Kültür Çıkmazı Dergisi 14. Sayı

Page 1


Genel Yayın Yönetmeni İlker Ardıç Editör Sosyal Medya Yönetmeni Basın Tanıtım Sorumlusu Selin Sabcıoğlu Yazarlar Ayça İşbilen Benan Şahindoğan Bilal Çakıl Birkan Akyüz Burak Karakaya Didem Onmuş Dilek Aydınlıoğlu Fatih Albayrak Halil Bağış Kurtuluş Öztürk Murat Erdoğan Nebi Eren Bayramoğlu Neslihan Şahin Özge Özgüner Özgün Kabacaoğlu Serap Bozkurt Sibel Ayan

kulturcikmazi

İki aylık uzun aradan sonra tekrardan karşınızda olmanın gururunu yaşıyoruz. Ekim sayımızda Amerikan edebiyatının önemli ismi Edgar Allan Poe’yu kapağımıza taşımaya karar verdik. Hem bilmeyenler için büyük bir eksiği kapatalım, hem de bilenlere tekrar kitaplarını karıştırma fırsatı tanıyalım… Bu aranın ardından dergimizde değişiklikler oldu elbet. Aramızdan ayrılan yazarlarımız da oldu, ailemize yeni katılan isimler de oldu. Misafir yazarlarımız arasından kadromuza dahil olan kalemlerde… İçeriğimize geçecek olursak yine çok keyifli iki röportajı yazarımız Selin Sabcıoğlu sizin için hazırladı. Sayın Tolga Futacı ve Tayfun Ünlü’ye bizi kırmadıkları için buradan teşekkür ediyorum ve bu keyifli iki röportajı da mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Hatırladığınız gibi dergimizde birçok yazı dizisi mevcuttu. Bunlardan benim yazdığım “Telefon Kulübesi” artık sadece Wattpad platformunda yayınlanacağı için yeni bölümleri dergimizde yer almayacak. Ama “Mektup Ritüeli” ve “Ray Harding” sayfalarımızda karşınıza çıkmaya devam edecekler. Ayrıca önümüzdeki sayılarda yeni bir öykü dizisi de sayfalarımızda yer alabilir…


Son olarak, önümüzdeki sayıdan itibaren astronomiye, bilime ve gökyüzüne dair ilgi çekici yazılarıyla Halil Bağış da karşınızda olacak. Okuyan, araştıran, sorgulayan ve merak eden okuyucularımız olduğu için böyle bir köşenin de fazlasıyla ilgi çekeceğini düşünüyorum. Bütün bu yazıların yanı sıra yazar kadromuzun ve misafir yazarlarımızın kaleme aldığı birbirinden güzel şiir, deneme ve öyküler de her zaman ki gibi sizleri bekliyor. Ve tekrar hatırlatalım. Eğer sizin de bir yerlerde gizlediğiniz kara kaplı bir defteriniz varsa, Kültür Çıkmazı ailesine katılmak için daha fazla beklemeyin. Kısa bir aradan sonra 15. sayımızda tekrar buluşmak dileğiyle, edebiyatla kalın... Ve şunu asla unutmayın. “Bu sokakta her yol edebiyata çıkar, Kültür Çıkmazı…”

Misafir Yazarlar Barış Ünlü Ela Öçal Elif Amuçka Erkan Katırcı Mert Düzel Merve Nur Doğan Ömür Ak Özge Taşdemir Ruken Candan Ümmet Caner Misafir Fotoğrafçılar Burak Erdoğan

Reklam ve Sponsor kulturcikmazi@kulturcikmazi.com


İçindekiler

5 Ekim 2015

14. Sayı

6. “Edgar Allan Poe” - Benan Şahindoğan 8. “Tolga Futacı” Röportajı - Selin Sabcıoğlu 14. Bilemiyorum Sevgili - Neslihan Şahin 15. Gidiyorum - Kurtuluş Öztürk 16. Hoşça Kal… - İlker Ardıç 18. Ölünmez Akşamın Ufku - Ayça İşbilen 19. Hiç Yıldızlı Otel - Nebi Eren Bayramoğlu 20. Mektup Ritüeli - Bölüm 4: Cehennem ve Meliha - Fatih Albayrak 22. (Fotoğraf) - Burak Erdoğan 23. (Fotoğraf) - Burak Erdoğan 24. “Tayfun Ünlü” Röportajı - Selin Sabcıoğlu 28. Okyanusun Üç Rengi - Bilal Çakıl 29. Sensizliği Anlamak - Benan Şahindoğan 30. Erguvan Yalnızlık - Sibel Ayan 32. Hesapsız Pusulam - Serap Bozkurt 34. Türkçe Türkçe Türkçe - Özgün Kabacaoğlu 36. Dedelerimin Dedesine Mektup - Nebi Eren Bayramoğlu 37. Dans Pisti - Neslihan Şahin 38. Çalgılı Çengi - Serap Bozkurt 40. Ayracım Var Ama Yerim Belli Değil - Selin Sabcıoğlu 41. Bir Sevda Masalı - Birkan Akyüz 42. Zihinsel Portreler - Ela Öçal 44. Şehitler Ölmez, Evlatlar Ölür - Ümmet Caner 45. Puslu Yalnızlık - Ömür Ak 46. Katran Dolu Nefesler - Erkan Katırcı 48. Arayış ve Kayboluş - Elif Amuçka 49. Uyuyan Dev - Ruken Candan 50. Kes - tik - Özge Taşdemir 51. Saçmalık - Merve Nur Doğan 52. Ayrılık Kesiği Tebessümler - Barış Ünlü 53. Yalnızlığın Tablosu - Mert Düzel Keyifli Okumalar…



“Edgar Allan Poe” Edgar Allan Poe 19 Ocak 1809 tarihinde Amerika’da doğmuştur. Babası David Poe, annesi Elizabeth Arnold Hopkins Poe tiyatro yeteneği olan bir İngilizdir. Anne ve babasının sanat ve tiyatroyla ilgilenmesi Edgar'ı etkilemiştir. Edgar Allan Poe'nun ismi bile William Sheakspeare'nin ünlü Kral Lear'dan esinlenilmiştir. Poe daha küçük yaşlardayken

babası evi terk etmiştir ve daha sonra da annesini kaybetmiştir. Annesinin vefatından sonra John Allan tarafından evlatlık edinmiştir. Edgar Allan Poe'nun sanatı da hayatına benzer. Karmakarışık ve acı dolu hayatını sanatlarında da görebiliyoruz. Kendi hissettiği, acı verici duyguları eserlerine çok iyi bir şekilde yansıtmıştır ve hayatında yaşadığı olayları canlandırmasını da gayet iyi yapmıştır. Çağdaş Avrupa şiirini etkilemiş olan ''Kuzgun'', ''Annabel Lee'', ''Çanlar'' eserleri çok duygu yüklüdür. Bu eserler Türkçe dahil bütün dillere çevrilmiştir. Askerlik yaptığı dönemde ilk çalışması olan 40 sayfalık ''Tamerlane and Other Poems'' çıkardı. İlk başlarda ilgi görmedi. Borçlu olduğu insanlardan korktuğu için adını gizledi ve ''Bir Bostonlu tarafından'' diye ekledi. Askerlikten döndükten sonra, Baltimore Saturday Visiter adlı derginin açtığı yarışmaya katıldı ve “MS. Found in a Bottle” adlı çalışması ile ödül kazandı. Bu eser sayesinde yolu açıldı. Amerika’nın birçok eyaletinde eserlerini sergiledi. Edgar Allan Poe gotik edebiyata büyük katkılar sağladı. Arkasından gelen yazarları etkiledi. Eleştirme yazılarında da çok kuvvetli yazılar yazmış ve kendi alanında örnek olmuştur.


Hikayeciliği kullanışı en eşsiz eserleri ortaya çıkarmasını sağlamıştır. Kabus fikrini hikayelerine geçirdikten sonra temel olan olaydan önce etkileyici düşünceyi ortaya koyup daha sonra düşünceye göre olay belirliyordu ki bu sayede okuru kitaplara kilitleyen eserler ortaya koymuştur. 1840’ta Gülünç ve Arabesk Öyküler’i yayımlayan Poe, 1841 yılında da Graham’s dergisinin editörü oldu. 1845’te “Kuzgun”u yayımladı. 1847’de karısı ölen Poe, özellikle onun hayatında önemli bir yere sahip olacak olan Sarah Helen Whitman ile tanıştı. Bayan Whitman’ın çok etkisinde kalan Poe, intihara kalkıştı. Daha sonra bilinmeyen nedenlerden kendinden geçmiş bir biçimde bulundu ve Washington Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Bilincini kazansa da nöbetleri geçmedi ve gitgide daha büyük acılar içinde kaldı. 7 Ekim 1848’de de öldü.

Benan Şahindoğan benansahindogan@kulturcikmazi.com


“Tolga Futacı” Röportajı Bu ayın konuğu, müzisyen ve oyuncu Tolga Futacı. Aslında ben de sizlerle birlikte tanıyacağım. Böyle güzel sesleri tanımıyor olmaktan şahsım adına utandım. Neyse lafı fazla uzatmadan sohbete geçelim. - Yukarıda da dediğim gibi, ben dahil sizi pek çok kişi tanımıyor. Affınıza sığınarak soruyorum. Bize kendinizden kısaca bahseder misiniz? Çünkü diğer sorulara da cevap kalsın. - İlkokulu Turhan ve Mediha Tansel İlkokulu’nda, ortaokul ve liseyi Kadıköy Anadolu Lisesi’nde, üniversitenin ilk yılını Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde ve geri kalanını ise Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okudum. Üniversite hayatım devam ederken, Akademi İstanbul’da müzik eğitimi aldım. Askerliğimi Ankara’da, Armoni Mızıkası Komutanlığı’nda jazz standartları ve Türkçe pop müzik söyleyerek kısa dönem yaptım.

