisinde 15 çağdaş Türk sanatçının yapıtları yer alıyor. Sergi Türkiye’de ilk sayılabilecek bir girişim. Sadece edisyonlardan/ baskılardan oluşuyor.
10
KULTURA
Geçtiğimiz Mart ayında gerçekleşen ve 182 ülkeden 4 milyon oyun kullanıldığı Monopoly Dünya Şehirleri oylamasında oyun alanına seçilen 22 şehirden biri de İstanbul oldu. İnternet üzerinden yapılan oylamada tüm dünyanın desteğiyle İstanbul ilk beşe girerek, en değerli yerlerden biri olan yeşil renkli hanede yer almaya hak kazandı. Türkiye’nin tanıtımına da büyük katkı sağlayacak İstanbul’lu Monopoly Dünya Şehirleri, Türkiye’de tüm dünya ile birlikte Eylül ayında satışa sunuluyor.
17. BOZCAADA KÜLTÜR SANAT VE BAĞBOZUMU FESTİVALİ Bozcaada Belediye Başkanlığı ve Bozcaada Kaymakamlığı tarafından düzenlenen “17. Bozcaada Kültür Sanat ve Bağbozumu Festivali” Bozcaada’nın geleneksel değerlerini yeniden canlandırırken ada sakinlerinin ve misafirlerin keyifli zaman geçirmesini sağlayacak. 17. Bozcaada Kültür Sanat ve Bağbozumu Festivali, yerli üreticilerinin kendi bağlarında düzenledikleri sembolik bağbozumuyla başlayacak. Toplanan üzümler, eski günlerde olduğu gibi eşek sırtında, at arabasıyla, traktör ve pırpırla, canlı müzik eşliğinde tören alanına taşınacak. Üzümlerin küfelerle temsili olarak meydana indirilmesinin ardından açılış töreniyle festival resmi olarak başlayacak. Festivalin vazgeçilmezlerinden biri olan üzüm yarışması bu yıl da festivale renk katacak. Yarışmada ayrıca adanın en iyi çavuş üzümü belirlenecek. Kiteboard Türkiye Şampiyonası kapsamında Türk pop müziğinin değerli ismi Candan Erçetin, 5 Eylül’de Bozcaada Kalesi’nde sahne alacak.
STRES ATMAK İÇİN İSTANBUL’U BOYA
UNIQ İSTANBUL’DA BAŞKA SİNEMA
UNIQ Açık Hava Sahnesi, Show Radyo medya sponsorluğunda 23 Ağustos – 24 Eylül tarihleri arasında BAŞKA SİNEMA ile film gecelerine ev sahipliği yapıyor. Perşembe ve Pazar geceleri, çimlerin üzerinde film keyfi sunan UNIQ İstanbul, Sabırsızlıkla beklenen bağımsız filmleri yıl boyunca erişilebilir kılan ve “Bize Her Gün Festival” sloganıyla sinemaseverleri mutlu eden Başka Sinema, kendi seçkisinden 10 adet bağımsız filmle yazın son günlerini dolu dolu yaşatıyor.
“Hayal Bahçesi” ile tüm dünyada popüler olan yaratıcı renklendirme hobisine giriş yapan Pena Yayınları, stresten kaçıp dinlenmek, hoş vakit geçirirken yaratıcılığını pekiştirmek isteyenler için yepyeni bir boyama kitabı sunuyor: “Fantastik Şehirler”. Bu eşsiz boyama kitabı İstanbul’dan Paris’e, New York’tan Tokyo’ya dünyadaki pek çok şehrin sokak görüntülerinden ya da tarihi mekanlarının çizimlerinden oluşuyor. Ressam Steven McDonald’ın incelikle resmedilmiş ve en ince detayına kadar düşünülmüş kuşbakışı şehirleri büyüleyici, hatta tutsak edici bir güzelliğe sahip.
KULTURA
11
TÜRKİYE’NİN İLK MASAL ŞENLİĞİ
FAHRİ ÇETİNKAYA’DAN YENİ SERGİ
Palmarina Bodrum Deniz Müzesi, dünyaca ünlü çini ve seramik sanatçısı Fahri Çetinkaya’nın, eserlerinden oluşan Benim Adım Toprak isimli Çini ve Seramik Sergisi’ne ev sahipliği yapıyor. Haftanın her günü gece yarısına kadar ziyaretçilere açık bulunan benzersiz eserlerin yer aldığı sergi, Ekim sonuna kadar gezilebilir. Fahri Çetinkaya; eserlerini oluştururken Piri Reis haritalarından esinlendiğini, ancak tamamen kendi tasarımıyla her biri birbirinden tamamen farklı özgün eserler ürettiğini ifade etti. Palmarina Bodrum Deniz müzesi ziyaretçilerine çini ve seramiğin nasıl yapıldığını uygulamalı olarak da bizzat göstererek eserleri hakkında detaylı bilgi aktarımında bulunduğunu vurguladı. Beşiktaş Belediyesi ve KidsNook Masal Akademi, 12-13 Eylül tarihlerinde Akatlar Sanatçılar Parkında Türkiye’nin ilk masal şenliği, “Bir Varmış Bir Yokmuş” etkinliğini gerçekleştiriyor. İki gün boyunca sürecek masal şenliği dopdolu programı ile hem çocukları hem yetişkinleri masalların büyülü dünyasına götürüyor. Türkiye’nin farklı illerinden gelen anlatıcıların ve Türkiye’nin en önemli müzelerinin ağırlanacağı Türkiye’nin ilk masal Şenliğinde çocuklar ve yetişkinler, masalların büyülü dünyasında kaybolacaklar…
MİLLİ REASÜRANS’IN 20 YILI SERGİ OLUYOR Sanatta yirminci yılını geride bırakan Milli Reasürans Sanat Galerisi, hizmet vermeye başladığı günden bugüne, Türkiye’den ve dünyadan 150’ye yakın önemli sanatçıya ev sahipliği yaptı. Türkiye’de, cumhuriyet sonrası sanat belleğini inşa eden sanatçılar, uluslararası üne sahip olan sergiler; resim alanına ek olarak mimari, fotoğraf ve belgesel alanlarında da başarılı işlere sahip olan isimler 20 yıl boyunca Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde yer aldı. Galeri, birlikte çalıştığı sanatçıların da desteğiyle bu istisnai birikimi “20 Yılın Ötesine Taşınan Bir Sanat Belleği; Milli Reasürans Sanat Galerisi” başlıklı bir sergiye dönüştürüyor. Galerinin yirmi yılı aşan sanat serüveni, 30 Eylül-17 Ekim 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek bu sergiyle sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. Serüvene eşlik eden sanatçıların Milli Reasürens Sanat Galerisi’nde düzenlenen sergilerinin afişleri ve davetiyeleri, bu projede ziyaretçilerle buluşacak.
12
KULTURA
14. İSTANBUL BİENALİ KAPILARINI AÇIYOR Türkiye’deki en büyük çağdaş sanat platformu ve dünyanın en önemli üç çağdaş sanat etkinliğinden biri olan İstanbul Bienali, bu yıl da Koç Holding’in ana sponsorluğunda kapılarını Türkiye ve dünyadan sanatseverlere açıyor. 5 Eylül’de başlayacak olan ve TUZLU SU: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori başlığıyla düzenlenen bienal, Koç Holding ana sponsorluğunda gerçekleşecek. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen İstanbul Bienali’nin 2007- 2016 yılları arasında 10 yıl boyunca sponsorluğunu üstlenen Koç Holding, özellikle gençlerde çağdaş sanat bilincini geliştirmeyi, henüz tanışmamış kişileri çağdaş sanatla buluşturmayı ve çağdaş sanata duyulan ilgiyi canlandırmaya katkıda bulunmayı hedefliyor. Bu kapsamda geçtiğimiz Bienal’de olduğu gibi bu Bienal de ücretsiz olarak gerçekleşiyor.
PERA MÜZESİ’NDE TEK GECELİK DENEYSEL VİDEO SERGİSİ
SPOTIFY, MTV VIDEO MÜZİK ÖDÜLLERİNİ TAHMİN EDİYOR
Türkiye’de ilk kez geçtiğimiz yıl düzenlenen, genç video sanatçılarını bir araya getiren tek gecelik, deneysel video sergisi “Kendin Çek, Kendin Göster” 4 Eylül Cuma akşamı Pera Müzesi’nde. Küratörlüğünü Maybe Art Projects’in üstlendiği “Kendin Çek, Kendin Göster / BYOB” etkinliği, popüler ve ana akım sanat ortamına alternatif yönleriyle öne çıkan işlere yer veriyor.
Spotify, 75 milyon kullanıcının en çok dinlediği şarkı/şarkıcılara göre bu yıl MTV Video Müzik Ödülleri’nden kimin zaferle döneceğini tahmin ediyor. Buna göre Yılın Videosu ödülü “Thinking of Loud” şarkısı ile Ed Sheeran’ın, En İyi Erkek Sanatçı ödülü “Earned It” şarkısı ile The Weeknd’in, En İyi Kadın Sanatçı ödülü de “Electric Heart” şarkısı ile Sia’nın olabilir. Yılın videosu : Ed Sheeran – Thinking Out Loud En iyi erkek sanatçı : The Weeknd – Earned It En iyi kadın sanatçı : Sia – Elastic Heart En iyi hip hop videosu: Fetty Wap – Trap Queen En iyi pop videosu : Ed Sheeran – Thinking Out Loud En iyi rock videosu : Walk the Moon – Shut Up and Dance En iyi düet : Wiz Khalifa ft. Charlie Puth – See You Again Yükselen yıldız : Fetty Wap
KULTURA
13
Emir Bozkurt
14
KULTURA
Eray Evren
Ünlü oyuncu Billur Kalkavan’la Billur TV’den gelecek planlarına keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. E.B.: Billur Kalkavan son yıllarda neler yapıyor? B.K.: Billur 1 senedir Billur Tv’de çalışıyor. Çalışıyor diyorum çünkü ben ortaklarındanım ama asıl Buğra Bahadırlı kurduğu için onun çalışanı gibiyim. Hem sevgilisi hem çalışanı… (gülüşmeler)... Ev işlerini de ben yapıyorum bu arada. E.B.: Her iş sizde yani... B.K.: Hizmetçisi, çalışanı, diyelim.
sevgilisi
E.B.: ‘Hizmetçisi’ne estağfurullah diyerek geçiştirelim (gülüşmeler). B.K.: Niye ben kedilerin de hizmetçisiyim. 6 tane kedimiz var. Mesela bir tane komik bi kızımız var, devamlı oyuncağını koltuğun altına kaçırıyor ve avaz avaz bağırıyor.Benim bir uzun sopam ve fenerim var, yerlerde sürünüyorum, fenerle bakıyorum, nerede oyuncak onu sopayla çıkarıyorum ve gecede üç dört kere yapıyoruz bu işlemi. Sonra diyorum ki ‘Ben sizin uşağınız mıyım yaa.’ E.B.: Hepimiz öyleyiz ama, bir kedi almışsan ev kedinin oluyor. B.K.: Evet. Sen de gayet hizmetkarı oluyorsun. E.B.: Ve bunu kabulleniyorsun zaten. B.K.: Ben zaten doğduğumdan beri hayvanlarla yaşadığım için çoktan kabullenmişim ama arada söylendiğim oluyor elbette. E.B.: Yani hayvanları seviyorsunuz… B.K.: Ölüyorum. Yani sevginin çok üstünde bir boyuttayım hayvanlara,
çiçeklere ve ağaçlara karşı. Doğayı çok seviyorum, ayırt etmiyorum. E.B.: Sosyal sorumluluk projeleriniz var mı? B.K.: Var olmaya çalışıyorum ama Türkiye’de çok zor. Bir kere Hayvan Hakları Kanunu’nun geçmesi lazım. Çünkü boşa kürek çekiyorsun. Yonca Evcimik bunun en büyük örneğidir, kız senelerdir uğraşıyor ama hiçbir yaptığına yaranamıyor. Bir şey yapıyor, ‘yok onu taklit etti, bunu bilmem ne yapıyor’, onun kadar uğraşan kimse yok Türkiye’de. Hayvanların hakkı olmadığı sürece hiçbir şey yapamıyorsun. Şöyle bir şey yapıyorum: Yaşadığım çevredeki bütün hayvanları beslemek, elimden geldiğince ameliyat ettirmek, bakımlarını sağlamak. Herkes benim gibi olsa etrafta acı çeken hayvan kalmaz. E.B.: Peki Billur TV’nin hikayesi nedir? B.K.: Biz Buğra ile oturuyorduk, o ara işsizdik. Buğra bana dedi ki, o endüstri mühendisi kafası başka çalışıyor, “Benim bir projem var. Ben bir internet televizyonu kurmak istiyorum senin adına.’ Nasıl yani dedim ona çünkü kendi adıma falan utanırım, ben aşırı mütevazı bir tipimdir. ‘Sen milyon dolarlık bir markasın farkında değilsin.” Ben böyle “Aa gerçekten mi? Aa ne güzel” bir egolanırmışım ondan sonra (gülüşmeler) “Ben senin adına bu değerini ortaya çıkaracağım” dedi. Çünkü bu ülkede, sen kendi değerini bilmediğin için, insanlar da uğraşmıyor senin değerini görmek için, ortaya çıkmamış bir değersin
aslında ünlü olmana rağmen. Ben bunu değerlendireceğim.’’ dedi. Biz öyle ilk adımı attık. Sonra Billur TV’yi kuracak ortaklarla, tesadüfi diyeyim, asla hayatta tesadüfler yoktur fakat bir film teklifi almıştım, o filmi yapacak olan yönetmen şu anda bizim ortağımız. “Biz böyle bir proje yapmak istiyoruz.” dedik. “Sizi müthiş adamlarla tanıştıracağım ben.” dedi ve beş ortağız şu anda. Erkan Şahin bu yönetmen, onun sayesinde diğer ortaklarla tanıştık ve böyle bir oluşumun içine girdik. Bir senede 500 küsür program çektik. E.B.: 500 küsür… B.K.: Evet. İlk kurduğumuzda elimizde sadece benim HTV’ye yaptığım cinsel sağlık programları vardı, Nuri Çolakoğlu sağ olsun onları verdi bana ve dediki “Hakları bende, kullan yararlı olsun insanlara.”. Programları da verince bizim elimizde done oldu. Onlarla başladık azar azar koyarak. Sonra kendi programlarımızı çektik. E.B.: Yani bir program sermayesiyle başlamış oldunuz aslında. B.K.: Evet çok önemli bir sermaye çünkü HTV çok kaliteli bir sağlık kanalıydı fakat devam etmedi. Ben çekmiştim o programları, elimizde 70 küsür program vardı ve birer kere gösterilmişti. Çok yararlı programlar, çünkü biz cinsel sağlık deyince millet seks zannediyor. Fakat vücudumuzu tanımaktan, cinsel organlarımızı bilmekten, doktorları tanımaktan, psikolojisine, engellerin cinsel hayatına o kadar geniş bir yelpaze ki cinsel sağlık. Bu ülkede çok kötü gittiğini
KULTURA
15
de düşündüğüm bir olay olduğu için ben o konuda hep yarar sağlamaya çalıştım. Bunu devam da ettireceğiz ama Nuri Bey’e çektiğim programlar dışında cinsel sağlık programı çekmedik henüz. İlişkiler, evliliklerile ilgili çektik, psikoterapistimiz var, kişisel gelişimcimiz var, profesör psikiyatrımız var… Yeni isimler ve yeni konular buldukça, ilişkiler üzerine çok eğiliyoruz çünkü insanların ilişkileri de çok kötü gidiyor gördüğüm kadarıyla. Dünyada da böyle bu durum sadece bizde değil, cinsellik dünyada rezalet durumda. Biz zannediyoruz ki Amerika’da insanlar ne kadar rahat falan, yok öyle bir şey, tecavüzün en çok olduğu ülke Amerika. Türkiye’de hayvan tecavüzlerinde çok ileri boyuttayız fakat İngiltere bizden daha önde. Ensestte çok önlerdeyiz fakat Fransa bir numarada. Biz zannediyoruz ki Türkiye’de her şey çok kötü, dünyada değil. Halbuki dünyada herşey çok kötü, insanlık kötü, gidişat felaket, maneviyatımızı kaybettik, dünyanın manyetik alanı bozuldu. Neyse, biz yararlı olmak adına devamlı program çoğaltıyoruz. Çok format var elimizde yapmak istediğimiz ama küçük bir ekibiz ve çekimlere kendi malzemelerimizle gidiyoruz. Işıkları, kameraları, hepsini kendimiz aldık, kiralıyıp da çok para harcamayalım diye, güzel yatırımlar yaptık. Geçen birinci yılımızı kutladık, 18 Ağustos’ta, çok mutluyuz ve ben televizyondan kurtulmanın yollarını arıyorum ki hala televizyona iş yapma potansiyelim var. Bir gün aslında televizyon da bitecek çünkü gençlere bakıyorum, ellerinde telefon var her şeyi ondan seyrediyorlar. Biz de zaten gençlere hizmet ediyoruz. E.B.: Peki televizyondan kopmaya çalışmanızın sebebi, televizyondan sıkılmış olmak mı yoksa bu IPTV durumu biraz daha ilerlediği için mi? B.K.: Yok, televizyonu çok seviyorum,
16
KULTURA
Dünyada her ey çok kötü, insanlık kötü, gidişat felaket, maneviyatımızı kaybettik, dünyanın manyetik alanı bozuldu.
