ARALIK 2015 / Sayı: 10
Başarılı oyuncu tiyatro, oyunculuk, diziler ve sinemayla ilgili sorularımızı yanıtladı.
20
ADİLE NAŞİT
28
52. ULUSLARARASI ANTALYA FİLM FESTİVALİ
38
STAR WARS’UN BİLİNMEYEN YÜZÜ
EDiTO
2016’YA BİR KALA Ülke gündeminin çok daha sakin olabildiği bir dönemden size seslenebiliyor olacağımızı umduğumuz bir sayımızdan daha merhaba. Her ne kadar kaotik bir ortamı paylaşıyor olsak da sanatla hayatta kalmaya devam edenler olarak da yoğun bir aya giriyoruz. Türkiye’nin en büyük film festivallerinden olan Antalya Film Festivali’ne günler kalmışken festivalin bu yıl da dolu dolu geçeceğine dair gelen haberler yüzümüzü güldürdü. Tabii ki bu haberleri de sizinle paylaşmamayı düşünemezdik, o yüzden bu yıl Antalya’ya gitme fırsatı olmayanların şöyle bir göz atması, festival atmosferini belki bir nebze de olsa size taşımayı başaracaktır.
Erdem Yaşar facebook.com/kulturadergi twitter.com/KulturaDergi
Bu arada sanatla hayatta kalanlar demişken başarılı oyuncu ve Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun yeni genel sanat yönetmeni Alican Yücesoy da bizi kırmayarak sorularımızı yanıtladı. Tiyatro ve kamera önü işlerin deneyimli isminden Türkiye’de oyunculuğa ve tiyatroya olan yaklaşımları duymak bizim için de gizemli bir sahnenin perdesini aralayıp arka planda olan bitene ufak bir göz atma fırsatı sunmuş oldu. Her ay olduğu gibi bu ay da Türk sanat tarihindeki yeri doldurulamaz isimlerden birisini de anmayı ihmal etmedik. Tiyatromuzun ve sinemamızın gülen yüzü olarak hafızalara kazınmış olan Adile Naşit’in 28. ölüm yıldönümünde kendisini bir kez daha anmak ve yaşadığı zorlu hayatı bilmeyenler için bu önemli isme ışık tutabilmek adına hazırladığımız dosya konumuza göz atabilirsiniz. Barış dolu günlerde keyifle okumanız dileğiyle...
www.dipterafilm.com diptera@dipterafilm.com 0216 469 17 72 Marmara cad. Merve apt. 25/1 D:11 Kozyatağı, Kadıköy, İstanbul
Genel Yayın Yönetmeni: Erdem Yaşar Yazı İşleri Müdürü: Emir Bozkurt Editör: Emin Eren, Gülşan Karademir, Tuna Akşen
Görsel Yönetmen: Gülay Sağ İletişim: info@kulturadergi.com bulten@kulturadergi.com
iÇiNDEKiLER ARALIK 2015
20
10
ADİLE NAŞİT
STAR WARS’UN BiLiNMEYEN YÜZÜ
Türk sinemasının ve tiyatrosunun gülen yüzünün hayat hikayesini ölümünün 28. yılında tekrar hatırlayalım istedik.
Son dönemde tekrar gündeme oturan Star Wars’un önceki filmleri hakkında az bilinen ilginç gerçekler.
ALİCAN YÜCESOY Son dönemde tiyatro alanındaki çalışmalarına yoğunluk veren başarılı oyuncu ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
4
9
6
10
HABERLER KİTAP FUARI REKOR KIRDI HABERLER ŞİZOFRENİ SERGİSİNE BÜYÜK İLGİ
8
HABERLER BU BİR AŞK ŞARKISI DEĞİL
38
HABERLER FİNCLUB’A DİREKLERARASI’NDAN ÖDÜL RÖPORTAJ
ALİCAN YÜCESOY
20 ADİLE NAŞİT
DOSYA KONUSU
28
DOSYA KONUSU 52. ULUSLARARASI ANTALYA FİLM FESTİVALİ
38
DOSYA KONUSU STAR WARS’UN BİLİNMEYEN YÜZÜ
50 54
KİTAP SİNEMA
KULTURA
3
BİLİNÇDIŞI MANZARALAR Bilinçdışı Manzaralar, Logie’nin geçtiğimiz sene Öktem & Aykut’ta gerçekleştirdiği ilk sergisi ‘Kaosun Doğası’nın devamı niteliğinde bir sergi. Kaosun Doğası’nda daha çok desenleri görülen Logie’nin, ‘Bilinçdışı Manzaralar’da tuval üzerine eserleri izlenecek. Bu sergi aynı zamanda, Öktem & Aykut ile Uniq Gallery’nin bir seri olarak gerçekleştireceği işbirliğinin ilk halkası. Logie’nin soyut eserleri, onun hem mimari disiplininden, hem de kaykay deneyiminden izler taşıyor. Sergide yer alan kağıt ve tuval üzerine eserlerinde, şehri içeriden gören hareketli kent manzarası soyutlamaları yer alıyor. Logie’nin Fluid Structures (Akışkan Yapılar) üstbaşlığını verdiği eserleri; uzam, beden ve zihin arasındaki ilişkiyi, sanat aracılığıyla tartıştığı bir soyutlama serisi.
KİTAP FUARI REKOR KIRDI
SESSİZ SİNEMA GÜNLERİ Sessiz sinemanın eşsiz örneklerini geniş kitlelere tanıtan Uluslararası İstanbul Sessiz Sinema Günleri’nin ikincisi, 3-6 Aralık 2015’te gerçekleşiyor. Kino İstanbul tarafından organize edilen, İstanbul Modern, Pera Müzesi ve Fransız Kültür Merkezi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen festival, sinemanın öncü örneklerini canlı müzik eşliğinde bir araya getiriyor. Yerli ve yabancı akademisyenler, araştırmacılar, küratörler tarafından her filme özel sunumların yapılacağı gösterimler, sinemaseverleri bekliyor.
4
KULTURA
Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile düzenlenen 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ve TÜYAP tarafından düzenlenen 25. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı, 15 Kasım 2015 Pazar akşamı saat 19.00’da 558 bin kişinin ziyaretiyle sona erdi. TÜYAP Kitap ve Sanat Fuarlarını ziyaret eden kitapsever ve sanatsever sayısı geçtiğimiz yıla oranla %11’lik bir artış göstererek 558 bine, fuarı okullarıyla birlikte ziyaret eden öğrenci sayısı ise %10’luk bir artışla 140 bine ulaştı.
GÜNE ENERJİK BAŞLAMANIN FORMÜLÜ SPOTIFY’DAN Spotify Müzik Psikoloğu David M. Greenberg ile birlikte, sabah uyanmanıza yardımcı olabilecek şarkıları belirlemek için bilimsel bir çalışma gerçekleştirdi. Kışın karanlık günlerinde yataktan çıkıp güne başlamak herkes için zordur. Saatleri bir saat geri alacağımız bu haftasonundan itibaren birkaç gün kuşkusuz birçoğumuz için biraz daha zor olacak. Spotify, insanların bu zor sabahlarda keyifli uyanabilmelerine ve güne enerjik başlamalarına yardımcı olmak için Cambridge ve New York Üniversiteleri’nde müzik psikoloğu olarak görev yapan David M. Greenberg ile bilimsel bir çalışma gerçekleştirdi. Spotify ve Greenberg’in yaptığı çalışmaya göre yataktan kalkmaya ve güne zinde başlamaya yardımcı olan ideal şarkıların ortak özellikleri şöyle: Sizi kendinize getiren müzik: İlk uyandığınız an, çok enerjik şarkılar için erkendir, sizi yataktan çıkarmaya yaramaz. İlk birkaç saniyesinde bile olsa daha sakin başlayıp giderek hızlanan şarkılar daha etkili olacaktır. Pozitif şarkı sözleri: Alarm çaldığında güne başlamak için motive olmaya ihtiyacınız var. Pozitif şarkı sözleri somurtkan bir ruh halinden çıkmanıza ve kendinizi iyi hissetmenize yardımcı olacaktır. Güçlü vuruş: Sadece şarkı sözleri değil, aynı zamanda müziğin ses dalgaları da önemlidir. Her ölçü birimde 2 ve 4 vuruşları olan şarkılar (genellikle bas ve bateri ile), yani 100 - 130 BPM arasında olan parçalar sizi daha iyi bir ruh haline sokacaktır. Spotify ve Greenberg tarafından bu kriterler göz önüne alınarak oluşturulan uyanma listesi, bu müzik reçetesine uygun geniş bir şarkı yelpazesinden oluşuyor. Coldplay’in “Viva La Vida” şarkısının zirvede olduğu liste, Bill Whiter’ın “Lovely Day” şarkısı ve son zamanların hit parçalarından olan Macklemore ve Ryan Lewis’in “Downtown” şarkısı gibi parçalarla müzikseverlere
David M. Greenberg, “Sabahları uyanmak hemen hepimiz için zordur. Çoğu zaman yataktan kalkmak, yorgun ve tedirgin bir ruh halinden uyanmış ve motive olmuş bir hale gelmek için ciddi bir mücadele veririz. Bilim müziğin bizi duygusal, ruhsal ve rasyonel olarak her türlü şekilde etkilediğini gösteriyor. Pozitif enerji ile yüklü, hızlı parçalar uyanmanıza, enerji dolu olmanıza ve geri kalan günü kolayca atlatmanıza yarayan doğru seçilmiş müziklerdir” diyor.
yataktan kendini iyi hissederek kalkıp güne güzel ve enerjik başlamayı vaad ediyor.
1. Coldplay - Viva La Vida 2. St. Lucia - Elevate 3. Macklemore & Ryan Lewis - Downtown 4. Bill Withers - Lovely Day 5. Avicii - Wake Me Up 6. Pentatonix - Can’t Sleep Love 7. Demi Lovato - Confident 8. Arcade Fire - Wake Up 9. Hailee Steinfeld - Love Myself 10. Sam Smith - Money On My Mind 11. Esperanza Spalding - I Can’t Help It 12. John Newman - Come and Get It 13. Felix Jaehn - Ain’t Nobody (Loves Me Better) 14. Mark Ronson - Feel Right 15. Clean Bandit - Rather Be 16. Katrina & The Waves Walking on Sunshine 17. Imagine Dragons On Top of the World 18. MisterWives - Reflections 19. Carly Rae Jepsen Warm Blood 20. iLoveMemphis Hit The Quan
KULTURA
5
ARMAGGAN ART & DESIGN GALLERY’DAN YILIN SON SERGİSİ
RELOADED
Zorlu Performans Sanatları Merkezi, artnivo.com işbirliğiyle gerçekleştirdiği küpler projesine “Reloaded” ile devam ediyor. Sanatçıların üretim sürecinde belirli bir ana başlık altında toplanmadan, bağımsız bir şekilde mekanı kullanmalarının amaçlandığı sergide, Ahmet Rüstem Ekici, Çağrı Saray, Eylül Ceren Ersöz, Jacqueline Roditi, Manolya Çelikler, Neslihan Karaağaç, Öykü Ersoy, Özge Enginöz ve Sadık Arı’nın eserleri yer alıyor. İstanbul Bienali’ne paralel etkinlikler kapsamında Zorlu PSM Sanat Galerisi’nde özel olarak inşaa edilen 8 küp (oda), ‘RELOADED’ projesi ile dönüşerek, yepyeni anlamlar kazanıyor. Bir solo sergiler bütünü olan projede her sanatçıya, kendilerine ayrılmış özel bir alan sağlanıyor.
Genç sanatçı ve tasarımcıları desteklemek amacıyla kurulan ARMAGGAN Art & Design Gallery yılın son solo sergi serisinin dokuzuncusunda da iki başarılı isme yer veriyor. Ressam Tan Taşpolatoğlu ve Ressam Nilgün Sabar’ın eserlerini bir araya getiren iki sergi, 16 Aralık-16 Ocak 2015 tarihleri arasında izleyiciye sunuluyor. Tan Taşpolatoğlu, “Derealizasyon” isimli solo sergisinde; kişinin, çevresini olduğundan farklıymış ve kendisine yabancıymış gibi algılaması fikri etrafında dolaşıyor. Nilgün Sabar, “Gizli pencere” isimli sergisinde de, resimlerini, psikolojik, kişisel duyarlılıklarından yola çıkarak yaşama, varoluşa ve ölüme dair hislerinin, gerek kollektif semboller gerekse kendi sembolleriyle plastik bir alanda dışavurumu olarak anlatıyor.
ŞİZOFRENİ SERGİSİNE BÜYÜK İLGİ İlk çağlardan günümüze ruhsal hastalıkların tanısı ve tedavisinde kullanılan yöntemler, toplumun konuya yaklaşımı, bu serüvenin ana oyuncularından olan bilim insanları ve hekimler, ilginç görsel ve canlandırmalar, ‘‘Görmezden Gelmeyelim - Tarih Öncesinden Günümüze Şizofreni Serüveni” sergisinde İstanbul ve Ankaralılarla buluştu. Açıldığı ilk günden itibaren her iki şehirde de yoğun ilgi gören sergiyi toplamda 10 bin kişi ziyaret etti. Sergide en çok ilgiyi, bir şizofreni hastasının, hastalığın en yoğun döneminde neler hissettiğini deneyimlemeye imkan veren ‘Empati Kabini’ çekti. Tamamen gürültüden yalıtılmış ve karanlık olan bu kabinde şizofreni hastalarında sıkça görülen görsel ve işitsel halüsinasyonların canlandırmaları yapılarak, onların neler yaşadıklarının ve hissettiklerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve hastalarla empati yapılabilmesi amaçlandı.
6
KULTURA
BİM BAM BOM ÇARPINCA KALP
GALERİ 5’TE KOZA
Galeri 5, Defne Tesal’ın ‘Koza’ başlıklı kişisel sergisine 26 Ekim 201522 Ocak 2016 tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. Sanatçı, serginin ilk bir aylık aşamasında, galeri alanını açık bir atölyeye dönüştürerek izleyiciyi üretim sürecine dâhil ediyor. Tesal, bu süre zarfında mekâna özel olarak üreteceği, sergi ile aynı ismi taşıyan, ‘Koza’ başlıklı eserin ön çalışmalarını ve yerleştirmesini gerçekleştirecek. Tek bir merkezden tavana doğru sıra sıra uzanan, duvarla aynı renkte beyaz iplerden oluşan ‘Koza’ yerleştirmesi, sergi alanının mimarisi ve ışığı ile oynayarak mekânın bir parçası haline gelir. Sanatçı, bazı bölümlerini serbest ve dağınık bir şekilde dokuma ile ördüğü iplerin bağlantı noktalarına, düğümlerine, artan parçalarına ve kusurlarına bilinçli bir şekilde müdahale etmemeyi seçer.
YOLDAN ÇIKAN OYUN
Šejla Kamerić’in Türkiye’de gerçekleşen ilk kişisel sergisi, sanatçının işlerinden kapsamlı bir seçkiyi bir araya getiriyor. Kamerić’in kendi deneyimlerinden, anılarından ve hayallerinden hareketle şekillenen işleri, zor zamanlarda hayatın inceliklerinin bir kenara itilemeyeceğini hatırlatır ve bu yolla karmaşık bir psiko-coğrafi manzarayı gözler önüne sererken, insanın direnme gücünü vurgular. Serginin bir punk-rock şarkısının sözlerinden alınan başlığı, hayata ve aşka dair ortak bir çelişkiyi akla getirir: Nedensiz bir neşe ile kaybetme korkusunun sürekli bir arada varoluşu. Küratörlüğünü Başak Doğa Temür’ün yaptığı sergide video, fotoğraf, yerleştirme ve heykel gibi çeşitli mecralardaki işlerin yanı sıra, sanatçının bu sergi için ürettiği üç yeni yapıtı da gösteriliyor.
İlk kez geçtiğimiz yıl Londra’da West End Duchess Theater’da Mischief Theater topluluğu tarafından sahneye konan Yoldan Çıkan Oyun, komedinin son yıllarda en sevilen isimleri arasında yer alan Sarp Apak, Öner Erkan ve Bartu Küçükçağlayan’ın da aralarında bulunduğu genç bir oyuncu kadrosuyla Zorlu PSM’de sahneleniyor. Kadroda, tiyatro dünyasının genç ve yetenekli isimleri Defne Koldaş, Gökçen Gökçebağ, Güliz Gençoğlu, Kubilay Çamlıdağ ve Kemal Kayaoğlu da yer alıyor. Oyun içinde oyun mantığıyla kurgulanan Yoldan Çıkan Oyun, 1920’lerde geçen gizemli bir cinayet hikayesi üzerine kurulu. ‘Malikanede Cinayet’ adlı polisiye oyunu sahneye koyan amatör bir tiyatro kumpanyasının, işi tam anlamıyla ellerine yüzlerine bulaştırmasını konu alıyor. Olabilecek bütün aksilikler gerçekleşiyor, oyuncuların başına gelen binbir türlü terslik, izleyenleri kahkahaya boğuyor.
