Kültür Çıkmazı Dergisi 3. Sayı

Page 1


Yeni bir sayıyla daha okuyucularımıza merhaba.

bütün

Genel Yayın Yönetmeni Bu ay yine birçok yenilik ve gelişme yaşadık. Sizleri çok fazla sıkmadan kısaca bahsetmek isterim. Öncelikle en büyük gelişmelerden birisi olarak “Kültür Çıkmazı” markamızın ve logomuzun tescil işlemlerini başlatarak güvence altına aldık. Bundan sonraki süreçte yazarlarımız ve dergimiz daha da

İlker Ardıç Editör Türker Ardıç Basın Tanıtım Sorumlusu Hamid Yıldızgil Muhammed Atalay Yazarlar Ayça İşbilen Bayram Kaynakçı Benan Şahindoğan Bilal Çakıl Birkan Akyüz Ergül Yılmaz Didem Onmuş Gizem Köprülü İsmail Onur Merve Nur Doğan Murat Erdoğan Murat Kandemir Nazik Çam Nebi Eren Bayramoğlu Özge Özdemir Özge Özgüner Selin Sabcıoğlu

güvende olacaklar. Attığımız büyük adımlar ve sosyal medyadaki aktif rolümüz sayesinde birçok sanatçıdan ve değerli insandan destek görmeye devam ediyoruz. 2. sayımızla birlikte Yekta Kopan, Levent Üzümcü, Buket Uzuner, Barbaros Altuğ ve ismini sayamadığım daha birçok sanatçımızdan destek gördük. Sanatçılarımızın verdiği destek sayesinde TRT Radyo 1’deki “5.Gün” programının yapımcısı Hilal Ertan hanım bizi 15 Ağustos Cuma günkü yayınında konuk etti. Buradan kendisine ve bütün TRT ailesine desteklerinden ötürü ekibim ve kendim adına teşekkür ediyorum. Son olarak dergimize yepyeni isimler katıldı. Kültür Çıkmazı ailesi yayın ekibi ve misafir yazarlarıyla her gün büyümeye devam ediyor. Aramıza yeni katılan yazarlarımız ve sizin gönderdiğiniz yazılar sayesinde bu ay şiir, deneme, öykü ve tanıtım bakımından çok daha zengin bir sayı oluşturduk. Oluşan bu zenginlik ve bir önceki ayda aldığımız karar sebebiyle bu ay dergiye genel bir tema belirlemek yerine bütün yazarlarımıza serbest çalışma imkanı verdik. Ama yine edebiyatımızın büyük yazarlarından “Orhan Kemal”i unutamadık. Ona olan saygımızı 100. yaşını kapağımızla kutlayarak ve bu sayımızı ona armağan ederek göstermek istiyoruz. Ayrıca bir dahaki sayımız içinde bilgi vermek gerekirse, belirli bir temamız olacağını söyleyebilirim. Ekim ayında doğup yine ekim ayında vefat eden cumhuriyet tarihimizin önemli şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı’ya özel dopdolu bir sayıyla 5 Ekim’de yine karşınızda olacağız. Yazımın sonuna geldiğime göre bütün okurlarımıza keyifli okumalar diliyorum. 4. sayımızda tekrar buluşmak dileğiyle, edebiyatla kalın…

kultur_cikmazi kulturcikmazi


Artan şair sayısı ve neredeyse tamamı değişen kadrosu, attığı bizim için küçük edebiyat için büyük adımları ile Kültür Çıkmazı kirli düşüncelerden arınmış bir şekilde karşınızda! Bu sayıyı –onun hakkında yazı yazmasak da- 100 yıl önce bu günlerde doğmuş olan “Bacaksız Orhan”a, Orhan Kemal’e adıyoruz. İlk cümlemde de belirttiğim gibi şu anki kadromuzun çoğunluğunu genç, yaşlı, hevesli, yetenekli şair arkadaşlarımız oluşturmakta. Tabii bu sizi deneme, öykü, tanıtım yazılarından mahrum bırakacağımız anlamına gelmiyor. Hatta bir önceki sayıda başladığımız “Misafir yazarlık” sistemi ile sizleri kendi yazılarınızdan da mahrum bırakmayacağız.

Misafir Yazarlar Bilal Maral Efla Özgür Elif Barış Furkan Bademli İbrahim Yıldırım İlker Özer Leyla Özlüoğlu Merve Mutlu Meryem Sunna Yusuf Bahri Özsoy

Başlıca örnekler verecek olursak; yazılacağını duyduğumda heyecandan ne yapacağımı şaşırdığım “Pink Floyd” tanıtım yazısı ile Özge Özgüner az da olsa –sayfa sayısı olarak az- bize Pink Floyd’un ne olduğunu anlatıyor. Gizem Köprülü “O” öyküsü ve “Amadeus”u ile merakla araştırmaya iterken Hamid Yıldızgil (ilk sayıdan hatırlayacağınız “Gece Can Erdem”) kendi adı ve denemeleri ile bizleri bir kez daha düşünmeye sevk ediyor. Aramızdaki en tecrübeli yazarlarımız olan Birkan Akyüz, Ergül Yılmaz ve İsmail Onur’un şiirlerini anlatacak kelime dahi seçemiyorum. En iyisi fazla uzatmayayım da bir an önce sizler için derlediğimiz tüm o güzel yazı ve şiirleri okumaya başlayın.

Reklam ve Sponsor kulturcikmazi@kulturcikmazi.com


İçindekiler 5. Ulusal Yas - İsmail Onur 6. Ufka Yüzenler Mezarlığı - Özge Özdemir 7. Sıcaktır Ölüm - Bayram Kaynakçı 8. İki İhtimalli Bir Takvim - İlker Ardıç 9. Ölmeye Bakmak Dedim - Didem Onmuş 10. Başarı Sadece Üretmek Değildir - Hamid Yıldızgil 11. Dolu Masanın Boşu - Nebi Eren Bayramoğlu 12. Haşim ve O Belde - İlker Özer 14. Prusya Mavisi - Bilal Çakıl Bulut Kokusu - Bilal Çakıl 15. Gece Yazması - Nazik Çam 16. Hikayem Paramparça - Murat Kandemir Sokakta - Murat Kandemir 17. İç Açı - Murat Kandemir Ah Bu Şarkıların - Murat Kandemir 18. Bavul - Merve Mutlu 19. Cevapsız Sanrı - Ayça İşbilen 20. Beraberce Odamda - Ergül Yılmaz Yalnızlığın Şarkısı - Ergül Yılmaz 21. Nisan - Birkan Akyüz 22. Amadeus 1984 - Gizem Köprülü 24. Sen Küllere Fidan Dik - Selin Sabcıoğlu 25. Menekşelenen Çocukluğuna Senin - Meryem Sunna 26. Bazen - Murat Erdoğan 27. Duvar - Merve Nur Doğan 28. En Sevdiğim 10 Kitap “Sine Ergün” - Muhammed Atalay 29. Yeni Yazılan Bir Şehir - Bilal Maral 30. Aldı Beni - Bayram Kaynakçı 31. Yoktan Varlık - Nebi Eren Bayramoğlu 32. Pink Floyd (Red Special) - Özge Özgüner 37. Bunalımın Eşiğindeki Aforizmalar - Hamid Yıldızgil

5 Eylül 2014

3. Sayı

38. Chopin Harp Okulu - Ayça İşbilen 39. Her Şey ve Hiçbir Şey - Efla Özgür 40. O - Gizem Köprülü 42. Eğitimin Öncüleri Güçlerini Birleştirdi - Bilgilendirme 44. Çizim - Leyla Özlüoğlu 45. Sessiz Yakarış - Benan Şahindoğan 46. Yapılacak Kalmadı - Nebi Eren Bayramoğlu 47. İçişleri Batanı - Ayça İşbilen 48. Âşık Yusuf Der Ki - Yusuf Bahri Özsoy 50. Diş - Muhammed Atalay 51. Olmayana Özlem - Furkan Bademli Sonsuz - Furkan Bademli 52. 29.78 km/s - Elif Barış 53. Önce Dua Sonra Şiir - İbrahim Yıldırım Aşka Dair - İbrahim Yıldırım Gölgeler - İbrahim Yıldırım 54. Kalemin İnadı Kağıdın Sabrı - Sergi 55. Düğün (Şiir - Resim - Heykel) - Sergi


Ulusal Yas Kayıp bir ülkeydim dudaklarında Başkentim öpüşlerine Dağlarım gerillalarına Susamış Suluboya bir rüyaymışım meğer Bir damla gözyaşıyla solan Göçebe kalbinin Karanlık sokaklarında uyuyan Ayrılıkçı dalgalar vurur şimdi Bensiz kıyılarına Elebaşları ay, bilirim Devrik bir tanrı gibi tepemizde dolanan -kadrandaki tüm geçeler benmişim meğer Bir türlü sana kalamayanSürgünüm aşkına şimdi Sürgünüm papatya tarlası tenine Sahillerine şiirler yazıyorum İçime yağan sen karlarıyla Ağımla tuzunu çektiğim Yalnızlığımın kefeni gözyaşı denizlerinin Ve şerit diye Sensizliği takıp koluma Nicedir yasını tutuyorum 21 Mart sabahlarının

İsmail Onur ismailonur@kulturcikmazi.com


Ufka Yüzenler Mezarlığı Durdu küçük adam bir sahil kasabasının tek mezarlığında. Ufka yüzenler mezarlığı. Çoğunun içi boş olan mezarlara baktı. Boştu, çünkü yitip gitmişti ölenler denizin açıklarında. Toprak değil deniz olmuşlardı. Bitki değil balık olmuşlardı. Yataklarında bulmamıştı onları ölüm. Onlar çağırmıştı ölümün her şeyi yok eden nefesini, ufka erebilirmiş gibi yüzüp gittiklerinde. “Kim bilir” dedi içinden, “hepimiz aynı şeyi yapıyoruz belki. Ufka ulaşmaya çalışıyoruz. Yücelterek binbir sözle, sonra hayran olarak duyduğumuz, tekrarladığımız söze ve sonra en sonunda sıyrılarak bütün bunlardan adayıp kendimizi, boğuluyoruz kendi yarattığımız ufka ulaşabilmek için. Boğuluyoruz can hıraş yüzerek ya da kumsaldan bakarak boğuluyoruz gözlerimizle, mavilere dalarak.” “Bir yanılsamaydı ilk başta,” dedi iç çekerek, “bir ince çizgide birleşirmiş gibi görünmesi, gökyüzüyle denizin.” Bir gün, biri bir isim taktı bu yanılsamaya. Sonra bir gün, biri süsledi bu ismi. Gökyüzüyle denizin kavuştuğu bir uzun çizgi, dedi. İnsanların gözleri parladı önce bu sözü duyunca, sonra gülümsemeler yerleşti dudaklara bir düşe dalarcasına. Sonra biri iç çekti “Ufuk” diyerek, fırında pişen taze ekmeği bekler gibi. O

vakit düştü akıllara, ufka ellerinin uzanabileceği. Bir gün biri çıktı sonra: “Ben yüzerim,” dedi ufka, “aç susuz kalırım gerekirse ama varırım en sonunda. Bu küçücük kasaba bana dar” dedi. Günlerce beklediler gözleri ufukta gidenin geri dönmesini. Sonra: “Beden dönsün ki?” dediler. Ufka yazılan şiirler külliyatına bir de ufka yüzenin destanı eklendi. O gün bugündür hiç eksilmedi ufuk yolcuları, hiç dinmedi gidemeyenlerin yüreğinde özlemi. Bazen biri çıkıp dedi ki: “yapmayın etmeyin yazıktır. Bu sadece bir yanılsamadır. Yüzüp kayıplara karıştıkları yerde gök denize ancak buradaki kadar yakındır.” Dedi demesine ama hayal kırıklığı, acıma hatta öfkeydi karşılığı, çoğu zamanda küçük görme. Küçük adam dediler ona. Küçük adamlar sustu zamanla. Kumsala gidip içleri acıyarak baktılar uzaklara. Ufuktaydı onlar. Ayaklarını usul usul okşayan denizle gök yani hava birleşmekteydi işte. Ufuk, onu bilenler için, ayaklarının dibindeydi.