Ortaokul yıllarımda, Erol Sayan, Melahat Pars gibi değerli hocalardan solfej ve nazariyat, Adnan Günaydın’dan da kanun dersleri aldım. Üç sene kadar süren kanun çalma maceram udla tanışınca son buldu. Bir süre sayın Necati Çelik ve daha sonra sayın Sinan Kayan ve Vedat Yar ile ud ve nazariyat derslerim devam etti. Üniversite yıllarımda Akademi İstanbul’da Ayşe Tütüncü ile piyano, Ali Fuat Yılmazoğlu ile gitar, Semih Korucu ile solfej ve armoni ve Mehmet Nemutlu ile de müzik teorisi çalıştım. Metin Arolat’a gitarla, Gülşen, Ayşe, Ajda Pekkan ve Aşkın Nur Yengi’ye sesimle, Jale’ye, Bora Öztoprak’a gitar ve sesimle, Leman Sam’a ud, gitar, buzuki ve sesimle, en son olarak da Sibel Tüzün ve Altay’a ud ve sesimle eşlik ettim.


Bu işler devam ederken, arkadaşlarımla kurduğumuz bir ekiple çeşitli kulüplerde “sadece sevdiğimiz şarkılar” konsepti altında programlar yaptık. Şu aralar beni gerçekten heyecanlandıran müzikal bir yolculuğun peşindeyim. Gözümü dünyaya diktim. Öğrenim döneminizin büyük bir bölümünü Kıbrıs’ta geçirmişsiniz. Sonrasını Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde devam etmişsiniz. Öğrenim hayatınızı orada tamamlayıp, orada yaşamaya devam etseydiniz, sizce nasıl bir hayatınız olurdu? - Aslında yalnızca ilk seneyi orada okudum ve buraya geçiş yaptım. O dönem insanın başında bir gençlik rüzgarı eserken, Türkiye’yi, burada kalan arkadaşlarını ve çevreni çok özlüyorsun. Orada yalnızca ders çalıştım ve spor yaptım. Dolayısıyla limitli ve sıkıcı bir hayatım vardı. Ancak şimdilerde anlıyorum ki, ben dünyanın her yerinde yaşayabilirim. Ve orası aslında belki de dünyaya açılabilmek için bir fırsattı ama yukarıda bahsettiğim özlemler ağır basınca ve bu tarafa geçişi çok isteyince, hayatımda hiç yapamadığım, belki de hiç önemsemediğim bir şeyi gerçekleştirip okulun “onur listesi” ne girdim. Annem ağlamıştı bunu duyunca. - Çok klasik olacak ama müziğe başlama serüveninizi bizimle paylaşır mısınız?

“İlgilenmediğimiz bir şey için çok çalışmaya stres denir. Sevdiğiniz ve aşık olduğunuz bir şey için çalışmaksa tutkudur.”

- Babamın benden habersiz ATV’deki İner Misin Çıkar Mısın programına yolladığı form neticesinde, onlardan gelen teklif üzerine orkestrada ud çalmaya başladım. Bu müzik hayatımın da başlangıcıydı. Tüm program boyunca görev aldım ve aynı zamanda A’dan Z’ye adlı programda da ud, gitar ve zaman zaman perkusyon çaldım.

Kanunu üç sene çaldım ama ben sazıma sarılmak istediğimi fark ettim. Kanunsa kucağımda duruyordu. Udun perdesiz olması ve bana sonsuz ses perdesi sunması ve özellikle sesi, aradığım enstrümanın bu olduğunu düşündürdü. Hala çok büyük zevkle çalarım. Ve bir müzisyenin, gitarı bilemem ama piyanoyla zaman geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve hatta, klasik müzik dinlemenin enstrüman çalabilmek kadar önemli olduğuna inanıyorum.

- Sizce hangisini çalmak ya da öğrenmek daha zor? Kanun mu, ud mu, piyano mu yoksa gitar mı? Neden?

- ATV’deki “İner misin Çıkar mısın?” programı desek, bize o süreci anlatır mısınız?

- Bence kendinizi neye adayabildiğinizle ilgili bu sorunun cevabı. Bir cümle okudum geçenlerde ve çok hoşuma gitti.

- Baya eskilere gittik. Ben o dönem, müzikal hayatıma finans sağlayabilmek için bir devremülk şirketinde çalışıyordum. Bir gün bir telefon geldi ve... Gerisi önceki soruda belirttiğim gibi.


- Pek çok sanatçı ile çalışmışsınız. Sizce farklı isimlerle çalışmak mı insanı verimli kılar yoksa bir isimle yıllarca çalışmak mı? - Çeşitlilik size farklı vizyonlar sağlar. Her türden kitap okumaya çalışırım mesela. Her tür müziği dinlerim. Her insanla ayırt etmeden aynı dikkatle ve ilgiyle konuşurum. Bir isimle yıllarca çalışırsanız yalnızca onun vizyonunu görürsünüz.

- Yıllar geçiyor, hayatlar değişiyor. 42 yaşına geldim, evlendim ve harika bir kızım var. Ve çok yol katettim. Bu şartları düşünürseniz tabi ki katılmam. Ama o zamanlara dönersek, düşünmeden giderim yine. Çünkü bu yarışmanın yurtdışı formatlarını takip ediyordum ve “bunu burada yaparlarsa, yalnızca buna katılırım” diye içimden geçiriyordum. Bana kattıklarını inkar edemem.

- 2004 yılında Akademi Türkiye’de ikinci olmuşsunuz. Sonrasında hayatınızda bir değişiklik oldu mu? Şimdi ki ses yarışmaları ile ilgili ne düşüyorsunuz?

- Bazı sanatçılar müzik piyasasının iyileştiğini, bazı sanatçılar da piyasanın çöküşe geçtiğini söylüyor. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

- Hayatımda olumlu anlamda çok güzel şeyler oldu. Her şeyden önce, harika insanlar tanıdım ve bazılarını kaybettim. Bir Meral Okay’ı, bir Barış Akarsu’yu tanımak parayla alınamayacak kadar kıymetliydi.

- Müzik piyasası diye bir şeyin kaldığını düşünmüyorum artık.

Bu yarışmalar birer televizyon programı. Malzemesi insan, amacı reyting. Hepsi bu. “Bu iş bana ne katar?” sorusunu asla akıldan çıkarmadan, ayakları yere basarak giderse, her şey daha olumlu olabilir katılan kişi için. Bizim programın bir daha çekilmemesi, onu özel kıldı. Ve son bir not; bizde insanlar sadece yarışmacıları hatırladı, çünkü jüri hiçbir zaman ön planda olmadı. - O zaman değil de şimdilerde yarışmaya katılmayı düşünür müydünüz? Yoksa o zaman katılmanız daha mı iyi oldu?

- İtiraf ediyorum, sizi daha önce şöyle bir gönül verip dinlemedim. Ama pişman oldum dinlemediğim için. Araştırırken, “Mavi” isimli şarkınızı dinledim ve çok beğendim. TV’lerde ve radyolarda çıkmayarak bizi kötü seslerle baş başa bırakıyorsunuz? Neden? - Önce teşekkür ederim. Geç olması, hiç olmamasından iyidir. Ve bir teşekkür de Sibel Alaş için. Sözlerini o yazmıştı. Bu arz-talep meselesi. Televizyon başka bir mecra. Bir de ben, biraz eskide kalan naifliği özlüyorum ve bu da romantizm olarak algılanıyor olabilir. Bu çok da tercih edilen bir şey değil artık televizyon dünyasında. Bedenen günümüz hızındayım ama ruhum daha sakin. Erkeklerin, kadınların kapısını açtığı, Beyoğlu’na takım elbiseyle çıkıldığı, nezaketin, estetiğin ve hoşgörünün meziyet sayılmadığı dönemlere ait ruhum. - Çoğunlukla single çıkarmışsınız. Böyle devam edecek mi? Yoksa bir albüm gelecek mi? - İki albümüm var ve üç adet de single. Hatta önceki soruda bahsettiğimiz “mavi” ilk albümüm “Cennet Bahçesi”nden. Single’lardan iki tanesi de ikinci albümüm “Aşkolsun” dan iki şarkıya farklı düzenlemeler. Yalnızca “Senden Sonra” yeni bir şarkı.


için müziği bırakmak doğru mu? Yoksa her şeye rağmen müzik mi? - Müziği bırakabileceğimi sanmıyorum. Belki yeniden şarkı söylemek istemeyebilirim ya da şarkı yazmak istemeyebilirim ama müziği bırakamam. Müzik zihninizde hep çalar. İster oyunculuk yapın, ister marangozluk. Bu arada marangozluk en büyük hobimdir. Küçük de bir atölyem var. Bize vakit ayırıp sorularımızı yanıtladığınız için teşekkür ediyoruz. Son olarak neler söylemek istersiniz? Yeni projeleriniz neler? Söz sizin...

Sorunuza gelince, evet böyle devam edecek. Yeni bir albüm yapacak kadar çok ve daha önemlisi inandığım şarkılarım var kenarda ama, eğer bir video çekemeyeceksen diğer tüm şarkılar ziyan oluyor. Bu da maddi/manevi büyük külfet. Ben de ne ruhumu ne de şarkılarımı harcamak istemiyorum. Kliplendirebildiğim şarkıyı çıkarıyorum. O da yalnızca dijital ortamda artık. Kimsenin oturup televizyonda müzik izlediğini sanmıyorum. - Şiir mi notalarla yürür beste olur, yoksa müzik mi mısraları çağırır melodileriyle? - Bende genellikle ikisi beraber geliyor. Ama ayrı ayrı oldukları zamanlar da var. Yalnız müziğin geldiği zamanlar da oluyor ve ben o melodiye yakışan sözleri bulamıyorum bazen. O zaman da kalemine güvendiğim insanlardan destek alıyorum. - Oyunculuk deneyiminiz de var bu arada. Dizi ya da film teklifleri geliyor mu? - O işe baya ara verdim ve sanırım kendimi unutturdum biraz. Dolayısı ile benim bir çaba sarfetmem gerek o Alana tekrar dönmek için ve başladım da ufak ufak. Çünkü eğitim anlamında, orada da ciddi emek verdim ve yeniden değerlendirmek istiyorum. - Birçok müzisyen oyunculuğa geçiş yaptı. Sizce oyunculuk ya da başka bir meslek dalı

- Yazmayı severim... Denerim kendimce. Sizi küçük bir hikayeyle uğurlamak isterim ki, bu ilk defa yaptığım bir şey. Teşekkür ederim ve yayın hayatınızda başarılar ve mutlaka şans dilerim.

