1
SUNUŞ : "Küratörlük" e-Panel Fotoritim e-Fotoğraf Dergisi olarak, bir fotoğraf dergisinin görevi olduğunu düşündüğümüz; fotoğraf üzerindeki konuları tartışmaya açmak, görüşleri almak ve ortaya bir fikir kaynakçası çıkararak, "fotoğraf" adına faydalı neticelere dönüştürmek amacıyla dördüncü e-Panel'imizi gerçekleştirdik. e-Panel sayfalarımızda "Küratörlük" konusunda 11 panelistimizin yazılarını okuyabilirsiniz. Yaratmaya çalıştığımız tartışma ve paylaşma ortamına yapılacak tüm katılımlar şüphesiz çok değerlidir. Panel yazılarını inceleyerek değerlendirme yazısını hazırlayan Sayın Tekin Ertuğ'a ve bizi kırmayarak değerli görüşlerini paylaşan tüm panelistlerimize teşekkür ediyoruz.
e-Panel Katılımcıları Ali İhsan Ökten Gültekin Çizgen Merih Akoğul Murat Germen Orhan Cem Çetin Özkan Eroğlu Reha Ülkü Simber Atay Eskier Tülay Çellek Vehbi Koca Yusuf Öcel
Sevgilerimizle, FOTORİTİM eFotoğraf Dergisi www.fotoritim.com e-Panel Tarihi: Mayıs 2010
2
3
"Küratörlük" Yazısı
e-Panel
Değerlendirme
Tekin Ertuğ Batı’ ya nazaran geç kalmakla birlikte, ülkemizde de “küratörlük” kavramının yapı taşlarının yavaş yavaş yerine oturmaya başladığı söylenebilir. Küratörlüğü yadsıyan, öteleyen, varlığını zararlı bulan, bulunmaması halini bulunmasına yeğleyen sanat insanlarının varlığı ile birlikte, duruma sessiz kalanlar olduğu gibi, içinde bulunduğumuz koşulların dayattığı olmazsa olmaz bir olgusu, yaşadığımız çağın bir gereği olduğu noktasında mutabık olan sanat insanları da bulunmaktadır. Henüz tam olarak nereye konacağı konusunda genel bir kanının oluşturulamadığı küratörlük kurumuna ilişkin kuramsal alt yapıdan (genel anlamda) mahrum oluşumuz belki de böyle bir e-paneli önemli hale getirmiş, tartışmaya açılmasını son derece anlamlı, bir o kadar da yararlı kılmıştır. Umarız ki, katılımcı dostlarımızın sunduğu metinler fotografta küratörlük olgusunun tartışılması bağlamında bir ilk adım olur, izleyen zamanlarda, daha geniş platformlarda, çok daha kapsamlı metinlerin sunulması ve saygın tartışmaların gerçekleşmesi için vesile teşkil eder. Küratörlüğe ilişkin bilgi eksiğimizin pek tabii ki farkında olan e-panel katılımcılarından bazıları, ne güzel ki, sundukları metinlerin hemen başında, küratörlüğe ilişkin çok temel kimi bilgileri aktarmış ve o bilgiler ışığında da kavrama dair tanımlara yer vermişler. “Küratör, kelime anlamı olarak (Latince: curatus, İngilizce: curato) bir müze, galeri, arşiv veya kütüphane koleksiyonunun yöneticisi demektir. AngloSakson dünyasının sergi yapımcılarına verdiği isim olmakla birlikte Fransızca´dan alınan bir kelime olarak kullanılan ´sergi komiseri´ ile aynı anlama gelmektedir. … çağdaş sanat bağlamında küratör, sergi düzenleyicisi veya sergi yapıcısı anlamında kullanılır. …” (Ali İhsan Ökten). Sürekli hareketlilik ve değişim gösteren böyle bir olgu için ortak bir tanım geliştirmek, çok da uzak olmayan önümüzdeki zamanlar için kalıcı olamayacak, yenilenmeye / revizyona muhtaç bir tanımı olumlamak anlamına geleceği için, belli ölçülerde bizi, panelistlerin yaptığı tanımlardan yola çıkarak ortak bir tanım oluşturmaktan alıkoymuştur. Ama yukarıdaki örnekte olduğu gibi, okuyucunun yararına sunulmuş, her biri kendi üslubu ve bağlamında oldukça tutarlı temel bilgi ve tanımların varlığı memnuniyet vericidir. Temel bilgi ve tanımlardan gayrı, Küratörün varlık nedeni irdelenir.
Sayın Çellek; sanat insanının, yalnız ve yalnız eserini oluşturmakla ilgilenmesi, eserin sunumu, tanıtımı, ilgililere (günümüzde elbette ki pazara) ulaştırılması, …gibi ikincil (tali) çabalara girerek çok kıymetli olan zamanını parçalamaması, boşa harcamaması gerektiği üzerinde durur, küratöre gereksinimi bu anlamda önemli bulur. Sayın Öcel de; günümüz koşullarında iki ayrı sürecin (sanat insanı için, eseri tamamlayıp sunuma hazır hale getirme süreci, küratör için, sunum ve pazarlama süreci) birbirinden ayrılmasının sanatçıya sağladığı rahatlıktan, konfordan söz eder. Sayın Akoğul; “Tavuğun pazarda yumurtayı sattığı görülmüş şey midir! Ya da tavada omlet yaptığı... Sanatın endüstrisinin olmadığı ülkelerde, genellikle yapıtı oluşturan ile duvara asan, galeriyle anlaşmayı halleden ile basın bültenini yazan çoğunlukla aynı kişi oluyor. Sanatçı birçok işe aynı anda koşturuyor oysa sanatçılar yalnızca işlerini üretmelidirler.”, şeklindeki ifadesiyle, Tülay Çellek’ in altını çizdiği sorumlulukları irdeler. O bildik, kıvrak zekâ belirtisi yaklaşımıyla Sayın Çetin; “…ideal olarak ben küratörün de adeta orkestra şefi gibi, bir yorumcu, hata kimi zaman bir sanatçı gibi davrandığını, davranması gerektiğini düşünüyorum. Nasıl ki sanatçı söyleyecek bir sözü olmadan, hayatı, varoluşu yorumlamadan derinlikli bir iş yapamazsa, aynısı küratör için de geçerlidir.” … “Bir sürü makine parçasını, dişlileri, yayları, milleri, cıvata ve somunları ortalığa yığabilirsiniz. Bu pek bir işe yaramaz. Ama küratör bunları yaratıcı bir biçimde eklemleyip birleştirerek diyelim ki bir bisiklet haline getirebilir. Bu herkes için daha büyük bir değerdir.”, yorumuyla önemli bir ekleme yapar. Yaşadığımız çağın, günümüzün sanat ortamı içinde küratörlüğün kaçınılmaz olduğunun altını çizen Sayın Ökten; “…Küratörlerin yaptıkları hiçbir zaman teknik bir iş değil entelektüel bir iştir.”, der ve ekler “…Sanatçının söylemi dışında, küratörün de sergide bir söylemi vardır. …”. Bu cümlesiyle de Cem Çetin’ in yukarıdaki belirlemelerine katkı verir. Sayın Çizgen; “Küratörlüğü, daha çok bir orkestra şefine benzetirim. Kendisi bir enstrüman çalmaz ama her çalgıyı, aleti çalan kadar tanır ve böylece çaldırdığı besteyi en olgun yorumlara taşır.”, diyerek O. Cem Çetin’ in söylemini, “…Entellektüel bir iştir.”, diyerek de Ali İhsan Ökten’ in söylemini destekler. Sayın Koca; küratörün varlık nedenini irdelerken; “İşin sanatsal olduğu kadar, ekonomik boyutu da önemlidir artık. Konsept, sponsorluk ve planlama bu işin olmazsa olmazlarıdır. …” ifadesiyle zorunlulukları işaret eder. Sayın Eroğlu; “…Her iş gibi bir iştir küratörlük de.”, diyerek belki de, bir meslek olarak küratörlüğün 4
çoktan kapıya dayandığını, hatta içeri girdiğini ama bizim bundan habersiz olduğumuzu, yitip giden mesleklerin yok oluşlarını kabullenmek gibi, yeni mesleklerin varlığını da kabul etmek gerektiğini hatırlatır, daha kesin bir dille. Son derece sağlam temellerde inşa edilmiş bilgi ve deneyimlerini, yaşam standartlarını yükseltmeye tahvil etme arzusuna - hırsına kapılmaksızın, sakınımsız şekilde paylaşma cesareti gösterebilen ve sunduğu metinleri (özellikle de felsefi bağlamıyla) entelektüel tartışma atmosferinin gereği olan özel dile taşıma maharetiyle öne çıkan, bununla birlikte Müzecilik yüksek lisansı da yapmış bir entelektüel olan Sayın Ülkü; “(dolaylı bir ifade ile) Bir yayın için Editör ne anlama gelir ise, bir sergi için de Küratör o anlama gelecektir”, diye düşünür, küratörü yayın editörüne benzetir. Ancak küratörün bu gün henüz yayın editörü kadar başarılı olamadığına, bir tür bürokratik tutum içinde bocalayıp kaldığına işaret eder. Küratör’ ün de bir sanat insanı gibi, bir entelektüel gibi tarih bilincine varmış olması gerektiğini söyler. Aksi halde kültür platformunda olumsuzluklara yol açacağının altını çizer, yeterli olamayacağına, eksik kalacağına vurgu yapar. Doğrudan kendisine ilişkin, tokat etkisinde bir de örnek verir; “10. İstanbul Bianel’ ine gerçek mektuplardan oluşan bir ‘İstanbul mektupları’ derlemesi gönderdim. Küratör, benim projeyi reddedip, sahte mektuplardan oluşan bir projeyi sergiye aldı.” Öte yandan, Küratörün bilgi ve becerisinin, tavır ve yaklaşımının ne olması gerektiğine ilişkin, panelistlerin önemle üzerinde durdukları her biri diğerinden daha kayda değer görüşler var ki, o bağlamda sunulan metinlerde yer alan can alıcı hususlar üzerinde durmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz. Sayın Koca; “Bir küratör ‘Ego free’ ve sağlam bir sinir sistemine sahip olmalıdır. Sanatın bütün disiplinlerine dair bilgi birikimi, geniş bir network potansiyeli ve teknoloji bilgisi onu ötekilerden farklı kılar. …Süreç içinde oluşabilecek polemikleri çözebilen… ...sanata dinamizm ve rekabet üreten bir bakış açısıyla bakmalıdır.” Sayın Germen; “Küratör, üstlendiği görev itibarı ile sanat tarihi konusunda çok bilgili olmalı, sanat dünyasını çok yakından izlemeli…”, der ve O’ nun yeni isimler keşfedip sanat dünyasına kazandıracak gayret içinde, tarafsız kişilikte olması gerektiğine işaret eder ve ekler; “müzelerde, müzayedelerde, sanat fuarlarında sanatın güncel gidişatını izleyebilmeli, bu sayede de öncü kararlar verebilecek altyapısı olabilmelidir. Küratör bunu yapamazsa, genel geçer eğilimleri ithal etmekten öteye geçemez, trend yaratacağına trend izler.” Sayın Eroğlu; oldukça radikal bir ifade kullanır;“Küratör, eğer bir sergi ele almışsa, bütünüyle o serginin namusunu temsil eder. Küratörün donanım olarak sanat tarihi ve
sanat felsefesine sahip olmasının yanı sıra, bu literatürlerden beslenen bir eleştirmen donanımına da sahip olması beklenir. …” Sayın Akoğul; “küratörün hem çok bilgili olması, hem de dünyada olan biteni izleyerek gündemi oluşturması gerekir. Ayrıca küratör, dünyanın değişen sanat trendlerini de çok iyi bilmek zorundadır.”, diyerek Murat Germen’ i teyid eder. Sayın Çellek; Küratörün; sunum, sergileme, pazarlama gibi ikincil süreci üstlenerek adeta sanatçının zamanının çalınmasını engelleyecek ve O’ nun sadece yaratım sürecinde kalmasını sağlayacak, önerileriyle sanatçının çabalarına destek olacak niteliklere sahip olması gerektiğine vurgu yapar. Sayın Ülkü kavramı bir miktar daha açar; “…örnek olsun diye söyleyelim, astronomi konusunda açılacak bir fotoğraf sergisinin küratörünün; fizik, kimya, üretim mühendisliği, kozmoloji, astronomi, vd birçok konuda disiplinlerarası / çokdisiplinli bilgisi olması gerekir ki ortaya anlamlı bir sergi bütünü koyulabilsin / koyabilsin. Sorun burada: Dünya’da bile henüz yaygın disiplinlerarasılık / çokdisiplinlilik yok.” Sayın Atay, Küratörü ele alırken; “Sanat Tarihi, Arkeoloji, Müzeoloji, Felsefe, Mimari, Psikoloji, Antropoloji, Pedagoji hatta Siyasal Bilgiler, Uluslararası İlişkiler, İşletmecilik disiplinlerinden birinde, bir lisans, diğerinde bir yüksek lisans, diğerinde bir doktora derecesine sahip olmağı gerektirir. Küratörlük Akademisyen, konservatör, eleştirmen... gibi konumlar arasında bir salınım performansıdır. Marifetleri atmosfer yaratmaktır. Ancak müze, galeri, enstitü, arşiv vb. gibi asude mekânlarda tecrübe kazanma zorunluluğu vardır.”, der ve fotograf tarihi içinde sıklıkla gündeme getirilen, analiz ve tartışma konusu olan, “The Family of Man (İnsanlık Ailesi)” sergisi (dış politika projesi) ni örnekler. Atay metninde, Akademik çerçevenin çok ötesi (üstü) ne taşınmış entelektüel derinliğin olanaklarıyla ufkumuza yöneltilip, bu meyanda çok etkili bir söz dizimi (bir üst dil) ile vücut bulan “Prens” irdelemesi tam da yerinde bir örnekle buluşturulunca, yeni bir başucu metni doğmuştur, diyebilmekteyiz rahatlıkla. Önemli bir mesele de, küratör’ ün inisiyatifidir. Simber Atay; olguyu, fikir süzgecinin ince aralıklarından geçirirken, kaba kalıntıları zihinlerimize çarpmak üzere Domenico Scudero’ nun bazı ifadelerine başvurur; ''Düşündüm de Prens' in bazı bölümlerini yeniden okumak ve sanat küratörlüğü için ifade etmek fena olmazdı; Hepimiz küratörlük çalışmasının bir iktidar inşası olduğunda mutabıkız; …” …Kaldı ki tavrıyla küratör, …canavarca somut bir iktidar düşüncesi ile boy ölçüşür. Karar verir, taraf tutar, düzenler, yönlendirir, yer belirler ve sonra belgeler ve tarihselleştirir. …taktiğe dayalı muhteşem dünyasında küratör, …bir çeşit küçük prenstir. Prensler gibi
5
hayranlık duyulur, saygı gösterilir ve sonra sefil bir şekilde hücum edilir. … …” Yusuf Öcel; “Sanatçı küratör ilişkisi ciddi anlamda sorunlar taşımaktadır. …Bu sorunların en önemlisi tek seçiciliktir. …küratör üretim sürecine de müdahaleler de bulunmakta ve sanatçının özgür eserler üretmesinde sıkıntılar yaratmaktadır.” Tülay Çelek, küratörlüğün krallığa dönüşmesi tehlikesine işaret ederken, O. Cem Çetin, sanatçının da kullanabileceği bir inisiyatifi bulunduğunu hatırlatır ve inisiyatifin bütünüyle küratörde bulunmadığını, tercihin doğru yapılması gerektiğini şu cümlelerle dile getirir.” …sadece küratörlerin sanatçı seçme otoritesine sahip olduğu düşüncesini bir tarafa bırakıp, sanatçının da küratör seçme hakkı ve otoritesi olduğunu aklımızda tutmamız gerekiyor.” Murat Germen durumu örnekleyerek somut hale getirir. “E-mail veya normal posta üzerinden bizlere ulaşan sergi davetiyelerinin üzerinde bazen sadece küratörün ismini gördüğümüz olabiliyor.” ve “Bu çok tuhaf bir durum; işleri sanatçılar yaratıyor ama isimleri davetiyeye dahil edilmiyor, nasıl bir hegemonyadır bu?” diye sorar. Merih Akoğul; izlenimlerini aktarırken, çarpıcı “biçim” e sahip olmalarını mukabil ruhsuz ve piyasa kaygısıyla üretilmiş (“üretim” kelimesi tam yerini bulur), daha çok kopya, taklit, özgünlükten uzak işlerin (“iş” kelimesi tam yerini bulur) ortalığı doldurduğunu belirtir. Diğer panelistlerin işaret ettiğine benzer şekilde Akoğul da, bu olumsuzlukların kaynağı olarak yeterli donanıma sahip olmayan küratörü gösterir. Bununla birlikte çok önemli bir paradoksu da şu cümleleriyle gözler önüne serer Merih Akoğul; “Çağdaş sanat -her ne kadar muhalif de olsa- kapitalist dünyanın kurallarıyla işlemek durumundadır… …Bazen çevre kirlenmesine karşı yapılacak bir etkinliğin sponsorluğu, dünyayı en çok kirleten şirketlerin verdikleri desteklerle çözümlenmektedir.” Ve, (ne yazık ki) günün koşullarının, yani, piyasadan medet uman, piyasaya göre şekillenmiş olan sanat faaliyetlerinin küratörü zorunluluk haline getirdiğini, olmazsa olmazlar arasına yerleştirdiğini de teslim etmek zorunda kalır. Bu can alıcı tespiti, zorunluluğu, dayatmayı, kaçınılmazlığı bir ucundan “Çağ adeta iyiyi, güzeli yapma çağı değil, satma – tanıtma - reklam çağı oldu çıktı.” ifadesiyle Tülay Çellek de destekler. Önemli zaaflar söz konusudur, bilgi-görgü eksiğinin yanısıra. Murat Germen değinir bu önemli zaaflardan birine. Genellikle “ahbap çavuş, kanka ve hatta sevgili ilişkilerine dayanan, Beyoğlu kafe-bar-meyhane-sanat kurumu merkezli, ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ tadında…” bir küratörlük olgusu örnekler. Ama gene de küratörlüğün bu gün, eskiye nazaran daha ciddi şekilde ele alındığını belirtir. Reha Ülkü bir benzerini açar zaafların; “Bu ülkede gereken konuların hepsini bilen kişiler var, kendilerine sorulsa koşa koşa hizmet ederler ama hepsi de bir kenara süpürülmüş