Özge Özdemir ozgeozdemir@kulturcikmazi.com


Sıcaktır Ölüm Ne yol çeker gözlerin Takvimden kopar yapraklar Teker teker baş üstüne Bir beyazlık peydah olur Düşer rahminden senenin Kaç yıldızı mesken ettin Ya da hangisi senindir Kayıp düşse kim tutar rengini Acını hangi kara dindirir Sabahı etmeden Kaç gece daha biriktirebilirsin ki avuçlarında Ettiğini düşün Kaç perde kapatır seni Nefesin sessiz çıkacaktır Aldığında kimsenin duymadığı gibi Ve sıcaktır ölüm Bedenin donsa da

Bayram Kaynakçı bayramkaynakci@kulturcikmazi.com


İki İhtimalli Bir Takvim Bekledim... Kaç gün, kaç ay, kaç yıl olduğunu bilmeden bekledim bir başıma. Belki "O"ydu kaçtığım, belki de "Onlar". Ama beklediğim biri yoktu gerçekten, hayallerim yoktu. Birkaç tesadüf müydü bunu bozan, yoksa kader miydi bilemedim. Ama gecenin bir yarısı sokak lambaları bile bir bir sönerken, bir "Merhaba"yla aydınlandı odam. Sonra toz tutmuş sakallarımdan kurtuldum önce, masamda biriken şişeleri bir bir çöpe attım. Eski radyomu onardım bir güzel, seni anlatan şarkılar dinledim. En sevdiğim gömleğimi ütüledim sabahın köründe, çekmecenin derinliklerinden parfümümü çıkardım. Bir tek cesaretim eksikti yanına gelirken, onu da cebime koyduğum kalemimden aldım. Hala geçen günleri takip etmediğimi fark ettim az önce, çünkü ne günler umurumda ne yıllar. Artık bir tek sen varsın takip ettiğim. Mesela dün günlerden senin olduğun bir gündü, bugün

olmadığın bir gün, iki gün sonra yine senin olacağın bir gün. Takvimim iki ihtimalli artık yanımda olduğun günler ve uzak kaldıklarım. Yanımdayken öyle işlemişsin ki içime, hayal etmek zor olmuyor artık uzakken. Hani ellerinden maskeler yapıyorsun ya utandığında. Duyduğun her güzel sözde masum bir gülüşün oluyor ya gizlice. Kaçırıyorsun ya ellerini her şeyden, benden. Gözlerine her bakışım da İstanbul'un başka bir duvarını inceliyorsun ya çekinerek. Sana her gelişim de aynı istekle bekliyorsun ya beni saniyelerle içli dışlı. İşte her gece boş bir tavan da bunları hayal ederken seviyorum seni. Ve her sabah “Uyandığım olacağın” günü bekliyorum…

da

yanımda

İlker Ardıç ilkerardic@kulturcikmazi.com


Ölmeye Bakmak Dedim İnsanlar ölüyor Birer birer terk ediyorlar ağaçlı yolları… Veda ediyorlar sabah doğan güneşe Ağlayan buluta, gecenin sahibi yıldızlara Sessiz gidişin siyah rengine, beyaza bürünüp gidiyorlar. Ağlayan çocuğun gözyaşlarını silen bir anne belki... Yıpranan yüzünü avuçlar arasına almış bir babanın Yakarışı derinden Bir ananın yanan yüreği sönmeyen Gidiş, gidenlerin en büyük oyunu kalanlara Sahipsiz kalan insanların yalnızlığı Gerçeğe koşan ruhların toprakaltı maceraları İnsanlar ölüyor Birer birer terk ediyorlar ağaçlı yolları Sevdaları yarım kalan genç oğlanlar Yolculukları tamamlanmamış gülümser çocuklu tablolar Yemeği henüz bitmemiş nur yüzlü Süleyman amca... Bilmiyorlar... İnsanlar ölüyor

Didem Onmuş didemonmus@kulturcikmazi.com


BAŞARI SADECE ÜRETMEK DEĞİLDİR -Bir Dizi Eleştirel GözlemBazen oturup düşünüyorum ben insanlardan çok mu şey istiyorum acaba diye. Bakıyorum, göremiyorum. İrdeliyorum söylemleri, üslupları, kişilikleri. Kimseyi kendi çabamla değiştirmek değil derdim, elbette. Sadece birazcık anlayış istiyorum. Ve kendi iç dünyasında bile kendini eleştirmeye gücü olmayanlardan bunu beklemenin hatalı bir bekleyiş olduğunu görüyorum. Çünkü birey yaşadıklarına dönüp bakmazsa eleştirel bir süzgeçten geçirmezse anlayış kavramını kavrayamıyor. Her şeyden önce konuşmak için konuşmamak gerek. Ufacık bir şeyi kocaman bir şeymiş gibi sunup kalitesizliğe sürüklenen birey veya bireylerin er geç bu tutarsızlığın bedelini ödeyeceğinden hiç şüphem olmadı. Başarılarını egoya dönüştüren küçük detaylarla mutlu olmaya mahkûm olanlar, büyük ödüllerin uzağında kalmayı, parçalanmayı hak ederler. Esasen kişiler başarıları görmezden gelip öfkelerini eyleme dönüştürmekte kararlılık gösterdikleri kadar karşıdakini anlamlandırmaya çalışsa, içi boşaltılmış diyalogların kurbanı olmazlar. Eğer birlikte yürütme alanı oluşturulmuş bir mecrada söylemler kapsayıcılıktan uzak, tepeden inme gibi aksedilir ise orada yaşanılan düzen –burada düzen esasen karmaşıktır- yıkılmaya yeniden tasarımlanmaya veya pürüzlerden arınılmaya ihtiyaç duyar. Tam bu konuda edindiğim deneyimlerden faydalanarak geleceğe dönük aksak adımlar atmam bu kokuşmuş tavırlara tahammülsüzlüğümdendir. Benim işim

samimiyettir, maskelenmiş kelimelerle uğraşmak değil. Maskelenmiş derken sadece güzel söylemlerle sınırlandırılmış duygudan ve samimiyetten yoksun birlikteliklerden bahsediyorum. Eğer dediğim gibi maskeler düşerse o güzel söylemlerde yerini çirkinliğe, saptırmaya veya aşağılamaya bırakıyor. Çoğumuz bu tür durumlarla karşılaşırız aslında. Kimimiz es geçer kimimiz üzerinde durmaz kabullenir kimimiz ise üzerinde düşünür kafa yorar. Ben kafa yoranlardanım sanırım çünkü bu tür olaylar beni gerçekten üzüyor ve içten içe kendimi sorgulamama neden oluyor. Acaba artık sadece yapmam gerekenlere mi odaklanmalıyım diye düşünmüyor değilim… Söylenmesi gereken çok şey var ama şöyle bitireyim isterim. Bu tür tepeden inme kelimelerden bir şekilde uzaklaşıyorum ve maskelerinin düşmesini deneyimimle sabitliyorum. Bu deneyim bana doğru yönde olduğumu gösteriyor. Her ne kadar üzülsem de. “Ve son olarak yapılan hataları atılan küçücük bir adımla unutabilirim ama yanılmadıysam.”

Hamid Yıldızgil hamidyildizgil@kulturcikmazi.com


Dolu Masanın Boşu Hayaller var -diyebilmek sana- hayaller Çamlıca'da ve en soğuğunda boğazın, Çay içmekteler. Alabildiğine tuhaf; Şimdilerde masalar bomboş, bulvarların ucu kesik, caddelerin sesi kısık. Ve dinlenmek nedir bilmiyor müzik, her an melankolik, her tasavvur ezik. ''Hani o bırakıp giderken seni, bu öksüz tavrını takmayacaktın'' demiş ya sanat güneşi, Takmadım. Cevap hakkı doğmuş tüm asilere; Çayın sıcaklığı kadardır bütün sevgimiz, Aklın varsa esme. Yine de ne ara soğuttuk bu kadar... Bir bardak duruyor eldivenin yanında, masada işte hemen şurada prenses Diana'dan kalın belli, dile geliyor: ''Buralar eskiden hep yeşillikti'' haklıydı, konuşulurdu o vakitler Solmamıştı o zaman yeni biten çiçekler, ezmeye yetmemişti tarla üstlerini sebepler.

Şimdi ne mi oldu… Hayallerin pimi çekildi, gözlerin mili... Çıkmıyor ayaklarım çay içtiğimiz tepeyi. Zangoçlara gün doğdu bu ''gonk'' 12'nci.

Nebi Eren Bayramoğlu nebierenbayramoglu@kulturcikmazi.com


Haşim ve O Belde Herkesin bir "o belde"si vardır hayalini kurduğu. Kimimizin hayalidir, ayakta tutan kuvvet veren; kimimizin ütopyasıdır; hiçbir zaman olamayacağını bilerek yaşadığı. Kimi emekli olunca gitmek ister oraya, son demlerini geçirip huzur ile ölmek için; kimi hep orada yaşamak ister; şimdi ve ölene dek. Kimi orada yaşamıştır da dönmek ister; gurbettedir ve doğduğu yer onun "o belde"sidir. Kimi ise ölünce oraya gidebilmek için uğraşır durur hayatı boyu. "Ebediyen mutlu ve de rızası kazanılmış bir cennettir onun "o belde“ si. Kimi ise yaşadığı yeri "o belde"ye çevirmek için uğraşır, tüm dünyayı ve insanlığı karşısına alarak. Kolay mıdır, sizin "o belde"niz başkalarının çıkarlarını zedeleyebilir, hesaplarını bozabilir çünkü. Ben şiirde en çok Ahmet Haşim’in “o belde” sini severim. "Hayal-i muhayyeldeki” o beldeyi. Haşim mavi gölgeli o beldeden uzakta ömür boyu sürgüne mahkûmdur. Şikâyet eder insanlardan tıpkı bizim gibi. Anlaşılmadığından dert yakınır. “Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz. Sana yalnız bir ince tâze kadın Bana yalnızca eski bir budala Diyen bugünkü beşer, Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar, Bulamaz sende, bende bir ma'nâ,” Bu sefil, iştahlı, kirli bakışlı insanlar Haşim'i eski bir budala, seslendiği sevgilisini ise sadece bir genç kadın olarak görmektedir. Oysaki Haşim için her şeyin görünürün altında yatan bir manası vardır. Haşim, Türk sembolizminin öncülerindendir. Nesnelerin, kelimelerin altında anlam denizleri vardır onun için. Her ne kadar ilk sembolistimiz olarak, "nuru (aydınlığı) yakan zulmet (karanlık)" diyen Şeyh Galib'i kabul edebilirsek de, devrindeki şiirlerine bakarak Haşim'in hakkını teslim etmemiz gerekir. Haşim şiirlerinde gün batımlarını konu alır; genelde akşam olmaya başladığı saatleri sever. Bunun sebebi ise yüzündeki şark çıbanı sebebiyle oluşmuş yara izi ve bu sebeple maruz kaldığı meraklı- dikkatli ve korkan-tiksinen bakışlardır. Bu sebeple hep yarı aydınlık yarı

karanlık akşamüstlerini ve girdiği psikolojik durumdan dolayı, mezarlık ve çayırlıklardan şiirlerinde bahseder. Şiirlerindeki tasvirler ve yaşamından kesitler Haşim’in empresyonizmin etkisinde kaldığını açıkça gösterir. Merdiven şiirinde gün batımında denizde kaybolan güneşin suları mı yaktığını, mermerin renginin neden tunca döndüğünü sorar... Haşim in o beldesi hayalindeki el değmemiş yerdir. (O belde?/Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;) O beldenin kadınları ya kardeştir ya da sevgili ve bunun da bir sonucu olarak ince, saf, temizdirler. Gözlerinde hüzün vardır ve Haşim gibi karanlığı severler; "leylî”dirler. Onların ruhu küskün akşamdan öyle sık menekşelerdir ki hep sessizliği ararlar. Ay ışığının soluk karanlığı onların ellerine sığıntıdır. Hepsi de Haşim gibi zayıf düşmüşlerdir; dilsiz ve ortaktır hüzünleri. O beldenin üstünde hep mavi bir akşam yani akşamüstü vardır; karanlık ile aydınlığın ortası; çünkü Haşim böyle olmasını ister kendi “o belde” sinin. Birden bir uzaklık, mesafeler girer araya. Haşim var gücüyle sorar; “O belde Hangi bir kıt'a-yı muhayyelde? Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd? Bir yalan yer midir veya mevcûd Fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?


