NURETTİN TOPÇU’DA DİNİ YAŞAYIŞIN PSİKOLOJİSİ

Page 1

T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİMDALI

NURETTİN TOPÇU’DA DİNİ YAŞAYIŞIN PSİKOLOJİSİ (YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Danışman Yrd. Doç. Dr. Hüseyin CERTEL

Hazırlayan Mehmet BÜYÜKBAŞ

ISPARTA 2002


İÇİNDEKİLER Kısaltmalar Önsöz ...................................................................................... .....................................

1

Giriş ..............................................................................................................................

2

I-NURETTİN TOPÇU’NUN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ ...........

2

A . Hayatı.......................................................................................................................

2

B .İlmi Şahsiyet ............................................................................................................

3

C. Eserleri .....................................................................................................................

4

II-NURETTİN TOPÇU’NUN YAŞADIĞI DÖNEMİN BELİRGİN ÖZELLİKLERİ..........................................................................................................

6

III- NURETTİN TOPÇU’NUN DİN ANLAYIŞI .......................................................

9

IV- KONUNUN BELİRLENMESİ, SINIRLANDIRILMASI VE METODU ...........

14

A. Konunun Belirlenmesi ve Sınırlandırılması ...........................................................

14

B. Araştırmanın Metodu ............................................................................................... 15 I. BÖLÜM ...................................................................................................................

17

DİNİ YAŞAYIŞIN TEMEL UNSURLARI ................................................................

17

A- DİNİ İNANÇ ..........................................................................................................

17

1. İman ve İnanç Kavramı ...........................................................................................

17

2. İman Çeşitleri ..........................................................................................................

18

a. Estetik İman ..........................................................................................................

18

b. Dini Yahut Mistik İman .......................................................................................

18

B- İBADET .................................................................................................................

20

1. İbadetin Anlamı .......................................................................................................

20

2. Dua ..........................................................................................................................

21

3. Namaz .....................................................................................................................

22

4. Oruç ........................................................................................................................

23

5. Zekat ........................................................................................................................

25

6. Hac ...........................................................................................................................

25

C-DİNİ DUYGU .........................................................................................................

27

1. Duygunun Tanımı ve Çeşitleri ...............................................................................

27

2. Dini Duygu ..............................................................................................................

27

I


D- DİNİ HAYATIN AHLAKİ BOYUTU ..................................................................

30

1. Ahlak ......................................................................................................................

30

2. İslam Ahlâkı ...........................................................................................................

30

a. Hürmet (Saygı) ....................................................................................................

30

b. Merhamet .............................................................................................................

32

c. Hizmet .................................................................................................................

32

E- DİNİ ŞAHSİYET ...................................................................................................

34

1. Şahsiyet ...................................................................................................................

34

2- Dini Şahsiyet ...........................................................................................................

35

a. Dindar İnsan Tipleri ..............................................................................................

36

a.a. Gerçek Dindar Tip ............................................................................................

36

a.b. Sözde Dindar Tip ..............................................................................................

37

II.BÖLÜM ...................................................................................................................

38

MİSTİK DİNİ YAŞANTI ...........................................................................................

38

A. Mistisizm ve Tasavvuf ............................................................................................

38

B. Tasavvuf ..................................................................................................................

39

C. Mürşid .....................................................................................................................

42

D. Çile ve Izdırap .........................................................................................................

43

E. Tarikat ...................................................................................................................... 46 F. Melâmet ...................................................................................................................

51

G. Vahdet....................................................................................................................... 53 SONUÇ ........................................................................................................................

56

BİBLİYOGRAFYA .....................................................................................................

59

II


KISALTMALAR Ank. : Ankara Ata.

: Atatürk

Bas.

: Baskı

Bk.

: Bakınız

C.

: Cilt

Çev.

: Çeviren

D.

: Dergi

E.

: Edebiyat

Fak.

: Fakülte

Hz

: Hazreti

İ.

: İlahiyat

İst.

: İstanbul

S.

: Sayı

s.

: Sayfa

T.D.K.: Türk Dil Kurumu T.D.V.: Türkiye Diyanet Vakfı Ü.

: Üniversite

Y.

: Yayın

III


ÖNSÖZ Din birçok yönden ele alınabilen bir inceleme konusudur. O, tarihi yönden, hukuki yönden, sosyolojik yönden ve psikolojik yönden incelenebilir. Biz bu çalışmamızda Nurettin Topçu'nun gözüyle dini hayatın psikolojik yönüne baktık. Dinde ibadetin ayrı bir değeri vardır. İbadet mü'minin Allah'a ulaşma yolu ve tecrübesidir. İman tohumu ekilmiş kalpte ibadet ağacı mutlaka filizlenecektir. İbadetsiz iman, sulanmayan bir ağaç gibi sönüp yok olmaya mahkumdur. Samimi imana sahip olmayanların ibadeti bir alışkanlık halini alır. O bir şekilden ibarettir. İbadeti şekil ve alışkanlıktan öteye geçmeyen din adamının olduğu bir toplumda bir yerde onların talebesi mesabesinde olan cemaatin de aynı şekilde olması tabiidir. Bu şekilde yaşanan dini hayat, polis rolü oynamaktan başka ahlaka bir şey veremez. Sosyal baskı nedeni ile birtakım kötülüklerin halkın önünde işlenememesi şeklindeki bir dini yaşantı ruhları Allah'a götürücü olamaz. Tasavvuf da hususi bir dini yaşayış şekli olarak mü’minin dini hayatında önemli bir yere sahiptir. Dini açıdan tamamen serbest olan, yani takip edilmesi istenen zorunlu bir yaşayış biçimi olmayan tasavvuf, dini hakikatlerin ruha sindirilmesi için takip edilecek en ideal bir yaşayış biçimidir. Bu çalışmanın giriş bölümünde, Nurettin Topçu’nun hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserleri kısaca ortaya konduktan sonra, Onun yaşadığı dönemin belirgin özellikleri ortaya konmaya çalışılmış, daha sonra Onun din anlayışına değinilmiştir. Birinci bölümde dini yaşayışın temel unsurlarından olan dini inanç, ibadet, dini şahsiyet, dini hayatın ahlaki yönü, dini duygu; ikinci bölümünde ise mistik dini yaşantı ele alınmıştır. Bu çalışmamda değerli yardımlarını esirgemeyen danışman hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Hüseyin CERTEL’e ve çeşitli vesilelerle yardımını gördüğüm Sayın Yrd. Doç. Dr. Habil ŞENTÜRK’e teşekkürlerimi arz ederim. Mehmet BÜYÜKBAŞ Isparta - 2002

1


GİRİŞ I-NURETTİN TOPÇU'NUN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ A. Hayatı: Nurettin Topçu, milletimizin XX. Asırda yetiştirdiği fikir ve hareket adamlarından biridir. Her türlü gösteriş ve nümayişin dışında bir hayat süren bu Anadolu evladı, resmi görüşlerin, büyük kalabalıkların kabulünde yaslanma gayretlerine düşmeden, son nefesine kadar fikir peteğini doldurmaya çalışmıştır. Ömrünü her an büyük mahkemenin huzurundaymışçasına hesap vermeye hazır, hiçbir otoritenin tesirinde kalmadan milletin meselelerine çözüm yolları üreterek geçirmeyi vicdani bir sorumluluk olarak görmüştür. Kısacası "millet mistikleri, büyük muzdariplerdir. Onların, aşk haline gelen zevkleri milletin ızdırabını, muzdarip yaşayışlarıyla hemahenk hale getirmektedir" sözü ile tasvir ettiği hayat tarzını kendi şahsında gerçekleştirmeye çalışmıştır.1 XX. asır Türk-İslam düşüncesinin müstesna siması Nurettin Topçu, 1909'da İstanbul'da doğdu. Babası, Topçuzâde Ahmet Efendi Erzurumlu, annesi Fatma Hanım ise Eğirlidir. 6 yaşında Bezm-i Âlem Valide Sultan Mektebi'nde tahsile başladı. Daha sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi'ne devam etti. Okuma ve düşünme alışkanlığı bu yıllarda başladı. İçe dönük ve sakin bir mizaca sahip olan Osman Nurettin'in büyük bir adam olacağı hocası, Osman Efendi tarafından babasına müjdelendi. İmla hocası Nafiz Bey'in Mehmet Akif sevgisi talebesinde bu büyük insana ve eserlerine karşı hayatı boyunca devam edecek bir ilgi uyandırdı2. Daha sonra Vefa İdadisi'ne devam eden Osman Nurettin'in bu mektebin birinci sınıfta iken babası vefat etti. İdadi tahsilini İstanbul Lisesi'nde tamamladı. Avrupa tahsil imtihanını kazandı (1928). Fransa'ya gitti. Orada Remzi Oğuz Arık ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ile tahsil yıllarını beraber geçirdi. Sosyoloji Cemiyetine üye oldu. Bu derginin organında felsefe yazıları yayınladı. Aksiyon felsefesini sistemleştiren Moris Blondel ile tanıştı. Strazburg'da felsefe tahsil etti. Lui Masinyon ile de tanışan Topçu O’na Türkçe dersleri veren Dr. Adnan Adıvar'dan sonra aynı dersleri vermeyi sürdürdü.

1 2

Topçu, Nurettin, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergah Yayınları. İstanbul, 1978, s.2 Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, s.2

2


Sorbon'da felsefe doktorasını tamamladı.(1934). Türkiye'ye döndü ve Galatasaray Lisesi'ne felsefe muallimi tayin edildi3 (1935). Yurda dönüşte baba dostu olan ve etkisinde kaldığı H. Avni Ulaş'ın kızı ile evlendi. Lise müdürünün haziranda geçecekler için verdiği listede geçmeyi hak etmeyenleri bırakması üzerine İzmir'e tayini çıkarıldı. İzmir'de

Hareket Dergisi’ni

yayınlamaya başladı (1939). Dergideki bir yazısından ötürü Denizli'ye sürüldü. Burada mahkemesi devam etmekte olan Said-i Nursi ile tanıştı. Çocukluk arkadaşı Sırrı Bey vasıtasıyla devrin manevi büyüklerinden Abdülaziz Efendi'yle tanışan Topçu, bu kişiden hayatı boyu sürecek etkiler aldı. Nakşi Şeyhi Abdülaziz Bekkine Efendi'ye intisap ettikten sonra felsefi şüphelerinden kurtulan Topçu, Celal Hoca (Celal Ökten)'dan da İslami ilimler yönünden faydalandı. Daha sonra İmam-Hatip okullarının kuruluşu sırasında Celal Hoca ile mesai arkadaşlığı yaptı. Denizli Lisesi'nden önce Haydarpaşa, daha sonra da Vefa Lisesi'ne tayin oldu. Son olarak İstanbul Lisesi'ne tayin edilen Nurettin Topçu, buradaki görevinden emekli oldu (1974). Nurettin Topçu, bir süre Edebiyat Fakültesinde Hilmi Ziya Ülken’in kürsüsünde eylemsiz doçentlik yapmışsa da kadro verilmemiş ve üniversiteye alınmamıştır. Fikri faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Derneği, Milliyetçiler Derneği ve Anadolu Fikir Derneği'nde sürdürdü. Nurettin Topçu 10 Temmuz 1975'te vefat etti4. B. İlmi Şahsiyeti "Batıcı

bir

kültür

ihtilalini

gerçekleştirmeyi

hedefleyen

Cumhuriyet

Türkiye'sinde 1939'dan itibaren çeşitli aralıklarla yayınladığı Hareket Dergisi ile bir dünya görüşü mücadelesini şuurla yürüttü. 1939-1942 Hareket Dergi’lerindeki yazılarıyla, ruhçu ve mistik düşünüşün felsefi temellerini araştırdı. Teknik ve makine medeniyetine duyulan şuursuz ihtirasın asrın insanını boğduğunu, bu yüzden kendi benliğinden uzaklaşan insanın kurtuluşunun ancak özüne kavuşmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı. İnsan ruhunu demir pençeleriyle felce uğratan materyalizm, pozitivizm, sosyalizm, pragmatizm, akımlarına karşı çıkarken, akılcılığın bile ancak kalbilikle değer kazanacağını belirtti. Kalp ahlakı ve irade felsefesini ortaya koymaya yöneldi. Hüseyin Avni Ulaş ve Fransa'da tanıştığı Remzi Oğuz Arık'ın tesiriyle benimsediği Anadoluculuğun adeta ruhi, içtimai programını çizdi. 1947-49 Hareket 3

Gündoğan, Ali Osman, “Nurettin Topçu”, Doğu Batı; Türk Düşünce Serüveni, Yıl:3, Sayı:11, Ankara, 2000, s.89 4 Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, s.2

3


Dergi’lerinde

bu çerçevedeki düşüncelerin İslâmi temellerini açıklığa kavuşturdu.

Milliyetçiliğimizin İslam davasından ayrılamayacağını, milletle dinin iç içe kavramlar olduğunu ortaya koydu. Ancak, İslamiyet’in hamisi ve müdafi olarak görünen sahtekarlarla ve menfaatperestlerle mücadeleden de geri kalmadı5. 1952-53 Hareket Dergilerinde Nurettin Topçu değişen toplum yapımızın dinimilli temellerde inşa etmenin gerekliliğini ortaya koydu. Batılılaşma karşısında inancımız ve tarihimizi savunurken kapitalist ve kominist iki kamp arasında cemaatçi bir nizamın zaruretini öngören “yeni nizam”ın ana hatlarını çizdi. 1966-75 Hareket Dergilerinde ise daha önceki dönemlerde ileri sürdüğü düşüncelerini yeniden kuvvetle ortaya koydu. İslâmiyet’in, Allah'ın insanlar için seçtiği bu nizamın, cemaatçi yönünü cesaretle belirtti. Nurettin Topçu'nun çoğu Hareket Dergisi’nde yayımlanan yazıları sağlığında değişik kitaplarda toplandı. Bunun dışında Fransa'da verdiği doktora tezi, doçentlik tezi olan Bergson, Liseler için yazdığı Psikoloji, Felsefe, Sosyoloji, Mantık ve Ahlak kitapları da yayımlandı6. c. Eserleri Nurettin Topçu’nun yayınlanan eserleri şunlardır7. 1- Felsefe (Lise 3. sınıflar İçin hazırlanmıştır.) 2- Mantık (Lise 2. sınıflar İçin hazırlanmıştır.) 3- Psikoloji ((Lise 2. sınıflar İçin hazırlanmıştır.) 4- Sosyoloji (Lise 3. sınıflar İçin hazırlanmıştır.) 5- Conformisme et revolte, Paris'te 1934'de basılmış ve tıpkı basımı Kültür Bakanlığı tarafından 1990 yılında yayınlanmıştır. Bu çalışma Mustafa Kök ve Musa Doğan tarafından "İsyan Ahlakı" adıyla tercüme edilmiş ve Ocak 1995'te basılmıştır. 6- Mehmet Akif 7- Taşralı (hikayeler) 8- Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlak Görüşü 9- Şehit 5

Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, s.2

6

Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, s.2

7

Topçu, Din Psikolojisi Bahisleri, Baskıya Hazırlayan: A.Vahit İmamoğlu, Erzurum, 1995, s.4

4


10- Türkiye'nin Maarif Davası 11- Kominizme Karşı Yeni Nizam 12- Ahlak Nizamı 13- Büyük Fetih 14- Yarınki Türkiye 15- Var Olmak 16- Varoluş Felsefesi (P. Foulqui'den) 17- İradenin Davası 18- Bergson 19- İslam ve İnsan 20- Devlet ve Demokrasi 21- Kültür ve Medeniyet 22- Ahlak (Lise 1. sınıflar İçin hazırlanmıştır.) 23- Mevlana ve Tasavvuf 24- Milliyetçiliğimizin Esasları

5


II. NURETTİN TOPÇU’NUN YAŞADIĞI DÖNEMİN BELİRGİN ÖZELLİKLERİ Bir kişiyi değerlendirirken onu içinde yaşadığı dönemin şartlarına göre değerlendirmek araştırıcıyı doğru sonuçlara götürür. Biz de çalışmamızda Nurettin Topçu’ya göre dini yaşayışın psikolojisini ele aldığımıza göre O’nun içinde yaşadığı dönenin dini ve siyasi olaylarını kısaca ele almayı uygun bulduk. Zamanımızdaki psikoloji araştırmaları gösteriyor ki “manevi yaşam boyutundaki gelişme, bireyin evrenle, toplumla, doğayla ve kendisiyle kısacası yaşamın her yönüyle nasıl ilişki içinde olduğunu ona gösterir ve en derin ilke ve değerlerini keşfetmesine yol açar. Kişinin iç dünyasının zenginliği, onun kendine duyduğu güvenin kaynağı olur... Manevi yaşamı zengin kişi günlük yaşamın güçlüklerini ezilmeden, yorulmadan, strese boğulmadan yapar. Bu nedenle manevi yaşamı zenginleştirmek yönünde yapılan zaman yatırımı kayıp değil, önemli bir katkıdır”8. Cumhuriyet tarihimizin ilk yılarında (1920-1933) din eğitimi ve öğretimi konusunda uzmanların görüşlerine önem verilmiş ve o istikamette okullar açılmıştır. Fert ve toplumun ihtiyacı bu şekilde karşılanmıştır. Sonraki yıllarda bu anlayış terk edilerek mesleki din öğretimi veren kurumlar kapatılmış ve okullarda din dersleri kaldırılmıştır. 1949’dan sonraki yıllarda yapılan yeni çalışmalarla 1930’dan itibaren kapatılan okullar açılmaya başlamıştır9. Din eğitim ve öğretimi 1933’den sonra her türlü öğretim kademesinde kaldırılmış, din alanına giren bütün konuların ilmi bir yaklaşımla ele alınması sakıncalı görülmüş ve ilahiyat alanındaki

konuların ilim olup olmadığı tartışma konusu

yapılmıştır10. Din derslerinin yetersiz de olsa okul programlarından çıkarılıp yerine hiçbir şeyin konmaması, gençler arasında bir ahlak buhranı ortaya çıkarmış ve bunun büyük sarsıntıları görülmüştür11. Din eğitimi ve öğretimi okullarda yapılmadığı gibi; yaygın din eğitimi alanında da büyük kısıtlamalar olmuştur. Yaygın din eğitiminin en belirgin göstergesi dini

8

Cüceloğlu, Doğan, İçimizdeki Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993, s.238 Ayhan, Halis, Türkiye’de Din Eğitimi, M.Ü. İ. Fak. Y., İstanbul, 1999, s.1 10 Ayhan , Türkiye’de Din Eğitimi, ss.57-58 11 Ayhan , Türkiye’de Din Eğitimi, s.67 9

6


muhtevalı yayınlardır. 1940’lı yıllarda dini neşriyata da izin verilmediği görülmektedir12. 1946 sonrası Türkiye’de din öğretimi ve bu alanda yapılan bütün çalışmalar ve hazırlıklar üç gurupta toplanabilir. Birinci gurupta olanlar; dinin insan tabiatının var olan bir ihtiyacı olduğunu, ayrıca toplum hayatının da vazgeçilmez değerlerini oluşturduğunu belirterek bu ihtiyacın eğitim, öğretimle karşılanmasını istiyorlardı. İkinci gurubu oluşturanlar ise din hürriyetini daha çok insan haklarından biri olarak kabul ediyorlar ve bütün hak ve hürriyetlerde yeterli gelişmelerin olmasını istiyorlardı. Üçüncü gurubu oluşturan laikler ise dinde hürriyet ve serbestliğe karşı çıkıyorlardı13. Topçu Türkiye’nin böyle olduğu bir ortamda Avrupa’dan Türkiye’ye döner. İzmir’de Hareket Dergisi’ni çıkarmaya başlar. Burada yazdığı bir hikaye, resmi çevrelerde büyük bir tepki yaratır. Hikayenin başlığı “Çalgıcılar”dır ve Atatürk’e hakaret edildiği izlenimini vermektedir. Topçu bu hikaye’de Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda bir önderin nasıl putlaştırıldığını, küçük abdestinin bile kutsal bir suymuş gibi nasıl saklandığını yazmaktadır. Topçunun eleştirileri Kemalizme karşı yoğunlaşsa da, polemik yaratacak kadar kişiselleştirmeye yatkın değildir. Kemalistlerin tepkisini çeken Topçu, resmi çevreler tarafından izlenmeye ve sık sık sorgulanmaya başlar14. 1950’li yıllarda Topçu’yu milliyetçi hareket içinde daha faal olarak görmekteyiz. Demokrat Partinin getirdiği nisbî özgürlük havası içinde çeşitli milliyetçi derneklerin birleşmesiyle “Türk Milliyetçiler Derneği” kurulmuştur. Topçu bu dernekte etkin isimlerden biri olmuştur. Derneğin faaliyetleri radikal anti-kominizmin izlerini taşımaktadır15. Türk Milliyetçiler Derneği 1952’de kapatılmıştır. Topçu bu olayı kınayan bir bildiriyi kaleme almış, coşkulu

üslubuyla milliyetçi çevrelerin yoğun sempatisini

kazanmıştır. Milliyetçiler Derneği 1954’de tekrar açılır. Topçu derneği, manevi lideri, fikir babası durumundadır. 27 Mayıs hareketinden sonra Topçu’nun siyasal faaliyetlerinde bir canlılık görülür. Siyasal hayat üzerindeki yasakların kalkmasından sonra Topçu, Adalet Partisinin kuruluş çalışmalarında görülür. 1961 yılında Konya’dan bu partiden aday olmuş, ancak seçilememiştir. Bundan sonra Topçu siyasetten uzaklaşır. 1963’te Milliyetçiler Derneği’ndeki dernekçiliğini de sona erdirerek Hareket 12

Ayhan , Türkiye’de Din Eğitimi, ss.84-85 Karpat, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1996, s.226 14 Öğün, Süleyman Seyfi, Türkiye’de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu, Dergah Y., İstanbul, 1992, ss.47-48 15 Darendelioğlu, İlhan, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, 3. Bas. İstanbul, 1977, s.273 13

7


Dergisi’nde fikir hayatına çekilmiştir. Ölümüne kadar da dergisinde fikri mücadelesini sürdürmüştür16. Topçu’nun düşünceleri, bu şartlar içinde geliştiği için O’nun düşüncelerinin de bu şartlar göz önüne alınarak değerlendirilmesinin doğru neticelere ulaştıracağı kanaatindeyiz.