KULTURA
17
seyretmeyi de seviyorum. Çok güzel Amerikan dizilerim var seyrettiğim, müthiş belgesel seyircisiyim, deli gibi belgesel seyrederim. Geçen gün Buğra’ya dedim ki, biz galiba dünyadaki herş eyi biliyoruz artık. “Nasıl yani?” dedi. Nasıl yapılmıştan, uzay, feza belgesellerine, tabulara seyretmediğimiz hiçbir şey yok. Bir tek av ile ilgili şeyleri seyretmiyorum çünkü insanların keyif için bir şey öldürmesine karşıyım. Onun dışında her şeyi; hayvanların hayatlarından, tehlikeli canlılara, yılanlara, akreplere bilmediğimiz hiçbir şey yok çok kültürlüyüm (gülüşmeler) dermişim sana. E.B.: Yani o kadar belgesel izliyorsanız…
18
KULTURA
B.K.: Çok seviyoruz belgesel izlemeyi. Bir de ben polisiye çok severim. Müthiş Amerikan dizileri var polisiye onları seyretmeyi çok seviyorum. Onların dışında televizyonu çok önemsiyorum, çok büyük bir güç olduğunu düşünüyorum. Televizyonların ülkelerin gelişiminde çok büyük rol oynadıklarını düşünüyorum ama maalesef ülkemizde ve dünyanın çoğu yerinde insanları aşağıya çekmek için kullanılıyor. Bunun stratejik olduğunu düşünüyorum, insanları cahilleştiriyorlar iyice. Biliyorsun bilimadamları 2050 yılında bütün dünyanın cahil olacağını söylüyorlar ve o korkunç cehalete doğru gidiyoruz. Onun için bizim amacımız insanları ilerletmek . Billur Tv şu anda, makro baktığında çok küçük gözükebilir ama çok büyüyecek bir
proje, artı sadece bizim büyümemiz değil, bence örnek de alınacağız çünkü Türkiye’deki ilk bağımsız internet televizyonuyuz biz. Youtube’a koymuyoruz programlarımızı, sadece teaser veriyoruz, kendi alt yapımızla. Televizyonuz biz ve şu anda yerleşik bir düzene geçip, programları arttırıp, ekipleri çoğaltmamız gerekiyor. E.B.: Yani Billur TV izleyicilerinin sizi Youtube’da aramaması, sadece Billur Tv’den sizi izlemesi gerekiyor. B.K.: Aynen öyle. Youtube’da da bulurlar ama teaserını bulurlar, o da bizim kanala yönlendirir. Buğra Youtube’u okyanusa hamsi salmak olarak görüyor. Youtube muhteşem bir mecra ama büyük bir bilgi kirliliği de var. Biz bilgi kirliliği istemiyoruz.
E.B.: Peki, az önce aşağı yukarı bunun cevabını verdiniz ama, İnternet ile TV yayıncılığı arasındaki fark nedir? B.K.: Çok güzel bir soru bence bu çünkü insanlar televizyonu aynen internete uygulamaya çalışıyorlar. Büyük kanalların internet siteleri var, dizilerini koyuyorlar; büyük firmaların internet sitelerini açıyorlar, içerikleri yok. İnternet çok başka bir şey, televizyon uyuşmak için, internet ise bilgi almak için kullanılan bir mecra. Televizyondan pek bir bilgi alamıyorsun belgesel seyretmediğin sürece. Biz de bu uyuşukluğu bir son vermek için, internet televizyonculuğu deyince biz televizyonda yapılan bir şeyi yapıyormuşuz gibi gözüküyoruz ama internette seyredilir halde yapıyoruz.
Çünkü insanlar televizyondan sıkılmaya da başlıyorlar: reklamlar, onlar bunlar, ciyak ciyak bir şeyler devamlı... Biz de temiz bilgi, çok net programlar yapıyoruz. Henüz reklama açmadık, düşün daha yeni açıyoruz, bir senedir cepten yiyoruz yani, sırf o bantlara, çat diye önümüza çıkan o reklamlara direnmek için çünkü biz kendimiz kapatıyoruz, istemediğimiz bir şeyi insanlara vermek istemedik, bir yandan da para da kazanmamız lazım. Artık biraz paralı programlar, para ödeyerek çekilen programlar, biraz reklamlara giriyoruz ama değişik bir tarz yaratmaya çalışıyoruz. Yani ürün yerleştirmeyle, bir şeyin konuşarak da reklamını yaparız, televizyonda yapılmayan bir sürü şeyi yapabiliyoruz. Çok yasak var televizyonda artık; onu giyme, bunu çıkarma, onu söyleme, bunu bilmem ne yapma. “Teknenin kıçı” diyorsun, “Kıç demesek” falan, ee nasıl anlatacağız kardeşim! Yani biz çok mu terbiyeli bir milletiz Allah’ını seversen? Kadına ‘bayan’ demekle terbiye olmuyor, kadın cinayetlerini görüyorsun ondan sonra, dayağı dövüşü görüyorsun, ‘bayan’ demekle olmuyor bu işler. Biz onun için eğitim ağırlıklı programlar yapmaya çalışıyoruz ama insanları sıkmadan eğitip öğretmek lazım. Didaktik değiliz, çektiğimiz her program eğlenceli ama müthiş bilgi var
içinde; gülerek, konuşarak, muhabbet ederek, hahaha, hihihi diye çekiyoruz. Ciddiyet doğruluğu getirmiyor ki, sıkıcılık getiriyor. Gayriciddi değiliz ama sıkıcı değiliz, asık suratlı değiliz. İnternet televizyonculuğu çok başka bir şey; daha kısa sürelerde yapıyorsun işini. Uzun programlarımız da var inanılmaz seyrediliyor. Astroloji programlarımız var ellişer dakika, inanılmaz seyrediliyor. Altı ayda yedi milyon sayfa görüntülememiz var. Çok çok müthiş gidiyor ki biz daha çok amatör ruhla başladık bu işe. Şimdi artık ağır profesyonel olacağız o zaman gör sen bizi. İnternet televizyonculuğunun şu güzelliği var: özgürlük. Özgür olmak istiyoruz çünkü biz kimseye terbiyesizlik yapmıyoruz. RTÜK denilen bir bela var mesela Türkiye’de benim başımda, aslında bela da değil çok yararlı biliyorum RTÜK gibi mekanizmalar dünyanın her yerinde var ama bizde çok yanlış işliyor bence. Elalemin dekoltesine, osuna busuna takılacağına sen, yapılan kalitesizliklere takılsana televizyonda. O evlilik programları ne! Millet seviyor seyrediyor, Ben bunu halk bunu istiyor diye bir şeye inanmıyorum, halkına sen ne verirsen halkın onu alır. Eskiden biz Bizimkiler’i seyrettik. Dünyanın masum, en tatlı sitcomuydu bana göre. Senelerce Barış Manço’yu seyredip
RTÜK gibi mekanizmalar dünyanın her yerinde var ama bizde çok yanlış işliyor bence. KULTURA
19
dünyayı tanıdık, Ekmek Teknesi’ni seyrettik, çok güzel projeler seyrettik, yer aldık, niye yoklar? Nedir bu kalitesizlik bu kuruluk? Nedir bu? Yani halk bunu istiyor diyorsan sen halkına hakaret ediyorsun. Biz halka hakaret etmiyoruz, etmem de asla. Benim görevim, eğer ben bilgili, bilinçli, biraz imkanları olan bir insansam demek ki bir şeyler vermem lazım insanlara. Ayıp değil mi? Sen halkı yerin dibine sokacak projeler yap, sonra halk bunu istiyor de. Çok ayıp buluyorum yani insanların bir an önce kendine gelmesi gerek diye düşünüyorum. E.B.: İnsanların bir an önce kendine gelmesi gerek diye düşünüyorum deyince, insanların internet yayınlarına yaklaşımı nedir size göre? B.K.: Ne gibi? E.B.: Yani televizyona bir alışkanlığımız var sonuçta… B.K.: Daha da sürecek ama biter. E.B.: İnternet kullanımı söz konusu ama internet üzerinden televizyon izleme alışkanlığına yavaş yavaş başladılar mı? B.K.: Muhakkak ki. Bir kere ben zaten eğitimden yana olduğum için, hala kendimizi eğitiyoruz hayatta, daha çok gençlere yönelmekten yanayım çünkü gençlerin haline görüyorum, bu ülkede gençler mutsuz. Gençler ne istediğini bilmiyor, ne yapacağını bilmiyor. Tamam üniversiteyi kazanıyor gidiyor da, mezun olduktan sonra ne yapacağını bilmiyor. Binlerce aktörlük okulu açıldı, şimdi piyasada binlerce aktör var ama onları istihdam edecek iş yok. Binlerce mühendis çıkıyor, o çıkıyor, bu çıkıyor ne yapıyorlar, boş boş kalıyorlar, öğretmenler atanamıyor bilmem ne, rezalet bir durum yaşanıyor ve bütün dünyada böyle. Ben gençleri çok seviyorum. Her zaman çok sevdim çocukları gençleri, onları eğitmek istiyoruz biz, onlara bir imkan sağlamak istiyoruz, gençler de ellerinden telefonları, ipad’leri, onları bunları 20
KULTURA
düşürmüyorlar sağ olsunlar. Aslında bizim potansiyel müşterimiz zaten bizi izliyor, dolayısıyla o gençlerin anneleri izliyor. Babalar hakkında bilmiyorum ama, işte güçteler ya, çünkü yüzde seksen kadın izleyicimiz. Keşke diyorum hani yaşlılar da öğrenebilse, işte bir tek yaşlılar internetten yararlanmıyor, aslında ev kadınları bile... Geçen mesela çok güzel bir olay oldu, biz bundan çok gurur duyduk: Astrologumuz var Oğuzhan Ceyhan, arabasını tamir ettirmek için sanayiye gidiyor, oradaki ustalar “Vay Astrolog Bey, hoşgeldiniz.” filan diyorlar, “Siz nereden biliyorsunuz benim astrolog olduğumu?” diyor, “Biz Billur TV seyrediyoruz.” diyorlar. Oto tamircisi de seyrediyor, ben demiyorum biz şuna hitap ediyoruz filan diye, biz herkese hitap ediyoruz. Bizi keşfeden herkes bize yapışıyor zaten, Allah razı olsun yani. Duyan, gören, giren bir şey buluyor ki daha biz kafamızdakilerin yüzde birini yapmış durumdayız. Mesela anne çocuk, çocuk yetiştirmek çok önem verdiğim bir konu. Çünkü anneler diyorum en büyük kötülüğü anneler yapıyor çocuklarına bu ülkede: Yalan yanlış programlarla, yok polis çağırırım, iğneci çağırırım, bilmem ne yaparım diyerek... Hala korkutma yöntemiyle eğitim yapmaya çalışıyorlar. Cahil bir kesim var çok kötü çocuk büyütüyor. Tokat atarak, milletin yanında hakaret ederek çocuğuna... Çocuk ne kadar özgüvensiz ne kadar aptal olabilirse olsun diye uğraşıyorlar aslında. Sonra da 40 yaşına kadar kaşıkla besliyorlar çocukları. Çocuklar hiçbir şey yapamıyor ki. Bütün bunlara mani olacağız inşallah. E.B.: Peki billur TV’nin ilerleyen projelerinde neler var? B.K.: Bizim şua nda mevcut, cinsel sağlıkla başladık, astroloji koyduk, ilişkiler koyduk, spor, hukuk, bak çok önem veriyorum çünkü bir sürü insan kendi haklarından haberdar değil Türkiye’de. Ne nasıl yapılır, dayak yedin nereye gidilir, efendim,
evde çalıştırdığın kadının sigortasını nasıl ödeyeceksin? Güncel ama bilmediğimiz bir sürü konuyu hukuk programımızda işliyoruz. Şimdi eğitim programımız başladı, okulları tanıtıyoruz. Bir tane doktor programı başlatacağım, genel sağlık; yani insanlar rahatsızlıklarında hangi doktora gidecek, nasıl gidecek, nasıl başvuracak, nasıl, nelere dikkat etmesi gerek? Anne-çocuk başlatacağız yakında, yemek ile ilgili bir program başlatacağız ama televizyonlardaki gibi abuk subuk tariflerle değil de, belki vardır şimdi yararlısı ben atıyorum, ama işte kanser hastalarının türüne göre kanser hastasının nasıl beslenmesi gerektiği, sporcuların nasıl beslenmesi gerektiği, çocukların nasıl beslenmesi gerektiği, hep yararlı. Bizdeki en büyük amacımız şey, yarar sağlamayacak hiçbir şeyi buraya koymayacağız. E.B.: Eğlenceli bir okul gibi olacak aslında yani. B.K.: Aynen öyle. Kendimiz de öğreniyoruz çünkü çekerken. Her şeyi biliyorum ama o kadar da değil gerektiği. Daha izleyecek çok belgesel var. E.B.: Peki Billur Kalkavan’ın ilerleyen zamanlarda başka projeleri var mı oyuncu olarak? B.K.: Oyuncu olarak… ben unuttum oyunculuğu nerdeyse. Allah’tan geçen sene bir filmde oynadım, Çarşı Pazar, çok eğlenceliydi. Çok neşeli bir film olmuş. Şimdi yeni bir senaryo okuyorum, Cannes Film Festivali’ne gidecek bir proje, olursa. Ben filmde oynamak istiyorum, bir de dizide böyle iki günlük bir iş olursa anca o kadar çünkü artık Billur TV’nin çok işi var. Evde de gerçekten benim çok işim var çünkü evin bütün işini ben yapıyorum. Yani haftada bir evi temizletmekle ev işi bitmiyor, yemek yapıyorum, evin temizliği, altı tane kedinin bakımı, Buğra... Ev işleri bende, Billur TV’nin bir sürü sunuculuğu, bilmem nesi, bir sürü işimiz var, e bir diziye de anca iki gün
KULTURA
21
22
KULTURA
vakit ayırabilirim. Zaten ben köleliğe inanmıyorum, ben keyif için çalışıyorum, keyif için yapıyorum her şeyi. Ciddi işte bile keyif alarak yapıyorum. Keyif almayacağım, nefret ediyorum kabul ettiğime pişman oluyorum diziye girince. Nasıl? Ya paramı az buluyorum kendime kızıyorum, bu işe bu para çok az diye. Ya işte 20 saat geçirince o işte mutsuz oluyorum, uykumu alamıyorum, huzursuz huysuz bir insanım ben çünkü homurdanmaya başlarım hemen. E.B.: Bu durum işinizin kalitesine de yansıyor aslında. B.K.: Sabahın 4’ü olmuş, senin yüzün gözün akmış, bitmiş. Hala uykunu zor tutuyorsun, hadi bir sahne daha çekelim. O niye? Çünkü diziler 120 dakika. Ben niye köle olayım abi! Hayatta hiçkimsenin hiçbir şeyde kölesi olmam. Onun için bilmiyorum, yani var bir sürü projem, televizyonlara da çok güzel formatlar sundum bir iki kanala, olursa televizyonda haftada bir günlük filan bir şey yaparım. E.B.: Ne gibi projeler bekliyorsunuz? B.K.: Şimdi ben ilişkilerle ilgili çok güzel bir iki proje sundum çünkü hem eğlenceli hem de şey olsun istiyorum, eğitici olsun. Bir tane çok güzel yarışma programı geldi Avusturalya’dan, Avusturalya’da yaşayan bir Türk arkadaşımızdan, olursa onu sunmak istiyorum. Avusturalya çok güzel bir ülke çünkü, daha önce gitmiştim, oraya gidilecek ama o çok büyük bir bütçe onun için bakalım hayırlısı. Şimdi Vodafone ile anlaştık. İşte Vodafone Billur TV ile ilgili bir şeyler yapıyoruz. Koç grubuyla reklamlarda bir şeyler yapıyoruz. Çok güzel ilerliyoruz yaa. E.B.: Harika. B.K.: Yani müthiş. Astrolojik olarak da bizim lehimize işleyen bir gökyüzü var. Onu da çok güzel bir şekilde kullanıyoruz. Sana da tavsiye ediyorum
KULTURA
23
astrolojiyi. (gülüşmeler) E.B.: Bakayım ben de bir. B.K.: Buğra’ya sor, Buğra astrolog.