Günümüz Türkçesiyle ifade etmeye çalışırsak; O belde Hangi hayal edilmiş kıtada? Hangi inciden nehir ile sınırı çizili? Bir yalan yer midir veya (öyle bir yer) var mıdır? Fakat bulunmayacak bir hayal sığınağı mı? İşte bu bölümün son dizesinde Haşim kendisini ele vermiştir. Gerçekte de “o belde”lerimiz, hayallerimizle inşa ettiğimiz sığınaklarımız değil midir? Bizi gerçek dünyanın baskısından sınırlı ve kısa süreler de olsa uzaklaştıran sığınaklar. Ve bilmem diyor düşüncelerinde sıyrılarak;

Ahmet

“Bilmem... Yalnız Bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.” (Günümüz Türkçesiyle) “Bilmem... Yalnız Bildiğim sen ve ben ve mavi deniz Ve bu akşam ki titretiyor Bende hüzün ve ilham tellerini,”

Haşim;

İlhamının kaynağını ifşa ediyor Haşim; hüzün ve ilham tellerini titreten akşam. En derin karamsarlık ve bence günümüz insanının da hali olan en vurucu bölüm kanaatimce son kısımdır: “Uzak Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz...” Yani; Uzak Ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak Bu sürgün ve hasrete ebediyen bu yerde mahkûmuz… Hepinizin “O Belde”lerine bir gün mutlaka kavuşması dileğiyle…

İlker Özer Misafir Yazarımız


Prusya Mavisi Sana bir şiir yazacağım adı prusya mavisi Ne gökler şahit olacak ne de engin dağlar Güneş bile habersiz sırıtacak buluta Sana yazılan mısralardan habersiz Ne yıldızlar bilecek hecelerimi Ne de gökkuşağının dördüncü rengi Öyle gizli bir tutku bu; umudun varlığı gibi Turkuazın zemine dağılan tonları gibi Öyle tarifsiz bir his işte Gökyüzünün sonsuzluğu gibi Güneşin eşsizliği, Bir bulutun saflığı gibi Sen gibi yani, Sen gibi...

Bilal Çakıl bilalcakil@kulturcikmazi.com

Bulut Kokusu Dudaklarım kızarmış, Nefesimde kızıl bulut kokusu. Ilık bir kış günü; Okşarken mevsimi, Yorulmuşuz karşılıklı.. Nefesimden gözlerine üfürdüğüm, Sıcak bir mevsim bu. Tenin kururken nefesimle, Kırmızı baharlar gelmiş avuçlarımıza Şaşırmışız. Birkaç mevsim bakışmış, Birkaç mevsim sevişmişiz.. Habersiz... Gözlerimizle üstelik.

Bilal Çakıl bilalcakil@kulturcikmazi.com


Gece Yazması Elleri terli ve kirli, Olabildiğince çıplak ve kimsesiz Ve aç ve tok... Tam böyle anlarda severdi o. Tam böyle anlarda gelirdi üşüme Ve tam böyle anlarda terk edilirdi gece. Tam da o zaman bir anne ölürdü Söyle, hangi insan âşık olmadan gömüldü? Böyle anlarda bütünler parçalara bölünürdü. Nejat abiler gülerdi. Nejat abiler giderdi. Öyle ki deryalar göllere dökülür, siyahlar beyaza bürünürdü. Taşardı, aşardı ve her zaman yaşardı o. Tam böyle anlarda severdi o. Böyle anları severdi o. Saçlarıyla bedeni paradoks yaratır, Gözleri yeşile çalardı. Sonrasında Niye en sevdiğimiz kalemler en güzel yalanları yazardı?

Nazik Çam nazikcam@kulturcikmazi.com


Hikayem Paramparça bilmelisin ki çocuk her kahraman kendi hikayesine biraz dargındır ve aslında herkes kendi yarasının iç mimarıdır ama gece derin 
 insan derin yüzü bir rüyaya karışıyor herkesin.

Murat Kandemir muratkandemir@kulturcikmazi.com

Sokakta keşke şu akıp giden sokağın kederini anlatacak kadar olsaydı dili hem söylesene sevgili ne kadar olmuş ki 
senden gidemeyeli.

Murat Kandemir muratkandemir@kulturcikmazi.com


İç Açı acı içimde değil
 içim acının içinde 
 içimde ne ararsan yok, yok her kabuğun altında bir yara var ama her yaranın kabuğu yok.

Murat Kandemir muratkandemir@kulturcikmazi.com

Ah Bu Şarkıların bazen bir insanla birlikte dünyadaki yerini de kaybedersin sonrasındaki boşluk hissi birazda bunu anımsatır şarkılar kötüdür mesela çünkü kötü şeyleri hep iyi anlattır.

Murat Kandemir muratkandemir@kulturcikmazi.com


Bavul Sessizce çekip gideceksin buralardan. Ayak izlerini örtmek için yaz yağmurları yağacak ardından. Kokunu bastırmak için toprak kokusu salınacak buralarda. Ayak izlerinin olduğu, yaz yağmurlarının sildiği bu topraklarda. Bavulunu yer çekimine meydan okuyarak sürükleyeceksin Beyoğlu sokaklarında. Ha birde çok sevdim diyeceksin İstanbul'u, yalan! Sevseydin terk etmezdin burayı. Kız kulesini arkanda bırakıp gitmezdin. Denizleri gülümsemenden mahrum bırakmazdın. Rüzgârın saçlarını dağıtmasına izin verirdin. İçindeki fırtınalara eklemezdin. Bavuluna doldurup anılarını gitmezdin.

Sen şimdi gittin buralardan. Ara sıra geleceğini de söyledin. Ya gelmediğin zamanlar, uyku tutmayan geceler... Gözler kapatılıp İstanbul dinlenirken sağır mı olacaksın. Gittiğin yerde demeyecekler mi İstanbul'u terk etti bu adam! O koskoca aşkını küçük bavuluna sığdırdı! İstanbul hatırlayacak mı seni? Kendisine bu kadar sağır kör ve dilsiz en önemlisi yüreksiz olan birini... İstanbul bu kimi unutabilmiş ki? Her yağmurda bir şiir bırakacak kucağına, kendine has bütün sesleri gelişini müjdeleyen bir beste yapacak, yokluğunu Yahya Kemal'e dert yanacak. Ama geleceksin İstanbul'a. Sen olmasan adın gelecek, sanın gelecek. Olmadı birkaç satırın değecek bu Galata'nın duvarlarına.

Merve Mutlu Misafir Yazarımız


Cevapsız Sanrı Bazı iç sesler tumturaklıdır. Yalnız benim duyabildiğim... Bir şeyler için emare beklersin, Sonrası; cumhuriyet parkı... Yolculuğa, Adile Naşit eşlik eder -en güzel ses kayıtlarıVe geçmişi yormayan bir ses siner çocukluğuma. Artık, masal da yoktur Adile Naşit de. Muzaffer çıkarıyor beni, Masallarla yaptığım savaştan. Ve yağmur... Eskiden, bizim oralar hüzünle kucaklaşmazdı hiçbir zaman, Tokalaşırdı en fazla. Şimdi de bir ses yükseliyor damlalardan: “Dinecek var!” İçi helyumla dolu balonlarla yükseliyor çocukluğum, Bazı düşlerin de yükseklik korkusu vardır, Biliyorum. Şike rekorları kırarken şimdi hayat, Benden çaldığı taşları geri vermiyor. Çok batanlar listesinin başına geçmiş bile ruhum, D'üşengeçliğim de kurtarmıyor artık beni... Muzaffer çıkan bir tek ben değilmişim. Bırak artık dünyanın bu mahvolmuş hallerini, Öz Türkçe yaşamaya çalış biraz da! Biliriz tinerci içeceğiyle koşanlar da vardır hayata, Tıknefeslik, bazen iyidir; bazen... Yallah edilirken de tüm düşlerimden, Parça çıkıklarımı, yerine getirmeye çalışıyorum. Böyle olduğunda da diyorum ki; Bazı h'iç sesler tumturaklıdır...

Ayça İşbilen aycaisbilen@kulturcikmazi.com


Beraberce Odamda Akşam olur Odama sessizlik çöker İçimde huzursuzluk Neşemi kaçırır Eğer sen gelirsen aklıma Yüzümde tebessüm Kalbimde kıpırtı Gözlerimde parıltı olur İşte o an bir de içeri girsen Kim bilir neler olur Ne kıyametler kopar kalbimde Seni sarmak ister ellerim Dudaklarım öpmek ister Bedenim arzular Gözlerim ”kal” der Belki sen de Kalırsın yanımda Sabahlarız beraber Beraberce odamda

Ergül Yılmaz ergülyilmaz@kulturcikmazi.com

Yalnızlığın Şarkısı Titrek bir el gibi okşarcasına Bedenimi saran o rüzgârın kasvetli nefesi Serin, durgun bir akşamüstü Yalnızlığımı hissettim Akarsular çekilirken yatağından Bıraktığı kuru çatlaklar gibi O yorgun, kurumuş, çatlamış dudaklarım Issız bir yalnızlığa bürünmüşken dilim Yalnızlığın şarkısını ıslıkla çalmakta Yalnızlığın korkusu, dehşeti sardı galiba Islık sesi artık titrek geliyor Aniden düşerken boşluğa Tutunacak bir dalı elim, bilsen ki nasıl arıyor Yalnızlığın şarkısı inliyor boşlukta Yorgun gözlerim kaşınıyor Ovuşturuyorum Gözlerimi açtım ki düşmekteyim, düşüyorum

Ergül Yılmaz ergülyilmaz@kulturcikmazi.com


Nisan Bağrına mevsimlerin düştü yağmur damlası Simurg’un kanadından süzüldü nur atlası Rahmet olup yağınca rıhtımları kıskandım Merhamet ateşiyle sırılsıklam ıslandım Aşkınla incilendi, mavilendi deryalar Ebedi bir uykudan uyandı kanaryalar Susayan sinelere umut, heyecan doldu Dirilmez dedikleri bedenlere can oldu Bir kutlu pazartesi, kokunla hayat buldu Yüz sürdü eşiğine canlar seyahat buldu Düşünce çöllerime damlanı yudumladım İçimdeki çiğdemin yolunu adımladım Ne olur bir umut ver yürürüm izlerinde Boğulmak çok isterim rahmet denizlerinde Gözlerinden öğrendim ölürken de gülmeyi Sahrada yol alırken kumlara gömülmeyi Akışınla sağıldı menzildeki bu zaman Aşkınla dağılmıştı başlardaki bu duman Suya hasret topraklar can evinden vuruldu Kâinatın kalbine payitahtlar kuruldu Süreyya gözlerinden içtim ezgilerini Bulmuştum kaderimde ince çizgilerini Ayların efendisi yeşertti umutları Bir katreyle erimiş yıkılmıştı putları Semadan üzerime döküldü bütün renkler

Renkleri kucakladı yerde bütün ahenkler Saadet tezgâhında ince bir nakış ördüm Süzülen her manada senden bir bakış gördüm Özledim, gözlerimde zerreler filizlendi Özledim, sözlerimde ezberlerin gizlendi Sen gelince içimde kandiller ateşlendi Sen gelince taşlara nakışların işlendi Sen gelince duruldu, rüzgârlar fırtınalar Bir meltem olup aktı ellerdeki kınalar Bir masala dönüşen efsaneydi akışın Zulmeti nurla boğdu bir kerecik bakışın Kızıl yıldız doğmuştu bu dünya semasında Sütunlar yıkılmıştı Kisra’nın sefasında Büyük Zerdüşt ateşi sönmüştü gelişinle Parmağından su aktı bir kere gülüşünle Güllerin kokusunu bağrına bastı Hira Gözünden kanlı yaşlar akıtmıştı Bahira Güvercin yuvasında zulmete ağ örmüştü İnsanlık kâinatın sultanını görmüştü Bir ebru deseniydin kelebek kanadında Bir ‘insan’ mı gizliydi bu beş harflik adında Adını kalpten silmem, düşürmem dilden Nisan Sonunda anladım ki sensiz olamaz insan