16

Öğün, Türkiye’de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu, s.52

8


III. NURETTİN TOPÇU’NUN DİN ANLAYIŞI Dinin, kendisiyle karıştırılan bazı kültür kollarından ayırt edilmesi gerektiğine dikkat çeken17 Topçu’ya göre dinin ne olduğundan önce ne olmadığını ortaya koyalım. O’na göre din, bir müspet ilim değildir. Dinin hakikatlerini deneyle açıklayamayız. Deneyle kontrolü yapılan evrensel kanunlara da ulaşamayız. Onun prensipleri vicdanın yapısına bağlıdır, inançlarla beslenir. İnsana ruh kuvveti kazandırır. Bu kuvvet bizi Allah’a doğru götüren enerjinin kaynağıdır. İnsan, bu ruh kuvvetini sonsuzluktan alır. Onunla tasavvuf ehli gerçek dinin yolunda yürür18. Topçu’ya göre din ilim olmadığı gibi, ilim tarihi de değildir. Dindeki ibadet şekilleri ve bunlarla ilgili bilgiler dinin kendisini ifade etmezler. Mesela Kur’an ayetlerinin anlaşılması ve peygamberin sözlerinin doğru yorumlanması için tefsir ve hadis ilmi ortaya çıkmıştır. Bunların sadece bilgisi dinin kendisini ifade etmezler. Dini hayat, ferdin kendi ruhunda yaptığı dini denemenin içindedir. Yani dini bilmek insanı dindar yapmıyor. Eğer bilgimizi benimser, içselleştirirsek, aşk ile bunları yaşarsak ancak o zaman dindar olabiliriz19. Topçu bu görüşleriyle dinin ilahi yönüyle insani yönünü birbirinden ayırmaktır. Buna göre, bilgi olarak kitaplarda yer alan, inanç, ibadet, ahlak ve muamelata ait hükümlerden oluşan ve inanılıp yaşanmak üzere insana sunulan bir din vardır. Buna dinin ilahi yönü ya da objektif din denilmektedir. Bir de bu dinin bireyler tarafından benimsenip yaşanan yönü vardır. Dinin duygu, düşünce, tavır, davranış olarak yaşanan bu yönüne subjektif din, dinin insani yönü ya da dini hayat demek mümkündür. Dinin zihinsel planda bilgi olarak yer etmesi dindar olmak için yeterli değildir. Kişinin bir dini hayata sahip olabilmesi ve kendisine dindar denilebilmesi için, Topçu’nun da belirttiği gibi, dini bilginin benimsenip derunileştirilmesi yani yaşanması gerekmektedir. Dinin bir mantık sistemi de olmadığını ifade eden Topçu şöyle der: “Aklın prensipleriyle ilahi hakikatleri kavramaya çalışmak, boşuna gayret olduğu gibi aklın anlamaktan aciz olduğu dini hakikatlerin inkarı da, aklın sınırlarını bilmeyişten ileri gelen kibirle cehalet karışığı bir şaşkınlıktır. Akıl belki bir merdivendir; akılsızlıkla Allah’a varılmaz. Ancak akıl merdiveninin bütün basamakları aşıldıktan sonra onu bırakıp kalp ve ilham kanadının açılmasına ihtiyaç vardır. Aşk yolunda yürüyerek değil,

17

Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Hareket Y., 2. Bas., İstanbul, 1970, s.120 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.120 19 Topçu, Kültür ve Medeniyet, Dergah Y., 2. Bas., İstanbul, 1998, s.152 18

9


uçarak ilerlenir. Aşk ile ulaşılan bu içsel halin, sadece bir temaşa olduğu zannedilmesin. O bizde zaman, hayat ve hareket olur; eşyanın gerçeğini gölgede bırakan bir gerçek olur”20. Topçu güzel seslerle Kur’an ve mevlit okunmasını dindarlık ifadesi olarak değil, bir dindarlık gösterisi olarak kabul eder. Hele bu işleri zenaat haline getiren hocalarla, mevlitçilerin bu halini din dışı çok kötü bir hareket olarak görür. Kur’an’ı ancak manasındaki belağatı en güzel şekilde ifadeye ve Kur’an ayetlerindeki heyecanı kendisine en uygun şekilde yaşatmaya yarayan dini sanat -ki bu Kur’an’ın Kur’an güzelliğiyle okunmasıdır ve bunun ticaretle ilgisi yoktur - Peygamberimizin kendisi tarafından övülmüş en güzel şeydir. Dini sanat, dini denemenin kendisi değil, ona ulaştıran şeydir. O dini tecrübeye ulaşmak isteyenlere şevk ve heyecan verir21. Din efsane değildir. Eski Yunan mitolojisi din ile yan yana idi. Diğer dinlerde de bu

tür mitolojik inançlar bulunur. Bu inançlar din ile karışarak sanki dinin

aslındanmış gibi zamanla yerleşir. İslam dininde de bu türlü efsaneler karışmış inançlar mevcuttur. Gerçekten bu göreve layık olmadıkları halde, bu görevi üstlenmiş olan bazı din adamları, halkın inançlarını istismar ediyorlar. Bunlar dinle hiç alakası olmayan masalvari şeyleri insanlarda doğuştan var olan masal ihtiyacını karşıladıkları için hakikat diye anlatıyorlar. Efsanelerin din diye anlatılmasını engellemek için gerçek münevver din adamları yetiştirmek gerekir22. Topçu burada insanlarda gerçek hayatta görülmeyen olağanüstü olaylara, masalımsı

anlatımlara karşı bir eğilimin olduğu ve cahil, menfaatçi ve istismarcı

kişilerin de halkın bu zaafından istifade ederek dine efsanevi ve masalımsı unsurlar soktukları gerçeğine dikkat çekmektedir. Hakikaten yeterince dini eğitim almamış dindar insanlarda,

kıssacı vaizlerin vaazlarıyla oluşmuş efsanelerle karışık bir din

anlayışı geçmişten günümüze hep var olmuştur. Din bir hayattır. O bir iddia değildir. Satıcının malını satmak için kullandığı parlak ve içi boş sözlere dinde yer yoktur. Bunlar dinin hakikatini ortaya koymaz. Bizim dinimizin başka dinlere üstünlüğünü ortaya koymak için diğer dinlerin küçüklüğü iddiası dini yüceltmez. Bu tür iddiada bulunanlar sadece cehaletlerini, kinlerini ortaya koymuş olurlar. Bu karşılaştırmayı yapabilmek için her dini en ince teferruatına kadar bilmek gerekir23. Dini hakkında “benim dinim en güzel, en büyük dindir” sözünden

20

Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.121 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.152 22 Topçu, İradenin Davası, Hareket Y., 2. Bas., İstanbul, 1974, s.72 23 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.123 21

10


başka bir şeyi bilmeyen bir insanın dinler hakkında karşılaştırma yapması kadar gülünç bir şey olamaz . Yukarıda da ifade edildiği gibi din bir iddia değil, bir hayattır. Topçu’ya göre dini hayatı, sadece ilahi kitapların zekaya hitabeden emir ve yasaklarının bütünü halinde şeriatın asırlardan beri ortaya koyduğu kaidelerin aynen kabulü olarak anlayanlar yanılmışlardır. Yine dini sadece bir duygu işi zannedip, mescidlerde güzel sesli hafızların mevlitlerini dinleyip ağlayanlar da dini tam anlayamamışlardır. Çünkü din zeka ve duygu aleminin üstünde bir irade olayıdır. Bizim irademizi Allah’ın iradesine bağlayıcı bir harekettir. Bu bağlanmada, zeka ve duyguların payı olmakla birlikte, asıl kaynak iradedir. Din sonsuzluk iradesini kazanma alıştırmalarıyla başlar. Allah’ın iradesine yaklaşıldığı oranda dünya metaının değeri kaybolur24. Dinin dünya saltanatıyla, siyasetle bir ilgisi yoktur. Bizim tarihimizde dini bir makam olan Şeyhülislamlığın din adına sahip olduğu iktidarı kullanarak siyasete karışması; hem devlete hem de dine zarar vermiştir. Çünkü dini makam; ikaz ve irşad yeridir. Dinin siyasete alet edilmesi dini otoriteye karşı bir itimatsızlık ortaya çıkarmıştır25. Çünkü din siyaset üstü bir değerdir. Onun siyasete alet edilmesi değerinin düşürülmesine neden olur ve otoritesini zayıflatır. Dini makam otoritesini korumak için siyaset gibi bayağı işlerle uğraşmayıp asıl görevi olan irşad ile uğraşmalıdır. “Din bir meslek olamaz. O insanlığımızın cevheridir. Bir kısım insanların din adamı diye ayrı bir içtimai sınıf meydana getirmeleri, dinin bir dünya sanatı haline koyulmasına yol açmıştır. Hepimiz din adamıyız. Hep Allah yolunda olmamız gerekiyor. Bu yoldan uzaklaşanları uyarmak hepimizin işi olmalıdır. Bu iş ilimle değil, irşadla olur. Şu halde din bir irşad mesleğidir, diyebiliriz. İrşad Allah’a götüren yolu aydınlatmaktır; bedene değil ruha çevrilir. Dinin bağlandığı hareket kaidelerini çoğaltmamak ve bunları bir hukuk sistemi halinde ele almak en doğru yoldur. Böyle yapılmazsa yüzyıllar içinde sonu gelmeksizin çoğalan kaideler, tenkit ve münakaşaların kapıları kapanınca insanı, bir sihirbazın veya hipnotizmacının otomatlaştırdığı şuursuz makine haline getiriyor. Böylece dini hayat bazı eşyanın yapılmasına yarayan makinenin işleyişlerini andırıyor. Gerçekte ruhsal olan gaye büsbütün gözden uzaklaştı mı o zaman manasızlıklar, akıl hastanelerini dolduran sapıklıklar meydana çıkıyor”26.

24

Topçu, İradenin Davası, s.71-73 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.124 26 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.124 25

11


Din bir sevap-günah nizamnamesi değildir. O, bir kaideler kitabı da değildir. Biz onun gayesine uygun davransak da davranmasak da o, durmadan ilerleyen ruhi hayattır27. a. Şeriat – Din Ayrımı Nurettin Topçu’ya göre din gaye, şeriat ise bu gayeye götüren yoldur. O’na göre şeriat, sonsuzluk iradesini yani dinin tecrübe basamaklarını kolaylaştıran bir vasıtadır. Bu nedenle şeriat, dini hayatın kaynağı ve esası değildir. Fakat hayatımıza hakim olan iyi ve kötü değerlerin düzenleyicisi olan kanunlar gibi şeriat da dinin düzenleyicisidir. Dolayısıyla dini hayata ulaştırıcı bir vasıtadır. Gaye değil gayeye götürücü yoldur. Bu nedenle din ve şeriat aynı şey değildir. Dini şeriattan ibaret görmek, bir hayat yerine onun şeklini, bir tablo yerine onun çerçevesini, bir meyve yerine onun kabuğunu esas kabul etmek demektir28. Topçuya göre dini hayatın özü ve esas yapısı imandır. Dini pratikler, imanın varlığından feyz alıp filizlenen uygulamalardır. Onlar, ancak iman sayesinde var olabilen, bir değeri ve anlamı olan uygulamalardır. Asıl olan imandır, ameli uygulamalar ondan sonra gelir. Topçu’ya göre din içsel denemeyle yaşanır. Hayatımızda muayyen hareketler halinde tatbik ettiğimiz kaideler (şeriat), iç hayatın tecrübelerine geçiş için bir vasıtadır. Din ve şeriat, aralarında öz-kabuk ilişkisi olan bir hadisedir29. Dine götürücü kanunları ifade eden şeriat, tarih içinde yozlaşmaya uğramıştır. Suyu çekilmiş, kupkuru bir hale gelmiştir. Şeriata yeniden su vermek, onu canlandırmak gerekmektedir. Ama bu, tekamül prensibine uygun olarak zaman ve cemiyetin ihtiyaçlarına göre yapılmalıdır. Devirlere ve cemiyetlere uymayan kanunlar nasıl yaşayamaz ve yararlı olamazlarsa, ebedi şekilde kalıplaşmış şeriatlar da insanlıkla beraber yürüyemezler. Bunun için şeriatı yalnız ve her zaman yeter kabul etmek yanlıştır. Bu, ruhsuz bir iskelete tabi olmak gibi bir şeydir. İslam’ın yeniden ihya edilmesinin gerekliliğine inanan Topçu’ya göre yenilik dinin özünde değil, dinin, yorumlanış biçiminde yapılmalıdır. Öyleyse dinde bir değişen bir de, değişmeyen taraf vardır. İşte Topçu, dinin değişebilen tarafına şeriat demektedir. Yapılacak yenilikler

27

Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, Dergah Y., İstanbul, 1998, s.95 Topçu, Yarınki Türkiye, Dergah Y., 5.Bas., İstanbul, 1999, s.282 29 Topçu, Yarınki Türkiye, s.283 28

12


dinin özüne kesinlikle bir müdahale olmamalı, gaye olan dini hayata götürücü olmalıdır30. Görülüyor ki Topçu, şeriata; dine götüren yol anlamını yükleyerek, onun zamana göre değişiklik gösterebileceğini savunmaktadır. Ama bu değişikliğin hedefe götürücü olmasını, cemiyetin ve zamanın ihtiyaçlarının göz önünde tutulmasını şart koşmaktadır. Esasen İslam dini şer’i hükümlerin istinbatı

konusunda böyle bir

değişime müsaittir. Ezmânın tegayyürü ile ahkamın tegayyür edeceği prensibi, İslam’ın ruhuna uygun ve genel kabul görmüş bir külli kaidedir. Kanaatimizce Topçu’nun bu konudaki görüşü tamamen samimi, iyi niyetli olup, dînî bir yozlaşma ve dejenerasyon arzusu değildir. İslam Hukuk Usulünde şer’i hükümlerin istinbat yolları olarak yer alan ictihad, istihsan, mesalih-i mürsele, seddi zerâyi, örf, istishab bahisleri dikkatle incelendiğinde, dinimizin

naslarda açıkça belirlenen hükümler dışında kalan

hususlarda şer’i hükümler çıkarılması konusunda oldukça esnek olduğu görülür31.

30

Topçu, Yarınki Türkiye, s.283 Geniş bilgi için bk., Zeydan Abdulkerim, İslam Hukukuna Giriş, Terc:Ali Şafak, Sırdaş Y., İstanbul, 1976, ss.301-326 31

13


IV- KONUNUN BELİRLENMESİ, SINIRLANDIRILMASI VE METODU A. Konunun Belirlenmesi ve Sınırlandırılması Biz bu çalışmamızda büyük Türk düşünürlerinden biri olan Nurettin Topçu’da dini yaşayışın psikolojisini ortaya çıkarmayı amaçlamış bulunuyoruz. Bu çalışmamızda O’nun yayınlanmış eserlerini kaynak olarak kullandık. Dini inanç, duygu, düşünce, tutum gibi psikolojik kavramlar, Din Psikolojisinin inceleme alanlarındandır. “Esasen Din Psikolojisi dini yaşayış üzerinde araştırma yaparken,önce Allah inancının yaşanışını ele almalıdır. Çünkü dini yaşayışın başında Allah inancının yaşanması gelmektedir. İnsan bunu içinde samimiyetle yaşadığı zamanen yüksek ve en değerli bir yaşayışa ulaşmış olur. Çünkü inanan insanı derinden saran ve gittikçe genişleyerek kendini hissettiren böyle bir yaşayış, içten duyulan samimi bir yaşayışın ifadesidir. Öyleyse en içten gelen bir yaşayış,dindarın bütün benliğiyle katıldığı bir yaşayıştır. Burada Din Psikolojisinin görevi,ferdin ruhunda Allah’ın nasıl duyulup yaşandığını, nasıl tasavvur edildiğini, O’nun insanlardan yapmasını veya yapmamasını istediği emirlerin dindarı nasıl etkilediğini belirtmeye çalışmaktır. Kısaca , Din Psikolojisinin temel hedeflerinden birisi dini yaşayışı bütün derinlik ve genişliği içinde aslına uygun veya yakın olarak ve onu psikolojik analizler ve tasvirlerle ortaya koymaktır”32.Ayrıca Din Psikolojisi namaz, oruç, zekat, hac, kurban gibi İslami ibadetlerin kişinin iç dünyasını nasıl etkilediğini araştırır33. Vecd, zühd, çile, sema, zikir gibi tasavvufi haller diye nitelendirilen durumları da inceleme konusu yapmaktadır. Bilindiği gibi tasavvufi yaşayış, dini hayatın hususi bir türü olması itibariyle Din Psikolojisinin önemli araştırma alanlarından birini oluşturmaktadır, “Bu yaşayış türüyle Tasavvuf Psikolojisi meşgul olmaktadır. Tasavvufi yaşayış ,en içten duyulan dini yaşayışlardan sayılmaktadır. Böyle bir yaşayış,normal ve sağlıklı bir yaşayış olarak görülmektedir. Tasavvufi hal diye vasıflandırılabilecek her türlü dini ayin, vecd, istiğrak, riyazet, çile, terk, sema, zikir vb. yaşayış halleri ve merhaleleri Din Psikolojisinin özellikle İslami Psikolojinin konularını teşkil eder34. Biz bu çalışmamızda kendi eserlerinden yararlanarak Nurettin Topçu’da dini yaşayışa psikolojik açıdan yaklaşmaya çalışacağız. Öncelikle O’nun hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserlerine kısaca değindikten sonra O’nun 32

fikirlerinin daha iyi

Yavuz, Kerim, “Din Psikolojisinin Araştırma Alanları”, Ata. Ü. İ. Fak. D., S:5 , Erzurum, 1982 s.93 Peker,Hüseyin, Din Psikolojisi, Aksiseda Matbaası, 2.Bas., Samsun, 2000, ss.21-22 34 Armaner, Neda, Din Psikolojisine Giriş I, ss.10-11 33

14


anlaşılmasını sağlayacağını düşündüğümüzden yaşadığı dönemin belirgin özelliklerine kısaca değineceğiz. O’nun dini inanç hakkındaki görüşlerini ve dini yaşayışın temel ibadet esaslarından namaz, oruç, hac, zekat ve dua hakkındaki görüşlerini ortaya koymaya çalışacağız. Dini şahsiyet konusunda da O’nun dindar tiplemelerini dini hayatın ahlaki boyutu konusunda da genel olarak ahlak ve İslam ahlakına değineceğiz. Daha sonra da tasavvufi yaşayışın derunileşmesinde başvurulan vasıtalar ve temel tasavvufi kavramlar psikolojik bir yaklaşımla incelenmeye çalışılacaktır. B. Araştırmanın Metodu Araştırmacıların tespitlerine göre bilimsel bir araştırmada, bilimsel güvenilirlik ve geçerlilik ölçülerine uygun olarak gerekli materyalin toplanması ve yeterli derecede olmak şartıyla, toplanan bu materyalin yine aynı değer ölçülerine uygun olarak sistemli bir şekilde işlenip sonuçlandırılması olmak üzere iki temel esasa uyulması gerekmektedir35. Şüphesiz her bilimsel çalışma konusu için toplanan kaynak ve materyalin işlenmesinde kullanılacak metotlar konunun özelliğine ve varılmak istenen sonuca göre değişmektedir36. Biz bu çalışmamızla Nurettin Topçu’nun dini yaşayışa, psikolojik yaklaşımını tespit etmek istiyoruz. Bu itibarla biz bu çalışmamızda tabii olarak Topçu’nun yayınlanmış eserleri üzerinde çalıştık. Ayrıca konumuzu ilgilendiren ilgili diğer kaynaklardan da imkan nispetinde yararlandığımızı belirtmeliyiz. Konunun bir sistem dahilinde işlenmesinde takip edilen metot meselesine gelince, burada şunu belirtelim ki Dewelhauers’in ifade ettiği gibi “bütün psikolojik çalışmaların bir tahlil çalışmasıyla birlikte olması ve bununla aydınlatılması lazımdır; bunun yapılması, hem çeşitli metotları yerli yerinde kullanmayı öğretir, hem de tahlilden gelmesi gereken takip işini hazırlar. Fizik vakalarını olduğu gibi, subjektif vakaları tanımamız da ihsas ve aklın birlikte çalışmasıyla oluyor. Yalnız ihsasın şuuru fiziki vakalarda ancak bir vasıtadır, halbuki zihin hayatının tetkikinde konu olarak alınan şey ihsasın subjektif

ve şuuri olan yönüdür. Bu yüzden çoğu zaman

karışık olduğu için önce meseleyi açık mütalâalara irca etmek gayesinde olan bir

35

Yavuz, “Din Psikolojisinde Metot Meselesi ve Yeni Gelişmeler” , Ata. Ü. İ. Fak. D., S:7,Erzurum, 1986, s.153 36 Egemen, B. Ziya, Din Psikolojisi, Ank. Ü. İ .Fak. Y., Ankara, 1952, s.24

15


metot lazımdır. O da tahlildir. Psikoloji, yapacağı her incelemede tahlile müracaat etmek zorundadır. Bu, diğer metotlara baş vurmaya da mani değildir”37. Bizim bu çalışmamızda takip ettiğimiz metot büyük ölçüde açıklama ve yorumlama metodudur. Çok geniş kullanım alanı bulunan açıklama ve yorumlama metodu Din Psikolojisinde de kullanılan bir metoddur38. Nurettin Topçu’yu anlayabilmek için O’nun iç dünyasını dışa aksettiren önemli birer belge olmaları itibariyle bize ışık tutacak olan O’nun eserleridir. Zira insan beyni ve elinin meydana getirdiği bir eserle, onu meydana getiren arasında bir münasebet vardır. İşte biz de bu çalışmamızda öncelikle Topçu’nun eserlerinden hareketle ve diğer ilgili kaynakların desteği ile Onun dini yaşayışını psikolojik yönüne yaklaşımlarını kavramaya çalıştık.

37 38

Dewelhauers G., Psikoloji, Çev: M .Ş .Tunç, İst. E. Fak. Y., İstanbul, 1952, ss.26-27 Duverger, Maurice, Sosyal Bilimlere Giriş, Çev: Ü. Oskay, 2. Bas., Bilgi Y., İstanbul, 1980, s.139

16


I. BÖLÜM DİNİ YAŞAYIŞIN TEMEL UNSURLARI A. DİNİ İNANÇ 1. İman ve İnanç Kavramı İman ve inanç kavramları birbirlerinin yerine kullanılsa da inanç kavramının anlam sahası daha geniştir. İnanç, imanı da içine alacak şekilde daha genel bir mana ifade ederken, iman daha hususi bir mana için kullanılmaktadır1. “İnanç bir insanın herhangi bir hükmü kısmen ya da tamamıyla kabulü ya da reddi veya ondan şüphe duyması durumudur”2. Görüldüğü gibi inancın sahası çok geniştir. Zihnin bir şey için %100 var demesi iman ve bilgiyi gösterir. %100’den aşağıya doğru oran azaldıkça, kanaat (zan, şüphe ve inanmama durumu ortaya çıkar. Kanaat (zan) zihnin bir şey için kesin olarak var ya da yok diyemediği şeydir. Dolayısıyla verilen hüküm kesin değil ihtimallidir. Şüphe de zihnin bir şey için var ya da yok diyemediği şeydir. Ama şüphenin kesinlik oranı kanaat ve zandan daha düşüktür. Bir şeyin lehindeki inanç sıfır noktasına geldiğinde inançsızlık karşımıza çıkar3. İman, ferdin tahkikini imkansız bulduğu durumlarda ortaya çıkar. Mesela Allah'ın varlığı konusundaki problemini fert, imanı ile çözer. O, Allah'ın her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, her şeyin sahibi bir varlık olduğunu hisseder. Ama bunu somut deliller ile ispat edemez. İşte bu durumda devreye iman girer. İman ile birlikte kişi subjektif bir kesinlik duygusuna sahip olur. Bu durumda kişi içinde hissettiği ama somut olarak karşı karşıya gelemediği varlığın mevcudiyetini kabul eder. İşte bu imandır4. Topçu’ya göre ise iman, bir inancın ruhumuzda sürekli bulunup hakim olması, ümit ile kendisine çevrildiğimiz varlığın ruhumuzu doldurmasıdır. Ona göre iman ümitten ayrılmaz. İman, ümitle bağlanma işidir. İnanan insan kendini güvende hisseder. Ümit bizden Ona uzanma hali, iman ise O’nun bizi doldurmasıdır5.