konumda. Onun yerine çığırtkanlar, köşe kapmaca sevenler, kendi oyunlarını sürdürüyorlar…”, der ve (hayatın hangi alanında olursa olsun) zat-ı şahanelerine bu denli önemli sorumluluklarda en üst seviyede kariyer takdim etmek gibi bir zaafa düşüldüğünde, o kişilerin bu gün en sert şekilde savundukları görüşlerin, yarın tam tersini bu kez daha da sert şekilde ve arsızca savunabildiklerini bir vakıa olarak (belki en acı olanı bu) ilave eder, kulaklara küpe olsun diye. Öyle ya da böyle, Küratör’ ün artık kapıya dayandığına, bundan kaçınmanın pek mümkün görünmediğine dair doğrudan ya da dolaylı ifadelere, sunulan metinlerin hemen hepsinde rastlarız. Herhangi bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için belki de Merih Akoğul, amatörlerden söz etmediğini belirtir. Bütün yaşamını eserlerinden kazanan, zamanlarının tamamını sanat çabalarına ayıran (tam zamanlı olarak yaşamını sanata adayan) insanlardan söz ettiğininin altını çizer. Küratörlüğün el yordamıyla yapılmasının doğurduğu olumsuzluklarda bir mutabakat gözlenir. Bu olumsuzlukların giderilebilmesi için Akademik düzeyde eğitim / öğretim salık verilir. Yurt dışındaki okullarda, küratörlüğün önemli ve saygın bir bölüm olduğuna Vehbi Koca işaret eder. Aynı konuyu Murat Germen irdeler ve küratöryal bir eğitim serüveninden geçmeksizin, ilgili Üniversitelerden küratörlük dereceleri almaksızın, bu sorumluluğu almanın hem doğru olmadığını hem de hiç kolay olmayacağını belirtir. Bu ve benzeri birçok konuda taklit ve takip halinde bulunduğumuzun da altını çizer Germen. Buradan hareketle, eleştiri konulu e-panelde “yerellik” vurgusuna gelir. “Yerellik şüphesiz ki çok iyi niyetli ve gerekli bir arzu; ama sizin kültürünüzde yerelliği nitelikli bir şekilde üretecek altyapı yoksa bunun hüsnükuruntudan öteye geçmesi imkânsız. Fotoğrafa dair ne üretmişiz ki, düşünmeden deklanşöre basmak dışında? Makineyi, filmi, kimyasalları, kâğıtları, optikleri, dijital teknolojiyi, yazılımları icat eden ve üreten; fotoğraf düşünü üzerine yazılmış en önemli kaynak metinleri kaleme alanlar biz değiliz; hal böyleyken hangi yerelliktir acaba kastedilen? Ülkeyi dolaşarak banal portreler çekmek yerellik değildir; eline makine alan pek çok kişi doğru ışık, doğru yer, doğru zaman, doğru model şartları oluştuğunda bir şeylere benzeyen, kabul edilebilir bir portre fotoğrafı çekebilir. … , …”. Murat Germen’in “yerellik” yahut “yerlilik” değinisinin has muhatabı ise hiç şüphesiz Gültekin Çizgen ustadır. Küratörlük deneyimi de bulunan Çizgen’ nin, sunduğu e-panel metninde, bu konuya değinmeden geçemediğini görüyoruz zaten. “Sergileri tasarlarken, önceliğim yerli duruştan yana oldu. Plastik sanat 6
tarihimizde genel izlenim, pek çok sanatsal hareketin, etkinliğin ve çalışmaların “takip ve taklit” yapısında oluştuğudur. Bu da biz neyiz? Kimiz? Gibi yaşamsal soruları cevapsız bırakan bir yaklaşım ve sanırım sanatın genel evrim ve ruhuna da aykırı. Bu yüzden, sanat tasarım, üretim ve uygulamalarında yerlilik duruşu olmayınca da yapıp etmelerin değersiz kaldığına inanırım. Özellikle fotoğraf gibi dünyada geniş etkinliğe kavuşmuş bir alanda, felsefi ve stratejik duruşun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de küratör olarak yola çıkarken, Fototrek Fotoğraf Merkezi’nin önüne bu ölçüyü koydum. Kazanılan ilginin temel nedenini de bu “yerlilik” yapısının oluşturduğunu düşünüyorum.”
Bakın, bir küratörün ne kadar şeyi bilmesi gerektiğine kolayca hükmettik. Haklıydık da! O halde, o küratörden ilgi bekleyen fotografçının ne kadar çok şey bilmesi gerektiğine de kişisel hükmümüzü koymaktan çekinmemeliyiz. Tekin ERTUĞ
øøø
Ülkemizdeki iki önemli fotograf ustasının - sanat insanının, hiç şüphesiz sözü edilen konu başlığının altını dolduracak görüşleri vardır. Çeşitli tartışma ve söyleşi platformlarında bu görüşleri zaman zaman dillendirdiklerine tanık olduk. Gelecekte pek çok platformda daha da geliştirilmiş söylemleri sürecektir hiç şüphesiz. Panelistlerin aktardığı deneyim ve bilgilerden, öngörü ve yorumlardan çıkan sonuç o ki; Çağ, “curator” kurumunu dayattı, kaçınılmaz kıldı. Çağ, Machiavelli’ nin öngördüğü “Prens” i talep etti yeniden, O’ nun tavsiyelerini dikkatle dinlemeyi tek çıkar yol olarak sundu. Çağ, sanat çabalarını, hiç de adil olmayan, kimi zaman çok da kirli yürüyen rekabet koşullarına mecbur kıldı. Çağ, bilginin, yüksek yaratıcı kabiliyetin ve hatta cesaretin, “güç” lüye teslim olmasına hükmetti. … Problemi salt küratörlük kurumunda değil, o kuruma can veren, yaşam sunan olgularda da aramalı bazen. Bununla birlikte, küratörlük kurumu bir çıkış olarak da düşünülmeli, akıllardan geçmeli bu bakış açısı da. Bu kurum, sizi siz olmaktan alıkoyabileceği gibi (panelistlerin asıl endişesi bu idi), sizi siz yapacak olanakları (istemeyeceğini varsaysak dahi) da sağlayabilir. Metin yazarlarını ve “Küratörlük” le ilgili ilk kez fotograf dünyamızda böylesine derli toplu metinlerin bir araya gelmesini sağlayan “fotoritim” e emek verenleri, çok ciddi bir kavramın altına imza koydukları için tebrik ederken, bütün okuyuculara, naçizane bu değerlendirme metnini kaleme alan biz de dahil herkese, kişisel olarak kendimize ayna tutmamız gerektiğini hatırlatmak isteriz. Kendimizi de yoklamalıyız muhakkak… Şöyle bir soru ile o yoklama gerçekleştirilebilir sanıyoruz; “Siz, siz olmak mı istiyorsunuz, yoksa siz, kariyer-şöhret ve daha yüksek yaşam standartları uğruna başkalarının olmanızı istediği siz olmak mı istiyorsunuz? …” Ayrıca; “Siz (biz) neresindesiniz? …”
nesiniz,
kimsiniz,
sanatın
7
e-Panel Yazısı Ali İhsan Ökten Son yıllarda sergiler, galeriler, müzeler, izleyicilerine “Kapıyı açık tutun, nasılsa gelirler” diye yaklaşmak yerine, çoğul-kültürcülüğün de katkısı ile daha etkili sergi veya sunum ile daha fazla izleyici edinme konularında düşünmeye başladılar. Sanatçı ile izleyicisi, sanatçı ile kurum, sanatçı ile evren arasındaki köprüyü, sunumu, taşımaya yardım edecek kimse olarak küratörlere ihtiyaçları olduğunu anladılar. Küratör kelime anlamı olarak (Latince: curatus; İngilizce: curato) bir müze, galeri, arşiv veya kütüphane koleksiyonunun yöneticisi demektir. AngloSakson dünyasının sergi yapımcılarına verdiği isim olmakla birlikte Fransızca´dan alınan bir kelime olarak kullanılan ´sergi komiseri´ ile aynı anlama gelmektedir. Günümüzde küratör, sanatçılarla çalışan, sergi kavramını oluşturan, sanatçıların işlerini takip eden, serginin mali yapısıyla uğraşan, sergiyi yaparken serginin mekanını, konseptini, hatta yazısını yapan herhangi bir kuruma bağlı kalmaksızın çalışan kişi olarak tanımlanabilir. Kısaca çağdaş sanat bağlamında küratör, sergi düzenleyicisi veya sergi yapıcısı anlamında kullanılır. Bu anlamda küratörler, bir koleksiyonu arzuladıkları bir etkiyi yaratmak amacıyla düzenlerler. Serbest küratörler ise çağdaş sanatta nispeten yeni ortaya çıkmış herhangi bir galeri veya müze adına çalışmayan kişilerdir. Bağımsız küratörler kendi özel ve özgün yöntemleriyle sergiler oluşturmaları için veya ortak çalışma amacıyla galeri ve müzelerce davet edilebilmektedirler. Bugün çağdaş sanat içinde küratörün rolü nedir? Var olan mevcut söylemler kapsamında küratöre hangi noktada ihtiyaç vardır? Küratörler sanat ortamını ve sanat kurumlarını ne şekilde biçimlendirir gibi sorular çağdaş sanat ve küratörlük üzerinde ki tartışmalı konulardır. Sergi, bienal, vs. gibi sanatsal ve kültürel faaliyetlerin müzelerden çıkıp daha etkili sunum, daha iyi sergi ve daha çok izleyici mantığından hareketle ortaya çıkan küratörlük kavramı bugün kullandığımız anlamıyla 1960'lı yıllardan itibaren oluşmaya başlamıştır. Bu yıllarda genel sosyal ve toplumsal değişimlerin yaşanmasına neden olan güçlü eleştirel hareketler aynı zamanda sanat ve sanat kurumlarını sorgulayarak radikal değişimlere neden olmuştur. Bu anlamda çağdaş sanat küratörünün etkinlik alanı, müze küratör / müdürünün etkinlik alanından çıkarak yaratıcı / küratör imajını belirgin hale getirmiştir. Bunun sonuçlarından birisi ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki üniversitelerde verilen küratörlük uygulamaları dersleridir. İlk kez 1993′te Londra’da Royal College okulunda eğitim vermeye ve küratör adaylarının
entelektüel hazırlıklarını hedefleyen bir program başlatmıştır. 1994 yılında ABD’de küratörlük örgün öğretimi yapılan bir konuya dönüşerek New York eyaletinde bulunan Bard College’ın “Center for Curatorial Studies” (Küratörlük Araştırmaları Merkezi) adlı birimi bu alanda eğitim vermeye başlamıştır. Buralarda teori, felsefe, pratik ve sergi tarihinin tarihi araştırmaları yapılıyor. Ülkemizde ise bildiğim kadarıyla küratörlük ile ilgili bir sanat bölümü yoktur. Küratörlük kavramının ülkemizde daha yakın bir geçmişi vardır. Özellikle 1990’lı yıllardan sonra ortaya çıkan ve tartışılan bir konu olarak görülür. Yerel sanat ortamımızda küratörün, kendi rolü ve sorumlulukları hakkında henüz net bir tanımlama geliştirmemiş olması, belki de bu meslek alanı etrafındaki ön yargıların kaynağını oluşturur. Çağdaş sanatın bir getirisi olarak sergilerin vazgeçilmezi haline gelen küratörlerin tam olarak ne ´iş´ yaptıkları, sanat ortamında yönlendirici bir güç olup olmadıkları, sanatsal üretime etkilerinin / katkılarının ne olduğu ve küratörle çalışan sanatçıların özgürlüğünün sınırlanıp sınırlanmadığı gibi konular tartışılan konulardır. Günümüzde bile küratörün görevi, kurumsal ve hukuki alanlar konusunda henüz net bir şekilde tanımlanmamıştır. Küratörlük veya küratörler, sanat ortamına yeni bir görüş getirdiği gibi, galeriler ve müzeler dışındaki büyük sergiler diye adlandırılan bienaller, kişisel veya yıllık prestij kazandıran geniş kapsamlı sergiler yaparak sanatı belirler konuma gelmeye başlamışlardır. Bu tip küratörlerin hem sosyal alanı iyi tanıdıkları hem de sanatın kendi içinden geldikleri için sanat tarihiyle de beraber sergilerini kurduklarını görürüz. Burada önemli olması gereken küratörün yaptığı işin sanat tarihi ve sanat kültürü, sosyal bilimler, felsefe, sosyoloji ve antropolojinin dahilinde yapıldığını bilmesidir. Küratörlerin yaptıkları hiçbir zaman teknik bir iş değil entelektüel bir iştir. Bir küratör, hem sanat tarihini ve sosyal tarihi hem de güncel durumu bilmek zorundadır. Projelerin tasarlanması, sanatçıların seçimi, onlarla yapılan toplantılar, serginin nasıl yapılacağı ve sergi belirli süreçler dahilinde gelişir. Bu üretim safhasının sonunda katalog, yazılar, toplantılar ve paneller vb. gibi durumlar kendi başına ayrı bir süreci içerir. Serginin oluşumu bitmiş bir olay değil, süren bir şeydir ve sürprizlere her zaman açık olunmalıdır. Bir sanatçı bir küratör ile çalıştığında özgürlüğünde bir kısıtlama olur mu veya küratörün siparişi üzerine iş yapılabilir mi? Bu soruya evet diyen sanatçılar bir süre sonra sanatsal özgürlüklerini ve sanatsal çizgilerini yitireceklerdir. Küratör Levent Çalıkoğlu, göre sipariş üzerine iş yaptırmadıklarını, zaten bunun imkansız olduğunu söylüyor:´Bir sanatçıya, hayalleri, takıntıları, konsepti ve ısrarla işaret etmek istedikleri dışında her 8
hangi bir ´şey´ ürettiremezsiniz. Sadece aynı takıntıya sahip fakat farklı kanallarda dolanan sanatçıları doğru yer, doğru zaman, doğru konsept içerisinde yan yana getirebilir, aynı başlık altında sunabilirsiniz´ diyen Çalıkoğlu, küratör-sanatçı ilişkisinin oldukça samimi, paylaşımcı ve aynı dünyaları yaşamaktan memnun olmanın getirdiği bir birliktelik olduğunu savunuyor. Bir serginin kurumunda, hazırlanmasında ve hatırlanmasında serginin dayandığı sanatçı yaklaşımı ve araştırması çok önemlidir. Küratörlü ya da küratörsüz bir serginin en önemli vurgusu sanatçılara ve işlere ait olmalıdır. Bu konuya duayen küratör Herald Szeeman: “Sergi tasarlama bir düşünce biçimi, bir düşünceye sergi-yapıt olarak bir form verme işidir” demektedir.
sergileme denen işin bir profesyonel uğraş ve üzerine düşünülecek başlı başına bir alan olduğunu kabul eden küratörlük gibi yeni bir profesyonel kavram gelişmiştir. Daha sonrasında küratörlük, özerk, bağımsız ve kişiselleştirilmiş bir pozisyona doğru yol almıştır.
