facebook.com/KitapOburlari twitter.com/KitapOburlari www.kitapoburlari.org
HİÇLİĞİN KIYISINDA
Orijinal Adı: The Edge of Never Yazarı: J. A. Redmerski Genel Yayın Yönetmeni: Mustafa Güneş Editör: Gökçe Çiçek Çeviri: Süreyya Çalıkoğlu Redaktör: Nilüfer Savaşer Nişli Kapak Uygulama: Duygu Serin Basım yılı: 2014 ISBN: 978-605-5358-56-3 Yayınevi Sertifika No: 20610 © 2012, J.A. Redmerski Türkçe Yayım Hakkı: Kayı Telif ve Lisans Hakları Ajansı Tic. Ltd. Şti.aracılığıyla, © Mürekkep Divit Bas. Yay. San. Dış. Tic. Lt. Şti. Ephesus Yayınları, Mürekkep&Divit Yayın Grubu’nun tescilli markasıdır.
Baskı: Gülmat Matbaacılık 2. Matbaacılar Sitesi E-Blok No:4 (1NE4) Kat:3 Topkapı/İstanbul Tel: 0 (212) 577 79 77 Cilt: Yıldız Mücellit Davutpaşa Cad. Emintaş Kazım Dinçol San. Sitesi 2. Bodrum No:81/25 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 5013117- 6131733 Yayımlayan Mürekkep Divit Bas. Yay. San. Dış. Tic. Lt. Şti. Moda Cad. Uşaklıgil Apt. No: 108 Daire: 3 Kadıköy/İstanbul Tel/Faks: (0216) 550 55 44 www.ephesusyayinlari.com / info@ephesusyayinlari.com
Çeviri Süreyya Çalıkoğlu
YAY I N L A R I
Âşıklara, hayalperestlere ve henüz ikisini de gerçekten yaşamamış olanlara…
CAMRYN
1. Bölüm
Natalie saçındaki buklelerden birini tutmuş, on dakikadır
kıvırıp duruyordu ve bu hareketi beni sinir etmeye başlamıştı. Başımı sallayıp buzlu kahvemi aldım ve pipeti dudaklarımın arasına yerleştirdim. Natalie karşımda dirseklerini küçük yuvarlak masaya dayamış, çenesini bir eline yaslamış halde oturuyordu. “Şahane bir şey,” dedi sıraya henüz giren çocuğa bakarak. “Ciddiyim Cam, şuna bir bakar mısın?” Gözlerimi devirip kahvemden bir yudum daha aldım. “Nat,” diyerek içeceğimi masaya bıraktım, “Senin bir sevgilin var zaten. Her dakika hatırlatmak zorunda mıyım?” Natalie şakayla karışık burun kıvırdı. “Kendini annem mi sanıyorsun?” Ama o seksilik abidesi, kasada durmuş, kahve ve çörek siparişi verirken gözlerini benim üzerimde tutması pek mümkün değildi. “Hem, zaten Damon başka erkeklere bakmama aldırmaz. Her gece onunla yattığım sürece bana karışmaz.” Ona bir püflemeyle karşılık verdim, yüzüm kızarmıştı. “Ha ha, gördün mü?” dedi kocaman bir gülümsemeyle. “Seni güldürebildim işte.” Uzanıp elini küçük mor çantasına soktu. “Bunu not etmem lazım.” Telefonunu çıkarıp elektronik not defterini açtı. “15 Haziran, Cumartesi.” Parmağını ekranda gezdiriyordu. “Saat 13:54. Camryn Bennett cinsel içerikli şakalarımdan birine güldü.” Sonra telefonu çantasına 9
HİÇLİĞİN KIYISINDA
koyarak, terapi havasına girmekte olduğunu gösteren düşünceli bir ifadeyle bana baktı. “Şuna bir kerecik baksan ne olur ki?” Şakacılığı kaybolmuştu. Sırf onu memnun etmek için, açıyı çocuğa şöyle bir bakabileceğim şekilde dikkatle ayarlayarak hafifçe başımı çevirdim. Çocuk kasadan uzaklaşırken içeceğini tezgâhın üzerinde kaydırıyordu. Uzun boyluydu. Elmacık kemikleri mükemmel derecede şekilliydi. Mankenlerinkini andıran büyüleyici yeşil gözleri, dik duran kahverengi saçları vardı. Natalie’ye dönerek, söylediklerini kabul ettim. “Evet, çok seksi. Ne olmuş?” Natalie ancak, çocuğun kapıdan çıkıp uzaklaşmasını camdan izledikten sonra bana dönüp cevap