Bir deneme… Bir sıkımlık canı kalmıştı... Ve belli ki, ellerinden geleni ardlarına koymayacaklardı. Hiç bu kadar aşikar olmamıştı bu durum. Tanrı desen, varlığı yokluğu bir. Dualar havaya karışıyor ama ona ulaşmıyordu galiba… Bir isyan, patlak vermek üzere bir kıyıda sotalanmış ve en uygun anı bekliyordu… ¨Ulan biraz durun, bir nefes alayım...¨ diye haykırıyor ama sadece kendi duyuyordu… Ses çıkmıyordu artık ne kürekten, ne yürekten. Sandal ha battı, ha batacak… Delik küçük diye önemsememişti belli ki başlarda... Ama içeri giren suyun dışarı atılacak hali kalmamıştı... Ha, belki atılabilirdi normal şartlarda ama atacak alet edevat -belki bir kova- yoktu, zaten olsa ne fayda? O derman kalmış mıydı ki kollarında ya da gönlünde? Belki de çoktan batmıştı da, ondan sadece kendisi duyuyordu o çığlığı... Her şey gitgide daha da karanlıklaşırken ve o gözler -ki son gördükleri, ilk gördüğü andan, bu


En azından hala hayatta kalabilmeyi başarmıştı, aslında bir başkası ¨daha değil¨ demişti ve kendini nispeten daha güçlü hissediyordu… En azından bir kişi için bile bir şey ifade eden biriydi o... Yavaşça ayağa kalktı, hayat üzerinden akarken... Üstü başı, içi dışı sırılsıklamdı... ¨Varsın olsun, her zaman bir havlu bulunur¨ diye düşündü.

son ana kadar kalbini en fazla çarptıran şey olan bir çift kahverengi gözdü- yavaş yavaş kapanırken, o bulanıklığı bozan, aslında hayır netleştiren bir el daldı suya... Tuttu o eli... Sahibinin kim olduğuna bakmadan… ¨Olmadı galiba, izin vermediler gitmeme.. Ya hala önemseyen biri varsa varlığımı? Yokluğum hala üzebiliyorsa birilerini?¨ Cebindeki -yüreğine hep ¨cep¨ derdiağırlıkları bıraktı karanlık suya ve son gücünü kullanıp çıktı dışarıya…

İnanamadı... Güneş pırıl pırıl parlıyordu. Bunu en son ne zaman gördüğünü bile hatırlayamadı… Kafasını kaldırdı... Ve onu gördü... Kurtarıcısını... Gülümsedi... Hem çok iyi tanıyordu, hem tam bir yabancıydı… Bir elinde ışık, diğer elinde ise yeni ağırlıklar vardı... Anladı ve yeniden gülümsedi… “Tolga FUTACI”

Selin Sabcıoğlu selinsabcioglu@kulturcikmazi.com



Bilemiyorum Sevgili Bilemiyorum sevgili daha çok nasıl sevmeliyim seni? Geçmedi gözlerinin kahvesinin damağımdaki tadı. Tenimde dokunduğun yerlerdeki hücrelerim infilak etti. Gözlerimin ardındaki hayalin bir an olsun çekilmedi geri. Bilemiyorum sevgili daha çok nasıl hatırlamalıyım seni? Yastığıma düşürdüğün saçlarının kokusu uyutmuyor beni. Küllüğümdeki izmaritlerinin dumanı bile hala dinmedi. Her şey eridi ama giderken bıraktığın ayak izlerin erimedi. Bilemiyorum sevgili daha çok nasıl yaşatmalıyım seni? Kulağıma fısıldadıkların karşılar her gece yarısı beni. Sonra dudaklarımda hissederim yarı ıslak öpüşlerini. Ardından saatler hızla erir, güneş doğar üstümüze. Bilemiyorum sevgili daha çok nasıl çağırmalıyım seni? Hala bekliyor masanın üstünde bıraktığın çay bardağı. Sanki az önce kalkmışsın gibi sıcacık yatağın sol yanı. Yıldızlar bile aynı yerde, hayaller kurduğumuz hani. Sevmeliyim seni çünkü kahkahaların gezinir yanaklarımda; Hatırlamalıyım seni çünkü emanet ettiğin kahve gözlerindi. Yaşatmalıyım seni çünkü ardında bıraktığın ceset benimdi. Çağırmalıyım seni çünkü gözyaşlarının hepsi silinmedi. Bilemiyorum sevgili daha çok nasıl öldürmeliyim kendimi? Cesedimin üstüne bir toz zerresi bile tenezzül etmedi. Bırakıp gittiğinden beri saçlarım bir parça bile uzamadı. Ah be sevgili! Dudaklarımdaki "hüznün" bile yerli yerinde...

Neslihan Şahin neslihansahin@kulturcikmazi.com


Gidiyorum Sevgili dost, Gidiyorum, Bilmediğim diyarların aşıyla doymaya Gidiyorum. Anlamlardan arınıp Çoğulların tekilliğini bulmaya Gidiyorum. Yanlılığıma, yanlışıma, yandaşım yalnızlığıma Gidiyorum. Umduklarım can olur mu bilmem Umduğumu aramaya Gidiyorum. Yollar derman olur mu bilmem Yolu gözlemeye Gidiyorum. Bir kıyamet ülkesinde kuşatılmışken sokaklar Ve ararken inzibat malum hevesi Ben saçlarımı ağartmaya Gidiyorum. Böyle biçare, böyle pervasızım... Aklımı utandıran mıdır kalbimdeki sorular Yoksa kalbim sormaya yer mi arar bilmem Cevabını umduğum soruya Gidiyorum. Her sorunun cevabı var mıdır bilmem Sonu belli olmaz cevaba Gidiyorum.

Kurtuluş Öztürk kurtulusozturk@kulturcikmazi.com


Hoşça Kal… Zamanımız kısa, kimimizin bir gün kimimizin elli yıl. Şanslıysak eğer birini daha sevecek kadar yaşarız. Ben hakkımı terkedilmekten yana kullanıyorum sevgili. Sevilmek benim ne haddime, köhne bir gecekondunun duvarına yaslanıp nemli bir kartonun üzerinde seni düşlüyorum. Sen farklıydın çünkü klişelerin aksine. Her önüne gelenin söylediği gibi farklı değil, gerçekten farklıydın. Buzlar ülkesini kıskandıran esmer güzeli gibiydi farkın. Ayın göz kırpan masum yüzüydün gecelerimde. Bir kelebeğin başucu masalıydın kimi zaman, kimi zaman da penceremin varlığını hatırlatan yağmur damlası… Şimdi gidiyorsun ya, hepsinden farklı bir gidiş bu. Adeta artık kahvaltını kendin yap der gibi bir şeydi bu ya da Galata’ya tek başına çık ömür boyu demekti. Bir daha asla başka bir teni koklama demekti. Çünkü koklarsam seni arayacağım biliyorum. Köprücük kemiğinden tat almayı özleyeceğim sen yokken. Hatta burnunun dudaklarımın arasında kayboluşunu düşleyeceğim uzun uzun. Gözlerinin utanarak kapanışını hatırlarım belki de otobüs beklerken. Kim bilir, kasanın kuyruğunda

beklerken tekrar severim seni. Hayaline aşık olmak için bahaneler ararım. Hani gidişin için kötü şeyler söylemiştim ya, bakma sen bana hayatımın en büyük kabullenemeyişi bu. Kabullenemiyorum sensiz yürümeyi. İnanır mısın, sen yokken nerede yemek yerim bunu bile düşünür oldum. Biliyorum kıymetli vaktini çaldım yine ama affet ne olur, gidişini birkaç saniye daha geciktirsem diye hesap yapıyorum istemeden. Saniyeleri hesaplayan bir cimri oldum şimdilerde. Seninleyken boşa giden her saniye için ceza veriyorum kendime. Sen yokken geçen her dakikanın acısına prova diyelim. Uzun lafın kısası, iyi ol sevgili. Kokundan hiçbir şey kaybetme yokluğunda. Sıcaklığın kilometrelerce uzaktan ısıtmaya devam etsin topraklarımı. Ve gözlerin beni gördüğünde hep aynı baksın, hoşça kal…

İlker Ardıç ilkerardic@kulturcikmazi.com


Kullanıcı Adı:

ilkerArdic

Hikayeye Buradan Ulaşabilirsiniz.


Ölünmez Akşamın Ufku geçmişi yormayan bir hayal bulaşmışsa dilinize, iç kanamalı bir kalp, his'inizi sürüyor demektir... bir gün; hafifletir sanmıştım ruhumu “hamamda ilk gözyaşları” tek celsede büyümüştüm hâlbuki. bir kulaç daha atsam, bu kez içimin gözyaşlarında boğulacaktım. ama hamam ne bilsin, hüznün daimi fonu olacağını bende... defalarca içe çekilmiş kokular, takla atmayı yeni öğrenmiş korkular... kaybetmenin adı oldu sabaha karşı bir gecede. şairin de dediği gibi: “sabaha çok karşı bir gece...” kilitlemiştim adını. tabutun menteşesi yok oysa... ben de, bir saati kırdım da geldim adına. ve gördüm; ölüm, denklemleri atmış öbür tarafa. çözümü bulamadım ama, naklen yayını keşfettim sana... ve ben şimdi, sana adadım: 2 Ekim 2010 06.30 ...

Ayça İşbilen aycaisbilen@kulturcikmazi.com


Hiç Yıldızlı Otel Gün kafesine geri dönse akşam oluyorum, baklasından kurtulunca hele boğuluyorum kuyusunda gecenin, odalar ellerim, ellerim kül kokuyor. Sonra adı konmuşlar, ve ismi lazımlar ve birikmişler, yöremden kaçışıyor da bir seni örtmek kalıyor aklımda, örtmek üzerini gizinin ve yelinde dinmek. Biliyorum dinç kalmam gerek. Örtüm imgem oldu, biz muhayyel.

kaburga altı oteli hiç yıldızlı Şimdi şehrin oyulası gözüne

Sere serpe sızınca gölgende senin inan sızlamıyorum. Yağmur ve toprağın aşkı beliriyor lambada geçiyor ya şiirde asfaltla göğün aşkına imreniyorum bense çünkü göğe yükselemedim ve çok ezildim yerde. Susmak yok, söze devam.

bu şarkılar niye var... Kimdir müsebbibi...