1

Hökelekli,Hayatı, Din Psikolojisi, T.D. V. Y., 2. Bas., Ankara, 1996, s.158 Peker,Hüseyin, Din Psikolojisi, Aksiseda Matbaası, 2. Bas., Samsun, 2000, ss.61-62 3 Peker , Din Psikolojisi, s.62 4 Hökelekli, Din Psikolojisi, s.158 5 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.149 2

17


2. İman Çeşitleri İmanı, "estetik iman" ve "dini yahut mistik iman" olarak ikiye ayıran Topçu, estetik imandan sanat iradesinin doğduğunu, dini yahut mistik imandan ise din iradesinin doğduğunu ifade eder6. a. Estetik İman Topçuya göre sanatın üstün faaliyetinde bir iman vardır. Sanatçı bilsin veya bilmesin çoğunlukla mistik bir hayatı hedeflemektedir. Her sanat faaliyeti din dışı şeylere bir çeşit tapınmadır. İşte sanatçı, bu din dışı şeylerden geçerek mistik imana varmaktadır. Sanatçı tabiat varlıklarını bir menfaat uğruna sevmez. O, kendi benliğinde hissettiği eksikliği tamamlamak için onları sever. İşte sanatçı, hissettiği bu eksikliği sanatıyla tamamlamak isteyen bir insandır. Bu eksikliği hissetmeyen kişi gerçek sanatçı olmadığı gibi, eseri de gerçek bir sanat eseri değildir7. Ona göre estetik imandan sanat doğar. Ancak sanatta hayata bağlanan ve hayattan kaçanlar olmak üzere iki tip sanatçı vardır. Hayattan kaçanlar ya sanatına ya da sonsuzluğa sığınırlar. Öyleyse sanatta sonsuzluğa atılma özlemi vardır. Bu sanatın dine taşıyıcı bir vasıta olduğunun da ifadesidir. Bunun yanında gayesine sanatta ulaştığını zannetmek bir aldanıştır. “Sanat, sonlu olanda ebediyen tatmin bulamayacak olan hareket

iradesinin

sonsuzluk

hülyasında

tatmin

aramak

için

hayal

gücüne

8

dönüşmesidir” . b. Dini Yahut Mistik İman Dini yahut mistik imanın estetik imana göre şumulü daha geniştir. Estetik iman, sadece sanatçılara mahsus olmasına karşılık dini yahut mistik iman samimi dindar olan herkesi içine alır. Dini yahut mistik iman "Bir"e ferdi iradenin kendine can attığı "yegane irade"ye imandır9. Bu yegane irade hem tabiat üstü varlıkların kaynağı hem de tabiat üstü nizamın kurucusudur. Allah, insanın kainat ve kendisine hakimiyetini kabul ettiği ve içsel bağlarla kendisine bağlandığı kudrettir. Her akıl sahibi insan, kainata gözünü çevirdiği zaman, onda hüküm süren ilahi kudreti algılayabilir. Ama dindar olmak için bu yetmez. Allah’ın kendi üzerimize de hakimiyetini de kabul etmek gerekir. Bu, varlığımızın iktidar olarak ortadan kalkmasıdır. İşte bu benlik gururumuzu yenmek,

6

Topçu, İradenin Davası Devlet ve Demokrasi, Dergah Y., İstanbul, 1998, s.60 Topçu, İradenin Davası Devlet ve Demokrasi, s.103 8 Topçu, Mehmet Akif, Hareket Y., İstanbul, 1970, ss.27-31 9 Topçu, İsyan Ahlakı, Dergah Y., 2. Bas., İstanbul, 1998, s.161 7

18


Allah’a inanmanın esaslı vasfıdır. Allah’a inanışın esas aktif unsuru “kendisine içsel bağlarla bağlandığımız kudret” anlayışıdır. İnsanı hayati menfaatlerden sıyrılıp ilahi bir hayata kavuşması burada başlar10. Topçu dini imana tamamiyle mistik açıdan yaklaşır. O’na göre iman mistik olmaya can atar. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi, mistikliğin doğduğu kimsede iman kişinin kendi kendini arayışı haline dönüşür. Esasen iman kişinin kendi kendini tanıması anlamına gelir. İmanın mistik bir karakter göstermesinin ikinci sebebi ise onun aklın alışılmış sınırlarını aşmış olmasından, aklın ışığının söndüğü yerde bir iç ışığını yakmış olmasındandır11. Topçu’ya göre imandaki bu mistiklik hedefine ulaşmasa da, sanat hayatının en yüksek şekilleri içerisinde de gözükmektedir. “Nasıl “dini imana” “Bir olana” iman diyorsak, vasıtalarıyla estetik imanına ulaştığımız varlıkların çokluk olmalarından dolayı bu tür imana da ‘çokluğa iman’ diyeceğiz. Zaten her ikisi de farkında olunmasa bile haklı olarak hareketlerimizin gayesini aramak zorunda olduğumuz “Yegane zorunlu Varlık”a yönelmektedir”12.

10

Topçu, “Dini Hayatın Psikolojik Temelleri”, İslam Mecmuası, Temmuz 1956, S:4, s.14 Topçu, İsyan Ahlakı, s.140 12 Topçu, İsyan Ahlakı, s.142 11

19


B. İBADET 1. İbadetin Anlamı Allah'a inanç ve bağlılığı simgeleyen bütün davranışlar ibadettir1. İbadet inancın davranışlara yansıması, inanılan varlığa bağlılığın söz ve hareketlerle gösterilmesidir2. İbadetin inançla sıkı bir ilişkisi vardır. İman, bir tohum ibadet ise onun filizlenmesidir. "İbadet imanımızın varlığından doğarak sanki onun, benliğimizden fışkırıp dış dünyada gerçekleşmek isteyen iradesi gibi bir şeydir. Aynı zamanda imanını Allah’a ispat etmek isteyen sahibinin kalbinde onu (imanı) kuvvetlendirir. İmanın olduğu yerde ibadet hayat bulur. Çünkü iman tohumunun ekildiği kalpte ibadet ağacının filizlenmemesi imkansızdır. İbadetle hayat kazanmayan iman kuvvet ve samimiyetten uzaktır. Diğer taraftan samimi ve gerçek bir imana sahip olmadıkları halde ibadetlerine sımsıkı bağlı olanların meselesine Topçu şöyle izah getirir: “Bunların ibadetleri Allah’a çevrilmesi gerekli gerçek dini ibadet olmayıp, ahiret hayatındaki azaplardan kurtulma ve ebedi saadet vaatlerinin kendilerine yaptırdığı ibadettir. Yani onlar için ibadet, bir alışkanlık ve bir kazanç sermayesidir3. İbadet bir alışkanlık olmamalıdır. Bunun için kul ibadetini kalp ile yapmalıdır4. Ruhunu ibadete dahil etmelidir. İbadet Allah'a yakınlaşmak için bir araçtır. Bir nevi Allah’a doğru bir yolculuktur. Bu yolculuğa insandan açılan kapı ise kalptir. Bu yolu takip etmeyenlerin ibadeti alışılmış hareketleri tekrardan öteye gidemez. “Psikolojik tahliller dini denemeyi bizzat kendinde yapan insanın sadece bu denemelerden dolayı ahlakı bozucu unsurlardan arındığını göstermektedir. Ancak dini denemeyi gerçekleştiren bir çok insanda da ahlaki zâfiyetler göze çarpmaktadır. Bunun nedeni taklitten ibaret olan bir dini terbiyenin gerçek din terbiyesi sayılmasıdır”5 İbadette bir şekil bir de öz vardır. Asıl ibadet kalbin ve ruhun katılımıyla yapılan ibadettir6. Ruhun katılımı olmadan yapılan ibadet beden hareketlerinden öte geçmeyen yorgunluklardır. Bu, ibadette şeklin önemi yoktur anlamına gelmez. Önemli olan şekil ve mana bütünlüğünün sağlanmasıdır. Topçu'ya göre ibadet; müminin, ruhuyla Allah'ı aramasıdır. İçinde ruhi katılım olmayan ibadet O’na göre anlamsızdır. Zamanla ibadetler bu hale getirilmiştir. El, ayak, baş hareketlerindeki maharet dindarlığın şartı haline getirilmiş ve bunlar dinin esası 1

Hökelekli, Din Psikolojisi, s.233 Peker, Din Psikolojisi, s.112 3 Topçu, “Dini Hayatın Psikolojik Temelleri”, İslam Mecmuası, Cilt.1, Temmuz 1956, S:4, s.13 4 Topçu, Var Olmak, Dergah Y., 3. Bas., İstanbul, 1988, s.126 5 Topçu, “Dini Hayatın Psikolojik Temelleri”, İslam Mecmuası, Cilt.1,Temmuz 1956, S:2, s.18 6 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.149 2

20


sayılmıştır. Dolayısıyla dini hayat ruh ve manasından sıyrılmış, İslam'ın ruhu otomatik hareketlerle perişan edilmiştir7. İbadetler, yalnız başına yapıldığı gibi cemaat olarak da yapılabilmektedir. Topçu cemaat halindeki ibadette topluluğun ferdi ruhlar üzerinde yükseltici, kendinden geçirici heyecanlar doğurduğunu ifade eder8. Görüldüğü gibi ibadetler kişiliğin belli yönlerinin gelişip olgunlaşmasını hedef alan bir özelliğe sahiptir. Kişinin ahlaki yapısına olumlu yönde etki eden, ifa edende görevini yerine getirmiş olmanın hazzını duyuran, toplu halde yapıldığında ferdi ruhlarda yükseltici, kendinden geçirici heyecanlar meydana getiren bir etkiye sahiptir. 2. Dua "Dua, insan ile Allah arasında bir haberleşme ya da iletişim olarak tanımlanabilir”9 Duada inanan kişinin Allah’a yakarışı, yalvarışı

O’ndan bazı taleplerde

bulunuşu söz konusudur.10 Duada dikkat Allah’a çevrilir. Fertte duaya başlarken bir toparlanma olur ve birey Allah’ın huzurunda olduğunun,onunla iletişim kurmaya hazırlandığının bilincine varır. Dua anında söz ile bunu ifade etmese bile aczinin, güçsüzlüğünün bilincindedir. Allah’a teslim olmuş ve dileklerini O’na sunmuştur.11 Duanın belli bir vakti yoktur. İnsanın ihtiyaç içinde olduğu an duanın vaktidir12. Topçuya göre dua, "bütün halimiz ve bütün varlığımızla Sonsuz Kudret’e sükun ve sürur içinde teslim olmamızdır."13 O'na göre yüksek sesle, kafiyeli cümlelerle yapılan dualar dolandırıcı din tüccarlarının bir sanatıdır. Bu dua Allah'a ulaştıramaz. Gerçek dua kalpten Allah'a ulaşan duadır.14 Kalpten, içten yapılmayan bir dua Allah’a ulaşmaz. Duanın ilk şartı, insanın imkan ve çarelerinin yetersizliği hissidir. Fert aczini itiraf eder. Çünkü imkansız ve çaresizdir. Fert, Sonsuz Kudretin huzurunda olduğunu ve O'nun yardımına mutlak olarak muhtaç olduğunu bilir. Bu şekilde başlayıp gayesine

7

Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.60 Topçu, “Dini Hayatın Psikolojik Temelleri”, İslam Mecmuası, Cilt.1,Temmuz 1956, S: 2, s.18 9 Hökelekli, Din psikolojisi, s.212 10 Peker,Din Psikolojisi s.119 11 Peker, Din Psikolojisi ss.120-121;Topçu, Var Olmak, ss.80-81 12 Şentürk, Habil, Din Psikoloji, Esra Y., İstanbul,1997, s.161 13 Topçu, Var Olmak, s.82 14 Topçu,Var olmak, ss.82-83 8

21


ulaşan duada insan, bir nehre karışan küçük ırmakların nehirde kaybolması gibi kendinden geçer, kendini unutur.15 Dua, insana manevi bir dopingdir. Acz içinde olan insan, dua ederek kendini güvende hisseder. Elinde bulunan imkanların en sonuna gelmiş olan insan, Allah'ın, mutlaka ona yardım edeceğine inanır. Bu, onda kuvvetli bir dayanak olur.16 Dua için inanç şart değildir. Çünkü ateist olarak bilinen bazı kimseler bile başları çok sıkıştığında dua etmektedirler.17Kanaatimizce onların böyle durumlarda dua etmeleri,her ne kadar ateist görünseler de, gerçekte onların şuur altında var olan Tanrı inancının ortaya çıkmasından ileri gelmektedir. İnsanlar, yaşamları boyunca çok çeşitli tehlike, hastalık, imkansızlık ve yetersizliklerle karşılaşırlar. Bunlar insan için sinir bozucu şeylerdir. Tıpkı karanlık içinde korkan çocuğun yanına bir büyüğü geldiğinde ondan güç ve cesaret alarak güven bulması gibi, çaresizlik içindeki insan da Allah’a dua ederek aynı durumu yaşar. Mümin Allah’a güvenir,dualarının onun tarafından bilindiğine ve duyulduğuna inanır18. 3. Namaz İslam’ın en temel ibadet biçimi olan namaz, kulun Allah’ın yüceliği karşısında küçüklüğünü bilip vaziyet alması O’nun büyüklüğünü ifade eden güzel sözler kullanması ve duyduğu bu saygıyı

beden hareketleriyle ifade etmesidir19. Namaz

kulun Rabb’iyle konuşmasıdır. Onun büyüklüğünü ve kendi acziyetinin bilincinde olarak Rabb’inin büyüklüğünü ifade eden sözler söyleyip karşısında eğilmesidir.Yani Yaratıcısının karşısında kendi durumunun farkında olması ve ona göre vaziyet almasıdır20. Namaz sadece şekli birtakım hareketlerden ibaret olamaz. Günde beş defa Allah’ın büyüklüğü karşısında kendi durumunu hatırlamadır. Kulun kendi benliğini Allah karşısında yok etmeye çalışmasıdır. Kulun, benliğini yok etmeye çalışması, onun için aşağılayıcı bir durum değildir. Aksine kul benliğini ne kadar sıfıra indirebilirse, o kadar değer kazanır. Çünkü kendi benliğini yok ettiği anda en büyük benlik ile birleşir. Topçu diğer ibadetlerde olduğu gibi namazda da Mevlana’nın görüşlerini benimser. Ona göre

namaz insanı ruh huzuruna kavuşturmalıdır. Aksi takdirde bu boş bir

yorgunluktur.

Birtakım

hareketler

yapıp

15

Topçu, Var olmak, s.81 Hökelekli, Din Psikolojisi, s.228 17 Hökelekli, Din Psikolojisi, s.228 18 Peker, Din Psikolojisi, s.128 19 Hökelekli, Din Psikolojisi, ss.237-238 20 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.89 16

22

namaz

kıldıklarını

düşünenler


aldanmaktadırlar. O’na göre ibadetin bir özü bir de sureti vardır. Asıl ibadet özüdür, suret kalıptan ibarettir. O'na göre namaz, suretten

yani sadece yapılan beden

hareketlerinden ibaret değildir. Bu suret, namazın kalıbıdır. Suretten ibaret olan namazın başı ve sonu vardır. Başı ve sonu olan her şey kalıptan ibarettir. İbadetlerin özü ise kemiyete sığmaz, başı ve sonu yoktur. Namaz vecd ve istiğraktır. Yani kendinden geçmedir. Namaz beş vakittir. Ama aşıklar devamlı namazdadır21. Yani layıkı vechiyle tam bir konsantrasyon ve ruhi katılımla namaz kılanların , namaz esnasında ulaştıkları manevi hava , Allah ile vuslat hali , ilahi huzurda bulunma (murakabe) hissi , namaz dışına taşar. Onlar , sadece namaz esnasında değil, bir günlük zaman diliminin tamamında kendilerini, ilahi huzurda , O’nun gözetimi ve denetimi altında hissederler. Görüldüğü gibi namaz sadece günde beş defa tekrarlanan otomatik hareketler değil, sonsuza ruhi bir yolculuktur. Bu yolculukta insan kendinden geçmiş durumdadır. Olması gereken namaz işte budur. Namaz kılmak insanda '' ruhsal saflık , kalbi dinginlik ve psikolojik bakımdan güven bilincinin oluşması hususunda ruhsal bir aktivite yaratmaktadır22. Kuran'da namazın insanı kötülükten ve hayasızlıktan alıkoyduğunu

23

beyan

buyuran ayet de namazın, kılana ruhsal saflık verdiği görüşünü desteklemektedir. Ayrıca namaz, kul için ifa edilmesi gerekli bir görev olduğu için bazı engellerle ibadetini yapamayan insanda bir huzursuzluk, günah işlediği düşüncesiyle rahatsızlık meydana gelir24. Ama ibadetini ifa ettiğinde de görevini yapmış olmanın rahatlığını ve huzurunu hisseder. 4. Oruç İslam’ın temel ibadetlerinden biri oruçtur. Oruç, insana birtakım olumlu kişilik özellikleri kazandırır. Ayrıca ruh ve beden sağlığı açısından da çok faydalı bir ibadettir. Oruçlu kişi bütün gün ibadet halinde olduğu bilinciyle hareket eder. Orucunun, kabul edilmeyeceği düşüncesiyle başkalarına zarar verici davranışlardan kendini alıkoyar. İyi ve güzel davranışlar yapacak sevabını daha da artırmak ister. Dolayısıyla oruç, zararlı arzu ve istekleri baskı altında tutarken yararlı davranışların eyleme geçmesine etki eder25.Oruç sıradan bir açlık olarak değerlendirilmemelidir. Zira İslam

21

Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, ss.149-150 M. Osman Necati, Kur’an ve psikoloji, s.247 23 El -Ankebut, 45 24 Peker, Din Psikolojisi, s.115 25 Peker, Din Psikolojisi, ss.116-117 22

23


peygamberi orucu

dini ve ahlaki açıdan istenmeyen ve kötü olarak vasıflandırılan

davranışlara karşı bir kalkan olarak görmüştür26. Oruç aynı zamanda insana sabırlı olmayı da öğretir. Oruçluyken yeme- içme ve şehvete karşı geliştirilen sabır daha sonra hayatın diğer taraflarındaki zorluklara da uygulanabilir. Ayrıca oruçlunun hissettiği açlık ve susuzluk duygusu fakirlere karşı acıma hissinin gelişmesini sağlar. Belli zamanlarda da olsa açların haliyle hem hal olan oruçlu, aç kalanların durumunu daha iyi anlar ve onlara karşı olan

düşünce ve

davranışları açların lehine değişir. Ayrıca orucun

beden ve ruh sağlığı açısından

etkileri görülür . Oruç

tutulurken vücuttaki yağ depoları harekete geçmekte böylece damar sertliği önlenmiş olmaktadır. Ayrıca yüksek kolesterol , yüksek tansiyon ve bazı böbrek rahatsızlıkları gibi zengin hastalıklarının tedavisi için İslami orucun çok mükemmel bir şifa aracı olduğu tespit edilmiştir. Bunun yanında diğergâmlık ve hayırseverlik duygularını geliştirerek

başka insanların dertleriyle

dertlenme, ruh sağlığını besleyen önemli

kaynaklardır27. Nurettin Topçu’nun bu konudaki görüşlerine gelince O’na göre oruç, “içimizdeki nefis denen canavarı köstekleyerek zapteden ve böylelikle içimizde ilahi unsur olan merhametin serbest kalmasını sağlayan bir disiplindir”28. Oruç tutmak ruhu nefsin ve bedenin esaretinden kurtarır. Böylece ruh nefsi aşar ve ona hakimiyet kurar29. Oruç, bize merhamet dersi verir. Merhamet duygularımızı harekete geçirir. Aç kalan nefsin beli kırılır. Oruç merhamet duygularımızı besler ve parlatır. Böylece işler hale getirir. Merhamet duygusunun işlerliğini kaybettiği bir cemiyette, malı olanların zevk-u safa içinde yaşamalarına karşın, sefillerin âhı içler acısıdır. Sefillerin âhı üzerine kurulu olan zenginin tahtı, fakirin âhının artmasıyla her gün yükselmekte ama tahtın bu yükselişine ters yönde ruhi boşluğu artmaktadır30. Onun, bu boşluktan kurtarılması için kalbindeki paslanmış merhamet duygusunun işler hale getirilmesi lazımdır ki bunu yapacak olan da oruçtur.

26

Certel, Hüseyin, “İslami İbadetlerin Psiko- Sosyal İşlevleri”, EKEV Akademi Dergisi, S:3, Erzurum, s.154 27 Hökelekli, Din psikolojisi, ss.248-249 28 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.94 29 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.94 30 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.94

24


5. Zekat Kazanılan ve sahip olunan malın belli bir miktarının yoksullara verilmesi ve sosyal hizmetlerde kullanılmak üzere elden çıkarılması 31 zekattır. Zekat kişiyi kendinden başkasına yöneltir. Müminde diğergâmlık ve cömertlik duygusunu geliştirir. Zekatın geliştirdiği bu duygu, başkalarının sorunlarına ilgi32, ilginin sonunda da onlara karşı sorumluluk şuurunun yerleşmesini sağlar33. Ayrıca zekat “insandaki mülkiyet güdüsünün aşırı derecede güçlenmesinden doğan cimrilik temayülünün aşılıp, bunun yerine olumlu bir kişilik özelliği olarak cömertliğin kazanılmasına vesile olur”34. Başkalarına yardım suretiyle onların memnun edilmesi, mutluluklarının temini, yardımcı olan kişinin ruh sağlığı açısından çok önemlidir. Çünkü bu olay ona, toplumda yararlı aktif rolünü algılama şuuru verir35. Topçu'ya göre zekat , hizmet ahlakını sembolleştiren bir ibadettir. Ne kadar verirsek , ne kadar hizmet edersek, o kadar varız demektir. Hizmetimiz ne kadar fazla olursa, kendimizi o kadar aydınlatabiliriz36. Hizmetimiz varlığımıza sarılı yumak gibidir. O açıldıkça biz mesafe aldığımızı hisseder, hafifleriz37. Elimizde bulunan varlığımızı başkalarının hizmeti için kullandığımızda veya verdiğimizde varlığın vermiş olduğu ağırlıktan kurtulur,kendimizi hafifleşmiş hissederiz..