Küratörlük bildiğimiz anlamda kavramsal sanatla birlikte yerleşiyor, bugünün küratörleri de, kavramsal sanatın getirdiği yaklaşımlara dayanıyorlar, yani sergilemenin kendisi de bir o kadar önem kazanıyor. Sergi için seçim yapmak, küratörler için tasarımdan da öte, son derece kişisel ve politik alanlardır. Küratörler yaptıkları seçimlerle kendilerini ve sergiyi yeniden kurgularlar ve yeniden yaratırlar. Sergideki rolleri sabit değil oldukça bir dinamizm içerir. Türkiye’de de küratörlük anlamında sanatçı olmak ve sanat yapmak ilişkisi arasında kopukluk vardır. Sadece sanat eğitimi almış olanlar veya sanatçılar değil, değişik alanlardan profesyoneller de bir rol deneyimi olarak, küratörlüğü denemeli ve onu farklı etkileşimlerle yeniden üretime dönüştürmelidir. Küratörlük için mutlaka eğitim gereklidir. Ancak bu mutlak okul eğitimi değildir. Okul eğitimi, sanatı, tarihi, felsefeyi, psikolojiyi bilmek için gereklidir. Kişi bilgisiyle becerisini birleştirerek kendi farklı vizyonunu geliştirmelidir. Bu açıdan işin pratiği bilmek en önemli konulardan bir tanesidir. Yani küratörün yapacağı iş duvara resim veya duvara fotoğraf asmak, farklı sanatçıları bir araya toplamış olmak değildir. Küratör sanatçı ile birlikte aynı havayı koklamalı, birbirlerini takip etmeli ve birbirlerine soru sormalıdırlar. Jean-Christophe Ammann’ın dediği gibi, sanatçının arkasında dur, ne yaptığına bak, fizibiliteni iyi yap, kafanda serginin resmini önceden çek, seni etkileyeni, ateşleyeni takip et, başkaları hakkımda ne düşünür deme, kendini aydınlat ki izleyici de kendini aydınlatabilesin. Ama en önemlisi ÖNSEZİLERİNİ EĞİT!…
Ali İhsan ÖKTEN
Sonuç olarak günümüzde küratörlük sanat ortamı için kaçınılmazdır. Küratörlerin kimi zaman sanatçının önüne geçmeye çalışan, hatta üretimine karışan, iş bilmez bir ukala olarak görüldüğü, kimi zaman da diktatörlükle arasında bağlantı kurulmaya çalışılmasına rağmen küratörlüğün giderek güçlendiğini, kurumsallaşmaya başladığını ve varlığının sanat ortamı için vazgeçilmez olduğu söyleyebiliriz.
KAYNAKLAR: 1-www.tr.wikipedia.org/wiki/Küratör 2- www.haber7.com/haber/.../Sanat-artik-kurator-olmadan-asla 3- www.anibellek.org/ Küratörlük Araştırmaları Merkezi 4-dugumkume.org/msu-no9-turkiyede-yeni-kuratorlukyaklasimlari 5-adnanyildiz.blogspot.com/.../gncel-sanat-tartmalar-dizisi 6-www.birgun.net/culture_index. küratöryel 'kafa karışıklığı
Kültür
: Sanat, hayat ve
7-liman.goodforum.net/galeri-ve.../cezmi-orhan-t1238.htm
øøø
Anlam izleyicinin gözü önünde yeniden ve yeniden üretilebilen bir şeydir. Bu anlamı ne sanatçı ne de küratör kapayabilir, sınırlayabilir, dondurabilir. Sanatçının söylemi dışında, küratörün de sergide bir söylemi vardır. Tüm izleme biçimlerinin yeniden tarif edildiği 90′lar da elbette küratörlük kavramı da değişime uğramıştır. Küratörlerin ciddi bir kısmı mesleğin gereklerini deneme yanılma usulü ile öğrenmek zorunda kalmışlardır. Hem sanat tarihini hem sergi kurmanın mekanizmalarını bilen hem de 9
e-Panel Yazısı Gültekin Çizgen Küratörlüğü, daha çok bir orkestra şefine benzetirim. Kendisi bir enstrüman çalmaz ama her çalgıyı, aleti çalan kadar tanır ve böylece çaldırdığı besteyi en olgun yorumlara taşır. Küratörlük, batılıların sanat kadrolarının iddia ettiği gibi, onlar tarafından kurulan güzel sanatlar sistemi ve endüstrisinin önemli bir kavramıdır, makamıdır. Entellektüel bir iştir. Küratörün ilgilendiği alanın tüm kıvrımlarını, yapısını bilen, felsefe, sosyoloji, antropoloji ve genel kültür çevresinde bilgili, deneyimli biri olması gerekir ki, sergilerinin tasarımını bir yere kadar üretimini, uygulamasını tüm çevresiyle yapabilsin. Küratör kavramı müze, galeri, arşiv, kütüphane koleksiyonlarının yönetilmesini kapsayan bir işlevken, çağdaş sanat bağlamında daha çok sergi düzenleyen, bienal örgütleyen kişi ve gruplara verilen bir isim haline geldi. ÜLKEMİZDE KÜRATÖRLÜK KAVRAMI Ülkemizde de küratörlük kavramı, plastik sanatlar alanında başlayan çağdaş düzenlemeler içinde görevler, insiyatifler kazanan kişilerce gündemleşti. Küratörlük, batı dünyasında eğitim yapısına kavuşmuş bir kariyer haline geldi. Bizde ise henüz kişisel insiyatiflerle, çabalarla yürüyor. İstanbul Bienali ile diğer büyük sergilerin yönetilmesi, yürütülmesi, sanatçıların seçimi ve tüm organizasyonlar bazı isimleri kavramlaştırdı. Hemen aklımıza gelecek isimlerin başında şimdi 2010 Ajansı Görsel Yönetmeni olan Sayın Beral Madra gelir. Kendisi bugüne kadar İstanbul bienalleri dışında, pek çok iç ve dış sergi düzenledi, eser yayınladı. Bienalin düzenleyicisi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, son yıllarda İstanbul Bienalini yabancı küratörlerle yürütmeyi seçti. BUGÜNE KADAR YAPILANLAR Fotoğraf bağlamında ülkemizde ve İstanbul’daki fotoğraf örgütlenmelerinin içinde özel bir duruşla öne çıkan Fototrek Fotoğraf Merkezi on yılı aşkın tarihi içinde, Beyoğlu İstiklal Caddesi, Mısır Apartmanındaki galeri ve derslik yapılanmasına girerken, merkezin sahibi eski asistanım olan Cenk Gençdiş, galerinin küratörlüğünü bana teklif etti. Mısır Apartmanındaki açılışından bu yana, gerek yerli, gerek yabancı önemli fotoğraf sergileri oluşturmaya başladık ve asıl çıkış, İstanbul 2010 – Avrupa Kültür Başkenti için hazırladığım “Fotoğraf Geçidi 2010”projesinin küratörlüğü ile oldu.
Sergiler fotoğraf çevresinde büyük yankı yaptı ve sanatçılarına ciddi bir prestij kazandırdı. Sergi açılışlarıyla başlayan yoğun ilgi her ay beş bini aşkın izleyiciyle devam ediyor. Bu ülkemizde görülmemiş bir ölçek. “Fotoğraf Geçidi 2010”şimdiye kadar ülkemizde gerçekleştirilmiş, en geniş kapsamlı fotoğraf sanatı projesiydi. İstanbul bağlamında, ayrı dönem ve kuşaklardan 12 sanatçının ortak bir çerçevede buluşturulması planlandı. Bir ay süren bu sergilerin yedisi açıldı ve kalan beş sergide projelendirildi, hazırlıkları sürmekte. “Fotoğraf Geçidi 2010”da açılan sergiler şunlardır: 1-ERHAN ŞERMET –“ İSTANBUL AİLE ALBÜMÜ” / EYLÜL - 2009 2-NEVZAT ÇAKIR – “İSTANBUL’UN ADI FOTOĞRAF” / EKİM - 2009 3- BÜLENT ÖZGÖREN – “YÜZÜMÜZÜ AĞARTANLAR” / KASIM - 2009 4-CENGİZ AKDUMAN – “PANİSTANBUL” / ARALIK 2009 5-YUSUF DARIYERLİ – “AZ KISALT – BİR İSTANBUL BERBERİ” / OCAK -2010 6-MERİH AKOĞUL – “İÇİÇE İSTANBUL” / ŞUBAT - 2010 Bundan sonra açılacak sergiler ise şunlar; 7-ENGİN GÜNEYSU – “SOKAĞIN DİLİ - BİLDİĞİNİZ İSTANBUL” / MART - 2010 8-SALI FOTOĞRAF GRUBU – “SALI BAKIŞI – İÇİNDEN DENİZ GEÇEN KENT” / NİSAN - 2010 9- GÜLTEKİN ÇİZGEN “SAHNE SENİN İSTANBUL” / MAYIS – 2010 10-ÇOŞAR KULAKSIZ – “İSTANBUL IN İSTANBUL” / HAZİRAN - 2010 11-OZAN SAĞDIÇ TEMMUZ - 2010
–
“1950’LER
İSTANBUL’U” /
12-ARJEN J. ZWART – (HOLLANDALI SANATÇI) – “SİRKECİ” /AĞUSTOS - 2010 Sergilerin düzenli olarak tanıtıcı yayınları ve okuma günlerinin kitapçıkları yayınlanmakta. Bu yapılanmada küratörlüğümün bir izdüşümü. OLUP BİTEN Sergi listesine dikkat edilirse hepsi dünyanın en önemli metropollerinden biri olan kentimizin ayrı ayrı noktalarını, açılarını, kavramlarını işleyen ortak bir fotoğrafçanın yapılandığı görülür. Ortaya çıkan bir İstanbul fotoğraf destanıdır. Bir taraftan kentteki yaşamı, profilleri – “İstanbul Aile Albümü” – “Yüzümüzü Ağartanlar” duvarlara çıkarırken, çeşitli teknikleri “Pan-İstanbul” gibi 10
panoramic çalışmaları sergiledik. Yusuf Darıyerli “Az Kısalt” çalışmasını, bir semt berberi Cavit’in küçük dükkanındaki yaşamını, örnek fotoğraf çalışmasına çevirdi. Nevzat Çakır’ın “İstanbul’un Adı Fotoğraf”, Merih Akoğul’un “İçiçe İstanbul” çalışmaları olgun fotoğrafçalarıyla İstanbul’u sarıp sarmalıyordu.