Birkan Akyüz birkanakyuz@kulturcikmazi.com



Amadeus (1984) Üç yüzyıl kadar öncesine gidelim. Hepimizin bildiği üzere Mozart ya da tam adıyla Wolfgang Amadeus Mozart, ne kendi günlerinde ne de şimdiki zamanda göz ardı edilemeyecek bir isimdi. Wolfgang, 1756 yılının Ocak’ında Salzburg’da dünyaya geldi. Zaten bir dahi olmasının yanı sıra kendini bu denli erken yaşta keşfedebilmesinin en büyük sebeplerinden biri babasının da müzisyen olmasından gelmekteydi. İlk minüetlerini 5 yaşında bestelemeye başlamış, ilk konserini 6 yaşında vermiş, ilk senfonisini 9 yaşında yazmış bu dahinin yaşamı hakkında yazılıp çizilenler, hayatı ve kendisi hakkında bilinenler yine de yetersiz geliyor insana. Bu dahi kişilik hakkında günümüz de dahil olmak üzere birçok kitap yazılmış, tiyatrolar sahnelenmiş hatta opera bile bestelenmiştir. Bunlardan en bilinen örnek olarak size Aleksandr Puşkin’in “Mozart ve Salieri” isimli oyununu gösterebilirim, böylece de konumuza güzel bir giriş yapmış oluruz. Mozart biyografisini ilk yazanların bizzat onu tanıdıkları bilinmekle beraber, yapıtlarında bahsedilen Mozart’ın ortaya atılan kişiliği ve yapısı hakkında ortaya çıkan uyuşmazlıklar, onu –en azından kendi nezdimde- hayali bir kişiliğe bürümekten ileri gidememiştir. Mozart’ın Salieri ile ilişkisi Mozart dünyasının en çelişkili konularından biri olmakla beraber konumuzun başlığı olan ‘’Amadeus’’un yazılma sebebidir. Milos Forman yönetmenliğinde,1984 senesinde çekilen “Amadeus” filmi 8 Oscar toplamış ve bu konunun en kült yapıtlarından biri haline gelmiştir. Filmde, Salieri ve Mozart’ın gerçekte arkadaş olduğu iddialarının tamamen zıttı olarak birbirlerine olan düşmanlığı bazen tatlı çekişmeler şeklinde, bazen de seyirciyi gergin anlara sürükleyecek biçimde işlenmiştir. İtalyan asıllı Antonio Salieri’nin II. Joseph döneminde Viyana sarayında Kapellmeister – yani orkestra şefi- olarak çalışması filmde pek bir yabana atılmış olsa da, ikili arasındaki rekabet ve bu rekabetin filme uyarlanış şeklinin kusursuz

olduğu söylenebilir. Elbette ki filmin tarihi kişiliklerin gerçeklikleri dışında bir kurgu oluşu göz ardı edilmemelidir. 1984 yılı Oscar törenlerinde en iyi erkek oyuncu oscarını “Salieri” karakteriyle F. Murray Abraham, en iyi yardımcı erkek oyuncu oscarını da “Amadeus” karakteriyle Tom Hulce almıştır. En iyi yönetmen oscarını da tabii ki atlamamak gerekir. Bunun yanı sıra film, 4 Altın Küre ödülü, 4 BAFTA ödülü ve yazmaya çalışırsak listenin uzayıp gideceği sayısız ödülü sahiplenmiştir.

Mozart, ölümünden önce yeni yazmaya başladığı ‘’Requiem’’i bitiremeden 1791 yılının Aralık ayında, 35 yaşında hayatını kaybetmiştir. Bu genç yaştaki ölümü ve hastalığı birçok araştırmacıyı eserleri ve hastalığı arasında bir bağlantı kurmaya iter. Hatta Requiem’i kendi ölümü üzerine bestelemeye başlaması da rivayetlerden biridir. Bu filmi izlemek, zaten Mozart – Salieri ikilisinin çelişkili ilişkisi hakkında size bir fikir sağlayacağı gibi sizi daha da meraklandırabilir ve bu konu üzerinde araştırmalara itebilir. Ancak bütün bunlar bir kenara itilirse, sırf bir filmden sonsuz haz alma ve yine bir filmin güzelliğinden tatmin olabilmeyi tecrübe etmek için bile, bana göre ölmeden önce mutlaka izlenmesi gereken filmler arasında başı çekmektedir.

Gizem Köprülü gizemkoprulu@kulturcikmazi.com


Sen Küllere Fidan Dik Boşver beni, Ben de hayat aramak, Küllere fidan dikmek gibi. Su verirsin, iyice söner, Güneş verirsin, Rüzgârla uçar gider. Fide hayata "merhaba" demeden, "Elveda" der. Boşver beni, Ben de mutluluğu aramak, Çölden sahile kum taşımak gibi, Anlamsız, Bir o kadar da deli işi. Boşver beni, Bende, beni aramak, Samanda iğne aramak gibi, Zor, hatta imkânsız. Boşver en iyisi, Bende kendini aramak, Kendinde beni bulmak gibi. İnan denizde inci arasan Daha az vakit alır. Boşver gitsin, Benim her şeyi boş veremediğim gibi. Sen en güzeli, Küllere fidan dik, O bile daha umut verici...

Selin Sabcıoğlu selinsabcioglu@kulturcikmazi.com


Menekşelenen Çocukluğuna Senin Senin gözlerinde bir ay gibi parlayan nehir Benim ellerimde bir gün gibi büyüyen ay Yenik düştü uykuya bahar Kirpiklerinden süzülen o ürkek rüyalar Bir fidan körpeliğinde taze ve yeşil Bir yüz kırışıklığında hazin ve hüzün Senin ellerinde bir menekşe Çocukluğun kadar masum Benim gözlerimde bir güvensiz sis Aradığım o nehir yüklü bulutlarda yoksun Oysa uzatsam elimi menekşeler dile gelecek Kapasam ya da gözlerimi bütün nehirler birleşecek Derken, içimi gençleştiren çocuk Kuruyan bunca yaprağın bir iç dökümünde yitip gideceğini bilmiyordu elbet Bir bahar vardı onun için Ki tüm bahar gözleri açardı o yeşile bezenmiş ovalarda Dört mevsim böyle gider sandı çocuk Nehirler boyu akıp giden yanılgısıydı bu oysa

Meryem Sunna Misafir Yazarımız


Bazen Bazen boş bir kâğıda bakıyorum. Seni hatırlatıyor bana. Alamıyorum gözlerimi ondan. Büyülüyor bir süre sonra, başımı döndürüyor gitgide. Bazen bir kalem alıyorum elime. Yazmak istiyorum seni, sevgimi. Ama yapamıyorum. Paylaşamıyorum seni. O denli işlemişsin ki içime, nakış nakış. Sökemiyorum hiçbir uçtan. Bazen şiir oluyorsun dilime. Çağlayan ırmaklar misali akıyorsun içime. Kıyıya vuran dalgalar dökülüyor dudaklarımdan, sen diye. Bazen resim oluyorsun zihnime. Damlacıklar halinde dökülüyorsun gözlerimden. Her biri farklı renk, resmediyor kıymetlimi, bendeki seni. Bazen bulutları izliyorum sessizce. Sen oluveriyorlar gözlerimde. Her biri farklı

güzelliklerinde... Kuş cıvıltıları bozuyor sessizliğimi. Bir senfoni misali seni anlatıyorlar her telden. Her biri semaya durmuş, seni hatırlatıyorlar bana. Hafiften bir rüzgar esiyor. Gül kokuları geliyor burnuma. Ve güller âdeta yarış yapıyorlar aralarında ve semadaki kuşlara senin güzelliğini gösterebilmek için atıfta bulunuyorlar... Ve gece oluyor. Odam karanlık, sessiz. Birden seni görüyorum ayın yüzünde. Işıl ışıl çarpıyorsun yüzüme. İçimde fırtınalar kopuyor. Matemli gözlerle iki kelime dökülüyor dudaklarımdan... Seni seviyorum.

Murat Erdoğan muraterdogan@kulturcikmazi.com


Duvar Geçmiş beliriyor önümde, Ben gidip duvara dokunuyorum. Belki deliyim, belki hissetmem lazım Bir duvar geçilmezliğinde zaman. Hayır gökyüzüne uzanamıyorum Yıldızlar değil, gerçekler bulaşıyor ellerime. Ve en büyük gerçekliktir duvarlar. Sert soğuk. Tüm hatıraları geceye sarıp, Geceye sarılıp, Uyumalıyım belki de. Geçmişte uyanabilmek için. Eninde sonunda şimdinin varacağı yer de ora değil mi zaten Hepimizin gideceği yer ve de. Gerçekler dünyasına hoş geldiniz; Siz gidin en iyisi bir duvara dokunun.

Merve Nur Doğan mervenurdogan@kulturcikmazi.com


“En Sevdiğim 10 Kitap”

Bu aydan itibaren her ay bir yazara "En sevdiğiniz 10 kitap nedir?" sorusunu yöneltmeye çalışacağız. Amacımız, yapacağımız kitap listelerine katkı sağlamak, okumadığımız ya da görmediğimiz kitapları sevdiğimiz yazarlar sayesinde görmek ya da benzer okuma deneyimleri yaşayıp yaşamadığımızı görmek. Bu bölümün ilk konuğu da, "Bazen Hayat" kitabıyla 2012 "Sait Faik Öykü Armağanı"nı alan Sine Ergün. Sine Ergün: En sevdiğim on kitabı sıralamam olanaksız. Bende etkisi büyük olan kitaplardan onunu seçtim. Niçinini söyleyemem, bilmiyorum.

Wolfgang Borchert - Bu Salı Mario Benedetti - Yıldızlar ve Sen Vüsat O. Bener - Dost Gülten Akın - Uzak Bir Kıyıda Sait Faik - Alemdağ’da Var Bir Yılan Anton Çehov - Bütün Öyküler 8 Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda Leo Mallet - Hayat Berbat Marguerite Yourcenar - Bir Ölüm Bağışlamak Raymond Carver - Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen?

Muhammed Atalay muhammedatalay@kulturcikmazi.com


Yeni Yazılan Bir Şehir Gel tut ellerimden sevgilim, bu şehri baştan yazalım Hayal gücü sonsuzdur, nasıl istiyorsak öyle olsun Gökyüzünü yeşile boyayalım mesela, karanfil renginde olsun kuşlar Sonsuzluğa tanık olalım bir kuşun kanadında Denizi yine mavi olsun, deniz feneri ışığında Aşkımızı beslesin şehrin suları Gökkuşağından geçelim birbirimize Lacivertte sen, turuncuda ben Rengârenk yollarımız kavuştursun bizi Ağırlığımızca leylak açsın yollarımızda Kahkahası yüzünde çocukların gamzeleri karşılasın bizi, gökdelensiz gölgelerin altında Portakal ağaçlarının kokusunda da sevelim birbirimizi

Bilal Maral Misafir Yazarımız


Aldı Beni Semada süzüldüm ağrılı solum Aklım yok başımda rotasız yolum Ürperdi kanadım kırıldı kolum Gönlüm ağlar iken el aldı beni Sert düştüm hayattan gören olmadı Güze çarptı başım yazım dolmadı Dalımı koparma daha solmadı Yaşım kurumadan yel aldı beni Vur sırtıma sevi yüküm çoğalsın Hasreti veremem o bende kalsın Şu yalan dünyanın neyine yalsın Acıyla karışık tel aldı beni Kalbimin okları bir yana döndü Sebat etmedi hiç ne biçim yöndü Ocağımda tüten son ateş söndü Vuslata koşarken sel aldı beni

Bayram Kaynakçı bayramkaynakci@kulturcikmazi.com


Yoktan Varlık Belli etmeden severdin çocuklarımı mümkünatı olumlunun aksi sarsan itikatları, kocaman göz bebeklerimizin gerçeğiydi, münasebetsizdik, onlar dinleşirlerdi. Gülü sevenin dikeni bile insafa gebe kaldı, Var, bahçıvanlara sür bileklerini. Sen, ayaklarının üstünde durma, denkleşiyoruz. Cansa eğer bedenimize paketlenilmiş; yanıyoruz. Durmadan, daimi... Gençti geçen yıllar, hamdı zaman, Pişti yaram. Yunusumdan bi-haber. İstifamın -yaşantına dair nem varsa- sonuydu. Maddesizlikten dert yanmadı saçları. Rüzgara gölgesini bırakıp devrildi. Devrim gibi değildi. Bu başkaydı giyiniklerin çadırında bırakmak ulu orta üryanı. Soyundu izlerinden yaşı genç zibidi. Şimdi tamam. Çilesi kırklara kalmaz, çekilir en kirli bucağından pipetsiz terklerin. Çekilir tesadüfen bulunuşların orta yerinde bir yerlerin minneti. Gariptir. Adı bu değildi. Varsızlıklara selam duranlara...