6. Hac Hac,bütün dünyevi bağlardan uzaklaşıp yaratılışın en başındaki temiz fıtrata dönüşü simgeleyen bir kıyafete bürünmek, Allah’ın evinin etrafında defalarca dönerek O’na bağlılık ve itaati simgeleyen sözler sarf etmek ve sanki mahşer günü bir yerde toplanıp hesap vermek için hazır bekleme gibi Arafat'ta beklemektir38. Topçu, ruhundan habersiz olarak sanki bir yere geziye gidiyormuşçasına hacca gidenleri tenkit eder. Ona göre önce içteki sevgiliyi bulmak lazımdır. İçteki bu sevgiliyi 31

Uludağ,Süleyman, İslamda Emir ve Yasakların Hikmeti, T. D.V. Y., Ankara, 1987, s.91 Hökelekli, Din Psikolojisi, s.249 33 M.Osman Necati, Kur’an ve Psikoloji s.256 34 Certel,”islami İbadetlerin Psiko- Sosyal İşlevleri”, EKEV Akademi Dergisi,S.3, Erzurum, s.154 35 M. Osman Necati, Kur’an ve Psikoloji, s.257 36 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana tasavvuf, s.96 37 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana Tasavvuf, s.97 38 Hökelekli, Din Psikolojisi, ss.239-240 32

25


bulmadan çöllerde O’nu aramaya gerek yoktur. Ona göre ruhsuz şekilde yapılacak hac ibadeti, Allah’a çevrilmiş bir ibadet değildir39. Hacda kişi nefsine sahip olmayı, kötü söz ve davranışlardan uzak durmayı öğrenir. Hacdan döndükten sonra da benzeri kötü söz ve davranışlardan uzak durması yönünde toplumsal bir baskı da vardır. Hacının sakalı bile onun bazı kötü davranışlarda bulunmasını engeller. Hakkıyla haccını ifa eden kişinin günahlarından temizlendiği inancı da onu kötü söz ve davranışta bulunmaması yönünde motive eder. Hac aynı zamanda şan -şöhret ve kibir elbisesini çıkarıp, sade hac elbisesi içinde bir tevazu eğitimidir40. Çok zengin biri olabilirsin. Ama orada maddi durumu senden kat kat az olan birisiyle aynı yerde, aynı ibadeti yaparsın. Aynı elbiseyi giyersin. Topçuya göre hacca gidenler Kabe’yi değil, Kabe’nin sahibini aramalılar. O’nu bulduktan sonra herzeyi bulmuşlar demektir. O’nu bulamamışlarsa hiçbir şeyi bulamamışlar demektir41.

39

Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.101 M. Osman Necati, Kur’an ve Psikoloji, s.257 41 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.257 40

26


C-DİNİ DUYGU 1. Duygunun Tanımı ve Çeşitleri Duygu ; “ insanda iç ya da dış etkiler sonucunda şuurlu bir katkı olmadan ortaya çıkan hoşa giden ya da gitmeyen yaşantılar oluşturan ruhsal bir durumdur”1. İnsanın hayatında duygu, çok geniş bir yer kaplar. Bu sebeple duyguyu ifade eden birçok kavram vardır. Sevgi, nefret, korku, ümit, sevinç, keder, neşe ve sıkıntı kavramları duyguyu ifade eden kavramlardır. İnsanın karşılaştığı durumlar, ihtiyacını doyurucu nitelikteyse kıvanç duyulur, mutlu olunur .İhtiyaçların doyumunu engelleyici durumlar karşısında da elem duyulur2.Mesela her hangi bir anda yaşamı tehlikeye düşen kişi üzülür. Sevdiği kişi tarafından sevilmeyen kişi de bu durum karşısında acı duyar. Ama çok arzu ettiği bir dileği gerçekleşen kişi mutlu olur. Çoğu kez kişinin eğilimlerine, istek ve engellenmelerine bağlı olan duyguların nedenleri zihinseldir3. Bir başka görüşe göre zihni ve manevi olabilir. Bu da “akli ve mantıki duygular”, “estetik duygular”, “ahlaki duygular” ve “dini duygular” olmak üzere dörde ayrılır4. Biz konunuz itibariyle bunlardan daha çok dini duyguları ele alacağız. Akli ve mantıki duygular, fikirlerin birbirleriyle olan mantıki münasebetlerinden ileri gelen duygulardır. Mesela bir matematik probleminin çözümünde sonuca ulaşmada zorluk çektiğimizde gerginlik hisseder, sonuca ulaştığımızda ise rahatlarız5. Estetik duygulara gelince bu, bir tablonun, bir manzaranın, bir şiir veya müziğin insanda uyandırdığı duygudur6. Ahlaki duygular da gerek kendimiz, gerekse başkaları tarafından yapılan iş ve davranışların bizde uyandırdığı duygudur7.Mesela fakirlere yardım edeni takdir eder, hilekarı nefretle karşılarız. 2. Dini Duygu Dini duygu din kültürüne bağlı olarak insanda meydana gelen8 dini tecrübe anında hissedilen duyguların genel adıdır9.

1

Peker, Din Psikolojisi, s.96 Baymur, Feriha, Genel Psikoloji, İnkılap Kitapevi, 13. Bas., İstanbul, 1994, s.77 3 Gürün, O.A., Psikoloji Sözlüğü, İnkılap Kitapevi, Ankara, Tarihsiz, s.40 4 Peker, Din Psikolojisi, s.102 5 Peker, Din Psikolojisi, s.102 6 Peker, Din Psikolojisi, s.103 7 Peker, Din Psikolojisi, s.103 8 Armaner, Din Psikolojisine Giriş I, Ankara, 1980, s.114 9 Hökelekli, Din Psikolojisi, s.137 2

27


Dini duygunun ortaya çıkışı konusunda iki görüş vardır:Bazılarına göre doğuştandır, bazılarına göre ise sonradan kazanılmıştır10. Dini duygunun derecesi kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir. Örneğin bir mistik, vecd halinde Allah’la bir olma duygusunu yaşayabilirken, dine inanan başka biri bu dereceye gelemeyebilir11. Topçuya göre sevgi, insanı yaşatan bütün kuvvetlerin kaynağıdır. Kin ise zaafın ürünüdür. O engellenmelerin sonucunda ortaya çıkan bir duygudur. İnsanlar arasındaki uçurumların, anlayışsızlıkların, düşmanlıkların temelinde hep sevgisizlik yatar12. Sevmek gerçek yaşayıştır. Sevmeyenler yaşayamayan ölü ruhlardır. Onlar dünyanın tadını alamazlar. Sevgisi olmayanlar hakikate ulaşamazlar. Tam sevgi, sonsuzluğun sevgisidir. Bu sevgi vücuttan geçen, bedenden taşan, fani varlıktan kaçan sevgidir. Gerçek aşıklar ne servet, ne şöhret, ne ilim, ne de sanat aşığıdırlar. Onlar aşkın aşığıdırlar13. Zulmü yaratan sevgisizliktir. İçinde sevgi olmayan insan her zaman en acımasız zalimlikleri yapabilecek insandır. İnanan insan seven insandır. O başta Yaratanı olmak üzere her varlığı sever. Onun kalbi sevgiyle doludur. Çünkü “kin ile dinin bir damlası bile yan yana bulunamaz”14. Topçuya göre yalnız aşk yoluyla Allah’a ulaşılabilir. Bütün düşmanlıklardan kurtulduktan sonra Allah’a ulaşabiliriz. Bunun yolu da insanların kalbine sevginin yerleştirilmesiyle mümkün olur. Kalpte sevgi yerine kin ve nefret duyguları doluyken yapılan ibadetler alışkanlık haline gelmiş beden hareketlerinden öteye geçemez15. Temeli sevgiyle atılamayan aile, fertleri için çekilmez bir hayat olduğu gibi, sevilmeden yapılmak zorunda kalınan iş de aynı şekilde eziyet vericidir16. Topçu aşkın, sevginin Hıristiyanlık’ta ve İslam’da üzerinde en çok durulan bir konu olduğuna dikkati çeker: “Hıristiyanlıkta ruh dünyasının güneşi gibi parlayan ve İslam’da kemaline ulaşan aşk bize Allah’ı tanıtan yetidir. Allah ve peygamberi onsuz anlamak, dinin hakikatlerine onsuz varmak kabil olmadığı gibi, aşk olmadan insan gibi yaşamak da boş bir iddiadır17. “Aşkı yeryüzüne ilk defa Hıristiyan dini sonra da İslam

10

Peker , Din Psikolojisi, ss.108-109;Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.23 Peker ,Din Psikolojisi, s.108 12 Topçu, Var Olmak, ss.64-65 13 Topçu, Var Olmak, s.23 14 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.22 15 Topçu, Var Olmak, s.51 16 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.187 17 Topçu, İslam ve İnsan,Hareket Yayınları, İstanbul, 1970, s.16 11

28


güneşi getirdi. Kur-an, sesindeki nağmelere hayran hafız gibi değil de, şuur ve imanla okunursa görülür ki baştan aşağı aşk ile doludur”18. O’na göre aşk, mutlak kuvvetle birleşme ve kucaklaşma halidir. Aynı zamanda kainatın gayesidir. “Aşk kainatın hem başlangıcı hem de gayesidir. Maddede kuvvet halinde gözüken aşk, sonunda maddeyi tanımayan ruha sığındı. Allah mutlak aşkın kendisidir. Varlığın aslı da O’dur. Allah ve kainat ikiliği, aklın icat ettiği bir hezeyandır. Aşk içinde çokluk yoktur. Çokluk sadece bizim tanıyışımıza ait bir vasıftır”19. Topçu, aşk ile vahdet halinin beraberliği hakkında şunları söyler: “Aşk bizi mutlak kudretin bütünü ile birleştiricidir. Her şeyi unutturup Mutlak Kudret’in deryasına daldıran aşırı iman halidir. Aşk, ruhu maddeden ve siyasetten uzaklaştırır. Cüz’i varlıkları eriterek gözümüzde yok ettiği gibi zaman ve mekan gibi izafi unsurları da ortadan kaldırır. Onun kemal halinde bütün cüz’i varlıklar, aşktan başka olmayan tek bir şey halinde gözükürler. Gözlerin alelade görüşü çok kuvvetli bir ışıkla söndürülen zayıf bir parıltı gibi varlığını kaybeder. Onda gözün gördüğü çokluk kaybolur. Aşk halinde görülen alem tek bir bakıştan ibarettir”20. Aşkı varlığın kendi kendisini tanıması olarak gören Topçu’ya göre o, Allah’a götürücüdür. Asıl insan onda saklıdır. Onunla sonu olan varlıklar dünyasından sonsuzluğa geçilir. Seven kendi varlığını bırakır ve mahiyet değiştirerek sevilenin varlığına bürünür21. Aşk; şüpheleri, korkuları, tereddütleri ortadan kaldırır. Aşkın girdiği kalpte ne hesap, ne menfaat düşüncesi ne de kin kalır. Aşkın tufanı onları siler, süpürür gider. Aşkın rolü haddi zatında ruhu cüz’ilere bağlılıktan kurtarmaktır. Neticede çekirdek kırılıp öz elde edilir22.

18

Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.28 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.150 20 Topçu, İslam ve İnsan, s.34 21 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.53 22 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.168 19

29


D. DİNİ HAYATIN AHLAKİ BOYUTU 1. Ahlak “Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve kurallarına ahlak denir”1. Topçu’ya göre ahlak, ruhun bedenle çarpışarak kuvvet kazanmasıdır.2Ahlak İslam dininin özü, esası ve bizzat kendisidir, diyen Topçu,ahlakı dinden veya dini ahlaktan ayrı görmek isteyenleri,insanın iç dünyasını yine kendinden ayırmak isteyenlere benzetir. Zira ahlak, esasında dini olgunluktan başka bir şey değildir. Ahlak hayvani hayattan insani hayata geçiştir. Yine O'na göre insanlığın ahlak tarihi dinler tarihidir3. Topçu , din ile ahlakın münasebetini belirtmek için şunu da ilave eder: “Halk için din, ahlaktan başka bir şey değildir. Büyük ruhlar için ise yine şüphesiz ahlaktır, lakin aynı zamanda insanlığın üstüne , âdeta ahlakın kaynağı olan ilahi iradeye tırmanış cehdidir. Ahlakı içerisine alır, onun da ötesine geçer. Ahlak insanlaşmaksa, din insanlığımızın da üstüne yükselme iradesidir”4. Topçu,ahlakın , din ile insanlığa sunulduğunu,İslam dininde kemale ulaştığını, tarihte birçok ahlâk sisteminin ortaya çıktığını,ancak hiç birinin İslâm ahlakının büyüklüğüne ulaşamadığını ifade eder5. Dindar insan aynı zamanda ahlaklı insandır. Psikolojik tahliller, dînî denemeyi kendinde gerçekleştiren insanın ahlâkî bozukluklardan temizlendiğini göstermektedir. Ancak

dini egzersizleri devamlı yapan bazı insanların ahlaki bir çöküntü içinde

olmalarını Topçu, taklitten ibaret bir din terbiyesi ve dini hayata bağlar6. 2. İslam Ahlakı Topçu İslam ahlakını hürmet, merhamet ve hizmet olarak üç esasta toplar. a. Hürmet (Saygı) O’na göre İslam ahlakının temeli, Mutlak varlığa aşk ile yöneliştedir. Mutlak varlıktan bütün eşyaya ve kainata yayılan aşkımız, her sahada sevgi olmaktadır. İşte bu sevgi, dünyayı cennet yapmaya ve hayatı değerli kılmaya kafidir. Her varlığa çevrilen sevgimiz, bizi hürmet prensibine ulaştırır. O’na göre ahlak yapımızın ilk ve temel

1

Türkçe Sözlük, T. D. K. Y., 8. Bas., Ankara, 1998, s.48 Topçu,Var Olmak,İstanbul, 1998,s.95 3 Topçu, İslam ve İnsan ,s. 53 4 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.86 5 Topçu, İslâm ve İnsan, s.69 6 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf,s.148 2

30


mayası

hürmettir.

Allah

korkusu

gerçek

hürmettir. O tehlike, tehdit gibi

anlaşılmamalıdır. Allah’a yapılan ibadetler hürmetimizin bir ifadesidir. Hürmet, kulun Allah karşısındaki durumunu ifade eder. Dinin esası, ahlakımızın asıl duygusu hürmettir. Onun için birbirimize hürmet etmeliyiz. İnsan ,kendinde yaşattığı hürmet duyguları oranında büyüktür. Her ne kadar hürmet,

küçüklerin bir özelliği olarak

görülse de esasında o, büyük insanların bir özelliğidir7. Nelere hürmet edilmesi konusuna gelince önce Kur’an’a hürmet edilmelidir. Onun bir ticaret eşyası gibi para karşılığında satılması,boş vakitlerin değerlendirilmesi için bir şarkı gibi dinlenilmesi,değerinin ayağa düşürülmesi ve büyük bir saygısızlıktır. Kutsal kitabımıza hürmet etmek istiyorsak , onun ruhu ve manası üzerinde düşünmemiz gerekir8. Bir diğer hürmet etmemiz gereken şey ilimdir. Aklın meyvesi olan ilmin şu veya bu millete ait diye inkar edilmemesi gerekir. Çünkü zeka ilimle kuvvetlendirilirse, Allah daha iyi bilinir ve Kuran daha iyi anlaşılır9. Kainatın en şerefli varlığı olan insana hürmet etmek gerekir. Bizim gibi inanmıyor, bizim gibi düşünmüyor diye insanları aşağılamak bir saygısızlıktır. Kadın – erkek, büyük–küçük, fakir–zengin birbirimize hürmet etmeliyiz. Hürmetimiz ruh kuvvetimizi ve imanımızın derecesini gösterir. Hürmetin en yüksek basamağında aşk bulunuyor. O, aşkı, hürmetin vecd halinde yaşanması olarak görür. O’na göre hürmetin en mükemmel talimi namazdır10. Topçu’ya göre bu konuda din adamları, büyüğe-küçüğe, fakire ve en değersiz bilinen varlıklara bile hürmet ederek bizzat kendi uygulamalarıyla örnek olmalılardır. “Onların davası, maddi ve sefil hayatımızla yarışmak ve bu alanda başarı kazanmak değildir. İnsanı Allah’a götürecek yolculukta yaşanan bir bambaşka bir ruh hayatının örneklerini ortaya koymaktadır. Alelade yaşayış şekillerinde bile büyük ruha sahip insanlar gibi davranmanın , yürümenin, konuşmanın, gülmenin, söz vermenin,alış-veriş yapmanın, fedakarlıkların hürmet taşıyan değerli örneklerini onlarda bulmalıyız”11.

7

Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.193 Topçu, İslam ve İnsan, ss.74-75 9 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.90 10 Topçu, İslam ve İnsan, s.60 11 Topçu, İslam ve İnsan, s.60 8

31


b. Merhamet Topçu’ya göre hürmet benliğimizden taşıp aleme yayılan bir hal olunca her şeyin, her varlığın ve özellikle her insan ruhunun kendi nefsimizden daha çok sevilmesi demek olan merhamet doğmaktadır. Merhamet zayıf ve fakirlere acıma değildir. Bu küçük ruhların merhametidir. Asıl merhamet fakire zulmeden zenginin, zalimin vicdanına, bir sultanın saltanatına esir olan ruhuna acımaktır12. Merhamet, içimizde ilahi bir cevherdir. Bu cevheri kin ve hasetlerimiz karartmaktadır. Bunlardan sıyrıldığımız zaman her şeye merhamet gözüyle bakabiliriz. Bu cevheri yitirdiğimiz zaman, biz yok olmuşuz demektir. Merhametini kaybeden insan kendini yitirmiş demektir. Merhametin olmadığı yerde zulüm ayaklanır13. Merhametin kendimizden çıkıp alemin bozukluğunu giderme yolundaki gayretine içten gelen mesuliyet duygusu denir. Bu mesuliyet, ihtiras ve hareket haline gelmiş merhamettir. Mesuliyetsiz ve merhametsiz harekette vasıta "alem", gaye ise "ben" iken mesuliyet hareketinde "ben" vasıta, alem "gaye" oluyor. İnsan alemin hizmetine giriyor. Böyle bir durumda nefis öldürülmüş, onun eseri olan zülüm de yok edilmiş oluyor. Mesuliyet hareketi adalete sıkı sıkıya bağlıdır. Merhametli ve mesuliyetli insan, adil insandır14. Müslüman'ın karakteristik özelliklerinden birisi, onun merhametli oluşudur. Merhamet, müslümanın kalbinde hiç sönmek bilmeyen bir ateş gibidir. Kafirlerde ve münafıklarda merhamet yoktur. İmansızlar merhametsiz insanlardır. Ben müslümanım deyip de kalbinde merhamet yerine kin bulunduranlar, Allah yolunun dışında dolaşan zavallılardır15. c. Hizmet Topçu’ya göre hizmet, ruh olarak nefsinden taşıp başka insanlara yayılmak suretiyle Allah’ı aramaktır. Karşılık gözetmeksizin yapılan her samimi hizmet, Allah’ın, hareketlerimizle aranmasıdır. İnsanlar, dünyevi heves ve meşguliyetlere dalarak Allah’ı unutmakta nefs ile O’na karşı gelmektedirler. Onları bu felaketten kurtaracak olan hizmet gücüdür. Müminler, kullarına hizmet ederek Allah’ın hoşnutluğunu kazanıp O’nun affına mazhar olmaya çalışmalıdırlar16.

12

Topçu, İslam ve İnsan, s.77 Topçu, Var Olmak, ss.115-116 14 Topçu, İslam ve İnsan, s.77 15 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.94 16 Topçu, İslam ve İnsan, s.79 13

32


Merhamet, varlıklara çevrilen hareket halini alınca hizmet ortaya çıkıyor. Hizmet, insanın çevresini aydınlatmak için kullandığı bitmek bilmeyen kandilidir. Hizmetimiz varlığımıza bağlı yumak gibidir. O açıldıkça varlığımızı hafiflemiş hissederiz. Yine onun açılması nisbetinde manevi anlamda yol alırız. O bizden ayrıldıkça tükenmeyen, bizi yücelten hazinedir. Toplumda en mutlu insanlar, herkesin hizmetine koşabilen insanlardır. Mazimiz, hizmetimiz oranında aydınlıktır. Bugün mazimizdeki hizmetlerimizin hayalleriyle mutlu olduğumuz gibi ölümden sonraki ebedi hayatta da mutluluğumuz yine onlara bağlıdır17. Allah’ın emaneti olan her şeye karşılıksız, samimi olarak yapılan hizmeti ibadet sayan Topçu, bu görüşleriyle aynı zamanda halka hizmeti, Hakk’a hizmet saymaktadır.