müthiş
E.B.: A öyle mi? Bir danışıyım ben ona o zaman (gülüşmeler). B.K.: Bir danış. E.B.: Bu cinsel sağlık konularında genelde, Türkiye’de bu konuları rahat konuşabilen bir kadın dediğimizde akla ilk gelen isimlerden birisiniz hatta teksiniz. Bunun nedeni nedir? B.K.: Bunu çok misyon edindim kendime biliyor musun? Küçüklüğümden beri cinselliğe çok büyük bir ilgim vardı. Cinselliğin hayatımızdaki çok büyük bir ayak olduğunu düşünüyorum, yemek yemek gibi, uyumak gibi çok büyük bir ayağı hayatımızın ama biz bunu hep yok sayıyoruz, yapmıyormuşuz gibi yapıyoruz; konuşamıyoruz, h a s t a l ı ğ ı m ı z ı paylaşamıyoruz, doktora gidemiyoruz. Bu sadece Türkiye’de değil, Türkler utangaç, çok utangaç bir milletiz, hani çok naif, güzel bir utangaçlığımız var ama dünyada da böyle bu bakma. Doktor Ruth vardı, ben ortaokuluna gidiyordum, Amerika’da 70’lerde, orda Doktor Ruth diye yaşlı bir kadın vardı, her gün çıkıp cinsellik programı yapıyordu. Amerika’nın 70’lerdeki durumu, şimdiki Türkiye’nin durumu. Kimse konuşmuyor hala. Ben bunu misyon edindim ve yaptığım televizyon programlarında hep bir bölümü cinselliğe ayırdım, senelerdir. Sonunda artık öyle bir kabul gördü
ki mesela bir şey olacak, doktorlarla ilgili diyelim bir seminer olacak, bir modaratöre ihtiyaç var cinselcilerle ilgili, hemen beni arıyorlar ajanslardan ”Siz yapar mısınız?”. İşte “bir kanal cinsel sağlık programı yapacak sen yapar mısın?, bilmem nerede cinsellik konuşulacak sen gelir misin?”. Benim amacım buydu zaten. Bu konuda uzmanlaşayım demiyorum çünkü benimde okula gitmem lazım bir takım konularda uzmanlaşmak için, okula gitmek istemiyorum hiç. Ben sadece
anlatamıyor ki. Utanılacak bir şey yok. Ben ortaokula giderken Amerika’da bizim cinsel sağlık programı vardı mesela, sınıfı vardı ve bize ilk önce vücudumuzu öğretiyorlardı. Türkiye’de insanlar birbirlerini çıplak görmüyorlar, birbirlerinin cinsel organını görmeyen çiftler var biliyor musun? E nasıl ilerleyelim biz? Nasıl mutlu olalım? Onun için bir karış surat dolaşırız sokaklarda işte. Çünkü kötü bir cinsellikten, tatminsizlikten çıkıp işe de gitsen, eğlenceye de, orda bir tatminsizlikle başlıyorsun güne. E.B.: Bu insanların mutsuzluğunun büyük sebeplerinden biri diyorsunuz. B.K.: Temel sebeplerinden biri diyorum ben çünkü iyi bir, güzel bir cinsellik yaşasa, o zaman işe de mutlu gidersin, daha çok para, her şeyi paraya bağlıyoruz ya aslında para sonuç olduğu için o sonucu elde edemiyoruz mutsuzluğumuz dan dolayı. Amaç değil araç para ama biz araca bile ulaşamıyoruz çünkü her şeye kötü bakıyoruz yani. Sadece cinsellik demiyorum ama çok büyük bir yer kaplıyor. Aç insan nasıl mutsuz olursa, cinselliği kötü olan insan da öyle mutsuz oluyor.
Aç insan nasıl mutsuz olursa, cinselliği kötü olan insan da öyle mutsuz oluyor.
24
KULTURA
bunun sunucusu olayım, moderatörü olayım, bunun öncüsü olayım insanlar, eksperler konuşsun. Benim amacım çıkıp cinsellikle ilgili bilgi vermek değil, hâşâ, ben öyle doktor değilim, kişisel gelişimci değilim, benim misyonum aracı olmak, ben süper bir aracı, şifacı olmak istiyorum bu konuda ve bunu da başardım. Çünkü erkek de yok ki bunu konuşan. Birisiniz bile değil, teksiniz bu konuda yani tekim. Çünkü okullara koydular mesela cinsel sağlık şeyini, çocuklara eğitsin diye hocalar, utanmaktan hocalar çocuklara bir şey
E.B.: Peki Billur Tv hep eğitim amacıyla mı devam edecek yoksa daha sonra eğlence içerikli programlar da olacak mı? B.K.: Dizi yapacağız. Talk Show yapacağız. Benim Konuşmazsak Çatlarız vardı, Turkmax’ta, talk show onu yapmak istiyorum ve Vodafone ile olan işbirliğinde de, hani bir
telefon, GSM şirketinin Konuşmazsak Çatlarız isminde bir programı yapması mesela çok mantıklı geliyor çünkü konuşturuyorlar ya bizi. Mesela onlar kabul ederse onlarla yapacağım çünkü. Cem Yılmaz ile buluştuk geçenlerde, işte birkaç ay oluyor, çocuk dedi ki ‘‘Bir film yapıyorum ben mesela, anlatacak mecram yok’’ dedi. ‘‘Ya gidiyosun programlara, bir şey anlatamıyorsun. Bir kültür sanat programı yok’.’ dedi. Kültür sanat programı da yapabiliriz ki çok zor, yani bunu yapmak isteyen biri varsa bize başvursun yapalım. Çünkü biz artık öyle bir hale geldik ki artık, mesela sen geliyorsun diyorsun ki işte ‘‘Billur ben bilmem ne yapmak istiyorum.’’ Okey, yap. Biz mecrayız, tamamen o insanın üstüne şey yapıyoruz, yani sen yarat. Formatını ver bize, kimlerle çekmek istediğini söyle, günlerini söyle, sponsor bulabiliyorsan bul. Sen hazırla programını gel, biz burada kanalız hazırız sana program
yapmaya. Her şeyine biz koşturmuyoruz yani. Sahiplendiriyoruz ki sunucusu sahiplensin işini. Birisi kültür sanat yapmak istiyorsa buyursun. Ama ben istiyorum ki bir talk show yapayım, ağırlayayım. Sen bir filmde mi oynadın, filmini anlat. Ben bunu en son li talk showumda çok yaptım. Kitap… Çok önem veriyorum yazarlara. Hemen, anında ağırlarım ve o kitapları ben bir günde okuyorum biliyor musun? Hiçbir konuğumu hazırlanmadan çağırmam, sen kitabınla gel bir gün önce ver bana, ben bir günde bitiririm o kitabı. Öyle şey gibi ‘e anlat ne yapıyorsun’ filan gibi değil. Bilerek ağırlarım, benim en büyük özelliğim odur. Ben ne konuştuğumu bilerek ağırlamak istiyorum. Gerçi çalışmayan çok insana konuk olduk. Çok gıcık oluyorum ben bir de. Yani ayıp değil mi, bilmiyorsun ne yaptığını. Öyle hayranlara da ben sinir olurum, ben size hayranım diyor sonra “Adınız neydi?” diyor.
(Gülüşmeler). E bari bir zahmet adımı öğren kardeşim. Onun için bu ülkede böyle egolara falan girmek bana çok saçma geliyor. Bugün beni sever, yarın seni sever, öbür gün onu sever, o gün dizide kimi görüyorsa onu sever. Ben beni gerçekten seven insanlara itibar ediyorum. Bu Billur TV’de onu doğurdu bize. E.B.: Peki, Billur Kalkavan nasıl bir sinema filminde olmak istiyor? B.K.: Ben her türlü filmde oynarım. Sinemayı çok seviyorum. E.B.: Hani şöyle bir proje olsa da aslında dediğiniz..? B.K.: Yani şimdi mesela her gittiğim Amerikan filminde ah şu rolde ben oynasaydım diye düşünürüm. Kate Blanchett’a çok özeniyorum. Türkiye’de maalesef, ‘‘Billur sosyetiktir onu zengin kadın rolünde oynatalım.” Billur işte sesi kalın sert kadın tiplemesindedir
KULTURA
25
yani cadoloz kadın tiplemesinde. Bizde bir şey diyemiyor ki kimse, korkaklar ordusu yani burada, Tv yapımcılar da korkaklar ordusu. Görüyorsun üç tane ünlü erkeğin etrafında dönüyor Türkiye, adam yok adam yok diyorlar, burada Buğra oturuyor ilah gibi. Kimse demiyor ki, gel ben Buğra ile çalışayım, şunu bir patlatayım şey olsun, yani bir ilah doğsun Türkiye’de. Yani biz o kadar kısıtlı, o kadar korkak olduk ki. Televizyoncular zaten diziler patır patır döküldüğü için yapımcılar ölüyorlar korkudan ama büyük isimlerin dizileri
26
KULTURA
tutacak diye bir kural da yok bunu da görüyorsun. Çok büyük isimlerin dizileri de batabiliyor. Onun için de biraz cesaret, biraz da bil onu. Bir insanı tanıyıp, hangi karakterleri, ben mesela ne bileyim böyle manyak bir kadını oynamak çok isterim. Oyuncu koçu istiyorum mesela şimdi, yeni bir film geldi işte dedim ya Cannes Film Festivali’ne gidecek. Ben şimdi bir de epeydir oyunculuk yapmadım yani, bir de Çarşı Pazar’da da Erdem Yener sağ olsun beni çok yönlendirdi. Ben çünkü iyi, yetenekli bir oyuncuyum ama iyi
bir yönetmene çok inanırım. Bence yönetmen yönetir oyuncuyu, oyuncu kendi kendine Robert de Niro da olsa, Kate Blanchett da olsa ‘‘Ben bunu böyle oynayacağım.” diye çıkamaz ki bir oyuncu.Yönetmenin vizyonunu yansıtır zaten. Onun için de ben mesela dün dedim ki bana teklif eden arkadaşıma, senarist arkadaşım Zeynep’e “bana iyi bir oyuncu koçu ve kadın bul,” kadın, kadın kadına koçluk yapsın daha iyi aklıma yatıyor yani. Tabii ki onu yapımcıyla konuşuruz.’’ dedi çünkü
hata yapmak istemem. Ama bir sürü rol var oynamak istediğim abuk subuk. Mesela Çarşı Pazar’da çok komik bir tiplemeydi o, saçma sapan bir kadın, onu da oynarım, çok ciddi bir şeyi de, yani manyak bir kadını da oynamak isterim. Mesela Sadakatsiz filmindeki Diane Lane rolünü de oynamak isterim. O kadar çok şey oynamak isterim ki. Bir tek böyle şeyi sevmem, aksiyon. E zaten bu yaşta artık o biraz zor, öyle çok atlayıp zıplayamam, böyle atlamalı zıplamalı bir şeyde oynamam.
E.B.: Anladığım kadarıyla kendinizi her karakterde denemek istiyorsunuz. B.K.: Keşke. Denemek isterim tabii. Ama şimdi bana gel bir köylü bacıyı oyna dersen tercih etmem çünkü yapamam. Bir de şeye inanmam ben asla aktör her şeyi oynamalıdır filan, böyle geyikler, yok öyle bir şey abi. Bir kere senin bir tipin var yani, tipine uyan şeyleri canlandıracaksın ki iyi olacaksın. Herşeyi oynayamaz bir aktör, buna inanmıyorum. Çok nadirdir belki, dünya yüzünde iki üç kişidir her şeyi
oynayan, onlar bile her şeyi oynayamaz ki. Meryl Streep şu anda olimpiyat atletini oynayabilir mi? Yok böyle bir şey. Mümkünatı yok, gençken de oynayamazdı. Çünkü fizik yapısı müsait değil. Onun içinde bu geyiklerden de, aktörlükle ilgili geyiklerden kurtulması lazım Türkiye’nin. Bu okullarda çok klasik tiyatro eğitimi verildiği için çok klasik ve demode bir kafayla çıkıyoruz bir kere meydana. Televizyon oyunculuğu, sinema oyunculuğu okullarının olması lazım ki yeni yeni açılıyor. Tiyatroya çok saygım var ama
KULTURA
27
bizde hala böyle abartılı konuşan tiyatrocular, olmaz öyle eğitim ya. Sonra televizyonda çok sıkıcı oluyor tiyatrocular görüyorsun. Televizyon oyunculuğuna adapte olana kadar senelerini veriyorlar. Onun için oyuncu geyiklerinden vazgeçip, bir kere oyunculuğun rahat bir olduğunu kabul etmemiz lazım, yok şizofrenik bir olay yok bilmem ne, böyle geyikler bana çok sıkıcı geliyor, geçelim bu konuları ya. O iddialardan geçelim, bence o da bir meslek. Bir arkadaşım var her gün kavga ediyorum onla, diyorum ki abi o bu bir meslek, yok bir hayat tarzıdır, hayat tarzı haline getirirsen oyunculuğu her yerde bir oyunculuk sergilemek zorunda kalıyorsun, o olmaz bence. Onun için geyikleri bir kenara bırakalım, düzgün, naturel oyunculuğun peşinden koşalım. Yani ben doğal, sakin oyunculukları çok severim mesela. Yüz göz öyle mimik yapılarak oyunculuk yapılmaz. Bence empatiyle iyi bir oyuncu olunur. E.B.: Daha minimal… B.K.: Minimal oyunculuğu da çok severim de empati yeteneği yüksek olan insanlar daha iyi oyuncu oluyorlar. Çünkü kendini onun yerine koyabilmek lazım. E.B.: O adama dönüşmeli, o kadına dönüşmeli aslında… B.K.: Yani evet ama ondan çıkacaksın abi, eve gittiğin zaman yine Billur olacaksın, Emir olacaksın. Öyle ayy dur etkisinden kurtulamadım rolümün falan bu tür şeylere çok sinir olurum. Bana Sinan Tuzcu derdi. Onun annesini oynuyordum, “Abi sen nasıl yapıyorsun ya” diyordu. Mesela ağlama sahnesi var Aydın Bulut diyordu ki “Burada ağlama sahnesi var, gözyaşı istiyorum”, ben “tabii Aydıncığım” falan çok kolay bir şeymiş gibi. Tabii işte nasıl ağlıyordum aklıma havyanlara yapılan bir işkence, bir çocuğa yapılan bir tecavüz olayı,
28
KULTURA
mesela o aralar bir vaka vardı beni çok yaralamıştı, aklıma getirdiğim an zaten ağlamaya başlıyordum yani. Sonra mesela sahne bitiyordu dönüyordum bir geyik yapıyordum Sinan’a falan, bana diyordu ki nasıl çıkıyorsun kardeşim iki saniyede, diyordum ki çünkü orda iş burada normal ben yani. Hani o konuda çok yetenekliyim bak. İnanılmaz yani. E.B.: Hızlı duygu geçişleriniz oluyor yani… B.K.: Evet, hemen geçirebilirim. Çünkü o iş bittiği anda, benim için iş o bitti. Onu bir hayat tarzı niye yapayım abi? O zaman dram dolu türküye benim bütün gün dram karakteri gibi dolaşmam lazım ki ben neşeli biriyim, dramı da sevmem fazla. E.B.: Son zamanlarda çok fazla komedi filmi yapılmaya başlandı. Türk sineması sizce iyi bir yere mi gidiyor ya da nereye gidiyor? B.K.: Valla bilmiyorum. Şimdi, iyi gişe yapıyorlar komedi filmleri. E.B.: İyi gişe yapması Türk sineması için iyi bir şey mi? B.K.: İyi bence. Niye dersen, çünkü geri para yatırma potansiyeli çoğalıyor. Şimdi para kazanamayan bir yapımcı bir daha yapamıyor. Çünkü bizde daha böyle, Amerika’daki gibi milyar dolarları olan yapımcılar yok ki. Birkaç yapımcı var zengin, onun dışında televizyon yapımcıları da zengin değil. Çok masraflı bir iş yapıyorlar çünkü. Bence nasıl para kazanacaksa Türk sinema sektörü ilk başta öyle gitmesi mantıklı geliyor. Biraz kazansınlar ama sadece de komedi filmi yapmasınlar tabii ki. Bence biz romantik komedi konusunda iyiyiz. Ben çok meraklıyım yani çocukluğumdan, 5 yaşımdan beri yapılan her filme giderim; Türk filmi, yabancı film. Cıvık filmler hariç, komedi filmleri de cıvıksa sevmiyorum,
Amerikan komedilerini de sevmem cıvıksa. Çok cıvık filmlere gitmiyorum, onun dışında her filme giderim. Şimdi bizde Cloud Atlas filmi gibi bir film yapmanın henüz imkanı yok, keşke yapabilsek. Kafamız da öyle çalışmıyor, o başka bir vizyon, şimdi Amerika ile kıyasladığın zaman. Bana göre sanatların en büyüğü sinema, çok özür dileyeceğim kızabilirsin, ne heykel, ne resim, ne tiyatro, ne o, ne bu, ne şu benim için en büyük sanat sinema çünkü bizim hayatımızı değiştirebilecek bir güce sahip bir kere ve her şeyi görüyorsun sinemada. Yani görseli de var, işitseli de var, her şey var sinemada. Biz tabii çok gerideyiz. Bir Bollywood bile değiliz yani maalesef, adamlar senede 900 film yapıyorlar Bollywood’ta. Ama iyi gittiğini düşünüyorum ben, en azından bir canlandı, gazetelerde her gün bir film haberi okuyorum, benim çok hoşuma gidiyor ve eylülden itibaren vizyona girecek onlarca film yapılıyor. Tabii ki kötüleri iş yapmıyor, bazıları şanssız oluyor bazıları iyi oluyor ama gişe yapmıyor, ama yönetmenlerin şu şeyden sıyrılması lazım: ‘‘Biz tabi hiç gişeyi düşünmüyoruz,” filan, değil abi. Bu sanatsal, bu entel mantalite de benim çok sinirime dokunuyor. E.B.: Bu biraz da yalan zaten… B.K.: Yalan tabii ki. Sen gişe yapmazsan fakirsin zaten, ikinci filmini nasıl çekeceksin? Biz festival filmiyiz falan, niye abi, hem gişe yap, hem festivale git. Yani bu entellikten de, bir takım klişelerden kurtulursak çok daha iyi olacağımızı düşünüyorum. Bir de bizde şu eksik mesela, bizim yönetmenler hiç sinemaya gitmiyor. Ya arkadaşım bu kadar egolanmayın, gidin Amerikalılar ne yapıyor seyredin lütfen. Sadece öyle entel dantel, karanlık Avrupa filmleriyle olmuyor bu iş. Amerikan sinemasını çok küçümsüyorlar, işte sanki Amerikalılar salak, onlar anca büyük
KULTURA
29
30
KULTURA
bütçeli film yapar, öyle bir şey yok, Amerikalılar neler yapıyor.