verebildi. “Sana inanamıyorum!” Kocaman açılmış gözleri şaşkınlıkla doluydu. “Alt tarafı bir çocuk işte Nat.” Pipeti yine dudaklarımın arasına aldım. “Alnına ‘kancayı taktım’ yazılı bir tabela bile koyabilirsin. Çocuğa öyle bir kanca attın ki, ağzından salyalar akmadığı kaldı.” “Dalga mı geçiyorsun sen benimle?” Yüzündeki ifadesi sadece yaşadığı şoku yansıtıyordu. “Camryn, senin ciddi bir sorunun var, farkındasın değil mi?” Sandalyede arkasına yaslandı. “İlacını arttırman lazım. Çok ciddiyim.” “Nisandan beri ilaç almıyorum ki.” “Ne? Neden?” “Çünkü çok saçma,” dedim sakin bir tavırla. “İntihara meyilli değilim, o yüzden ilaç almam için bir neden yok.” Bana bakarak başını iki yana sallayıp kollarını göğsünde kavuşturdu. “Sen onları sırf intihara meyilli olanlara verdiklerini mi sanıyorsun? Hayır. Yok öyle bir şey.” İstemsiz olarak bana doğru uzattığı parmağını derhal kollarıyla oluşturduğu 10
J. A. REDMERSKI
düğümün içine sakladı. “Kimyasal dengesizlik midir nedir, öyle bir şeyler için veriyorlar.” Natalie’ye bakıp sırıttım. “Ya, öyle mi? Sen ne zaman akıl sağlığı ve yüzlerce farklı hastalık için yazılan reçeteler konusunda eğitim gördün?” Kaşlarımı hafifçe, bahsettiği konu hakkında hiçbir fikri olmadığını bildiğimi belli edecek kadar kaldırdım. Cevap vermek yerine yüzünü buruşturunca, konuşmaya devam ettim. “Kendi kendime, yavaş yavaş iyileşirim ben, bunun için ilaca ihtiyacım yok.” Yaptığım açıklama gayet nazik başlamış, ama sona ermeden önce, beklenmedik bir şekilde sertleşmişti. Bu çok sık oluyordu. Natalie içini çekti, yüzündeki gülümseme tamamen silinmişti. “Özür dilerim,” dedim, ona çıkıştığım için kendimi kötü hissediyordum. “Bak, haklı olduğunu biliyorum. Duygusal sorunlarımın ciddi olduğunu inkâr edemem. Bazen tam bir cadı olduğumu da biliyorum…” “Bazen mi?” diye mırıldandı alçak sesle, ama sırıtmaya başladığına göre beni affetmişti. Bu da çok sık oluyordu. İsteksizce gülümsedim. “Sadece yanıtları kendim bulmak istiyorum, anlıyorsun değil mi?” “Ne yanıtı bulacaksın?” Bana sinirlenmişti. “Cam,” dedi. Düşünceli görünmek için başını yana eğmişti. “Bunu söylemek hiç hoşuma gitmiyor, ama oluyor böyle şeyler. Bunları aşman gerek. Seni mutlu eden şeyler yaparak, mutsuz eden şeylerin canına okuman lazım.” Tamam, belki de Natalie bu terapi konusunda sandığım kadar kötü değildi. “Haklısın, biliyorum, ama…” 11
HİÇLİĞİN KIYISINDA
Natalie tek kaşını kaldırmış bekliyordu. “Ne? Hadi söyle, tutma içinde.” Bir an gözlerimi duvara dikip düşündüm. Sık sık oturup hayatı düşünüyor, her yönünü merak ediyordum. Burada ne halt ettiğimi merak ediyordum, hatta bunu o anda, neredeyse kendimi bildim bileli tanıdığım bu kızla kafede otururken bile merak ediyordum. Dün neden önceki sabah kalktığım saatte kalkıp, bir önceki gün yaptıklarımın aynısını yapma ihtiyacı duyduğumu düşünmüştüm. Neden? Bir parçamız içten içe serbest kalmak isterken bizi hep aynı şeyleri yapmaya mecbur eden neydi? Bakışlarımı duvardan en yakın arkadaşıma çevirdim, söyleyeceklerimi anlamayacağını biliyordum, ama sırf içimde kalmasın diye konuştum. “Çantanı sırtına alıp dünyayı gezmek nasıl olur, hiç düşündün mü?” Natalie’nin yüzü