Buraya kadar doğru/buraya kadar, doğru. buraya doğru. Doğru;

tırmıkla kalem çeksem fermuarı sıkışacak güneşin. Buna dayanamam. Öpüşüne de susmam avunamam da söylerim Al ilk çağdan vur son yüzyıla birileri o darbeyi hep istedi elinde kaldı göz yaşları şehrin ne gelen oldu ne giden Zira ... Ah gitti giden yazık ardında iz bırakıp...

yazarsam kötü söylersem kötü İyi'm, kötürüm Güzel'im, çıbanlı.

Nebi Eren Bayramoğlu nebierenbayramoglu@kulturcikmazi.com


Mektup Ritüeli Dördüncü Mektup: Cehennem ve Meliha Sen zarif bir Cehennem'sin Meliha. Bense ellerimle nefesimi tutmuş, bekliyorum 4 odalı iç zindanlarında. Ateşe aşık olmak garip bir şey. Sana kavuşmak umuduyla Sırat'tan balıklama atlamak aşağıya, kitap aralarında zakkum kurutmak, ruhuma bahşedilen sonsuzlukla birlikte elimde kalan son nefesimi de kucağına bırakmak... Cehennem'e mektup yazmak diyorum, ne garip şey. Göz çukurlarında harlıyor Cehennem'in evlatları. Oysa ki senin kalbin pek nemliydi. Belki hala da öyledir ama yalnızca başkalarına... Bana olan kısmını ya kuruttun, ya kuruttular. Ben artık o kalbin üzerine dikilmiş 7 katlı bir apartmanda yaşıyorum. Gayya Bey kapı komşum, sayın İblis'se basit bir kiracım sadece. Hayır hayır, kesinlikle ev sahibim değil. O benim kadar ateş zengini de değil. Ruhu zengin bir kişilik sadece. Benimse kalbimde bir servet var. Bu ateş

bozuntusu aşkı da bilmiyor olmalı. Söylediklerime lütfen alınma Şeytan ama haklı sayılırım. Sen hiç çöllerde ölüme susayıp, kalbine içi katran dolu kaktüsler dikerek şiir yazdın mı? Tabi daha da önce, sahi senin de bir kalbin var mı? Demem o ki; kendisiyle beraber atamı da Cennet'ten kovduran kardeş(!) aklını da vesveselerini de kendine sakla. Benim dışarıya bir zararım dokunmaz ama kendi içimde cebimden çıkarırım senin gibileri. Vaat ettiğin ateşi öyle bir kılığa sokup sunarım ki tekrar sana; sığınacak denizler, okyanuslar arasın. Alevler diyarından azledilip, namın da yerlerde sürüngene çıkacağı gibi, içinde boğulmayı arzulayacağın, bir kaşık suda bulamazsın. Eğer bir musallat olursam başına, veresiye vesveseler tıkarım boğazına. Tahtından bir salıncak inşa edip, gövdesini aşeka sarmış bir darağacında sallandırırım, haberin ola!


Neyse biz şimdilik Şeytan'ı boş verelim Meliha. Ona da daha sonra uzun uzadıya bir mektup yazacağım zaten. Bu arada sana ne zamandır Meliha dediğimi hatırlıyor musun? Hani bir zamanlar ben yeterince güzel değilim diye yakınmıştın bana. Belki de bu yakınışlar yakmıştı Cehennem'in ilk alevlerini. Sana uçurulan cevapsa, benim rüyalarıma sapmıştı. Her zaman ki gibi gösterimde yine sen vardın. İsmin ''Meliha'' diye okunmuştu orada. Hem de bizzat annen tarafından. Uyanır uyanmaz hemen 4 kalple sarılmıştım lügate. Meğerse Meliha; ''Güzel, şirin, sevimli'' demekmiş. Bence artık bu güzellik

faslı da burada kapanmıştır. Yer, gök mutabıktır senin hadsiz güzelliğinde. Hatta öylesine mucize vari bir şeysin ki, daha evvel de belirttiğim gibi karşında sesim, soluğuma kaçar her daim. Bir de Meliha; sakın bu yazdıklarımla seni Cehennem'e layık gördüğümü düşünmeyesin. Sen biz aşıkların Cehennem'isin ancak. Yoksa senin özün Cennet'te ''Çınar'' diye anılacaktır. Bense iyice seri katilleri oldum şu mazlum mumların. Bir mumun daha adını leşe çıkardığıma göre, şimdi sana ''Günaydın.''

Fatih Albayrak fatihalbayrak@kulturcikmazi.com


- Instagram: burakerdoan -

- Burak ErdoÄ&#x;an -


- Instagram: burakerdoan -

- Burak ErdoÄ&#x;an -


“Tayfun Ünlü” Röportajı Aslında Grup Ünlü uzun yıllardır müzik piyasasında. Ama sadece şarkılarını dinleyerek ya da konserlerine giderek onları tanıdığımızı sanıyoruz. Belki her anlamıyla bilenler vardır ama bilmeyenler çoğunluktadır. Biz de bu ay bilmeyenlerle birlikte daha yakından tanıyacağız. - Öncelikle vakit ayırıp sorularımızı yanıtlamayı kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz. Sizi tanımakla başlayalım. Kimdir Tayfun Ünlü? - Tayfun Ünlü 5 çocuk babası, 30 yıldır müzik ve beste yapan hayatını bir bakıma ailesine ve müziğe adamış bir adamım. - Her sanatçının bir başlama hikayesi vardır. Sizin müziğe başlama hikayenizden bahseder misiniz? - Biz Almanya’da Türk punk grubu olarak ilk profesyonel müzik hayatımıza başladık. Komik olan şey Türk olmamıza rağmen sadece Almanca ya da İngilizce müzik yapıyorduk. Sonrasında Türkçe müzik yapmaya karar verdik. 1990 yılında ilk Türkçe albümün demolarına

Almanya’da başladık. 1992 yılında Almanya’da tamamladığımız demo parçaları Türkiye’ye getirdik. Burada da hiçbir plak şirketi sıcak karşılamadı ve yüzümüze bir bir bütün kapılar kapandı :) Bu gürültülü patırtılı müziği kim dinler ki dediler. Ve bizde tekrardan Almanya’ya döndük. Sonrasında 6-7 ay içerisinde müzik kayıt cihazlarımızı yeniledik ve bu sefer daha da gürültülü parçalar yaptık. Bu sefer amacımız dünya genelindeki tanınmış plak şirketlerine girebilmekti. Üç büyük plak firmasına parçalarımızı yolladık ve o firmalardan olumlu feedbackler geldi. Bu firmalar Sony, Universal ve BMG. Projelerimiz çok beğenildi ve bu 3 firma direk olarak sözleşme teklif ettiler ve Universalla anlaşma yaptık. Sonrasında 1996 yılında ilk albüm Türkiye’de piyasaya çıktı. Bunun en büyük etkisi de Universal plak şirketiydi. 96 yılı bizim


Türkiye piyasasıyla ve dinleyicilerimizle tanışma yılımız (miladımız) oldu diyebilirim. - Grubu Almanya’da kurmuşmuşsunuz. Oranın şartları ile buranın şartları arasında nasıl bir fark var sizce? - Almanya da üretim çok daha fazla kaliteli ve bir o kadar da zor. Türkiye’de ise başarılı olmak daha kolay ve fanların tepkisi çok coşkulu ve güzel. - Almanya’da Türk sanatçılarına bakış açısı nasıl? Biliyorsunuz ki bizler millet olarak yabancı sanatçıları hemen benimseriz. Orada durumlar nasıl? - Senin kalitene ve müzik sound’una bağlı. Burayla çok fazla bir farkı yok aslında sen kaliteli müzik yapıyorsan dünyanın her yerinde de dinlenebilirsin. Öyle bir ırkçılık falan beklemeyin yani. 96-97-98 yıllarında çok güzel konserler yaptık, Almanya’da MTV Almanya bizimle ilgili bir program failan da yapmıştı. - The Life adıyla müzik yaparken tepkiler nasıldı? Grup Ünlü olarak değiştikten sonra tepkiler ne yönde oldu? - The Life değil The Lift diye bir grubumuz vardı. 1980 yıllarıydı daha çok gençtik tecrübesizdik ancak yıllar geçtikçe biz de müziğimiz gibi olgunlaştık, büyüdük ve sanatımızın da kalitesi o yönde ilerledi. - 1998’de “O ve Z Hikayesi” adlı albümünün ardından topluluk çalışmalarını sonlandırmış? Bir grup çalışmalarını

sonlandırma noktasına nasıl geliyor? Yani nasıl bir durum bu noktaya getiriyor? - Özel hayatlarımız değişti ve ailelerimiz işin içine de girince farklı hayatlar ve farklı şehirler hatta ülkeler olunca kopmak zorunda kaldık müzik adına, ancak Ünlü’yü hiçbir zaman unutmadık. - 2009 yılında tekrar bir araya gelmişsiniz. Yukarıdaki sorumu şöyle değiştirerek sormak istiyorum. Bir grup özellikle o kadar ara verdikten sonra tekrar bir araya gelmeye nasıl karar veriyor? Bu soruları genelleme yaparak da cevap verebilirsiniz, kendi grubunuz adına da cevap verebilirsiniz? - Enteresan bir projeyle bir araya geldik. Rumi projesi hepimizin çok inandığı ve heyecanlandığı bir projeydi ve 2009’da tekrardan bu albüm için buluştuk. Onun dışında sanat adına hiçbir anlaşmazlığımız olmamıştı. - Bu zamanlar içinde solo olarak çalışmalar da bulundunuz mu? Yoksa kendinizi grubunuza mı sakladınız? - Solo olarak herkes müzikle iç içeydi. Yani biz ayrılmış bile olsak kimse müziğe ara vermedi. Veremeyiz zaten müzik bizim hayatımızın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Mehmet’in Almanya’da aranjör ve prodüktör olarak, benimse müzikal çalışmam oldu. Belgesel ve sinema filmlerine soundtrack yaptım. Londra’da bende aranjörluk ve prodüktörluk yaptım.