Şahan’ın yaptığı her şeye ben çok gülüyorum açıkçası ama Şahan’ı bir sanat sineması, entel bir yere koyuyor muyum, hayır.
E.B.: Çok güzel düşük bütçeli bağımsız filmleri var. B.K.: Neler var. Amerikan bağımsız filmlerine ben bayılıyorum. Neler var yani… Onun için lütfen film seyredelim, öyle bir tek Tarkovsky’e takılmayalım artık yani. Günü yakala kardeşim, hayatta günü yakalayacaksın. Beyoğlu’nda şapkayla dolaşıyordu, o mazideydi, artık dolaşılmıyor. Günü yakalayamayan insanlar ihtiyarlarlar, bu bir gerçek. Ben niye hep gencim çünkü hep günü yaşıyorum. Bugünkü aşklar böyle mi, evet kabul arkadaşım bugünkü aşklar böyle. Bugünkü ilişkiler böyle mi, evet böyle kabul. Niye eskiye gerileyelim abi? Dünya değişti. Gençliğin haline bak filan. Senin o şu gençliğin haline bak dediğin 5 yaşındaki çocuk senden daha çok şey biliyor. Onun ailesinin görevi ona doğayı ve hayvanı da öğretmek. Yani onun için çok demode deyimler işliyor etrafımızda ve çok sıkıcı geliyor bana. Onun içinde ben Türk sineması iyi gidiyor diyorum. En azından 70’lerdeki ivmeyi yakalar, insanlar Türk sinemasına gider oldu.
E.B.: Türk sinemasının geleceğini daha parlak görüyorsunuz en azından bu kadar yokluk içerisinde. B.K.: Tabii ki çünkü para girdi. E şimdi Recep İvedik’i küçümsediler, çocuk bu sektöre ve bir sürü insana milyonlarca lira kazandırdı, ona hiç bakan yok. Ayrıca bence çok komikti. Şimdi çok özür dilerim Borat filmine
gidip çok gülüyorsun da Recep İvedik’e niye gülmüyorsun? Niye entel bir sinemacı çıkıp ‘Merhaba nasılsınız Ahmet Bey’ dendiğinde Recep İvedik’i seyretmiyorum diye cevap veriyor? Senden öyle bir cevap beklenmiyor ki. Seyret abi gülsene. Şahan’ın yaptığı her şeye ben çok gülüyorum açıkçası ama Şahan’ı bir sanat sineması, entel bir yere koyuyor muyum, hayır. Sacha Cohen’i koyuyor muyuz öyle bir yere? Herif dünyanın en saçma sapan filmlerini yapıyor. Eğlendiriyor mu sen ona bakacaksın. Çocuk sektöre milyonlarca lira sokuyor. Tekrar iş yapıyor bu parayla. Siz de yapın kazanın, para sokun, para döndürün. Enteli de yapın, onu da yapın, her şeyi yapabilecek potansiyel var. Bak Yılmaz Erdoğan’a neler yapıyor. Adam Oscarları zorluyor. Cem Yılmaz’a bak neler yapıyor. Yapan yapıyor, yapamayan konuşuyor zaten. E.B.: Yapan yapıyor, yapamayan konuşuyor özeti o aslında. B.K.: Aynen o, hayatta her şey için geçerli. Herkesi eleştiriyoruz, taksiye biniyorsun başbakanı eleştiriyor, oraya gidiyorsun takımın teknik direktörünü
eleştiriyor. Yapma kardeşim, konuşma ya. Herkes konuşuyor, kimsenin bir şey yaptığı yok. Yapsınlar. Beni de kimsenin eleştirme hakkı yok. İlla ki bir de bu sosyal medyada eleştiri dozu iyice yükseldi ya, bir videoya giremiyor iki dakika kendi telefonundan dolayı, bana hemen mesaj, bu ne biçim televizyon giremiyoruz. Hayatta her şey bu kadar kolay mı? Bir daha dene, telefonunu değiştir çünkü benim yayınımda hiçbir sorun yok. Ya da olmamış, yap, sen yap. Buğra’da hep onu der, sen yap ben göreyim der. Bok atacağına sen yap. E.B.: Ne yaparsanız yapın o olacaktır. B.K.: Ben zaten takmam. Hiçbir zaman takmadım. Benim yaşamıma da laf ettiler, giyimime de ettiler, her türlü tarzıma, dövmeme ettiler, oldu şimdi herkes dövmeli. Bilmem neye ettiler ben hiç takmam banane ya. E.B.: Peki, son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? B.K.: Eklemek istediğim ne var, insanlar hayatı sevsinler, kendilerini sevsinler. Hayat çok değerli diyorum ve gerçekten yaptıkları her işte, demin başka bir röportaj yaptım orda da aynı şeyi söyledim, kansere çare de buluyorsan bunu keyifle yap, aktörlük de yapıyorsan keyifle yap. Hayatta ne yapıyorsan keyifle yap diyorum. E.B.: Keyifli yaşamak yani B.K.: Aynen öyle amacımız o aslında. E.B.: Çok teşekkür ederim. B.K.: Ben teşekkür ediyorum.
KULTURA
31
Merhabalar, öncelikle hayat hikayenizi sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz? Azerbaycan’dan büyük kardeş ülkemiz Türkiye’ye gönülden selamlar. Ben Ceyhun Zeynalov, 19 Eylül 1980’de Azerbaycan’ın Bakü şehrinde fakir, işci bir ailenin çocuğu olarak doğdum. 1987’de ilkokul, 1994’de Cemshid Naxchivanski Adina Herbi’ne başladım. 1997’de mezun olduktan sonra Hava Harb Akademisi’ni kazandım. Akademide Türkiye’den olan komutanlarımız ve öğretmenlerimiz vardı. 20 yıl geçtiği için isimlerini hatırlayamıyorum. Büyük memnuniyetler onlara buradan selam söylüyorum.
Emir Bozkurt
32
KULTURA
Müzik yaşamına başlamanız nasıl oldu? Müziğe çocukluğumdan beri meraklıydım. İlk söz ve bestemi neredeyse 14 yaşımda yazdım ama o şarkılarım kayboldu. Dediğim gibi, 2000 yılında asker olduğum için o şarkıları CD’ye kaydedemedim. 2000 yılında askerlikten vazgeçmemin sebebi, Azerbaycan’ın dâhi besetekârı ve cazcısı olan rahmetli Vaqif Mustafazade’nin müzik hakkındaki düşüncesi oldu. Onun müziğe bakış açısı hayatımın dönüm noktası oldu ve aileme müzisyen olma kararımı açıkladım. Müziğe de ilk adımlarımı rapçi ve aranjör
olarak attım. 2007’ye kadar bir çok stüdyo ve grupla çalıştım. Reggae bulunduğumuz bölgede çok da popüler olmayan bir tür, siz nasıl reggae’ye adım attınız? Dünya çapında örnek aldığınız ya da idolünüz olan sanatçılar kimlerdir? Reggae tarz müziği zaten dinliyordum. Tabii ki başta Bob Marley’in şarkıları olmak üzere… 2007’de eski dostum, can kardeşim, Azerbaycan’ın ve zamanımızın en güçlü bestekârlarından biri olan İsmail Esedov’la işbirliği yapmaya başladım. Mikrofon arkasında reggae tarzında kendim için şarkı söylediğimi duydu ve “Güzel söylüyorsun” dedi ve benden bu tarz bir şarkı yazmamı istedi. Ben de böylece reggae tarzında ilk Yeşil Gözler şarkısını yazdım. Pambıq Kimi Buludlar gibi neşeli ve Yagish Yagir gibi melankolik besteler yapabiliyorsunuz. Bu çeşitliliğin beslendiği ilham kaynağınız nedir? Benim daha popüler olmamı sağlayan şarkı, reggae tarzında ikinci şarkım Buludlar şarkısı oldu. Beni ilhamlandıran ise hayat tarzım, gördüğüm ve hayattan aldığım her şeydir. Canım dostlarım, ailem, anılarım… Bunlar beni yazmamı sağlayan şeyler.
KULTURA
33
Ji za n la çık ma kab tığ n g ım ım ör ç içi ülm ocu n be eye kluğ ni n um jin ye d di rler an ye d g ça en eliy ğı or or rır ta . H lar ya e r dı .
Bugüne kadar söylediğim şarkıların hepsinin söz ve bestesi bana ve daha öncede bahsettiğim canım dostum İsmail Esedov’a ait. Kullandığınız Jin mahlasının hikayesi nedir? Jin lakabım çocukluğumdan geliyor. Her zaman görülmeyen yerlerden ortaya çıktığım için beni jin diye çağırırlardı. 2000’de Rap ile meşgul olmaya başladığımda bu lakabı kendim için kullandım. Azerbaycan halkının Reggae müziğe olan bakış açısı nasıl? Ülkem Azerbaycanın müziğe olan tutkusunu bütün dünya bilir. Dünya çapında biner biner saysak bitmeyecek kadar bestekâr yetiştirdiğini bilirsiniz.
34
KULTURA
Başta Uzeyir Hacibeyov ile sayısız bestekar ve müzisyen... Benim müziğe bakış açıma göre; müziğin, şarkıların dinleyicisinin milliyeti yoktur. Gördüğümüz, dokunabildiğimiz %99 herşeyi para verip alabiliriz ama müziğe, şarkıya para versen de, CD alsan da şarkının kendisine, cismen dokunamayız. O sana dokunur ve onu almaya mecbur bırakır. İnsan olarak içimizde bir ruh taşırız, müzik bizim, o ruhumuzun ayrı bir kıtasıdır. Bir atasözü var: Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Ben ise şöyle düşünüyorum; şarkılarını dinleyin ve ya müziğini gösterin, sana kim olduğunu söyleyeyim. Çünkü müzik senin entelektüel düşünce tarzının bir göstergesidir, besteci veya şarkıcı öyle yazmalıdır ve okumalıdır
ki kendi ruhunun kıtasını insanlarla paylaşabilsin ve insanlar onu sevip kabul etsin. Türkiye’de sevilen bir televizyon dizisinde Pambıq Kimi Buludlar şarkınıza yer verildikten sonra kısa sürede birçok Türk dinleyicinin sevdiği bir sanatçı oldunuz. Bu ilgiden haberiniz var mı, bu ilgiyi nasıl karşılıyorsunuz? Tabii ki o diziden haberim var :) Bana ulaşmak için yaptıklarına çok güldüm. İnstagramda @cinoffical ismini kullanıyorum ve bir fotoğrafımın altına “Ceyhun Bey direkt mesaj bölümüne bakabilir misiniz?” diye yorum yaptıklarını gördüm. Direkt bölümüne baktığımda dizinin yapımcısının yaptığı teklifi gördüm. Sonra da mail ve Skype üzerinden iletişime geçerek anlaşma yaptık. Tabii ki kardeş Türkiye’mizde tanınıp sevildiğime çok mutlu oldum. Şarkılarınızın Türkiye’de hızlı yayılmasının en önemli sebeplerinden birisi de internet oldu. Bir sanatçı olarak sizce internetin avantajları ve dezavantajları nelerdir? Sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor musunuz? Elbette internet hayatımıza hızlı girdi ve hayatımızın bir parçası oldu. Tabii ki bunun herkes için güzel ve kötü tarafları var. İnternette Facebook’ta, Youtube’ta Ceyhun Zeynalov; İnstagram’da @cinoffical adındaki sayfalar bana ait.
Bir gün Türkiye’de konser vermek gibi bir planınız var mı? Türkiye’de konser vermek planlarımın arasnda var ve bu yönde görüşmelerim var. İnşallah çok geçmeden sizleri sevindireceğim Müzik hayatınız dışında hobileriniz nelerdir, nelerle zaman geçirmeyi seversiniz? Müzik dışında hiçbir şeyim yok diyebilirim. Yani söyleyeceğim şeyler, genel olarak hobiler, örneğin zıpkınla balık avlamak, tüfekle av, rüzgar sörfü gibi bunlar hepsi müziğimle alakalı. Çünkü kayıt ettiğim kimi sözler ve şarkıları kendim yazıyorum. Bahsettiğim bu hobiler ise yazmak için, bana ilham gelmesinde büyük bir rol oynuyor. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey ya da Türkiye’deki hayranlarınıza iletmek istediğiniz bir notunuz var mı? Son olarak Türkiye’deki bütün dinleyicilerime, hayranlarıma bu yaz Türkiye’de Antalya Side’de neşeli 14 gün kaldım ve orada çok arkadaşlar tanıştım. Başta Özlem Hanım, Sebahattin Bey ve Merve Hanım olmak üzere hepsine selamlarımı gönderiyorum. İnşallah, Allah ömür nasip etsin, arkadaşlarımı bir konserle sevindirmeye söz veriyorum.
KULTURA
35
17 yıl önce bir Eylül ayında aramızdan ayrılan büyük usta, dünya sinemasının önde gelen dehalarından Kurosawa, sinema tarihine adını altın harflerle kazımış bir yönetmendi. Samuray gelenekleriyle modern Japonya’yı harmanlayarak epik bir dille bizlere aktaran, batı sinemasının en çok etkilendiği doğulu yönetmenlerden biri olan sinemanın son imparatoru Akira Kurosawa’yı ölümünün yıldönümünde saygıyla anıyoruz… Hakan Karakullukçu
36
KULTURA
KULTURA
37
Çocukluğu
Dünya sinemasının gelmiş geçmiş en büyük yönetmenleri arasında gösterilen, kökeni eski bir samuray ailesine dayanan Akira Kurosawa, 1910 yılında Tokyo’da dünyaya geldi. Sekiz çocuklu varlıklı bir ailenin en küçük üyesi olan Akira, babası tarafından batı geleneklerini tanımaya, sinema ve tiyatro izlemeye teşvik edildi. Böylece küçük Akira, 6 yaşında sinema izlemeye başladı. Ortaokulda silik bir öğrenciydi. Ancak resim öğretmeni Tachikawa, Akira’yı yenilikçi bir anlayışla eğitti ve ileride sinemaya görsel olarak çok büyük ufuklar kazandıracak büyük yönetmenin resim aşkının başlamasına sebep oldu. Akira Kurosawa, öğrencilerini “Ne istiyorsanız onu çizin.” diyerek serbest bırakan öğretmeni Tachikawa’yı, babasından sonra büyümesini sağlayan ikinci gizli güç olarak tanıtırdı.
Filmlerini bir tablo görselliğiyle bizlere aktaran Kurosawa, çocukluğunda ressamlığa meraklı bir öğrenciydi. 38
KULTURA
1923 yılında yaşanan büyük Japonya depreminden sonra, Akira’nın ağabeyi Heigo, 13 yaşındaki kardeşini yanına alarak ona depremin yol açtığı yıkımı ve yaraları yerinde göstermek istedi. Akira, etrafa dağılmış insan ve hayvan cesetlerine bakmak istemedikçe Heigo ona uzaklara bakmayı yasakladı. Eleştirmenler bu olayda Kurosawa’nın hayatı ve ölümü tüm çıplaklığıyla görmesi, korkularıyla yüzleşmesi ünlü yönetmenin sanat kariyerini etkilediğini söylerler. Tokyo tiyatrolarında sessiz film anlatıcılığı yapan ağabeyi Heigo ile iyi bir ikili oluşturan ve ressam olmayı kafasına koyan Akira, ağabeyi sayesinde Avrupa sinemasından birçok örneği izleme şansı yakaladı. Ancak Heigo’nun kısa süre sonra intihar etmesi, Heigo’dan sadece birkaç ay sonra büyük ağabeyinin de ölümü üzerine Akira Kurosawa erken yaşlarda karakterinde iz bırakacak travmalarla tanıştı. Yönetmen, kendi biyografisini anlattığı kitabında bu olaydan, “Anlatmak İstemediğim Bir Öykü” başlığı altında bahseder.