KULTURA
7
‘‘KARAR KİMİN?” OYUNUNDA FİNALE SİZ KARAR VERECEKSİNİZ Tiyatro Ak’la Kara, 2015-2016 sezonunda üçü yeni, ikisi ise geçen sezondan devam eden, toplam beş oyunla seyircisi ile buluşuyor. Brian Clarke’ın yazdığı, Savaş Özdural’ın çevirdiği ve Atilla Şendil’in yönettiği Karar Kimin oyununun finaline seyircisi karar veriyor. Seyirciler kendisiyle yüzleşiyor ve kararını sorguluyor. Ken Harrison bir trafik kazası sonucu boyundan aşağısı felç olmuş bir heykeltıraştır. İyileşme umudu olmayan Ken, hastaneden taburcu edilmek ister. Hastanenin başhekimi Dr.Emerson ise hastane dışında Ken’in yaşayamayacağını düşünür ve bu- karara karşı çıkar ve Ken’in akli dengesi yerinde değildir raporu tutturarak hastanede zorla tutar. Bunun üzerine Ken bir avukat tutarak hastaneye karşı dava açar. Hastanede çalışan diğer doktorlar, hemşireler ve hastabakıcılar iki ayrı kutba ayrılır.Mahkemede yargıç her iki tarafı da dinledikten sonra kararı toplum jürisi koltuğunda oturmakta olan seyirciye sorar. Jüri’nin vereceği karar göre oyunun sonu ya Ken Harrison’ın kendi isteğiyle hastaneden çıkmasıyla ya da Dr. Emerson’ın onu zorla hastanede tutarak yaşamaya zorlamasıyla bitecektir.
BU BİR AŞK ŞARKISI DEĞİL
Pera Müzesi, 1960’lardan günümüze pop müzik ile video sanatı arasındaki ilişkilerin izini süren “Bu Bir Aşk Şarkısı Değil: Video Sanatı ve Pop Müzik İlişkisi” sergisinde hem biçimsel, hem de kavramsal açıdan pop ve rock ikonografileriyle bağlantılı olan video sanatı ve deneysel film tarihinin önemli eserlerine yer veriyor. Küratörlüğünü Javier Panera’nın üstlendiği sergi, “Pop İçinde Sanat / Sanat İçinde Pop”, “Histeri ve Din”, “Rock ve Kavramsal Sanat / ‘Müzisyen olmayanlar’ ile ‘sanatçı olmayanlar’ karşı karşıya”, “Rock ve İkizi / Bir ‘alet çantası’ olarak pop müzik” ve “Dans Müziği Politikaları” başlıklı beş bölümden oluşuyor. Sergiye ayrıca kapsamlı bir video gösterim programı da eşlik ediyor.
8
KULTURA
ZERO. GELECEĞE GERİ SAYIM
S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Akbank Sanat’ın desteğiyle ve Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi (AIMA) işbirliğiyle “ZERO. Geleceğe Geri Sayım” sergisi kapsamında Bülent Arel ve İlhan Usmanbaş’ın eserlerinin yorumlanacağı bir konsere ev sahipliği yapıyor. II. Dünya Savaşı sonrası atmosferine yenilikçi ve olumlu bir cevap olarak doğan avangart sanat akımı ZERO’ya odaklanan “ZERO. Geleceğe Geri Sayım” sergisinin etkinlik programı kapsamında düzenlenecek olan konser, 8 Aralık 2015 Salı günü The Seed’de gerçekleştirilecek. Alman sanat akımı ZERO’nun fitilini ateşleyen yenilikçi arayışların Türkiye modernist müziğindeki yansımalarını sanatseverlerle buluşturacak olan konser, 1950 yılı sonrası modernist müzik akımlarının öncü bestecilerinden Bülent Arel ve İlhan Usmanbaş’ın eserlerine odaklanıyor.
FİNCLUB’A DİREKLERARASI’NDAN ÖDÜL
Finansçılardan oluşan FinClub Müzikal ve Dans Kulübü’nün yeniden hayat verdiği Damdaki Kemancı müzikali, 15’inci Direklerarası Seyirci Ödülleri’nde en iyi kurum tiyatrosu ve en iyi yönetmen ödüllerinin sahibi oldu. FinClub Müzikal ve Dans Kulübü’nün 8 ay boyunca oyunculuk, dans ve şan eğitimi alarak sahneye taşıdığı Damdaki Kemancı müzikali, 15’inci Direklerarası Seyircileri Tiyatro Ödülleri’nde özel kategoride “En İyi Kurum Tiyatrosu” ve “En İyi Yönetmen” ödüllerini aldı.
Joseph Stein tarafından yazılan, müzikleri Jerry Bock, şarkı sözleri Sheldon Harnick’e ait olan müzikalin prodüktörlüğünü ArtFellas, yönetmenliğini Sitare Bilge, koreografisini Banu Küçük, müzik direktörlüğünü ise Doğan Kospançalı yaptı.
ENGELLİ ÖĞRENCİLERDEN FOTOĞRAFLARIN DİLİ
Avrupa Birliği (AB) Erasmus+ Projesi kapsamında Portekiz’de fotoğrafçılık eğitimi alan işitme engelli öğrencilerin eserlerinden oluşan “Fotoğrafın Dili” Sergisi açıldı. Ankara Kemal Yurtbilir İşitme Engelliler Özel Eğitim Meslek Lisesi Grafik ve Fotoğrafçılık Bölümü öğrencilerinin 105 fotoğrafından oluşan sergi, Hamamönü Sanat Sokak’ta izlenime sunuldu. Serginin fotoğraflarının da bu ülkede çekilen karelerden oluştuğunu belirten okul öğretmenleri, işitme engelli öğrencilerin “anlat yaptır” yerine “göster yaptır” merkezli eğitime çok uygun olduklarını söyledi.
BİZANS ÇALIŞMALARI ARAŞTIRMA MERKEZİ KAPILARINI AÇTI Türkiye’de ilk kez bir devlet üniversitesi bünyesinde, Bizans uygarlığıyla ilgili çalışmalarda bulunmak üzere kurulan Boğaziçi Üniversitesi Bizans Çalışmaları Araştırma Merkezi, 24 Kasım 2015’te Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen bir tören ile çalışmalarına başladı. Patrik I. Bartholomeos ve ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. (Chuck) Hunter’ın katıldığı açılış töreninde, dünyaca ünlü Bizans uzmanları arasında yer alan Harvard Üniversitesi Bizans Tarihi Profesörü Dimiter Angelov ‘’The Holy Land, My Mother Anatolia: Theodore Laskaris and the Mediterranean World in the 13th Century’’ başlıklı, California Üniversitesi-Berkeley Tarih Profesörü Maria Mavroudi ise ‘’Byzantine Philosopyh and Science at the Court of Mehmed Conqueror’’ başlıklı birer konuşma sundular.
9
Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun yeni genel sanat yönetmeni ve başarılı oyuncu ile Türkiye’deki tiyatro kültürünü, oyunculuğu ve belki de daha da önemlisi oyunculuk algısı hakkında derinlemesine bir sohbet gerçekleştirdik. Emir Bozkurt
Eray Evren
E.B.: Oyunculuğa nasıl başladınız? A.Y.: Öyle olağanüstü bir hikayem yok oyunculuğa nasıl başladığımla ilgili. Aslında hayallerimde oyunculuk falan da yoktu. Bir oyun izlemiştim, çok etkilenmiştim. O böyle demlendi bende. E.B.:Bu kaç yaşındayken oldu? A.Y.: Lisedeydim. O tabi bende demlendi, izledikten sonra beni etkilemişti. Tiyatronun, izledikten uzun zaman sonra bile sürekli hatırlanması... Sonra konservatuar sınavı v.s. E.B.:O oyun ön ayak oldu yani baya A.Y.: Evet. Startın verildiği an odur. E.B.:Peki, oyunculuğa başladık, bir kariyer yolu çizilmeye başlandı, bu kariyerdeki dönüm noktası ne oldu? A.Y.: Valla bilmiyorum ki bir dönüm noktası oldu mu, daha hiçbir dönüm noktası olmadı mı acaba? Olan şeyler dönüm noktası mıydı, hepsi kendince başka bir şey miydi? Onu bilmiyorum. Şuydu diyebileceğim spesifik bir şey yok aslında.
10
KULTURA
E.B.:İnsanların Alican Yücesoy’u bilmediği dönemden bildiği döneme geçişteki kırılma noktası… A.Y.: Muhtemelen televizyonda yaptığımız işlerdir tabi daha çok. Zaten o seni birazcık popüler bir platformun üstüne doğru sürüklüyor, artık öyle devam ediyor. Tiyatroda öyle bir şey çok mümkün görünmüyor. Tabii ki mümkün ama tiyatronun bir kitlesi var ve o kitle hep aynı kitle aslında. Yeni insanlar dahil oluyor ama seni isim olarak bilinir hale getiren şey, evet popüler kültür o. Televizyon dizileri ya da sinema filmleri yani. İlk etap tabii ki televizyon dizileri ama şu iştir diyebileceğim tam olarak bir şey yok. E.B.:Oynadığınız karakterleri tatmin edici buluyor musunuz tiyatroda olsun, sinemada ya da televizyon dizilerinde olsun? A.Y.: Benim bunun için, kendi kendime bir kriterim var tabii, tatmin edici buluyorum. Beni tatmin ediyor. Ben kendime hep eğlenecek, onlarla yaşayacak adamlar bulduğumu düşünüyorum, onları arıyorum, onları bulmaya çalışıyorum. O da beni tatmin ediyor o noktada. Hani işte ‘‘küçük rol, büyük rol yoktur’’ da öyle bir şey. Hakikaten yoktur, sen onun içinde ne kadar vakit geçirebiliyorsun, ne kadar onla yaşıyorsun gerçeği vardır. Her anını, nasıl farkındalığını
KULTURA
11
devam ettiriyorsun, bence bu var. E.B.:En çok hangi tür rolleri tercih ediyorsunuz? Doğru bir soru mudur bilemiyorum ama… A.Y.: Benim için doğru bir soru değil. Tercih ettiğim rol diye bir şey yok çünkü. Ben daha çok o keşif kısmını seviyorum. Bu işin televizyonda olanını da, sinemadakinde, tiyatrodakinde de keşif kısmını seviyorum. O yüzden şu tip rolleri seviyorum diyemem. Saykoları oynamak isterim falan diye bir şeyim yok benim. Ben içinde sebepler buluyorum zaten, hepsini oynamak isterim. Özel bir tercihim yok. E.B.:Hani vardır ya, tiyatroda oyunculuk yapmak bambaşkadır, kamera önünde oyunculuk yapmak bambaşadır, bunla ilgili bir tercih söz konusu mu? A.Y.: Yok, bence ikisi çok ayrı ayrı şeyler. Baya araba kullanmakla motosiklet kullanmak gibi, ikisi de bir yolda gidiyor ama ikisinin de keyfi var, keyif alan insana göre ama bence öyle bir durum yok yani. E.B.:O daha iyidir, bu daha kötüdür diye bir durum yok. A.Y.: Yok, yok, yok. Tabii ki daha başka türlü zorlukları ya da kolay yanları olabilir. Ya da başka türlü verdiğin şeyi geri alma durumu var. Tiyatro daha anlık, gülüyorsak gülüyor adam ya da o an endişesi varsa o anki endişesini hissediyorsun. Bir şeylerin o anki organik hissiyatını anladığın bir alanın var. Diğerlerinde öyle değil. Televizyon için söyleyecek olursak dönüp ertesi gün reytinglere bakana kadar, orada görüyorsun durumu ya da sinema filminde de ona benzer bir şey bence. E.B.:İyi bir oyuncu olmak için ne yapmak gerekiyor mesela? İyi bir oyuncu olmak isteyen ne yapmalı? A.Y.: Bilmiyorum açıkçası ne yapmalı.
12
KULTURA
Tabii ki şunların olması gerekiyor sanırım; farkındalık, ardından da vizyon. Zaten iyi bir farkındalığın varsa iyi bir vizyona sahip olmak için bir alan açıyorsun demektir. Oraya doğru bir açlık başlayacaktır ve devam edecektir. Öncelikle tabii ki farkındalık, kolay hak verebilme, anlayabilme… E.B.:Empati duygusunun gelişmesi mi yani? A.Y.: Empati ve sempati diyelim. Tam olarak o, hem empati hem sempati ve tabii ki tabiatı çok seviyor olmak lazım bence. Gerçekten tabiatı seviyor olmak lazım. E.B.:Neden peki? A.Y.: Çünkü birebir tabiatla işin, başka hiçbir şeyle değil. Tabiatla ve aslında
doğa haricindeki her şeye karşısın bir yanda, garip bir şey yani. Hem hak bilir olman lazım hem de icabında sözünü söyleyebiliyor olman lazım. O yüzden seviyor olmak lazım, insanı en başta seviyor olmak lazım, en azından insan seviyor olman lazım ki bu zor bir şey zaten. Hakikatten insanı sevmek çok zor. Her gün yeniden start verip, tekrar başa dönüyor olmak lazım insanı sevmek için. Bence bu çok iyi bir oyuncu olmak için, bu varsa yürü dersin ona. Bu olmadan da iyi oyuncu olabilirsin tabii ki ama bence sevgi.
E.B.:Türk dizilerini nasıl buluyorsunuz? A.Y.: Açıkçası bir süredir Türk dizisi izlemiyorum. Zaten hiçbir zaman sürekli dizi izleyicisi olamadım bununla ilgili bir
E.B.:Bir ayda bir bölüm çekebiliyorlarsa herhalde 3 hafta repo verip bir haftada çekerler o elli dakikayı. A.Y.: Bizimkiler bunu yapabilir ama sen adamlara bir haftada bir bölüm çekeceksin deyince acaba ne yapar gerçekten çok daha merak edilesi bir şey aslında.
şey söylersem herhalde çok uydurmuş olurum.
oynamıyorum.” diyosun “Hani vardı ya geçen bilmem ne kanalında.”
E.B.:Ama hani vardır ya, dizi süreleri çok uzun, bu kaliteyi etkiliyor mu sence? A.Y.: Etkilemez olur mu tabii ki etkiliyor. Süreler düşmüş olsa, artık senaryo matematiğimiz bile ona doğru evrilebilse, tekrar eskiye doğru, o zaman tabii ki kalite artacak. İzleyicinin talebiyle de ilgili bir şey bu. O da buna şey yapmıyor ki; ‘‘bir dakika, izlemek istemiyorum ben bunu, çok uzun kardeşim dizi denen şey, bunu yapacağınıza gidin sinema filmi yapın sinema filmi gidiyim izliyim eyvallah’’ demiyor yani. İkisini aynı görüyoruz biz. Hani “Hangi filmde oynuyorsunuz bu sene?” diyenler var ya gerekçe o yani. “Hiçbir filmde
E.B.:Diziye film diyoruz aslında… A.Y.: Ha yani işte onun için aynı şey gibi oluyor, “oynuyor mu oynuyor” diye bakıyor. O yüzden ne biliyim ya, tabii ki zaman kısaldıkça, vermek istediğimiz zaman kısaldıkça kalite artacaktır. Tabii biz onu bile Türk kafasıyla yayarak bile yapabiliriz. Yine daha iyi iş yapmayabiliriz. Onur Ünlü şöyle bir şey söylüyordu: süreler kısalsa, hani Amerika’da yapılan işler 50 dakika, bir ayda çekiyorlar falan, dedi ki: Biz o şansa sahip olsak ne yaparız bilemiyorum. Hani iyi mi yaparız kötü mü ondan çok emin değilim. Onlar bizim olanaklarımızla çalışıyor olsalar acaba ne olur? Bu daha çok ilgimi çekiyor.