- Kesinlikle Türklerle çalışmak daha zordur. Yabancılar çok profesyonel olmalarına rağmen çok mütevazılar. - Röportaj teklifimizi kabul edip vakit ayırdığınız için Kültür Çıkmazı Dergisi ailesi adına tekrar teşekkür ediyorum. Son olarak bizimle paylaşmak istediğiniz yeni projeleriniz neler? Buyurun söz sizin...

- Grubunuzda yabancı isimler de var. Yabancılarla mı çalışmak daha zordur, Türklerle mi çalışmak daha zordur? Neden?

- Çok yakında “20. Sanat yılı Best of Albüm”ü çıkıyor. Ve orijinal Ünlü Grubu’nun beş büyük konseri olacak. Kaldığımız yerden son hızla devam edeceğiz.

Selin Sabcıoğlu selinsabcioglu@kulturcikmazi.com



Okyanusun Üç Rengi ilki sessiz ve sakindi gözlerin gibi ilk bakışın gibi masumdu bekli de sonra gökyüzü kıskandı yağmurla süsledi kirpiklerinin etrafını diğer tonu biraz karamsardı hayat gibi yaşam gibi hep bir umut saklı ama hayallerin çerçevesinde gizli, öyle kasvetli yani yokluğun misali son dem koyu bir ahval içinde seni göremediğim her an içinde bulutsuzluk gibi bir şey bu koyu lacivert bir özlem oldun içimde

Bilal Çakıl bilalcakil@kulturcikmazi.com


Sensizliği Anlamak Ben hep senden asla vazgeçemeyeceğimi düşünürdüm. Bana öyle umutlar verirdin ki sensiz bir an bile düşünemezdim. Söylediğin sözler, mimiklerin sanki hepsi doğruymuş gibi sanki sen gerçekten beni seviyormuşsun gibiydi. Ağzın o kadar güzel laf yapıyordu ki kanıyordum işte sana. Zaten beni sevmeni istiyordum bir de sen böyle şeyler deyince uçuyordum havalara. Sonra düşüncelere daldım. Bazı şeylerde bir terslik vardı. Biraz gözümü açınca farkettim ki bana özel yapmıyordun bu davranışlarını. Oysa ne kadar da güzel umut veriyordun bana. Ne hayaller kurmuştum o umutlarla. Ben bunları farkettiğimde hayallerimde suya düşmüştü. Umutlarımın tükenmesini istedim sessizce. Hayatımdan sessiz sedasız çıkıp gitmeni. Öyle

yaptın zaten. Büyük bir acıyla baş başa bıraktın beni. Ne kadar alışmıştım sana. Ne kadar da bir bütün olmuştuk halbuki. Tek istediğim artık hayatımdan tamamen çıkmandı. Tek bir şeyin bile seni hatırlatmasını istemiyordum. Ama sen her fırsatta hatırlattın kendini bana. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki beni hiç yaralamamışsın gibi. Her seferinde tekrar tekrar beni seviyormuşsun gibi hissettirdin. Ve ben sana hep mağlup oldum. Sana karşı gelemedim. En son bana mesajlar attığında, beni aradığında içimden bir şeylerin seni istemediğini hissettim. Her saniyemde seni düşünürken şimdilerde aklıma bile gelmemeye başladın. Ne kadar da basitmiş aslında sensizlik anladım. Biraz geç oldu ama anladım…

Benan Şahindoğan benansahindogan@kulturcikmazi.com


Erguvan Yalnızlık Biraz sarı biraz mor biraz da pembedeyim... Yüküm bahar yüküm yağmur en çok da kendimim... Üstümde dağ üstümde deniz terazisi damla her mevsimde kendime iz yine benim… Biraz sevgiye biraz da aşka aşina yüzüm nisan yüzüm mayıs yüzüm tutuşur benim içim andaç içim rayiha içimde yangın kesret benim sır benim kor yine benim... Bir yanım gerçek bir yanım düş benim her günahın aşiyanı benim dilim yara gövdem dal etim toprak hem Tanrı'yım hem kul yine ölen benim...

Sibel Ayan sibelayan@kulturcikmazi.com



Hesapsız Pusulam Saçlarınla yıkamaktı yüzünü... Uyku beni saklamıyor diğerleri gibi. Evet, gece ele vermiyor halimi. Annem, babam bilmez beni. Beni kim bilir? Benim halimi sana sindirerek sorsunlar istiyorum. Çok mu şey istiyorum? Korkularım var yitip gitmelere karşın... Zor geldim, kolay gitmek istemiyorum. Güzel adam büyü benimle! Hayata sarmaş dolaş olacaksak seninle olalım, hemhal halimiz kollarımızın giriftliğinde sorgulansın... İzin ver küçüleyim, izin ver büyüteyim... Her daim anneliğe mahkûm kılınmış ruhum seninle çocuklaşsın istiyorum çok mu? Bir yol var mı ölümden kaçabildiğimiz, peki aşktan neden kaçalım? Kim anlar bizi? -Bırak anlamasınlar. Bizi acımadan kör bıçaklarla budayabiliyorken bir de

biz kuşanmayalım karşın...

çakıları

yine

dizlerimize

Söz konusu sensen; ellerim pamuk, omuzlarım sünger, saçlarım şelale... Arınıp akıtıyorum tüm kirleri bedenimden. Ya sen? Güçlü ol, benimle güçlü ol... Sunağın da adağın da kurbanın da ben olayım! İmkânsızların imkânları da var! Bunu öğren! Saçlarımı diğerlerinin makaslarıyla budama... Beni sevmekliğin, senin sevenin köklerinde tırnaklansın... İnancımız, taş dimağların asla mutmain olamayan kalplerinin hesap makinasında toplanıp bölünmesin... Vitrinlerdeki indirimler onların hayat etiketine yapışmışsa mahkûm biz olmayalım! Her şey imkân dahilinde, harici bellekler dahili numaraların sınırlarında... Bir farkındalığın farkının toplamının ikiyle çarpılıp dörde bölünmesinden elde edilen beklemekliğin doğurduğu bulmaklığın çocuklarıyız!


Ödünç aldıysak can denilen hayatı, aşk artık boynumuzun borcu... Bırak, yıkasın bambaşka bir şehir bizim tenimizdeki çıplaklığı. Terin temizleyici olduğunu nasıl öğrendiysem seninle, inancın kuvvetini de öğren benimle...

Yollarımız yürümeli, kaderimiz yaşamalı, biz masumluğun gardiyanlığı... Hesapsız pusula(m)! Ses ver olduğum yollara...

Serap Bozkurt serapbozkurt@kulturcikmazi.com


Türkçe Türkçe Türkçe Malum üzere, insanların karşılıklı birbirini boğazladığı bir döneme girdik. Acılar düşüyor evlere, yürekler yanıyor. İnsanlar nasıl doğacaklarını, nerede doğacaklarını seçemiyorlar. Fakat neye inanacaklarını, nerede saf tutacaklarını, ne için savaşacaklarını seçebiliyorlar. Savaşıp, savaşmamayı seçemeseler dahi ne için savaşacaklarını seçme özgürlüğüne sahipler çoğunlukla. Keşke savaşlar olmasa, keşke insanlar ölmese ama böyle bir dünya yok ortada. Barış bazen ve hatta çoğunlukla yanlış anlaşılmadan çıkan bir kavga ile hemencecik bozulabilirken, savaşların bitirilmesi için uzun vadeli çözümler, müzakereler vs. gerekiyor. Kısacası, acı gerçek, savaşın bir gerçek, barışın ise umut olduğudur. Evet, insanlar nerede, kimin evlatları olarak doğacaklarını, hangi ırktan doğacaklarını seçemiyorlar ama neye inanacaklarını, nerede saf tutacaklarını seçebiliyorlar. İşte burada da konumuz başlıyor. Türkçe…

Ben İzmir’de doğmuş birisiyim. Müslüman Sunni bir aileden geliyorum ama yakın bir arkadaşım Katolik Hristiyan, Levantan kökenli bir aileden geliyor. Saf bir Musevi arkadaşım da var. Bu şehirde bunlar olağan olabiliyor. Bizi bir arada tutan bu dil, Türkçe. Biz, bu dilin öğrettikleri, bu dil ile yazılan hikayelerden, romanlardan, çekilen dizilerden etkilendiklerimiz sayesinde benzer şeylere gülebiliyoruz. Alevi arkadaşım da aramıza katılıyor, sonra kâh gülüp kâh dertlenebiliyoruz. Geçenlerde, Kemeraltı çarşılarında bir sohbete ortak oluyorum. Yalan değil, insanlar konuşan kişiden çekiniyorlar ilk başta, zira ten rengi çok esmer, saç rengi, şivesi… Evet zaten sonunda esnaftan birisi dayanamayıp soruyor o stres yüklü soruyu. “Memleketin neresi” Memleketi doğu illerimizden birinden. Büyük ihtimal etnik kökeni Kürt… Ben de dayamadım, konu döndü dolaştı ve son olaylara geldi. Başladı veryansın etmeye, sitem etmeye… Nerede geçmiş nerede eski insanlar demeye… Dert yanıyor, üzülüyordu, giden ekmeğine, eğitimi kesilen çocuğuna… Safını almıştı bu adam,