øøø
Devam edecek sergiler sanat ve fotoğraf çevresine yeni sürprizler getirecek. FOTOĞRAF GEÇİDİNDEKİ YERLİ DURUŞ Sergileri tasarlarken, önceliğim yerli duruştan yana oldu. Plastik sanat tarihimizde genel izlenim, pek çok sanatsal hareketin, etkinliğin ve çalışmaların “takip ve taklit” yapısında oluştuğudur. Bu da biz neyiz? Kimiz? Gibi yaşamsal soruları cevapsız bırakan bir yaklaşım ve sanırım sanatın genel evrim ve ruhuna da aykırı. Bu yüzden, sanat tasarım, üretim ve uygulamalarında yerlilik duruşu olmayınca da yapıp etmelerin değersiz kaldığına inanırım. Özellikle fotoğraf gibi dünyada geniş etkinliğe kavuşmuş bir alanda, felsefi ve stratejik duruşun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de küratör olarak yola çıkarken, Fototrek Fotoğraf Merkezi’nin önüne bu ölçüyü koydum. Kazanılan ilginin temel nedeni de bu “yerlilik” yapısının oluşturduğunu düşünüyorum. EKİLEN BİÇİLİYOR Fotoğraf Geçidiyle başlayan olumlu etkileyici küratörlük duruşu, fotoğraf çevresinde yankılanınca fotoğraf çevremizin saygın isimlerinden Uğur Varlı’nın Sirkeci’deki yeni “U.V Fotoğraf Sanatı Galerisi” de yeni bir küratörlük hizmeti teklif etti. Orada da iş başı yapıp, yeni sergi projeleriyle yerlilik yapılanmasını sürdürüyorum. Açtığım “Caferilerin Büyük Buluşması – Aşura”dan sonra Tuğba Kırallı ve Bekir Tuğcu’nun “Tersane-i Amire” çalışmaları da görücüye çıkıyor. Askerlerin dillerine doladıkları bir “stratejik duruş” cümlesi vardır. “Stratejik yanlış taktikle çözülmez.” Ömrümü koyduğum yerlilik kavramı sanat ortamımızda farkedilir ve işe yarar hale gelmekte. İstanbul Modern’de küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu’nun yaptığı, dokuz sanatçıyı kapsayan “Gelenekten Çağdaşa – Modern Türk Sanatında Kültürel Bellek” sergisi, hiç kuşkusuz ki ufuk açıcı bir çalışma. Hep söylerim, “Fotoğraf bir kültürdür”. Fotoğrafla uğraşan kişilerin yalnız kendi alanlarında değil, plastiğin diğer alanlarının, edebiyat ve müziğin de takipçisi olmalılardır ki gelişmeleri serpilsin. İşte anlattığım anlayışıma göre, küratör bu yol haritasını hazırlayan kişidir. Gültekin ÇİZGEN 11
e-Panel Yazısı Merih Akoğul Küratörlük Üzerine Kavramların her şey olduğu günümüzde, bir düşünce ya da konudan çıkılarak üretilen yapıtlar elbette her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. Bienallerde, konulu sergilerde ve birden fazla sanatçının katıldığı etkinliklerde, bir fikre ve bu fikrin sanatçılara iletilmesi konusunda bir aracıya yanı küratöre her zaman gereksinim vardır. Küratör sayesinde yapılacak çalışma hem daha anlamlanacak, hem de kurulacak organik bağ aracılığıyla, konu ile sanatçılar arasında daha önemli bir sinerji oluşturulacaktır. Konseptin, en doğru ve kısa yoldan izleyiciye ulaşması hedeflenerek, fikrin topluluklara iletilmesi sağlıklı bir biçimde gerçekleşecektir. Postmodernizmin neredeyse devrini kapamakta olduğu günümüzde, bazen siyasetten bazen de bölgesel konulardan yola çıkarak dünyanın meselelerini kendine sorun eden çağdaş sanatın güzergâhında küratörlere büyük iş düşmektedir. Seçilip uygulanacak olan konunun, sergi ya da performans aracılığıyla alımlayıcı kitleye ulaşması hep küratörün sorumluluğundadır. Burada küratör, tıpkı reklam ajanslarının işleyişinde olduğu gibi doğru “brief” vermek zorundadır. Çağdaş sanat -her ne kadar muhalif de olsa- kapitalist dünyanın kurallarıyla işlemek durumundadır. Bu sorun, özellikle sponsorluklar söz konusu olduğunda daha çok gündem oluşturmaktadır. Bazen çevre kirlenmesine karşı yapılacak bir etkinliğin sponsorluğu, dünyayı en çok kirleten şirketlerin verdikleri desteklerle çözümlenmektedir. Kavramların bulunması, sanatçılarla konuların paylaşılması, yapıtların toparlanması ve topluma sergi veya kitap olarak sunulması küratörlerin görev kapsamında yer almaktadır. Bu yüzden küratörün hem çok bilgili olması, hem de dünyada olan biteni izleyerek gündemi oluşturması gerekir. Ayrıca küratör, dünyanın değişen sanat trendlerini de çok iyi bilmek zorundadır. Tavuğun pazarda yumurtayı sattığı görülmüş şey midir! Ya da tavada omlet yaptığı... Sanatın endüstrisinin olmadığı ülkelerde, genellikle yapıtı oluşturan ile duvara asan, galeriyle anlaşmayı halleden ile basın bültenini yazan çoğunlukla aynı kişi oluyor. Sanatçı birçok işe aynı anda koşturuyor oysa sanatçılar yalnızca işlerini üretmelidirler. Bu özellikle fotoğraf alanında bireysel sergilerde sıklıkla görülüyor. Yeterli ekonominin sağlanamaması, sanatın yatırım aracı olarak hak ettiği ilgiyi görmemesi, bir sanat pazarının
ve dolayısıyla endüstrisinin olmayışı, sanatın yol alışını sekteye uğratmaktadır. Küratörlü işlere bakıldığında genelde iki türlü yaklaşım görürüz. Bunlardan ilki, sanatçının yaptığı işlerin incelenip, küratörün seçtiği kavram ya da konu doğrultusunda aralarından seçme yapılmasıdır. İkincisi de küratörün oluşturduğu kavramı, seçtiği sanatçılara iletmesi ve bu doğrultuda üretilecek işleri talep etmesidir. Gerçek sanatın her ne kadar talepsiz olarak sanatçısı tarafından arz edildiğini bilsek de, yine de sanatçının kendisine ve küratörün sanatçısına tanıdığı özgürlük alanları, prestijli mekânlarda sergi yapılması, bienallere seçilmek ya da bir albüm/kitapta yer alma avantajlarından dolayı “ısmarlama yapıtlar” sanatçıların işine gelebiliyor. Fotoğraftaki duruma gelince… Küratörlü çalışmalar genel fotoğraf sergileri içinde küçük bir alanı kapsıyor. Fotoğrafın bireysel bir sanat oluşu ve Türkiye’de fotoğrafın sunulma biçimi, genelde kişisel sergiler üzerinden oluyor. Bireysel sergilerde küratör kullanılmıyor. Ama özellikle konulu sergilerde küratörler fotoğrafçılarla bir araya gelip seçtikleri konuları paylaşıyorlar. Genelde sergi tarihi belirlenerek başlanan bu kollektif çalışmada sistemli olarak yeni fotoğraflar oluşturuluyor ve ara toplantılarla paylaşımda bulunuluyor. Sanat piyasalarında 2000’li yıllardan sonra güçlenen çağdaş yönelimi dikkatle incelersek, küratörün izleyici ile sanatçı arasındaki görev alanını artırdığını da görürüz. Yani günümüzün arz/talep ilişkisi, küratörlü çalışmayı gerekli kılmaktadır. Galerinin yanında menejer / ajan gibi kişilerin varlıkları da sanatçının işlerini kolaylaştırmakta -sanat yapıtını metalaştırıp ticaretin sınırlarına getirse de- üreten için uzun vadede yararlı olmaktadır. Özellikle satış ağırlıklı profesyonel galerilerde müşteriyle (koleksiyoner/sanatsever) temasın sağlanabilmesi için de aracılara gereksinim vardır. Sanat pazarlanan bir nesne olunca -elbetteki sanat, sanatçının işi olduğu için- ekonomisini buradan elde etmek ve varoluşunu sürdürmek zorundadır. Söz konusu ettiğimiz kişiler, hayatını bu işe vermiş tam zamanlı sanatçılardır. Özellikle fotoğraf alanında sıkça karıştırılan amatörlerden söz etmiyoruz. Son zamanlarda piyasaya hitap eden ve gündemde olan sanatı kopyalayan birçok fotoğrafçıya da rastlanıyor. Özgünlükten uzak, çarpıcı biçime sahip ama üretenin üretim koşulları ve varoluşundan uzak ruhsuz işler ortalığı dolduruyor. En hazini de artık koleksiyoner konuyu, boyutu ve edisyonu belirliyor. Ve tahmin edilebileceği gibi çoğu kez monoprint (tek kopya) olarak basılan bu işler, asıldıkları duvarlarda fotoğrafın paylaşım mantığından uzakta solup 12
gidiyorlar. Fotoğrafın bilindiği gibi en önemli özelliği, ışık ve zamanı diğer sanatlardan farklı bir biçimde kullanmasının yanı sıra, çoğaltılabilmesidir de. Kendi adıma, ben bir kişinin duvarında olmaktansa 10 ayrı mekânın duvarında olmayı yeğlerim. (Ama 100 yerde de değil) Küratörler, sanatın akışını belirleyen kişiler oldukları için; bilgi ve bilinçle birlikte, güçlü bir sezgiye de sahip olmalıdırlar. Bugün yapılacak her iş, üretimin yoğunluğu içinde hızla eskiyeceği için ileriyi hedefleyerek üretimi kalitelendirmek gerekir. Son zamanlarda görülen taklitçilik ve bazı eserleri bire bir kopya etmek de, şu an çağdaş sanatın en büyük açmazlarından biridir. Küratörler dünyayı iyi izlerlerse, kendilerinin ve birlikte çalıştıkları sanatçıların da kaderlerini belirleme konusunda öncü olabilirler ve sanatla ilgili birçok yapısal/algısal sorunun çözülmesini de sağlayabilirler. Merih AKOĞUL
øøø
13
e-Panel Yazısı Murat Germen Küratör ne demektir? Küratörler tam olarak ne iş yapmaktadırlar? Küratör kelimesinin çeşitli anlamları var, işe buradan başlamak faydalı olur sanıyorum. Latince anlamı denetçi, yönetici, idareci, nezaretçi olarak geçen kelime kültür dünyasında, kültürel mirasın korunduğu yerler olan müzeler veya kütüphanelerdeki koleksiyon sorumlusu için kullanılan bir terim. Küratörler, ideal olarak koleksiyonla ilgili tedarik, muhafaza, araştırma, yorum konularından sorumlu olup bir müzenin veya benzer kültür-sanat kurumunun içeriğini oluşturmaktadırlar ve bu açıdan bakıldığında çok önemli bir görev üstlenmektedirler. Bir müze söz konusu olduğunda, koleksiyon kalıcı ve geçici sergilerde kapsanan eserlerle gelişme kaydettiğinden, bir müze küratörü, diğer görevleri yanında sergi düzenlemekle de mükelleftir. Ama tipik görev tanımı kapsamında bakıldığında tek işi sergi düzenlemek değildir. Buna karşın kelime, özellikle son zamanlarda, sadece bir sergi teması belirleyip bu sergiye katılacak sanatçıları seçen, sergiyi organize eden kişi anlamında kullanılıyor. Bu tanım, üstlenilmesi gerekli sorumluluklar itibariyle, bir önceki tanıma nazaran daha dar bir kapsam içeriyor. Bu fark dolayısı ile, şahsen, küratör kelimesinin içinin biraz boşaltıldığını, işin tanımının ve icraatının kolaylaştırıldığını düşünüyorum. Küratör, üstlendiği görev itibarı ile, sanat tarihi konusunda çok bilgili olmalı, sanat dünyasını çok yakından izlemeli ve yakın çevresindeki zaten bilinen isimler dışında yeni isimler keşfedebilecek kadar tarafsız kararlar üretebilen bağımsız bir figür olmalı. Fakat hem yurtiçi hem de yurtdışındaki bazı uygulamalara bakarsak, pratiğin hiç de bu şekilde yürümediğini görmek mümkün. Bu işi gereken ciddiyet ve ehliyette yapan insan sayısı fazla olmadığı için, küratörlük birçok kişinin altyapı sahibi olmadan soyunduğu bir “makam” haline dönüşmüş gibi görünüyor. Bunun nedeni küratörlüğün özellikle son zamanlarda bir güç odağı, vesilesi olarak görülmesi herhalde. Bu kavram nasıl ortaya çıkmış, daha evvel sergiler nasıl düzenleniyormuş? Şimdi fark nedir? Bu kavram zaten müzecilik, kütüphanecilik ilk başladığı zaman ortaya çıkan bir kavramdı ama “sergi organizatörü” anlamında kullanım 20. yüzyılın sonlarına doğru iyice yoğunlaştı. Bunu takiben, müzeye bağlı kadrolu olarak çalışan küratörler dışında serbest küratörler (freelance curators) olarak adlandırılan, herhangi bir galeri veya müze için
çalışmayan, bağımsız figürler de sahne aldı. Yıllar önce Proje4L binasında şahsen dinleme fırsatı bulduğum İsviçreli Harald Szeemann bu tür küratörlere verilebilecek en iyi örnektir büyük olasılıkla. Sunumu esnasında hazırladığı sergilerden birkaç örnek gösterdi Szeemann, ortada ideal bir sergi düzeni vardı. Her sanatçının işi bağımsız ve bireysel bir varlık gösteriyor iken, diğer yandan sergi düzeninin kendisi de ayrı bir iş olarak algılanabiliyordu. Küratöre neden ihtiyaç duyulduğu ve iyi bir küratörün neler yapabileceği açık seçik ortada idi (ki son 10 yıllık dönem içerisinde gittiğim pek çok sergide “küratör ne katmış ki bu sergiye, birkaç dakikalık bir beyin gücü gerektiren tema/konsept bulmak dışında?” hissini edindim)… Daha önceleri karma sergilerin birleştirici temaları şimdikiler kadar “kavramsal” olmadığı için, çeşitli sanatçıları karma sergi kapsamında bir araya getirmek için fazlaca düşünmek ve özel bir kürasyon yapmak gerekmiyordu sanırım. Sanatçı sayıları zaten fazla değildi, genç insanlar engellemeler yüzünden kendilerine fazla yer bulamıyorlardı ve neredeyse her karma sergide aynı isimlerin farklı kombinasyonları yer alıyordu. Şimdi durum hayli farklı; neyse ki genç sanatçılar çok güçlü bir şekilde arenada yerlerini aldılar, çok daha fazla sanatçı, çeşit, ifade biçimi, galeri, müze, kurum, tartışma, panel, okul, ortam var. Bu farklı kişileri bir araya getirmesi beklenen kişilerin sayısının da artması gerekiyordu doğal olarak ve neyse ki arttı. Bazıları küratör olmanın nasıl bir efor gerektirdiğini anladılar ve kendilerini bu yönde eğiterek dünya sanat sahnesinde yerlerini aldılar. Diğerleri ise oldukları halleri ile yetindiler ve kendilerine küratör demelerine karşın organizatörden öteye geçemediler. Bir küratörün eğitimi ne olmalıdır? Hangi konularda bilgi sahibi olmalıdır? Vasıfları ne olmalıdır? Öncelikle sanat tarihi muhakkak edinilmesi gereken bir altyapı alanı; ona ek olarak çağdaş sanat üzerine uzmanlık şart görünüyor, özellikle de bu alanda küratörlük yapılıyorsa. Son zamanlarda bir çok üniversite küratörlük çalışmaları (curatorial studies) derecesi vermeye başladı. Bu olgunun varlığında böyle bir derece edinmeden küratör olmaya çalışmak ne doğru ne de kolay. Ayrıca, koleksiyonların muhafazası üzerine uzman düzeyinde teknik bilgi sahibi olmak veya bu konuda uzman bireylerle birlikte çalışmak çok önem taşıyor. Bu özellikle Türkiye’de daha da önemli, çünkü ülkemizdeki müzelerin hepsinde mikro-klima şartlarının ve yangın, sel, deprem gibi afetlere karşı alınması gereken önlemlerin yeterli olduğunu söylemek fazlasıyla iyimserlik olur sanıyorum. Küratörün rahatlıkla ve sıklıkla yurtdışı seyahat yapabilecek bir ödeneği olmalıdır. Bu ödeneği etkin bir şekilde kullanarak, müzelerde, müzayedelerde, sanat fuarlarında sanatın güncel gidişatını izleyebilmeli, bu 14
sayede de öncü kararlar verebilecek altyapısı olabilmelidir. Küratör bunu yapamazsa, genel geçer eğilimleri ithal etmekten öteye geçemez, trend yaratacağına trend izler. Bu özellikle bizimki gibi ülkeler için önemli bir boyut, çünkü birçok konuda taklit ve takip halindeyiz ne yazık ki. Burada bir saptama yapmak isterim: Geçen e-panel konusu olan fotoğraf eleştirisi hakkında kaleme alınan yazıların bazılarında “yerellik” vurgusu yapılıyordu. Yerellik şüphesiz ki çok iyi niyetli ve gerekli bir arzu; ama sizin kültürünüzde yerelliği nitelikli bir şekilde üretecek altyapı yoksa bunun hüsnükuruntudan öteye geçmesi imkansız. Fotoğrafa dair ne üretmişiz ki, düşünmeden deklanşöre basmak dışında? Makineyi, filmi, kimyasalları, kağıtları, optikleri, dijital teknolojiyi, yazılımları icat eden ve üreten; fotoğraf düşünü üzerine yazılmış en önemli kaynak metinleri kaleme alanlar biz değiliz; hal böyleyken hangi yerelliktir acaba kastedilen? Ülkeyi dolaşarak banal portreler çekmek yerellik değildir; eline makine alan pek çok kişi doğru ışık, doğru yer, doğru zaman, doğru model şartları oluştuğunda bir şeylere benzeyen, kabul edilebilir bir portre fotoğrafı çekebilir. Buradan tekrar konuya dönersek, küratör kendisini güncel tutabilmek için bol bol seyahat edebilmeli, kendi kültüründeki genç insanlar ve akademi ile yakın ilişkide olmalı, sanatçı ve eser arayışı sırasında çalıştığı kurum içinde çeşitli sanatçı-küratör buluşma etkinlikleri, sempozyumlar, arama konferansları düzenleyebilmeli. Bunları gerçekleştirebilen küratör özgüvenini pekiştirebilecek ve kendi coğrafyasından dünyaya liderlik edebilecek bazı yaklaşımlar çıkartabilecektir. Bir sergi öncesi hazırlıkları nelerdir? Dikkat edilmesi gereken şeyler nelerdir? Bir küratör için sergi öncesi en önemli hazırlık herhalde özgün bir temanın, konseptin belirlenmesi olsa gerek. Bu karar aşaması serginin genel tavrını belirleyen; hangi sanatçıların davet edilmesi, serginin nere(ler)de düzenlenmesi, destek için hangi kurumlara başvurulması gerektiğine kıstaslar oluşturan bir aşamadır çünkü. Şayet sergi için özel üretilen, belli fiziki şartlarda yerleştirilebilecek, sadece belli bir mekan için üretilmiş işlerin olması arzu ediliyorsa buna göre mekan ve sanatçı seçilmesi gerekebiliyor. Bu aşamalar geçildikten sonra, küratörün sağlama bağlaması gereken çok önemli bir konunun, birleştirici sergi kavramına uygun işler üretilmesi veya seçilmesi olduğunu düşünüyorum. Bunu belirtmemin nedeni, İstanbul bienallerinin önemli bir bölümünde, azımsanmayacak sayıda sanatçının işine baktığımda “bu işin genel temayla olan alakası ne ola ki!” hissini edinmem. Kastım küratörün sanatçının işine karışması kesinlikle değil, kendim sanatçı olduğum için böyle bir şey arzu etmem durumunda kendi kuyumu kazmış olurum. Kastettiğim daha çok yönlendirme ve tavsiye.