Gençliği ve Sinemaya Atılması Gençlik dönemlerinde kendisini komünist olarak tanımlayan Kurosawa, güçlü bir kalem ve radikal bir üslupla birkaç dergide yazılar yazdı. 1936’da film endüstrisine adımını attı ve Japonya’nın önemli Photo Chemical Laboratories’de (P.C.L) yönetmen yardımcılığına başladı. P.C.L.’ye girmek için yaptığı başvuruda adaylardan Japon sinemasının sorunlarını anlatan bir makale yazmaları isteniyordu. Kurosawa yazdığı makalede alaycı bir üslupla eğer bir sorun varsa bunun hiçbir çözümü olmadığından bahsetti ve bu yazı onu stüdyoda işe soktu. Sınavı yapan heyette bulunan Japonya’nın büyük yönetmenlerinden Kajiro Yamamoto’nun yanında yetişen Kurosawa, stüdyoda yardımcı yönetmen olarak çalıştığı 24 filmin 17’sinde Yamamoto’nun yardımcılığını yaptı. Kurosawa’ya özel bir ilgi gösteren Yamamoto, onu kısa süre içerisinde üçüncü yönetmen yardımcılığından baş yönetmen yardımcılığına getirdi ve üzerine çok fazla sorumluluk yükledi. Böylece Kurosawa sahne yapımı, mekan tespiti, senaryo düzeltmesi, provalar, ışık, dublaj, kurgu ve ikinci takımın yönetmenliği gibi çeşitli işlerde de çalışarak tecrübe sahibi oldu. Kurosawa en son asistan olarak çalıştığı 1941 tarihli Uma isimli filmde, Yamamoto’nun başka bir filmle meşgul olması üzerine filmin yönetmenliğinin çok büyük bir kısmını üstlendi. Öte yandan Yamamoto kendisine senaryo yazma konusunda da ustalaşması gerektiğini tavsiye edince bu alanda çalışmaya başladı ve hemen hemen tüm filmlerinin senaryosunu kendisi yazdı.
Çocukluğunda abisi, babası ve öğretmeninin desteğini alan Kurosawa, sinemaya atıldığı yıllarda da ünlü yönetmenlerle çalıştı. KULTURA
39
Filmografisi Kendi ilk filmini çekmek için senaryo arayışına giren Akira Kurosawa, Tsuneo Tomita’nın bir judo ustası ile ilgili yazdığı romanından ilham aldı. Toho stüdyosuna bu kitabın telif haklarını satın alması için baskı yaptı ve başardı. Böylece ilk filmi Sugata Sanshiro’yu 1943’te çeken Kurosawa, bu kez de dönemin sansür kurulu engeline takıldı. Kurul yapılan işi çok “İngiliz-Amerikan tarzı” bulmuştu. Zamanın en büyük Japon yönetmenlerinden Yasujiro Ozu duruma müdahale edince, kurul filmin 18 dakikasının kesilmesi şartıyla sansürü kaldırmayı kabul etti. Böylece sinemanın son samurayı, tarihin en büyük yönetmenlerinden biri Akira Kurosawa, sinema dünyasına ilk büyük adımını atmış oldu. İkinci filmi Ichiban Utsukushiku, savaş zamanının işçi kadınlarını konu alan bir propaganda filmiydi. Filmin gerçekçi olması adına çekimler boyunca oyuncu kadınları gerçek bir fabrikada konaklatan Kurosawa, kadınlara filmde canlandırdıkları karakterlerin isimleriyle sesleniyordu. Kurosawa, metod oyunculuğunu andıran bu yöntemi kariyeri boyunca diğer filmlerinde de kullanmaya devam etti. Bu filmin çekimleri esnasında kadın fabrika işçilerinin liderini oynayan aktrist Yoko Yaguchi, meslektaşlarının taleplerini Kurosawa’ya ileten bir elçi olarak seçilmişti. Bu ilişki, ikiliyi birbirine yakınlaştırdı ve Akira Kurosawa ile Yoko Yaguchi, 21 Mayıs 1945’te evlendiler. Bu evlilikten iki çocukları olan Kurosawa çifti, Yoko 1985 yılında hayatını kaybedene kadar birlikteliklerini sürdürdü. Evliliğinden çok kısa bir süre sonra, ilk çıkış filmi Sugata Sanshiro’nun devamını çekmesi için stüdyo tarafın-
40
KULTURA
dan baskı gören Kurosawa, yine bir propaganda filmi olan Zoku Sugata Sanshiro’yu çekti. Yönetmen, daha çok sansür kurulunun kolay onaylayacağı senaryolar yazmayı tercih ediyordu. Dördüncü filmi olan, Kanjincho isimli bir kabuki oyunundan uyarlanan Tora no o wo fumu otokotachi’yi bu anlayışla yazıp yönetti. Bu filmin çekimleri esnasında Japonya işgal edilmişti. Filmin çekimlerine bir gün bir grup Amerikan subayı geldi ve çekimleri sessizce izleyip gittiler. Kurosawa daha sonradan bu kişilerin arasında ünlü yönetmen John Ford’un da olduğunu öğrenecekti. İşgal döneminde sansür kurulu Amerikalıların eline geçmişti ancak kurul üyeleri yine Japonlardan oluşuyordu. Filmleri inceleyen kurul üyeleri hazırladıkları raporlar Amerikan Ordusu Genel Karargahı’na yollayıp gösterime girmesi için onay alıyordu. Kurosawa’nın filmini izleyen kurul, filmin Kanjincho’nun aşağılanmış bir taklidi olduğunu söyledi ve yönetmenle kurul üyeleri tartışma yaşadı. Bunun üzerine kurul filmi Amerikan Genel Karargahı’na göndermedi ve film gösterime girmedi. Ancak bu olaydan üç yıl sonra filmi tesadüfen izleyen Amerikan Karargahı bölüm başkanı
filmi ilginç bulunca yasağını kaldırttı ve film böylece gösterime girdi. Milliyetçi temalar içeren propaganda filmlerinin ardından Kurosawa artık daha kendine has filmler çekmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Yönetmenin bu anlayışla ilk çektiği filmi Waga seishun ni kuinashi’nin senaryosu, 1933’teki Takigawa kazasından ve savaş zamanında Sovyetler Birliği ile işbirliği yaparak Japonya aleyhine ajanlık yapan, başbakan danışmanlığına kadar yükselmiş olan komünist gazeteci Hotsumi Ozaki’nin casusluklarından ilham alınarak yazılmıştı. Japonya’daki savaş öncesi siyasi baskı düzenini eleştiren filmde ana karakter diğer filmlerinden farklı olarak bu kez bir kadındı ve Yasujiro Ozu’nun vazgeçilmezi Setsuko Hara tarafından canlandırılmıştı. Yine sansür kuruluna takılan filmin senaryosu büyük ölçüde değiştirildi ve seyirci tarafından oldukça ilgi gördü. Bir sonraki filmi Subarashiki Nichiyobi’de bir aşk hikayesini anlatan Kurosawa, filmde hiç tanınmamış iki aktör kullandı. Savaş sonrası Japonya’sındaki fakir iki aşığın bir gününü anlatan filmde, Kurosawa Frank Capra,
D.W. Griffith ve Friedrich Wilhelm Murnau gibi batılı yönetmenlerin etkisinde kalmıştı. 1947 yılında Kurosawa, Senkichi Tanugichi’nin yönettiği Ginrei no hate adlı filmin senaryosunu yazdı ve bu filmle birlikte fenomen oyuncularından Toshiro Mifune ile tanıştı. Daha sonraki filmlerinde defalarca birlikte rol alacak olan Mifune ve diğer bir vazgeçilmezi Takashi Shimura’ya, 1948’de çektiği Yoidore Tenshi isimli filminde rol verdi. Bu film, Kurosawa’nın prodüktör arkadaşı Sojiro Motoki ve yönetmen arkadaşları Kajiro Yamamoto, Mikio Naruse ve Senkichi Taniguchi ile birlikte kurdukları prodüksiyon şirketi Eiga Geijutsu Kyokai (Film Sanat Derneği)’nin ilk filmiydi. Kurosawa’nın ilk büyük yapıtlarından biri olarak görülen Yoidore Tenshi’de yönetmenin karakteristik özellikleri net bir biçimde görülür. Özellikle filmdeki çekim teknikleri, planlar ve kamera açıları, Japon yönetmenin özgünlüğünün en önemli göstergeleridir. Kurosawa, Yoidore Tenshi’den sonraki filmi Shizukanaru Ketto’da yine Mifune ve Shimura’ya birlikte rol verdi. Toshiro Mifune’nin frengiyle mücadele eden idealist bir doktoru canlandırdığı film, 1949’da gösterime girdi ve oldukça iyi bir gişe başarısı yakaladı. Film Sanat Derneği’nin ikinci filmi ve Kurosawa’nın dokuzuncu filmi Nora Inu’da, yine Mifune ve Shimura birlikte rol almıştı. Nora Inu, bu tarihlerde yönetmenin en çok beğeni toplayan filmi oldu. Nora Inu’dan sonra yönetmenin yine fenomen oyuncularından vazgeçmediği Shubun, mahkeme salonunda geçen, konuşma özgürlüğü ve kişisel sorumluluklar üzerine bir filmdi. Bu film eleştirmenler ve hatta yönetmenin kendisi tarafından çok beğenilmemiş bir işti. KULTURA
41
Kurosawa’nın 1950 yılında çektiği son filmi Rashomon, yönetmenin adının tüm dünyada duyulmasını sağlayan ve ona “imparator” lakabını kazandıran en büyük yapıtlarından biriydi. Film Venedik’ten Altın Aslan ödülüyle döndü. Amerika’da ise Akademi tarafından onur ödülüyle ödüllendirildi ve En İyi Sanat Yönetimi-Set Dekorasyonu oscarına da aday gösterildi. Toplamda 10 ödül sahibi Rashomon, adli bir olayın mahkemede dört farklı kişi tarafından farklı farklı anlatılmasıyla, gerçeğin göreceliliğini, insan ruhunun çelişkilerini ifade ediyordu. Kurosawa’nın yardımcıları filmin senaryosundan hiçbir şey anlamadıklarını söylediğinde Japon sinema dehasının cevabı oldukça manidardı: “Bu, insanoğlunun iç dünyasının anlaşılmazlığından olsa gerek.” Filmin farklı çekim teknikleri ve yönetmenin güçlü anlatımı, Kurosawa’nın dünyaya adını duyurmasını ve uluslararası sinemaya ilk adımını atmasını sağlamıştı. Sinemasındaki edebi atmosferi ve Rus edebiyatına olan özel ilgisini, Dostoyevski’nin Budala isimli romanını Hakuchi filmiyle beyaz perdeye uyarlayayarak perçinleyen Kurosawa, orijinali 265 dakika olan filmin prodüksiyon şirketi tarafından kısaltılmak istenmesiyle, “Bu
42
KULTURA
durumda filmi uzunlamasına keselim,” diyerek sinirlenmiş, ancak film yine de 166 dakikaya indirilmişti. Yine Mifune ve Shimura’ya rol dağıtan Kurosawa, kadın oyuncu Setsuko Hara’ya da bu filminde yer vermişti. Kurosawa’nın Hakuchi’den sonra çektiği ve Takashi Shimura’ya başrol verdiği Ikiru, aslen Tolstoy’un Ivan Ilyiç’in Ölümü isimli eserinden esinlenerek çekilmiş, yönetmen romandaki anlatım tarzını bu filmde kullanarak Rus edebiyatına karşı olan ilgisini bir kez daha göstermişti. 1952 yapımı olan Ikiru’da savaş sonrası Tokyo’da yaşayan sıradan bir orta yaşlı memurun varolma mücadelesi anlatılıyordu ve film Kurosawa’nın uluslararası tanınırlığını hatrı sayılır bir biçimde artırmıştı. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde yönetmene Berlin Senatosu Özel Ödülü’nü kazandıran film ayrıca Bükreş Film festivali'nde "Altın Kurt" ödülüyle ödüllendirilmiş, başrol oyuncusu Takashi Shimura’ya en iyi yabancı oyuncu dalında BAFTA adaylığı getirmişti. Kurosawa’nın ondördüncü filmi ve dünya çapında en çok tanınan eseri Shichinin no Samurai (Yedi Samuray), iki Oscar adaylığı, Venedik Film Festivali Gümüş Ayı Ödülü ve Altın
Ayı Ödülü adaylığı, üç BAFTA adaylığı ile önemli festivallerde yer edinerek yönetmenin sinema tarihindeki yerini iyice sağlamlaştırdı. Artık Kurosawa bütün dünyaya tarih boyunca konuşulacak büyük bir yönetmen olduğunu kanıtlamıştı. Yine samuray temasının işlendiği, western filmlerini andıran ve bu özelliğiyle batı sineması etkileri taşıyan Shichinin no Samurai, eşkiyaların saldırısı altındaki bir köyü korumakla görevli yedi samurayın hikayesini anlatıyordu. Batı sineması bu filmden öylesine etkilendi ki, bu filmden altı yıl sonra hemen hemen aynı senaryoyla, Yul Brynner, Steve McQueen, Charles Bronson, Eli Wallach gibi önemli isimlerin rol aldığı The Magnicifent Seven filmi çekildi. Yönetmenin 1955’te çektiği, yine Toshiro Mifune ve Takashi Shimura’nın rol aldığı Ikimono no Kiroku, Hiroşima'ya atılan atom bombası sonrası korkuyla yaşayıp ailesini Brezilya’ya göç etmeye ikna etmeye çalışan bir adamın öyküsünü anlatıyordu. Kurosara’nın bu filminin ardından çektiği, bir Macbeth uyarlaması olan Kumonosu-jô’da yine Mifune ve Shimura’nın oynadığını söylemeye gerek duymuyoruz. Venedik Film Festival’inde bir kez daha Altın As-
Kurosawa hemen her
filminde Toshiro Mifune ve Takashi Shimura ile birlikte çalıştı.