E.B.:Aşağı yukarı tüyosunu verdin ama biraz daha açmak adına soracağım, yurt dışında bizim Türk dizilerinin beğenilmesini neye bağlıyorsun? A.Y.: Bilmem. Dediğim gibi ben iyi bir dizi izleyicisi değilim. O yüzden neyi talep ediyorlar, neyden keyif alıyorlar bilemiyorum. Yabancı dizi ben de izliyorum yani şu anda devam ettiğim bir dizi yok ama ara ara, iyi bir şey olursa izliyorum. Benim dizi izlemekle bir şeyim var, baştan sona biten bir konu olması daha çok ilgimi çekiyor herhalde. Film izlemeyi daha çok tercih ederim, 45 dakikalık bir dizi izleyeceğime dört bölümmüş gibi oturur bir sinema filmi izlerim. Benim mantığım böyle yürüyor. Çok iyi dizileri izliyorum. Dışarıdaki, yurtdışındaki adam neyden keyif alıyor onu da bilmiyorum açıkçası. Sen şeyi diyorsun sanırım Muhteşem Yüzyıl çok izleniyor galiba. E.B.:Muhteşem Yüzyıl var, Ay Yapım’ın işleri Fatmagül’ler falan çok fazla satılıyor. Hatta ikiye bölünüp satılıyor. A.Y.: Bildiğim kadarıyla Arap ülkelerine sattığımız dizileri kolay satıyoruz çünkü çok özgürlükçüyüz, biz ülke olarak onlara göre özgürlükler ülkesi gibi görünüyoruz. Haliyle buradaki kadınların o özgür hali orada çok kayda değer bir şey. Mesela yabancı dizileri Arap pazarına sokamıyorlar bildiğim. Çünkü onlar Müslüman değil. Onlar onları izlemek istemiyor ama burada öpüşen bir kadın onlarda Müslüman bir kadının özgürlüğü
KULTURA
13
olarak yankı buluyor. “Vay ne güzel bak öptü.” rahat ve bir Müslüman kadın, çok önemli yani. Ama bildiğim kadarıyla diğer ülkeler, mesela Balkan ülkelerine de satan işlerimiz var bizim. Bilmiyorum yani, Muhteşem Yüzyıl’ı anlarım ciddi bir tarihi şeyi var. Onun dışında çok oryantalist geliyor olabilir hani o tarafa kafa olarak ve seyirci bunu seviyor olabilir. Ama diyorum ya bununla ilgili ne desem yalan olur. E.B.:Aslında iyi bir dizi izleyicisi değilim demene rağmen mantıklı şeyler söyledin. A.Y.: Baya da konuştun bunla ilgili. E.B.:İstanbul’u şehir olarak seviyor musun yoksa ilk fırsatta kaçarım der misin? A.Y.: Yok, çok seviyorum. E.B.:İstanbul’u yaşayanlardansın yani. A.Y.: Bence öyleyim evet. Saçma sapan yerlerini bilirim, iyi yemek yenecek yerini bilirim, gezecek yerini bilirim, kafa dinleyecek yerini bilirim falan filan. O yüzden, kendim için tabii ki bunlar, ben İstanbul’u seviyorum ya . Başka bir yerde yaşayabilir miydim zannetmiyorum, sadece Türkiye içi değil yani dünyada da. Ya da tercih eder miydim emin değilim. Çok güzel şehirler var tabi ama bence İstanbul gibi bir şehir yok. E.B.:Nasıl geçiriyorsun peki İstanbul’da zamanını? A.Y.:Burada. (Bakırköy Devlet Tiyatrosu) (Gülüşmeler) Rutinini soruyorsan, özellikle son bir kaç aydır rutinim burası yani. Buraya geliyorum, eve gidiyorum; buraya geliyorum eve gidiyorum yani. E.B.:İstanbul’da yaşamaya dönelim o zaman. İstanbul’u nasıl yaşıyordun? A.Y.: Ben, işte o konuşmanın içerisinde söylediğim yemekle ilgili ciddi bir zaafım vardır benim, severim yemek yemeği ama sadece iyi yemek yemeği severim.
14
KULTURA
O yüzden ne biliyim kadın pazarına gidip et yemek ekstrem bir durum gibi görünse de aslında içinde tamamen yaşayan, İstanbul’un içini bilen insan için normal bir şey. Ya da Vefa Bozacısı normaldir. Artık tabii ki bir bilinirliği var onun, Vefa bozacısı yani, ama o ara sokaktaki dükkânını falan bilmek, iyi pilavcı nerede onu bilmek. Haliyle bunlarla vakit geçirmek yani arabacı pilavcı var ya bu pilav, nohut, tavuk. Yani o yüzden yemek kısmında ben gayet iyiyim. Karşıda da yemek yediğim yerler var, bu tarafta da var, bunların içinde gezebiliyor olmak… E.B.:Bir keyif gurmeciliği var yani. A.Y.:Tabii tabii aynen. İçeceğim yer, yiyeceğim yer falan bellidir ve onlar aslında bölgelerdedir ve bölgeler orayı yaşamak için iyi yerlerdir. E.B.:Aşağı yukarı sabit yerler yani… A.Y.: Aşağı yukarı… Yeni yerler neden eklenmesin tabii. E.B.:Denk geldikçe eklenir diye tahmin ediyorum. A.Y.: Aynen. E.B.:Bakırköy Belediye Tiyatrosu genel sanat yönetmenliğine aday olmaya nasıl karar verdin ya da bunun hikayesi nedir? A.Y.: Bunun hikayesi, birisi genel sanat yönetmeni olmalıydı aslında ve bu kurumun içerisinde çalışanlardan değil de dışarıdan birinin olmasını istiyordum ilk etapta. E.B.:Neden? A.Y.: Bilmem. Sanırım birazcık mesafenin bize iyi geleceğini düşünüyorduk. Bir ahbap çavuş ilişkisi burada almış yürümüşken bunu durdurmanın yolu gerçekten bize aynı mesafede uzak, mümkünse de uzak ve birazcık dediğim dedik çaldığım düdük, gerçekten sanatsal anlamda doymuş artık birinin gelip burada bu işi yapması, ve tabii bir
takati olan birinin. Ama o kişiyi bulmakla ilgili çok sorun yaşadık ve sistemde bazı şeylerin değişmesi gerekirken bazı şeylerin değişmeden burada o insanın yeterli bir süre durmayacağını düşündük tabii ki. Aslında biz burada bir ekibiz. Ekibin içinden bana, benim yapmama kaldı yani iş sadece. Öyle özel talebim olmadı yani “Ben olayım hadi” falan gibi. E.B.:Ya da bir hikayesi yok aslında. A.Y.:Evet. Burada bir ekiptik ve ekip olarak bir şeyler yapıyorduk, ekip olarak kendi içimizden beni çıkartmaya kara verdik yani. Aslında başka biri de olabilirdi. Hikayesi bu yani, tam olarak benim olma sebebim bu. E.B.:Kendi ekibimden beni seçtiler gibi bir özeti var. A.Y.:Diğer insanlar da hiçbir şey yapmıyor değil tabii. Beni seçip bırakmadılar. (gülüşmeler) Hikayenin devam ediyor olabilmesi için onların varlığı gerekiyor. “Seçtik, tamam abi sen yaparsın, bize müsaade” falan olmadı. Biri sahne direktörlüğü yapıyor, biri sanat iletişim direktörlüğü yapıyor, biri dramaturji biriminde çalışıyor. Herkes diğer bir birimde çalışıyor. Böyle olmasaydı ben de başka bir birimde çalışıyor olacaktım. Mesele tiyatroyu yürütebilmek aslında biraz da. E.B.:Türkiye’de bu işi yapmanın ne gibi zorlukları var? İki alanda da soruyorum yine. A.Y.: Ne gibi kolaylıkları var dersen, kolay tarafı yok bence. İkisi içinde söylüyorum, hem tiyatro hem de kamera önü. İkisinin de kolay yanları yok zaten. Aman efendim şu kolaylık var, diyecek bir şey yok. İkisi de çok zor. E.B.:Aslında biraz öyle görünüyor. Bu işi hiç bilmeyenler tarafından kolay görünüyor. A.Y.:Tabii aynen çok kolay görünür. Ben yani, “Bizim işimiz çok zor” diyen
insanlardan birisi bir gün tiytroda ya da bir gün sette çalışsın çok isterim. Kaldı ki setin içinde bile hikâye değişmiyor yani, setin içinde bile en rahat olan sorsan oyuncular diye görünür. Bana da sorsan daha rahat göründüğünü söylerim yani, ne var abi oyuncular iki gelip konuşuyorsun. Setteki adam bile bu mesafeyle bakıyor sana, ‘‘gelip gidiyorsun ağabey, bir sahne çekiyorsun gidiyorsun ben hep buradayım’’ diye bakıyor hikâyeye. E.B.:Işıkçılar her gün ışık kaldırıyor, adam da konuşuyor gidiyor, işin özeti o aslında. A.Y.: Evet, aynen. Ona bakarsan en zor o zaman yönetmenin işi olabilir. O sürekli orada çünkü. Orada olmakla, işin zorluğunu iş yerinde bulunmakla ölçüyorsak, ayvayı yemişiz demektir. Seyircinin zaten tamamen durumun arka planına uzak olması çok da normal, illüzyon olayı da bu zaten uzak olmalı arka plana, sen böyle yolda yürüyorsun üç saniye falan ama senin o yolda yürümen için adamlar ışık kuruyor, bilmem neler döşüyorlar, kamyonlar geliyor, jeneratörler bağlanıyor; olmadı bir daha çekiyoruz, arkadan birisi geçiyor, gün gitti oluyor, olmuyor belki o gün ertesi gün bir daha yapıyorsun, hani bir saatte çekeceğin şeyi oturup bir daha çalışıyorsun falan. Tiyatro desen, hep insanlar bir tane soru sorar bununla ilgili “O kadar ezberi nasıl yapıyorsunuz?”, en zor kısmının bu olduğu düşünülüyor, ezber yapmak. Hâlbuki ezber yapmak en kolay kısmıdır yani işin. Haliyle bu gerçekten algılarımızla alakalı bir şey. Bana ne zor gelir tiyatro yapmıyorsam ezber yapmak zor gelir, ‘o kadar lafı nasıl ezberliyor ya, iki bucuk saat konuşmak, ezberi nasıl yapıyorsun mantıklı değil.’ zaten bunu dediğin anda işin kolay yanını zor yanını belirliyorsun. Her şey olağan mı yani acaba, oradan oraya yürümeler, oradan oraya bakmalar, o lafı söylemeler,
BİZE TİYATRO SALONUNUZU KAPATIN DEDİLER, BİZ DE “NİYE KAPATALIM, PAVYON DEĞİLİZ Kİ KAPATALIM, BURASI TİYATRO.” DEDİK. o lafın içinin varlığı, yokluğu. Ezber olarak çıkartsam zaten izlemezsin, kaçıp gidersin yani tiyatrodan. ‘Bu ne saçma şey.’ Dersin, ‘Adamın biri ezber geçiyor.’. Mevzunun oynamak olduğunu, işin asıl zor kısmının oynak olduğunu, bunu yaparken aslında bir yandan kendini yıpratma gerçeği ortada yok tabii ki. Bunun için herkesin bu işi yapıyor olması lazım. Haliyle kolay yanı yok bence. Hem anlaşılmıyorsun, çünkü anlaşılmak zor, yaptığın işle ilgili naifliğini anlatmak zor, bir de işte bizim gibi olan ülkelerde değerinin çok bilindiğini düşünmüyorum. Bizde biraz daha eğlencelik bakılıyor. Bizde tiyatro da eğlence, sinema da, eğlence olarak bakıyoruz. Ne bileyim olaylar oldu, tiyatro salonları kendilerini kapattılar, biz kapamadık salonumuzu, asla kapamadık. Kapatmaya da karşıyız tamamen. Bize “kapatın” dediler, biz de “Niye kapatalım pavyon değiliz ki kapatalım, burası tiyatro.” dedik. Almanya’da, dünya savaşında tepelerde bomba patlıyordu, insanlar tiyatro oyunlarına devam ediyorlardı. Bu bir tedavidir çünkü burası bir tedavi merkezi. Bunu anlatamazsın ama ‘Ne
var ya iki kıvırtıyorsunuz’ diyen adamlar var çünkü. O yüzden kolay yanı yok. E.B.:Hiç kolay yanı yok değil mi aslında? A.Y.: Bence yok. Bence zor, her anlamda zor. Ruhen zorluyor seni, bedenen de zorluyor. Hikâyede tamamen kendi işinin dışına çıkıp baktığında da seni tekrar psikolojik olarak zorluyor. Zor bence. E.B.:Şöyle zorlukları da var değil mi, mesela sadece tiyatroya adapte olduğunu düşün, hayatı kazanma konusunda da bir sıkıntı yaşıyor mu tiyatrocular? Mesela klasik bir laf vardır, tiyatroda para yok o yüzden televizyon dizilerinde oynuyoruz… A.Y.: Çok kötü bir şey zaten. Daha çok para kazanabileceği işler var insanların, onları yapmalarını tavsiye ediyorum. Yani biz oyuncuyuz. Televizyonda da oyuncuyum ben, sinemada da oyuncuyum, tiyatroda da oyuncuyum. Başkasının bir işi varmış da ben o işi sadece para kazanmak için gittim ve bunu yaptım demiyorum ki, oyuncuyum ben gidip lastik tamircisinde çalışmıyorum ki para için bunu yapıyorum falan diyeyim. O zaman sana şunu
KULTURA
15
söylerim ‘‘Ne kadar açgözlüymüşsün, o kadar mı yani?’’ O an ki o diğer yıpranma payını ve yine oyunculuk yaptığın gerçeğini hiç düşünmüyor musun? Biz zaten çok değersizleştiriyoruz işi. En başta biz yapıyoruz. Bunu hep söylüyorum yine söylemiş olayım: gerçekten oyunculukla ilgili, tiyatroyla ilgili diyelim, tiyatronun problemleri oyunculardır, tiyatroculardır, dizilerde de aynı şey geçerli, sinemada da aynı şey geçerli. Biz değersizleştiriyoruz. Bir ara çok duyuyordum ben bunu, para için yapılıyor sonuçta bu iş falan. Para için mi yapıyorsun ağabey git bir şeyler sat. Bence satacak iyi bir şeylerin varsa para edebilir, en azından ve oyuncuların çoğunun da iyi satacak şeyleri vardır. Oyunculuk yaptığın gerçeği nerede? Yok herhalde. Bilmiyorum bana mantıklı gelmiyor. Ben para için yapmıyorum, hiçbir işi de para için yapmadım. Çok değersiz geliyor bana, çok ayıp geliyor hatta.
16
KULTURA
E.B.:Sen o zaman mesleğini yapmaya aşıksın… A.Y.: Diyorum ya keyif alıyorum ben yaptığım işten. Parası ayrı bir şey, zaten bu iş verecek sana para. Garip değil mi, tamam para ayrı bir şey, aynı yere nasıl koyarsın? O onun karşılığında alacağın şey. Senin işini yapmak mı ilk etaptaki, ilk gördüğün para mı, ilk gördüğün işin mi? Daha da önemlisine geleyim: kendini iyi hissettiğin an mı? Ben işimi yaparken iyi hissediyorum kendimi. Hep iyi hissettirecek sebepler buldum kendime. Diyorum ya kurum tiyatrosunda çalışıyorum. Hiç aklıma gelmeyecek, kendi başıma ‘Ulan bunu niye oynayayım ki’ diyebileceğim roller oynadım ben burada. Ama hepsini de çok severek oynadım. Hepsinde sevecek bir şey buldum. Televizyonda da aynı şey geçerli, sinemada da aynı şey geçerli. Onlarla eğlenebilmeyi, onlarla böyle ahbap
olabilmeyi, içine dışına girmeyi, onlarla oynamayı seviyorum. Benim önceliğim bu. Bunu yapmaktan keyif alıyorum. Bunu yaptığım zamanda da oyuncu oluyorum. O yaptığım şeyin, kendi keyif aldığım şeyi yapıyor olmak, oyuncu yapıyor beni. Bunun karşılığında da bana bir para veriyorlar. Ha şunu konuşalım tabii ki, ‘ben bu paraya bunu yapmak istemiyorum yani’ o zaman bunu göreyim ‘ben bu işi para için yapmak istemiyorum’ diyen arkadaşlarda. Sen bunu koy ortaya, eğer sadece para için yapıyorsam o zaman de ki ‘ben bunu yapacağım. Karşılığında da bu parayı istiyorum. Bunun altında da asla oynamam.’ Ya da tiyatroda göreyim, aynı tavrı. İnandırıcı gelmiyor bana. E.B.:Nedendir peki? A.Y.:Bilmiyorum. Bence, en kolay kısmını söyleyeyim, bir kere popüler olmak cazip geliyor. Bence insanlar popüler olmak
için ilk etapta yapıyor olabilirler bu işi. Birçok insanın ilk anda kazandığı para, hani para için yapıyoruz ya bu işi öyle diyorlar ya, ne kadar kazanıyor acaba, ben bunu diyen insanlara paralarını vermek istiyorum, paralarını veriyim ve yapmasınlar. Yapmayın ağabey. E.B.:Bir nevi işsizlik maaşı gibi… A.Y.: Yapma ağabey sen para için yapıyorsan, gerek yok. O zaman saygın yok demek ki benim işime para için yapıyorsan. Benim işimin değeri var, elbette var ama sadece para için yapılan bir milyon tane iş var yani ve bence bu onlardan biri değil.
televizyonda, ‘ne var ağabey iki kıvırtıp parayı alıyorsun.’, sen öyle bakıyorsun zaten iki kıvırttım parayı aldım hop tamam. Tiyatro zor, prova yapacaksın, bilmem ne yapacaksın, beğenecekler mi, beğenmeyecekler mi belli değil. Tamamen kendini koyuyorsun ortaya, başka hiçbir sorumlu yok yani. Bir tane gelen adam var, biletini almış gelmiş…
Ben mesela ilk başladığım zaman bu televizyondaki işlere, sadece yazın televizyonda işler yapıyordum çünkü o zaman tiyatroda çok fazla oyun oynuyordum, dört beş tane oyun oynuyordum. Sezon içinde öyle dizide mizide oynamam çok mümkün değildi. O yüzden yazlık işler falan olduğu zaman gidip oynuyordum hani vaktim oluyordu, çalışıyordum ediyordum, oynuyordum yani. Sezonda da hayat devam ediyordu benim için. Zaten öyle çok büyük işlerin altına girmiyordum, ufak tefek şeylerde oynuyordum, takılıyordum yani. Burada da öyle çok büyük olan şeylerde oynamıyordum. Burada da ufak ufak şeylerde oynuyordum. O kısmı öğreniyordum yani öğrenmekle alakalıydı her şey. Sonrasında da böyle devam etti. Bana kimse ‘Ha tiyatron varsa o zaman dizi…’ falan derse tamam hiç sorun değil diyordum. Ben onun için tiyatroyu bırakmam, izlenmek için. Ne biliyim ya da tiyatro yapmak için de diziyi bırakmam. İkisini birbiriyle ayarlamakla alakalı bir şey.