Ben küratör olsam, organize ettiğim sergi için sanatçıların yeni bir iş yapmalarını tercih ederim. Çünkü sanatçının eski işlerinden konsepte iş uydurmaya çalıştığınız zaman biraz zorlama bir durum ortaya çıkıyor ve bu sergi sırasında sırıtabiliyor. Sanatçı yeni iş üretecekse, işi üretmeden önce küratörle iletişime geçip onun belirlediği konsept konusunda detaylı bilgi alması; hatta tüm sanatçıların olduğu ve konseptin detaylı bir şekilde açıklandığı, sonraları işlerin gidişatı konusunda güncellemelerin yapıldığı toplantı dizilerinin olması ideal bir üretim ortamı oluşturma potansiyeli taşıyor. Bir çeşit atölye çalışması gibi strüktüre edilen böyle bir süreç sonrasında ortaya çıkacak sergi, çok daha güçlü bir ifadeye sahip olacaktır bence. Serginin açılmadan önceki yerleştirmesi sırasında, küratörün bir çeşit moderatörlük de yapabilmesi gerekebiliyor. Sanatçılar bazen (hatta çoğunlukla:) kapris yapabiliyorlar ve şahsi çıkarları uğruna serginin genel tavrını tehlikeye sokacak isteklerde bulunabiliyorlar. Bu durumda küratörün duruma suhuletle el koyması, sergiyi monte edecek teknik ekiple sanatçılar arasında köprü olması ve işin zamanında bitmesini sağlaması gerekiyor. Sergi montajı sırasında bu sorunlarla boğuşmamak için ortalıktan kaybolan “küratöre” küratör demek olası değil bence. Gördüğünüz gibi küratörlük hiç de kolay bir iş değil ve sırf bu yüzden, fazla çaba göstermeden 3-5 arkadaşı bir araya getirerek sergi kotarılacağını sananların kendilerine küratör demeleri beni çok rahatsız ediyor... Türkiye’de ve dünyada küratörlük ne durumdadır? Türkiye’deki hallere baktığımızda; ahbap çavuş, kanka ve hatta sevgili ilişkilerine dayanan, Beyoğlu kafe-barmeyhane-sanat kurumu merkezli, “körler sağırlar birbirini ağırlar” tadında bazı oluşumları görsek de, küratörlük eskiye nazaran daha ciddiyetli bir şekilde ele alınıyor. Bizim coğrafyamızdan bazı küratörlerin önemli uluslararası bienal ve benzeri etkinliklere davet aldığını, bu sayede Türkiye’de üretilen sanata dikkatlerin çekildiğini görebiliyoruz ve bu mutluluk veriyor. Gene de üstte tanımlamaya çalıştığım tarzda etraflı bir küratörlük müessesesinin tam olarak oturduğunu söylemek zor, daha gidilecek uzunca bir yolumuz var, pek çok şeyde olduğu gibi... Son zamanlarda küratörlerin “sanatçı-üstü” güçlerini devreye sokarak sanatçıları “kullandıkları” ve onların işleri üzerinden aslında kendi sergilerini hazırladıkları yönünde eleştiriler çoğalmaya başladı. 10. İstanbul bienaline katılmış 2-3 sanatçıdan bu yönde bazı şikayetler ve katıldıklarına pek memnun olmadıklarına ilişkin ifadeler duydum. Bu sadece bienallerde değil küratörü olan herhangi bir kurumda gerçekleşebilen bir durum. E-mail veya normal posta üzerinden bizlere ulaşan sergi davetiyelerinin üzerinde bazen sadece 15
küratörün ismini gördüğümüz olabiliyor. Bu çok tuhaf bir durum; işleri sanatçılar yaratıyor ama isimleri davetiyeye dahil edilmiyor, nasıl bir hegemonyadır bu? Son zamanlarda sayıları iyice artan genç küratörlere (ne mutlu bize:) bir uyarım olacak: Sadece sergi düzenleyen, üstelik de bunu yaparken kendi çevresini ön plana çıkararak hayli özensiz organizasyonlar yapan kişilerin küratör olarak adlandırılmalarını doğru bulmuyorum. Şahsen bir kaç kere sergi düzenleme şansım oldu, bunların hiç birinde küratör olarak adlandırılmak istemediğimi benden bu işi talep edenlere belirttim (aynen “fotoğraf sanatçısı” olarak adlandırılmak istemediğim gibi). Çünkü bu anlamda bir formasyonum, tecrübem yok ve kendimi küratör olarak lanse etmem bu işi layıkıyla yapanlara çok büyük ayıp olur. Şayet bir yerlerde adım küratör geçiyorsa, geçtiyse de bunun müsebbibi ben değilim:) Küratörlük bir icraat olarak değil makam olarak görülmeye devam edilirse, küratör olarak adlandırılmayı hakketmeyen bir çok insan kendini küratör olarak lanse etmeye devam edecektir. Nasıl doktorluk bir uzmanlık alanıysa ve doktor olmayanların doktorculuk oynamaları çok tehlikeli bir şeyse, yeterli uzmanlıkları olmayan kişilerin küratörcülük oynamaları, aynı derecede olmasa da, tehlikeli sayabileceğimiz bir pratiktir bence. Murat GERMEN
øøø
16
e-Panel Yazısı Orhan Cem Çetin Küratörlük Müessesi Hakkında Serbest Düşünceler Küratör kavramı ile tanışmamız çok da eskilere gitmiyor. Nasıl gitsin ki? Meğer eskiden Türkiye’de bir küratör gerektirecek kapsamda ya da cesarette sergiler, sanat etkinlikleri yapılmıyormuş ki. Bu kavram, malum, İstanbul Bienalleri ile birlikte duyulmaya, konuşulmaya başlandı. Uzunca bir süre de ne olduğu anlaşılamadı, anlatılamadı. Daha eskiden sergi editörü, galerici, sergi danışmanı diye tanımladığımız fonksiyonlarla karıştırıldı. İki yönlü karıştırıldı. Yani, küratör sergi editörü zannedilirken, sergi editörü de küratör sanıldı, ya da sergi editörü kendisini küratör zannetti. Küratör sözcüğü bile tartışıldı bir ara, yanlış hatırlamıyorsam, “doğum yapan” anlamına geldiğini söyleyenler bile oldu. Şimdi tekrar baktım, Latince “müdür, yönetici” anlamına geliyormuş. Bugün ise sanat jargonunda esasen bir sanat koleksiyonunun yöneticisi, sorumlusu anlamına geliyor. Ama yaygın, gündelik kullanımda ve benim de dahil olduğum birçok küratörlü sergide ben küratörü sadece serginin “Müdiranım”ı ya da “Müdür Bey”i olarak görmedim, algılamadım. Küratörlük müessesesini gereksiz bulanlar bile var. Ortada zaten bir kurum olması icap ediyor. Ortaya bir de tema atarsın, sanatçılara haber salarsın, gelen işlerden bir komisyon seçki yapar, salon zaten bellidir, mekanın elverdiği ölçüde herşeyi sergilersin, olur biter.
yayları, milleri, cıvata ve somunları ortalığa yığabilirsiniz. Bu pek bir işe yaramaz. Ama küratör bunları yaratıcı bir biçimde eklemleyip birleştirerek diyelim ki bir bisiklet haline getirebilir. Bu herkes için daha büyük bir değerdir. Tabii, küratör ve sanatçı arasındaki uyum her zaman kusursuz olmayabiliyor. Çatışmalar kaçınılmaz oluyor. Ama karşılıklı inanç ve ikna süreçleri ile sorunlar halledilebiliyor. Herkesin kendi sınırlarını bilmesi, yaratıcılık alanlarının sınırlarının iyi çizilmesi önemli. Ne sanatçı fazla kaprisli (“İşime karıştırtmam! Eserin altına imza atan benim!”), ne de küratör fazla buyurgan (“Üçleme falan anlamam, senin duvarına iki eserden fazla koymam!”) olmamalıdır, diye düşünüyorum. Küratör sanatçıyı ne kadar yönlendirebilir? Küratörler arasında kamplaşmalar, kayırmalar, rekabetler oluyor mu? Küratörlük müessesi sanat pazarında son yıllarda dönen çok büyük meblağlardaki paralar nedeniyle suistimal ediliyor mu? vs. vs. birçok soru sorulabilir. Yanıtlar da muhtemelen, evet/hayır yani, hem evet hem de hayır biçiminde olacaktır. Sanatçı cephesindeki bizlerin dikkatli ve temiz kalmaya çalışmamız, sadece küratörlerin sanatçı seçme otoritesine sahip olduğu düşüncesini bir tarafa bırakıp, sanatçının da küratör seçme hakkı ve otoritesi olduğunu aklımızda tutmamız gerekiyor. Orhan Cem ÇETİN
øøø
Ama gel gör ki, o iş öyle yürümüyor. Hiçbir iş her zaman hakkıyla yapılmıyor ama, ideal olarak ben küratörün de adeta orkestra şefi gibi, bir yorumcu, hata kimi zaman bir sanatçı gibi davrandığını, davranması gerektiğini düşünüyorum. Nasıl ki sanatçı söyleyecek bir sözü olmadan, hayatı, varoluşu yorumlamadan derinlikli bir iş yapamazsa, aynısı küratör için de geçerlidir. Tema, ya da alt metin kişisel ya da toplumsal gündeme bağlı olarak küratör tarafından oluşturulduktan sonra sanatçıların belirlenmesi, mevcut işlerden bir seçki yapılması ya da sipariş edilmesi söz konusu olabilir. Ancak böyle bir durumda ortaya anlamlı bir bütün çıkıyor, adeta serginin bütünü başlı başına bir yapıta dönüşüyor. Bunun sanatçıya da önemli getirileri var. İşlerinizi tek başınıza, kendi oluşturduğunuz bağlam içinde sunmaya çalışmanıza kıyasla, o büyük ses içinde, bütünün vazgeçilmez bir parçası olarak diğer sanatçılarla anlam alışverişi içinde, sizin çalışmanıza da önemli bir değer katılmış oluyor. Şöyle örnekleyebiliriz: Bir sürü makine parçasını, dişlileri, 17
e-Panel Yazısı Özkan Eroğlu Küratör ne demektir? Küratörler tam olarak ne iş yapmaktadırlar? “Küratör” kelimesinin sözlük anlamına bunu bazı dille ilgilenen kimselere bırakarak, özellikle ben, bu kavramdan tam olarak ne anlaşılması gerektiği üzerine bir şeyler söylemek istiyorum: Küratör, bir sergi (bir müze kapsamında kalıcı veya bir müzede, galeride geçici sergi) yaratarak-çok yaratıcı olan bir “kavram” üzerinden, serginin tam olarak tanımını ortaya koyarak, organizasyon, sanatçıların ve yapıtların seçimi, söz konusu serginin yayın/ları, sözsel etkinlikleri (konferans, seminer vb.) bu çalışmalarda yer alacak metinleri ve konuşmacıları titizlikle gözetleyerek ve seçerek derinlemesine ele alan kimsedir. Her aşamasında beraber çalıştığı kim varsa onları organize ederek, ele alınan işin filozofik olarak bir kulturwissenschaft (kültür bilimi) ve kunstwissenschaft (sanat bilimi) literatürlerinde sağlam bir yere/yerlere yaslanmasını ve oturmasını sağlar. Küratör, bir serginin ülkemizde genelde adeta bir modaya dönüştürüldüğü gibi-sadece bir organizatör olarak çalışan kimse değildir. Küratör, eğer bir sergi ele almışsa, bütünüyle o serginin namusunu temsil eder. Küratörün donanım olarak sanat tarihi ve sanat felsefesine sahip olmasının yanı sıra, bu litaratürlerden beslenen bir eleştirmen donanımına da sahip olması beklenir. Bütün bu dile getirdiklerim tam bir küratörde olması gereken özelliklerdir. Diğer haller dahilinde küratörde, hep bir noksanlık olacaktır. Eleştirmen donanımıyla, olması gereken seçiciliğini devreye sokar, diğer iki temel özellikleri olan sıkı sanat tarihi donanımı ile ele aldığı sergisini evrenselleştirir, felsefeye olan bağlılığıyla da sergisinin arka planını doldurur. Bu kavram nasıl ortaya çıkmış, daha evvel sergiler nasıl düzenleniyormuş? Şimdi fark nedir? Son zamanlarda küratörlük, müze müdürlüğü ve sanat yönetmeni vaziyetleriyle karıştırılmaktadır. Oysa her üçü de bugün müzelerde yerini almış durumdadır ve farklı disiplinleri içerir. Küratörlük yerine daha önceleri sergi komiserliği ya da sergi temsilcisi dediğimiz mesleki pozisyonlar da vardı. Bunlar sergileri bir yerden bir yere götürür ve kısmen de olsa arkasında dururlardı. Örneğin müze küratörlerinin görevlerini, ilk ciddi müzelerde müze müdürleri üstlenmiştir. Örneğin ilk sistematik müzelerden biri olan Louvre Müzesi’nin müdürü olan Denon, Raphael bölümünü düzenlemiş ve İmparator Napolyon’u çağırarak eleştiriye açmış ve teftiş etmesini sağlamıştır. Burada ele alınan sergilemede Raphael’in sanat yaşamına yönelik bir sergileme dikkat çekmiş ve sanat tarihsel bir sergileme
önem kazanmıştır. Aynen kutsal kitabı 14. yüzyılda kilise fresklerinden sahne sahne öğrenen izleyici, şimdi de müzelerde sanat tarihi algılamalı ve öğrenmelidir mantığı ön plana çıkmıştır. İlk soruda dile getirdiğimiz, son zamanların küratör mantığında ön plana çıkan sorunsallar ele alınmamıştır. Zaman değişir ve özellikle 1980 sonrasında dünyada küratörlerden beklenen daha topyekün bir algılama olmuştur. Postmodernizmle birlikte hemen her şey değişmiş, kavramlarda, özellikle filozofilerde daha idealist bakış açıları, bilhassa filozofların kendi içsellikleri bağlamında ortaya koydukları derinlikli haller arttıkça, bu durum sanata da yansımış, bununla beraber küratörlük de bundan nasibini alarak derinlikli bir iş haline dönüşmüştür. Buradan, söyledikleri, yazdıkları ve açtıkları sergiler anlaşılamaz olgulara dönüşür gibi görünen küratörler için, durum, orijinal olanın tam tersi bir mantığa sahiptir söylemini geliştirebiliriz. Bir küratörün eğitimi ne olmalıdır? Hangi konularda bilgi sahibi olmalıdır? Vasıfları ne olmalıdır? Bu sorunun cevabını ilk soruda kısmen vermiştim. Fakat ek olarak, küratörün, müzecilik konusuna da hakim olması gerekir diye düşünüyorum (her ne kadar her sergisini, bir küratör müze ortamında yapmasa da mekânla ilişkili bir iş yaptığı için bu söylenebilir). Ayrıştırabilme yeteneğinin çok üst seviyede bulunması gerekir. Müzecilik ise kendi içinde çok kapsamlı bir olgu olup, bu konuda bir şekilde sıkı bir eğitimi zorunlu hale getirir. Bu doğrultuda çağdaş müzecilik uygulamalarının farkında olmaksa en önemli durum özelliğidir. Yanı sıra müze türleri, yönetimleri ve iktisatları başta olmak üzere, müze yapıları (dış ve iç mimari olarak), özellikle belgeleme ve sonra koruma durumları, halkla ilişkiler ve eğitim boyutları ve nihayetinde sergileme kültürlerinin de farkında olunmasını gerekli kılar. Bir sergi öncesi hazırlıkları nelerdir? Dikkat edilmesi gereken şeyler nelerdir? Sergi öncesinde bir küratörde oturmuş olması gereken bir durum vardır: Sanat ve sergi ideolojisi. Her küratörün bir sanat ideolojisi en genel anlamda var olduğu en baştan kabul edildiği için, özellikle sanatçı ve mekân seçimlerinde bu doğrultuda hareket edeceği neredeyse kesin bir şeydir. En tehlikeli durumsa, bu yönde küratörün bir belirsizlik göstermesidir. Küratörün seçimlerinde ne olursa olsun kendi çevresinden değil de, genelden hem de üstelik, tarafsızca beslenmesi ve elinden geldiğince yararlanması da beklenir. Doğru mekân, doğru sanatçı ve yapıt seçimleri, daha sonra ortaya koyacağı yazılı, sözlü ve görsel belgelerin de kalitesini belirleyecektir. Türkiye’de ve dünyada küratörlük ne durumdadır? Küratörlük düşüncesinin ilk müze olgularının ele alınmasıyla beraber başladığını var sayarsak; dışarıda 18
1759’da British Museum’un kurulması bir başlangıç tarihi olarak değerlendirilirken, bizde ise Atatürk’ün istek ve desteğiyle İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, 1937 yılında kurulmuştur. Aradaki fark tabii ki büyük bir zaman dilimine işaret eder. Fakat 1936’da Burhan Toprak’ın müdürlüğü sırasında Güzel Sanatlar Akademisi’nde gerçekleştirilen “Elli Yıllık Türk Sanatı” sergisi de kaynaklarca önemli sayılmaktadır. Bu sergiyle beraber, sergiden önce Halil Edhem’in Elvah-ı Nakşiye Koleksiyonu, resim-heykel müzemizin koleksiyon çekirdekleridir. Fakat bir hatırlatmada bulunursak; 18. yüzyılın sonunda Fransa, bir müzenin, bir sanatçı bölümünü düzenleyen, bir yöneticiye sahiptir. Bütünüyle bu durum, konunun geleneği hakkındaki durumları gözler önüne serer.