lan ödülüne aday gösterilen ancak bu kez kazanamayan Kurosawa, Macbeth uyarlamasının ardından tekrar Rus edebiyat sahasına geri dönerek bu kez bir Gorki uyarlaması olan Donzoko’yu çekti. 1958’de daha sonradan Star Wars serisine de ilham kaynağı olacak olan Kakushi-toride no san-akunin filmini çeken büyük yönetmen, bu eseriyle Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Gümüş Ayı Ödülünü ve FIPRESCI Ödülünü kazandı. Aynı festivalde ayrıca büyük ödül olan Altın Ayı Ödülü’ne de aday gösterildi. Bu filmden iki yıl sonra Warui Yatsu Hodo Yoku Nemuru ile tekrardan Berlin’de Altın Ayı’ya aday gösterildi ancak ödülü efsanevi İtalyan yönetmen Michelangelo Antonioni’ye kaptırdı. Ikiru’dan sonra yine bir memuriyet ve bürokrasi eleştirisiyle izleyici karşısına çıkan yönetmen bu filminde de her zamanki gibi Toshiro Mifune ve Takashi Shimura ile birlikte çalıştı. 1961 yılında Kurosawa yine samuray-western tarzında bir film olan Yojimbo’yu çekti ve tekrardan batı dünyasının bütün ilgisini üzerinde topladı. En İyi Kostüm Tasarımı dalında oscar ödülüne aday gösterilen eser, Venedik Film Festivali’nde başrol oyuncusu Toshiro Mifune’ye En İyi Aktör ödülünü kazandırırken, Kurosawa bir kez daha Altın Aslan’a aday gösterildi fakat kazanamadı. Hollywood’a yeniden ilham kaynağı olan Yojimbo, Sergio Leone tarafından meşhur dolar üçlemesinin ilki olan Per un pugno di dollari filmi ile beyaz perdeye aktarıldı. 1962’de Kurosawa Yojimbo’nun devamı niteliğinde Tsubaki Sanjuro’yu çekti. Yine karizmatik, yenilmez bir samuray olarak karşımıza çıkan Toshiro Mifune bu filmde de şehre gelen yabancı rolündeydi. Bu filmden bir yıl sonra Kurosawa bu kez Tengoku to Jigoku ile yine Venedik’te Altın Ayı’ya aday gösterildi. Evan Hunter’ın King’s Ransom adlı romanından
uyarlanmış bir polisiye olan filmde Mifune bu kez bambaşka bir görüntüyle izleyici karşısındaydı. 1965 yılında çektiği Akahige, Kurosawa’nın Shichinin no Samurai, Yojimbo, Rashomon gibi meşhur yapıtlarının şöhretinde gölgelenmiş, gizli bir başyapıttır. İdealist bir şehirli doktorun, taşradaki tecrübeli doktorun yanında yaptığı stajı ve bu esnada yaşadığı sıkıntıları anlatan, ulusal ve uluslararası festivallerde toplamda on tane ödül kazanan film Venedik’ten OCIC Ödülü, San Giorgio Ödülü ve yine Altın Aslan adaylığı ile dönmüştü. Bu film aynı zamanda Kurosawa’nın o zamana kadar hemen hemen her filminde rol
alan Toshiro Mifune ile birlikte çalıştığı son filmiydi. Kurosawa’nın anlaşmalı olduğu Toho stüdyosu ile yaptığı kontrat 1966’da sona ermişti ve yurtdışından gelen tekliflerle Japonya dışında çalışmak yönetmene daha önce olmadığı kadar cazip gelmeye başlamıştı. Hollywood’a yelken açan yönetmen, 1970 yılında 20th Centuries Fox şirketi ile ortak çalışarak Tora! Tora! Tora! adında bir filmin çekimlerine başladı. Amerikan ve Japon bakış açısıyla Japonya’nın Pearl Harbor saldırısını konu alan filmin Japon bakış açısını Kurosawa, Amerikan bakış açısı kısmını ise Amerikalı yönetmen Richard Fleischer
KULTURA
43
çekecekti. Ancak Kurosawa projenin başında filmin Amerikan kısmını ünlü yönetmen David Lean’in çekeceğini sanıyordu ve bu büyük bir yalandı. Kurosawa bunu öğrenince kendini bir şekilde projeden kovdurdu ve filmin çekimlerine başka Japon yönetmenlerle devam edildi. Aynı yıl Kurosawa bu kez Shugoro Yamamoto’nun Kisetsu no nai machi romanından uyarlanan Dodesukaden’i çekti ancak sonucunda büyük hayal kırıklıkları yaşadı. Bu filmde mükemmeliyetçiliğinden ödün veren yönetmen filmin bütçesini ve süresini kısıtlı tuttu. Kurosawa’nın ilk renkli filmi olan Dodesukaden’de yönetmen kendi tablolarını kullandı. Ancak film gişede başarısızlığa uğradı ve hem seyirci hem de eleştirmenler tarafından beğenilmedi. Ekonomik olarak da sıkıntılar yaşamaya başlayan Kurosawa bu filmden bir yıl sonra, 1971’de bileklerini ve birkaç kez de boğazını keserek intihara kalkıştı ancak başarısız oldu. Kurosawa artık kendini eve kapatmıştı ve bir daha film çekip çekemeyeceğini bilemiyordu. 1973 yılında ünlü Rus film yapım şirketi Mosfilm, Kurosawa’ya Vladimir Arsenyev’in otobiyografik romanı Dersu Uzala’yı sinemaya uyarlaması teklifiyle geldi. Hikaye, doğada yaşayan ve medeniyetin doğayı işgal etmesiyle sıkıntılar yaşayan bir avcı hakkındaydı. Kurosawa zaten bu filmi 1930’lu yıllardan beri çekmek istiyordu ve teklifi kabul etti. 1974 Mayıs’ında çekimlerine başlanan film, Nisan 1975’te tamamlandı ve filmin ilk gösterimi Japonya’da 1975 Ağustos ayında yapıldı. Çok iyi bir gişe başarısı yakalayan film, özellikle yurtdışındaki eleştirmenlerden tam not aldı ve 1976’da Akademi tarafından En İyi Yabancı Film Oscar’ı ile ödüllendirildi. Ayrıca Moskova Uluslararası Film Festivali’nde kazandığı Altın Küre
44
KULTURA
ödülü de dahil uluslararası festivallerde toplamda sekiz ödül kazandı. Yönetmen 1980 yılında Cannes Film Festivali’nde kendisine Altın Palmiye ödülünü kazandıran Kagemusha’yı çekti ve büyüklüğünü, henüz bitmediğini tüm dünyaya bir kez daha gösterdi. Uluslararası arenada yirmi ödül kazanan Kagemusha, orta çağ döneminde bir lordun dublörlüğünü yapan bir hırsız hakkındaydı. 1985 yılına gelindiğinde Kurosawa son büyük prodüksiyonu olan, Shakespeare’in Kral Lear’ının uyarlaması olan Ran’a imza attı ve sinema tarihini derinden etkileyen bu epik eser ulusal ve uluslararası arenada tam otuz ödüle layık görüldü. Bunların içinde Akademi’nin En İyi Kostüm Tasarımı Oscarı, BAFTA Ödülleri En İyi Yabancı Film Ödülü, Los Angeles Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Yabancı Film Ödülü, Uluslararası Film Eleştirmenleri Derneği En İyi Yabancı Film Ödülü gibi büyük ödüller de bulunuyordu. Filmde iktidarını üç oğluna bırakan Japon lordu ve çocuklarının giriştiği iktidar mücadelesi destansı bir biçimde anlatılmıştı. 1990’da birbirinden bağımsız sekiz hikayenin anlatıldığı Yume’yi (Düşler) çeken Kurosawa, bu eserinde doğa üzerine bir güzelleme yaparken, filmde Van Gogh’u ünlü yönetmen Martin Scorsese canlandırdı. 1991’de Hachi-gatsu no kyôshikyoku, 1993’te Madadayo ile filmografisine nokta koyan büyük usta, 1995 yılında geçirdiği bir kaza sonrası yatağa hapsoldu ve 6 Eylül 1998 yılında hayatını kaybetti. Zamanın ötesinde eserler bırakan Akira Kurosawa, hala hem Japonya hem dünya sinemasında gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerden biri olarak kabul ediliyor.
Sinema Anlayışı ve Söyledikleri Çocukluğunda ve ilk gençlik yıllarında ressamlığa meraklı olan Kurosawa, filmlerinin story-board’unu büyük bir ustalıkla bizzat kendisi çizerdi. “Resimleri (story board) çizerken bir sürü şey düşünüyorum. Yerin çerçevesi, kişilerin psikolojisi ve duyguları, hareketleri, bu hareketleri yakalamak için gereken kamera açısı, ışık, kostümler ve aksesuarlar… Tüm bunların özelliklerini düşünmezsem, görüntüyü çizemem. Hatta resimleri bunları düşünebilmek için çiziyorum desem, neredeyse daha doğru olacak. Bu şekilde, açıkça görmeden önce, bir filmdeki her sahnenin görüntüsünü saptıyor, verimli kılıyor ve kavrıyorum. Ancak o anda gerçek anlamda film çekimine girişiyorum.” Amerikan film endüstrisince en çok esinlenilen ve taklit edilen
yönetmenlerden birisiydi Kurosawa. Mel Gibson, meşhur başyapıtı Braveheart’ı çekerken Kurosawa’nın savaş sahnelerinden, George Lucas Star Wars’u çekerken yönetmenin Kakushi Toride no San Akunin filminden etkilendiğini açıklar. Kendisi ise taklitçilikten nefret eden Kurosawa bu konuda şunları söyler: “Genç Japon sineması yabancı sinemalardan, Fransız ve İtalyan sinemasından pek etkileniyor. Bu var olan bir tehlike. Büyük bir tehlike hatta. Size eğlenceli bir örnek vereceğim. Japonya’daki aşk ilişkileri, Fransa yahut İtalya’dakilerin aynı olmaktan çok uzaktır. Oysa genç sinemacılar batı filmlerinde gördüklerini aşağılık bir şekilde kopya ediyorlar. Seyirciler de bu filmlere gerçek hayatlarında özenti duyuyorlar. Oldukça gülünç bu. Teshigahara gibi bir adam bile bu duruma karşı koyamadı. Ben işe başlarken çok sağlam bir Japon kültürü (sanat, edebiyat, tiyatro, özellikle nô) temeline sahiptim. Yabancı sinemadan bu
Japon temeli üzerine etkilenmiştim. Bu da bana yabancı etkisini, Japon geleneklerini hiç unutmaksızın değerlendirmemi, bana en iyi gelenini, en uygun düşenini kendi sinemama mâl etmemi sağladı. Bugünün genç yönetmenleri, doğrudan doğruya Japon olan bu kültür temelinden tamamıyla yoksundurlar. Oysa, bana göre, şahsî bir eser meydana getirmekte en önemli şey budur. Kendinde bu kültür temelini taşımak. Kök salmış olmak.”
anlatmak için kullanılacak bir araç değil. İnsanlar onun muhtevasını istedikleri gibi hissetmeliler. Sinema birçok yoruma açık olmalıdır. Tarkovski asla bir şey açıklamazdı. Onun doğrudanlığı muhteşemdi.”
Rus edebiyatına özel bir ilgisi olan Kurosawa, Rus sinemasının en büyüklerinden Tarkovski’den de övgüyle bahseder:
“Şu soruyu sormak isterdim: Sinemada fikri olmak ne demek? Eğer biri sinema yapmayı umuyorsa bu ne demektir? Ama bir fikri olmak ender bir olaydır. Neredeyse bir tür bayramdır. Ve bir fikri olmak, genel olarak bir fikre sahip olmak demek değildir. Bir fikir her zaman bir şeylere adanmıştır. Bir fikir bazen resimde, bazen romanda, bazen felsefede, bazen ilimde, bazen de sinemada olabilir. (…) Fikirler gizli güç kaynaklarına benzer, bu yüzden ifade edildikleri tarzlardan ayırt edilemezler.”
“Tarkovski'yi çok özlüyorum. 54 yaşında iken vefat etti. Bana çok parlak gözlerle bakardı. Bakışlarındaki hayranlığı asla unutmayacağım. Hayata ve sinemaya dair ortak düşüncelerimiz vardı. (...) Biz Tarkovski ile birçok meseleyi konuşurduk. Sinemanın bir şeyi anlatmaya kalkışmaması konusunda hem fikirdik. Sinema bir şeyleri
Ardında onlarca büyük eser bırakan son samuray Kurosawa, fikri olan, daha doğrusu bir derdi olan sanatçılardandı. Fikirsizliğe vurgu yaparken şunları söylüyordu büyük usta:
KULTURA
45
Tarihin En Yüks Bütçeli 10 Filmi Milyonlarca dolar harcanarak izleyiciye sunulan büyük yapımlar, kimi zaman yapımcılarına hayal kırıklığı yaratırken, kimi zaman da gişe rekorları kırıyor. İşte sinema tarihinin en çok para harcanan filmleri... Gülşan Karademir
46
KULTURA
sek
KULTURA
47
Avatar 2009 ABD yapımı bilim - kurgu filmi, dünyanın en çok ses getiren yapımlarından biri. Titanik, Yaratık, Terminatör gibi filmlerin yönetmenliğini yapmış olan James Cameron, Avatar filminin hem senaristliğini hem de yönetmenliğini üstlendi. Üç boyutlu (3D) sinema tekniği ile çekilmiş olan filmde prodüksiyon bütçesi 425 milyon dolar. Film 22. yüzyılda, Pandora adındaki bir uyduda geçiyor. Bu uyduda 3-4 metre uzunluğunda, mavi insansı görünümlü, kabile halinde Na’vi halkı yaşamaktadır. Bir gaz devinin yörüngesinde dönen Pandora’da yaşayan Na’vi’ler kendilerine savaş açılmadıkça savaşmayan, barışcıl bir topluluktur. İnsanlar, Pandora’nın havasını soluyamadıklarından, kontrol edilebilen, insan ve Na’vi karışımı Avatarlar üretirler. Felç olmuş olan Deniz Piyadeleri mensubu Jake Sully, bu görevde gönüllü olarak yer alır. Sully, bir Na’vi prensesine aşık olur ve Pandora’yı gün geçtikçe tüketen insan ordusu ile Na’vi’lerin arasındaki çatışmanın ortasında kalır. Yeni bedeninde felç olmuş olan ayaklarını tekrardan hiseden Sully, Prenses Neytiri ile bir birlikteliğe başlayınca , insanların amacını unutarak Na’vi direnişine katılır ve insanlara karşı savaşmaya başlar. Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver, Michelle Rodriguez, Giovanni Ribisi, Joel David Moore, CCH Pounder,
48
KULTURA
Stephen Lang ve Laz Alonso gibi isimlerin yer aldığı filmin galası, 10 Aralık 2009’da Londra Birleşik Krallık’ta yapıldı. 18 Aralık 2009’da ise Amerika ve Kanada’da gösterime girdi. Uluslararası gösterime iki gün daha erken giren film, dünya çapında $2,783,918,982 hasılat elde etti.
Karayip Korsanları: Dünyanın Sonu Pirates of the Caribbean: At World’s End Karayip Korsanları serisinin üçüncü filmi Karayip Korsanları: Dünyanın Sonu filminde, ilk iki filmde olduğu gibi başrollerinde Jonny Depp ve Orlando Bloom yer alıyor. Keira Knightley, Geoffrey Rush, Chow Yun-Fat ve Jack Davenport’un da rol aldığı filmin yönetmeni ise, ilk iki filmin de yönetmenliğini yapmış olan Gore Verbinski. Ted Elliott ve Terry Rossio’nun senaristliğini yaptığı film 2007 yılında gösterime girmişti. Filmin müzikleri, 1984’ten bu yana bir çok filme ses getirmiş bir çok filme müzik bestelemiş olan Hans Florian Zimmer’e aittir. Will Turner ile Elizabeth Swann, Kaptan Jack Sparrow’u, Ölü Adamın Sandığı’ndaki tuzaktan kurtarıp özgürlüğe kavuşturmak için Kaptan Barbossa ile ittifak kurarlar. Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nin
kontrolünde olan Davy Jones’un hayalet gemisi Uçan Hollandalı, dünyadaki bütün denizleri dolaşarak kötülükleriyle nam salmaktadır. Singapur’a gelen korsanlar, kurnaz Singapurlu korsan Sao Feng ile karşılaşırlar. Dünyanın sonu olarak anılan uzakdoğu okyanuslarındaki savaşta, korsanlar kendi hayatları, kaderleri ve özgürlükleri için korsan yaşam tarzı geleceğini kurtarma mücadelesi verirler. Filme toplam 300 milyon dolar harcanmıştır. Film, dünya çapında $963,420,425 hasılat elde etmiştir. Serinin dördüncü filmi Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde 2011’de seyirciyle buluşmuştur. Serinin beşinci filmi Karayip Korsanları: Ölü Adamlar Masal Anlatamaz’ın çekim hazırlıklarına başlanmış olup 2017’de vizyona girecektir.
KULTURA
49
Maskeli Süvari The Lone Ranger
Gore Verbinski’nin yönettiği film 2013 ABD yapımı western, aksiyon filmidir. Film, Fran Striker ve George w. Trendle imzalı, aynı adı taşıyan radyo serisinin beyazperde uyarlamasıdır. Film, asıl adı John Reid olan Maskeli Süvari lakaplı bir kovboyun, Kızılderili ruhani yardımcısı Tonto ile irlikte kötülere ve haksızlıklara karşı verdikleri mücadeleyi konu ediniyor. Walt Disney ve Jerry Bruckheimer Films tarafından üretilen filmde, Armie Hammer ve Johnny Depp başrol oyuncuları olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca filmde William Fichtner, Tom Wilkinson, Ruth Wilson, Helena Bonham Carter, James Badge Dale, Bryant Prince, Barry Pepper, Mason Cook ve J D Cullum gibi isimler de rol alıyor. Filmin müzikleri ünlü besteci Hans Zimmer’e ait. Filmin beyaz perde uyarlamasını kaleme alan Ted Elliott, Terry Rossio ve Justin Haythe aynı zamanda filmin görüntü yönetmenliğini de üstlendiler. Filme 13 yaş sınırlandırılması getirilerek, 13 yaş sınırlandırılması getirilen dördüncü Disney filmi olmuştur. 31 Mayıs 2013’te vizyona girmesi planlanan film, bütçe konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle vizyona giriş tarihi ertelenmiştir. 22 Haziran 2013’te Hyperion Tiyatrosu’nda ve 3 Temmuz 2013’te ABD’de gösterime giren filmin prodüksiyon bütçesi ise 275 miyon dolar. Film, dünya çapında $259,989,910 hasılat elde etti.