TİYATRONUN PROBLEMİ TİYATROCULARDIR. AYNI ŞEY SİNEMA VE DİZİ İÇİN DE GEÇERLİ. BİZ ÇOK DEĞERSİZLEŞTİRİYORUZ İŞİ.
E.B.:Çok daha para kazanma potansiyeli olan işler var aslında. A.Y.: Yani ne bileyim ‘‘diziden kazandığı parayı, tiyatrodan kazansam hayatta dizi yapmam’’ diyenler var. Onlara da inanmıyorum. Yapabilirsin ve kazanabilirsin diziden kazandığın parayı, birçok insan için bunu söyleyebilirim. Özellikle bunu söyleyenlerin çoğu için bunu söyleyebilirim. Hadi ağabey yapın. Kendi popülerliği de olan insanlar özellikle yapsınlar bence müthiş bir şey yaparlar. Kevin Spacey, III.Richard’ı oynuyordu, tiyatro yapıyordu. Tabii ki diyebilir insanlar Londra’daki bir bilet fiyatıyla buradaki bir bilet fiyatı aynı değil, Londra’daki geçimle buradaki geçim de bir değil sonuçta, orada ekmeğe 40 lira veriyorken burada 3 lira veriyorsun. Arada zaten öyle bir fark var, senin alım gücün de o kadar. Hadi o zaman yani, popüler arkadaşları tiyatro yapmaya davet ediyorum. Toplansınlar ve yapsınlar. Biletlerini çok daha pahalıya satsınlar. Emin olsunlar bir de seyirci gider, izler ve diziden kazandıklarından daha aşağı bir para kazanmazlar. Kendimiz değersizleştiriyoruz. İşte diyorum ya
E.B.:Yüz yüzesin zaten… A.Y.: Başka kimse yok yani. E.B.:Söylediklerinden sonra sormanın pek de bir anlamı olmayacak ama sorayım yine de, çok uzun süre tiyatro ve televizyonu bir arada götürmeyi nasıl başarıyorsun? A.Y.: İşte böyle. (gülüşmeler) İkisinden de taviz vermiyorum, ikisini birbirinden bir şekilde ayırıyorum. İki tane sevgilim varmış gibi davranıyorum duruma, ki normalde bence bu zor bir şey çünkü kesin birinin diğerinden, diğerinin de öbüründen haberi olur ve boku yersin pratikte. Ama bilmem galiba bende manitalar kendi aralarında anlaşıyorlar. E.B.:İkisi de seviyor demek ki seni. A.Y.: Bravo (gülüşmeler) Öyle de olabilir.
E.B.:Aslında burada çok güzel bir eşitlik sağlıyorsun. Genelde, yine o insanlara gireceğiz ama, para kazanmak için bu işi yapıyorum diyenlerin hepsi aslında bir yandan dizi tarafını yererler. A.Y.: Tabii. Diyorum ya bir yandan da aman diziler, niye yapıyorsun ağabey o zaman. Yani söylediği şeyle, tam olarak söylemek istediğim o, niye çelişiyorsunuz söylediğiniz şeyle. E.B.:Bu konuda aslında benim görüşüme göre çok dürüst ve çok eşitlikçi yaklaşıyorsun işine. A.Y.: Böyle yaklaşan insanlarımız var bence ama artmalı. O zaman tiyatrolar,
KULTURA
17
en azından tiyatrolar için söyleyeyim, bu noktada eksiği olan tiyatrolar gerçekten çok kaybediyor. Çünkü buradan, benim adıma, ben burada yetiştirdim kendimi, burada yetiştim yani, burada oyun oynadım, ilk defa burada sahneye çıktım, burada ilk defa profesyonel insan gördüm karşımda, burada pişirdim yani kendimi ve bana çok şey kattı. Tabii ki ben de buraya çok şey katmışımdır. Birbirimize çok şey kattığımız bir ilişki var yani. Bunu herhangi bir şey için bırakmak ve başka bir alana yönelmek, tamamen bu işi bırakmak demek olur. Yani bir daha tiyatro yapmamak, eyvallah ona varım yani yapmayayım bir daha tiyatro tamamen bırakıyorsam. Ya da öyle bakıyorsak tamamen öyle bakalım. Yapmıyorum, ben bu işi yapıyorum, para kazanmak için değil yani, bu kariyerde devam etmek istiyorum. Buradan yürüyeceğim, para da kazanacağım, kariyerim de olacak, burasıyla ilgili bir kariyerim olacak, bu alanda, iyi fikir. Bana biri dedi ki, yönetmen bir yapımcı, ‘ben müthiş bir iş yapacağım, senaryo falan ayarladım, güzel senaryo’ yıllar önce oluyor bu, dedi ki ‘bırak tiyatroyu’, ben de dedim ki ‘‘ben bırakmam tiyatroyu niye bırakayım’’ dedim. O zaman olmaz bu iş yapamayız falan ve bu böyle bir ay kadar sürdü bu konuşma, ‘‘tiyatroyu bırak, hadi bırak tiyatroyu, hadi bırakıyor musun tiyatroyu, hadi halledelim şu işi bak çünkü çok iş olacak falan, şehir dışında bir şey.’’ Hiç aklımın ucundan bile geçmedi ve bana bir sürü ‘‘insan manyak mısın sen, deli misin, bırak, ne yapacaksın tiyatroda’’ dedi. Başka bir yönetmen şey diyordu bana ‘Alicancım, tiyatro falan güzel tamam, idealist falan takılıyorsun ama’ yine yıllar önce ‘yaparsın yine tiyatro bak şimdi gençsin, televizyonda yapacaksın, para kazanacaksın, sonra bokun çıkınca git yap tiyatroyu, yapma demiyorum, yap ama şimdi gerek yok
18
KULTURA
yani, niye uğraşıyorsun bu işlerle’. Ama bir türlü yapamam ki, onu yapmasam bunu, bunu yapmasam onu yapamam. Burada kendi içimizde birbirimize oynar dururuz. Beslenme şekli yani, orada başka insanlar göreceğim, onlarla alışverişe gireceğim, ben onlara bir şey vereceğim, verirken alacağım, bir şeyler öğreneceğim onlardan, onu gelip burada uygulayacağım, buradaki alışverişimi orada uygulayacağım. Böyle bir devirdaim durumu yani. Al ver, al ver, al ver… Ne kadar çok insanla çalışırsan, oyunculuk yaparsan o kadar çok şey öğrenirsin pratikte. Soru bu muydu bilmiyorum ama ben geziyorum öyle kafama göre. E.B.:Olsun. Sorudan daha güzel bir cevap oldu bence. A.Y.: Yani bence tabi bunlar hep.
kültür gereği sen bir palyaçosun, daha ötesi olamamışsın. Bilmiyorum belki alternatifleri yok yaptığımız işin. Belki o güldürü, eğlenti kısmını karşılayacak bir alan yok. O yüzden tiyatro bunun bir yorum sanatı olduğu gerçeğini kabul etmiyor insanlar belki de. Bilmiyorum biz de arıyoruz yani. Baya kendimize bir araştırma ekibi oluşturup, insanlar ne ister, bizim insanımız ne ister sorusunun cevabını arıyoruz. Bugün tiyatroyu ciddiye alan bir ülkede tiyatro yapsak, her şeyi yaparız orada sorun yok. Onunla ilgili konservatuardan beri o konservatif eğitim, sanki öyle bir dünyada yaşıyormuşçasına eğitim alıyorsun ama bir çıkıyorsun, tiyatro o değil yani. Belki Rusya’da evet, Londra’da evet de senin yaşadığın ülkede o değil yani.
E.B.:Özellikle bahsetmek istediğin bir şey var mı? A.Y.: İnsanlarımızı oyunlarımıza bekliyoruz, gelsinler. Çok fena aç kaldık bu sene. (gülüşmeler)
E.B.:Bu sefer ülkenin şartlarına göre adapte olmaya çalışıyorsun. A.Y.: Evet. Şimdi mesela bizim kendi direnişimiz bu şartlara adapte olmamakla ilgili.
E.B.:Sadece seyircileri çağırmak üzerinden değil, ya arkadaş hakikatten biz şu anlamda çok iyi adamlarız ama şu anlamda bizi suistimal ediyorlar, diyebileceğin ya da bambaşka bir şey, buradan söylemek istediğin bir şey… A.Y.: Bizi her anlamda suistimal ediyorlar.Gerçekten de böyle çok ajistayon, gariban edebiyatı yapmak istemiyorum ama öyle yani. Yaptığın işin kimseye bir dokunuru yok çünkü, öyle bir kültürün yok. Kültürün o şekilde gelişmediği için, pavyon mantığıyla geliştiği için kültürün, öyle bir kayda değer bir durumu yok. Herhangi birinin gündeminde, en önemsiz olay olsa memlekette ya da memleket bugün günlük gülistanlığa bağlasa gerçekten yine de yirminci sıradasın. Böyle çünkü diyorum ya
E.B.:Ama bir yandan da ekip olarak toplanıp ne yapsak, neyi isterler acaba diye düşünüyorsunuz. A.Y.: İşte zaten asıl formül oradan geçiyor birazcık. Bu şartlara adapte olmayacağız ama bir kitle yaratacağız ve şunu söylemesi lazım o kitlenin: ‘Biz bu standarda ya da bu şartlara, bu çağa ait olmayan şeye destek oluyoruz. Evet, doğrusu bu, böyle olmalı, evet tam olarak böyle bir şey olmalı bu tiyatro.’ demesi lazım gibi geliyor bize. Onun için ‘Bu nasıl tiyatro’ diye bir şey paylaştık ve bunu platforma yayma düşüncesi, yani bunu daha genişletmek önce İstanbul’daki, sonra tüm Türkiye’deki tiyatrolar, tiyatro çalışanları, yani sadece oyunculardan bahsetmiyorum, terziler falan filan hepsi ve seyirciler ve bunu bir platform yapıp orada bu sorunun
gerçekçi cevabını bulabilmek. Belki de bin kişi katılacak ve bin kişi de aynı şeyi söyleyecek, ‘‘gülelim ağabey başka bir şey istemiyoruz, eğlendirsin, evet siz pavyon değilsini ama eğlenmek istiyorum ben, aramayın yani’’. Biz Türk tiyatrosunun ne olduğunu tam bilmiyoruz, şekillenmiş bir yapısı yok yani. Baya Ahmet Vefik Paşa ile birlikte Fransızlaşan, oyunculukta nasıl diyeyim, edebiyatında Fransız, oyunculuğunda Rus altyapılı, sonra İngiliz, yani Stanislavski üzerine İngiliz oyunculuğu falan filan. Sahne düzenin o değil zaten yani kullandığın sahne yapısı o değil. Tamamen, her taraftan bir şey alıp bir Türk tiyatrosu yaratılmaya çalışılmış. Bu da zaten seyircinin ve senin, diyorum ya kültüründe o yok dediğimiz adamla birleşemiyorsun o noktada. Politik taşlama nedir, politik söylem nedir? Tiyatromuz bizim belki de böyle olmamalı, biz politik denen şeyi öykünüyoruz bir yerlerden sürekli belki. Gerçeğimiz belki de bu değil. Küçük bir kitleye bir şey yapmaya çalışıyoruz ve o kitle hiç değişmiyor, o kitle hep aynı. Bunu yaratmaya çalışmak mı kolay yoksa zaten var olana kolay yutabileceğini bu hale getirmek mi kolay? Bunun arayışı aslında çünkü gerçekten olması gereken bence de o. Gerçekten tabiat dışında her şeye karşıdır diyorum ya hani, tiyatro tabiat dışında alayına gider yani. Çiçeğe böceğe bulaşma, ‘‘sen niye buradan bittin falan, bak ben şimdi sana bir oyun yazayım da nasıl sokuyorum seni yerin dibine’’ falan demez, diyemez yani. Bir insana neden doğdun diyecekse gerekçesi lazım ama onun dışındaki beşeri olaylara karşı söyleyecek sözü olması lazım. Bunu da talep edecek insana ihtiyacı var. O da senin o tepeden bakan hali değil. Onu sevmiyor yani bizim seyirci, çok ortada. Daha samimi, daha gerçekçi
olanı seviyor. Bu bence. Araştıracağız, bulacağız bunu.
E.B.:Teşekkür ederiz o zaman. A.Y.: Rica ederim. Ne demek. İyi ki geldiniz.
E.B.:Hakikaten sorulardan daha güzel cevaplar oldu. A.Y.: iyi o zaman, eyvallah.
E.B.:Hakikaten iyi ki geldik, iyi ki tanışmış olduk.
KULTURA
19
Emir Bozkurt
20
KULTURA
Zorluklarla dolu bir hayat hikayesini gülen gözlerinin arkasına saklamayı başarmış bir tiyatro ve sinema aşığı... Ekranların ve beyaz perdenin Adile Annesi olarak anılan Adile Naşit, 17 Haziran 1930 yılında doğdu. Tiyatrocu bir ailenin çocuğu olarak doğmuş olan Adile Naşit’in babası komedyen Naşit Özcan (Komik-i Şehir Naşit), annesi kantocu Amelya Hanım ve ağabeyi Selim Naşit Özcan da tiyatro oyuncularıdır. İki kardeş esas soyadları Özcan olmasına rağmen babalarını yaşatmak için Naşit adını kullanırlar. Onu tiyatroya yönelten olay ise babasının ölümüdür. Yıldız Yatılı Okulundan mezun olan Adile Naşit, 16 1943’te babasının vefatından sonra öğrenimini yarıda bırakarak İstanbul Şehir Tiyatrolarında Çocuk Tiyatrosu’na girdi. Dönemin sanatçısı Şevkiye May’ın “Ben senin ablan sayılırım Adileciğim, Sana bir nasihat, Bu çarpık bacakların bücür boyunla tiyatroda asla başarılı olamazsın. Yol yakınken dön.” demesine rağmen vazgeçmemiş tiyatrodan. Annesinin çalışmasına razı olamayarak maddi sıkıntılardan kurtulmak için profesyonel oyuncu olarak adımını attığı tiyatroda birçok rol olan sanatçı, “Her Şeyden Biraz” oyunuyla turneye çıktı. Daha sonra, ilerleyen yllarda “İkinci babamdır” diyeceği Muammer Karaca’nın Tiyatrosunda, 1948’den 1951 yılına kadar da Aziz Basmacı ve Vahi Öz’ün birlikte kurdukları toplulukta çalıştı. 1947 yılında Seyfi Havaeri’nin yönettiği “Yara” filmiyle
beyazperdede ilk rolünü aldı. Adile Naşit, Ömer Lütfi Akad’ın yönettiği, 1950 yapımı “Lüküs Hayat” filmiyle beğeni kazandı. Özel hayatını iş hayatının arkasına gizlemeyi başarabilen sanatçı, Muammer Karaca Tiyatrosunda tanıştığı Ziya Keskiner ile 1950 yılında evlendi. Bu evliliğinden 1953 yılında oğlu Ahmet dünyaya gelir ve
Gece Kuşu Zehra(1974), Minik Cadı(1975), Ah Nerede(1975), Çapkın Hırsız(1975), Hanzo(1975), Delisin(1975), Bitirimler Sınıfı(1975), Şehvet Kurbanı Şevket(1975), Plaj Horozu(1975), Haydi Gençlik Hop Hop(1975), Pembe Panter(1975), Sevgili Halam(1975), Televizyon Çocuğu(1975), Bizim Aile: Merhaba(1975) adlı filmlerde rol aldı. 1966 Adile Naşit için acı bir yıl oldu. Kalbi doğuştan delik olan Ahmet’in Amerika’da ameliyat olabilmesi için 100 bin lira gerekiyordu ama Adile Naşit’in ve Ziya Keskiner’in maddi durumu bu ameliyatı karşılamak için yeterli değildi. Bunun üzerine İstanbul Tiyatroları bir gecelik geliri 20 bin lirayı Ahmet’in ameliyat masrafına yardım amaçlı aileye verdi. Aynı zamanda “Gece Yarısı Tiyatrosu” yapıldı, gazetelerde yardım kampanyası düzenlendi. Para denkleştirildi, Ahmet’in ameliyatı başarılı geçti acak iki gün sonra girdiği komadan uyanamadı. 16 Haziran’da, Adile Naşit’in doğum gününden bir gün önce Ahmet hayata veda etti. Adile Naşit oğlunun ölüm haberini İzmir’de oyun öncesi aldı fakat yine de sahneye çıktı ve izleyicileri kahkahaya boğdu. O güne kadar korktuğu için uçağa binmeyen sanatçı, İzmir’den İstanbul’a uçakla geri döner. Oğlunu defnettikten sonra da tekrar İzmir’e dönerek turnesine devam eder. Adile Naşit o günden sonra bir daha uçağa binmez ve doğum günü kutlamaz.