ifadesizleşti. “Şey, pek düşünmedim, ne bileyim… Berbat bir şeydir herhâlde.” “Bir an düşün,” deyip masaya yaslanarak bütün dikkatimi ona verdim. “Sadece sen, sırt çantan ve içindeki birkaç gerekli eşya. Fatura yok. Her sabah aynı saatte uyanıp nefret ettiğin bir işe gitmek yok. Sadece sen ve önünde uzanan dünya. Bir sonraki günün neler getireceğini, kiminle tanışacağını, öğlen ne yiyeceğini, nerede uyuyacağını bilmiyorsun.” Bu tasvirlerde kaybolduğumu, muhtemelen o an kafayı bir şeylere takmış gibi görünenin ben olduğumu fark ettim. “Beni korkutmaya başlıyorsun,” dedi Natalie, masanın diğer tarafından bana şüpheyle bakıyordu. Daha önce kaldırdığı kaşını indirip diğeriyle aynı hizaya getirdi. “Tabii onca taban tepmeyi, tecavüze uğrayıp öldürüldükten sonra bir yol kenarına atılma ihtimalini de düşünmek gerek. Onca yolu yürümek…” 12
J. A. REDMERSKI
Deliliğin sınırında olduğumu düşünüyordu belli ki. “Hem bu da nereden çıktı?” diye sorup içeceğinden bir yudum aldı. “Orta yaş krizi muhabbetlerine benziyor, ama sen daha yirmi yaşındasın.” Tekrar parmağını uzattı, söyleyeceklerini vurgulamaya çalışır gibiydi. “Hayatında tek bir fatura da ödemiş değilsin.” Bir yudum daha aldı ve ardından iğrenç bir şapırtı duyuldu. “Ödemedim belki,” dedim alçak sesle, “ama seninle oturmaya başlayınca ödeyeceğim.” “Doğru,” deyip parmak uçlarıyla bardağına vurmaya başladı. “Her şeyi yarı yarıya bölüşeceğiz… Dur bir dakika, beni ekmiyorsun değil mi?” Natalie donup kalmış, garip bir ifadeyle bana bakıyordu. “Hayır, ekmiyorum. Haftaya annemin evinden ayrılıp kaltağın biriyle yaşamaya başlayacağım.” “Seni sürtük!” diyerek güldü. İsteksizce gülümseyip Natalie’nin anlayamadığı şeyleri bir kez daha düşünmeye koyuldum. Ian ölmeden önce bile alışılmışın dışında fikirleri olan biriydim. Natalie’nin, beş yıllık sevgilisi Damon konusunda yaptığı gibi, oturup yeni seks pozisyonları hayal etmek yerine daha önemli şeylerin, daha doğrusu benim dünyamda önemi olan şeylerin hayalini kurardım. Başka ülkelerdeki havanın tenime değince hissettireceklerini, okyanusun kokusunu, yağmur sesinin neden nefesimi kestiğini düşünürdüm. “Amma derin hatunsun.” Damon bana bu cümleyi defalarca söylemişti. “Offf!” dedi Natalie. “İnsanın içini karartıyorsun, farkındasın değil mi?” Dudaklarının arasında pipet varken başını iki yana salladı. 13
HİÇLİĞİN KIYISINDA
Birden “Haydi yürü,” deyip ayağa fırladı. “Felsefî muhabbetlerine de, seni iyice beter eden bu tuhaf mekânlara da dayanamayacağım. Bu gece The Underground’a gidiyoruz.” “Ne? Hayatta gitmem ben oraya.” “Hayır. Gideceksin.” Bardağını bir iki metre ötedeki çöpe fırlatıp bileğimi yakaladı. “Bu sefer benimle gideceksin, çünkü en yakın arkadaşımsın ve bu kez hayır cevabını kabul etmiyorum.” Ağzını sıkıca kenetlemiş halde gülümsüyor, bu gülümseme hafif bronzlaşmış yüzünün her tarafına yayılıyordu. Ciddi olduğunu biliyordum. Gözlerinde ne zaman heyecan ve kararlılıkla dolu bu bakış belirse ciddi olduğunu anlardım. Muhtemelen bu kez onunla gidip kurtulmak daha kolaydı, yoksa başımın etini yiyecekti. En yakın arkadaşınız ısrarcı bir tip olunca, hoşlanmasanız da bazı şeylere katlanmanız gerekiyordu. Ayağa kalkıp