17

Topçu, İslam ve İnsan, s.85

33


E. DİNİ ŞAHSİYET 1. Şahsiyet Bir insanı başkalarından ayıran, duyuş, düşünüş ve davranış biçimlerinin tümüne şahsiyet denir1. Psikologlara göre kişilik, bireyin özel ve ayırt edici davranışlarıdır. Bireyin sıklıkla yaptığı ya da en tipik davranışlarını temsil ettiği için özeldir. Kişiyi başkalarından ayırdığı için ise ayırt edicidir2. Kişinin sahip olduğu özelliklerin bir kısmı doğuştan bir kısmı ise sonradan kazanılır. İşte şahsiyet bu ikisinin bileşkesidir3. Topçuya göre şahsiyet, insanın kendi benliğinin farkında olması ve ona bağlı bütün hareketler üzerinde hürriyete sahip bulunmasıdır4. Topçu tarih şuuruyla şahsiyet arasında da ilişki kurar. O'na göre bir ferdin kendisi ile beraber taşıdığı ve kendine malettiği tarih ne kadar genişse, onun şahsiyeti de o kadar büyük ve kuvvetli; benimsediği tarih ne kadar dar ise şahsiyeti de o kadar küçük ve zayıftır. Bu sebeple geçmiş zamana ait hatıralara bağlılığı bulunmayan hayvanlarla, her zaman hali yaşayan çocuklarda şahsiyet aranmaz5. Topçu, insan şahsiyetini ruhi ve içtimai unsurdan oluşan manevi bir terkip olarak görür. Ruhi unsurlar; tasavvurlar, ümitler, idealler ve sonsuzluğa çevrilmiş olan bütün içsel kuvvetlerdir. İçtimai unsur ise insanın cemiyet içindeki yeri, rütbesi, başkaları tarafından değerlendirilmesi ve hayat gemisindeki idare rolüdür. Ruhi unsurlar insanın kendinden doğan ve insanı kendi samimi varlığına bağlıyan unsurdur. İçtimai unsurlar ise insana dışarıdan bağışlanan mevki ve rütbe halinde başkaları tarafından sunulan unsurlardır. İçtimai unsur insanın kibrini artırır ve çoğu zaman insanı zalim yapar. İnsanı gaflete sürükler. Bunun yanında ruhi unsur ise kişiyi kendine getirir. Normal bir insanda ruhi unsur ile içtimai unsur denge halinde bulunur6. Ruhi unsurlar dikkate alınarak yetiştirilen bir insan, ideal bir insan olur. Ama ruhi unsurlardan uzak yetiştirilen kişide ise içtimai şahsiyet baskın gelir. Bu durumda kişi fahiş kazançların peşinde koşan bir kimse, makam ve mevki uğrunda her şeyini

1

Baymur, Feriha, Genel Psikoloji, İnkılap Kitabevi, 13. Bas., İstanbul, 1994, s.268 Morgan, Cliffort T., Psikolojiye Giriş, Çev:Hüsnü Arıcı ve Diğerleri, Hacettepe Ü. Psikoloji Böl.Y., Ankara, 1995, s.311 3 Peker, Din Psikolojisi, ss.140-141 4 Topçu, Yarınki Türkiye, s.201 5 Topçu, Yarınki Türkiye, s.201 6 Topçu, Yarınki Türkiye, s.206 2

34


feda edebilecek bir çılgın olur. Yani insanı insanda yok etmeye kabiliyetli hırslar kişinin hayatına hakim olur7. 2. Dini Şahsiyet “Bir insanın kendine mahsus dini özelliklerinin tümüne dini şahsiyet denir. İnsanın dini inançları, duyguları, düşünceleri, şüpheleri, dine yaklaşımı ve dini esasları değerlendiriş tarzı kısaca bütün olarak dini görünümü onun dini şahsiyetini oluşturur”8. Dindar insan herkesi sever, o sevgiden örülü bir şahsiyete sahiptir9. O bütün her şeyi, yaratandan ötürü sever. Bütün insanlara hatta bütün varlıklara derin bir muhabbet duyar. Dindarlık ilmi, sanatı, ahlakı ve insanlığı severek Allah'a ulaşmaya kabiliyetli bir ruh örgüsüdür. Dindar için din düşmanı yoktur. Sadece dinin Sonsuz'a götüren yolundan mahrum insanlar vardır. Onun kalbinde düşmanlıktan eser yoktur. Çünkü din ile kin aynı kalpte barınmaz. Gerçek dindarın kalbi herkese açıktır. O Mevlana gibi "Gel! gel! nereden gelirsen gel! Kafirsen de, putperest isen de gel! Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gel!" der. Çünkü o şefkat kollarını kendini seven sevmeyen herkese açabilen insandır10. Dindar nefsinden geçebilen insandır. Çünkü nefsinden geçemeyen insan menfaatlerine ve hırslarına esirdir. Menfaatler ise Allah'a götürecek olan ayaklara vurulmuş zincirlerdir11. Topçu’ya göre dindarın her hareketi Sonsuz'a uzanmalıdır. Çünkü sonu olan hareketler dünyaya aittir. Ancak sonsuz servet, sonsuz şöhret Allah'a götürücü değildir. Gerçek Sonsuz'a varmak için servetsiz, şöhretsiz Sonsuz'u istemek gerekir12. O’na göre insan her zaman samimi olmalıdır. Samimiyet kalbin yolunda yürümek demektir. Samimiyet onun bütün hayatını kapsamalıdır. Bunu da kalbin emirlerine uyarak başarabilir13. Ayrıca dindar insan; amentüye inanan, Allah'a ibadet eden, O'ndan saygı ile korkan, O'nu sürekli anıp O'na güvenen insandır. O diğer insanlarla ilişkisi sağlıklı, herkese iyilik yapmayı seven, onlarla iyi geçinen, yardım eden, birlik ve beraberliğe önem veren, boş şeylerden yüz çeviren insandır. Ailevi ilişkilerde ana-baba ve 7

Topçu, Yarınki Türkiye, s.207 Peker, Din Psikolojisi, s.143 9 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.80 10 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.80 11 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.45 12 Topçu, İslam ve İnsan, s.18 13 Topçu, İslam ve İnsan, s.18 8

35


akrabasına iyilik yapan, eşine iyi davranan, ailesini gözeten ve onlar için gerekli harcamayı yapan insandır. Yaratılış, tabiat itibariyle sabırlı, yumuşak huylu, doğru, adil, emin, verdiği sözde duran, affetmesini bilen, mütevazi, nefsin hevasını ve şehvetini kontrol etmede güçlü olan insandır. Duygu alanında Allah sevgisi ile dolu, Allah'ın azabından korkan aynı zamanda ümidini kesmeyen, insanları seven, onların hep iyiliğini isteyen, öfkesini yenmesini bilen, başkalarına haset etmeyen insandır14. Yukarıda sayılan bu özellikler ideal olan dindarda bulunur. İnsan bu ölçülere ulaşabildiği oranda ideal dindarlığa yaklaşır. a. Dindar İnsan Tipleri Topçu’nun eserleri incelendiğinde biri olumlu diğeri olumsuz iki dindar tipi karşımıza çıkar. a. a. Gerçek Dindar Tipi Gerçek dindar; hareketi ibadet, sözü dua, bakışı rahmet ve beraberliği kuvvet olan insandır. Bu duruma gelebilmek için ferdin bütün hayatına dini yaşantının nüfuz etmesi gerekir. Sonrasında duyulardan akla, akıldan kalbe, kalpten de ilhama ulaşılır15. Gerçek dindar yalnızca mabette değil hayatının her anında ibadet halindedir. Aşkı sever, kinden nefret eder. Onun kalbinde kinden eser bulunmaz. O kin ile dinin aynı kalpte barınmayacağını bilir16. Gerçek dindar nefsinden sıyrılmış, menfaat ve hırslarına esir olmayan, her hareketi Sonsuz'a yönelmiş, kalbi her varlığa karşı sevgiyle dolu, her hal ve hareketinde samimiyet görülen insandır17. Gerçek dindar cemiyet hayatının her tarafına hizmet ulaştırmaya çalışan insandır. İnsanlara hizmet aşkı ondaki devlet, servet, şöhret emellerini terkettirir18. Gerçek dindar şiddete düşman, rahmet ve şefkate hayran olan menfaat ve para endişelerinden uzak duran insandır19. Gerçek dindar ruhların kurtarıcısı, ahlak yaralarının doktorudur. Kalbi ve kafasıyla Allah’ın bütün kullarının imdadına koşmak isteyen kin ve kibirden

14

M. Osman Necati, Kur-an ve Psikoloji, Çev:Hayati aydın, Fecr Y., Ankara, 1998, ss.207-208 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.57 16 Topçu, İslam ve İnsan, s.19 17 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.47 18 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.75 19 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.77 15

36


temizlenmiş dünya gözüyle gönülsüz, Allah katında kahraman hizmet eridir20 a.b.Sözde Dindar Tipi Olumlu özelliklere sahip gerçek dindarlar yanında olumsuz özelliklere sahip sözde dindar tipler de vardır. Bunların

bazıları

tegannici,

bazıları

propagandacı,

kimi

büyücü

ve

üfürükçüdür21. Bize bizden daha yakın olan Allah'a dua ederken sanki dağın arkasındaki sağıra duyurmak istercesine mabedi inleten mabed artistleri de vardır22. Allah'ın kitabını kazanç sermayesi edinen, imandan nasipsiz tipler mevcuttur. Bunlar seslerinin güzelliğine göre kalite kalite ayrılmışlardır. Bunların emeği ses nağmeleri, sermayeleri ise din ve Kur-an’dır23 Siyaset yapmaları son derece tehlikeli iken siyaset yapan, hatta siyasete gönül veren din adamları mevcuttur24. Ruhi hayattan yoksun25, Kuran'ı anlamadan tekrarlayan26, dini egzersizleri yaptıkları ve bütün ibadet şekillerini bol bol tekrarladıkları halde ahlak değerlerinden uzak yaşayan, ibadetleri mesleki zaruret olduğu için yapan27 İslam'ın ruhunu anlayamadıkları için onun şekline bağlanan28 tipler vardır. Bunların hepsinin ortak özelliği, politikacı, sömürücü, samimiyetsiz, aşk ve sevgi yoksunu, menfaatçi ve kalplerinin kin ve nefret dolu olmalarıdır29.

20

Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.63 Topçu, Yarınki Türkiye, s.163 22 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.58 23 Topçu, Yarınki Türkiye, s.258 24 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.35 25 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.23 26 Topçu, İslam ve İnsan,s.25 27 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.189 28 Topçu, İslam ve İnsan, s.36 29 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.22 21

37


BİBLİYOGRAFYA ARMANER Neda, Din Psikolojisine Giriş I, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1980 AYHAN Halis, Türkiye’de Din Eğitimi, Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1999 BAYMUR Feriha, Genel Psikoloji, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1994 CERTEL Hüseyin, İman ve Ahlakta Kemalin Yolu, Hamle Yayınları, İstanbul, 1995 CERTEL Hüseyin,’İslami İbadetlerin Psiko-Sosyal İşlevleri’ EKEV Akademi Dergisi, Sayı 3 Erzurum ss.154-159 CERTEL Hüseyin, Kuran'da İnsan, Tuğra Matbaası, Isparta, 2000 CERTEL Hüseyin, Neden Tasavvuf, Aşiyan Kitapevi, Erzurum, 1998 CÜCELOĞLU Doğan, İçimizdeki Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993 DUVERGER. Maurice, Sosyal Bilimlere Giriş, Terc. Ü. Oskay, II. Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1980 DWLHAUERS, G., Psikoloji, Çev. M.Ş. Tunç, İst.Ü.E.Fak.Yayınları, İstanbul, 1952 EGEMEN B. Ziya, Din Psikolojisi, Ank.Ü. İ. Fak. Yayınları, Ankara, 1952 GÜNDOĞAN Ali Osman, “Nurettin Topçu”, Doğu Batı; Türk Düşünce Serüveni, Yıl:3, Sayı:11, Ankara, 2000, s. 89-105 GÜNGÖR Erol, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998 HÖKELEKLİ Hayati, Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996 KÖK Mustafa, Nurettin Topçu'da Din Felsefesi, Dergah Yayınları, İstanbul,1995 MORGAN Cliffort T.,Psikolojiye Giriş, Çev:Hüsnü Arıcı ve diğerleri, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları,Ankara, 1995 M. OSMAN Necati, Kuran ve Psikoloji, Çev: Hayati AYDIN, Fecr Yayınları, Ankara,1998 ÖĞÜN Süleyman Seyfi, Türkiye’de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu, Dergah Yayınları İstanbul 1992 PEKER Hüseyin, Din Psikolojisi, II. Baskı, Aksiseda Matbaası, Samsun, 2000 ŞENTÜRK Habil, Din Psikolojisi, Esra Yayınları, Konya,1997 TOPÇU Nurettin, Ahlak Nizamı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1999 ---------------------, “Dini Hayatın Psikolojik Temelleri”, İslam Mecmuası, C.1., S.4, Ank. 1956, ss.13-14 ---------------------,“Din Psikolojisi”, İslam Mecmuası, C.1., S.1, Ank. 1956, ss.9-11

38


---------------------, “Din ve Mistisizm”, İslam Mecmuası, C.1., S.7, Ank. 1956, ss.27-30 ---------------------, İradenin Davası, II.Baskı, Hareket Yayınları, İstanbul, 1974 ---------------------, İradenin Davası Devlet Demokrasi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, İslam ve İnsan, Hareket Yayınları, İstanbul, 1974 ---------------------, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, İsyan Ahlakı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, Kültür ve Medeniyet, Dergah Yayınları, İstanbul,1998 ---------------------, Mehmet Akif, Hareket yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergah Yayınları, İstanbul,1978 ---------------------, Türkiye'nin Maarif Davası, Hareket Yayınları, İstanbul, 1970 ---------------------, Var Olmak, Dergah Yayınları, İstanbul,1998 ---------------------, Yarınki Türkiye, Dergah Yayınları, İstanbul, 1999 TÜRKÇE Sözlük, T.D.K. Yayınları, 8. Baskı,Ankara 1998 YAVUZ Kerim, “Din Psikolojisinin Araştırma Alanları” Ata. Ü. İslami İlimler Fak. D., Sayı:5, Erzurum, 1982, ss.87-108 -------------------“Din Psikolojisinde Metod Meselesi ve Yeni Gelişmeler” Ata. Ü. İ. Fak. D., Sayı:7,Erzurum,1986, ss.153-185 ZEYDAN Abdulkerim, İslam Hukukuna Giriş, Terc:Ali Şafak,Sırdaş Yayınları, İstanbul, 1976

39


II. BÖLÜM MİSTİK DİNİ YAŞANTI A. Mistisizm ve Tasavvuf Tasavvuf ile mistisizmin farklı yönlerine işaret etmek için tasavvufun müntesiplerine derviş, mistisizmin mensuplarına ise daha çok mistik adı verilmektedir. Esasında bu iki kavramdan mistisizm geneli ifade ederken tasavvuf daha özel bir manayı içerir. O “İslam mistisizminin” adıdır. “Mistisizm tabiat üstü bir alemle irtibat kurarak akli denemelere dayanmadan sezgi yoluyla eşyanın özüne ait bilgiye ve Allah’a ulaşılacağını ileri süren bir doktrin ve buna inananların halleri, yaşayışlarıdır”

1

Mistik ise “ilahi şeyler hakkında

birtakım batıni bilgilere sahip olan ve bunlar hakkında kimseye bir şey söylememesi gereken 2 Mutlak varlığın temaşasına aşık olan 3 perhizkarlık ve zahitlik yoluyla zeka ve tasavvurların ötesine geçerek hakikate temas etmeye çalışan 4kimse demektir. Bu tanımlardan mistisizmin, hem bir fikir sistemi hem de tecrübe edilip yaşanan bir hal olduğu ortaya çıkmaktadır. Mistisizm dini olabildiği gibi, din dışı da olabilmektedir. Yani mistik olabilmek için dindar olmak gerekmiyor. Dinsiz, inançsız kimseler de mistik olabiliyor. Bu durumda mistisizmi “dini mistisizm” ve “din dışı mistisizm”olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Bu iki tür mistisizmin hedefleri de farklıdır. Dini mistisizm de hedef “Allah’a ulaşmak ” iken ;din dışı mistisizmde hedef “kendi ruhi gücüyle özdeşleşme”dir5. Bütün mistikler ruhu yüceltmek, kalbi temizlemek için mücahede ve çileye katlanırlar6. İzah edilemezlik, tanımlanamazlık, ifade edilemezlik mistisizmin karakteristik özelliklerindendir7.

Doğuştan

görme

özürlü

olan

bir

kimseye

renklerin

anlatılamaması gibi mistiğin tecrübe ettiği yaşayış hallerinin de bunlara yabancı olanlara anlatılması mümkün değildir. Nitekim tasavvuf erbabı bu yaşayış hallerinin ehil olmayanlara anlatılmasını uygun görmez.

1

Bolay, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Akçağ Yayınları , 6.Bas., Ankara, 1996, s.85 Güngör, Erol, İslam tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Y., 6. Bas., İstanbul, 1998 ,s.15 3 Topçu, Mehmet Akif, Hareket Y., İstanbul, 1998, s.43 4 Topçu , “Din ve Mistisizm”, İslam Mecmuası, C.1 ,Sy.7 ,Ankara, 1956, s.27 5 Hökelekli, Din Psikolojisi,s.234 6 Peker, Din Psikolojisi, s.180 7 Peker, Din Psikolojisi s.180 2

38


Bu çalışmada Topçu’nun tasavvufi düşüncesi “tasavvuf , mürşit ,çile ve ızdırap , tarikat, melâmet, ve vahdet kavramları çerçevesinde ortaya konulmaya çalışılacaktır. B. Tasavvuf Tasavvufu ,bir kalp terbiyesi olarak ele alan Topçu “İslam dini, mistisizmin hayat kaynağını bağrında yaşatmaktadır. İslam tasavvufu ,Kuran’dan kalp ilmini çıkaran felsefedir”8 der. Yine o, “tasavvuf ,İslam’ın ahlaki özünü mistik tecrübenin konusu yapan derin bir

felsefi yaşayıştır”9diyerek

mutasavvıfları bu ahlaki tecrübeyi nefsinde

gerçekleştiren kişiler olarak görür. Topçu tasavvufun gerçekte bir insan ilmi olduğunu, alemden sıyrılarak kendi ruhuna çevrilen içsel insanın hayat denemesi ve Allah yolundaki atletizmi olarak değerlendirir. Tasavvufun insan hakikatlerinin kapısı olduğunu ,bu yüzden Kur’an'ı okuyanların ve gerçek imanın yolu olarak onu bizzat yaşayanların mutasavvıflar olduğunu söyler. O’na göre İslam’ın uyanış çağı , makinanın insan ruhunu boğduğu asrımızda eşyadan ve maddeden ruha dönüşün sırrını sunacak olan tasavvufun ahlak dünyamızda zaferi ile açılacaktır10. Topçu ‘ya göre peygamberimizin samimi tarikatinin adı tasavvuftur11 ve tasavvuf, esaslarını Kur’an’da bulduğu bir insan felsefesini ele almıştır12. Dini, bir irşad olarak ele alan ve gerçek din adamı olarak mutasavvıfları gören, irşadı ise “Allah’a götüren yolu aydınlatmaktır” şeklinde tarif eden

13

Topçu,

Anadolu’nun temelinde ve ruhunda tasavvufun barındığı kanaatindedir14. “Mistik hayat, dinin kaynağıdır. Çokluktan birliğe kavuşma veya ruhun Allah’la birleşmesi dediğimiz dine ulaştırıcı deneme, mistik denemedir. Peygamberin vahyi, bir mistik olaydır. Miraç olayında en yüksek mertebesini bulan mistik birleşme, dinin hem temelinde, hem de yukarı ucunda bulunur. Dinin ibadet şekilleri, kendi mistikliğinden çıkmış ve hafifletilerek herkesin yapabileceği hale konulmuş hareket şekilleridir. İslam'da namaz ve oruç, mistiğin çile doldurma hareketleriyle aynı mahiyettedirler ve gayeleri de aynıdır. Zaten, din ibadetleriyle mistiklerin çile dolduruculuğu arasında aynı gayeye çevrilmiş olarak, aynı karakteri taşıyan

8

Topçu ,Türkiye'nin Maarif Davası , s.126 Topçu Nurettin ,Yarınki Türkiye, s.80 10 Topçu ,İslam ve İnsan, s.28 11 Topçu ,Türkiye’nin Maarif Davası, s.90 12 Topçu ,Yarınki Türkiye ,s.73 13 Topçu , Türkiye’nin Maarif Davası, s.124 14 Topçu , Türkiye’nin Maarif Davası, s.124 9

39


ortalayıcı ibadetler de sürekli dualardır. Ruhun Allah’la birleşmesi, bir dini şahsiyet değiştirmenin mükafatıdır”15. “Velilerle peygamberler büyük mistiklerdir. Mistikler vicdan aleminin inkılâpçılarıdır. Onlar, ahlak hayatının insan üstü varlıklarıdır. İnce bir tahlilden geçirildiği takdirde, Kuran’ın birçok ayeti derin bir mistik vahyin sırlarını bize vermektedir. Hz. Peygember’in kendisi de samimi ve sürekli bir çile doldurucu hayatı geçiren “Allah’ın tutkun bir aşığı idi. Hallac-ı Mansur’un bize tanıttığı mistik çalışmalarla ruh bir kere beden zevklerinden sıyrıldı mı insan Allah’a yaklaşır. Artık Allah’ın emri ile yapılandan başka bir şey istemez. Ondan itibaren onun hareketi, Allah’ın hareketidir ve onun her emri Allah’ın emridir. Mistikliğin gayesi olan bu hikmete, Allah ile ruhun birbirlerini tanıdıkları müşterek bir aşk hamlesi içerisinde ulaşılır”16. “İslam mistisizminden ibaret olan tasavvuf Müslüman dünyasına yayılmıştır. Bu doktrin asırlarca Müslüman cemiyetine kudretini verdi ve birliğini sağladı. O, sade nazari bir ilimden veya derin bir düşünüşten ibaret kalmadı. Belki bir adetler sistemi halini aldı ve halkın hayatına nüfuz etti. İnsanın pratik hayatı için lazım olan hareket kaideleriyle formüllerini verdi. Bu sistemin getirdiği adalet ideali Anadolu halkı içerisinde, hatta cemiyetin aşağı sınıfları arasında, bu milletin kudretini içinden kemirenlerin düşmanlığı karşısında onu asırlarca muhafaza edebildi. Tasavvufun gelenekleri ve onun birleştirici kuvveti, Anadolu tarihinin yorulmak ve yıkılmak bilmez sürekliliğinin sebebi olmuştur. Devirlerinin mistiklerini aşk ve irade ile takip eden ilk Müslüman mü’minleri, bir olan Allah’ın adıyla yalnız sınırlarda değil, hem de devlet merkezinde yalnız kafirler arasında değil, aynı zamanda kendi kalplerinin derinliğinde mukaddes cihad ilan ederek çarpışmışlar ve ızdırap çekmişlerdi”17 . Topçu’nun eserlerinde Allah’a doğru gitmek, O’nun yolunda yürümek gibi ifadeler seyrü süluku ifade eder. “İnsana yalnız dinin sağlayabildiği ruh kuvveti içimizden bizi Allah’a doğru götüren enerjinin kaynağıdır. Tasavvuf ehlini bu ruh dünyasının atleti yapan bu kuvvetle yürüyüş gerçek dinin yolunda yürüyüştür”18 Topçu, tasavvufta İslam’ın düşünen insan idealinin akla hayret verici bir derinlik kazandığını19

ifade

ettikten

sonra

“denebilir

ki

dinin,

ruhun

selametini

gerçekleştirmekten ibaret olan gayesi, yapıcı insan tipini düşünen insana yükseltmek 15

Topçu , İradenin Davası, Hareket Yayınları, İstanbul, 1974, s.76 Topçu , İradenin Davası, s.78 17 Topçu , İradenin Davası, s.78 18 Topçu ,Türkiye’nin Maarif Davası, s.120 19 Topçu , İslam ve İnsan s.31 16

40


sayesinde kabil olmaktadır. Dinin bütün dünyası ruh dünyasıdır. İslam’ın bütün hareketlerimizi ve bütün dünya işlerimizi düzenlemiş olması dünyaya ait emellerimizde bize daha iyi başarı sağlamak için değildir. Belki dünya işlerimizi ruhun selametini hiç engellemeyecek tarzda düzenlemek içindir”20 demektedir. Bu sözlerinden açıkça anlaşıldığı üzere Topçu’ya göre dinin esas gayesi ruhun selametidir. Bu gayenin gerçekleşmesi ise düşünceye işlerlik kazandırmakla mümkündür. Bunun için dinin insan varlığında kuşatıp kök salmak istediği asıl yer onun, ruh dünyasıdır. İslam’ın dünya hayatına yönelik düzenlemeleri dahi Topçu’ya göre aslında ruhun selametini gerçekleştirme gayesine hizmet eder. Tasavvufla ilgili olarak O’nun eserlerinde üzerinde durulan bir başka konu da zahir uleması, şekilci ve kaidecilerin tasavvufa karşı tavırlarıyla zaman içinde tasavvufi düşüncenin de çöktüğü ve çürüdüğü konusudur. Ona göre dini, dünya sanatı olmaktan kurtarıp en sevimli ilahi saltanat halinde yaşatan mutasavvıflar bu şaşkınlık içinde hem çiğnenmişler hem de içlerine karışan sahtekarlar tarafından bulandırılmışlardır21. “Dış düşmanların yanı sıra kaideciler ruhunu zehirletmek suretiyle İslam'ı içinden yıktılar. Bunlar tasavvuf ehlinin karşısına dikilen, saltanat arabalarında sırmalı esbaplara bürünmüş soytarılar idi. Ulema denen bu gruba dayanan halifeler İmam-ı Azam ile Hallac-ı Mansur’un insafsız katilleri oldular”22. Topçu’ya göre İslam’ın gerçek ruhunu yaşatan mutasavvıfların karşısına her devirde, cennet ticaretiyle geçinen kaideci ruhsuzlar dikilmiş İslam’ın bin yıllık tarihi tarikat şeriat mücadelesiyle geçmiştir23. “Geçen asırlarda, maddeyle ruhun din dünyasında mücadelesi demek olan şeriat-tarikat mücadelesi, sonunda gerçek tarikat ehlinin az olmasıyla madde cephesinde zafer doğurdu. Dıştan görünüşüyle İslami hayatın kuvvet kazandığı bir tarihi anı andıran zamanımız, iç yüzünden dinin madde dünyasına aktarıldığı ve İslam ruhunun sihri inançlar ve hareketlerle perişan edildiği bir devirdir. Cemaatin dini hayatında Allah’a götüren aşk ile teslimiyetten bir damla bile gözükmüyor. Dinin gerçeği olan tasavvuf yani ruh denemesi, ahiret metaı satıp dünya saadeti kazanan sahtekarlar tarafından itham edildi”24.