”Beni hatırladığınız zaman içiniz hüzün değil, sevgi ve neşe dolsun....” ona yaşadığı tüm maddi sıkıntıları adeta unutturur. 1954 yılında yeniden girdiği Muammer Karaca Tiyatrosunda 1960’a çalışmaya devam etti. 1963 yılında Gazanfer Özcan - Gönül Ülkü Tiyatrosu’na girerek, 1975 yılına kadar burada devam sahne almaya etti. Bu süre zarfında aynı zamanda; Kahpe Kurşun(1957), Abbas Yolcu(1959), Vur Patlasın Çal Oynasın(1970), Beyoğlu Güzeli(1971), Sev Kardeşim(1972), Oh olsun(1973), Canım Kardeşim(1973), Salak Milyoner(1974), Aç Gözünü Mehmet(1974), Gariban(1974), Hasret(1974), Yüz Liraya Evlenilmez(1974), Mavi Boncuk(1974),
KULTURA
21
Umur Bugay’ın yazdığı ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği1975 yapımı “İşte Hayat” filmdeki başarısı Adile Naşit’e Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü kazandırır. İlki 1975’te çekilen, Rıfat Ilgaz’ın eserlerinden uyarlanan “Hababam Sınıfı” filmlerinde Hafize Ana rolüyle Türk halkının kalbine bir kez daha taht kurar. 1975’ten 1980 yılına kadar da: Hababam Sınıfı(1975), Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı(1975, )Süt Kardeşler(1976), Ne Bulduk Ne Umduk(1976), Hababam Sınıfı Uyanıyor(1976), Gel Barışalım(1976), Ah Dede Vah DEde(1976), Aile Şerefi(1976), Tosun Paşa(1976), Şabanoğlu Şaban(1977), Sakar Şakir(1977), Gülen Gözler(1977), Hababam Sınıfı
22
KULTURA
Tatilde(1977), Kibar Feyzo(1978), Sultan(1978), Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor(1978), Neşeli Günler(1978), Köşe Kapmaca(1979), Vah Başımıza Gelenler(1979), Doktor(1979), Erkek Güzeli Sefil Bilo(1979), Ne Olacak Şimdi(1979), İbişo(1980), Renkli Dünya(1980), Huzurum Kalmadı(1980), Beş Parasız Adam(1980) filmlerinde rol aldı. Ayrıca 1978’de Uluslar arası Sanat Gösterileri’nin tiyatro ve müzikallerinde görev almaya başladı. Gündüz setlerde geceleri ise tiyatro sahnelerine çıkmaya devam etti. 1980 yılına gelindiğinde Adile Naşit tüm halkın tanıdığı ve sevdiği bir isimdir. Dönemin popüler dergisi olan Ses dergisi de Adile Hanımla bir röportaj gerçekleştirir.
”Filmlerde hiç zorluk çekmem ağlama konusunda. Kafamın bir köşesine sıkışmış, atamadığım, söyleyemediğim olayları anımsar ağlayıveririm.” -Adile Hanım yıllardır vazgeçmediğiniz oyunculuk tutkusu nasıl bir tutkudur? Ben başka hiçbir şey görmedim ki. Tiyatroda doğduk Selim’le ikimiz. Kulislerde, tiyatronun ta içinde büyüdük. Babamızdan gelen bir tutku tiyatroculuk. Ayrıca çok sevdiğim bir iş. -Hiç canınız sıkılıp da bu sahnelerden kurtulayım, evimin bir köşesinde yün öreyim diye aklınızdan geçmiyor mu? Hayır, ‘geçmiyor’ diyebilirim. En çok yorulduğum, bunaldığım zamanlarda evimin bir köşesinde oturayım diye kafamdan geçiririm. Ama öylesine çabuk geçer ki bu duygu, hemen sahneyi özleyiveririm. -Peki provalar, geceleri oyun ve
bunun ardında evde yapılması gereken yığın iş kalıyor. Bunların altından nasıl kalkabiliyorsunuz? Genellikle yapılacak işim pek olmuyor. Eskiden yemekleri ben yapardım. Şimdi kocam yapıyor. Mutfağa girmiyorum bile. Bir tek çamaşırları yıkamak kalıyor, onu da ben yapıyorum artık yüzsüzlük olmasın diye. Diğer işler ise, ortaklaşa düşe kalka gidiyor.
-İnsan ilişkilerinden ve aşktan söz etsek. Örneğin kaç kez âşık oldunuz? Aşık olduğunuz zaman neler hissettiniz? Galiba ilk kez kocama, gerçekten âşık oldum. Senelerdir beraberlik yürüdüğüne göre, aşk sonradan sevgiye ve dostluk haline dönüştü. Kocam benden yirmi yaş büyüktür ve hep beni kollamış korumuştur bugüne dek. Aşık olmak duygusuna gelince, kötü bir şey aşk. Hüsranı, gözyaşı bol bir iş. Duyguların tümü pır-pır ediyor ya insanın içinde, ya sonrası ne oluyor? Hüsrana uğramayı sevmiyorum. -‘Ağlamak güzeldir’ derler. Sık sık ağlar mısınız? Ya da ağlamayı sever misiniz? Bayılırım. Öylesine çabuk boşalır ki gözümden yaşlar, ben bile şaşırıyorum. Galiba yaşantımın içinde tüm olayları bütün yoğunluğuyla yaşadığım için böyle. Bir olay bir başkasını anımsatıyor ve bir zincir halinde yürüyüp gidiyor kafamın içinde olaylar. Örneğin filmlerde hiç zorluk çekmem ağlama konusunda. Kafamın bir köşesine sıkışmış, atamadığım, söyleyemediğim olayları anımsar ağlayıveririm.
-Demek ki sıkıntılarınızı pek dışarıya vurmuyorsunuz ve bundan ötürü de zaman zaman mutsuz olduğunuz söylenebilir mi? Mutsuzluğun yanı sıra, sağlığım korkunç derecede bozuluyor. Tansiyonum düşüyor ve hasta bir kadın oluyorum. Mutsuzluk ayrı. Her insanın çok canının sıkıldığı bunaldığı zamanlar vardır. İşte öylesine bir şey oluyor. -Kadınlık sizce nedir? Çok önemi benim için. Hanımlığı, sevecenliği olmalı kadının. Evini sevmeli. işi varsa işini sevmeli ve ilişkilerini güzel tutmalı kocasıyla, dostlarıyla. İşte bütün bunları bilebilen bir kadın, bence kadınsı ve hanımlığı yapabilen bir kadın oluyor. -Çok güzel bir kadın olmak ister miydiniz? İsterdim. Hiçbir zaman kendimden memnun olmamışımdır. Giydiklerimin bana yakışmadığını düşünürüm. Makyaj yaparım, örneğin bir filmin galasına gitmek için, “Aman ne olmuşsun böyle” desinler, gözlerim dolar koşar banyoya yıkarım suratımı. -Biraz komplekslerinizi anlatmış oluyorsunuz böylece? Elbette. Giydiklerimi hiç yakıştırmam kendime dedim. Her zamankinden biraz daha şık giyinsem “Aman ne güzel olmuşsunuz Adile abla…” desinler mahvolurum. ‘İşte bana acıyorlar, onun için iltifat ediyorlar.’ diye. Son zamanlarda denize giremez oldum. dehşetli utanıyorum. Bu son yolculukta ya bir, ya da iki defa denize girdim. Hiç kimsenin ısrarı beni kandıramadı. etrafımda benim yaşımdaki kadınlar örtüler içinde oturup beni seyrettikçe, iyice kötü oluyorum, Hepten vazgeçiyorum. Aşağılık kompleksi bunlar tabii ki. -Korkak mısınız? Müthiş. Birisi pat
desin
ölebilirim.
KULTURA
23
Hemen tansiyonum düşer. Yataklara serilirim. Çok korkak büyüdüm. Küçükken bir gök gürültüsünde hepimiz öleceğimize inanırdık. Ailecek yatağın üzerine çıkar son dualarımızı yapardık sabahlara kadar. Sonra babamız bizi çok korkuturdu. Odada yaramazlık yapmayalım diye anahtar deliğinden duman üflerdi odanın içine. Ben ve Selim, oturduğumuz yerde korkudan çişimizi yapardık. Hep böyle ruhlar, ölüler, gök gürültülerinin bizi öldürecekleri korkusuyla büyüdük. -Batıl inançlarınız çok olmalı? Hemen hepsine inanırım. Biraz hafifletmeğe çalışıyorum bütün bunları ama, öylesine az yararı oldu ki bu çabamın. Kocam bile alıştı artık bütün bunlara. Birisi ölsün, gece hemen yataklarımız birleşir, bu iş bir ay kadar sürer. Olay biter, bir yenisi oluncaya kadar yine yaşamımız normale döner. -Sizi en fazla kızdıracak, yerinizden hoplatacak olay ne olabilir? Öylesine çok ki. Yukarıda da söylediğim gibi, kızgınlığımı açık açık belli etmiyorum. Ama, kırılıyorum. Örneğin, tiyatroda akşama kadar elleri donarak yerleri süpüren çocuğa “Haydi git de bana bir paket sigara al” deyiverenlere sinirlenmemek olası değil. Yüreğimin içinden bir şey cızlayıveriyor o zaman. Belki ağlıyorum, görmemezliğe geliyorum falan… -Kıskanç mısınız? Bilmiyorum. Ama iş konusunda kesinlikle kıskanç değilim. Arkadaşlarımın en iyi işi yapmaları beni sevindiriyor. Dostlarımı kıskanıyor olabilirim. Çok sevdiğim bütün sırlarımı, dertlerimi anlattığım bir dostum benim dışımda başka
24
KULTURA
bir dost bulup, benden yavaş yavaş ayrılırsa işte o zaman sezdirmeden kaçmayı seçiyorum. Kırgın oluyorum. Eğer kıskançlık buna deniyorsa böylesini yaşıyorum ben içimde. -Yaşamımız içinde yaşadığınız en büyük acı oğlunuzu kaybetmeniz oldu sanrım? Evet, daha büyüğünü yaşamadım. Biz ana, baba, çocuk değildik. Üç tane dosttuk. Güzel bir arkadaştık. Ölümüne hazırlamıştık biraz kendimizi. Açık kalp ameliyatıydı geçirdiği. Ve yaşayamadı. Ondan sonraki beş sene benim için inanılmaz acılarla dolu. Elbette Ziya Bey için de. İşte sonra kuş, köpek, bebek böyle oyuncaklara tutkun olduk. Balıklar yaşadı, köpek kör oldu, çiçekler büyüdü böyle gidiyor yaşamın geri kalan kısmı. -İşiniz, sıkıntılarınızı bir ölçüde olsa hafifletmiş olmalı. Evet. Sahne korkunç bir oyalanma oldu benim için. Ama, korkularım, ürkekliklerim gün geçtikçe daha da bir arttı. -Özlemlerinizin, keyiflerinizin eski tadı kaldı mı? Özlemler değişti. Yaşamadaki amaçlar bir başka türlü oldu galiba. Yine de sevinecek, mutlu olacak şeyler bulabiliyor insan her türlü acıya rağmen. -Ölmekten korkuyor musunuz? En büyük korkum. Aklıma getirdiğim an her tarafım titriyor. -Bir erkek sizce nasıl olmalı? Ha önemli işte bu. İnsanı saracak, güvenilecek birisi olması gerekiyor erkeğin. Sorumlulukları paylaşacak, dostluğu iyi tanıyan birisi diye tarif edebiliyorum.
”Yine de sevinecek, mutlu olacak şeyler bulabiliyor insan her türlü acıya rağmen.” 1981 yılında TRT’de çocuk programı yapmaya başlar. “Uykudan Önce” adlı programda çocuklara masallar ve öyküler anlatarak “kuzucuklarım” diyerek seslendiği çocukların “Masalcı Teyzesi” olur. 1982’de eşi Ziya Keskiner’in ölümünü de “Müzikli Kahkaha” oyununda oynarken öğrenir. Oyunun kuralı gereği İstanbul’a dönemez, Sahneye çıkar ve yine görevini başarıyla tamamladı. Eşinin ölümünden bir sene sonra 1983’te Cemal İnce ile ikinci evliliğini gizlice yaptı. Kariyeri boyunca canlandırdığı “anne” karakterleriyle halkın en sevilen isimi
olduğu için 1985 yılında “Yılın Annesi” seçildi. Hastalığının başlangıcında yapımcı ve yönetmen olan Ertem Eğilmez’in desteğiyle İstanbul’daki Fransız Lape Hastanesi’ne gönderilir. Hastanede 6 ay ömür biçilir Adile Naşit’e. Ertem Eğilmez bu duruma çok üzülür ve daha sonra Müjde Ar ve Sezen Aksu ile birlikte Adile Naşit’i İsviçre’ye yollar. İsviçre’deki tedavi sonuçu oradaki doktorlar da sanatçıya 6 ay ömür biçer. Buna rağmen ekranların, sinemanın, tiyatronun iyi yürekli, güler yüzlü, şen kahkahalı anası, teyzesi, ablası olan Adile Naşit 6 yıl daha neşe içinde yaşar.
KULTURA
25
Yiğeni Naşit Özcan bir süreliğine birlikte yaşadığı Adile Halası için şunları söylüyor: Baktığımızda şen kahkahalar atan Adile Naşit’in bu kahkahalarının içinde acı ve gözyaşları gizliydi, çünkü o bir anneydi, en kutsal değeri olan evladını kaybetmişti. Hayatta hiçbir şeye tamah etmedi, hiçbir şeyin fazlasını istemedi elindekiyle yetinmesini bildi. Çalıştığı filmlerden çok alacağı vardı ama borçlu öldü. Bu ülkenin dışında başka bir ülkede yaşıyor olsaydı inanılmaz bir servet sahibi olurdu. Ama gördüğüm kadarıyla maneviyat ve sevilmek onun için en büyük servetti.
Her gece mutlaka oğlunu düşünüp kısa bir süreliğine ağlar ve tekrar hayat dönerdi bu onun için ritüeldi sanki… Ama hiç oğlundan konuşmazdı.” (Naşit Özcan) 26
KULTURA
Hayat doluydu, neşe doluydu. Onun yanında gülmemenin imkânı yoktu.” (Halit Akçatepe) 1987 yılındaki “Annem/Bırakmam Seni” filmi Adile Naşit’in son filmi olur. Rol arkadaşı Canan Perver, filmin son zamanlarındaki Adile Naşit’i şöyle anlatıyor: Adile abla genellikle komedi filmlerinde oynadığı için pek ölmemiştir ama bu filmde ölmesi gerekiyordu. Kanser tüm vücudunu sarmış, birkaç aylık ömrü kalmıştı. Biliyordu öleceğşini. Çekim aralarında “Acaba bu filmi bitirebilecek miyim?” diye sorardı hep. Sıra o sahneye geldiği zaman gözyaşları içerisinde öyle dokunaklı oynadı ki sanki ölüm provasını yapıyordu. Son repliği de şuydu: “Beni hatırladığınız zaman içiniz hüzün değil, sevgi ve neşe dolsun.”
Filmden iki ay sonra, 11 Aralık 1987 yılında bağırsak kanserine yenik düşen büyük sanatçı 57 yaşında hayata ve sevenlerine veda etti. 13 Aralıkta düzenlenen törenin ardından Karacaahmet mezarlığına ilk eşi Ziya Keskiner’in ve oğlu Ahmet’in yanına gömüldü. Birçok filmde rol arkadaşı olmuş olan yakın dostu olan Halit Akçatepe, Adile Naşit’in cenaze gününden şöyle bahsediyor: Ben Adile ablanın cenazesinde sevgi denen şeyin resmini gördüm. Cenazeyi aldık karşı tarafa Karacaahmet’e götüreceğiz, köprünün üzeri doluydu, insanlarla doluydu.
KULTURA
27
52. ULUSLARARASI ANTALYA FİLM FESTİVALİ Her yıl sinema dünyasının en önemli isimlerini bir araya getiren ve Türkiye’nin en köklü film festivallerinden birisi olan Uluslararası Antalya Film Festivali, bu yıl da şehre yeni bir soluk katmaya hazırlanıyor.
Erdem Yaşar
28
KULTURA
Jüri Başkanı Ömer Vargı 52. Uluslararası Antalya Film Festivali ve Jüri Başkanlığı ile ilgili olarak Ömer Vargı; “Sinema; yaratanı, yapanı, izleyicisi, yazarları ve festivalleri ile bir bütün. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin, bu bütün içinde sinemamız adına korunması ve sahip çıkılması gereken geleneksel bir yapısının olduğunu düşünüyorum” dedi.
Yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği filmlerle Türkiye sinemasını izleyicisiyle barıştıran Ömer Vargı, 27 Kasım- 6 Aralık tarihleri arasında Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenecek 52. Uluslararası Antalya Film Festivali Ulusal Uzun Metrajlı Yarışma Jürisi’nin başkanlığını yapacak. Sinemaya 1974 yılında Yılmaz Güney ve Şerif Gören ile “Endişe” filminde çalışarak başlayan Ömer Vargı; “Deprem”, “Taksi Şoförü” ve “Nehir” filmlerinde Gören’in asistanlığını yaptı. ‘80’li yıllarda uzun metrajlı film yapımına başlayan Vargı, Link Prodüksiyon ve Filma-Cass’ın ortağı olarak, birçok uzun metrajlı filminin yanı sıra 1977 yılından bugüne dek binden fazla reklam filmi yönetti. Sinemamızın krizde olduğu yıllardan çıkmasını ve izleyicisiyle barışmasını sağlayan iki önemli gişe filminin, Şerif Gören imzalı “Amerikalı”(1993) ile Yavuz Turgul imzalı “Eşkıya”nın (1996) yapımcılığını Filma-Cass üstlendi. Vargı, 1998 yılında ilk kez bir uzun metraj film için yönetmenlik koltuğuna oturdu; hem izleyici hem eleştirmenler tarafından beğenilen “Her Şey Çok Güzel Olacak”a imza attı. “İnşaat” (2003), “Kabadayı” (2007), “Anadolu Kartalları” (2011) ve “İnşaat 2”yi (2015) yönetti.
Dünya sinemasının saygın isimleri de, festivalin Uluslararası Jürisi için bir araya geldi. Uluslararası Jüri, Türkiye’den iki filmin de yer aldığı 10 filmlik yarışma seçkisini izledikten sonra sonuçları, 6 Aralık akşamı Cam Piramit’te gerçekleştirilecek kapanış töreninde açıklayacak. 52. Uluslararası Antalya Film Festivali Uluslararası Yarışma’da bu yıldan itibaren En İyi Film ödülünün yanı sıra En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Müzik, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu kategorilerinde de ödül verilecek. Bu yıl ayrıca yarışmanın en iyi filmi 50.000 Euro para ödülü kazanacak. İzlanda sinemasının usta isimlerinden FRIDRIK THOR FRIDRIKSSON’un başkanlık edeceği jüride, Amerikan bağımsız sineması kökenli olmasına rağmen “Alacakaranlık / Twilight”ın yönetmenliğini üstlenerek kendini anaakım sinemada da kanıtlamış olan kadın yönetmen CATHERINE HARDWICKE, Romanya sinemasından dünyaya açılan genç ve başarılı oyuncu ANAMARIA MARINCA, gerilim sinemasının başyapıtlarından “Jaws”un senaristi CARL GOTTLIEB, geçtiğimiz yıl “Kuzu” ile ikinci kez Altın Portakal kazanan oyuncu NESRİN CAVADZADE, sayısız Hollywood efsanesini ilk kez kamera önüne çıkaran ve “Star Wars” gibi kilometre taşlarının da kast direktörlüğünü üstlenmiş olan DIANNE CRITENDEN ve Belçika sinemasının bol ödüllü, sıradışı yönetmeni DOMINIQUE DERRUDERE 52. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma Jürisi’ni oluşturuyor.
KULTURA
29
Yaşam Boyu Başarı Ödülü Catherine Deneuve’ün
Yaşam Boyu Başarı Ödülü sinema tarihinin efsanevi oyuncularından Catherine Deneuve’e verilecek. Deneuve, ödülünü festivalin 29 Kasım tarihindeki açılış töreninde alacak. Festival kapsamında “Yeni Ahit/ The Brand New Testament,” “Şerburg Şemsiyeleri / Les Parapluies de Cherbourg” ve “Hindiçin/ Indochine” filmlerinden oluşan toplu gösterisi düzenlenecek olan Deneuve, festivalin onur konuğu olacak. Tiyatrocu bir aileden gelen Catherine Deneuve, henüz 14 yaşında başladığı kariyerinde 58 yılı geride bıraktı. 1957 yılında oynadığı “Kolejli Kızlar / Les Collegiennes”den 2015 tarihli üç yapıma dek 130 civarında filmde rol aldı. Jacques Demy’nin unutulmaz müzikali “Şerburg Şemsiyeleri/Les Parapluies de Cherbourg” ile yıldızlaşan Deneuve, kısa sürede Fransız ve Avrupa sinemasının ikonu haline geldi. Bugün sinema tarihinin ustaları arasında sayılan döneminin önde gelen yönetmenleri Catherine Deneuve ile çalışmak için sıraya girdi. Demy’nin hemen her filminde rol alan Deneuve’ün filmografisindeki filmlerin pek çoğu klasikleşti, birçoğu da bugün başyapıt olarak kabul ediliyor. Fransız ve Avrupa sinemasına varlığıyla anlam katan, birbirinden nüanslı yorumlarıyla bir oyunculuk anıtı olarak izleyicileri kendine hayran bırakan Deneuve, yılda iki ya da üç filmde oynuyor. Olgunluk çağının saltanatını sürerken en başından beri tüm filmlerinde mükemmel performanslar sergiliyor. Filmografisinde yer alan yaklaşık 130 filmin her birinde tümüyle rolüne bürünürken onu ikonlaştıran aura’sından hiçbir şey eksiltmemeyi dün olduğu gibi bugün de başarıyor.
Kathleen Turner Antalya’da Perdeden ve sahneden taşan enerjisiyle tanınan Kathleen Turner, 52. Antalya Uluslararası Film Festivali’ne geliyor. 1980 ve 90’ların en önemli yıldızlarından Kathleen Turner, Antalya’ya geliyor. Beyazperdedeki ustalığını tiyatro sahnesine de taşıyan sanatçı, yıllardır oynadığı birbirinden farklı rollerle Hollywood ikonu olmayı sürdürüyor. Gerek ülkesinde gerek uluslararası arenada geniş kitleler Turner’ı özellikle Michael Douglas’la birlikte oynadıkları, oyuncuya ilk Altın Küre’sini kazandıran “Amazon’da Fırtına / Romancing the Stone”, “Nil’in İncisi / Jewel of the Nile” ve “Güllerin Savaşı / War of the Roses” adlı
30
KULTURA
sevilen gişe hitleriyle hatırlıyor. Güllerin Savaşı, bu kez festival kapsamında Antalya’da sinemaseverlerin karşısında olurken, izleyiciler Turner’la yan yana, aynı salonda nostaljik bir yolculuğa çıkmanın büyüsünü yaşayamaya hazırlanıyor. Tiyatroda yoğun biçimde çalışan, yönetmenlik de yapan Turner’ın kitapları da özellikle kadınlara ilham veren biyografik yapıtlar olarak raflardaki yerini alıyor. Uluslararası Antalya Film Festivali kapsamında ülkemize ilk kez gelen sanatçı altı gün kalarak Güllerin Savaşı gösteriminin yanı sıra söyleşilere katılacak ve özel bir workshop da gerçekleştirilecek…
Oscar Ödüllü Jeremy Irons Antalya’da Zamanımızın en gözde aktörlerinden Jeremy Irons, Yaşam Boyu Başarı Ödülü almak üzere 52. Uluslararası Antalya Film Festivali açılış törenine katılacak. Türkiye sinemaseverlerinin kalbini ilk olarak Meryl Streep’le oynadığı “Fransız Teğmenin Kadını” filmiyle fetheden Jeremy Irons, Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü almak üzere Antalya’ya geliyor. Mesleğe başladığı tiyatroya tutkuyla devam eden Irons, aynı zamanda sahnelerin en aranan oyuncularından biri. Her yıl birden fazla sinema filminde oynamasına rağmen tiyatro çalışmalarını da disiplinli biçimde sürdürüyor. Festivalde ayrıca Irons’ın onuruna, tek yumurta ikizi kardeşleri canlandırarak en sevilen performanslarından birini verdiği “Ölü İkizler / Dead Ringers” filmi izleyiciyle buluşacak. Gösterimin ardından sanatçı izleyicilerden gelen soruları cevaplayacak.
KULTURA
31
Kısa ve Belgesel Film Seçkisi Belli Oldu Kısa ve belgesel filmlerin seçki başlıkları altında olmaları, bu iki film türünde yetkin örnekler sunan sinemacıların Altın Portakal heykeline sahip olabilmeleri ve sinemaseverlerin bu bölümlerde yer alan filmlere olan ilgisini artırmak amacıyla, hem Kısa Film Seçkisi’nde hem de Belgesel Film Seçkisi’nde yer alan filmler halk oylamasına açılarak Kısa Film İzleyici Ödülü ile Belgesel Film İzleyici Ödülü sahibi olacaklardır. 200’e yakın başvuru arasından seçilen filmlerden oluşan
AZAD // Yakup Tekintangaç BALIK HAVUZU // Ezgi Kaplan DAĞINIK YATAK // Eytan Peker HURŞİT // Selcen Yılmazoğlu HUZUREVİ // Ahmet Toklu
32
KULTURA
Kısa Film Seçkisi’nde, Türkiye coğrafyasının dört bir yanından, birbirinden farklı öyküleri, özgün bir sinema dili ve benzersiz bir anlatımla sunan 10 kısa film yer alacak. Bu yıl Uluslararası Yarışma filmleri öncesinde 800 kişilik Aspendos salonunda, ulusal ve uluslararası film profesyonelleri ile sinemaseverlerin katılımıyla gerçekleştirilecek gösterimlerde seyirciyle buluşacak olan filmlerden biri, halkın oylarıyla belirlenecek Kısa Film İzleyici Ödülü’nün de sahibi olacak.
ORMAN // Onur Saylak & Doğu Akal TİK-TAK // Zeynep Kocak UÇURTMA // Serdal Altun UZUN BİR GÜN // Cenk Ertürk ZİLAN // Mehmet Mahsum Akyel
Festivalin gerek bu yılki yarışmalı bölümlerine başvuran, gerekse de gösterim talebinde bulunan kısa, uzun ve orta metrajlı belgeseller arasından seçilen, birbirinden farklı temalarda yetkin örneklerden oluşan Belgesel Film Seçkisi’nde ise 12 film yer alıyor. Belgeseller, geniş kapsamlı
AH YALAN DÜNYA // Atalay Taşdiken & Hacı Mehmet Duranoğlu ANADOLU MASALLARI // Emin Fırat Övür TAŞI TOPRAĞI BOZUK PARA OLAN ŞEHİR // Orçin Uzun ÇİROK // Muhammet Beyazdağ GODESBANA // Nursena Şimşek İMECE EVİ // Yahya Ercan
bir seyirci kitlesinin izlenmesi amaçlanarak, her yıl olduğu gibi yönetmenlerinin katılımıyla Antalyalı sinemaseverlerle buluşacak. Seçkide yer alan eserlerden biri, halkın oylarıyla belirlenecek Belgesel Film İzleyici Ödülü’nün de sahibi olacak.
KAYIP ZAMANLAR // Faysal Soysal MOTEL HASANKEYF // Valeria Mazzucchi SIRADIŞI İNSANLAR // Orhan Tekeoğlu SULAK // Alkım Ün TİMUR HAKKINDA // Özgü Özbudak ZERK // İnan Erbil
KULTURA
33
Kemal Sunal Sergisi 52. Uluslararası Antalya Film Festivali, aramızdan ayrılışının 15. yılında Türkiye sinemasının en önemli isimlerinden Kemal Sunal’ın kişisel eşyalarından oluşan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Eşi Gül Sunal’ın katkılarıyla gerçekleşecek Kemal Sunal Sergisi için Antalya Kültür Merkezi’ne gelecek eşyalar arasında; Hababam Sınıfı filminin unutulmaz spor dersi sahnesinde giydiği kırmızı beyaz tişörttenden, Süt Kardeşler’deki bahriyeli üniformasına kadar sanatçıyla özdeşleşmiş çok önemli parçalar var. Kariyeri boyunca unutulmaz filmlere imza atan Kemal Sunal, 1977 yılında Kapıcılar Kralı’ndaki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Altın Portakal’ını da kazanmış ve filmlerinde canlandırdığı karakterlerle beyaz perdenin unutulmazları arasına girmişti. Sanatçının doğum günü dolayısıyla Uluslararası Antalya Film Festivali’nden gelen açıklamada, sinemamızın efsanevi isimlerinden Kemal Sunal’ın aramızdan ayrılışının 15 yılında kendisini anmak üzere sergisine ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyduklarını ve bu kendilerine bu konuda her türlü desteği veren eşi Gül Sunal ile çocukları Ezo ve Ali Sunal’a teşekkürlerini belirttiler.
Yaşam Boyu Onur Ödülü ve Yıldırım Önal Anı Ödülü Uluslararası Antalya Film Festivali’nin Yaşam Boyu Onur Ödülü bu yıl üç sanatçıya takdim ediliyor. Son filmi “Gece” ile hala genç ve yenilikçi bir sinemanın izini süren usta yönetmen Erden Kıral, unutulmaz performansları ve klasikleşmiş yerli komedilerde Yeşilçam’ın efsane isimlerinden birine dönüşmüş olan Ayşen Gruda ile kariyeri boyunca 200’e yakın filmde rol alan, sinema ve televizyon dünyasının en deneyimli karakter oyuncularından Kayhan Yıldızoğlu festivalin açılış töreni sırasında verilecek ödüllerin sahipleri olacak. Festival tarihinde son derece anlamlı bir yere sahip olan Yıldırım Önal Anı Ödülü ise bir yıl boyunca Tijen Par’a emanet…
Gerçek Bir Usta: Erden Kıral Sinemamızın yetmişli yıllardaki gençleşme ve siyasallaşma sürecine “Kanal” ve “Bereketi Topraklar Üzerinde” filmleriyle katkıda bulunan usta yönetmen Erden Kıral, Yılmaz Güney’le başladığı sinema kariyerini bağımsız olarak sürdürdü. Ferit Edgü’nün “O” adlı romanından yola çıkarak beyaz perdeye aktardığı “Hakkari’de Bir Mevsim” adlı filmi 1983 yılında, Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülü de dahil olmak üzere çok önemli ulusal ve uluslar arası ödülün sahibi oldu. Erden Kıral, Türkiye’de “arthouse” sinemasının dışlandığı dönemlerde ürettiği “Ayna” ve “Av Zamanı” gibi filmlerle bu zorlu günlerin sınavından başarıyla geçti. En iyi film ve yönetmen Altın Portakal’larını kazanan “Mavi Sürgün” ile birlikte girdiği olgunluk döneminde “Yolda”, “Vicdan” ve “Yük” gibi bol ödüllü, yenilikçi yapıtlara imza attı. Geçtiğimiz yıllarda 52. Selanik Film Festivali’nde Türkiye dışında ilk kez bir Avrupa ülkesinde Erden Kıral’a özel bölüm açıldı ve filmleri toplu olarak Avrupa izleyicisiyle buluştu. Kıral, son olarak başrollerini Nurgül Yeşilçay, Mert Fırat, Vildan Atasever ve İlyas Salman’ın paylaştığı “Gece” filmiyle seyirci karşısına çıktı.
34
KULTURA
Sinemamızın Gülen Yüzü: Ayşen Gruda Rol aldığı ilk filmden itibaren yarattığı karakterlerle büyük başarılara imza atan ve tekrarı güç rekorlar kıran Ayşen Gruda, komedi dendiğinde akla gelen ilk isimler arasında yer alıyor. Kemal Sunal, Şener Şen, İlyas Salman’la birlikte rol aldığı filmlerde yarattığı karakterlerle ismini sinema tarihine altın harflerle yazdırmayı başaran Gruda; Davaro, Çiçek Abbas, Hababam Sınıfı serisi, Şekerpare, Çöpçüler Kralı, Tosun Paşa, Bizim Aile, Süt Kardeşler gibi sayısız filmde yer aldı. Gruda son dönem Türkiye sinemasının dikkat çeken filmlerinden “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?”, “Pazarları Hiç Sevmem” ve “Pek Yakında” gibi örneklerinde usta işi performanslar sergilerken, 2010 yılında Sinan Çetin’in “Kağıt” filmindeki rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Altın Portakal’ının da sahibi olmuştu.
Tiyatrodan Beyaz Perdeye: Kayhan Yıldızoğlu Muhsin Ertuğrul’la tanışmasının ardından uzun yıllar İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahneye çıkan Kayhan Yıldızoğlu, sinemaya 1966 yılında Fatih’in Fedaisi ve Malkoçoğlu filmleriyle geçiş yaptıktan sonra Memduh Ün, Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz, Süreyya Duru, Orhan Aksoy, Ertem Göreç ve Tunç Başaran filmlerinde sıklıkla kamera karşısına geçti. Kült mertebesine ulaşmış fantastik ve aventür filmlerin de dahil olduğu 200’e yakın filmde rol alan Kayhan Yıldızoğlu, yer aldığı Üç Arkadaş, Şoför Nebahat, Kara Gözlüm, Keloğlan gibi klasiklerin yanı sıra, Yavuz Turgul’un “Eşkıya”sındaki Artist Kemal karakteriyle de de hafızalara kazındı.