øøø
Bugünse dünyada da bizde de her konuda olduğu gibi postmodernizmin de etkisiyle küratörlük konusunda aşırı bir çoğullaşma söz konusudur. Bu çoğullaşma içinde iyi olanla olmayanı ayırt edecek olan bilinçli ve kültürlü bir sanat izleyicisine, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulduğunu söylemeliyim. Küratörlük olayının, gerekleri yerine getirilerek yapılması gereken bir iş olduğu asla unutulmamalıdır. Her iş gibi bir iştir küratörlük de. Üst düzeyde veya alt düzeyde yapılabilmektedir. Küratörün tüm donanımlarına bağlı olarak, söz konusu durum değişiklikler gösterebilmektedir. Dünyada sanat ortamlarında olduğu gibi, küratörlük konusunu da abartıdan uzaklaştırmak gerekiyor. Özellikle ülkemizde son zamanlarda bu abartıya rastlıyoruz (Her şeyde olduğu gibi). Daha doğrusu dünya, artık abartmayı çok seviyor, çünkü bunun üzerinden rant sağlanmaya çalışılıyor. Bu durumu onaylamasak da, söz konusu durum, sanatın yapıt boyutunda ne yazık ki uygulanıyor (galerilerde, özellikle müzayedelerde ve medyada). Fakat küratörlük uygulamasında işin böyle, sanattaki gibi görülüp ele alınması, insani ve kuramsal ilişkilere zarar verir. Bu durum, bir küratörü, onun ya da bunun adamı konumuna sürüklemekten başka bir işe yaramaz. Küratörler kendilerini sanatçı gibi görmekle büyük yanlışa düşüyorlar. Tamam, söylediğim gibi küratör de sanatçı gibi yaratıcı özellikleri bünyesinde barındırıyor, fakat yaratıcı sanatçı düşüncesinin içerdikleri ne yazık ki çok değişik ve çok daha farklı bir denklikle ilgili. Bunu kandırılmamış bir sanat tarihi zaten ortaya koyuyor. Bir de küratörler için ikinci tehlike, bazı sanatçıları hak ettiklerinden çok daha fazla şişirmeleridir. Bu da sanatın bugün geldiği spekülatif durumuna katkı vermekte, küratörü kirli ilişiklere iterek, bulaştırmaktadır. Küratörün gerektirdiği etik mevzisini ne olursa olsun kaybetmemesi gerekmektedir. Özkan EROĞLU
19
e-Panel Yazısı Reha Ülkü Kürator ne iş yapar ya da ‘küratörlük’ denilen statü ne iş yapmak için icat edilmiştir? Küratörler sergi editörleridir. Bir editör, bir yayın veya dizi yönetmeni olarak, konuyla ilgili sanatçıları bilir, derlemeleri ona göre hazırlar ve asıl önemlisi kritik edisyon / eleştirel basım olarak kabul edilen oluşumları hazırlar. Bir küratör de, plastik sanatlar sergilerinde, son zamanlarda moda olan biçimde de özellikle bianellerde, sergi editörlüğü yapar. Burada sorun kültürel bürokrasi sorunudur. Bir ast memur, nasıl habire olmadık ayrıntıda işler çıkarırsa, bugünün küratörleri de incir çekirdeğine eziyet ayrıntılarla uğraşıyorlar. Bir yayın editöründe olması gereken disiplinini göstermiyorlar ya da gösteremiyorlar. Entellektüel, sanatçı ve/ya küratör, başta bir insan olduğu için, bu işlere girişmeden önce, bir tarih bilincine sahip olsa gerektir. Yoksa, kültürde elifle merteği birbirine karıştırır. Ülkemizde karıştırıyorlar da... Bir örnek vereyim: 10. İstanbul Bianel’ine gerçek mektuplardan oluşan bir ‘İstanbul mektupları’ derlemesi gönderdim. Kürator, benim projeyi reddedip, sahte mektuplardan oluşan bir projeyi sergiye aldı. Yine aynı yolda bir örnek daha: 11. İstanbul Bianel’inin ana tematiği siyasallıktı. Dergi kitaplarına baktığımızda, metinlerin, sanatçıların ve küratörlerin inanılmaz tarih hataları taşıdığını gördük. Neo-liberalizmin apolitikliği yerini, tekkutuplu bir dünyanın dayattığı malforme politikliğe bırakmış. Bu durumda küratörler, ‘ikindi zamanı gölgesini görüp de, kendini uzun sanan cüce’ konumunda kalıyorlar. Goygoycuları da çok. Olmadı, kendilerine dev aynasında bakıp, kendileri goygoyluyorlar. Bunu da gazete haberlerinde izledik. Bunun nedeni ne? Yanıt kısa ve açık: Post-modern epistemolojik muğlaklık. Bilim kiliseleştiği için, mekanik determinizmi kırmak adına, tarihin çöküş dönemlerinde sıkça moda olduğu üzere, skeptizm ve agnostizm moda (trend in) durumuna getirildi. Böylelikle insanlar kesin bilgiden uzak tutuluyor ve ona ilgileri azaltılıyor. Bunun, 2. Sanayileşme’nin ve bilgi toplumunun 50. yılında olması ve olabilmesi, iktidar seçkinlerinin bu
muğlaklıktan doğrudan çıkar sağladığını gösteriyor: Doğru bilgi bir kez ortama bedava girerse, kimse yanlış ve eksik bilgiye para ödemez. Windows-Linux çatışması bunu en açık göstergesi durumunda. Fotoğraf konusuna daralırsak: İstanbul 2010 porjesi için hazırlanan fotoğraf sergisi küratörlerine baktığımızda, onyıllardır hep aynı kadronun süregeldiğini ve aynı konuların bininci kere ısıtılıp önümüze sürüldüğünü görüyoruz. Kritik editör olarak küratör, muhakkak gereklidir. Bunu uluslararası karikatür yarışması jüri üyeliği yapmış, Türkiye’nin önde gelen koleksiyonerlerinin ve galericilerinin sergilerini hazırlamış ve müzecilik lisansüstü mezunu biri olarak söylüyorum. 20 yıl önce, bu işi devletin bozduğu sanılıyordu. Aradan 20 yıl geçti, şimdilerde epeyi özel müze var ortada. Ancak hala sergi düzenleri korkunç dağınık durumda. Düşünün ki Pera Müzesi, binlerce dolar eden ve ünik (biricik) nüsha olan, yüzyıldan eski İstanbul fotoğraflarını, o fotoğrafları yok edecek koşullarda sergiledi. Kimse de kalkıp bunu belirtmedi bile. Daha da daralalım: Fotoğraf sergisi / bianeli küratörlüğü nasıl olabilir? Magnum sergileri, zaten daha önce denenmiş, sınanmış ve yerinde bulunmuş düzenlerden oluşuyordu. Bunları onaylıyorum. En azından eksik yoktu. Basmakalıptı ve yaratıcılıktan uzaktı ama buna da razıyız, yeter ki saçmalanmasın. Ancak, konusunda ilk olacak, örnek olsun diye söyleyelim, astronomi konusunda açılacak bir fotoğraf sergisinin küratörünün; fizik, kimya, üretim mühendisliği, kozmoloji, astronomi, vd birçok konuda disiplinlerarası / çokdisiplinli bilgisi olması gerekir ki ortaya anlamlı bir sergi bütünü koyulabilsin / koyabilsin. Sorun burada: Dünya’da bile henüz yaygın disiplinlerarasılık / çokdisiplinlilik yok. Adı var ama cismi yerli yerine oturtulamadı henüz. Kendi hesabıma, bulut fotoğraflarıma bakıp da, mevsimin bulutlardan anlaşılmayacağını söyleyen birinin küratörlüğünün bu ülkede pekala kabul göreceğini bilince, epeyi eğleniyorum doğrusu. Evet: Küratör, çok fazla konuda çok fazla şey, o konuyla ilgili bir bölümdeki, en az üniversite 2. sınıf öğrencisi düzeyinde bilmek zorundadır. Kimse kimseyi küratörlüğe zorlamıyor. Nasıl ki ehliyetsiz birini direksiyona oturtmuyorlarsa, küratörlük için de öyle olmalıdır. Biz müzecilerin 20
bedava bilgi hizmetini, ne devletsel, ne de özel müzelerin istememesi ama sergiler için küratörlere deve yüküyle para ödenmesi, durumun açık bir göstergesidir. Tabii ki bu ülkede diğer işler nasılsa, küratörlük de öyle. Son zamanlarda, küratör olarak ortalıkta boy gösterenlerin cemaziye-i evvelini bildiğimiz için, durumu olağan karşılıyoruz. Bana sorulsa, küratörlük yapar mıyım? Hayır. Yalnızca danışmanlık yaparım. Bence 1-5 danışman, 1 küratör için, düşünce yelpazesi genişliği açısından uygun bir niceliktir. (Zamanımızda eksik olan şey, farklı düşüncelerdir.) Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp; bilene sormak ayıp değil, hele bedava bilgi veren sormak hiç değil. Bu ülkede gereken konuların hepsini bilen kişiler var, kendilerine sorulsa koşa koşa hizmet ederler ama hepsi de bir kenara süpürülmüş konumda. Onun yerine çığırtkanlar, köşe kapmaca sevenler, kendi oyunlarını sürdürüyorlar. Sorun değil. Onları okuması çok eğlenceli oluyor. 1 yıl sonra tam tersini savunacakları şeyleri bugün savunurken onları izlemek, benim için üzüntü değil, eğlence kaynağı. Yani, ülkemizde küratörlük, çok kaba fars bir oyun olarak sürdürülüyor. Bu durumun önünün alınacağı da yok. Ayrıca, daha beterine de müstehakız. Reha ÜLKÜ
øøø
21
e-Panel Yazısı Simber Atay Eskier Klasik Espri: Ülkemizde de küratörlük çalışması yapmış olan Domenico Scudero, küratörlük üzerine kaleme aldığı sevimli yazısına şöyle başlar: ''Düşündüm de Prens'in bazı bölümlerini yeniden okumak ve sanat küratörlüğü için ifade etmek fena olmazdı; Hepimiz küratörlük çalışmasının bir iktidar inşası olduğunda mutabıkız; kimileri için sağlıksız bir iktidar kimileri için ise işin doğru bir modeli. Kaldı ki tavrıyla küratör, çalışmasını ifa ederken bir ölçüde soyut ya da sembolik ama aynı zamanda da canavarca somut bir iktidar düşüncesi ile boy ölçüşür. Karar verir, taraf tutar, düzenler, yönlendirir, yer belirler ve sonra belgeler ve tarihselleştirir. Küratör'ün çalışması, bugün kültürel peysajları tanımlayan ve belirleyen, gelişme alanlarını bireyselleştiren, yeni acil durumları görünür kılan ve destekleyen bir çalışmadır. Bilhassa taktiğe dayalı muhteşem dünyasında, küratör, iktidar sahibi olduğu kadar, eğer gerçekten öyle ise bir çeşit küçük prenstir. Prensler gibi hayranlık duyulur, saygı gösterilir ve sonra sefil bir şekilde hücum edilir.'' (Domenico Scudero, ''Il curator macchiavellico; il potere curatoriale e le sue dinamiche attraverso la rilettura di un classico'', redazione@luxflux.net, luglio 2008) Scudero, metni boyunca, iktidar bağlamında bir Prens'e benzettiği Küratör'ün özelliklerini açıklarken, Macchiavelli'nin klasik eserinden alıntılar yapmıştır. Malum, Niccolo Macchiavelli'nin (1469-1527) Prens'i (1513 yazım/1632 yayın), Yazarı'nın, bir politikacı, diplomat ve bürokrat olarak ihtişamlı kariyerinden, bir politolog ve tarihçi olarak derin bilgisinden, yükseliş ve düşüşlerle örülü kişisel hayat tecrübesinden, seçkin edebiyatçı kimliğinden kaynaklanmıştır. Bir Prens, ''Prens'' kavramını determine etmektedir ve Eser bir ''iktidara davet'' gibi bir Prens'e, Lorenzo di Medici'ye ithaf olunmuştur. Dilimizde, Prens'in birçok değerli tercümesi mevcuttur. Bunlardan Kemal Atakay'ın tercümesinden (Niccolo Macchiavelli, Prens, Can Yayınları, İstanbul, 2008) yararlanarak Scudero'nun alıntıladığı bazı bölümleri burada da tekrarlayalım: ''Bu kişiler gibi (yani Musa, Romulus, Kyros, Theseus) kendi becerileriyle prens olanlar, prensliği zorlukla ele geçirir ama kolayca korurlar; prensliği ele geçirirken karşılaştıkları zorluklar da kısmen devletlerini kurmak ve güvenlerini sağlamak için getirmek zorunda kaldıkları yeni kurumlar ve yöntemlerden kaynaklanır.'' (VI-5,s.60) ''Cömertlik kadar kendini tüketen bir şey yoktur.... Bu yüzden cömert bilinmek istiyorsun diye kötü bir ünle birlikte nefrete yol açan açgözlü sıfatını yüklenmek zorunda kalmaktansa
nefret olmadan kötü bir üne yol açan cimri sıfatını kabullenmek daha bilgece olur.''(XVI-4,s.99-100). ''Hiçbir şey bir prense, büyük girişimlerde bulunmak ve kişisel becerilerinin sıra dışı örneklerini sergilemek kadar saygınlık kazandıramaz''... ''Bir prens yetenekli kişileri ağırlayarak ve belli bir alanda üstünlük gösterenleri onurlandırarak yeteneklere değer verdiğini de göstermelidir.''(XXI-1 ve 7,s.122;126); ''...bir prens her zaman görüş almalıdır ama kendisi istediğinde, başkaları istediğinde değil...'' (XXIII4,s.129). Efsane: Ülkemizde, 2000 yılında Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi tarafından düzenlenen 'Habercilik Eğitimi ve Medyada Haber'' sempozyumuna, Merhum Doç.Dr. Merter Oral'ın girişimleri ile katılan ve çeşitli akademik etkinliklerde bulunmuş olan ünlü fotoğraf editörü John G.Morris-Morris, II.Dünya Savaşı sırasında Life dergisinin Londra bürosunda fotoğraf editörü olarak çalışmış, ardından Washington Post ,New York Times, National Geographic gibi yayın organlarında aynı görevi sürdürmüş, kariyeri ve eserleriyle efsanevi bir kişiliktir.2009'da Legion d'Honneur nişanına layık görülmüştür. Harikulade bir şekilde XX.yüzyılın tarihsel / fotojurnalistik tanıklığını bizzat temsil etmektedir.- her zamanki samimi üslubuyla efsanevi The Family of Man sergisini şöyle tanımlamaktadır: ''Edward Steichen'in bir fikri vardı. Abraham Lincoln ona bir ad verdi. Carl Sandburg ile Dorothy Norman kelimeleri seçti. Nelson Rockefeller parayı temin etti ve Wayne Miller fotoğrafları - iki milyon tane - buldu. Steichen ve O, toplanan fotoğrafları eleyerek sayıyı önce on bine indirdiler ve nihayet altmışsekiz ülkeden iki yüz yetmiş üç farklı fotoğrafçının beşyüz üç fotoğrafını seçtiler. Sonucu hepiniz biliyorsunuz: Tarih'in en büyük fotoğraf sergisi The Family of Man / İnsanlık Ailesi şimdi ellinci yılını kutluyor. 1955'deki New York Modern Sanat Müzesi'ndeki açılışının ardından, Antartika hariç her kıtada dokuz milyon kişi tarafından görüldü... İnsanlık Ailesi sergisinin dışişleri politikası çok basittir: Yabancılar yoktur. Hepimiz aynı insan ırkına aidiz. İnsan insandır. Carl Sandburg bunu etkili bir şekilde Sergi'nin prologuna koymuştur: Dünyada tek bir erkek var ve adı Bütün Erkekler Dünyada tek bir kadın var ve adı Bütün Kadınlar Dünyada tek bir çocuk var ve adı Bütün Çocuklar... İnsanlık Ailesi sergisi, dünyayı, Soğuk Savaş'ın gereksiz olduğuna ikna etmekte başarısız oldu ve bu politik bir 22