Nebi Eren Bayramoğlu nebierenbayramoglu@kulturcikmazi.com



Müziğin ulaşabileceği en üst nokta… Bu saf ve kaliteli müziğin, gerçek anlamda nasıl “sanat” olabileceğinin en yüce örneğidir Pink Floyd. Ustaca enstrüman kullanımı, şarkı sözlerinde derin anlam ve müthiş anlatım zenginliği olan bu grubu bilmeden, dinlemeden, yaşayamadan hayatını sürdürenlerin çok şey kaçırmış olduğunu düşünüyorum. Hayranlarından biri olduğum için kendimi çok şanslı saydığım grubu şimdi ayrıntılı bir şekilde ele alalım. Grubun temelleri atıldığında, ismini Syd Barrett koydu. İki caz gitaristi olan Pink Anderson ve Floyd Council'in ilk isimlerinden oluşan Pink Floyd ismi geldi aklına ve grubun ismini Pink Floyd koydu. Vokal ve gitarda Syd Barrett, bas gitarda Roger Waters, klavyede Richard Wright ve bateride Nick Mason bulunmaktaydı. Grup 1965 yılında Londra’daki ilk gösterilerinden itibaren slayt görüntülerini ve ışık şovlarını gösterilerinde kullandılar. 1966 yılında bir müzik şirketiyle anlaştılar ve ilk albümleri 1967 yılında “The Piper at the Gates of Dawn” adıyla yayımlandı. Syd Barrett imzası bulunan albüm, Pink Floyd’un caz müziğe en yakın albümü olduğu söylenebilir. İngiltere’de büyük bir başarı kazanan albüm, ne yazık ki aynı başarıyı Amerika’da gösteremedi. Albümün açılış parçası olan Astronomy Domine’nin girişindeki megafondan duyulan sesler herhangi bir grup üyesine ait değil, yardımcı menajerleri olan Peter Jenner’e aittir. Bu başarıdan sonra gruba David Gilmour dahil edildi ve grup, Jimi Hendrix ile birlikte turneye çıkıp kendini tanıttı. Bir yıl sonra ikinci albümleri olan “A Saucerful of Secrets” piyasaya sürüldü. Bu, beşlinin birlikte çıkardığı son albümdü. Çünkü grubun en önemli üyesi Syd

Barrett'ın LSD bağımlılığından dolayı yaşadığı sorunlar gözle görülür seviyeye ulaştı ve bu sorunlar konserlere de yansımaya başladı. En sonunda Syd gruptan çıkartılmak ve Pink Floyd, yoluna onsuz devam etmek zorunda kaldı. Belki de Syd Barrett devam edebilseydi Pink Floyd tarihi çok farklı olacaktı… 1969 yılında More filminin soundtrack’ini yaptı. Albümde eski bestelerin yanı sıra filme özel bestelerde yapıldı. “More” albümünün ardından çift CD’den oluşan “Ummagumma” yayımlandı. İlk CD 4 tane canlı konser kaydından oluşurken, ikinci CD grup üyelerinden her birinin ayrı bestelediği yeni parçalardan oluşmaktaydı. Bu şarkılar hem dinleyiciler hem de eleştirmenler tarafından çok başarılı bulundu. Albümün adı, grubun arkadaş çevresi tarafından üretildi ve Ummagumma cinsel ilişkinin argo ifadesiydi. Pink Floyd’un kötü müzik yapmasının neredeyse imkânsız olduğunu kanıtlarcasına bir yıl sonra “Atom Heart Mother” albümü yayımlandı. Bu albüm Pink Floyd’un o dönemler en çok satan albümü oldu. 1971 yılında grubun ilk dönemlerini özetleyen “Relics” albümü yayımlandı. Aynı yılın sonlarına doğru “Echoes” gibi unutulmaz parçalar içeren ve


Pink Floyd’un o güne dek yaptığı en iyi albüm olan “Meddle” piyasaya sürüldü. Albümün yayımlanmasından sonra, Melody Maker’in, “Meddle” albümü hakkında ilgisizce yazdığı yazıya sinirlenen grup, derginin yardımcı editörü olan Michael Watts’a bir hediye gönderdi. Yılbaşı hediyesi olduğunu sanan Watts’a paketten yaylı bir boks eldiveni fırladı. 1972 yılında önceki albüm Meddle’a göre daha sade olmasıyla dikkatleri çeken “Obscured By Clouds” albümü yayımlandı. Eleştirmenler tarafından pek beğenilmese de ilk kez Amerika listelerine ilk 50’den girdi, “Obscured By Clouds”. 1973 yılında Amerika listelerinde 1 numaraya kadar yükselecek olan “Dark Side of the Moon” albümü yayımlandı. Bu albümle grup, zirveye ulaşan basamakları ikişer üçer çıkmaya başladı ve bir efsane olarak nitelendirilmesine çok az bir süre kalmıştı. Albüm 45 milyondan fazla satmış ve 740 hafta boyunca listelerde kalmıştır. Grup 1967 yılında Pete Watts adında, daha sonra grubun ses mühendisi olacak birini işe almıştı ve “Dark Side of the Moon” albümünde kendisini gülerken duymaktayız. 1975 yılında “Wish You Were Here” albümü piyasaya sürüldü. Bu albüm birbirinden güzel 5 şarkıyı barındıran mükemmel bir başyapıttır. Ayrıca, albümde bulunan “Shine On Crazy Diamond” ve “Wish You Were Here” parçaları, gruptan çıkarılsa da hiç unutulmayan, müziğiyle gruba yön vermeye devam etmiş olan Syd Barrett anısınadır. Albümle aynı adı taşıyan “Wish You Were Here” parçasının sonunu yeterince yüksek seste dinlerseniz, caz virtüözü olan Stephane Grappelli’nin keman solosunu duyabilirsiniz. Kendisi o tarihte Abbey Road stüdyolarında yan odada çalışmaktaydı. 1977 yılında politika ve insanları anlatan “Animals” albümü yayımlandı. Albümde şarkılardan “Pigs” politikacıları, “Dogs” politikacıların korumalarını, “Sheep” ise politikacıların vaatlerinden bıkmış ama seçim zamanı geldiğinde yine aynı politikacılara oy veren halkı tasvir eder. “Pigs On the Wing” ise akıllı insanları tasvir eder, yani Pink Floyd’a göre anarşistleri. Farklı kişiliklerin birer hayvan olarak

sembolize edilmesi dinleyiciler tarafında oldukça ilgi çekti. 2 yıllık bir çalışma ürünü olan “The Wall” albümü, 1979 yılında piyasaya sürüldü. Roger Waters’ın keskin zekâsının ürünü olan 26 şarkının hepsi bir bütünlük içindedir. Albümü dinlediğinizde 26 şarkı değil de, tek bir şarkı dinlemişsiniz hissini verir. Bu albümde ‘Pink’ adındaki bir karakterin doğumundan itibaren bir süreç incelenmiş, savaş, babaya duyulan hasret, eğitim sistemi, aldatma gibi konular işlenmiştir. Şarkı sözlerinde Roger Waters’ın kişisel deneyimleri ve Syd Barrett ‘in yaşamından izler yer almaktadır. Bu albüm sayesinde grup artık zirveye ulaştı ve Pink Floyd gerçek anlamda bir efsaneydi artık. 1983 yılında “The Final Cut” albümü yayımlandı. Albüm savaş karşıtı olduğundan, birçok yönüyle “The Wall” albümünü anımsatıyordu. Albümden kısa bir süre sonra Roger Waters ve David Gilmour arasındaki, birkaç albümdür devam eden ve son zamanlarda iyice şiddetlenen anlaşmazlık sonucunda, Roger Waters grubu dağıttığını açıkladı, fakat David Gilmour, Pink Floyd adını devam ettirmek istedi ve ettirdi de. Yaşanan bu tatsız olaylara rağmen, albüm Grammy ödül töreninde yılın en iyi albüm ödülünü kazandı.

1987 yılında hayranlarının istediklerini tam olarak karşılayamayan “A Momentary Lapse of Reason” yayımlandı ve ardından çok büyük bir dünya turnesiyle 200 konser verildi. Ancak “A Momentary Lapse of Reason” albümü yayımlandıktan sonra Roger Waters grubu dava edeceği yönünde tehditlerde bulundu. Bu nedenle albümde sadece David Gilmour ve Nick


Mason çalmış olarak gösterildi. 1983-1994 yılları arasında grup elemanları solo albümlerini yayınladılar. Roger Waters gruptan ayrıldıktan sonra, grup aleyhine isim hakkı ve Rock’N Roll tarihinin belki de en ünlü sahne figürü olan “Uçan Domuz” balonuyla ilgili hukuki bir savaş başlattı. Waters, domuzun kendi fikri olduğunu ileri sürdü. Bunun üzerine grup sonraki yıllarda telif hakkı ödememek için yeni bir uçan domuz tasarladı. Dişi olan orijinal domuzdan farkı ise testislerinin olmasıydı. Pink Floyd, 1992 yılında bir film için Dark Side of the Moon’dan bu yana ilk kez bir araya gelip beste yaptılar. 1994 yılında Gilmour, Wright ve Mason bir araya gelerek “The Division Bell” albümünü yayımladılar. Albüm kısa bir süre sonra Amerika’da 1. Sıraya yükseldi. 1995 yılında iki CD’lik konser kayıtlarından oluşan ‘P•U•L•S•E’ piyasaya sürüldü. 1996 yılında “Rock 'N Roll Hall of Fame”e girmeye hak kazandı. 2000 yılında “Is There Anybody Out There? The Wall Live 1980-81” konser albümü yayımlandı.

2001 yılında “Best of Echoes” yayımlandı. 2003 yılında “Dark Side of the Moon” yeniden piyasaya sürüldü. 2004 yılında ise Nick Mason “Inside Out” isimli Pink Floyd kitabını yazdı. Ve 20 yıl sonra albüm çıkaracakları haberini Twitter üzerinden duyurdular. Yeni albümün ismi, David Gilmour’un eşi tarafından açıklandı. Ekim 2014’de çıkması beklenen albümün adı “The Endless River” olacak. Bu güzel habere rağmen konser ya da turne hazırlığı olmaması hayranlarını üzdü. Uzun süredir Pink Floyd hakkında yazmaya çalıştım ve nihayetinde yazdım. “Pink Floyd işte” deyip bitirmek isterdim, fakat şarkıları, her dinleyişte, milyonlarca anlam içerdiklerini bir şekilde fark ettirir, ama Pink Floyd’un şarkılarını tanımlamak ve o şarkıların içine girmek çok zordur. Bu grubu diğer gruplardan ayıran en önemli şey ise birden fazla “en iyi” şarkısının olmasıdır. Birçok grubun bir tane sağlam ve en iyi diyebileceğiniz şarkısı bulunurken, Pink Floyd’da işler değişiyor. Pink Floyd’un en sevdiğin şarkısı hangisi?’ sorusuna cevap veremem. Echoes desem High Hopes’a, Time desem Comfortably Numb’a, Another Brick on the Wall desem Shine on You Crazy Diamond şarkısına ayıp olur. Yazıyı bayağı uzattım. Sonuç olarak, Pink Floyd sağlam gruptur, iyi gruptur.

• 1969 yılında Apollo’nun aya inişi esnasında BBC’de yayınlanan “Ya Yeşil Peynirden Yapıldıysa” adlı programda, Pink Floyd o güne kadar hiç yayımlanmayan “Moonhead” parçasını seslendirdi. • Hard Rock grubu olan Def Leppard`ın, 1981 yılı albümü “High`n`Dry”ın kapağı, Pink Floyd albüm kapaklarını da hazırlayan firma Hipgnosis tarafından boş bir havuza doğru araba süren şoför olarak resmedildi. Yıllar sonra o kapağın aslında, 1970 yılında ”Atom Heart Mother” için önerildiğini, fakat grubun bunu reddedip, meşhur inek resmini tercih ettiği öğrenilmiştir. • 1960’lı yıllarda Pink Floyd önderi Syd Barrett`in annesi Cambridge Hill Road’daki evlerine sık sık pansiyoner alırdı. Bunlar genellikle üniversite öğrencileri olurdu. Bir keresinde de gelecekte Japonya Başbakanı olacak Junichiro Kouzumi`yi misafir etmişti. • Dark Side of The Moon albümünde yer alan "Any Color You Like" parçası aslında Henry Ford'un bir sözünden referans alınmıştır.