Yıldırım Önal Anı Ödülü: Tijen Par’ın Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden 1958 yılında mezun olan Tijen Par; Haldun Taner’in “Dışardakiler” oyunuyla tiyatroya başladı. 1964 yılında yedi filmde birden rol alarak sinemaya hızlı bir giriş yaptıktan sonra Lütfi Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Yılmaz Duru ve Duygu Sağıroğlu gibi ustaların filmlerinde yer aldı. Yönetmenlik denemesinde de bulunan Par, Selvi Boylum Al Yazmalım da dahil olmak üzere çok sayıda filmde seslendirme sanatçılığı da yaptı. Sanatçı halen Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde akademisyen olarak görev yapıyor.
KULTURA
35
Yıldırım Önal Anı Ödülü Etkileyici bir geçmişe sahip Yıldırım Önal Anı Ödülü, tiyatrodaki İsmail Dümbüllü Ödülü’nün misyonunu Uluslararası Antalya Film Festivali aracılığıyla sinemamıza taşıyor ve her yıl bir oyuncuya emanet edilerek el değiştiriyor. Ünlü aktör Yıldırım Önal, “Dinmeyen Sızı” filmindeki rolüyle 1973 yılında “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” seçilerek Altın Portakal ödülünü kazandı. Hayatının son yıllarında girdiği ekonomik sıkıntı nedeniyle, ödülünü rehinciye bırakmak zorunda kalan Önal, geri alamadan hayatını kaybetmişti. Yıllar sonra rehincinin oğlu tarafından Antalya Kültür Sanat Vakfı’na teslim edilen Altın Portakal heykelciği, 1999 yılından itibaren Yıldırım Önal Anı Ödülü olarak her yıl bir oyuncuya emanet ediliyor.
Destek Fonu Jürisi ve Projeler 52. Uluslararası Antalya Film Festivali kapsamında, Antalya Film Destek Fonu’ndan bir film projesine 100.000 TL değerinde ödül verilecek. Farklı kuşaklardan sinemacıların imzasını taşıyan yedi projeyi Türkiye sinema sektörünün önde gelen isimlerinden Ezel Akay (yapımcı, yönetmen), Caner Özyurtlu (yapımcı, yönetmen, oyuncu) ve Engin Palabıyık’tan (idari yapımcı) oluşan jüri değerlendirecek.
Antalya’nın Türkiye sinemaseverlerine armağanı olan Uluslararası Antalya Film Festivali, bu yıl şehrin marka değerine ve sinemamıza katkı sağlayacak çok önemli bir başlığı daha festival programına ekledi: Antalya Film Destek Fonu (AFDF). En az üçte biri Antalya’da çekilecek uzun metrajlı bir filme, proje aşamasında destek olmak üzere başlayan AFDF, kentin film endüstrisinin gözde lokasyonlarından birine dönüştürülmesi planında önemli bir rol oynuyor.
Kapanış Töreni Onur Konuğu Vanessa Redgrave 52. Uluslararası Antalya Film Festivali, sinema tarihinin gelmiş geçmiş en önemli aktristlerinden birisini daha ağırlıyor. Oscar, Tony ve Emmy ödülü sahibi İngiliz tiyatro, televizyon ve sinema oyuncusu Vanesssa Redgrave… Sanatçıya festivalin kapanış gecesinde Yaşam Boyu Başarı Ödülü sunulacak. Vanessa Redgrave; tiyatro alanında tanınmış bir aile olan Redgrave ailesine mensup. Babası Sir Michael Redgrave ile kardeşleri Lynn ve Corin de İngiliz sahnelerinde haklı şöhretlerini pekiştirdikten sonra, kimi zaman Vanessa Redgrave ile de karşılıklı oynadıkları, önemli sinema filmlerinde yer aldı. Vanessa Redgrave, ailesinden devraldığı yeteneği, usta yönetmen Sir Tony Richardson’la evliliğinden doğan çocukları Joely Richardson ve Natasha Richardson’a da aktararak ‘oyunculuk ailesi’ni büyüttü. Kendisi ise Oscar’ın yanında iki Emmy, iki Altın Küre, iki Cannes En İyi Kadın Oyuncu, Tony, Screen Actors Guild ve tiyatroda Laurence Olivier ödülleriyle de başarısını defalarca ispatladı. Aynı zamanda 2 dalda Oscar adayı ve Altın Palmiye’li usta yönetmen Michelangelo Antonioni
36
KULTURA
imzalı, sinemanın kilometre taşlarından “Cinayeti Gördüm / Blow Up” ile David Hare’in yönettiği, Altın Ayı sahibi “Wetherby” gibi filmlerde ve “Derin Darbe /Deep Impact” ile “Görevimiz Tehlike / Mission Impossible” gibi popüler yapımlarda da aldı. Redgrave, 1958’de beyazperdedeki ilk rolünde, “Behind The Mask” filminde, saygın bir oyuncu olan babası Sir Michael Redgrave’le birlikte oynadı. Birkaç yıl sonra, 1966’da, “Morgan: A Suitable Case for Treatment”taki rolüyle Oscar’a aday gösterilirken Cannes’daki ilk En İyi Kadın Oyuncu ödülünü de kazandı. Aynı yıl Fred Zinnemann imzalı başyapıt “Her Devrin Adamı” (A Man For All Seasons) filminde erkek kardeşi Corin Redgrave ve ‘sinemanın dahi çocuğu’ Orson Welles’le kamera karşısına geçti. Yine aynı yıl usta yönetmen Michelangelo Antonioni’nin, kültleşecek filmi “Cinayeti Gördüm”de (Blow Up) David Hemmings’e eşlik etti. Bu unutulmaz işleri, Vanessa Redgrave’in kişisel tarihi için de ayrı bir yeri olan “Camelot” takip etti. Kral Arthur ve Guinevere’nin evliliğini konu alan filmde Redgrave, yıllar sonra evleneceği Franco Nero ile tanıştı. Çift, filmlere
yakışır bir hikayeyle, tanıştıktan neredeyse 40 yıl sonra tekrar birbirlerini bulup evlendi. Redgrave’in, 2010’da oynadığı “Letters to Julia” filminin hikayesi de tam olarak buydu! 1972’de “Mary, Queen of Scott”ta İskoç Kraliçesi Mary’yi canlandıran Redgrave, bir kez daha Oscar ve Altın Küre’ye aday gösterildi. Oscar Ödülü’nü ise 1978’de, Fred Zinnemann’ın yönettiği, başrolü Jane Fonda ile paylaştıkları ve Nazi döneminde iki güçlü kadının dostluğu ile rejime karşı duruşunu konu edinen “Julia”daki rolüyle alacaktı. Ancak ödül konuşması da tarihe geçecekti. Zira o sırada “Filistinli” adlı bir belgesel çeken hatta bunu finanse edebilmek için çocuklarıyla yaşadığı evini satan Vanessa Redgrave, yoğun tehditler alıyordu. Belgeselin gösterildiği salonlara yönelik Yahudi grupların, bombalamaya varan, protestoları bir yana Oscar gecesi, Redgrave’in hayatını koruyabilmek için çatıya keskin nişancılar yerleştirilmişti. Alkışlar içinde sahneye çıkan Redgrave’in konuşması, salondaki bir grup tarafından yuhalanarak protesto edilirken usta oyuncu, “Dünyanın her tarafındaki Yahudiler’in haklarını korumaya devam edeceğim. Ancak bir avuç Siyonist kabadayıya da karşı duracağım” diyordu. Bu konuşmadan sonra bir süre iş bulamadığını, adeta bir sansüre uğradığını yıllar sonra verdiği röportajlarında dile getirecek olan başarılı oyuncuyu hiçbir şey yıldırmadı. İngiltere’de yenilikçi bir hareket olan Devrimci İşçi Partisi’ne katıldı. İsrail’e karşı Filistin Kurtuluş Örgütü’nü, Ruslar’a
karşı Çeçenler’i destekledi. Hatta tutsak düşen Çeçen liderlerden Ahmet Zakayev ile CIA tarafından yakalandıktan sonra Guantanamo’da esir tutulan Filistinli Cemil el Benna’nın 50’şer bin Sterlin’lik kefaletini cebinden ödedi, UNICEF İyi Niyet Elçisi seçildi, Saraybosna’da UNESCO temsilcisi olarak görev yaptı, kardeşi Corin’le kurduğu Barış ve İlerleme Partisi’yle Irak Savaşı’na karşı ve insan hakları için kampanyalar düzenledi. Dur durak bilmeden aşkla çalışan Redgrave, 90’lar ve 2000’lerde unutulmaz performanslara imza attı. Her defasında farklı yeni kuşak oyuncularla kamera karşısına geçen oyuncu, bu filmlerde de ışıldıyordu. 1992 yapımı “Howerds End”deki rolüyle bir kez daha En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar’a aday gösterildi. Shakespeare yorumlarından edindiği tecrübeyi beyazperdeye taşıyan Redgrave; Sidney Lumet, Tinto Brass, Ken Russel, Stephen Frears, Brian de Palma, Sean Penn gibi isimlerin de aralarında olduğu pek çok farklı kültürden isimle çalışma konusunda açık olan nadir örneklerden. Hayatında olduğu gibi sinemada da İskoç Kraliçesi Mary, ünlü yazar Agatha Christie, Virginia Woolf’un kaleminden çıkan Mrs. Dalloway gibi güçlü, bağımsız ve kararlı kadın karakterleri canlandıran oyuncu, modern dansın yenilikçi efsanesi Isadora Duncan’ı canlandırdığı ve tıpkı onun gibi çıplak ayakla dans ettiği unutulmaz performansı ile de Oscar adaylığı ve Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı.
KULTURA
37
Erdem Yaşar
Kült kelimesiyle neredeyse özdeşlemiş olan ve birçok kırdığı rekorla sinema tarihinde özel bir yere sahip olan Star Wars serisi tekrar gündeme oturmayı başardı. Bilim kurgu sinemasında yeni bir çığır açan filmin geçmişi aslında birçok bilinmeyen ilginç anılara da 38 KULTURA ev sahipliği yapıyor. İşte karşınızda şimdiye kadar pek duyulmamış olan ilginç gerçekler.
KULTURA
39
1
2 40
KULTURA
Filmin en önemli karakterlerinden birisi olan Yoda’yı neredeyse bir maymun oynayacaktı. J. W. Rinzler’ın kaleme aldığı The Making of Star Wars’ta yer alan kitaba göre George Lucas Yoda karakterini elinde baston tutan ve yüzünde maske olan sevimli bir maymunun oynamasını planlamıştı.
Boba Fett’in filmde hiç görünmediği gibi bir inanış yaygın olsa da bu da yanlış. Fett’i canlandıran aktör Jeremy Bulloch, filmin son dakikalarında imperial officer rolüyle kamera karşısında yer alıyor.
3 4
5
Her filmde söylenerek filmle özdeşleşmiş bir cümle yer alıyor. “I have a bad feeling about this.” ya da “I have a very bad feeling about this.” (Bununla ilgili içimde çok kötü bir his var) bütün Star Wars filmlerinde kullanılmış bir cümle. Return of the Jedi filminin hikaye geliştirme sürecinde George Lucas’ın aklında aslında bizim izlediğimizden çok farklı bir final mevcuttu. Lucas’ın kafasındaki hikayede Luke, ölen Vader’ın maskesini çıkarıp kendisi takarak “Now I am Vader” (Artık Vader benim) sözleriyle Dark Side’ı geçiyordu.
Star Wars ve boy band kavramları kulağa çok uzak geliyor değil mi? Aslında çok da uzak değilmiş. Lucas’ın kızının ricası üzerine ‘N Sync adlı müzik grubu, Attack of the Clones filminde kameraların önüne geçmiş olsa da son kurguda yer aldıkları sahne filmden çıkarıldı. KULTURA
41
6
7 42
KULTURA
Yoda’nın ayak parmakları sayısında ufak bir kafa karışıklığı mevcut. The Phantom Menace filminde sadece 3 ayak parmağı olan Yoda’nın The Empire Strikes Back, Return of the Jedi ve Revenge of the Sith filmlerinde ise 4 ayak parmağı var.
Star Wars ve 2001: A Space Odyssey filmleri neredeyse birebir aynı prodüksiyon kadrosuna sahip. Lucas’ın Kubrick’e olan hayranlığından kaynaklanan bu karar ile Lucas, Kubrick’le birlikte bu filmde çalışmış olan birçok kişiyi Star Wars setine dahil etmiş ve kendilerine “The Class of 2001” ismini takmıştır.
8
Ewok dili aslında Nepal ve Tibet dillerinin bir karışımından oluşturuldu.
9
Spielberg’ün kült filminden hatırladığımız E.T. Karakteri de The Phantom Menace filminde yer alıyor. Queen Amidala’nın Grand Convocation Chamber sahnesinde Brodo Asogi gezegeninden gelen delegeler rolünde yer alan karakter, Spielberg ve Lucas’ın bilim kurgu dünyası arasında bir köprü niteliği de görüyor. KULTURA
43
10
11 44
KULTURA
Filmlerde Darth Vader karakterini perdeye yansıtan David Prowse’un bütün Star Wars etkinliklerine katılması yasaklandı. Sebebi ise Lucas’ın kendisini sinir bozucu bulması.
TIE Fighter’ın sesi, bir fil sesi ile ıslak asfaltta giden bir araba sesinin karışımıyla oluşturuldu. Chewbacca’nınsesi ile ayı, aslan, porsuk, mors ve birkaç farklı hayvanın daha bir araya getirilerek oluşturuldu. Işın kılıcının o tanıdık sesi ise çok eski bir televizyonun tüpünün ve projeksiyon cihazı motorunun çıkardığı sesten meydana geliyor.
12
The Phantom Menace seti hazırlanırken 1.93 boyundaki Liam Neeson hesaba katılmamıştı. Birçok kapının aktörün boyuna göre tekrar ayarlanması ise prodüksiyon bütçesine 150 bin dolarlık bir artışa neden oldu.
13
Harrison Ford’un canlandırdığı Han Solo rolü için diğer düşünülen isimler arasında Burt Reynolds, Al Pacino, Jack Nicholson ve Christopher Walken yer alıyordu.
14
Bütün seride en çok stop-motion tekniğinin kullanıldığı film Empire Strikes Back oldu. KULTURA
45
15 16 17 18 46
KULTURA
The Empire Strikes Back filmindeki bol efektli astroid sahnesindeki gök cisimlerinden birisi bir ayakkabıyken başka birisi de patatesti. A New Hope filminin bütçesi o kadar düşüktü ki Lucas ve ekibi (oyuncular dahil) ABD’den İngiltere’ye uçakla ekonomi sınıfında gitmek zorunda kaldı. The Phantom Menace filminde Liam Neeson’ın oynadığı Qui-Gon Jinn karakterinin kullandığı iletişim cihazı, aslında kadınlar için üretilmiş olan bir epilasyon cihazının biraz modifiye edilmiş haliydi. Obi-Wan Kenobi rolündeki Alec Guinness’in anlaşması üzerine filmin toplam gelirinden aldığı %2’lik pay, kendisine 95 milyon dolarlık bir servet kazandırdı.
19
20
Tatooine sahnelerinin çekilebilmesi için Tunus’da inşaa edilen binaların birçoğu halen yerinde durmakta, hatta bazıları bölge insanları tarafından kullanılıyor.
Luke Skywalker karakterinin son ismi son ana kadar Luke Starkiller olarak tasarlanmıştı.
KULTURA
47
21 22
23 48
KULTURA
Tupac Shakur da Mace Windu rolü için deneme çekimine katılanlar arasındaydı.
Naboo’nun başkentinin etrafında görülen şelaleler aslında su değil tuz kullanılarak yapıldı.
Ödül avcısı Bossk’un kullandığı kostüm aslında daha önce Doctor Who’da kullanılan bir kostümdü.
24 25
Jar Jar Binks karakterine hayat veren Ahmed Best de bir sahnede arka planda görünen yüzlerden biri olarak yüzünü bu filme taşımayı başardı. George Lucas’ın kızı Katie Lucas, Attack of the Clones filminde Twi’lek dansçılarından birisi olarak kamera karşısına geçti. Kardeşi Amanda Lucas da arka planda görünen figüranlardan birisiydi. Erkek kardeşleri Jett Lucas ise genç Padawan’lardan birisi rolünde filmde görülüyor. KULTURA
49
Yeşil Deniz Kabuğu Sarah Jio Aşk yirmili yaşlarda kolaydı. Birlikte dünyayı fethedebiliyordunuz. Hayaller rengarenk yaşanıyordu. Her zorluğun üstesinden birlikte gelebiliyordunuz. Birlikte olduğunuzda geri kalan her şey önemini yitirirdi. Peki ya şimdi? Yeşil Deniz Kabuğu, geçmişin peşimizde olduğunun hikâyesi. Kailey ile birlikte çıkılan zamanlar arası yolculukta siz de geri kalanları, hayatımızdan silinmiş olanlar ve geçmişinizi düşüneceksiniz.
Kafa Erdem Demirkıran İnsan sevdikleri söz konusu olduğunda kendi canından vazgeçebilir. Peki insanlık için neler yapabiliriz? Kafa, Kennbora’da insanlık için özgürlük mücadelesi verirken kafası kesilerek idam siyahi köle Glorius’un hikayesini anlatıyor. Kafası kesildikten sanır herkes onun öldüğünü sandı ama o hala hayattaydı. 91 saniye başı gövdesinden ayrı bir şekilde hayatta kalacaktı. Ben Dünyanın En Akıllı İnsanıyım ve Sadece Aptallar Sekiz Saat Uyur’un yazarının yeni kitabı Kafa, Glorius’un 97 saniyelik yaşantısını 184 sayfayla anlatıyor.