50
KULTURA
John Carter Walt Disney Pictures tarafından üretilen ABD bilim kurgu, fantezi filmi John Carter’ın yönetmenliğini, Kayıp Balık Nemo ve WALL-E gibi Pixar Animasyonlarına yönetmenlik yapmış olan Andrew Stanton yaptı. Yönetmen bu filmle ilk canlı- animasyon filmini çekmiş oldu. Film, John Carter’ın bilinmezlik içinde kendini Mars(Barsoom) gezegeninde buluşuyla başlar. Gezegen halkının arasındaki bir savaşta kendini blan John Carter yok olmak üzere olan bu gezegende Barsoom’ım ve halkının kurtuluşunun kendi ellerinde olduğunu anlar. Film, yazar Edgar Rice Burroughs’ub Barsoom serisinin ilk kitabı olan Aprincess of Mars’tan uyalanmıştır. Başrolünde Taylor Kitsch’in olduğu filmde, Lynn Collins, Samantha Morton, Mark Strong, Ciarán Hinds, Dominic West, James Purefoy, Willem Dafoe gibi isimler rol aldı. Flmin müziklerinde ise film, video ve TV dizisi müzik bestecisi Michael Giacchino’nun imzası var. 7 Mart 2012’de Fransa’da, 9 Mart 2012’de ABD’de vizyona giren filmin prodüksiyon bütçesi 275 milyon dolar. Film, dünya çapında $282,778,100 hasılat elde etti.
KULTURA
51
Kara Şövalye Yükseliyor The Dark Knight Rises
Sinemanın en beğenilen yönetmenlerinden Christopher Nolan’ın yönettiği 2012 ABD yapımı film, DC Comics’in kurgusal karakteri Batman’den uyarlanan serinin (Batman Başlıyor, Kara Şövalye) üçüncü ve son filmidir. Bob Kane’nin yarattığı karakterin hikayesinde ve filmin senaryosunda Christopher Nolan, David S.Goyer ve Jonathan Nolan birlikte çalıştılar. Filmin çekimleri Jodhpur, Londra, Nottingham, Glasgow, Los Angeles, New York, Newark ve Pittsburgh dahil olmak üzere çeşitli yerlerde gerçekleştirildi. Nolan filmde yer alan Bane karakterini, 1993 yılına ait Knightfall çizgi romanından ilham alarak oluşturmuştur. Filmin müzikleri ünlü besteci Hans Zimmer’e aittir. Batman sekiz yıldır ortalıklarda yoktur. Gotham bir süre için tüm suçllardan atınmıştır ki Bane adında bir terörist ortaya çıkar. Bane, Wayne şirketinin yaptığı füzyon enerjisini kaçırıp, bir bombaya çevirerek Gotham’ı havaya uçurmayı planlamaktadır. Bane’e karşı Batman’i (Bruce Wayne) zorlu bir görev beklemektedir çünkü Bane’nin yanında Kedikadın Selina Kyle’da bulunmaktadır. Filmin başrolünde, ilk iki filmde olduğu gibi Christian Bale var. Ayrıca Tom Hardy, Joseph Gordon-Levitt, Anne Hathaway, Gary Oldman, Morgan Freeman, Marion Cotillard, Micheal Caine, Cillian Murphy ve Liam Neeson gibi isimlerde yer aldı. 20 Temuz 2012’de Amerika’da gösterime giren filmin prodüksiyon bütçesi 275 miyon dolar. Film dünya çapında $1,084,439,099 hasılat elde etti.
52
KULTURA
Karmakarışık Tangled
Film, Walt Disney Animasyon Stüdyosu tarafından üretilen 2010 ABD yapımı, animasyon, fantastik, komedi filmidir. Disney Animasyon filmlerinin 50. Filmi olan Karmakarışık, konusunu Alman peri masalı Rapunzel’den almıştır. Filmin yönetmeniğini Nathan Greno ve Byron Howard üstlenmiştir. Dan Fogelman’nın senaristliğini yaptığı filmin müzikleri ise Alan Menken ve Glenn Slater’a aittir. Filmde yer alan şarkıları Mandy Moore, Donna Murphy, Brad Garrett, Jeffrey Tambor, Moore, Zachary Levi, Alan Menken, Delaney Stein ve Grace Potter seslendirmiştir. Ray Romano, Queen Latifah, Denis Leary, John Leguizamo, Seann Willian Scot ve Josh Peck ise sesleriyle film karakterlerine hayat veren isimlerdir. 24 Kasım 2010’da vizyona giren filmin prodüksiyon bütçesi 260 milyon dolardır. Film, dünya çapında $586,581,936 hasılat elde etti.
KULTURA
53
Örümcek Adam 3 Spider-Man 3
Örümcek adam serisinin üçüncü filmi olan 2007 yapımı Örümcek Adam 3’ün yönetmenliğini daha önceki iki filmde de yönetmen koltuğunda oturmuş olan Sam Raimi üstlendi. Filmin senaryosunu ise Sam Raimi, Ivan Raimi ve Alven Sargent birlikte yazdılar. Amerikan çizgi roman yapım şirketi Marvel yapımcılığındaki film 4 Mayıs 2007’de Amerika’da v,zyona girdi. Filmin müzikleri ise Christopher Young ve Danny Elfman’a aittir. Peter, amcasının katilini bulur fakat katil bir deney sonucu kum adama dönüşür. Peter, Kum Adam haricinde en büyük düşmanıyla da başa çıkmak zorunda kalır: Karanlık yüzüyle… Tobey Maguire, Kirsten Dunst, James Franco, Thomas Haden Church, Topher Grace, Dylan Baker ve Bryce Dallas Howard gibi isimler rol aldı. 4 Mayıs 2007’de Amerika’da vizyona giren filmin prodüksiyon bütçesi 258 milyon dolar. Filmin dünya çapında $890,875,303 hasılat elde etti.
54
KULTURA
Harry Potter ve Melez Prens Harry Potter and the Half-Blood Prince
J.K. Rowling’in, Harry Potter kitap serisinden beyaz perdeye uyarlanan Harry Potter ve Melez Prens, serinin altıncı filmidir. Fantastik macera türündeki filmin yönetmenliğini daha önce Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığını yöneten ve bu filmden sonra Harry Potter ve Ölüm Yadigarları’nı da yönetecek olan David Yates yaptı. Uyarlaması Steve Kloves’e ait olan filmin çekimleri yaklaşık 10 ay sürdü. Filmde, Harry Potter insanlar tarafından seçilmiş kişi olarak çağırılmaktadır ve Harry, vaftiz babasından kendisine miras kaldığını öğrenir. Profesör Slughorn’un dersinde Harry, kullanılmış bir iksir kitabını izinsiz alır, bu kitabın sahibi Melez Prens’tir. Harry, Dumbledore’dan özel ders almaya başlar ve bu sırada Melez Prens’in Severus Snape olduğunu öğrenir. Dumbledore, Voldemort’un özlümsüz olabilmek için ruhunu yediye bölerek, Hortkuluk adı verilen bazı nesnelere yerleştirdiğini düşünmektedir. Bu nesnelerden ikisi bulunmuştur. Üçüncü Hortkuluk’u bulmak için maceraya atılırlar. Filmde Daniel
Radcliffe, Alan Rickman, Michael Gambon, Rupert Grint, Amma Watson, Tom Felton, Bonnie Wright, Marrhew Lewis, Helena Bonham Carter, Robbie Coltrane, Warwick Davis, Jim Broadbent, Maggie Smith, David Thewlis ve Julie Walters gibi oyuncular rol almıştır. Film çekimlerinde Lacock Abbey manastırı yeniden kullanıldı. Ayrıca High Street ile Church Street çekimler boyunca trafiğe kapatılarak Cantaz Tepesi’ne, West Sokağı’na ve Church Sokağı’nın dışına yolun belirli saatlerde kapatılacağına dair tabelalar koyuldu. George Inn dışındaki otobüs durağı ise set alanı olarak kullanıldı. Gece yapılan çekimler akşam üstü 5’ten sabaha karşı 5’e kadar sürdü. Yönetmen David Yates Harry Potter ve Melez Prens’te besteci Nicholas Hooper, kostüm tasarımcısı Jany Temime, görsel efekt süpervizörü Tim Burke, yaratık tasarımcısı ve efekt uzmanı Dudman ve özel efekt uzmanı John Richardson ile çalıştı. 250 milyon dolar prodüksiyon bütçesi olan film, dünya çapında $935,083,686 hasılat elde etti.
KULTURA
55
Hobbit: Beklenmedik Yolculuk The Hobbit: An Unexpected Journey
Yüzüklerin Efendisi serisinin yönetmeni Peter Jackson’un yönetmen koltuğuna oturduğu film, John Ronald Reuel Tolkien’in, Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin öncül kitabı olarak görülen Hobbit kitabından uyarlanmıştır. İlk önce yönetmenlik yapması için Guillermo del Toro ile anlaşılmış fakat yönetmen Toro, filmin yapılması ile ilgili belirsizlikler nedeniyle filmden ayrılmıştır. Filmin müzikleri ise Howard Shore’a aittir. 2010 yılında çekimlerine başlanan filmde Martin Freeman, Ian McKellen, Andy Serkis, Hugo Weaving, Richard Armitage, Aidan Turner, Rob Kazinsky, John Callen, Stephen Hunter, Mark Hadlow, Peter Hambleton, Billy Nighy ve Elijah Wood gibi isimler yer aldı. Bilbo Baggins telikeden uzak huzurlu bir
56
KULTURA
hayat sürerken, büyücü Gandalf gelir ve Bilbo’nun evinin kapısına büyülü bir işaret koyar. Aynı gece 13 cüce ve başlarındaki efsanevi savaşçı ve düşmüş cüce krallığı Erebor’un varisi Thorin Meşekalkan, Bilbo’nun evinde toplantı için buluşur. Bilbo’dan, Erebor’u ve altınlarını ele geçiren, cüceleri yurtlarından eden Smaug’dan değerli bir taşı çalmasını isterler. Bilbo görevi kabul eder. Bu macerada Bilbo, sadece cücelerin istediğini gerçekleştirmekle kalmaz kendi hayatını değiştirecek olan ”yüzük” ile karşılaşır. 14 aralık 2012’de gösterime girmiş ABD ve Yeni Zelanda yapımı filmin prodüksiyon bütçesi 250 milyon dolar. Film dünya çapında $1,017,003,568 hasılat elde etmiştir.
Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides
Hawaii’nin Oahu adasında çekilen Karayip Korsanları’nın dördüncü filmi Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde filminin yönetmenliğini Rob Marshall yapmıştır. Yazar Tim Powers’in On Stranger Tides romanından, Ted Elliott, Terry Rossio, Stuart Beattie ve Jay Wolpert tarafından uyarlanan film 2010 yılında çekilmeye başlandı ve 19 Mayıs 2011’de Amerika’da gösterime girdi. Kaptan Jack Sparrow ve Kaptan Hector Barbossa gençlik pınarını bulmak için yarışırlar. Bu yarışta, vahşi denizkızları ve korkunç korsan Kara Sakal kaptanların peşini bırakmaz. Filmde Johnny Depp, Pen”lope Cruz, Geoffrey Rush, Keith Richards, Kevin McNally, Ian McShane, Lee Arenberg, Mackenzie Crook, Astrid Berges-Frisbey gibi isimler rol aldı. Prodüksiyon bütçesi 250 milyon dolar olan film, dünya çapında $1,045,663,875 hasılat elde etti.
KULTURA
57
Yılanlarla Dans Horacio Castellano Moya İç savaştan yeni çıkmış bir ülkede, sosyoloji mezunu işsiz bir genç, sarı Chevrolet’sinde yaşayan sırlarla dolu bir adam ve dört dişi yılan: Beti, Loli, Valentina, Carmela’nın bir araya geldiği bu roman, Latin Amerika’dan son yıllarda çıkan en sert ve aykırı yazarlardan Horacio Castellanos Moya’nın grotesk hayal dünyasında gerçeküstü bir hikâyeye dönüşüyor. Edebiyat parçalayan havalı cümlelerden ve ucuz benzetmelerden uzak ve akıcı anlatımıyla, çivisi çıkmış dünyanın karşısına ondan daha delirmiş bir dünya çıkaran Moya’nın en ilginç romanlarından biri olan ve ülkemizde Jaguar Kitap’tan çıkan Yılanlarla Dans’ı İlker Özünlü İspanyolca aslından çevirdi.
Senarist Thomas Enger Henning Juul, geçmişinin etkisinden kurtulamayan, iki sene önce oğlu Jonas’ı evinde çıkan bir yangında kaybetmiş olan bir gazetecidir. Juul psikolojik ve fiziksel yaralarıyla yeniden çalışma hayatına dönerken bir gazeteci olarak meslektaşları, eski karısı ve polis tarafından tekrar ciddiye alınmak istemektedir ve bunun için mücadele eder. Diğer yandan bir çadırda yarısı toprağa gömülü bir kadın cesedi bulunur. Genç bir kadın taşlanarak öldürülmüştür. Kadının sırtında kırbaç izleri vardır ve ellerinden biri kesilmiştir. Polis bunun şeriat usullerine göre işlenen bir namus cinayeti olduğundan şüphelenmektedir. Henning’e çadırdaki kadınla ilgili bir haber yazması söylenir ve gazeteci, her adımda daha da tehlikeli olan bir yola girer. Polisin aksine Henning olayın göründüğü kadar basit olmadığına inanmaktadır. Çok geçmeden bir ölüm daha gerçekleşir. Norveçli yazar Thomas Enger’in ülkemizde yayımlanan ilk kitabı ve Henning Juul serisinin başlangıcı olan roman, dilimize İngilizce’den Zeliha Babayiğit tarafından çevrildi.
Moriarty - Sherlock Holmes Öldü Anthony Horowitz Sherlock Holmes ve ezeli düşmanı Moriarty’nin Reichenbach Şelalesi’nden düşüp ölmesinden birkaç gün sonra Pinkerton ajanı Frederick Chase, New York’tan Avrupa’ya gelir. Chase, Holmes’ün soruşturma yöntemlerini sadakatle uygulayan bir öğrenci olan Scotland Yard dedektifi Athelney Jones’un da yardımıyla, çok korkulan ama pek ortalıkta görünmeyen, Londra’yı bir cinayet ve kötülük dalgasında boğmaya kararlı bu karanlık şahsı gün ışığına çıkarmak için başkentin en karanlık köşelerinde kendine bir yol çizmek zorundadır. Çoksatan İpek Evi romanının yazarı Anthony Horowitz, Sir Arthur Conan Doyle tarafından yaratılan bu dünyaya bir kez daha hayat veriyor. Horowitz müthiş bir karakter kurgusu ve nefes kesici bir tempoyla, bizi her sayfada meraklar içinde bırakan tüyler ürpertici bir hikâye anlatıyor.
58
KULTURA
Kar Kadar Beyaz Salla Simukka Ocak ayında dilimize ilk kitabı çevrilen Pamuk Prenses Üçlemesi’nin ikincisi olan Kar Kadar Beyaz’da, Lumikki Andersson yaşadığı korkunç olayları unutmak ve şehirden uzaklaşmak için tatile çıkar ve Prag’a gider. Ancak şehrin keyfini çıkarmaya çalışırken tıpkı kendisi gibi İsveççe konuşan kahverengi saçlı bir kız tarafından takip edildiğini fark eder. Genç kız bir gün Lumikki’nin karşısına dikilir ve kız kardeşi olduğunu iddia eder. Bu sözler Lumikki’yi korkuturken aynı zamanda içindeki macera tutkusunu da körükler. Ve kendisini Prag sokaklarında bir katilden kaçarken bulur. Finlandiyalı genç yazar Simukka’nın Kan Kadar Kırmızı, Kar Kadar Beyaz ve Abanoz Kadar Siyah adlı romanlardan oluşan Pamuk Prenses üçlemesi, eleştirmenler tarafından gerilim türünün çağdaş başyapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Kutup Soğuğu Arnaldur Indridason İzlanda’nın başkenti Reykjavík kutup soğuğuna teslim olmuşken, bir oyun parkında on yaşlarında, çekik gözlü, esmer bir erkek çocuğunun cesedi bulunur. Küçük Elías, buz tutmuş bir kan gölünün ortasında uyuyor gibidir. Bunun bir kaza mı yoksa cinayet mi olduğu merak edilirken, cinayet masası dedektifi Erlendur ile yardımcıları Elínborg ve Sigurdur Óli tüyler ürperten olayın bir cinayet olduğunu çok geçmeden anlarlar. Öte yandan yarı Taylandlı Elías’ın ağabeyi de ortadan kaybolmuştur. Dedektifler yabancı düşmanlığından şüphelenerek olayı araştırmaya koyulurlar. Cinayetin esrar perdesi aralanırken, Elías’ın ölümü Erlendur’u çocukken kaybolan kardeşinin trajik hikâyesiyle de yüzleştirecektir. Doğan Kitap’tan çıkan Kutup Soğuğu, Sabri Gürses tarafından dilimize çevrildi.