• Grubun Fransa'daki amfi tiyatro performansı olan “Live at Pompeii” performansı aslında planlanmış bir konser değildi. Asıl fikir grubun müziğini, çağdaş sanatla birleştirmekti. • Pink Floyd, “Animals” albümünün ardından bir ABD turu düzenledi ve turnede albüm kapağında kullanmış oldukları büyük domuz da konserlerinde kullanıldı. •

“The Wall” albümü 23 defa platin plak ödülü aldı.

“The Wall” albümünde yer alan “Vera” parçasının adı, Roger Waters’ın teyzesinin adıdır.

• Nick Mason grubun en uzun çalan elemanıdır ve Mason hala gelmiş geçmiş en iyi bateristlerden biri olarak kabul ediliyor. •

Syd Barrett, 7 Temmuz 2006'da pankreas kanserinden dolayı hayatını kaybetmiştir.

• Richard Wright da 15 Eylül 2008 tarihinde açıklanmayan bir kanser çeşidinden dolayı yaşamını yitirdi.

Özge Özgüner ozgeozguner@kulturcikmazi.com


Bunalımın Eşiğindeki Aforizmalar Günlerdir uyumamış, defalarca şehir değiştirmişçesine yorgunum. Yoksul mahallelerin karşılıksız, sevecen kahkahalarını işitemiyorum. Yanı başımdaki komşuların pişirdikleri yemeklerin kokusunu alamıyorum. Yöntemsel düşünemiyorum her şey birbirini kovalıyor, sanki zifiri karanlığa doğru koşuyorum. Kör edercesine sızlıyor kafamın içi. Ne ağlıyorum ne de gülüyorum. Bir bulanıklık var bu günlerde. Kimse çalmıyor kapımı, arıyorlar bazen ancak kimseye sıkıntımı toparlayıp düzenli cümleler eşliğinde anlatamıyorum. Ya eksik kalıyor anlattıklarım ya anlamsız. Duyuyor musun beni azizim? Sorularım birikti cevapları bulmama eşlik eder misin? Gitmek istiyorlar bu şehirden. Kopup uzaklaşmakla mutlu olacaklar mı sahi? İnandıramıyorum kendimi. Aklım almıyor. Kendilerini yaşadıkları şehirden uzaklaştırarak özgür bırakacaklarını ve huzur bulacaklarına inanıyor yaşıtlarım. Sahiden kendi özgürlükleri sadece kendi bireysel özgürlükleri onlara huzur verecek mi? Söyler misin hangi yol bizi mutluluğa götürür? Hangi şehir bizi sıkıntılarımızla kabul görür? Hangi gidişimizin gerekçesi bize umut sunar? Şehirlerarası değil mi zaten umutsuzluklar, sıkıntılar, mutsuzluklar? Gitsek de gelmiyor mu peşimizden kırık dökük zamanlar? Hadi konuşalım bir çay demleyip oturalım bu

şehrin en sessiz yerine. Şimdi söyle, küçük bir çocuk gibiyim, meraklı ve masum. Ama beni kandırma ne olur. Söyle bana hangi yolcu treni hangi şehirlerarası yolcu otobüsü bizleri savaşın, küfrün, nefretin, acımasızlığın, duyarsızlığın, tutarsızlığın, yalanın, ayrışmanın olmadığı bir yere taşır götürür? İnsanlar bunu istiyor yani sorsak onlarda bütün bu çirkinliklerden arınmış böylelikle özü sevgi ve dayanışma olan bir dünya inşa etmek istiyorlar. Ancak bütün bunları yine insanlar yapıyorlar. Ne yapmalı? Elbette bir şeyler yapmalı. İnsanlara sevgiyi, çocuksu erdemle kucaklaşmayı anlatmalı, yaşatmalı. Nereye gidersek gidelim bunu yapmalıyız. Ya anlamazlarsa sorunsalı seni de mi rahatsız ediyor yoksa? O zaman… O zaman ya insanlardan uzak yaşayacağız ya da yaşarken nefesimiz kesilecek. Gün geçtikçe yıpranacağız. Gün geçtikçe kaybolacak neşemiz. Ama korkma! Lütfen korkma. Umutsuz yaşamak kadar korkunç olan bir şey yoktur. Gidelim gidiyorsak, kalalım kalmak icap ediyorsa ama… ‘’Bunalıma Sürüklenmeyelim.’’

Hamid Yıldızgil hamidyildizgil@kulturcikmazi.com


Chopin Harp Okulu Nesri tükenmekte olan Corto Maltese'nin kaptanlığında şimdi yalnızlıklar. Ektomorf, Arizonalı bir kovboy karşı çıkmak isterse de dakikalar içinde alt olur. Yolluk niyetine aldığı benliğiyle müphem diyarlara demir attığını okumuştum Maltese'nin. Tüm sevinçleri travmatik... Fakat ben; bir miktar Mercedes Sosa'dan yanayım Ne de olsa o, sever öğrenci milletini Katlanılmak için sıraya geçmiş müzikler varken hatasız bir sağlama ile tek hamlede birinciliği sırtlamıştı sosa Tüm bu güzellikler varken yaşananlarda garip bir baharat tadı var -acı var, karabiber varDemek ki zalimin rişte-i ikbâlini bir âh kesmiyormuş... Ama ben bir miktar da Sait Faik’ten yanayım Ada ve kıyı kokularından, fülokalardan Stelyanos Hrisopulos gemisinden, beyaz pantolon, mavi gömlekten Semaverden, Ali’den Alaminüt fotoğraflara yapışan gülümsemelerden, mutluluklardan... Ve geceden de yanayım elbette Haşim’den yanayım, müstekbir günden değil Ne söylesem, ne saysam aslında karaya vurmuş; çırpınan, çekişen balıktan farksız olacağım Bu yüzden; Velhasıl-ı kelam; Biliyoruz ki biz de “selamı alan bir nesle aşina değiliz.” Ne diyelim, Zaman... Kader... İmza: Kadere inanır

Ayça İşbilen aycaisbilen@kulturcikmazi.com


Her Şey ve Hiçbir Şey Aşk Einstein gibi parçalıyor bizi Ama düşmüyoruz çünkü henüz Newton'u tanımadık. Mutluluk ektik bahçemize fakat hiç sulamadık, Yağmurlar büyüttü hep mutsuzluğumuzu Bilmeden hüzünlerimizin annesi oldu yağmurlar. Birlikteyken ölümü hiç düşünmedik Hep Süreya okuduk aşk ile dolduk. Bir Cahit Sıtkı okusaydık Aşk'a değil belki de ölüme açılırdı gözlerimiz. Evimizden dışarı çıkmazdık Karşılıklı oturup birlikte Kıtalardan kıtalara atlardık, Gün gelirdi aynı satırın altını çizerdik. Nefesinin sesinden daha güzel bir ses var mıdır? Tabi ki yoktur, olamaz! Benim tabiatıma aykırı. Nefesini yerleştir pikaba Nefesini dinleyelim, huzur dolalım, rahatlayalım Beethoven dinler gibi, Mozart dinler gibi. Sonra sol göğüsün de açık kalsın Kalbin bize bir solo atsın. Sanatın her dalını barındırıyorsun vücudunda, Vücudun rönesans sonrası gibi, Vücudun...

Efla Özgür Misafir Yazarımız


O Küçüktü, korkuyordu. Korkmalıydı da. Yüksek sesten en çok da. Ya da sert kapı çarpmasından.

üzülürdü en çok da. Kimse görmesin yüzündeki ıslaklığı diye.

Bilinçsizce korkuyordu ama. Korkunun getirdiği kifayetsizlikle üzülüyordu da biraz. O zamanlar farkında değildi ama. Ne olduğunu anlamayacak yaştaydı, yalnızca öyle hissetmesi gerektiğini, korkması gerektiğini biliyordu kendi içinde. Şiddetten korkmayı da o yaşta öğrenmişti.

Doğanın kanunu bu olur ya; biraz daha büyüdü. Yetişkin insanların hissetmesi gereken duyguları öğrendi. Öğrendikçe mutlu da oldu. Unuttu küçüklüğünün ağır yükünü bazen, bu yüzden. Ama zaman zaman yine korktu. Çünkü artık daha iyi görebiliyordu gözleri dünyanın salt gerçekliğini, pisliğini. Bütün duyguları aynı anda hissetmeye başladı. Belki aynı saatler içinde değil ama aynı gün içinde hepsini hissediyordu. Çünkü geçmiş oradaydı. Daha hiç büyümeye başlamadığı o anlarda bir böcek girmişti sanki beynine ve kurcalıyordu her küçük ayrıntıyı, kurcaladıkça da hatırlatıyordu. Başka ne olabilirdi ki bu bir ‘’böcek’’ten başka. Sevmediği tek canlıydı, kendi görmüşlüğüyle, yeryüzündeki. İşte bunun farkına o büyüyüşünde vardı. O böcek oradayken ne mümkündü katıksız mutluluğa erişmek.

Büyümeye başladı. Anlamaya, yüzleşmeye başladı. Anladığını gören insanların o üzülmesin diye söyledikleri yalanları fark etmeye başladı. Daha birçok şeye başladı kendi halinde; kapıları kapatıp saklandığı duvarların arkasında ağlamaya, sayısız ve rahatsız edici düşünceyi kafasından atamamaya. Biraz daha büyüdü, Büyüdükçe daha da çok korktu ama. Daha çok üzülmeye başladı anlama yetisi kuvvetlendiğinden, bu yüzden de kendini olmadığı biri gibi göstermeyi öğrendi. Oynamaya başladı yani insanların karşısında. Saygılıydı çünkü. En çok da kendine saygılıydı. Acizliği görmüştü etrafından çünkü. Öyle olmayacağına yemin etti. Zaten bu yüzden kapıların arkasında

O böylesine düşünceleriyle boğuşurken, fark etti etrafını. Mutlulardı, insanlar. Ama neyse ki onun daha küçük yaşlarda takmayı öğrendiği


maskesi vardı. En çok o neşeli görünürdü çevresindekilere. İyiydi yani. Diğer insanlara göre o’nun hiçbir şeyi yoktu. Olmasın da zaten diye düşündü. Kimse bilmesin. Çünkü büyümeye başladığı o anlarda etrafında gördüğü acizlik duygusu o’nu en çok korkutandı, en büyümüş halindeyken bile. Kendini adamayı seçtiği tek bir işi vardı. Okumak. Bir şeyler arıyordu çünkü. Farklı bir dünya arıyordu o, çevresindekilerden farklı. Her okumasında da buldu kendini içine çeken o ilginç dünyaları. Buldukça gelişti düşünme yetisi, anlama ve anlayışla karşılama yetisi. En son bir

kitap* okudu, okuyunca bir daha okudu ve sonra bir daha. Her satırı anlamlıydı sanki. Ama en çok da gökyüzündeki kırmızı yıldızlar. Kitabı okumayı bıraktığı günden sonra o’nun gökyüzünde de yıldızlar kırmızıydı artık. Kim ne derse desin yıldızlar her zaman kırmızıdır. * Karpuz şekerinde – Richard Brautigan

Gizem Köprülü gizemkoprulu@kulturcikmazi.com


Eğitimin Öncüleri Güçlerini Birleştirdi Köklü geçmişi 1453 yılına dayanan İstanbul Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Üniversitesi Araştırma ve Yardım Vakfı, bu yıl 10.yılını kutlayan ve kuruluşundan bu yana ilklere imza atan Adıgüzel Eğitim Kurumları ile önemli bir işbirliğine imza attı. Bu işbirliğiyle birlikte Adıgüzel Eğitim Kurumları eğitim hayatına “İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları” olarak devam edecek. Ülkemizin ilk üniversitesi olan ve Büyük Önder Atatürk’ün 1933 yılındaki "Üniversite Reformu" ile şimdiki adını alan İstanbul Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Üniversitesi Araştırma ve Yardım Vakfı, Adıgüzel Eğitim Kurumları ile önemli bir işbirliğini hayata geçirmek için ilk adımı attı. 15 Temmuz 2014 günü iki kurum arasında yapılan protokolün ardından, 7 Ağustos 2014’de İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet ve Adıgüzel Eğitim Kurumları Kurucusu Mevlüt Adıgüzel ile Kurucu Temsilcisi Ebru Adıgüzel Tunaboylu’nun katılımıyla imza töreni gerçekleştirildi. Bünyesinde anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise bulunan Adıgüzel Eğitim Kurumları, atılan imzanın ardından “İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları” adını aldı. Okulları İstanbul’un en önemli finans ve yaşam merkezlerinden Ataşehir’de bulunan İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları, önümüzdeki yıllarda Avrupa Yakası’nda da okul açmayı planlıyor.