hayal kırıklığıydı. Yeterli sayıda insanı-doğru insanlarıbarışı muhafaza etmenin yolunun nükleer rövanştan ziyade sevgi ve şefkat enstrümanları olduğuna ikna etmeği sağlayamamıştı… Orduların yarışı devam etti... Bununla birlikte... The Family of Man sergisini ziyaret eden yüz binlerce Rus kendilerinin arkadaş olarak telakki edilmesinden mutlu oldu. Bu Amerikan Diplomasisi için sessiz bir zaferdi. Sergi'nin, sanırız kalıcı bir barış sağladığımız iki eski düşman, Almanya ve Japonya'da olağanüstü iyi bir şekilde karşılanmış olması da kayda değerdir. ''John G.Morris, ''The Family of Man as American Foreign Policy'', History of Photography, Vol.29, n.4, Winter 2005, Taylor and Francis, s.360-368). Sergi'nin küratörü olan Edward Steichen (1879-1973), Lüksemburg doğumludur. Daha sonra da hayatı ve kariyeri boyunca Avrupa ile bağlantısını yoğun bir şekilde muhafaza etmiştir. I.Dünya Savaşı öncesinde Paris'te çalışmış, Alfred Stieglitz ve Gallery 291 için Avrupa Sanatı'ndaki son gelişmeleri takip etmiştir. Londra'dan Dresden'e eserlerini sergilemiş, fotoğrafçı olarak II.Dünya Savaşı sırasında Birleşik Devletler Ordusu'nda hizmet ederken Fransa'da bulunmuştur.1947'de New York Modern Sanat Müzesi Fotoğraf Departmanı 'nın başına getirildikten sonra da Avrupa'daki bağlantılarından yararlanmıştır. Nitekim ''Fotoğrafın evrensel bir dil yetisi olduğu görüşü, yalnızca Sergi'nin konseptini haber vermemiş aynı zamanda sergilenecek fotoğrafları seçmekte Steichen'e yol göstermiştir. O'nun amacı, dünyanın çevresindeki hayatın görüntülerini, fotoğrafçılar tarafından dünyanın çevresinde görüldüğü gibi sergilemektir. Yanı sıra, Steichen, II.Dünya Savaşı'nın transformasyona uğrattığı ülkelerde ve henüz yeniden yapım aşamasındaki birçok yerde bunun kolay bir iş olmayacağının son derecede farkındaydı''... 1952 yılında Avrupa'yı ziyaret etti. Yirmi şehir dolaştı. Editörlerle, küratörlerle, fotoğrafçılarla görüştü. Kayda değer bulduğu fotoğrafları topladı. Avrupa Fotoğrafı'nı mükemmel bir şekilde inceledi. Sonuçta, 1953 yılında Modern Sanat Müzesi'nde Post War European Photography / Savaş Sonrası Avrupa Fotoğrafı adlı sergiyi organize etti. (Kristen Gresh, ''The European Roots of Family of Man''History of Photography, Vol.29, n.4, Winter 2005, Taylor and Francis, s.331) Sergi'nin dünya turunu, USIA (United States Information Agency/Birleşik Devletler Enformasyon Ajansı) tarafından organize edilmiştir. Serginin her durağı bir başka fenomendir. Fotoğrafları görmek için akın eden seyircilerin arasında, diplomatlar, hükümdarlar, liderler de vardır. Dünya, İnsanlık Ailesi fenomenini evrensel bir hümanist eylem gibi yaşamış ve katılmıştır. Sergi'nin yanı sıra sergi turunun fotoğrafları, Belgesel Fotoğraf bağlamında değerli bir rezervdir. Sergi, Roland Barthes, Susan Sontag, Alan
Sekula, Geoffrey Batchen gibi kuramcılar tarafından tartışılmıştır. Bugün bu tartışmalar, ''Fotoğrafın Anlamı'''nı estetik araştıranlar için ilginç ipuçları vermektedir. Sergi'nin enstalasyon ve koreografi niteliğini taşıyan tasarımı -bu tasarımın nedeni Steichen'in, Stieglitzile birlikte Secessionist döneminde etkilendiği Richard Wagner'in Gesamtkunstwerk / Şiir, Drama, Müzik, Görsel Sanatlar ve Dans'ın birleştiği bütünsel eser anlayışına bağlanabilir (Katharine Hoffman, ''Sowing the Seets / Setting the Stage: Steichen, Stieglitz and Family of Man, History of Photography, Vol.'9, n.4, Winter 2005, Taylor and Francis, s.321) - sergileme teknikleri ve müzeoloji alanında klasik bir örnek haline gelmiştir. Sergi, 1994 yılında, Lüksemburg'da bulunan Chateau Clervaux'da müzeleştirilmiştir. 2003 yılında ise Unesco'nun ''Dünya Hafızası'' kayıtlarına geçmiştir. Günümüzde İnsanlık Ailesi tarihsel konumunun yanı sıra kendine özgü bir kültürel yapılanmadır. Formalist prensip: John Szarkowski (1925-2007), 1962-1991 yılları arasında, New York Modern Sanat Müzesi Fotoğraf Departmanı'nın Edward Steichen'den sonraki küratörüdür. The Photographer's Eye / Fotoğrafçının Gözü (1966) ile Looking At Photographs (1973) adlı aynı adlı sergilere ait katalog çalışmaları, birer klasik şaheserdir. Szarkowski'ye göre: ''Gerçekten fotoğraf diye bir şey vardır.''... Ve O, küratör olarak, ''bu eğlenceli aracın ne olduğu, bununla ne yapabileceğimiz, hangi potansiyellere sahip bulunduğu.... potansiyeli keşfetmek için enerjilerin nasıl sarfedildiği, söz konusu evrimsel oluşum çizgisi... hakikat... fotograf olanaklarının büyük jenetik havuzuna ilişkin genel jenerik problemin ''peşine düşmüştür. O'na göre ''Fotoğraf'ta formalist yaklaşım, söz konusu medyumun, anında anlaşıldığı gibi esas ya da önyargıya dayalı kapasitesini keşfetmeyi denemekle ilgilidir.'' (Geoffrey Batchen, Burning Desire, The MIT Press, Cambridge, 1999, s,14) Szarkovski'nin saf bakışı, adeta Stieglitz ve Steichen'in geliştirdiği straight vizyonunun kültürel bir tezahürüdür. Ele aldığı her fotoğraf onun için yeni bir başlangıçtır. Seçimleri ve açıklamaları asla görsel temsil labirentlerine uğramaz Hatta -acaba bir şaka yapabilir miyim? Yapısalcı, Post-Yapısalcı, Postmodern spekülasyonların ardından hayatta kalmamızı sağlar!... O, Önce fotoğrafın teknik özelliklerini açıklar, teknik ve estetik açıdan tarihsel konumunu belirler, fotoğrafta neyin görüntülendiğini sarih bir şekilde ifade eder ve evrensel görsel kültür ve estetik tecrübe ile bağlantılarını kurar ve Fotoğraf Kavramı'nı determine eder.1990 yılında US News and World Report'a göre: ''Szarkovski'nin düşüncesi, Amerikalılar bilsin bilmesin 23
bizim fotoğrafa ilişkin düşüncemiz haline gelmiştir. O,sarsılmaz bir tarih bilincine sahiptir. Evrime inanır. Gerçek bir demokrattır.Bu nedenle Gary Winogrand, Diane Arbus, Stephen Shore vb gibi birçok devrimci bakış vizyonumuzu zenginleştirmiştir.
øøø
Evet, bu alıntı kolajından konumuzu bir kez daha tanımlamaya çalışırsak: Küratörlük, -Aktüel akademik ve metodolojik spekülasyonlara bağımlı bir kendini ifade etme serbestisi değildir. -Rölativizmin kavramsal bir teyidi değildir. -Katatonik bir muhalefet değildir. -Hümanizmin bir kitsch - konsensüs gibi yorumlanması vesilesi de değildir. -Popüler bir emprezaryoluk gösterisi değildir. -Postmodern anakronizme dayalı bir zaman yolculuğu değildir. -Üçüncü Dünya'da yetenek avcılığı yapan emperyalist bir lütufkarlık değildir. -Eski Doğu Bloku'nun harabeleri üzerinde bir hayatta kalma şovu değildir. -Herhangi bir kültür bakanlığının paket programları ile şirketimiz, kuruluşumuz, kurumumuz arasındaki kültürel işbirliği değildir. -Radikal dayanışmalar, feminist kooperatifler vb.gibi çoğulcu / çoğul oluşumlar küratörlüğün ruhuna ve mantığına aykırıdır. -Bir Pygmalion metaforu değildir. -İnsanlık ailesi adına Masumiyet'in kaybedildiğini itiraf fırsatı değildir. -Bizans entrikası hiç değildir. Peki nedir? -Küratörlük: sırası değişebilir; Sanat Tarihi, Arkeoloji, Müzeoloji, Felsefe, Mimari, Psikoloji, Antropoloji, Pedagoji hatta Siyasal Bilgiler, Uluslararası İlişkiler, İşletmecilik disiplinlerinden birinde, bir lisans, diğerinde bir yüksek lisans, diğerinde bir doktora derecesine sahip olmağı gerektirir. Küratörlük akademisyen, konservatör, eleştirmen... gibi konumlar arasında bir salınım performansıdır. Marifetleri atmosfer yaratmaktır. Ancak müze, galeri, enstitü, arşiv vb.gibi asude mekanlarda tecrübe kazanma zorunluluğu vardır. Romantik bir ifade ile onların öncelikli sorumluluğu Mnemosyne'ye ve Musalar'a karşıdır. İster istemez kozmopolit, poliglot bir yaşantıları vardır. Fotoğraf küratörlüğü ise, bu verilerin ışığında tabii bir uzmanlık sorunudur. Simber Atay ESKİER 24
e-Panel Yazısı Tülay Çellek KÜRATÖR, ORGANİZATÖR, SERGİ KOMSERİ VE ASPİRİN Resim – İş Bölümünde okurken bir akademisyen, “Tuval çakacaksın, bezi gereceksin, resim yapacaksın, sergileyeceksin, pazarlayacaksın… Bunların hepsini sen yapmak zorundasın. Bu durumda resim yapmaya ayıracağın zaman ciddi bir şekilde azalıyor. Halbuki bizim işimiz salt resim yapmak olmalı,” derdi durmadan. İlave ederdi, “yurt dışında böyledir. Sen resmini yaparsın sadece.” Almanya’da okuduğu için oradan örnek verirdi. Tabii tuval satılıyor ama geçimini sanattan sağlayanlara, özellikle işin başında olanlara oldukça pahalı geliyor sanatın malzemeleri. Bu durumda aspirin gibi her derde deva olmak üzere tüm işlerinizi siz yapmak durumunda kalıyorsunuz. Birkaç yıl önce bir panele gitmiştim. Konu başlığı “Eleştiri”ydi sanırım. Konu farklı olmasına karşın aynı soruna değinilmişti. Panelin sonunda ABD de Grafik Tasarım eğitimi alan genç de aynı şeylerden bahsetmişti. “Yapıtın tanıtımı, eleştirisi bile burada sana düşerken yurt dışında bunlar profesyoneller tarafından yapılıyor, siz bölük pörçük olmadan çalışıyor, üretiyorsunuz.” Demişti. Eskiye göre başta sinema olmak üzere sanatın diğer alanlarında da eleştirmen sayısı çoğaldı ve küratörler de… Bir de diğer yüzü var olayın. Bu anlamda bazen iyiler yetenekliler kenarda, pazarlamayı - pazarlatmayı bilenler ise piyasayı kaplamış olabiliyorlar. Çağ adeta iyiyi, güzeli yapma çağı değil, satma – tanıtma - reklam çağı oldu çıktı. Resimde, görsel alanda olduğu gibi müzik alanında da uç noktalara dayandı bunlar… İçi boş şeyler, biçimi boşça sunulmaya ve sürekli tüketimin değişim çılgınlığına bulaştı baştan sona kadar her şey. Adı da değişti durdu. Müzikte; Pop müzik, Türk hafif müziği vs. olarak… Bunları organize eden birileriyle ve deliklerden içeri sızıp akıp giden, yok olan birileri var. Eğer Organize eden, seçici olan hem insan hem bilgi, birikim olarak nitelikliyse seçilip yaşama sunulanlar kalıcı oluyor. Bu durumda aslında küratör - kollayıcı çok önemli.
Evet, bunun boyutu tartışılmalı günümüz Türkiye ve dünyasında. 5–6 yıl önce bir sergilemede bir gence, “çalışmasını neden böyle sergilediğini” sorunca aldığım yanıt beni oldukça rahatsız etmişti. “Küratör öyle istedi, benim düşüncem değildi.” Demişti, çünkü. İşte sorun burada başlıyor. Küratörlüğün krallığa dönüşmesinde… Küratör sanatçının üzerinden bir etiket, bir gelir sağlıyor, bununla yetinmeyip bir hegemonya kuruyor. Doğru başlangıç, yanlış yerde bitiyor ne yazık ki çoğu kez. Ayrıca yine bir topluluk oluşacak ki iltifatcılık vs. yaparak küratöre iş kabul ettirebilsinler. Üstelik küratörün her beğendiği iyi, beğenmediği de kalitesiz demek değildir. O zaman dışarıda kalacaklar ne olacak? Bu arada galericiler, sanatın salt gelir getirmesine baktığı sürece özellikle gençler nasıl yaratımlarını sergileyecek, sanatseverlere. İnsanlara nasıl ulaştıracaklar ve nasıl var olacaklar? Küratör tabii ki olmalı. Ama kendilerini getirdikleri boyutta tartışılması koşuluyla… Yönetimlerde de böyledir. Koltuk, etiket gibi geçici şeyler, insanlık gibi kalıcı olması gereken şeyleri alıp götürür çoğu kez. O zaman sanat ya da bilim nereye gidiyor, diye bakmadan önce insanlık nereye gidiyor diye bakmalı durmadan… Güç gösterilerinin yanında güzelliklerin de yaşandığı dünyamızda. Eski tarih: 20–01–2004 / İSTANBUL Yeni tarih: 17 – 02 – 2010 Tülay ÇELLEK Grafik Tasarım Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Bilgisayar ve Öğretim Tek. Eğitimi (YZ) Öğr. Gör.
øøø
Bir organizatör, düzenleyici, kolaylaştırıcı, planlayıcı gerekli olayları organize edecek, bir yerlere taşıyacak. Küratör de gerekli, sanatçının zamanının çalınmasını engelleyip yaratılarını sergileme girişimlerinde bulunacak. Gerekirse fikir ve önerileriyle sergilemede katkısı olacak. Ama burada belirleyicilik sınırı, boyutu çok önemlidir. Bunu yapmak sanatçıyı sıfırlamak değil eş değerde, ortaklaşa bir projeyi yaşama sunmak öncel olmalıdır. 25
e-Panel Yazısı Vehbi Koca
yanında disiplin ve prensiplerinden de asla ödün vermemelidir. Vehbi KOCA
Küratör’ün Latince “Curatus” den geldiğini ve anlam itibariyle müze, galeri veya arşiv sorumlusu ve yöneticisi anlamına geldiğini biliyoruz. Özellikle son yıllarda önemi ve işlevi artan küratörlük, beraberinde olumlu olduğu kadar olumsuz tartışmalara da neden olmuştur. Sözgelimi, bu işin hafife alındığı ve aslında bu konuda, bu işi bilmeyenlerin de küratörlüğe soyundukları ve işi basite indirgedikleri eleştirileri mevcuttur. Bu olumsuz eleştiriler ve bakış açısına rağmen, Türkiye’de de bu konuda birikim ve potansiyele sahip küratörlerin sayısının çoğaldığını görüyorum. Yurt dışındaki okullarda, küratörlük önemli ve saygın bir bölümdür. Özel bir ilgi ve bilgi alanıdır aynı zamanda. Yani bu işin bilimsel anlamda eğitimi yapılır oralarda... Bu konuda ülkemizde bir kaç üniversitenin eğitim verdiğini biliyorum.