20

Topçu , İslam ve İnsan , s.31 Topçu , Türkiye’nin Maarif Davası , s.124 22 Topçu , “Din ve Mistisizm”, Hareket Dergisi, Sayı:83, Yıl:1971, s.61 23 Topçu , İslam ve İnsan , s.32 24 Topçu , Yarınki Türkiye, s.117 21

41


Yunus ve Mevlana gibi mutasavvıfların örnek alınması gerektiğine işaret eden25 Topçu bin yıllık tarihin geleneğini folklor, edebiyat, güzel sanatlar, İslam ahlakı, tasavvuf ve tarikatlerin felsefesiyle bir potada yoğrulmasını davanın esası olarak görmüştür26. O, bu görüşleriyle tasavvufun, Türk-İslam kültürünün vazgeçilmez temel öğelerinden biri olduğu gerçeğine de dikkat çekmektedir. C. Mürşid Müride manevi yolculukta önderlik eden şeyhe, doğru yola götüren, irşad eden anlamında mürşid denir27. Topçu, mürşidleri “Allah’a doğru götüren büyük ruhlar”28 olarak niteler. O’na göre,

dahiler

daima

bir

büyük

örnekle

başlayarak

kendi

şahsiyetlerini

bulabilmişlerdir. Halbuki topluluğu taklit eden yine topluluğun içinde bitirmektedir. Toplumdan fertçiliğe geçememektedir. Örnek olarak Mevlana’yı bir Şems-i Tebrizi yetiştirmiştir. Bütün Konya’dan ve bütün mescidlerle minarelerden bir Mevlana’yı çıkarmak mümkün değildir29. Topçu’ya göre gerçek dini önder, kişiye hakikati telkin ettikten ve onu belli bir noktaya getirdikten sonra gayeye ulaşmayı kişinin kendi içsel denemesine terk eder30. Gerçek din adamının “bağru başlu, gözü yaşlu” ahlak kahramanı olduğunu söyleyen31 Topçu “gençler, bu neşvelerin sahipleri olan mürşitlerin arkasında kafileler halinde koşarlarken gençliklerine gerçekten doyarlar”32 demektedir. Topçu “ İslam'ın ideali insan idealidir. İnsan ideali ise kalp tekniğine muhtaçtır” tezini savunur. O psikopat33, şarlatan, mürai34 ve istismarcı şeyhlere sık sık çatar. O’na göre tekkelerin kapanmasına bunlar sebep olmuştur35. O’na göre sufi, devamlı Allah diyen değil, iradesini Allah ile birleştirmiş olandır36. İnsanı birçok şey doğruya sevk edebilir. Ancak bunların en sağlıklısı insanın irşadıdır37.

25

Topçu, Yarınki Türkiye, s.117 Topçu, Kültür ve Medeniyet, ss.7-8, 27 Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1991, s.89 28 Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, s.249 29 Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları,s.254 30 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, ss.122-123 31 Topçu, İslam ve İnsan, s.38 32 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.87 33 Topçu, Yarınki Türkiye, ss.40-41 34 Topçu, İslam ve İnsan, s.37 35 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.123 36 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.87 37 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.124, 26

42


“Şu bilinmeli ki fert olan büyük ruh ahlaki feyzini toptan cemiyete vermiyor. Onu almasını bilen fertlere veriyor. Ancak fertlerin sabırlı çalışmalarıyla ahlak bahçesinin çiçekleri birer birer açılıyor ve güzelleşiyor. Hiçbir devirde, bir cemiyetin toptan temizlendiği görülmemiştir. Tekkelerin temiz olduğu ve henüz kalpazanların eline geçmediği devirde tasavvuf, halka gerekli din terbiyesini veriyordu. Gayesi kalbi; kibir, kin, haset, yalan, riya, dedikodu ve çeşitli bayağı hırslardan temizleyerek, ona hayır, Hakk’a ve Hakk’ın kullarına hizmet ihtirası, menfaatlerden arınma, merhamet ve adalet sevgisi, derece derece aşk halinde varlıklara hürmet duyguları doldurmak olan bu terbiyenin eserleriyle Peygamber ve Ashab devrinin ve Müslüman Anadolu tarihinin sayısız olaylar halinde abideleri dopdoludur”38. Netice olarak bir dini yaşayış biçimi olduğu kadar aynı zamanda kendine has metod, yöntem ve terbiyevi tedbirlerle ruh terbiyesini de konu alan bir eğitim kurumu olan tasavvuf ve tarikatte mürşid, eğiten, terbiye eden konumundadır. Bugün tüm insanlığa malolan Mevlana, Yunus Emre ve Muhyiddin Arabi gibi büyük şahsiyetler, bir mürşid ya da mürşidlerin öğretmenliğini yaptığı böyle bir eğitimden geçerek yetişmişlerdir. Böyle bir eğitimde mürşidin kendi birikimini müridine aktarması kadar, müridin kendi içsel denemeleri yani gayreti de önemlidir. Bir başka ifadeyle manevi eğitimde elde edilecek başarı, mürşid ve mürid arasında ortaktır. Ruh terbiyesinin tek yönlü olarak sadece mürşidin gayretiyle gerçekleşeceği düşüncesi yanlıştır. Müridin de feyz almaya hazır ve istekli olması ve dini tecrübesini içsel denemeleriyle zenginleştirme gayreti içinde olması gerekir. D. Çile ve Izdırap Tasavvufi

yaşayış,

esas

itibariyle

insanın

manevi

tekamülünü,

ruhi

olgunlaşmasını, pişmesini ve böylece ilahi aleme açılmasını hedef alan bir nevi eğitimdir. Bu eğitime yardımcı olan unsurlardan biri de, ızdırap ve çileye tahammül yoluyla bağlılık ve samimiyetin pekiştirilmesi ve böylece sabrın kazanılmasıdır39. Kur’an’da ızdırap; eza, bela, musibet, imtihan ve fitne kelimeleriyle ifade edilmiştir. Bu tabirlerden her biri deneme, ızdıraba maruz bırakarak imtihan etme anlamlarına gelmektedir40. Topçu’ya göre tasavvuf ehlinin tuttuğu riyazet yolu gerçek bir atletizmdir41 O’na göre din ve ahlak hareketleri hep ızdırap içinde doğmuştur. İlk Hıristiyanlar esirler

38

Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.117 Certel, Hüseyin, İman ve Ahlakta Kemalin Yolu, Hamle Yayınları, İstanbul, 1995, s.275 40 Certel, İman ve Ahlakta Kemalin Yolu, s.275 41 Topçu, Mevlana ve Tasavvuf, Hareket Yayınları, İstanbul, 1970, s.24 39

43


arasından çıktığı gibi, İslamın doğuşunda da muzdariplerle çile çekenlerin büyük rolü olmuştur. Allah’ın sesini ancak acı çeken yürekler duyabilmektedir42. O’na göre tasavvuf hayatının bütün bir ömür süren çileciliği hakikat yolunda aşkın cihadıdır. Her fikrin bir çilesi vardır. Hiçbir nimetin gerçek değeri onun izdırabı çekilmedikçe anlaşılamaz. Izdırap insanı kuvvetlendirmektedir. Onun için içimizde en kuvvetli insan, en fazla ızdırap çeken insandır43. O’na göre ızdırap sözsüz konuşabilen kalbin dilidir. Onun diliyle cansız varlıklarla, mazi ile konuşan vardır ve onun belagatı bizim zahir dilimizi sonsuz bir şekilde geçmektedir. Izdırap kabul olunan içsel dualarımızın dilidir. İnsanı insan yapan işte bu kahramanca karşılanmış ızdıraplardır. Izdırap insanı yaratıkların son halkasında ilahi varlığın eşiğine ulaştıracak, belki de bir gün bu kapıyı da açtıracak olan tek anahtardır44. Topçu’ya göre ızdırap,hayatımızdaki en umumi hadisedir.İnsan kendinde iradenin varlığını hissettiği anda bilinmez bir varlığın ızdırabını hissediyor gibidir. Eşyaya bağlanınca bir an için ızdırap unutulur.Bu bağlılık hazlarla bezendiği oranda acıdan uzaklaşılır. Büsbütün kendi dışına çıkıldığında mutlu olunduğu düşünülür. Ancak bu bir anlık kendi dışına çıkış, gerçek kurtuluş olmaz. Eğer o sürekli olursa , insanlıktan çıkılıp basamak basamak hayvan hayatına yaklaşılır. Zaman içinde burada yaşanan bir başarısızlık bizi derhal kendimize getirir ve ızdırabın kucağına atar. Sonuçta kendimizden kaçış bizi kurtarmaz. Yapılması gereken kendimizden çıkıp Mutlak’a sığınmaktır. O mutlak içimizdedir. Kurtuluş servetten, ikbalden , zevkten doğunca doyurucu olmaz. Akıbetsiz olan bu oyuncaklarla oyalanma belli bir zaman için olmaktadır. Sadece bir maskeden ibaret olan bu doyumların arkasında hepsinin gayesizliği vardır. Yokluğun içimizdeki dehşetini bir türlü ortadan kaldırmayan bu doyumlar insanı devamlı böler ve küçültür. Kalp daralır. Yaratıcılığın kaynakları kurur. İnsan en sonunda batan bir geminin arkasına yapışarak bir parçayı elinden kaçırınca diğerine yapışan zavallının durumuna düşer. Izdırap ruhu bu sefaletlerden kurtaran eldir. İnsanı gayesine götürecek olan ızdıraptır45. Birçokları ,kendilerine ilahi lütuf olan ızdırabı değerlendirmeyip varlıklarından iterek ,kendisine el uzattıkları fani hazlarla zehirlendiler. Geçici tatminler onları boğdu. Yine de onlar kendi katillerini kendilerinde arayacak yerde ,dışarıda aradılar. 42

Topçu, İslam ve İnsan, s.53 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.87 44 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.88 45 Topçu,Var Olmak, s.77 43

44


Mutlaktan ve sonsuzluktan yüz çevirmek için cemiyetin süsleyerek insanlar arasında yaşattığı izafi ve itibari değerlere bağlandılar. Bu yüzden hayatları, içten zehirlenmeyi andıran sürekli ve içten bir vicdan azabından ileri gitmedi. En sevdiği hasretine kavuşunca ,onunla sarılıp kucaklaşır gibi ızdıraplarına sarınarak onu kutsallaştırabilenler ,ebedi hayatlarına dünyadayken başlamış olanlardır. Bu yolda yürüyenlerden Yunus din velisi ,Fuzuli aşkın kahramanı ,Namık Kemal ve Mehmet Akif millet velisi oldular. Izdıraptan kaçarak hayatının her halinde hazza kaçmak isteyen halk bile onlara hayrandır. Çünkü farkında olsun olmasın insanın asıl mayası ızdıraptır. Gerçekte insan ruhunu en fazla katılaştıran ve zehirleyen hırslarla hasetlerin harabettikleri kalbi ,ızdıraptan başka ne tedavi edebilir? Geçirilen bir hayatın paylaşılmış acılarına dayanmayan dostluk ,çürük ve temelsiz olduğu gibi ,ızdırapsız yapılan dua şarlatanlıktır”46. Topçu ızdırabı insanda kalbin varlığının delili olarak görür. Izdırabın bir dost gibi karşılanması kalbin şaheseridir. Her şeyi kaybetmeden büyük kazancı arayan kalp böylelikle muradına erer. Zira “sevilen kaybedildiği zaman ruh göklere yükselir”.Izdırap çekmek insanı insanın üstüne yükseltir. Onda fedakarlık bağışlayıcı bir gülümseyişten başka bir şey değildir. Denizin ortasında kalan birisinin kürekleri ve kayığı başkalarına bağışlaması aklın kabul etmeyeceği bir cesarettir. Ama bu durum ızdırabın en küçük sadakasıdır. Izdırap insanın en çok sevdiği varlıktır.Onun uğrunda sebebini bilmese bile her şeyini feda edebilir47. Izdırap ruha kuvvet kazandırır. Çekilen acılar ağırlaştıkça, çile dayanılmaz hale geldikçe ,ruh kuvvetini yaşatan kılıç keskinleşir. Izdırap ruhun hocası ve biley taşıdır. Dövülmeden keskinleşen kılıç tasavvur edilemediği gibi, ızdırapsız olgunlaşan ruhu da düşünmek saçmadır. Varlık içinde büyüyen bir çocukta ruh kuvveti aranmayacağı gibi,bütün her istediğine erişmiş olan birinin de Hakk’a varabilen bir insan olması düşünülemez. Beden zenginleştikçe ruh yoksullaşır. Dünyadaki saadetiyle övünen hiçbir büyük ruh gösterilemez48. Çile-ızdırap ve aşk arasındaki münasebeti Topçu şöyle ifade eder : “İnsanlığın iradesi ızdırabın eseridir. Izdırap bizi kainatta ufak bir parça olmaktan çıkarak kainatın bütünü haline koyuyor. Buna aşk diyoruz. Izdırabımız aşkın eseri değil, aşk sonsuz ızdırabımızın çocuğudur; onun kendine bir mevzu bulmasıdır; varlıklardan birine bağlanarak kendindeki aşkın denize bir sükun, muvakkat bir istirahat 46

Topçu,Var Olmak, s.78 Topçu,Var Olmak, s.75 48 Topçu ,Kültür ve Medeniyet s.154 47

45


aramasıdır. Filozof Paliard ‘ın dediği gibi “zenginliğin ve şöhretin aşıkları vardır. İlmin ve güzelliğin aşıkları vardır. Bir de aşkın aşıkları vardır. Hepsinde gördüğümüz, onları pençesinde tutan mütehakim hayallerinden başka herşeye karşı bir kayıtsızlık bir anlayışsızlık”. Aşk içinde ızdırabımızın bağlandığı varlıklar birer birer kutsallık kazanırlar. İradesi, ızdırabı olmayan insanın gözünde birer tahlil ile hiçe indirilebilen varlıklar aşk içinde mukaddesata yol olurlar ve kalbimizi çırpınarak secdeye vardığı büyük huzura çıkarırlar. Fikir ve zekanın metodlarıyla, ilim yoluyla aklın kabul etmediği nice mukaddesat aşk yolunda kalp için Kabe oldular. Aşkın ifadesi olan secde, sığınmak demektir ve aşk insanın bütün irade kuvvetleriyle kendinden başkasına sığınmasıdır. Aşkımızın bir sonu, bir bittiği merhale bulunmadığı için onu arayan ızdırabımız da nihayetsizdir. En büyük ilme ulaşamamanın, en azametli varlığa sahip olamamanın ızdırabını çekiyoruz. Daha çok sevmeyişimizin, hatta dilediğimiz kadar acı çekmemiş olduğumuzun ızdırabını çekiyoruz. Dilek, ızdırapla hamleler yaparak, daha büyük ızdırap için aşk duraklarında mest olup dinlenmek suretiyle sonsuzluğa, Allah’a doğru ilerliyor”49 Sonuç olarak diyebiliriz ki, eza, bela, imtihan, musibet gibi anlamlara gelen ızdırap ve çile tasavvufi yaşantıda insanın ruhi tekamülü açısından önemli bir yere sahip bulunmaktadır. Sufinin ruhi olgunluğa erişmesi için ızdırap ve çile çekmesi gerekmektedir. E. Tarikat “Allah’a ulaşmak için kendilerine göre bazı yöntemler benimseyen yollardan her birine tarikat denir”50. Nurettin Topçu’ya göre tarikat yoluyla irşad, ruhlara çevrilmiş bir heykelciliktir. Tarikatler yoluyla dini hayatta katedilen mesafe bunlarsız elde edilen neticeyle karşılaştırılamayacak derecede büyüktür. Dini hayatın tarikatler ile ve şeriate bağlanmak suretiyle ulaşılan gayesi, bizimkini geçen ve bizim kuvvetimizde asla ölçülemez olan bu kuvvete iştiraktir. Onunla benliğimizin bütünleşmesidir. Hayal olan varlığımızdan geçip gerçek olan varlığa bağlanma aşkımızdır. Kendisine bağlanılan bu varlık Allah’tır. Tarikatlerde rabıtanın manası işte bu sonsuz varlıkla huzur haline bizi ulaştırmasıdır51.

49

Topçu, İradenin Davası, ss.27-28 Uludağ , Tasavvuf Terimleri Sözcüğü, s.120 51 Topçu, Ahlak Nizamı, Hareket Yayınları, İstanbul, 1970, s.191 50

46


Topçu, tarikatleri sahtekar mürşitler, dolandırıcı şeyhler52 başta alevilik ve dünyevi hazlarla dolu olan adap-erkan silsilelerinin çökerttiğini53 ileri sürer. Topçu, tasavvufi düşüncelerini ortaya koyarken herhangi bir tarikati değil, genel olarak tasavvufu anlatır. O, Allah yolunun yolcusu (salik)’nun takip edeceği seyr-u suluku üç merhaleye ayırır. Bunlar; hazırlık, vecd-istiğrak ve huzur merhaleleridir. “Ruh dünyasında tam manasıyla bir atletizm denilebilecek olan bu sıçrayış gelişi güzel yapılan bir hamle ile olmuyor. Onun adabı erkanı vardır. Tasavvufun, insan olan varlığımızdan çıkarıp Allah’a yaklaştıran, bazılarının tabiriyle Allah’la birleştiren hareketleri, üç safhadan geçmek suretiyle yapılmaktadır”54. Birincisi hazırlık safhasıdır. Bu tasavvufun riyazat ve feragat evresidir. Allah yolcusu bu hazırlanmada terk veya inkar basamaklarına atlayacaktır. Kendinde dünya yükü diye ne varsa hepsini birer birer ve şuurlu bir teslimiyetle terk edecektir. Terk hali onun ruhunda önce bir istek,bir iştiyak, bir irade halinde parlar. İlk riyazetlerle işe başlayan derviş, bu yolun bitiminde sonsuzluğun temaşasıyla karşılaşır. Manzara yok, şekil ve suret yoktur. Lakin deruni bir ihtişam, dünyamızı karaltıda bırakan içsel bir aydınlık ruh atletini kendinden geçirir. Onda artık inkar sevgisi başlamıştır; dünyaya ait ne varsa hepsinin inkarı55. Bu ilk safhada dervişin devletten ve servetten geçmesi onda bir şevk haline gelecektir. Yani mal ve mevki hırslarını terk etmesi onda bir neşe haline gelir. Sanki kirlerden temizlenir gibi bunları kendinden atar, uzaklaştırır. Bu yolda ilerledikçe güçlük artar. Ancak güçlükle beraber şevk de artar. Mana alemi basamak basamak ilerleyip temaşa edildikçe daha da genişler, sonsuzlaşır ve sarhoş edici bir hale gelir56. Derviş olgunlaştıkça terk edilen bölgenin sınırları da genişler. İkinci basamakta evlattan ve irşaddan geçer. Evlattan geçme bir gönül yakısıdır. İrşaddan geçme ise akıl yakısı. Bu yakıları yaralarına yapıştırıp çeker ve koparır. Böylece şifa bulur. Tasavvuf ilahi hazdır. Onun yolunda felsefe ve bütün ilimler hakikatin posası hükmündedirler. Derviş bunlara itibar etmez57. Terk edilecekler daha bitmemiştir. İlim terk edildikten sonra hayaller ve hatıralar terk edilecektir. Böylece zihindeki çokluk resmi ve karışıklık önlenecektir. Onlar

52

Topçu, İslam ve İnsan, s.23 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.53 54 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.134 55 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.134 56 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.135 57 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.135 53