Başlatılan bu ortaklıkla, İstanbul Üniversitesi'nin köklü ve deneyimli bilimsel kadrolarının, İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları öğrencilerine ve dolaylı olarak ülkemize büyük katkılar sağlayacağı ön görülüyor.

İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları Hakkında: Her bireyin bir değer olduğu vizyonu ile hareket eden İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları’nın bünyesinde, anaokulu, ilkokul ve ortaokulun yanı sıra güzel sanatlar lisesi bulunmaktadır. 15 Temmuz 2014 tarihinde İstanbul Üniversitesi Araştırma ve Yardım Vakfı ile yapılan protokole kadar “Adıgüzel Eğitim Kurumları” ismini taşıyan güçlü akademik kadrosu, yüksek teknik ve sosyal olanakları ile butik ve kişiye özel eğitim yürüten İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları, öğrencilerini, değişen ve gelişen dünyada, katılımcı, paylaşımcı, inançlı, özgüveni yüksek, sosyal sorumluk sahibi, ulusuna ve tüm insanlığa faydalı bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlamaktadır. İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları, Eco School, TURÇEV Vakfı, TURMEPA, IPTV Derneği (İnternet Temelli Televizyon Teknolojileri Derneği) ve Yavru Tema gibi birçok sivil toplum kuruluşunun üyesi ve destekçisidir.

İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları ve kuruluş tarihleri: İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları Güzel Sanatlar Lisesi (2004), İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları Herkes için Sanat Kulübü (2005), İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları İlkokulu/Ortaokulu(2006), İstanbul Üniversitesi Vakfı Adıgüzel Okulları Çekmeköy Anaokulu (2013).

Ataşehir Adıgüzel Meslek Yüksekokulu Ayrıca Adıgüzel Eğitim Kültür Araştırma Yardımlaşma ve Sağlık Vakfı tarafından kurulan Ataşehir Adıgüzel Meslek Yüksekokulu, 8 Eylül 2012 tarih ve 28405 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu’nun 25/05/2012 tarihli 20123/3263 sayılı kararı ile kamu tüzel kişiliği kazanmıştır. 2013-2014 Akademik Yılı itibariyle öğrenci almaya başlamış olan Ataşehir Adıgüzel Meslek Yüksekokulu’nda ön lisans program sayısı 17’dir.


Leyla Özlüoğlu Misafir Çizerimiz


Sessiz Yakarış Sessiz yakarışlarım var benim. Kimsenin bilmediği, işitmediği, sadece içimde yaşadığım ve içimde fırtınalar koparan... Kâğıt kalem elimde düşünürken, hayallere dalıp gidiyorum ve sen çıkıyorsun o hayallerden. Sanki gerçekmiş gibi. Sanki sen gerçekmişsin gibi. Sonra seni yazmaya başlıyorum. İçimden ne geçerse... Bazen sevgi sözcükleri oluyor bazen küfürler savruluyor ağzımdan. Sana kızgınım. Hiç benim olmayan sana kırgın ve kızgın... Niye bilmiyorum, bir şarkı mırıldanıyorum. Duygusal, içten. Öyle samimi ki bilsen keşke... Yazarken bakıyorum ki kalemi sımsıkı tutuyorum, sen hiç gitme diye. Kağıtta benim,

senin izlerin; anılar ve hayallerimiz var. Yaşayamadığımız, hep keşkelerle birleştirilmiş bir yazı. Kâğıdı tutup şöyle bir bakıyorum da; neler neler kurmuşum seninle ilgili. Öyle sevgi dolu bir bilsen... Sonra panoma asıyorum kâğıdı. Mürekkebi daha kurumamış olan kâğıttaki yazıların hepsi akıyor aşağılara. Birden yazdıklarımın üstü simsiyah oluyor. Yağmur yağmış gibi, kara bulutlar çökmüş gibi... Diyorum ki kendi kendime; işte sonu olmayan hikâyemizi, yazıya bile doğru dürüst geçiremiyorum. Gerçekleri kendime hatırlatınca kalbim öyle acıyor ki; bilsen keşke...

Benan Şahindoğan benansahindogan@kulturcikmazi.com


Yapılacak Kalmadı Uçar şimdi bir kuş gölgesi tepelerden alçaklara, Gölgeler; görebilene var oluş. Temaşaya dalarım o beni görmeden -Zaten çoğu‘’şey’’lerin/ varlığına ulaşmadım ben. Toplasak çocukların dövüştüğü sarmal, Kanı bozuk can acıyışlarının tahlillere müsaade etmeden akışan kanlarına/yaşattığı düzenbazlık kadardır bildiklerimVe uyur şimdi bir anne / bebeğini emzirmeden ki dolgun göğüslerine aç kalmış. / yenidoğan. Vahşet ölçütsüz, söz uçtu yazı kaçtı. Eski kulağı kesiklerin bağırtıları pencereden, kadının kucağına düştü Ve caddeler bıçaklandı. Allah’ım! Bu ne izahsız devran… Sen verdin göğüslerini anasının ki dolup taşan beyazlık; Dünyaydı, bilgisine vardık. -Sanmışız meğerDileklerin dili olsa kahrederdi geceye Bebe’nin dilinden, beni görmeyen kuş, başka omuzlara düşmüşken, şimdi doldur saki! Mavisi şairlerin olsun göğün /yalnız kalsın dibinde üstünkörü de olsa Âmâ bir tiryakinin son şarabından, umut. Ve ödül verilmesi ancak bu kadar elzemdir Batıdan doğuya çirkefleşmiş yolların

yüküne. Körler sağırları ağırlarken, mecburiyet kavramının ırzına geçen milyonlarca insan boyunlarımızın yukarısına doğru kan emici Dadaistlerin, hırıltıları arasında mıntıka temizliklerine söven taburları selamlıyor. Biz, baharla sevişiyoruz dudaklarımız kahraman. Aşınıyor da durmuyor bir an öpüşmeler. -ki insandan noksanikircikli amcaların dibi yanık bağırışlarından. Ve yıldırımların ahbaplığıyla gözü mor yaratılmışlıkların zevkini çıkarmada üstümüze yok diyoruz, belki tuhaf dilemma konaklarında iz süren parmaklarımız duyuluyor ve sesler/ bindikçe üst üste pelerinlerini alaşağı ediyor kubbeler./ Şimdi /normları hiç'e sayıyor beşer/ Çekirdekli merdivenlere ikaz geliyor/ Gönderen: isimsizler. Şimdi bir güz karıştırır beynini uzmanların. Eksi derecelerde atletli figüranlar Anlaşılırlığından mes’ud. ‘’Neyleyim doğacak güneşi artık’’

Nebi Eren Bayramoğlu nebierenbayramoglu@kulturcikmazi.com


İçişleri Batanı Güzel bir zerk ediş planlıyorum, Tüm terk edişlerime dikey geçiş. Terk ederken de bir mektup... Fakat mektuba ağır geliyor sözlerim, Nakliyat şirketiyle anlaşmalıyım diyorum Her beş adımda bir kilo eklenen sözlerim için... Ve selam etmeyi seviyorum çocuklara, Dahası; İskarpinlerle birlikte dünyanın da tozunu alan çocuklara müteşekkir oluyorum, Bir şeylerin eksildiği hissini verseler de bana. Acıtıyor tüm bunlar... Sonra, apostrof uğruyor sızılarıma, Satır başlarıyla doğranıyor sancılarım. Ah benim sevgili s'ulu şakalarım, Tekrar tekrar öldürüyor güldürürken. Bu durum çok s'ağır. Uyarı için bir el dokunuyor omzuma: “Seni bir daha buralarda dolanırken görmeyeyim!” Oysaki buralarda değil, buralara dolanıyorum. -sarmaşıkla ziyan ikizi olmam muhtemelNe yazık ki bunların hiçbirinin ama hiçbirinin Benimle bir s'ilgisi yok, Her şey zaten çoktan silinmiş. Henüz kâtibinden satılık değilken de kalemler, İmzamı atamıyorum hüzünlerime. İkinci el mutluluklar da ekleniyor Yetmezmiş gibi bir de... Alt yazılı bir filmmiş yaşadıklarım.

-hüzünlerime ve mutluluklarıma yabancıyımBir ziyafete göre; Kıt kanaat geçiniyormuş yeryüzünün tüm notları. Geçer dediğim tüm acılarım, Geçer dediğim tüm notlarım... En kıtipiyoz yerlerinden gülüyorlar bana. Susmayı da iyi biliyorum ama. Biliyor musun? Hiçbir şey göründüğü gibi değil, Çok daha fazlası... Hayata da rakursi uygulanmaz; Kısaltırsan, hakkını yersin anılarının. Parantez içine atma bu yüzden acılarını. -beni biraz yanlış bırakınLouis Armstrong'u da unutmuyorum bu arada, Benim caz aşkım, Geceleri aydınlatıyorsun sesinle. Ki, sabaha karşı etkili şampuanlarımla direnirdim geceye. Kepenklere karşı formül bulamazken hayat, Kendim desteliyorum bestelerimi; İstiflediğim hüzünlerim gibi... Artık tüm hüzünlerim kürdilihicazkârdan bir nağme; Sözlerim, Hacı Arif Bey'e bir nazire...

Ayça İşbilen aycaisbilen@kulturcikmazi.com


Âşık Yusuf Der Ki O kadar çok tanımı yapılmış; şarkılara, türkülere, filmlere, şiirlere, masallara konu olmuştur ki aşk, hakkında konuşmaktan çekinir olmuşumdur hep.

bir “çifte standart” değil midir ve sayısal zekâsı düşük insanların âşık olmaya hakkı yok mudur?

An gelir, “İşte o!” dersin ve aşkın tanımını da ondan esinlenerek yaparsın. “Aşk nedir?” sorusuna verilen yanıtlar, onunla konuştuğun, onu gördüğün, hatta onu düşündüğün andaki biyolojik, fizyolojik, ekolojik ve anti-bakteriyolojik tepkimelerin edebî dışavurumudur. O yüzden her tanım bireysel anlamda doğru; genel anlamda yanlıştır bence…

Hastalık mıdır? Öyleyse aşk, kötü, kaka, pis, iğrenç bir şeydir diyebilir miyiz sayın filozof? Âşıklarla tokalaşmak bulaşma ihtimalini kuvvetlendirir mi acaba? Bağışıklık kazanmak adına, “tek gecelik aşk” aşısının faydasını görebilir miyiz? Peki, bunun tedavisini istemeli miyiz? İstersek hangi merciye başvurmalıyız? Bu hastalık hangi alanda tedavi imkânı sunar? Kulak burun boğazcılar aynı zamanda “Aşk Doktoru” olabilirler mi mesela? Yeşil kartlı âşıklara ne gibi imtiyazlar tanınıyor ve emekli âşıkların tedavisinin yüzde kaçını devlet karşılıyor?

Verilen genel-geçer yanıtlardan birkaç örnek irdeleyelim bakalım: - Aşk, matematiktir! Bu önermeden yola çıkarak hangi sonuca varmalıyız peki? “Aşk zordur!” mu, yoksa “Aşk kolaydır!” mı? Matematikle arası, kendini bildi bileli, nanemolla olan birisi olarak bana soracak olursanız, “Aşk zordur!” çıkarımını yapabilirim. Az bilinenli; çok bilinmeyenli denklemler, türev, integral, polinom, bonibon… Bunlar kafa karıştırıcıdır. Peki, ya matematikçiler? Onlar daha mı kolay atlatıyorlar bu sendromu? Ya da daha kolay mı âşık oluyorlar yani? Hepsini geçtim, bu

- Aşk, bir hastalıktır!

- Aşk, bir ıstıraptır! Hem bu tanımı yapıp, hem de âşık olmaktan memnuniyet duyanların mazoşist olduklarından şüphelenmekteyim ve âşık olduğu kişi ya da varlığın da sadist ruhlu olması ilişkiyi perçinleyecektir muhakkak. Bu da aşkın bir sapkınlık olduğu sonucunu doğurur – ki manyak mısınız lan?