konuştuğu dil ile kurulmuş dünyada, Türkçe ve Türkiye dünyasında, PKK’ya lanet okurken. 10 Eylül 2014’te kaleme aldığım ve yayınlanmış bir yazımdan size bir alıntı yapmak isterim burada. NeoOsmanlıcık Üzerine adlı makaleden; “Baba Sami Bey bir açıklamasında, Osmanlıca ile ilgili karma dil diyenleri eleştirir. Kendi kanıtları ile Osmanlıca’nın, içinde çok sayıda yabancı kelime bulunan (Arapça, Farsça) bir Türkçe yazı formu olduğunu ortaya koyar. Tespiti mühimdir, zira etnik olarak Türk kabul edilebilecek ilim adamlarının Osmanlıca’ya burun kıvırıp, Türkçe kabul etmedikleri bir dönemde, yani Osmanlının son dönemlerinde, Arnavut asıllı bir Osmanlı, Türkçe ve onun yazı formunu başköşeye koyar. Elbette Baba Sami Bey'in açıklamaları bu kadarla sınırlı kalmayacaktır. Siyasi anlamda açıklamaları mühimdir. Arnavutluğun otonomisini kardeşleri ile savunur fakat asla Osmanlı üst kimliğinden çıkılmasını istemez. Her defasında da üst kimliğin harcını Türkçe'de ve dolayısı ile Türk örfünde görür. Ana harca sarılır.” “10 Eylül 2014 - NeoOsmanlıcılık üzerine” Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen’in babasının duruşu yukarıdadır. Bu duruş önemlidir, içine düştüğümüz durumdan çıkış için yollardan biri ve belki en güçlüsüdür. Edebiyata sevdalanan bizler için de burada görev başlar. Bizler bu dilin, Türkçe’nin ve onunla aktarılan kültürün ileticileri, yayıcılarıyız. Yazdığımız eserler, tanıttığımız kitaplarla bu dünyayı yayıyoruz. Bu dünya tercih edilebilir bir dünyadır, bu dünyada üyelik doğularak değil, tercih edilerek

kazanılır. Sırp asıllı Sokullu Mehmet, İtalyan veya Yunan asıllı Pargalı İbrahim Paşa, sonradan Müslüman olan (devşirme olmayan) İbrahim Müteferrika bunlardan bir kısmıdır. Bu insanlar tercihleri ile bu dünyanın üyeleridir. Bugüne miraslar bırakmışlardır. Sanırım Mimar Sinan’ı burada saymalıyız. Belki Ermeni asıllı ya da son Yunan bakiyelerindendir Ağırnasta kalan. Ama sonuçta devşirmedir. Doğduğunda çok çok yüksek ihtimal Türk değildi, bu dili konuşmuyordu. Fakat bugün eserlerine girip namaz kılıyoruz, Ayasofya onun sayesinde ayaktadır. Öldüğü zaman yanında Türkçe ağıtlar yükseldi, hayatını Türkçe yazıp, karalayıp kazandı. Elbette daha yeni madalya alan Viktoria Zeynep Güneş’e de burada değinmek lazımdır. Elbette ismini hatırlayamadığım birçok sporcuya, bugün daha olamadı ama gelecekte olacak bilim adamlarına (ekonomik gücümüz gelişmediğinden mevcutlar kaçıyor, transfer edemiyoruz elbette) Bu insanlar, başarıları – başarısızlıkları, hüzünleri – sevinçleri ile Türkiye dünyasına girmişler, Türkçe dili üzerinden şekillenen bu dünyaya öyle veya böyle katkı koymuşlardır. Zaten bu dilin yarattığı evrensel kültür sayesinde ırksal çeşitlilik sindirilir, eritilir ve ırka bağlı olmayan bir kültür yürümeye devam eder. Edebiyatçı, tarihçi, sinemacı, tiyatrocu, müzisyen, yazar, kısacası sanatkar, bir kez daha silkelenmelidir, bu dile bir kez daha güçlü bir şekilde sahip çıkmalıdır. Bu dilin kültürünü gelecek kuşaklara durmadan aktarmaya devam etmelidir.

Özgün Kabacaoğlu ozgunkabacaoglu@kulturcikmazi.com


Dedelerimin Dedesine Mektup Tedirginim dede topuklarımı bahardan arındırmadan önce ve vaat ettiğim toprağımla öpüştükten sonra kalp basıncımla yavuklanacak gibi bakıyor insanlar. yollarım dede tuzakla kırıştırıyor akşam ezanından sonra dönüyor samanlıktan pusulalarım puslu gösteriyor siyah paltolulardan onlar da artık fark etmiyor -ne hazin- ikindi veya tan. ve ben dede ne zaman bir buket sunsam dil altından sapında sorgulu bir ritim tutuyor insanlar. Sonraları ve az sonraları ve daha sonraları ve çok sonraları yüzleri tenekeleşmeye bir şilep kala (Teneke, şimdi bilse ne işe yaradığını çemkirmez mi yüzüne yüzü sönmüşlerin) bir “yeterlik” ilanı asasım geliyor alınlarına ve meydana gereksinim duymadan, en yakın çift ayaklıya 3 metreden, en yakın düşünenin zihnine düşmeden ve uzak kılmadan kendimden kendimi, sevebilme olasılıklarını düşlüyorum beni. “Düş” dedim dede evet ne bekliyordun? maliyetli iskeleden vapura atlayacaklar tabi. zaten batarken ufukta bir akşam güneşi bırakıp gidenlerim de cabası... Ah dedem... Sen nineme kandıktan sonra o elmanın ceremesini ben çekiyorum sanki oysa vebalini üstlendiğimi hatırlamıyorum bu değildi dileğim (Sana canın sağ olsun da denmez ki ruhun şad olsun diyeyim) Ama benim kaburgamla buluşacak bir dağım bile yok... Neyse dede benim kıyamadıklarım yüreğimi Ortadoğu'ya çevirmeye geldiler Beni merak etme sorunlarım da kocaman oldu bir görsen hepsi ellerinden öper.

Nebi Eren Bayramoğlu nebierenbayramoglu@kulturcikmazi.com


Dans Pisti Dans pistinin kenarındayım; Titriyor bacaklarım. Hafif tombul bir el uzanıyor önüme; Tam itiraz edecekken gözlerini görüyorum, gülüyorlar... Aniden kavrıyorum ellerini. Dans pistinin ortasındayım; Sımsıkı kavrıyor belimi, Ve müzik akıyor kulaklarımızdan... Kollarının içindeyim gözlerini görüyorum, gülüyorlar... Sonra kopuyor tokam; Saçlarım karışıyor dansımıza... Savrulurken saçlarım gözüm takılıyor insanlara; "Ay" diyor biri "Kırılacak bacakları" Ürküyorum ve kayıp gidiyor kollarımdan... Dans pistinin ortasındayım; Titriyor göz kapaklarım! Dans pistinin kenarındayım; Titriyor bacaklarım. Hafif tombul bir el uzanıyor önüme; Aniden kavrıyorum ellerini. "Dikkat et kırma bacaklarını" diyor biri. Dönüp sesin sahibine bakıyorum; Az önce kollarımdaki adam! Gözlerini görüyorum; titriyorlar... "Bak" diyor "Karıştı şimdi saçları" "İçine çek kokusunu... Daha çok çek!" Boğuluyor üstündeki kazak. "Yazık" diyorum "Peçete bile eşlik etmemiş yalnızlığına..."

Gözlerimi yumuyorum; Üç kuruşluk bir nefes çıkıyor dudaklarımdan, Sonra köşelerini bile siyah yutmuş; Karanlık zerk ediyor gözlerime... Karanlık pistin ortasındayım; Titriyor göz kapaklarım. Islanıyor toprak. Yüzüme birkaç damla yaş akıyor... "Giderken seni yine bulurum sanmıştım." "Oysa ne bileyim bu kadar uzağa gideceğini" diyor biri. Duyuyorum, az önce kollarımdaki adam! Bir ağıt tutturmuş söylüyor; "Üzgünüm, kırdım bacaklarını" Mavi gökyüzünün altında; Yukarıdan bakıyor bana... Gözlerini görüyorum, titriyor gözyaşları... Boğuluyor üstümdeki toprak, "Yazık" diyor "Hayalin bile eşlik etmiyor yokluğuna." Gözlerini yumuyor; Üç kuruşluk bir nefes çıkıyor dudaklarından... İsmimi duyuyorum; Ve kayıp gidiyor gözlerimden...

Neslihan Şahin neslihansahin@kulturcikmazi.com


Çalgılı Çengi Haykırmanın eşiğindeyim bu gece! Gecenin lacivertini inadına aydınlatan sokak lambalarının yürekleri pır pır sevmelerde... Dönüşlü yolların varlığı asfalt boşluklarına sinse de serin gece sırtımı üşütmekte... Hiçbir şeyin adını ya da tadını sormayasım var! Yorgunuz nihayetinde, azıcık soluklanalım tenin terinde... Sonra beni bitir istersen!? Karşımda ışıklı şehir ve inadına kararan balkon... Kulağımda "hoşgeldin"in rahvan adımları... Kutu açıldıysa her şey söylenecekti elbet... Ben hallettim hesapları sen de bitir! Bu gece ellerim derilerini yüzüklerimin altı nemli, gerisi kuru...

dökmekte,

Çok zaman, az zamanın dilimliğinde kıyas götürmezken kiraz sapı akarsu giderinde yıkanmakta... Ati mazinin yürürlükte değil!

imzasını

karalarken

noterler

Naz niyaz kaidelerin yasaları sökük kazak tadında iken gömleğin laciverti pembeli anne kucağında parlamakta! İşte güzel, orada güzel; masum, orada masum... Genişleyen çağın büzülen ellerinde dirilik kazanmışken varış çizgisi köprülerini kurmakta! Dokuz sekizliği hüzne fon yaptığında ironinin ağababasını yaşarsan, şefkatin melodisini hicazda bulabilirsin! Efkârın dumanı ocağımızın bilekleri... Sakın dokunma! Darılmasın hiç kimse, sustum ben artık en çok içime... İçimde çalan kürdilihicazkâr ise susmasın inadına! Gece, bu gece, fenaca oynak! Bariyerler, engelsiz yol istemekte... Yani her şey aksinin akışında... Kavuşmanın ilmi dönüş yolunun ellerinde. Ah'lı yollar, vah'lı dizlerin kurbanı!


Hiç kimse hiç kimsede kalmazken sensizlik haramlı lokmalarda! Sen bu çölün vahasının sakasısın! Tütecek ocak bizim avuçlarımızda. Öpüşlerimizin renginde âlem-i mahlukât! Şeref tam da zihnimizde... Bilincimizin altı temizlikte... Kalp ameliyatta... Tamponlar dikişte...