47


unutulacak, eski hatıralar, hayaller zihinde öldürülecek bir nevi içsel bir doğuş gerçekleştirilecektir. Bundan sonra duygulardan temizlenme başlayacaktır. Bu durum bir çeşit mahiyet değiştirmedir. Çünkü bu dönemde derviş bizim sevindiğimize sevinmez, bize acı veren bizi yakan duygular onu yakmaz. Son olarak iradeden de sıyrılan ruh atletinde artık fırtına dinmiştir. Selamete erişmiş, zirveye tırmanmıştır. Artık zafer onundur58. Bu safhada derviş az yer, az uyur. İnsanlarla olan ilişkilerini en az düzeye indirir. Bu durum ilahi hakikatleri tam olarak almasını engelleyen beşeri arzularını kontrol altına almasına yardımcı olur59. Netice olarak tasavvufi yaşayışın bu aşmasında salik ya da mürid, kendisini maddi aleme bağlayan, asıl yönelmesi gereken ilahi aleme yönelip orada ilerlemekten alıkoyan zaaflarından, temayüllerinden, nefsani arzularına esir olmaktan kurtulup manevi yükselişe hazır hale gelir. O, artık kişiliğinin istenen istikamette yeniden inşası için gerekli olan dönüşüme hazırdır. İstenmeyen zaaflardan arınmış, boşalmış, artık dolmaya hazır ve müsait hale gelmiştir. “Terk bölgesi sonuna kadar böyle aşıldıktan sonra tasavvufun ikinci safhası olan vecd-istiğrak merhalesi başlar. Bu merhalede varlığa ait bütün vehim ve çilelerden, söylediğimiz sıra ile birer birer boşalan ruha, hakikat dolacaktır. Bir şey boşalmadıkça onu doldurmamız mümkün olmaz. Bunun için dünyasından boşalmayan ruha ukba dolmuyor. Dünya heveslerinden tamamıyla sıyrılan ruh böylelikle tam manasıyla Allah’ın emrine girebilir. Dünyaya ait bütün her şeyi atan varlık bir baş dönmesine tutulur. Vecd, ruhta baş dönmesi halini andırır. Vecd denen bu baş dönmesi, ruhu mutlak alemine yükseltir; onunla birleştirir. Bu birleşme iki kürenin çarpışması gibi bir sarsıntıyla başlar. Uluhiyetle temasa geçen ruh, tahammülü güç olan sonsuz bir zevkin kucağında sarhoş olur. Burada ebedilik ve sonsuzluk mekansız bir an içinde gerçekleşir. İstiğrak denilen aşırı vecd hali dervişin miracıdır. İçerisinde büyük huzura doğru yükselişin hissedildiği bu hal fırtınalıdır, kendinden tam geçme halidir. Varlığın büsbütün ortadan kalkarak, sadece hazzın

58 59

Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.136 Hökerekli, Din Psikolojisi, s.324

48


kaldığı haldir. Onda Allah’la temas hazzı dile gelir. Temasın şiddetli olduğu anlar, dervişe “enel hak” dedirtir”60 Seyr-u sülukun bu ikinci aşaması insanı kamil olma yolunda kazanılması gereken üstün kişilik özelliklerinin birer birer kazanılması gerektiği bir aşamadır. Tasavvuf dilinde hal ve makamların tecrübe edilip sabit ve kalıcı birer kişilik özelliği olarak kazanılmasıyla kişiliğin yeniden inşa edilmesi aşamasıdır. Huzur safhası vecd ve istiğrak halinin kemale ulaştığı anda başlar. Vecd bir gaye değil gayeye ulaştıran bir geçittir. Vecd anında başlayan fırtına huzur safhasında sükunete kavuşur, fırtına durur. Gerçeğin temaşasıyla yaşanması birleşir. Ruh bütün eşyaya ve varlıklara dağılır. Hepsiyle birleşir. Vuslat gerçekleşir. Huzur, doyulmayan bir sevdadır. Göze muhtaç olmadan görme, uzuvlara ihtiyaç duymadan yaşamadır. Huzur Allah’ın huzurudur. Orada yaşananları bu hali yaşamayanlara anlatmak imkansızdır. Onda varlığına esir insanların bilmediği lütuflar saklıdır61. Vecd ile huzur biri devamlı hasret diğeri vuslat hali olması nedeniyle sanki birbirine zıt gibi görünürler. Ancak durum böyle değildir. Tasavvufun gayesi olan huzura vecd yoluyla ulaşmak zaruridir. Derviş huzura ulaşdıktan sonra onda vecd yok olmuyor. Aynı huzur mertebesinin, hayatının her anında bozulmadan, zayıflamadan devamı mümkün olmadığına göre, dervişin huzura yükselmek için her defasında vecd halini yaşaması gerekir. Huzur zamanla gevşeyince yine vecdin kuvvetiyle aynı mertebeye ulaşması gerekmektedir. Bu durumda vecd ile huzur birbirlerini devamlı takip ederler. Bazı dervişlerde vecdin şiddetine nisbetle huzur zayıftır, bazılarında ise vecdin şiddetinden ziyade huzurun enginliğine şahid olunur. Mutasavvıfların

vecd

ve

istiğrak

derecelerinin

terennümleriyle

az

çok

ölçülebilmesine karşılık, huzur mertebelerinin bilinmesine imkan yoktur. Onu ancak yaşayan bilebilir. Tasavvufu bir cevize benzetirler. Dıştaki soyulup atılan acı kabuklar, hazırlık devresinin riyazat ve feragatlarıdır. İçteki katı kabuk vecdi ifade eder. Asıl meyve olan ve en içte barınan cevizin asıl kendisi ise huzuru ifade eder. Asıl bahtiyarlık dıştaki kabukları kırıp attıktan sonra asıl meyveyi yemektir62. Topçu, Sevgili’ye ulaşmanın bir başka yöntemini daha gösterir: Tabiat sevgisi ve musiki. O’na göre Sultanın şehrine ulaşan yollardan biri tabiatı sevmektir. Çünkü tabiatteki olan her şey bizi O’na götürüyor. Tabiatı hakkıyla sevmek O’na teslim olmaktır. Biz toprağı toprak diye ,güneşi güneş diye sevmekle yanılıyoruz.Gerçekte 60 61 62

Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.137 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.138 Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.138

49


toprak toprağın örtüsü ,güneş ise güneşin perdesidir.Bu perdeleri kaldırabilenler bütün

tabiat

varlıklarının

arkasında

gülümseyen

sonsuzluğun

yüzünü

görürlerdi.Bazıları tabiatı severler ancak perdeyi kaldıramazlar.Tabiatıyla da sonsuzluğun yüzünü göremezler.Sonu olan varlıkların hayaline hiç benzemeyen bu yüz; dağların, denizlerin, ovaların ,çiçeklerin bize sundukları Sevgilinin güzel yüzüdür.Tabiatta çirkin hiçbir şey yoktur.Bize gülümseyen bir çiçek , bir dal, yüksek dağlar, yıldızlarla dolu gökyüzü hepsi aynı ilahi bakışla bizi karşılamaktadır. Sevgilinin tabiatın aynasında görülen yüzü sezsiz , sözsüz ve hareketsiz bir bakıştır63. Sultan’ şehrine giderken tabiat sevgisiyle vecd halini yaşayan insanda birtakım değişmeler olur. İlk değişiklik , ruhun üstüne çöken hayat kabusundan kurtulup mutlak hürriyetine kavuşmasıdır. Bu hürriyet insanı hırslarından ,hasetlerinden ve dünyaya bağlı isteklerin esaretinden kurtarır. Dağlarda dolaşmak, ağacın altında akan bir suyun başucunda oturmak kişiyi gururdan ,korkudan, hırstan kurtarır. Tabiatın bu mucizesinden habersiz yaşayanlar, sabahtan akşama kadar ot ve saman taşıdıkları halde açlıktan ölen hayvanlara benzerler64. “Dost arayan gönüller onu bir insan varlığında bulmasalar bile tabiatta bulurlar. Hicrandaki ruhun bir ağacın altına sığınması ve karşı yamaçta bulunan bir ağaçla sözleşmesi, hicranını vuslat yapıyor. Dağların ardındaki dost sanki karşısındadır. Bir dere kenarındaki su sohbeti , yüzlerce insana çevrilen hasbihalden çok zengin ve çok daha değerlidir. Çünkü onda bir kalple konuşulur ve o kalbe derinlerdeki bütün sırlar açılır,acılar anlatılır. Hem de ondan şifa umulur; onunla yaralar tedavi edilir. Suyun çiçeklerde koku , gökyüzünde renk , tende hayat olmadan önce varlığının en büyük hikmeti yaraları tedavi etmesidir. Ruhtaki derin yaralar Kur-an’da sesle tedavi edildiği gibi, tabiatte su ile tedavi edilirler65. Topçu tabiatı Büyük Dost’a ulaşmak için bir merdiven olarak görür. O Büyük Dost’a ulaşmak için geçilmesi zorunlu bir geçittir. Bu geçiş aşıldıktan sonra ruh Allah sohbetine kavuşur; o artık her yerde Allah ile beraberdir. Kalbine dost arayanların bu geçidi geçmeden oraya buraya koşuşturmaları bir işe yaramaz, sadece yorulurlar66.Tabiat , ağacıyla ,çiçeğiyle , dağıyla ,suyuyla kendini seyredende aşk, şevk, korku,heyecan gibi duygular uyandırır. Bu duygular da dini denemede önemli bir yere sahiptir.

63

Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.137 Topçu, Kültür ve Medeniyet, s.138 65 Topçu, “Kendini Bulmak” ,Hareket Dergisi, Şubat 1972, Sayı:78 s.35 66 Topçu, “Kendini Bulmak” ,Hareket Dergisi, Şubat 1972, Sayı:78 s.36 64

50


Büyük Dost’a götüren ikinci yol musıkidir. Musıki, varlıkların aklın perdesi arkasında gizlenen kendini göstermeyen Sultan’ının sesidir.O hiçbir zaman çözülmeyen ilahi şifredir. Biz

o dilin unsurlarını yan yana getiriyoruz, manayı

yaratan biz değiliz O’dur. Tabiatta göründü seslenmedi. Musıkide sesleniyor, görünmüyor. Beni benden alıyor, aleme teslim ediyor...Bir taraftan musıkinin temel unsuru olan melodi yani içsel ahenk , ruhun derinliklerinden çıkarak bütün aleme yayılıyor. Öbür taraftan varlığın eşyada dolaşan büyük sırrını ifşa ediyor. Varlıkla ben,iki sır onda birleşiyoruz. Sanki karşımızda bir kalın perdenin arkasında gizlenen ezeli sevgili feryat ediyor: “Ben buradayım, diyor, her yerde aradığınız benim!”67. Netice itibariyle musıki (Sema’) bestesiyle, nağmesiyle ve güftesinde bulunan manalarıyla buna ehil olan mutasavvıfların aşk , şevk, muhabbet, hasret, neşe, ümit gibi dini duygularını uyandıran , imanını coşturan ve vecd halinin meydana gelmesine yardımcı olan bir vasıtadır. “Hayatın bunca vehimleri arasında benliğini yitiren insan tabiatın kucağında ve musikide kendini buluyor. Öz asıl bunların içindekidir. Ancak bunların ikisi birlikte bulunmuyorlar. Bulunsalardı o Mutlak Varlığın huzurunda dayanılmazdı. Musa Allah’la konuşuyor ama görmüyordu. O’nu görmek istedi, bu temaşaya dayanamadı. Tabiat bütün ruhu sarınca musikiyi susturur. Musiki söz alınca tabiatı siler ve unutturur. Bunlar kıskanç iki silah gibidirler. Yan yana gelemeyen iki sevdalıdır bunlar. Halbuki bir olan Mutlak Varlığın iki türlü görünüşüdürler. Bunlara dost olanlar, alemi idare eden kanunların perdesini yırtan bir takım sırlara mahrem olurlar. Onlardan haber alır, müjdelenirler. Mutlak Varlığın kendilerini koruduğunu hissederler”68. F. Melâmet Her türlü gösteriş ve dünya kaygılarından uzak kalmak69 anlamına gelen melamet, tasavvufu kıskacına alıp yok etmek isteyen şekilci gösterişe karşı verilen azimli ve kararlı bir mücahedenin adıdır. Onda gösteriş, benlik, şöhret izi taşıyan her şey yasak; gizlilik, hasbilik, ihlas ve mütevazilik esastır70. Topçu’nun eserlerinde melametiye kelimesine pek rastlanmaz. Ancak O’nun yaşantısı ve idealindeki

67

Topçu , Kültür ve Medeniyet, s.138 Topçu, “Kendini Bulmak” Hareket Dergisi, Mart,1973, Sayı:90, s.45 69 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.103 70 Topçu, İslam ve İnsan, s.16 68

51


tasavvufi hayatın melametiye ile çok yakın bir ilgisi vardır. O’nun konuyla ilgili görüşlerini şu düşüncelerinden öğreniyoruz: “Dinde kaideler ve ahkam, aşkın kaynağından fışkırmış olduğu halde, aşkı anlamadan doğrudan doğruya kaidelere bağlanmak taassup denilen körlüğe götürür71. O’na göre tasavvufu çökerten sebeplerden biri adap-erkan silsilesidir72. Topçu,

hakikate göre değil de kalabalıkların isteğine göre konuşmayı bizi

Allah’tan ayıran bir husus olarak görür. Kaidelerin, alkış tutan kalabalıkların baştan sona yok edici kuvvetler olduğunu, mabetteki gösterişli merasimlerin dini hayatın dışında kaldığını söyler73. Kalabalığın toplandığı yerde gösterişin olduğunu, Allah’ın adını çok tekrarlayan gönüllerde bile Allah düşüncesinin kaybolduğunu söyleyen Topçu’ya göre üç türlü davranış kaba ve sahtedir: kendini belli eden sanat, gösterişçi ahlak ve kendine güvenen dindarlık74. Topçu, “Tasavvuf İslam’ın ruhunu yaşattığı halde, kaideciler onun sesini boğdular”diyor ve devam ediyor. “O zaman ruhsuz kalan şekillere başvuruldu, içi boş güzel sözler, parlak şekiller, süslü kıyafetler itibar kazandı75. O kaideci ve şekilciler ibadetlerini sayıp ölçerek yaparlar, karşılığını da tartarak almayı düşünürler. Yine onlar her mirasa olduğundan daha çok cennet mirasına haristirler76. Onlar ibadet diye istedikleri kadar beden hareketi yapsınlar, sayısız hac etsinler, secde onlardan tiksinir, Kabe onlardan kaçar77. Bütün bu insanlar başkalarını itham ederler. İtham etme kuvvetini bizzat kendilerini bilmeyişlerinden alırlar. Kendilerini bilselerdi , ithamlarını nefislerine çevirirlerdi”78. Melametin esaslarından bir hususu da şöyle ifade eder.“İç dünyalarını insanlardan gizlemek, onlar için varlığın çetin müdafası gibidir. Bütün kuvvetleriyle kendilerini saklamaya çalışır iç varlıklarını daima kalın bir örtünün altında gizlerler. Başkaları tarafından anlaşılmak onlara göre harap olmaktır. Çürütülmek, yok edilmektir. Başka insanlardan ihtirasla korudukları benliklerini, asıl sahibi olan

71

Topçu, İslam ve İnsan, s.16 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.53 73 Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, s.36 74 Topçu, Var Olmak, s.93 75 Topçu, İradenin Davası,s.38 76 Topçu, Mevlana ve Tasavvuf, s.17-18 77 Topçu, İslam ve İnsan, s.62 78 Topçu, İslam ve İnsan, s.52 72

52


Allah’a teslim etmek, Büyük Yalnız’a sığınmak için yalvarış onların büyük zafer ümitleridir”79. G. Vahdet Sofilerin vahdet ve tevhitle ilgili bir çok tasnifi vardır. En yaygın olarak yapılan tasnif; Vahdet-i vücud, Vahdet-i şühud ve Vahdet-i küsud’dur. Vahdet-i küsud; müridin kendi iradesini yok edip Allah’ın iradesinde erimesidir. Artık Allah’ın iradesi onun iradesi, Allah’ın kastettiği onun da kastettiğidir. Topçu’nun “dinde Allah’a teslim olmuş fani iradelerin yerine Allah’ın iradesini istemektir”80 sözü Vahdet-i küsudu ifade eder. Vahdet-i şühud; kainatta Allah’ı müşahede etme halidir. Mürid bu hali yaşadığında Allah’tan başka hiçbir şeyi gözü görmez, gördüğü her şeyde O’nu müşahede eder. O’nun tecellilerini görür. “Kainat ilahi neşvenin kaynağıdır. İman denen bu güzel muamma ilahi neşvenin bir geçidi bir tecellisidir. Gören gözler yeryüzünde ilahi neşveden başka bir şey görmüyor”81. “Tasavvufta Vahdet- vücud; ibadetle kemal halinde yaşanan birliktir. İmanın kemal devrinde Mehmet Akif’e; “Gel ey bir danecik Gaib Gel ey bir danecik Mevcud” dedirten hal neyse derviş Yunus’a “Yunus sen bir ol gil, Bir ile bir ol gil, Bir olan aşıklar bu sırdan duyarlar” diye söyleten ve Hz. Mevlana’ya “Ben bir damla değilim bütün dünyayım” dedirten de aynı durumdur82. “Her şey bir şeyden ibaretken biz bir şeyi her şey gibi görüyoruz. Aslında hepsi hepsi bir şey var” diyen Topçu Vahdet-i vücud’la ilgili görüşünü şöyle ortaya koyuyor. “Vahdet-i vücud’çuların, ancak mantıki delaleti bakımından küfre götürücü görünen ifadelerinin arkasında yine Allah’ın onlara lütfu olan aşk içinde beraberlik tecrübesi bu hissi tecrübe, şüphe yok ki hakikattir. Bunlar yalan söylemiyorlar ancak, sözlerinde ufak dikkatsizliğin neticesi barınmaktadır. Çok büyük lütfa ve sevince ulaştıkları için sarhoşturlar. Tecrübeleri gerçektir. Fakat bu tecrübeyi, şeriatı dinin ruh ve gayesi sanan şekilperest şeriatçılar asla anlayamayacaktır”83. Sufi aşk uykusundan uyandıktan sonra ortada aşkın ve aşığın olmadığını sadece maşukun olduğunu görür. Seven sevilende erimiş yok olmuştur.Artık ruh muradına 79

Topçu, İradenin Davası, s.27 Topçu, İradenin Davası, s.73 81 Topçu, Var Olmak, s.90 82 Topçu, İslam ve İnsan, ss.55-56 83 Topçu, Ahlak Nizamı, s.194 80

53


ermiştir. Her yerde varlık üzerindeki perdeyi atmış yalnız O vardır.Varlık O’na sığınmıştır.O olmasa hiçbir şey olmayacaktır84. Topçu’ya göre vahdet-i vücudu, sonsuzluğun, varlığın her zerresinde başladığını farketmeyenler anlayamazlar85. Topçu’ya göre Vahdet-i vücud anlatılmaz ,yaşanır. Onun fikir halinde anlatılması zordur. İspatı da mümkün değildir. Karşı tezi olan bir dava değildir. O , aşkın insanı alıp götürdüğü dünyalarda keşfolunan sırdır. O hali yaşamayanlara anlatılmaz bir olaydır. Vahdet-i vücud sonsuzluğun sırrını açıklayan bir olay olduğu halde , bazı zahir uleması onu kabul etmez. .Onların inkarlarına Mevlana cevap verir. “Bizim Mesnevimiz Vahdet dükkanıdır. Orada Bir’den başka ne görürsen o puttur”86. Kurtuluşun yolu Topçu’ya göre varlıkların üzerindeki perdenin kaldırılması ve sadece O’nu görmektir. Yunus’un “Benden içeru” dediği bu varlıktır. Bütün hayatımız boyunca biz O’nu arıyoruz. O’nu aramaya iç hayatımıza inmekle , ruhumuzda derinleşmekle başlıyoruz. Sonunda her şeyde O’nun varlığı bulunuyor. “Enel Hak” diye başlanıp “La mevcude illa hu” diye bitiriliyor. Biz O’ndayız, O’ndan ayrı değiliz. Parçanın bütünden habersizliği içinde O’nu arıyoruz87. Mutasavvıfların hakikate ermek dedikleri şey , Sultan’ın Şehrine girmek Sultan’ı görmektir. Ancak giren ve gören yok. O’na yakınlaşan var. Aşk oraya yaklaşıp perde arkasından sohbet halidir ki bunu kelimeler anlatamaz88. Topçu “Taşralı” adlı eserinde de Vahdet-i Vücud hakkında şunları ifade eder: -“Sen deli misin?dedi. Hiç O’ndan başka şey olur mu? Bu ihtarla kendime gelip baktım; Sanki her şey O idi.O... O...Var olan her şeyin O’nda bakan gözleri varmış da ben ,o ana kadar görememişim. Büyük Huzur’daydım. “Aman Ya Rabbi” diye sarsıldım. Bu hitabıma sanki bütün kainat , muhatap oldu: “Söyle” der gibi doğruldu karşımda. Her şey bir bütün ,şuurlu bir insan, hayır insan da değil,bir büyük şuur,bir namütenahi Kudret halinde karşımdaydı. O’nda ruha mahsus olan temaşa ile her şeyi değiştiren Hareket ve her şeyin kendi olan Varlık , bendeki düşünce ile birleşmiştiler; hepsi bir şeydiler. Onda zaman yok, kendinden başka mekan yok; yenilik, eskilik yok; başka yok; benzeyen yok; başlayan biten yok;sebeb yok; akıbet yok;doğan yok; ölen yok; yok, yok şüphe 84

Topçu Mevlana ve Tasavvuf ,s.13 Topçu ,Büyük Fetih ,İst. 1962 ,s.33 86 Topçu Mevlana ve Tasavvuf ,s.34 87 Topçu , İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf ,s.131 88 Topçu, “İslam’da Tasavvuf” Hareket Dergisi,Yıl:1973 ,Sayı:90 s.38 85

54


yok. Ebedi bir doğuşu andıran sevinç içerisindeydim. Öyle bir sevinç dünyada görülmemişti:Sessiz, sarsıntısız, sebepsiz. Varlıklar o anda yaratılıyor gibiydi ve bütün yaratıcılık sevinci benim içime doğmuş da taşıyordu. Bütün sevinç ve bütün varlıklarla beraber yükseldim;lakin mesafe yok. Bir anda her şey, beni varlığında eriten bir büyük manzara oluverdi. Hayretle mestoldum. Tur’daki Musa ve Miraç’taki Muhammed gibi , bu zamansız ve mekansız alemde kendimden geçtim. Bir şey vardı, yalnız bir şey: O”89.