- Aşk, güvendir! Buna yorum yapmadan tanımın sahibine şunu sormak istiyorum: “Kendi söylediğine, kendin inanabildin mi acaba?” - Aşk, bir bulmacadır! Sudoku gibi mi mesela? Çengel mi, kare mi? Ne tarz bir bulmaca? “Boru sesi” ve “Mısır tanrısı” gibi klasik soruları da içerir mi? Resimdeki sanatçı âşık olduğun zat mıdır? Âşık olarak vakit mi öldürüyoruz? Peki, “İlk görüşte aşk” hadisesi için bir nevi “şaşı bak şaşır” demek doğru olur mu? - Aşk, bir bilmecedir! Bu tanım ile bir önceki tanım arasında kan bağı, sıkı bir dostluk ya da cinsel birliktelik olduğu kuvvetle muhtemeldir. Çarşıdan bir tane alınıp da eve gelince bin tane olan mucizevî bir meyvemizle mi özdeşleştiriliyor acaba? Yoksa “Ben giderim o gider, arkamdan tin tin eder” baz alınarak tutkulu bir aşk mı kastedilmek istenmiş? Bilmeceyi çözmeye çalışan taraf, bilmeceyi soran tarafa platonik bir aşk besliyor olabilir mi? Platonik aşkı dengeli beslemek, âşığın sağlığı açısından ne derece önemlidir?

- Aşk, mantıksızlıktır! Mantığın bittiği yerde de askerlik başlar derler. Sen o sözle karıştırıyor olmayasın? - Aşk, bir yalandır! Bence şu an yalan söylüyorsun! - Aşk, gerçektir! Gerçekten mi? Allah aşkına aşka tanım bulmak için beyninizi yormayın. Kimbilir belki tanımladığınızda o eski ihtişamı ve büyüsü kalmayacak. Aşkı yaşamaya, tatmaya çalışın. İndirimdeki sevgiler sezon sonu olur. Bu yüzden, gördüğünüz her sakallıyı dedeniz; yaşadığınız her duyguyu da aşk sanmayın! Bırakın da büyük üstat Orhan Veli’nin de tanımlayamadığı gibi kalsın aşk: “… Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu, Bu derde düşmeden önce. …”

Yusuf Bahri Özsoy Misafir Yazarımız


Diş Mehmet Tutar'a, sevgiyle... Okul dışında birlikte ilk buluşmamızdı. Beklerken sigarasını içiyordu. Gülümsedi beni görünce. Ön dişlerinin olmadığını fark ettim o an. Uzun süredir dişçiye gidiyordu, ara sıra ağız maskesi taktığı da oluyordu ama bugün maskesi yoktu. Böyle daha iyiydi. “Gülme dişlerime.” dedi, dişlerini göstermeden gülümseyerek. Gülmedim. Tatlı görünüyordu. “Ben anlatmayı seven biriyim biliyorsun, o yüzden bir an önce dişlerim yapılsın istiyorum, böyle rahat değilim.” dedi. O an aklıma anlattığı diş öyküsü geldi. Dişlerini nerelere, kimlere, bırakmıştır bu zamana kadar. “Bırakmış mıdır? Eğer birilerine bırakacak olsa, içlerinde ben olur muydum?” diye düşünmeye başladım.

Muhammed Atalay muhammedatalay@kulturcikmazi.com


Olmayana Özlem Ne buhranlar vurur da bedeni Yalnızca bir masum hayalin Olmayışı vurdu beni Ve bilirim insanlar hep kaçırır Bir şeyin olmaması, olması kadar Dikkate değerdir. Olmayışı dostun, kucağın, evin Olmayışı sesin derin Birine kızabil, Ağlayabil birine örneğin Sevin tutulacak tek ele Beni sorarsan eğer; Uzakta kaldı ruhumdan derin “Ses”im. Ne sevinebiliyorum Ne duyabiliyorum Ne ağlayabiliyorum

Furkan Bademli Misafir Yazarımız

Sonsuz Ey sevdiğim! Vücudumuzun ayrılığını sonsuz mu sandın? Ruhumda ayrılık ayrılık büyüyen bir sevda vardır. Sen ruhumun coşkunluğu, sükûnete aldırış etme! Bu yolun sonunda sonsuza kavuşmak vardır. Ayrılık durgunluğuyla aksa zaman Allah katında “Var”ınla buluşmak vardır.

Furkan Bademli Misafir Yazarımız


29.78km/s Koridor, floresan ışığının beyaz kasvetinde yamuk parkelerle uzanıyordu orada. Öylece duruyordu. Çok uzundu. Yolun sonundaki kapının rengini bile ayırt edemiyordum. Beynimin içinde ayak sesleri, yavaş yavaş ritim buluyorlar üstelik. Dilimde keskin bir tat. Sanırım yine dişimi dilime geçirdim, kanıyor. Bir adım atıyorum yer sallanıyor. Bir adım daha... Bu kez sola doğru. Deprem desem değil. Sallanıyorum. “Dünya sarhoş oldu herhalde. O son kadeh kalacaktı masada” diyor biri. O biri sürekli konuşuyor, ama kimse yok gibi. Koridor uzanıyor hala aynı haşmetiyle önümde. Tenim o ışık yüzünden daha çok beyazlıyor. Yavaş yavaş yok oluyor sanki. Saydamlaşıyorum. Kafamın içindeki sesler aynı tempoda devam ediyor. Birileri koşuyor. Birileri sürekli koşuyor ve birileri sürekli konuşuyor. Ben de konuşmak istiyorum, ama o kekre tat kendini hatırlatıyor. Kendi kanımı tanıyamıyorum. Yavaş yavaş kaybediyorum yörüngemi sanki. Yavaş yavaş uzaklaşıyorum. Yavaş yavaş...

O birisi haklı sanırım. Sarhoş oldu dünya. Dilini kanatana kadar kadehi dayadı ağzına. Uyumak dahi istemediği güne inat yirmi üç saat boyunca rüya gördü. Ve bir saat dolu dolu ağladı. Kendini rapunzel sanarak uyandı. Kime kızdı? Neye kızdı? Neden kızdı? Bilmem. Makası saçına çok sert vurdu. Sonra saçının her bir teli kanadı. Ayrı ayrı... Evet, ben Dünya. Herkes beni öyle çağırıyor. Gerçek adımı ben dahi unuttum. Evet, ben Dünya. Ve o birisi yine haklı. Dünya bugün sarhoş. Ve yavaş yavaş yürüyor her zaman koştuğu derinlikte. Bardağın üzerinde yüzen tortular bu kez yavaş yavaş çöküyor dibe. Yavaş yavaş... Bir film karakterdin. Bugün öldün. Ağladım.

Elif Barış Misafir Yazarımız


Önce Dua Sonra Şiir Önce dua gerek sonra da şiir Duadır kalplerin kurtuluşa olan sesi Kelimeler sabırla düşer yazıya Sabırla bekleyen kalplerin duasıdır şiir

İbrahim Yıldırım Misafir Yazarımız

Aşka Dair Aşk yarım kalan terk edilen ama en olmadık anda içine hapseden çıkışı olmayan. Rüzgar bir akşam vakti gül kokunu getiren. Sen aşkı kanatlarında uçuran. Bense uçurumda duran aşkı bekleyen.

İbrahim Yıldırım Misafir Yazarımız

Gölgeler Sessiz bir çığlık benimkisi Kimsenin duymadığı, duymak istemediği Onlar içimde yanan ışığı söndürmeye geliyorlar Mavinin renk bulduğu gecelerde mavi elleriyle beliriyorlar Kulağıma fısıldıyor gölgeler En derin duygularımı almak için geldiklerini söylüyorlar Çaresizlik kaplıyor bedenimi Sonra bir ses dua diyor Dua ile uyanıyorum uykumdan

İbrahim Yıldırım Misafir Yazarımız


Kalemin İnadı Kağıdın Sabrı - B.Haldun Erdoğan 15 – 30 EYLÜL 2014 B. Haldun Erdoğan’ın “Kalemin İnadı Kağıdın Sabrı” isimli Kişisel Resim Sergisi 15 Eylül tarihinde açılıyor. 50 yıldan fazladır kağıt, kalemin ısrarlarına tahammül etmekte. Son yıllarda kalem ve fırçadan çıkanlar, toplumsal ve güncel olaylara bakış açısını mimari ve çevresel anlayışı, şehirli kadınları renkler ve çizgilerle oluşan duygu ve düşünceleri yansıtmaktadır. Bazen sözle söylenmek istenmeyenler çizgi ve renklerle anlatılır. Mimari duygular da çizgi ve şekiller öne çıkarken yeşil alanların özlemi öne çıkar. Hepsinde de sözlerle söylenmemiş duygular saklıdır. Sergi 15 - 30 Eylül tarihleri arasında Galeri Eksen’de görülebilir. Ücretsizdir. Galeri Eksen Açılış Kokteyl:15 Eylül 2014 // 18:00 Maçka Cad. No:29 Nişantaşı / İstanbul 0212 219 08 50 – www.galerieksen.com

B.Haldun Erdoğan 1952 yılında Kayseri’de doğdu. 1967 yılında geldiği Ankara’da 2011 yılına kadar kaldı.2011 yılından beri İstanbul’da yaşamaktadır. 1975 yılında ADMMA Mimarlık Bölümünden mezun oldu. 1970 yılında Ankara Amerikan Kültür Merkezi’nde Lütfü GÜNAY’dan resim dersleri aldı. 1980-1987 yılları arasında ADMMA sinde, 2013-2014 yılları arasında da Yeditepe Üniversitesinde mimari proje hocalığı yaptı. 1983-2013 yılları arasında 30 yıl boyunca serbest mimar olarak projecilik yaptı. Bu süre içinde çeşitli mimari proje yarışmalarında 5 tanesi birincilik olmak üzere 20 den fazla ödül kazandı. İstanbul Anadolu Yakası Adliye Binası uygulanmış önemli projelerinden biridir. Halen mesleki çalışmalarını ve resim çalışmalarını İstanbul’da sürdürmekte olan sanatçının bu 2.kişisel sergisi olup daha önce çeşitli karma sergilere de katılmıştır.


DÜĞÜN Şiir - Resim - Heykel Sergi Tarihi: 2 Ağustos - 15 Ekim 2014 Yer / İrtibat: Tem Sanat Galerisi / Besi Cecan Tem Sanat Galerisi’nde “DÜĞÜN” adlı sıradışı sergi 15 Ekim 2014 tarihine kadar devam ediyor. Şiir – Resim – Heykel birlikteliği olarak kısaca özetlenebilecek bu sergide çok sayıda şiir ve şiir olgusundan etkilenerek yapılmış resimler ve heykeller yer almakta.

Nişantaşı’ndaki iki katlı galeride yer alan bu sergi için ayrıca kapsamlı bir kitap hazırlandı. Düğün kitabı, Türk ve Dünya şiirinden otuz şaire ait ve on altı ressam ve bir heykeltıraş tarafından seçilmiş elli sekiz şiiri ve bu şiirler üzerine yapılmış seksen iki resim ve heykeli kapsıyor. Şair Yazar Gültekin Emre Varlık Dergisi’nin Temmuz sayısında “Şiir Günlüğü” köşesinde şöyle diyor: “Böyle bir sergi kataloğunu ne gördüm ne de duydum: DÜĞÜN (Tem Sanat Galerisi, 2014) daha önce örneğine rastlamadığımız öncü bir çalışma. Çarpıcı, etkileyici, şaşırtıcı: Şiir - resim - heykel.

Bu önemli sergiyi galeride izleme olanağı bulamayanlar, Tem Sanat Galerisi'nin www.temartgallery.com adresinde devamlı güncel tutulan sayfalarında sergiye, galeri sanatçılarına ve geçmiş sergi arşivlerine ulaşabilirler. Valikonağı Cad., Prof. Dr. Orhan Ersek Sok. 14, Nişantaşı, 34365 İstanbul Tel: (212) 2470899, 2341346 Faks: 2479756 www.temartgallery.com temsanat@ttmail.com info@temartgallery.com


#kulturcikmazi

kulturcikmazi /

www.kulturcikmazi.com /

kultur_cikmazi


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.