øøø
Küratörlük neden önemlidir ve bir küratör nasıl olmalıdır? Sanat’ın, günümüzde, artık farklı endüstrilerle boy ölçüştüğü ve kendi başına bir ekonomik ve kültürel boyut yarattığı düşünüldüğünde, “Küratörlük”ün ve “Küratör”ün işlevi daha önemli bir hale gelmektedir. İşin sanatsal olduğu kadar, ekonomik boyutu da önemlidir artık. Konsept, sponsorluk ve planlama bu işin olmazsa olmazlarıdır. Bırakın kıtalar arası sergi organizasyonlarını, İstanbul’un karşı yakasında bile kapsamlı sergi düzenlemenin hiçte kolay olmadığı düşünülürse, bu mesleğin önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Küratör, sanatın farklı disiplinlerine açık ve global ölçekte yoğun bir birikime sahip olmasının yanı sıra, ülkelere göre farklılıklar gösteren, bürokrasinin mantığına da vakıf olmalıdır aynı zamanda. Yukarıda vurguladığım önemli noktaların yanında, bir küratörde olması gereken ve okullarda öğretilmeyen bir boyut daha var ki bana göre en az, işin eğitim ve kültür boyutu kadar önemlidir. Bir küratör ‘Ego free’ ve sağlam bir sinir sistemine sahip olmalıdır. Sanatın bütün disiplinlerine dair bilgi birikimi, geniş bir network potansiyeli ve teknoloji bilgisi onu ötekilerden farklı kılar. Sanat teorisi ve kritik üzerine yetkin donanıma da sahip olmalıdır. Süreç içinde oluşabilecek polemikleri çözebilen yazılı ve sözel anlamda iletişim kurabilen bir küratorün başarısız olması mümkün değildir. Demokratik ve tarafsız olması bir zorunluluktur. Mesleğe bir güç aracı olarak değil sanata dinamizm ve rekabet üreten bir bakış açısıyla bakmalıdır. Küratör bütün bu saydıklarımın
26
e-Panel Yazısı Yusuf Öcel Küratörlük Kavramı müzecilikle iç içe olan bir kavramdır. Müzecilik batıda eskiden soyluların kişisel zevkleri için sanat eserlerinin toplanması olarak başlamış ve modern dünyanın oluşumuyla klasik müzecilik yerini çağdaş müzecilik anlayışına terk etmiştir. Bu süreçte soylular için yapılan iş yeni bir anlayışla kendi içinde branşlaşma süreci yaşamıştır. Artık her konuya ait bir müze olmuştur. Bu süreç bireylerin sanat, bilim ve tarih konularıyla ilgili olarak istedikleri bilgiye bir noktadan erişim olanağı sağlamıştır. Bu değişim müzeciliğin çağdaş yapıya dönüşmesi yada çağdaş müzecilik olarak tanımlanır. Müzenin yönetimi müze müdürüne bırakılırken eserlerin bulunması, bakımının takibi ve sergilenmesi konusunda görevlendirilen kişi de küratör olarak tanımlanır. Küratör bakan bakıcı anlamını da kapsamaktadır. Aynı zamanda küratör ortak konularda eserleri bir araya getirerek koleksiyonlar yapmasıyla birlikte bunların sergilenmesini sağlar. Küratör sanatçı ile kitleler arasında bir yerde durur. Bir koleksiyonun ya da bir serginin oluşturulabilmesi için mutlaka tarih, felsefe ve sanat eğitimi gerekmektedir. 20 yy. sürecinde Avrupa ülkelerini dolaşan kendi müzeleri için eserler arayan küratörler kendi aralarında ilişkilerin ilerlemesini sağlarken birçok sanatçıyla görüşmeler yaparak yeni ilişkiler kurmuşlardır. Sadece kendi müzeleri için çalışan bu küratörler zaman içinde değişim göstermiştir. Klasik olarak bulunduğu kentte eserlerini sergileyen sanatçılar, gelişen dünya ilişkilerinin de etkisiyle gerek kendi ülkelerinde gerek farklı ülkelerde eserlerini sergilemek istemeleri bu konuda ilgili ve bilgili olan ve müze bünyesinde görevli küratörlerle ilişki kurulması sonucunu yaratmıştır. Bu durum küratörleri sanatın etkili bir sergilenme ile sanatseverlerle buluşmasının bir aktörü olmalarını sağlamıştır. Küratör tanımlaması Avrupa'nın değişik ülkelerinde aracı, sergi komiseri, sanat yönetmeni, organizatör ve sergi yapımcısı anlamına gelebilecek tanımların sadece bir tanesidir. Daha sonraları küratör tanımı genel bir tanım olarak hepsini kapsayacak şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Yüklenilen görevlerde aynı şekilde değişmiştir. Önceleri sadece sanat eserlerinin sergilenmesi ve bir yerden başka bir yere taşınması rolünü taşıyan küratörler daha sonra sergileme şekillerinin izleyici üzerindeki etkisini fark ederek çağdaş sanatı yeni ve farklı sergileme biçimleri ile sunmaya başladılar. Günümüzde küratör tanımı bir serginin ilk olarak düşüncede kurgulanmasında başlayarak bitimine kadar ki sürecini oluşturan kişidir. Bu süreç konseptin oluşması, konsepte uygun sanatçıların davet edilmesi
ve eserlerin üretilmesini kapsayan bir süreçtir. Bu tek bir sanatçının sergisini kapsayabileceği gibi ortak konsept üzerine kurulmuş ve bir çok sanatçının katıldığı bir sergi içinde yapılır. Sanat galerilerinin tek konsept çerçevesinde bir çok sanatçıyı bir araya getirerek sergi oluşturmaları ve ülkelerin sanat ve kültür Bienal'leri düzenlemeleri sonucunda küratörlük sanat dünyasının bir parçası olmuştur. 1970'li yılları sanatçılar açısından sanat eserinin yanı sıra sergilenme biçiminin de önem kazandığı yıllar olarak görüyoruz. Sanat kendi içerisinde ayrı bir üretim süreci olarak var olurken buna sergileme biçiminden satışına kadar uzanan başka bir süreç eklenmiştir. Bu süreci belirleyen ise artık küratörler olmuştur. Bu gelişim ile beraber sanatın üretimini yapanlar ayrı bir süreci tamamladıklarında eserlerini küratörlere teslim ederek eserlerinin sunumunu ve pazarlanmasını başkalarına bırakarak bir rahatlık dönemine girmişlerdir. Bu durum önceleri bir rahatlık olarak göründüyse de küratörler sanat galerilerinin temsil ettiklerinden galeri sahiplerinin talepleri doğrultusunda hareket etmeye başlamışlardır. Günümüzde küratörlerin tek seçici olmaları bazı sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Genç sanatçılar tanınma ve lanse edilme sürecinin küratörlerin elinde olmasından dolayı itiraz etmemekte, tanınmak için küratörlere yakın durmayı tercih etmektedirler. Tanınmış sanatçılar arasında küratörlerden uzak durmayı tercih edenler hatta kendi sergilerinin küratörlüğünü kendileri yapan sanatçılarda olmuştur. Sanatçı küratör ilişkisi ciddi anlamda sorunlar taşımaktadır. Bu sorunların en önemlisi tek seçiciciktir. Tek seçici olmayı önce tek sanatçının eserlerinin sergilenmesi temelinde inceleyecek olursak sergi konseptinin önceden belirlenmesi ile beraber küratör üretim sürecine de müdahaleler de bulunmakta ve sanatçının özgür eserler üretmesinde sıkıntılar yaratmaktadır. Bu sıkıntıları tek konsept temelinde bir çok sanatçının davetle eserleriyle yer aldığı sergilerde de görmek mümkündür. Bu konuda küratörlerin yaklaşımı bunun bir zorunluluk olduğu ve bunun serginin başarısını pekiştirdiği şeklinde özetlenebilir. Eserlerin üretimindeki yaklaşımı da müdahale değil münazara etmek olarak tanımlamaktadırlar. Bu yaklaşımın karşısında ise sanatçı bu müdahaleyi özgürce yaşanması gereken üretim sürecindeki özgürlüğü ortadan kaldırdığını düşünmektedir. Aynı zamanda küratörün varlığının sanatçının varlığından kaynaklandığını ifade etmekte ve küratörlerin bu durumu dikkate alması gerektiği şeklindedir.
27
Yukarıda aktardıklarım İstanbul merkezli sanat aktivelerinin basına yansıyan haber, yorum ve röportajlardan edinebildiğim düşüncelerdir. Ben küratörün sanatçının varlığından dolayı var olduğunu unutmadan sanatçıyı ve sanatçının eserlerini kitlelere ulaştırmada en iyi sunumu yapması gerektiğini savunuyorum. Küratör sanat konusunda eğitim almış olmak zorunda ancak küratörlük özelinde bir eğitim var mı bilemiyorum. Türkiye de galerilere bağlı yada serbest çalışan küratörlerin sanat konusunda birikimli olduklarını düşünüyorum. Her biri bir veya birden fazla dalda eğitim almış görünüyor. Ancak bu eğitimler illaki mekteplimi olmalı şeklindeki bir soruya hayır derim alaylı olarak ta yetişmiş kişilerinde yapabileceğini düşünüyorum. Şimdiye kadar genel anlamda küratörlüğü kendimce aktarmaya çalıştım. Buradan yola çıkarak “fotoğraf ta küratörlük nasıldır?” sorusuna bir cevap bulmaya çalışayım. Ben buradaki amacı dergininde yapısından dolayı ''fotoğraf dünyasında küratörlük'' olarak tanımlamayı doğru buluyorum. Öncelikle küratörün sanat konusunda eğitimli olmasının altını bir kez daha çizmek isterim. Fotoğrafta küratörlük sadece sergileri düzenleme şeklinde değildir. Küratörlük fotoğraf seçimi, sunulması, sergilenmesi ve kitaplaştırılması süreçlerinin birinin ya da hepsinin tüm sürçlerini kapsamaktadır. Fotoğrafçı belirlenen konsept çerçevesinde çalışırken çektiği karelerle duygusal bir ilişki kurmakta ve çektiği fotoğrafların hepsini beğenme hatasına düşmektedir. Dolayısıyla fotoğraf seçiminde fotoğrafçının düştüğü duygusallığın karşısında durarak bir denge oluşturur. Fotoğrafın sunu/slayt olarak paylaşılması, sergilenmesi ve kitaplaştırılması süreçlerini ayrı ayrı irdelemeye çalışacağım. Fotoğrafçı bu paylaşım araçlarından sadece birini tercih ettiği gibi hepsini bir bütün olarak ta kullanabilmektedir. Bu süreçlerin hepsinde küratöre ihtiyaç olduğunu düşünmekteyim. Ben gazetecilikteki gibi 5 n 1 k mantığı gibi bir mantık ile irdelemeye çalışacağım. Bunu 2 n 1 k olarak tanımlıyorum. Neyi, nasıl ve kime aktaracağız şeklindedir. Bunu da sıralama olarak neyi kime ve nasıl sıralaması içinde bakmaya çalışacağım. Sunu/slayt sunumunda ilk hazırlık proje/ konsept içeriği ve bu içeriği anlatabilecek fotoğrafların çekilmesi fotoğrafçının inisiyatifindedir. Fotoğrafların seçilmesi ile ilgili sürecin başlamasıyla küratör devreye girer. Neyi seçecektir? Öncelikle teknik ve içerik olarak ele alınan fotoğrafların seçimi yapılır. Kime göstereceğine bağlı olarak kaç fotoğraf olacağı, geçiş süreci, geçiş biçimleri tespiti ve bunun devamında müzik seçilir. Seçilen müzik ile etki gücünün azami bir
güce dönüşmesi amaçlanır. Fotoğrafların geçiş süreleri ve geçiş biçimleri ile birlikte süreç sona erer. Bu sürecin tamamlanması ise nasıl sunacağımızın sonuçlanmasıdır. Küratörün bu süreçlerin hepsinde etkili olabilmesi için fotoğraf ile ilgili bilgi, izleyicinin kaç saniye sabit bir görüntüye bakabileceği, fotoğrafların içerdiği konuyu bilmesi ve müzik konusunda bilgi sahibi olmasını gerektirir. Bilmezse küratör olamaz mı elbette olur. Etkili olacak işleri uzmanlarına ayrı ayrı yaptırabilir kendisi koordinatör görevi taşır. Bence bu da küratörlüktür. Günümüzde herkes her şeyi bilmekten uzaktır dolayısıyla uzmanlarla çalışılabilir. Önemli olan ne yapmak istediğini bilmektir. Ancak bir gönüllülük işi olan ve bundan manevi tatmini parasal getirinin önünde tutan fotoğrafçılar açısından bu süreçte harcanacak paranın dikkatle harcanması gerekmektedir. Sergi maliyetlerinin yüksekliği öncelikli olarak fotoğrafçının sunu/slayt yapmayı tercih etmesine sebep olmaktadır. Fotoğraf ta resim, heykel ve diğer sanatlar gibi para edebilir noktaya geldiğinde sergi ağırlıklı tercihlerle karşılaşacağız. Sergi sürecinde fotoğrafların seçimi aynı olmakla birlikte fotoğrafın sayısı sergi alanına uygun sayıda seçilir. Burada fotoğrafların içeriğine bağlı olarak sergide kullanılacak dekor, ışık, yerleştirme biçimleri, çerçeve kullanılıp kullanılmaması, hangi ebatta çerçevenin kullanılacağı, fotoğrafların ebatları ve serginin girişinden sonuna kadar gezilirken bırakacağı etki ve bu etki güçlendirecek fonda çalacak müziğin seçimi de önem kazanmaktadır. Bunların uygulanması ve etkili bir sergi olmasını sağlamak küratörün görevidir. Kitabın hazırlanması içerik olarak fotoğrafçının konseptini / projesini daha ayrıntılı anlatma olanağı sağlar. Bu süreçte küratörün görevi farklılaşır. Daha önceki sunu/slayt ve sergi süreçlerindeki müzik, dekor vs'nin seçimine gerek kalmamıştır. Burada fotoğrafların konu bütünlüğüne uygun olarak fotoğrafların seçimi, sıralaması, kitabın ebadı, kullanılacak kağıdın özellikleri ile kitabın kapak düzenlenmesi küratörün sorumluluğundadır. Projenin/konseptin kitlelerle buluşmasını bu seçeneklerin sadece birisi ile yapılabileceği gibi iki seçenekli yada üçünün birlikte yapılması da mümkündür. Bunların tercini fotoğrafçı ve küratör ekonomik yapıya uygun olarak belirlerler. Sonuç olarak sanatçının kitlelerle buluşmasında küratör neredeyse sanatçı kadar sorumluluk taşımaya başlamıştır. Bu sorumluluk sanat konusunda birikimi gerekli kılmakla birlikte bunlara ek olarak sunum biçimleri ile ilgili olarak ta bilgi birikimini zorunlu kılmaktadır. Sanatçı ve küratör arasında bazı dönemler sıkıntılar oluşuyorsa da bu ilişki sanatçının üretme sürecini özgürce yaşadığı ve küratörün bunu en iyi 28
şekilde sunması çerçevesinde kaldığı sürece bir bütünsellik oluşturacaktır. Çağımızda sanatçı ve küratör birbirini tamamlayan faktörler olarak sanatın kitlelerle buluşmasının vazgeçilmez aktörleridir. Yusuf ÖCEL
øøø
29
HER HAKKI SAKLIDIR © Bu yayında yer alan Yazılı ve Görsel Eserlerin Bütün Hakları ve Sorumluluğu Eser Sahiplerine Aittir. Eserlerin İzinsiz Olarak Kısmen veya Tamamen Kopyalanması ve Kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına Göre Suçtur.
30