. 89

Topçu, Taşralı, Hareket Yayınları, İstanbul, 1959, s.262

55


SONUÇ Bu çalışmamızda ölümünün üzerinden 25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş olmasına ve Türk Düşünce hayatındaki önemli yerine rağmen gereken ilgiyi görememiş olan bir düşünürün bakış açısıyla dînî hayatın psikolojik yönünü incelemeye çalıştık. Bu çalışma sonunda diyebiliriz ki; Topçu dini hayat hakkında orijinal fikirler ortaya koymuştur. Nurettin Topçu dinin bir müspet ilim, ilim tarihi, mantık sistemi, efsane, dünya saltanatı, bir meslek, bir sevap-günah nizamnamesi olmadığını, yaşanan ruhi bir hayat olduğunu söyler. Ancak dinin genellikle yukarıda saydığımız konular çerçevesinde algılandığını, bunun için de gerçek din anlayışını ortaya koyabilecek aydın din adamlarına ihtiyaç olduğu görüşündedir. Esas itibariyle dini yaşayış, iman ve ibadet diye birbirlerini tamamlayan iki unsurdan meydana gelen bir bütündür. Dini yaşayışın ibadet yönüne, İslam da denilir. Dini yaşayışın özünü ve ruhunu teşkil İbadet ise insanın içinde duyup yaşadığı,

eden iman,

ruhi bir hadisedir.

imanın bir neticesi olarak ortaya

çıkan bir durumdur. İbadetler bir yandan imandan hayat bulurken, bir yandan da kalpteki imana güç vermekte ve onu beslemektedir. Bu

itibarla

içteki

imanın

samimi ifadesi olmayan, bir başka deyişle imansız ibadetin dinen bir değeri olmadığı gibi, ibadetlerle beslenmeyen imanın da varlığını sürdürmesi güçtür. Topçu dini inanışın temel esaslarından olan imanı estetik ve dini yahut mistik iman olarak ikiye ayırır. Estetik imandan sanat iradesi, dini yahut mistik imandan ise din iradesi doğmaktadır. Sanat, dine taşıyıcı bir basamaktır. Buradan dini yahut mistik imana geçilir. Sanat hiçbir zaman gaye olmamalıdır. Onu gaye olarak görenler yanılırlar. Dini yaşayışın imandan sonra gelen ikinci unsuru da ibadet hayatıdır. İslam'ın temel ibadetleri olan; namaz, oruç, zekat ve haccı fıkıhçıların yaklaşım tarzı olan şekli ve biçimsel anlayıştan, dini sırf bir kaideler sistemi olarak görmelerinden farklı olarak Allah ile içten kurulan bir diyalog olarak ele almak mümkün, hatta gereklidir. Bu açıdan yaklaşıldığında bütün ibadetler ve özellikle namaz; bedenin, dilin aklın ve kalbin iştirak ettiği bir buluşma ve kul ile Allah arasında kurulan bir diyalogdur. Namaz, kulun direkt olarak Rabb’iyle konuşmasıdır. İbadetler müminin şuurunda Allah düşüncesini ve kulluk bilincini daima canlı tutmaya ve böylelikle imanı takviye etmeye yöneliktir. Ayrıca İslami ibadetlerin gayesi, sadece ferdi kendi iç alemine ve Rabb’ine yönelterek onda derinleşmesiyle imanın kemal derecesine yükseltilmesi 56


ve

böylece

ibadetlerin

kul-Allah yakınlaşmasının sağlanması değildir. Bununla temel

gayelerinden

biri de kulda

hürmet(saygı),

birlikte

merhamet

ve

insanlara hizmet duygularını harekete geçirerek, ferdin olgun bir mü’min haline getirilmesidir.

Bize namaz hürmet (saygı) duygusunu kazandırır. Çünkü namaz,

kulun Allah karşısındaki

durumunun tam bir ifadesidir. Oruç bize merhamet

duygusunu kazandırır. Açlığın, oruç tutularak bizzat tecrübe edilip yaşanması, zenginlerde ihtiyaç sahiplerine karşı bir merhametin doğmasına neden olur. Ayrıca zekat gibi mali ibadetler de bize merhamet duygusu kazandırırlar. İnsanlara yapılan hizmetin gerçekte Allah’a

yapıldığı bilinciyle hareket eden mü’min elinden

geldiğince insanlara hizmet eder. Hizmeti oranında sanki bir yumağın sökülmesi gibi manevi anlamda kendine ağırlık veren maddi ağırlıklardan kurtulur ve bir rahatlama hisseder. Ruhun iradelerde kaybolmasıyla şekil ve kurallardan öteye geçmeyen ibadetler ortaya çıkmıştır. Böyle bir ibadet de sadece bedene eziyettir. Şekilci ibadet anlayışı ortaya bir çok cennet tüccarı,

Kur’an

satıcısı

vs. çıkarmıştır. Cemaatin ruhu

kaybolmuş, birlikte bedenlerini yoran insanlar yığını haline gelmiştir. Dini hayatın ruhunu teşkil eden hürmet, merhamet ve hizmet duyguları kaybolmuş yerini kişisel çıkarlar, gurur ve menfaat almıştır. Gerçek bir dini hayatın yaşanabilmesi için dinin şekli unsurlarından çok, ruhuna inilmesi gerekmektedir. Asıl ibadet budur. Dinin temelinde sevgi vardır. Sevgi, insanı yaşatan bütün kuvvetlerin kaynağıdır. Anlayışsızlığın, düşmanlığın ve zulmün temelinde sevgisizlik bulunur. İnanan insan sevgiyle doludur. Çünkü sadece sevgiyle Allah’a ulaşılabilir. Dindar sevgiden örülmüş bir şahsiyete sahiptir. O bütün insanlara, hatta bütün varlıklara derin bir muhabbet duyan, menfaat ve hırslarına esir olmayan, her hareketinde samimi olan insandır. Bu olumlu şahsiyet özelliklerine sahip gerçek dindarların yanında sömürücü, samimiyetsiz, aşk ve sevgi yoksunu, menfaatçi ve kalpleri kinle dolu sözde dindar tipler de mevcuttur. Topçu dinin ihyası yönünde bir çalışma yapılmasını, ruhun hakikatinin iyi kavranmasını, ibadetlerde ruhi katılımın

mutlaka olmasını

istemektedir. Bütün

bunların da tasavvufi bir hayatla gerçekleşeceği görüşündedir. Tasavvufi hayatta ilerlerken yapılması gerekenler vardır. İlk olarak mürid, kendini maddi aleme bağlayan, asıl yönelmesi gereken ilahi aleme yönelip orada ilerlemekten

alıkoyan,

zaaflarından, temayüllerinden, nefsani 57

arzuların esiri


olmaktan kurtulup manevi yükselişe hazır hale gelmesi gerekir. Bu durumda o, kişiliğinin istenen istikamette yeniden inşası için gerekli olan dönüşüme hazır hale gelir. İstenmeyen zaaflardan arınarak bunlardan boşalıp ilahi hakikatlerle dolmaya hazır hale gelir. Daha sonra insan-ı kâmil olmak için gerekli kişilik özelliklerini birer birer kazanır. Bu özellikler artık onda bir kişilik özelliği olarak kazanılmıştır. Sonrasında sonuca varılır. Tasavvufun hedeflediği dini yaşayış sırf kurallardan ibaret olmayıp, dini hakikatlerin içe sindirilmesiyle ulaşılan zengin bir manevi hayattır. Bu bakımdan tasavvufi yaşayış, dini sadece kurallar bütünü olarak görmeyip, onun derin manasına nüfuz etmeye çalışmak ve Allah ile kul arasındaki derin münasebeti derinleştirmektir. Bu çalışmamız sırasında vardığımız sonuçlardan biri de Topçu’nun dini yaşayışın hususi bir yönü olan tasavvufu, tecrübe etmeksizin sadece dışarıdan bakarak değerlendiren ve kurallarını tespit etmeye çalışan biri değil, bizzat kendi tarafından yaşanan bir yaşayış biçimi olduğudur.

58


BİBLİYOGRAFYA ARMANER Neda, Din Psikolojisine Giriş I, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1980 AYHAN Halis, Türkiye’de Din Eğitimi, Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1999 BAYMUR Feriha, Genel Psikoloji, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1994 CERTEL Hüseyin, İman ve Ahlakta Kemalin Yolu, Hamle Yayınları, İstanbul, 1995 CERTEL Hüseyin,’İslami İbadetlerin Psiko-Sosyal İşlevleri’ EKEV Akademi Dergisi, Sayı 3 Erzurum ss.154-159 CERTEL Hüseyin, Kuran'da İnsan, Tuğra Matbaası, Isparta, 2000 CERTEL Hüseyin, Neden Tasavvuf, Aşiyan Kitapevi, Erzurum, 1998 CÜCELOĞLU Doğan, İçimizdeki Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993 DUVERGER. Maurice, Sosyal Bilimlere Giriş, Terc. Ü. Oskay, II. Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1980 DWLHAUERS, G., Psikoloji, Çev. M.Ş. Tunç, İst.Ü.E.Fak.Yayınları, İstanbul, 1952 EGEMEN B. Ziya, Din Psikolojisi, Ank.Ü. İ. Fak. Yayınları, Ankara, 1952 GÜNDOĞAN Ali Osman, “Nurettin Topçu”, Doğu Batı; Türk Düşünce Serüveni, Yıl:3, Sayı:11, Ankara, 2000, s. 89-105 GÜNGÖR Erol, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998 HÖKELEKLİ Hayati, Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996 KÖK Mustafa, Nurettin Topçu'da Din Felsefesi, Dergah Yayınları, İstanbul,1995 MORGAN Cliffort T.,Psikolojiye Giriş, Çev:Hüsnü Arıcı ve diğerleri, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları,Ankara, 1995 M. OSMAN Necati, Kuran ve Psikoloji, Çev: Hayati AYDIN, Fecr Yayınları, Ankara,1998 ÖĞÜN Süleyman Seyfi, Türkiye’de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu, Dergah Yayınları İstanbul 1992 PEKER Hüseyin, Din Psikolojisi, II. Baskı, Aksiseda Matbaası, Samsun, 2000 ŞENTÜRK Habil, Din Psikolojisi, Esra Yayınları, Konya,1997 TOPÇU Nurettin, Ahlak Nizamı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1999 ---------------------, “Dini Hayatın Psikolojik Temelleri”, İslam Mecmuası, C.1., S.4, Ank. 1956, ss.13-14 ---------------------,“Din Psikolojisi”, İslam Mecmuası, C.1., S.1, Ank. 1956, ss.9-11 ---------------------, “Din ve Mistisizm”, İslam Mecmuası, C.1., S.7, Ank. 1956, ss.27-30

59


---------------------, İradenin Davası, II.Baskı, Hareket Yayınları, İstanbul, 1974 ---------------------, İradenin Davası Devlet Demokrasi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, İslam ve İnsan, Hareket Yayınları, İstanbul, 1974 ---------------------, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, İsyan Ahlakı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, “Kendini Bulmak”, Hareket Dergisi, Sayı:90, İstanbul,1973, ss.40-47 ---------------------, Kültür ve Medeniyet, Dergah Yayınları, İstanbul,1998 ---------------------, Mehmet Akif, Hareket yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergah Yayınları, İstanbul,1978 ---------------------, Türkiye'nin Maarif Davası, Hareket Yayınları, İstanbul, 1970 ---------------------, Var Olmak, Dergah Yayınları, İstanbul,1998 ---------------------, Yarınki Türkiye, Dergah Yayınları, İstanbul, 1999 TÜRKÇE Sözlük, T.D.K. Yayınları, 8. Baskı,Ankara 1998 YAVUZ Kerim, “Din Psikolojisinin Araştırma Alanları” Ata. Ü. İslami İlimler Fak. D., Sayı:5, Erzurum, 1982, ss.87-108 -------------------“Din Psikolojisinde Metod Meselesi ve Yeni Gelişmeler” Ata. Ü. İ. Fak. D., Sayı:7,Erzurum,1986, ss.153-185 ZEYDAN Abdulkerim, İslam Hukukuna Giriş, Terc:Ali Şafak,Sırdaş Yayınları, İstanbul, 1976

60


61


SONUÇ Bu çalışmamızda ölümünün üzerinden 25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş olmasına ve Türk Düşünce hayatındaki önemli yerine rağmen gereken ilgiyi görememiş olan bir düşünürün bakış açısıyla dînî hayatın psikolojik yönünü incelemeye çalıştık. Bu çalışma sonunda diyebiliriz ki; Topçu dini hayat hakkında orijinal fikirler ortaya koymuştur. Nurettin Topçu dinin bir müspet ilim, ilim tarihi, mantık sistemi, efsane, dünya saltanatı, bir meslek, bir sevap-günah nizamnamesi olmadığını, yaşanan ruhi bir hayat olduğunu söyler. Ancak dinin genellikle yukarıda saydığımız konular çerçevesinde algılandığını, bunun için de gerçek din anlayışını ortaya koyabilecek aydın din adamlarına ihtiyaç olduğu görüşündedir. Esas itibariyle dini yaşayış, iman ve ibadet diye birbirlerini tamamlayan iki unsurdan meydana gelen bir bütündür. Dini yaşayışın ibadet yönüne, İslam da denilir. Dini yaşayışın özünü ve ruhunu teşkil İbadet ise insanın içinde duyup yaşadığı,

eden iman,

ruhi bir hadisedir.

imanın bir neticesi olarak ortaya

çıkan bir durumdur. İbadetler bir yandan imandan hayat bulurken, bir yandan da kalpteki imana güç vermekte ve onu beslemektedir. Bu

itibarla

içteki

imanın

samimi ifadesi olmayan, bir başka deyişle imansız ibadetin dinen bir değeri olmadığı gibi, ibadetlerle beslenmeyen imanın da varlığını sürdürmesi güçtür. Topçu dini inanışın temel esaslarından olan imanı estetik ve dini yahut mistik iman olarak ikiye ayırır. Estetik imandan sanat iradesi, dini yahut mistik imandan ise din iradesi doğmaktadır. Sanat, dine taşıyıcı bir basamaktır. Buradan dini yahut mistik imana geçilir. Sanat hiçbir zaman gaye olmamalıdır. Onu gaye olarak görenler yanılırlar. Dini yaşayışın imandan sonra gelen ikinci unsuru da ibadet hayatıdır. İslam'ın temel ibadetleri olan; namaz, oruç, zekat ve haccı fıkıhçıların yaklaşım tarzı olan şekli ve biçimsel anlayıştan, dini sırf bir kaideler sistemi olarak görmelerinden farklı olarak Allah ile içten kurulan bir diyalog olarak ele almak mümkün, hatta gereklidir. Bu açıdan yaklaşıldığında bütün ibadetler ve özellikle namaz; bedenin, dilin aklın ve kalbin iştirak ettiği bir buluşma ve kul ile Allah arasında kurulan bir diyalogdur. Namaz, kulun direkt olarak Rabb’iyle konuşmasıdır. İbadetler müminin şuurunda Allah düşüncesini ve kulluk bilincini daima canlı tutmaya ve böylelikle imanı takviye etmeye yöneliktir. Ayrıca İslami ibadetlerin gayesi, sadece ferdi kendi iç alemine 56


ve Rabb’ine yönelterek onda derinleşmesiyle imanın kemal derecesine yükseltilmesi ve

böylece

ibadetlerin

kul-Allah yakınlaşmasının sağlanması değildir. Bununla temel

gayelerinden

biri de kulda

hürmet(saygı),

birlikte

merhamet

ve

insanlara hizmet duygularını harekete geçirerek, ferdin olgun bir mü’min haline getirilmesidir.

Bize namaz hürmet (saygı) duygusunu kazandırır. Çünkü namaz,

kulun Allah karşısındaki

durumunun tam bir ifadesidir. Oruç bize merhamet

duygusunu kazandırır. Açlığın, oruç tutularak bizzat tecrübe edilip yaşanması, zenginlerde ihtiyaç sahiplerine karşı bir merhametin doğmasına neden olur. Ayrıca zekat gibi mali ibadetler de bize merhamet duygusu kazandırırlar. İnsanlara yapılan hizmetin gerçekte Allah’a

yapıldığı bilinciyle hareket eden mü’min elinden

geldiğince insanlara hizmet eder. Hizmeti oranında sanki bir yumağın sökülmesi gibi manevi anlamda kendine ağırlık veren maddi ağırlıklardan kurtulur ve bir rahatlama hisseder. Ruhun iradelerde kaybolmasıyla şekil ve kurallardan öteye geçmeyen ibadetler ortaya çıkmıştır. Böyle bir ibadet de sadece bedene eziyettir. Şekilci ibadet anlayışı ortaya bir çok cennet tüccarı,

Kur’an

satıcısı

vs. çıkarmıştır. Cemaatin ruhu

kaybolmuş, birlikte bedenlerini yoran insanlar yığını haline gelmiştir. Dini hayatın ruhunu teşkil eden hürmet, merhamet ve hizmet duyguları kaybolmuş yerini kişisel çıkarlar, gurur ve menfaat almıştır. Gerçek bir dini hayatın yaşanabilmesi için dinin şekli unsurlarından çok, ruhuna inilmesi gerekmektedir. Asıl ibadet budur. Dinin temelinde sevgi vardır. Sevgi, insanı yaşatan bütün kuvvetlerin kaynağıdır. Anlayışsızlığın, düşmanlığın ve zulmün temelinde sevgisizlik bulunur. İnanan insan sevgiyle doludur. Çünkü sadece sevgiyle Allah’a ulaşılabilir. Dindar sevgiden örülmüş bir şahsiyete sahiptir. O bütün insanlara, hatta bütün varlıklara derin bir muhabbet duyan, menfaat ve hırslarına esir olmayan, her hareketinde samimi olan insandır. Bu olumlu şahsiyet özelliklerine sahip gerçek dindarların yanında sömürücü, samimiyetsiz, aşk ve sevgi yoksunu, menfaatçi ve kalpleri kinle dolu sözde dindar tipler de mevcuttur. Topçu dinin ihyası yönünde bir çalışma yapılmasını, ruhun hakikatinin iyi kavranmasını, ibadetlerde ruhi katılımın

mutlaka olmasını

istemektedir. Bütün

bunların da tasavvufi bir hayatla gerçekleşeceği görüşündedir. Tasavvufi hayatta ilerlerken yapılması gerekenler vardır. İlk olarak mürid, kendini maddi aleme bağlayan, asıl yönelmesi gereken ilahi aleme yönelip orada 57


ilerlemekten

alıkoyan,

zaaflarından, temayüllerinden, nefsani

arzuların esiri

olmaktan kurtulup manevi yükselişe hazır hale gelmesi gerekir. Bu durumda o, kişiliğinin istenen istikamette yeniden inşası için gerekli olan dönüşüme hazır hale gelir. İstenmeyen zaaflardan arınarak bunlardan boşalıp ilahi hakikatlerle dolmaya hazır hale gelir. Daha sonra insan-ı kâmil olmak için gerekli kişilik özelliklerini birer birer kazanır. Bu özellikler artık onda bir kişilik özelliği olarak kazanılmıştır. Sonrasında sonuca varılır. Tasavvufun hedeflediği dini yaşayış sırf kurallardan ibaret olmayıp, dini hakikatlerin içe sindirilmesiyle ulaşılan zengin bir manevi hayattır. Bu bakımdan tasavvufi yaşayış, dini sadece kurallar bütünü olarak görmeyip, onun derin manasına nüfuz etmeye çalışmak ve Allah ile kul arasındaki derin münasebeti derinleştirmektir. Bu çalışmamız sırasında vardığımız sonuçlardan biri de Topçu’nun dini yaşayışın hususi bir yönü olan tasavvufu, tecrübe etmeksizin sadece dışarıdan bakarak değerlendiren ve kurallarını tespit etmeye çalışan biri değil, bizzat kendi tarafından yaşanan bir yaşayış biçimi olduğudur.

58


BİBLİYOGRAFYA ARMANER Neda, Din Psikolojisine Giriş I, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1980 AYHAN Halis, Türkiye’de Din Eğitimi, Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1999 BAYMUR Feriha, Genel Psikoloji, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1994 CERTEL Hüseyin, İman ve Ahlakta Kemalin Yolu, Hamle Yayınları, İstanbul, 1995 CERTEL Hüseyin,’İslami İbadetlerin Psiko-Sosyal İşlevleri’ EKEV Akademi Dergisi, Sayı 3 Erzurum ss.154-159 CERTEL Hüseyin, Kuran'da İnsan, Tuğra Matbaası, Isparta, 2000 CERTEL Hüseyin, Neden Tasavvuf, Aşiyan Kitapevi, Erzurum, 1998 CÜCELOĞLU Doğan, İçimizdeki Çocuk, Remzi Kitabeci, İstanbul, 1993 DUVERGER. Maurice, Sosyal Bilimlere Giriş, Terc. Ü. Oskay, II. Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1980 DWLHAUERS, G., Psikoloji, Çev. M.Ş. Tunç, İst.Ü.E.Fak.Yayınları, İstanbul, 1952 EGEMEN B. Ziya, Din Psikolojisi, Ank.Ü. İ. Fak. Yayınları, Ankara, 1952 GÜNDOĞAN Ali Osman, “Nurettin Topçu”, Doğu Batı; Türk Düşünce Serüveni, Yıl:3, Sayı:11, Ankara, 2000, s. 89-105 GÜNGÖR Erol, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998 HÖKELEKLİ Hayati, Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996 KÖK Mustafa, Nurettin Topçu'da Din Felsefesi, Dergah Yayınları, İstanbul,1995 MORGAN Cliffort T.,Psikolojiye Giriş, Çev:Hüsnü Arıcı ve diğerleri, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları,Ankara, 1995 M. OSMAN Necati, Kuran ve Psikoloji, Çev: Hayati AYDIN, Fecr Yayınları, Ankara,1998 ÖĞÜN Süleyman Seyfi, Türkiye’de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu, Dergah Yayınları İstanbul 1992 PEKER Hüseyin, Din Psikolojisi, II. Baskı, Aksiseda Matbaası, Samsun, 2000 ŞENTÜRK Habil, Din Psikolojisi, Esra Yayınları, Konya,1997 TOPÇU Nurettin, Ahlak Nizamı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1999 ---------------------, “Dini Hayatın Psikolojik Temelleri”, İslam Mecmuası, C.1., S.4, Ank. 1956, ss.13-14 ---------------------,“Din Psikolojisi”, İslam Mecmuası, C.1., S.1, Ank. 1956, ss.9-11 ---------------------, “Din ve Mistisizm”, İslam Mecmuası, C.1., S.7, Ank. 1956, ss.27-30

59


---------------------, İradenin Davası, II.Baskı, Hareket Yayınları, İstanbul, 1974 ---------------------, İradenin Davası Devlet Demokrasi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, İslam ve İnsan, Hareket Yayınları, İstanbul, 1974 ---------------------, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, İsyan Ahlakı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, Kültür ve Medeniyet, Dergah Yayınları, İstanbul,1998 ---------------------, Mehmet Akif, Hareket yayınları, İstanbul, 1998 ---------------------, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergah Yayınları, İstanbul,1978 ---------------------, Türkiye'nin Maarif Davası, Hareket Yayınları, İstanbul, 1970 ---------------------, Var Olmak, Dergah Yayınları, İstanbul,1998 ---------------------, Yarınki Türkiye, Dergah Yayınları, İstanbul, 1999 TÜRKÇE Sözlük, T.D.K. Yayınları, 8. Baskı,Ankara 1998 YAVUZ Kerim, “Din Psikolojisinin Araştırma Alanları” Ata. Ü. İslami İlimler Fak. D., Sayı:5, Erzurum, 1982, ss.87-108 -------------------“Din Psikolojisinde Metod Meselesi ve Yeni Gelişmeler” Ata. Ü. İ. Fak. D., Sayı:7,Erzurum,1986, ss.153-185 ZEYDAN Abdulkerim, İslam Hukukuna Giriş, Terc:Ali Şafak,Sırdaş Yayınları, İstanbul, 1976

60


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.