Ve sen benim topraklarımda! Nadas yokluğun dizlerimizin bağlarında!

bahçesinde,

varlık

Gönlümü doldur ve iğne ucu kadar bile boşluk bırakma. Susuşum ol, sustur! Yaşamım ol, öldür! Ve dirimim ol, çoğalt! Doğumum ol, yaşa! Benim ol, seni de doğurayım çocuklarını da... Kadın olayım, anne doğayım!!!

Serap Bozkurt serapbozkurt@kulturcikmazi.com


Ayracım Var Ama Yerim Belli Değil Rafta unutulmuş eski bir kitabım ben, Sayfalarım sararmış, Hatta uçları bayağı yıpranmış. Bir zamanlar almışlar beni, Okumuşlar az biraz, Birkaç sözümü beğenmişler galiba, Fosforlu kalem ile üzerimi çizmişler. Sonra, sonra ne mi olmuş? Koymuşlar beni buraya, Tozumu üflemişler bir ara Sonra, sonra ne mi olmuş? Unutmuşlar beni da Şive pek olmadı buraya Her el uzandığında Beni alacaklar sanmışım. Yanımdaki rüya tabirleri bile benden daha çok okunmuştur. Daha çok ayrılmıştır raftan. Zaman geçtikçe kapağımdaki yazılar Silinmiş, silinmişte Okunmaz olmuş sonunda ve işte şekil "a-bir" Ben burada, rafın son sırasında Yazarım silik, adım silik, Basım yerim bitik, yazılarım gidik bir şekilde tekrar ele alınmayı bekliyorum. baksın araştırsın beni, kopyam vardır, belki bir yerlerde büyük ihtimalle bir sahafta. Yok eğer almazsa beni avuçlarının arasına Geriye sadece fosforlu kalem şeritleri kalacak Sonunda...

Selin Sabcıoğlu selinsabcioglu@kulturcikmazi.com


Bir Sevda Masalı Sevdiğim senden sonra ufka gömdüm güneşi Bulunmaz senli günün ne benzeri ne eşi Bir aleve hapsettim içimdeki ışığı Alnımda depreşiyor bir hüzün kırışığı Matem ülkelerinden gözyaşı olup aktım Sanki aşk tanrısının ellerini bıraktım Neden süzüldü bilmem çehresi çöllerimin Serapları sen oldun çöldeki göllerimin İçli türkülerimin besteleri sen oldun Yokluğunda özlemin güfteleri sen oldun Sevdiğim, senin için kardelenler kopardım Bahçeme seni diker, gülden şato yapardım Hicranın, bu aşığın kabrinde ateş yaktı Gözlerim görmez oldu, bomboş, manasız baktı Hüzünlü nağmelerin kalmıştı senden sonra Gözlerime sensizlik dolmuştu senden sonra Giderken bakışların son nefesim olmuştu Bir sevda masalı da burada son bulmuştu

Birkan Akyüz birkanakyuz@kulturcikmazi.com “İçime Gül Damladı” kitabından.


Zihinsel Portreler Sarı ve mavi karışımı bir gün... Dünyanın sesleri yerli yerinde, olması gerektiği tonda her yerden işitiliyordu. Bilmem kaçıncı saatin bilmem kaçıncı dakikası… Tam da olması gereken anda olmaya devam ediyordu her şey. Verilen emir sayısındaki martı uçuyor, o emir sayısındaki insan da ölüyordu. Ders alması gereken zihinler benliğini sorgulama noktasını bir kenara bırakıp yaşarken birileri bir yerlerde kendi olabilmeye ağlıyordu. Vakit gece ya da gündüz fark etmez. Vakit tam da vaktiydi. Her şey anını, yazısını yaşıyordu. Gördü. Oradaydı ve gülüyordu. Oldukça aşina bir yüzdü bu. Ama sanki şimdi, tam da o an bambaşkaydı bu aşinalık. Kımıldamadı. An, durmasını istercesine ayaklarını sabitlemişti toprağa, yeryüzüne. Görmekle kalmadı. Hissediyordu, görmenin tadına varmanın tam da vaktiydi. Kestane mi denir bu renge, kahvenin hangi tonu bu? Tek bildiği en sevdiği kahverengi tonu şu an gözlerine dokunan, uçuşan saçların tonuydu. Biraz dalgalı sanki ve uzundu. Deniz gibi… Sanki narin bir el örmüşte, uykulara

yatırmıştı. Dinlenmiş, durulmuş, dalgalı bir deniz olmuştu. Gülüyordu ya, dudaklarının kenarına geliyordu rüzgardan savrulan saç telleri. Elini nazik bir edayla kaldırıp yanaklarından aşağı, dokunuyordu yüzüne. Evet elleri… Elleri pembeli bir beyazdı. Herkesin elleri pembeli bir beyazdı ama bu tabir sadece o ellere hastı. Uzun ince parmakları vardı. Hep hareket halindeydi. Konuşuyordu sanki o konuşurken. Kaba değil, usul ve narin kıvrımlarla. Gözleri ışıklıydı. Mutlu kalbi gözlerinden yansıyordu. Küçücüktü ve manalı… Gülümserken kayboluyordu geriye küçük bir çizgi bırakarak. Gözleri çok şeydi, göz göze gelinesi… Gözlerini çekti, nefes aldı. Zihnindeki durum öyküsü onu yeterince heyecanlandırmıştı. Hiç bakmamıştı böyle. Hep onundu ya gözleri, bakılırdı elbet. Ve onla kalacaktı ya elleri ayrıntıları bilmeye ne gerek vardı. Zaman her şeyi öğretirdi. Ayağa kalktı. Saçları daha da savrulmaya başladı adımların sesini işitircesine. Üzerinde gök mavisi elbisesi vardı, kolunda küçük çantası… Zihni anlam vermeye çalıştı bu ruh haline.


Özlemekti bu. Çaresiz belki ama kendinden emin bir özlemek… Yaklaşmalıydı. O gidiyordu. Zaten gitmişti ya. Sonsuza kadar hem de. Ve kapıyı açmıştı o da. Şimdi bu neydi?

ama unutulmak istenen bir yüzdü bu. An, akıp gitmek istiyordu. Hiç de durulacak yer değildi. Görmekle kalmadı. Hissediyordu, gözlerine bile değmemeliydi gözleri.

Güzel miydi? Ne fark eder ki… Seviyordu! Gülümseyen gözleriyle ve utangaç tavrıyla. Dahası olabilir miydi? Ne vardı daha değerli? Hiç bu kadar sevilmemişti galiba. Galiba değil, öyleydi. Ve güzeldi, ona hiç böyle bakmamıştı. Çok güzeldi.

Ne bir ayrıntı ne de bir ses hiçbir şey umurunda değildi. Saçları savruluyordu hala ve kalbine bir hüzün çöreklenmişti. Bu yüz gözyaşı demekti. Koca bir boşluk gördü. Boşlukları sevmezdi. Gözlerini çekti. Zihnini dinledi ve kalbini. Kalbi, vapura binelim dedi.

Adım, bir adım daha… Adımlarla olmazdı artık. En uzağındaydı. Bilmiyordu. Çok geçti.

Adım, bir adım daha. En uzağındaydı. Biliyordu ve hissediyordu. Ardına bakmadı. Yürüdü, huzurluydu. Hiç olmadığı kadar hem de.

… Ve gördü. Oradaydı. Gülmüyordu. Bir şey demek istercesine bakıyordu sadece. Tanıdık

Ela Öçal Misafir Yazarımız


Şehitler Ölmez, Evlatlar Ölür Kokuların en güzeli evlat kokusu, Nasıl yanar ciğer, gidiverince. O kutlu göğsüne kalleş kurşunu, Sırtından habersiz değiverince... Ah ki… Dağlarında aziz vatanın, Keklik değil, sırtlan sekiyormuş Yollar gidenin, pusu atanın, Haberciler uykuda geziyormuş. Seslerin en hoşu onun sedası Bir sızlar ki yürek, susuverince. Gönül köşkünün o yavru kuşu Namert mayınıyla uçuverince... Oysa arslanların yollarına, Al beyaz güller dökülmeli. Kıymet bilmez çalının dallarına, Bıçak vurup kökleri sökülmeli. Evlat acısıymış en zoru dostlar Duyan değil, yaşayan bilirmiş. Külsüz mangalın soğuk bacası, Selamını hep ön saftan verirmiş. Şehitler ölmez amma evlatlar ölür Kara haber annelere hep düşte gelir. Bir hayat tam ortasından bölünür, Resmini duvarlara asıverince…

Ümmet Caner Misafir Yazarımız


Puslu Yalnızlık Yürüyorum bu şehrin daracık sokaklarında, Sağımda solumda mezarlıklar. Kiminde ışık var kimi de uykuda... Buz gibi rüzgar değiyor enseme. Bulutlar yaramaz çocuklar misali koşuyorlar tepemde... Ağaçlar saz çalıyorlar yalnızlığıma, Kiminde bir dalga türküsü... Ayaklarımın altında ezilen çakıl taşları, Yarım yamalak yanan sokak lambaları... Bu gece başka soğuk bu şehir. Bu gece başka soğuk üzerinde oturduğum kaldırımlar... Neyse ki koşulsuz sarıldığım bir gocuk. Benim için yanıp tutuşan bir cigara... Anlattıklarım 20'li yaşlarımın kazançları. Birde babamdan hatıra iki çift öğüdüm var. Benimkisi yalnızlığımın türküsü... Bir tutturmuşluk... Biraz da karanlığımın öğüdü... Bu gecede bir başına, Bu şehrin soğuk sokaklarında...

Ömür Ak Misafir Yazarımız


Katran Dolu Nefesler Bunu çay molasından hararetle yazıyorum. Sessiz bilinçaltımın çatı katından açtığım pankartın boyasından yazıyorum, üstünde boya lekesi olan yüreğinizi vurgulayarak… Asabi bir trenin raydan çıkan haliyle geldiğim dünyadan kurtulacağım günü bekleyerek yazıyorum. Pek hoşnutsuz penceremin diline takılan yavru serçenin kanatlanma anı gibi gideceğim gün… Uyumak için –uyuyabilmek için- gezdiğim odaların hayal kırıklığına uğrattığım duygularına tercüman olabilecek birini arıyorum. Bende arıyorum birini. Herkes gibi…

Hain bir pusunun sonucu olan namlunun hapşırdığı kurşun gibi halim. Dünyadan kurtulacağım gün… Kurtulacağım gün, avlanan bir hayvanın son nefesi gibi umutsuz olacak. Ama kurtulmak acı dolu olmalı ki kurtuluşun direnmenin sonucununnelere değdiğini görebileyim. Uyanmak için hiçbir çaba sarf etmemek ve bunun bilincinde olmak ne acı verici ve de ne delice… Uyuyabildiğim zamanlarda şükrederim bazen. Ve uyuyamadığım zamanlarda –ki uykunun neslini tüketmek üzereyim- nefret kusarım her şeye.