Sessiz Kızlar Eric Rickstad Frank Rath, dedektiflik rozetini teslim edip kızını yetiştirmek için, özel dedektifliğe adım attığında, artık cinayetle işi kalmadığını düşünüyordu. Ancak polis, onun yaşadığı Canaan’da, bir yol kenarında terk edilmiş ‘89 model bir Monte Carlo buldu ve arabanın sahibi olan genç kız da ardında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuşa benziyordu. Kısa bir süre sonra Rath’in olaylar üzerindeki araştırmaları, onu, insan ruhunun en karanlık ve en iğrenç tarafıyla karşı karşıya getirecekti. Bir yandan acı ve ızdırap dolu geçmişinin gölgesinde savaşırken, bir yandan da sırlarla dolu bir hayat süren genç kadınların, birer birer ortadan kaybolmasıyla, harita üzerindeki en küçük yerleşim yerlerinde dahi, kötülüğün her köşeden çıkabileceğini, kimsenin güvende olmadığını anlayacaktı. Sessiz Kızlar, bugüne kadar hep övgü toplamış bir yazar olan Eric Rickstad’in dönüşünü simgeliyor. Ian Rankin, Jo Nesbo ve Greg Iles gibi yazarların okuyucuları tarafından beğeni toplayacak olan kitap, okuyanları heyecandan nefes nefese bırakacak.
KULTURA
59
Dragon’un Dönüşü-Çin Tayfun Tuncay Tosun Çin’de yaşanan ağır bir kıtlık ve gentry (Gentry: Hem büyük mülk sahiplerine hem de memur ve âlim olanlara denilen bir tabakayı temsil eden İngilizce kökenli bir kelime) zulmünün yoğunlaştığı bir dönemde annesini, babasını ve kardeşini kıtlıktan kaybeden Çin’li Cu, annesini, babasını ve kardeşini toprağa verdikten sonra açlıktan ölmemek için hayatta kalan tek kardeşiyle vedalaşmak zorunda kalmıştır. Çıktığı bu acı yolculuk bir manastırda yamaklık ile devam eder, daha sonra yamaklığı bırakarak dilenmeye başlar, oradan da illegal örgütlere karışır. Cu zamanla bu illegal örgütlerin liderliğine kadar yükselir. Bir zaman sonra ise Çin’li Cu çok büyük bir darbe yaparak büyük bir gentriyi resmen katleder. Ve sonrasında Çin’in en huzurlu dönemlerinde biri olan Ming hanedanlığı kurulur. Bu dönem Çin’de çok huzurlu bir dönem olarak bilinmektedir. Tayfun Tucay Tosun’un bu ilk romanı Serüven Kitabevi’nden yayımlandı.
Ölüm - Dirim Erkan Horoz Ölüm & Dirim Katatonik Uyku Notları kitabı; okunuşu zor, fakat bir o kadar da kendi karanlığında yaşayıp, orada beslenenler için yazılmış bir roman. Kitap hiçbir akımın veya bağlı düşüncelerin peşinden koşmamaktadır. Kendine özgü tarzı ve üslubuyla insana dair duygu karmaşalarının ve korku hallerinin, ruhsal ve fiziksel boğuşmaların üzerinde durmaktadır. Kavramsal olarak bir sevgi, nefret, acı, özlem, kaygı, itiraz, boğuşma, tetiklenme, hiçlenme, delirme, parçalanma ve onarılma kitabıdır. Aynı zamanda müzisyen de olan genç yazar Erkan Horoz’un Özgül isimli şiir kitabı ve Uzaklaşmalar&Yakınlaşmalar isimli deneme kitaplarından sonra yazdığı bu ilk ve son romanı Ölüm-Dirim, Beyaz Baykuş Yayınları’ndan piyasaya çıktı.
Parafili Jane Casey Maeve Kerrigan üç kadını kendi evlerinde boğarak öldüren bir seri katilin izini sürmektedir. İçeriye zorla girildiğine dair hiçbir iz yoktur, bütün işaretler katili kurbanların kendilerinin içeriye aldığını göstermektedir. Üçüncü cinayette katilin bıraktığı delili, Maeve’in eline onu şaşkına çeviren bir şüpheli verir: Maeve’in ortağı Komiser Josh Derwent. Maeve onun bu işle bir ilgisi olduğuna inanmayı önce reddeder, ancak onu gerçekten tanıyıp tanımadığı konusunda da şüpheye düşer. Çünkü bu Derwent’ın cinayetle suçlandığı ilk olay değildir. Ünlü yazar Jane Casey’nin bu romanı, dilimize çevrilen diğer romanları gibi Olimpos Yayınları’ndan piyasaya sürüldü.
60
KULTURA
Küllerinden Doğan Gaelen Foley Cehennem Kulübü, Londra’nın aristokrat çevreleri için iyi yetişmiş hiçbir genç bayanın hoş bakmayacağı erkeklerin oluşturduğu rezil bir topluluktur. Fakat bu adamlar düşünülebilecek her türlü ahlaksızlığın peşine düşmekle ünlü olsalar da, aslında kralı ve ülkelerini korumak için her şeyi yapabilecek güçlü birer savaşçıdırlar. Mara Pierson, bir zamanlar Falconridge Kontu’yla evlenecekti. Şimdiyse onu unutmak için her şeyini verebilir. Kont Jordan Falconridge, gizemlerle dolu bir hayat için onu terk ettikten sonra, Leydi Mara, onu aklından uzak tutmayı zor da olsa başarmıştı. Ta ki Jordan herkesi şaşırtarak ortaya çıkıp onu tekrar kendine âşık edene kadar. Cehennem Kulübü, üyelerinden birçok fedakârlık bekliyordu ve Jordan’a hayatlarını tehdit eden ölümcül bir planı ortaya çıkarma görevi verilmişti. Çok satan kitaplar listesinde bulunan Küllerinden Doğan, Epsilon Yayınları’ndan piyasaya çıktı.
Adalet Karen Robards New York Times çoksatan kitaplar listesinin değişmez isimlerinden Karen Robards, okurların nefesini kesecek romantik bir gerilim-polisiye romanıyla yeniden okuyucu karşısına çıktı. Jessica Ford, Amerika Birleşik Devletleri First Lady’sinin kurban gittiği cinayetin tek tanığıydı ve o zamandan beri Gizli Servis’in gayri resmi tanık koruma programı çerçevesinde saklanıyordu. Yeni ismi ve imajıyla, şimdiye kadar göze batmamayı ve kendini unutturmayı başarmıştı. Ancak Washington’ın en güçlü hukuk firmalarından Ellis Hayes’te avukat olarak çalışırken kazandığı çok önemli bir ceza davası sonucunda, tekrar kamuoyunun dikkatini üzerine çekerek muhtemel tehditlerin hedefi haline gelecekti. Ona bu tehditler karşısında yardımcı olabilecek tek bir insan vardı ve bu kişi Jess’in dünyada en çok nefret ettiği kişilerin başında geliyordu. Ancak eski sevgilisi olan bu adama, yani Gizli Servis ajanı Mark Ryan’a bel bağlamaktan başka şansı olmayabilirdi. Çünkü birileri kadınları öldürmeye başlamıştı. Ve buna engel olamazlarsa, sıradaki kişi Jess olabilirdi.
Uzun Kuraklık-Kazı Cynan Jones Son yıllarda Britanya’dan çıkan en heyecan verici romancılardan biri olan Galli yazar Cynan Jones’un iki kısa romanı bu kitapta bir araya getirildi. Uzun Kuraklık, çiftçilikle geçinen bir ailenin bir ineğinin kaybolması tarafından tetiklenen ve bir güne sığan olayları her bir aile üyesinin gözünden sunuyor; sonunda da doğumdan ölüme, büyümekten yaşlanmaya birçok konuya değinerek bütün bir hayatı kapsayacak kadar genişliyor. Kazı’da ise, karısının ölümüyle yüzleşmeye çalışan bir çiftçi ile köpeklerle dövüştürmek için porsuk avcılığı yapan bir eski mahkûmun birbirine paralel ilerleyen hayatları, yalnızlık, ölüm, şiddet ve erkeklik üzerine sarsıcı bir öyküye dönüşüyor. Galler kırsalının sisli, kasvetli atmosferine gömülmüş, hem insanların hem de hayvanların hayatlarına aynı dikkatle yaklaşan iki unutulmaz roman.
KULTURA
61
Every Thing Will Be Fine (Her Şey Yolunda) Yönetmenliğini Win Wenders’ın üstlendiği film, yazar Tomas Eldan’ın değişen hayatını konu alıyor. Sevgilisiyle tartışıp arabasıyla dolaşmaya çıkan Tomas, bir çocuğa çarpar ve çocuk ölür. Yaptığı bu kaza Tomas’ın hayatını değiştirir. 12 yılın ardından şoku hala üzerinden atamamış olan Tomas, hayatına anlam kazandırmaya çalışır. Hayatına devam edebilmek için öncelikle geçmişiyle yüzleşerek kendini affetmesi gereklidir. 4 Eylül’de gösterime girecek filmin oyuncu kadrosunda ise James Franco, Charlotte Gainsbourg, Marie-Josée Croze, Rachel McAdams ve Patrick Bauchau gibi isimler var.
Minions (Minyonlar) Çılgın Hırsız animasyon serisinin en sevilen karakterleri Minyonlar bu kez kendi maceralarıyla beyazperdede. Pierre Coffin’e yönetmen koltuğunda bu kez Kyle Balda eşlik ediyor. Minyonlar tarihin ilk çağlarından beri kendilerine kötü efendi aramaktadır. Dinozorlar, Dracula, Firavun, Napolyon derken hizmet edecek kimseyi bulamayınca, Antartika’da kendi hallerinde yaşamaya başlarlar. 1960’lı yıllarda işler değişir çünkü üç kişilik maceracı bir minyon ekibi Amerika’ya doğru yola çıkar. Sandra Bullock, Jon Hamm, Micheal Keaton, Allison Janney, Steve Coogan, Jennifer Saunders, Geoffrey Rush ve filmin yönetmeni Pierre Coffin sesleriyle Minyonlara hayat veren isimlerden.
Backmask (Şeytanın Gecesi) ABD yapımı korku filmi, bir grup gencin, zihinsel problemli çocuklara korkunç tedavi yöntemleri uygulandığı, terkedilmiş bir akıl hastanesinde düzenledikleri partide başlarına gelen olayı anlatıyor. Tüm gece her şey yolundayken sabaha karşı ruh çağırma seansı düzenlemesiyle başları belaya girer. Esrarengiz bir güç içlerinden birinin bedenini ele geçirir. Çaresizlik içinde amatör yollarla şeytan çıkarmaya çalışan gençler, bilmeden daha güçlü, öfkeli ve hepsini öldürmek isteyen bir ruhu ortaya çıkarırlar. Yönetmenliğini Marcus Nispel’in yaptığı filmde Stephen Lang, Brett Dier, Brittany Curran, Gage Golightly, Kelly Blatz ve Nicotera gibi isimler yer alıyor.
62
KULTURA
The Transporter: Refueled (Taşıyıcı: Son Hız) Jason Statham’ın canlandırmasıyla Frank Martin karakterini sinemaya kazandırmış olan Transporter serisinin son filminde de diğer üç filmde olduğu gibi “Taşıyıcı”nın başına gelen olaylar anlatılıyor. Diğer filmlerden farklı olarak filmin yönetmen koltuğunda Camille Delamarre ve Frank Martin, yani “Taşıyıcı” rolünde Jason Statham yerine Ed Skrein yer alıyor. Ed Skrein’e Loan Chabanol, Ray Stevenson, Lenn Kudrjawizki, Gabriella Wrigt, Radivoje Bukvic gibi isimler eşlik ediyor.
Dabbe 6 Hasan Karacadağ’ın yönettiği Türk korku filmi serisi Dabbe, son filmiyle Eylül ayında sinema salonlarında yerini alıyor. Başrollerinde bu kez Sema Şimşek, Fehmi Karaaslan ve Nilay Gök gibi isimlerin de yer aldığı film, önceki filmler gibi yine cin temasını işliyor. İnsanlardan en çok nefret eden ve en vahşisi olan, tehlikeli, yaklaşmayın, uzak durun denilen Cuhenna cin kabilesi isimli bir kabileyi konu edinen film, insan kötülüğü ve şeytan kötülüğünü bir ailenin dramında harmanlayarak karşılaştırıyor.
Solace
İşlediği cinayetlerin ardında hiçbir iz bırakmayan bir seri katilin peşine düşen FBI dedektifinin hikayesini konu edinen filmin yönetmeni, ilk filmi 2 Coelhos ile sinema dünyasında büyük bir çıkış yapmış olan Brezilyalı Afonso Poyart. Jeffrey Dean Morgan’ın canlandırdığı FBI dedektifinin, bu zorlu davada, kızının ölmesinden sonra emekli olan uzman tıpçının yardımına ihtiyacı vardır. Filmde Anthony Hopkins, Colin Farrell, Jeffrey Dean Morgan, Abbie Cornish, Jose Pablo Cantillo, Janiene Turner gibi isimler yer alıyor.
KULTURA
63
The Visit (Ziyaret) The Sixth Sense, The Signs gibi gerilim klasiklerinin ünlü yönetmeni M. Night Shyamalan’ın son filmi Ziyaret, iki küçük kardeşin büyükanne ve büyükbabasını ziyarete gidişlerini konu ediniyor. Çiftlikte yaşayan büyükanne ve büyükbabalarının yanına gittikleri zaman, büyüklerin rahatsız edici bir olaya karıştıklarını fark eden iki kardeş, eve geri dönmeyi istediklerinde artık çok geçtir. Filmin oyuncu kadrosunda Olivia DeJonge, Ed Oqenbould, Deanna Dunagan, Peter McRobbie gibi isimler var.
Guruldayan Kalpler Barakuda filmin yapımcılığını üstlendiği Guruldayan Kalpler’in yönetmenliğini, Yarım Elma, Geniş Aile gibi dizilerin yönetmen ve senaristi Ömer Uğur yapıyor. Heykeltıraş bir kadın ile kadının atölyesinde yeni işe başlayan vasıfsız bir işçinin hikayesini konu alan film, toplum içindeki sınıfsal farklılıkları sanatın değiştirici ve dönüştürücü etkisiyle birlikte sorguluyor. Filmde Devin Özgür Çınar, Necip Memili, Algı Eke, Tanju Tuncel, Fırat Tanış, Hakan Meriçliler, Uygar Özçelik ve Ünal Yeter gibi isimler rol alıyor.
Elser/13 Minutes (Hitler’e Suikast) Film tarihin en bilinen direnişçilerinden Georg Elser’ın hikâyesini konu ediniyor. Nazi askerlerinin Polonya’yı işgalinden iki ay sonra, 8 Kasım 1939 günü, Nazi karşıtı marangoz Georg Elser, Hitler’in Münih’te konuşma yapacağı Bürgerbräukeller salonuna bomba yerleştirir. Hitler’e suikast girişiminde bulunan fakat başarılı olamayan Georg Elser’in itirafına dayanan filmin yönetmenliğini ise Oliver Hirschbiegel yapıyor. Almanya yapımı filmde Christian Friedel, Katharina Schüttler, Burghart Klaußner, Johann von Bülow gibi isimler yer alıyor.
64
KULTURA
The Maze Runner: The Scorch Trials (Labirent: Alev Deneyleri) James Dashner’ın 2009 da yayınlanan romanından uyarlanan Labirent: Ölümcül Kaçış’ın devamı olan film, Labirent deneyinden kurtulmayı başarmış gençlerin dış dünyada karşılaştıkları tehlikeleri konu ediniyor. Beklemedikleri bir şekilde kıyamet sonrası manzarayla karşılaşan gençler kendileri için hazırlanan planların ikinci aşamasına geçtiklerinin farkında değillerdir. Filmin yönetmeni, ilk filmin de yönetmenliğini yapmış olan Wes Ball. Dylan O’Brien, Thomas Brodie-Sangster, Kaya Scodelario, Nathalie Emmanuel, Katherine McNamara, Aidan Gillen, Rose Salazar ve Giancarlo Esposito filmde rol alan isimlerden.
Madımak: Carina’nın Günlüğü Film, Madımak’ta yaşanan katliamı bir kadının, Carina’nın günlüğünden onun gözüyle anlatıyor. 1993 yılında kadının toplumdaki yerini araştırmak için Türkiye’ye gelen Carina Cuanna, Temmuz ayında Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılır. Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Nesimi Çimen gibi birçok ismin can verdiği olayda Carina da yaşamını yitirecektir. Senaristliğini ve yönetmenliğini Ulaş Bahadır’ın yaptığı filmde, Denise Ankel, Füsun Demirel, Rıza Akın, Altan Erkekli, Mustafa Alabora, Erdal Tosun, Muhlis Asan, Umut Kurt ve Meray Ülgen gibi isimler yer alıyor.
Yok Artık Senaryosu karikatürist Serkan Altuniğne’ye ait olan filmin yönetmeni ise Caner Özyurtlu. Film, olayları Taksici Fikret’in gözünden aktarıyor. Birbirinden komik olayların anlatıldığı filmde Erkan Kolçak Köstendil, Ceren Moray başrollerde. Yapımcılığını Şebnem Bozoklu, Caner Özyurtlu ve Kaan Yıldırım’ın yaptığı filmde, Çaplar Çorumlu, Şebnem Bozoklu, Serkan Keskin, Demet Evgar, Funda Eryiğit, Murat Akkoyunlu, Necip Memili de rol alan isimlerden.
KULTURA
65