çantamın askısını omzuma taktım. “Saat daha iki,” dedim. Kahvemin sonunu içip bardağı çöp kutusuna attım. “Evet, ama önce gidip sana yeni bir kıyafet almamız lazım.” “Hayır,” dedim kesin bir tavırla, ancak Natalie beni cam kapıdan, esintili yaz havasına çıkarmaya başlamıştı bile. “Seninle The Underground’a gitmem yeterince büyük bir iyilik zaten. Alışverişe katiyen gitmem. Bir sürü kıyafetim var.” Kaldırımda dizili parkmetrelerin yanından yürürken Natalie koluma girdi. Sırıtarak bana bakıyordu. “Tamam. O halde, en azından seni kendi gardırobumdan giydirmeme izin ver.” “Benim kıyafetlerimin nesi varmış?” 14
J. A. REDMERSKI
Dudaklarını büzüp böyle saçma bir soru sorduğum için beni sessizce azarlar gibi çenesini kaldırdı. “The Underground’dan bahsediyoruz herhâlde,” dedi. Sanki bundan daha bariz bir yanıt veremezmiş gibiydi. Tamam, belki de haklıydı. Natalie’yle birbirimizin en iyi arkadaşıydık, ama bu, büyük ölçüde zıtların birbirini çekmesinden doğmuş bir yakınlıktı. O, Dövüş Kulübü filminden beri Jared Leto’ya âşık bir rock’çıydı, ben ise cenaze törenleri dışında nadiren koyu renk kıyafet giyen, rahat bir tiptim. Natalie’nin sürekli siyahlar giydiğini, garip emo saçları olduğunu söylemiyorum, ama onu öldürseniz benim gardırobumdan bir şey giymezdi, çünkü fazla sade ve basit olduklarını söylerdi. Kimse kusura bakmasın, ama ben aynı fikirde değildim. Giyinmeyi biliyordum ve erkeklerin, en sevdiğim kot pantolonum üzerimdeyken popoma nasıl baktıklarına dikkat ettiğim zamanlarda, kıyafetlerimle hiçbir sorunları olmadığını öğrenmiştim. Ama The Underground, Natalie gibilerin takıldığı bir yerdi ve ortama uyum sağlamak için bir geceliğine onun gibi giyinmeye tahammül etmem gerekecekti. Modayı takip eden biri değildim, hiçbir zaman da olmamıştım. Ama çirkinliğimle dikkat çekmek yerine diğerlerine uymamı sağlayacaksa, birkaç saatliğine olmadığım birine dönüşecektim tabii. Natalie’nin yatak odası titizlik sıfatının tam tersine lâyıktı, bu da tamamen farklı olduğumuz noktalardan biriydi. Ben kıyafetlerimi renklerine göre gruplayıp asarken, o kendininkileri yatağının ayakucundaki sepette haftalarca bırakır, sonra kırıştıkları için bir kez daha yıkamak zorunda kalırdı. Ben odamın tozunu her gün alırdım. Natalie’nin ise hayatında toz aldığını sanmıyordum, tabii dizüstü bilgisayarının klavyesinde birikmiş beş santim tozu temizlemeyi saymazsanız. 15
HİÇLİĞİN KIYISINDA
“Bu sende harika durur,” diyerek ince, yarım kollu, dar, beyaz, önünde Scars on Broadway yazan bir tişörtü gösterdi. “Vücuda tam oturuyor ve senin göğüslerin şahane.” Tişörtü göğsüme yaslayıp üzerimde nasıl duracağına baktı. İlk seçiminden memnun kalmadığım için homurdandım. Gözlerini devirip omuzlarını düşürdü. “Peki,” deyip tişörtü yatağın üzerine attı. Gardıroptan bir tane daha çıkarıp aynı zamanda kandırma taktiklerinden biri olan kocaman gülümsemesiyle bana gösterdi. Dişlerinin göründüğü bu gülümsemeler, onun çabalarını boşa çıkarmamı zorlaştırıyordu. “Önünde rastgele bir grubun adı yazmayan tişörtlere baksak?” “Ama Brandon Boyd bu,” derken gözleri yuvalarından fırlıyordu neredeyse. “Brandon Boyd’u nasıl sevmezsin?” “Tamam, fena