Örümcek Ağındaki Kız Mıllennıum IV David Lagercrantz Lisbeth Salander, Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi NSA’yı haclemiş ve önemli bilgiler edinmiştir. Ejderha dövmeli kızın adaletsizliğine öfkesi bu sırları öğrendikten sonra daha çok artacaktır. Diğer yandan Mikael Blomkvist’a Profesör Balder’dan yapay zeka ile ilgili gizemli bir telefon gelir. Millennium’u içine düştüğü zor durumdan kurtarması için gerekli olan haberin kokusunu alan Mikael, profesörü ziyerete gittiğinde bir ağın içine düştüğünü anlayacak ve yıllar sonra Lisbeth ile yolları kesişecektir.
50
KULTURA
Bu Yalnızlık Bana Fazla Bölüşelim mi? Murat Tavlı Yaşamak diyorum... Ne kadar değerli değil mi? Uyandığım her yeni günden alacaklıyım çünkü ben her borcumu kolayca içime çekip bir türlü geri veremediğim nefesimle ödüyorum. Bazı günler lime lime eksiliyor, yeni bir yaprak daha düşürüyorum gövdemden. Neye uyanacağını bilememek öyle zor ki... Haksızlık mı yoksa kader mi? Tek bildiğim her geçen gün biraz daha eksiliyorum. Şimdilerde yaşayarak, görerek, insanlığıma insanlık katan her değerimi sorgulayarak yaşadığım ve bir türlü geriye saramadığım günlerimi yaşıyorum. Demem o ki yaşarken kötüleşiyorum, ciddileşiyorum ve hissizleşiyorum. Kendime yabancılaşmama sebep olan kim varsa söyleyin onlara hakkımı helal etmiyorum! Yine de eyvallah ama ben en çok da beni özlüyorum…
Uyumsuzlar Rasim Özdenören Yedi Güzel Adam’dan biri olan Rasim Özdenören, Türk hikâyeciliğinin yaşayan büyük isimlerinden biri. Yazarın yeni kitabı Uyumsuzlar, yazarın son zamanlarda yazdığı öyküleri ve yıllar önce yazılıp bir kenara bırakılmış, yayınlanmamış öykülerini barındırıyor. İnsanı, aşkı ve uyumsuzları bulacağınız öyküler, Türk hikâyeciliğini bir adım daha öteye ilerletiyor.
Sen Benim Hayatımsın Ferzan Özpetek Aktör olmak isteyen santral operatörü, narsist bir trans, kasiyer, kleptoman bir prens… Hayata ve tüm renklerine bağlı olan bu karakterlerin öyküsü bir diğerinin öyküsünden besleniyor. Aile bağları ile hayatımızı zenginleştiren, kan bağının ötesindeki dostları, sevgilileri; ölümü, kayıbı, yenilgileri ve daha birçok korkumuzla bizi yüzleştiren bir roman. Sen Benim Hayatımsın, 80’li yıllardan günümüze olan zamanda kadere başkaldıran sahici bir aşk öyküsü romanı.
KULTURA
51
Ütopya Leonardo Patrignani Jenny, Alex ve Marco’nun on sekiz yıllık güvenli ve huzurlu hayatları sadece sayısız Çoklu Evren’in sadece bir gerçekliğidir. Doğu’ya gitmek için yetişmeye çalıştıkları trene giderken yaşadıkları gerçek midir? Anna’nın yaptığı takas nelere yol açacaktır? Dünya bir diktatör nedeniyle parçalanırken seksen yaşında bir adam hapse atılmıştır, iki genç laboratuar farelerine dönüştürülmüştür ve tek umut zihinlerdir. Her yolculuğun sonu başka bir dünyaya açılır.
Eleanor ve Park Rainbow Rowel Birbirinden farklı iki insanın yaşadığı sıra dışı bir aşk hikâyesi. Kızıl saçlı, etrafındaki herkesi sıradan ve yetersiz gösteren Eleanor ile Park’ın yaşadığı aşk bizi de ilk aşık olduğumuz zamana götürecek. İlk aşkın sonsuza dek sürmediğini bilen ama yine de ondan vazgeçmeyen on altı yaşındaki Eleanor ve Park’ın saf ve giderek olgunlaşan aşkı bir okul yılı boyunca sürecek. “Eleanor&Park, genç olup bir kıza aşık olmanın ötesinde, genç olup bir kitaba âşık olma hissini de hatırlattı bana.” John Green, Aynı Yıldızın Altında’nın yazarı
Bir Yazarın Karalama Defteri Osman Coşkun Her şeyi bulduğunuz gibi bırakın, gökyüzünü, mesire alanlarını, deniz kenarlarını, martıları, kedileri, köpekleri, kuşları, sinekleri ve sivrisinekleri, böcekleri ve hamam böceklerini, vapurları, arabalı feribotları, şarkıları, türküleri (remix yapmayın lütfen), gülleri, bülbülleri, laleleri, şehirleri, bir yerden bir yere giden otostopçuları, seni sevi- yorum kelamlarını ve sizi gerçekten seven insanları, evet özellikle insanları bulduğunuz gibi bırakın, sizden sonra da bir hayat kalsın, son kullanma tarihi geçmiş olmasın ve gören geçmiş olsun canım kardeşim demek zorunda kalmasın. Bulduğunuz gibi ve bulunmasını istediğiniz gibi bırakın her şeyi! Dağıtmadan, kırmadan, dökmeden, iz bırakmadan! Lütfedip itina gösteriniz, lütfen!
52
KULTURA
Mucize R.J. Palacio August(Auggie) Pullman yüzünde doğuştan olan fiziksel bozukluktan dolayı okula gidemiyordu, ta ki ortaokul beşinci sınıfa başladığı zamana kadar. Ömrünüzde bir kere bile “yeni çocuk” olduysanız bu durumun ne kadar zor olduğunu bilebilirsiniz. O sıra dışı yüzünün ötesinde sıradan bir çocuktu ama yeni sınıf arkadaşları yüzünün ardındaki Auggie’yi görebilecekler mi? “Mucize aslında… tam bir mucize. Kendinize bir iyilik yapın ve bu kitabı okuyun; hayatınızı iyileştirecek.” Nicholas Sparks, New York Times çok satan yazarı
Kızıl Kraliçe Victoria Aveyard Fakir bir kasabanın kızıl yaşlı on yedi yaşındaki Mare’si yaşadığı talihsiz olaylar sonucu gümüş sarayında çalışmaya başlar. Doğaüstü yetenekleri olan Gümüşler, kızılları köle olarak çalıştırmakta ve savaşlara kızılları göndererek onları ölüme terk etmektedirler. Kızılların başkaldırı hareketinin lideri Kırmızı Muhafızlar’ın davasını ateşleyecek olan ise Mare’dir. Mare bunu fark ettiğinde kendini bir oyunun içinde bulur. Mare’nin dünyasında kan kızılı, varoluşun biçimini belirlemektedir.
Beyaz Yalan Demet Kaytan Aldanmayın temizliğine… Beyaz renkten başörtüsü de olur duvak da; gelinlik de olur kefen de… En kötüsü de Beyaz Yalan. Tehlikedir aslında beyaz. Zelal’in başına gelenler hep beyaz yalan yüzündendi. Bütün bir ömrü savruldu gitti. Zelal mucizelere inanmazdı, öyle büyük hayalleri de yoktu. Clark Gable bakışlı aşkı ardından yıllarca gözyaşı döktü ama sonra anladı ki ölüm varken yaşayan biri için ağlıyorsa bu aşk değil terk edilişti. Aşk bir rüyadan ibaretti.
KULTURA
53
Aşka Özgürlük Peter Sollett’in yönetmenliğini üstlendiği romantik, dram türündeki film polis memuru Laurel Hester’ın gerçek hayat hikayesini konu ediniyor. 2005 yılında akciğer kanseri olduğunu ve sayılı günlerinin kaldığını öğrenen Laurel Hester, emeklilik gelirinin hayat arkadaşı Stacie Andree’ye devredilmesi için mücadele eder. Senaristliğini Ron Nyswaner’ın yaptığı filmde Ellen Page, Julianne Moore, Steven Carell, Michael Shannon, Luke Grimes, Mary Birdsong, Dennis Boutsikaris, Skipp Sudduth gibi isimler rol alıyor.
Düğün Dernek 2: Sünnet Başrollerinde Ahmet Kural ve Murat Cemcir’in rol aldığı filmin yönetmenliğini yine Selçuk Aydemir yapıyor. İlk filmde oğlunun düğününü yapan İsmail, bu kez de torununa sünnet düğünü yapacaktır ama ilk filmde olduğu gibi önce biraz ortalık karışacaktır. Ahmet Kural ve Murat Cemcir’e eşlik eden isimlerin arasında Rasim Öztekin, Barış Yıldız, Devrim Yakut, İnan Ulaş Torun, Şinasi Yurtsever ve Erdal Tosun gibi oyuncular var.
Macbeth William Shakespeare’in ölümsüz eseri Macbeth, Justin Kurzel yönetmenliğiyle beyazperdeye geliyor. Macbeth, 11. yüzyılda, İskoçya’da Kral Duncan’ın ordusunda görev yapıyordur. Asillere karşı önemli bir savaş kazandıktan sonra karşılaştığı üç kahin Macbeth’e, kral olacağını söyler. Aklından bir türlü kral olacağını çıkaramayan Macbeth, eşinin de yönlendirmesiyle Kral Duncan’ı öldürür ve tahta geçer fakat bu onun için yeterli olmaz. Elde ettiği güç onu yalnızlığa ve çevresine karşı kuşku duymaya iter ve kendisine engel olarak gördüğü herkesi öldürmeye kararlıdır. Uyarlama filmde Michael Fassbender, Marion Cotillard, David Thewlis, Paddy Considine, Jack Reynor, Sean Harris, Elizabeth Debicki ve David Hayman gibi isimler rol alıyor.
54
KULTURA
Ölüm ve Ötesi Oyuncu Anna Fritz’in bir otelde ölü olarak bulunması halkta büyük bir şok yaratır. Güüzel oyuncunun cesedi, Pau’nun çalıştığı hastanenin morguna gönderilir. İçe kapanık biri olan Pau, Anna’nın cansız bedenini gördüğünde kendini onu izlemekten alıkoyamaz. Daha sonar Pau Anna’nın çıplak fotoğraflarını çekerek arkadaşı Ivan’a gönderince, Ivan ve diğer arkadaşı Javi hastaneye gelirler. Sarhoş olan arkadaşlar Anna’yı görme konusunda ısrarcıdırlar çünkü Anna ile birlikte olan son kişiler olmak istiyorlardır. Héktor Herández Vicesns’in yönetmenliğindeki gerilim filminin oyuncu kadrosunda ise Alba Ribas, Cristian Valencia, Bernat Saumeli ve Albert Carbó gibi isimler yer alıyor.
Rüzgarın Hatıraları Özcan Alper’in yönetmenliğindeki Türk yapımı dram filmi yönetmenin üçüncü uzun metrajlı filmidir. Filmde Onur Saylak, Murat Daltaban, Mustafa Uğurlu, Ebru Özkan, Sofia Khandemirova, Tuba Büyüküstün, Menderes Samancılar ve Nihat İleri gibi isimler rol alıyor. Aram, muhalif şair ve yazardır. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine yakın Türkiye’den kaçmak zorunda kalan Aram’ın yolculuğu, Sovyet Gürcistan sınırlarına ulaşamadan Karadeniz ormanlarında sona erer. Bu yolculuk Türkiye’nin unutturulmaya çalışılan geçmişiyle Aram’ın sürgününe dair ip uçları barındırıyordur.
Victor Frankenstein Daha önce pek çok uyarlaması yapılmış olan filmin hikayesi Mary Shelley’in romanına dayanıyor. Bu kez Max Landis’in senaristliğini üstlendiği filmin yönetmen koltuğunda Paul McGuigan bulunuyor. Filmde James McAvoy, Daniel Radcliffe, Jessica Brown Findlay, Bronson Webb, Daniel Mays, Spencer Wilding, Andrew Scott ve Callum Turner gibi isimler rol alıyor. Frankenstein tıp öğrencisidir ve hastalıklara son verebilmek için insanı yeniden yaparak ölümsüzlüğe ulaştırmayı ister. Çeşitli malzemeleri bir araya getirerek oluşturduğu insan iki buçuk metra boyundadır. Kalvenizm, elektrik gücü ve simyanın etkisiyle canlanan yaratığından korkarak kaçar ama yaratık onu yapan kişiyi tanıyordur ve insanların neden ondan kaçtığını merak ediyordur.
KULTURA
55
Star Wars: Güç Uyanıyor Star Wars serisinin merakla beklenen yedinci filmi bu ay vizyona giriyor. Yönetmen koltuğunda ise son zamanların bilimkurgu-aksiyon sinemasının yükselen isimlerinden J.J. Abrams bulunuyor. Senaryosu Lawrence Kasdan, J.J. Abrams ve Michael Arndt’ta ait olan filmde, Harrison Ford, Mark Hamill, Adam Driver, Carrie Fisher, Max Von Sydow, Daisy Ridley, John Boyega, Lupita Nyong, Oscar Isaac, Andy Serkis, Anthony Daniels, Domhnall Gleeson ve Peter Mayhew gibi isimler rol alıyor.
Gassal Abbas yaşamını kendi yaşadğı yeri günlük kiralayarak sağlar. Bu yer diğer insanların yaşadıkları yerden biraz farklıdır. Ölülerin bir süre bekletildiği ve yıkandığı yer olan gasilhanede yaşamaktadır. Bir gün Akay adında biri gasilhaneyi kiralar. Akay, Abbas’ın sırlarını öğrenir ve bu sırları ortaya çıkarmak için çabalar fakat bu sandığı kadar kolay olmayacaktır. Senaristliğini ve yönetmenliğini Alper Kıvılcım’ın yaptığı gerilim türündeki filmde, Ayhan Eroğlu, Nilay Olcay, Hatice Yıldız, Mustafa Çelik, Alican Çokoğur ve Muratcan Bozaslan gibi isimler rol alıyor.
Ma Ma Julio Medem’in senarist ve yönetmen koltuğunda olduğu filmde Penélope Cruz, Luis Tosar, Jon Kortajarena, Alex Brendemühl, Asier Etxeandia, Silvia Abascal, Ciro Miró, Norberto Trujillo gibi isimler rol alıyor. Filmin müzikleri ise İspanyol besteci Alberto Iglesias’a ait. İspanya yapımı dram filmi işsiz olan genç bir öğretmenin hayat hikayesini konu ediniyor. Magda işsizliğinin yanı sıra meme kanseriyle de mücadehele ediyordur. Hayat onun için acı doludur ama hayat ona mücadele edebilecek fırsatı verecektir.
56
KULTURA
Momentum Alex eski ortağı tarafından son bir soygun için ikna edilir. Gizemli hırsız, son soygununun sadece bir hırsızlık olayı olmadığını anlayacaktır. Soygunun arkasındaki gizemi ortaya çıkarmalı ve onu br hedef haline getiren erkeklerin gizemini keşfetmelidir. Stephen Campanelli’nin yönetmenliğini üstlendiği gerilim-aksiyon türündeki filmde Morgan Freeman, Olga Kurylenko, James Purefoy, Jenna Saras, Karl Thaning, Dylan Edy, Greg Kriek ve Marian Frizelle gibi isimler rol alıyor.
Nadide Hayat Çağan Irmak’ın yönetmenliğini yaptığı filmde Demet Akbağ, Yetkin Dikinciler, Ümit Erlim, Sevil Akı, Efecan Şenolsun, Irmak Örnek, Gizem Erdem ve Sadi Celil Cengiz gibi isimler rol alıyor. Çağan Irmak’ın uzun metrajlı on ikinci filmi olan Nadide Hayat, ikinci baharını yaşamak isteyen Nadide’nin hikayesini konu ediniyor. Nadide eşinin vefatından sonra eski, gençlik yıllarına dönerek hatalarını telafi etmek istiyordur. Nadide, gazetede gördüğü bir haberle kendini önce okul sıralarında ardından da mavi sularda bulacaktır.
The Lobster Alternatif bir gelecek öyküsü The Lobster’ın yönetmenliğini Yorgos Lanthimos yapıyor. Yalnız, ilişkisi olmayan insanların tutuklandığı bir dünyada, bekar insanlar korkunç bir otele yerleştirilir. 45 gün sonra, kendileriyle eşleşen kişiyle ilişkiye başlamak zorunda kalırlar. Kurdukları bu ilişkide başarıyı yakalayamazlarsa ölüm ormanına gönderileceklerdir. Bilimkurgu,dram ve komedi türündeki filmde Colin Farrell, Rachel Weisz, Jessica Barden, Olivia Colman, Ashley Jensen, Ariane Labed, Angeliki Papoulia, John C. Reilly gibi isimler rol alıyor.
KULTURA
57