Bende sevebiliyorum bir kadının saçlarıyla oynamayı. Belki, bazen duygularıyla… Bende hissedebiliyorum kahve sıcaklığındaki dudakların tendeki zafer coşkusunu. Bende özleyebiliyorum ayrı duyguların öpüşüp koklaşabildiği anları…

Deliliğin ayrı bir beden olarak karşıma çıktığı zamanlarda ise birilerine ihtiyaç duyuyorum. Ya da delilik, birilerine ihtiyaç duyabilmem için karşıma çıkıyor ayrı bir bedende. Hangisini avutmalıyım ya da hangisini ayırmalıyım ötekinden?

Bunu kahve molasından yalnızlıkla yazıyorum. Gürültülü bilinçaltımın sokağa çıkmış çocuklarının sokağa olan aşklarını anlattıkları şarkılarıyla yazıyorum, üstünde çamur lekesi olan yüzlerinizi vurgulayarak…

Bunu da içki seansımdan istemsizce yazıyorum. Hüzünlü bilinçaltımın, bütün maaşını şık bir restorana vererek evlenme teklifine hazırlanan adamın gülümsemesiyle yazıyorum, üstünde kan lekesi olan elbisenizi vurgulayarak…


Bütün hayallerin yıkıldığı o bıçak yarası gibi halim. Dünyadan kurtulduğunuz gün terk ettiğiniz insanları düşünmeyeceksiniz. Ama onlar kurtulanları hep düşünür. Onlar, geride kalanlar… Sizler, kurtulanlar… “‘Kendimi öldürmeli miyim yoksa bir fincan kahve mi içmeliyim?” diyen Camus’a içkiyi tavsiye ediyorum. Şişenin dibini gör Albert, kusana kadar

aşık ol. Sonra ya kendini öldürürsün ya da kendine gelmek için kahve içersin. Sahi insan kendini mi öldürmeli yoksa bir fincan kahve mi içmeli? Bir Sezen şarkısı açtım, dinliyorum. Kimi öldürüp kimi yaşatacağımı düşünüyorum. Bazen ölmek ister ya insan. Ah bu korkaklık! Hayat, şans eseri mi veriliyor insana? Bazen diyorum ki Murphy ne kadar da haklıymış!

Erkan Katırcı Misafir Yazarımız


Arayış ve Kayboluş Islak kirpiklerimin arasında puslu bir görüntü. Koyu kahve bir çift gözün hayali geliyor gözlerimin önüne. Haleti ruhiyem karışık. Salına salına düşen solgun yaprakları seyre dalıyor yine gözlerim. Dipsiz uçurumlarla dolu hayata yabancı bir pencereden bakar gibiyim adeta. Peki ben kimim? Konuşkan bir şiirin suskun bir şairiyim belki. Hayat denen gemide yaşam mücadelesi veren bir tayfa, Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir cümle, Kanatları gövdesine yapışmış bir kuş, Müptezel bir şarkı; Veya sadece hayatı öğrenmeye çalışan masum bakışlı ve ürkek bir kız çocuğundan ibaretim bu dünyada. Kim bilir belki de daha fazlası…

Elif Amuçka Misafir Yazarımız


Uyuyan Dev Kendisi de çağın tuzaklarına yakalanmış biri olarak yazıyorum bu yazıyı. Çağın tuzakları diyorum evet. En büyük tuzağı ve bizi doğruya götürecek en önemli tuzağı, körlük. Çünkü bilinir ki görmeyen bir göze kalemi elma diye anlatabilir ve inandırabilirsiniz. Bize yapılan tam da bu aslında. Kimliklerimize ve ruhlarımıza yerleşmiş koca bir körlük ve kendi özünü göremeyen bir insan nesli yaratmak. Başkaldıranın başının ezildiği bir çağdır yaşadığımız. Maddeyi öncelik kılan, aslolanın bedenin hazzı ve arzularının olduğu, ruhu ve hakikatleri göz ardı eden bir çağın insanlarıyız. Dayatılanın dayatma olduğunun farkında bile değilken gerçeklerden uzak yaşıyoruz ne yazık ki. Ve sonun da mutlak mutluluğa ve özün hazzına erişemeden toprak olma yolu var gibi görünüyor önümüzde. Zaman tekrardan ibarettir bazen. Tekerrür ne de güzel anlatır bize lütfedilmiş hayatı. Ve biz insanoğlu yenik düşmeye o kadar alışmış, o kadar benimsemiş ki kendin olmamayı, modern dünya zırhına bürünmüş birer robot olmayı. Mutlağı ve hakikati kaybetmiş duruyor gözler. Boşa ve boşluğa boş boş bakıyor insanoğlu. Kendinden uzak bedenine ve arzularına yakın. Amaçsız ve gayrimeşru yaşamlarda buluyor mutluluğu. Yanıldığından

bihaber hakikatten epey bir uzak. Uzak kalınan “kendi”ne mesafeler git gide artarken; bir et parçasına yüklenen anlam da ona oranla artmakta. Korkarım ki gelecek şimdiden daha vahim ve geri dönülmez olacaktır. Vakit özüne dönme vakti olmalıdır artık. Hayatın ve “kendi”nin anlamını kavramış, özüne inmiş, maddeden arınmış bir nesli tekrardan diriltme vaktidir. Ve bu güç yaşayan her insanoğluna doğuştan bahşedilmişken sadece tekrardan nefes almayı beklemekte. Ruhları örselenmeye çalışılan ey güçlü gençlik, kendini bulma zamanı gelmedi mi hâlâ? Anlam yüklediğini sandığın yer kürenin sana ait olmadığının farkında mısın? Soluduğun nefesin, elinin kolunun senin olmadığını bilmez misin ki? Gözlerine inen şu cehalet perdesini kaldırma vakti gelmedi mi artık? Ruhuna ve özgürlüğüne kucak açmaya, kendini gerçekleştirmeye bu uzaklık nedendir? Yeter artık uyandır içindeki uyuyan devi ve kendi gözlerinle bak hakikatlere!

Ruken Candan Misafir Yazarımız


Kes - tik bir tiyatro oyunuydu, umutsuz aşıklar sahnesinde sergilediğimiz hayat. repliklerini unuttuğumuz, izlenme oranı düşük bir tiyatro oyunuydu hayat. kahramanları bile olamadığımız umutsuz aşıklar sahnesinden geçtik, farkında olmadan. unuttuk, unutulamayan repliklerimizi bir dekor, bir sahne, bir gidiş, kes - tik. sonunu göremediğimiz ışıkta, karanlığa yüz tutmuş insanların sahnesiydi umutsuz aşıklar tiyatrosu.

Özge Taşdemir Misafir Yazarımız


Saçmalık Bir oda dolusu boşluk En ortasında bir insan İnsan ki merkezi değil midir -en azından öyle denirDünyanın Karanlığın kalbinde -evet,karanlığın da kalbi varBir adam Geceyi örtmüş üstüne Rüyasında Gecenin ortasında Yıldızların gölgesini topluyormuş kız Hem uzay dediğimiz o karanlık Bir gölge -en ortasında dünyaKaranlığa saklanmış adam. Yıldızları değil ama karanlığı Toplamış kız. Ve evet karanlığın da kalbi var. Bir oda dolusu insan İçinde dünya boşluk İnsan ki merkezi değil midir -en azından öyle denirDünyanın

Merve Nur Doğan Misafir Yazarımız


Ayrılık Kesiği Tebessümler Tebessümlerimden çalınan mutluluklarda, Vazgeçtim ben: Sevda denen o sonsuz huzurdan. Keşke daha çok sevebilseydim, Gönlümün çetelesine çentik misali Adını kazıdığım güzeli. Keşke daha çok aşk ile yanabilseydim, Gözbebeklerimden öpen gecenin Tenimi kuşatan, O hasretinde. Ama olmuyordu. Yapamıyordum işte. Sevmek denen duygu Çoktan asmıştı kendini, İki dudağımın arasından çıkıp gelen Bir yalnızlıkta. Ve kirpiklerimi gözyaşlarımla nikâhlayan Bir kederde Çığlıklarımla dövüyorken Duvarları; Nefesime yuva yapmış acılarda: Bir şehir, Kanatlanıp gidiyor yüreğimden: Ayrılık kesiği tebessümlerimi, Elemlerin kalabalığına Teslim ederek…

Barış Ünlü Misafir Yazarımız


Yalnızlığın Tablosu Issız bir sokakta yol alır yalnız adam Kimsecikler yoktur! Ne etrafında ne hayatında Uzunca bir yoldur onunki si uçsuz bucaksız Ağır kirpikleri ve bembeyaz sakalında bir gözyaşı vardır Sigarasının ucunu yalnızlığa tutturmuş gece ruhlu bir adam İzbe sokakları seçer hep! Anıları canlanır çünkü Öfke kusan bakışları çektiği acıları anlatır her seferinde Hiç gülmez, hep yaşlıdır gözleri Sokaktan geçerken bir ses duyar bir çocuk sesi Ve geçmişe götürür onu günahlarının izleri Yürür sadece yürür! Her geçtiği sokakta bir anısı Her geçtiği yolda bir mutluluğu kalmıştır Yalnızlığının sebebi geçmişine dönüp bir küfreder Ve koşar adımlarla gider! Yeni hayatına yeni evine Bilmez ama sonsuzluğa gider yalnız adam

Mert Düzel Misafir Yazarımız


#kulturcikmazi

kulturcikmazi /

www.kulturcikmazi.com /

kulturcikmazi


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.