değildir, ama göğsümde reklamını yapacak değilim.” “Keşke kendisi bizzat göğsümde olsaydı,” dedi. Bir yandan dar kesimli, V yakalı tişörtü ilkine yaptığı gibi hayranlıkla inceliyordu. “Bunu sen giy o zaman.” Bana bakıp bu fikri tartıyormuş gibi başını salladı. “Evet, giyeyim en iyisi.” Üzerindeki bluzu çıkarıp dolabın yanındaki çamaşır sepetine attıktan sonra Brandon Boyd tişörtünü kocaman göğüslerinin üzerine geçirdi. “Sana çok yakıştı,” dedim. Üzerini düzeltip kendine aynada, değişik açılardan hayranlıkla bakmasını izliyordum. “Evet, bu adam bana çok yakıştı.” “Jared Leto ne der bu işe?” Natalie kahkahayı basıp uzun, koyu renk saçlarını arkaya attı ve saç fırçasına uzandı. “O her zaman benim bir tanem.” “Peki ya Damon? Hani şu hayalî olmayan sevgilin?” 16
J. A. REDMERSKI
“Kes artık,” dedi, bir yandan da aynadaki yansımadan bana bakıyordu. “Eğer Damon hakkında böyle dırdır etmeye devam edersen…” Saçını fırçalamayı bırakıp döndü ve bana baktı. “Damon’dan hoşlanıyor musun yoksa?” Başımı aniden geriye attım, kaşlarımı öyle bir çatmıştım ki neredeyse sımsıkı bir düğüm haline geldiklerini hissediyordum. “Saçmalama Nat. O da nereden çıktı?” Natalie gülüp saçını fırçalamaya devam etti. “Bu gece sana birini bulacağız. İhtiyacın olan şey bu. Bütün sorunların çözülecek.” Sessizliğimden, çok ileri gittiğini hemen anlamıştı. Bunu yapmasından nefret ediyordum. Neden herkesin biriyle beraber olması gerekiyordu ki? Bu saçma bir hayal, zavallı bir düşünce tarzıydı. Fırçayı şifonyerin üzerine bırakıp bana döndü, yüzündeki şakacı ifadeyi silerek derin derin içini çekti. “Böyle söylememeliydim, biliyorum. Yemin ederim çöpçatanlık yapmaya falan kalkmayacağım, tamam mı?” Teslim olur gibi iki elini de havaya kaldırmıştı. “Sana inanıyorum,” dedim, içtenliğine teslim olmuştum. Bu yeminin onu tamamen durdurmayacağını biliyordum, tabii. Belki doğrudan doğruya birini bana ayarlamaya kalkmayacaktı. Tek yapması gereken, oradaki çocuklardan birini gözüne kestirdiğinde Damon’a bakıp kirpiklerini kırpıştırmaktı. Damon kendisinden bekleneni hemen anlardı. Ama onların yardımına ihtiyacım yoktu. Hiç kimseyle takılmak falan istemiyordum. “İşte,” dedi Natalie, kafası gardırobun içindeydi. “Bu bluz mükemmel!” Döndüğünde elinde siyah, bol bir bluz vardı ve 17
HİÇLİĞİN KIYISINDA
omuz kısımlarındaki kumaş miktarı gerekenden çok azdı. Önünde GÜNAHKÂR yazıyordu. “Hot Topic’ten almıştım,” diyerek bluzu askısından çıkardı. Bu bluz seçme işini uzatmak istemediğim için üzerimdekileri çıkarmaya başladım. “Siyah sutyen,” dedi Natalie. “İyi seçim.” Bluzu giyerek aynaya baktım. “Hadi, söylesene,” dedi. Kocaman bir gülümsemeyle arkamda duruyordu. “Beğendin, değil mi?” Hafifçe gülümseyip arkamı döndüm ve bluzun eteğinin kalçalarımı ne kadar açıkta bıraktığına baktım. Arkadaki AZİZE yazısını o zaman fark ettim. “Tamam, beğendim.” Dönüp ona sert bir ifadeyle baktım. “Ama gardırobunu talan etmeye heveslenecek kadar değil, o yüzden fazla ümitlenme. Ben sevimli gömleklerimle gayet mutluyum, teşekkür ederim.” “Senin kıyafetlerinin şirin olmadığını söylemiyorum ki, Cam.” Sırıtarak sırtıma uzandı ve sutyenimin lastiğini çekip bıraktı. “Sen her zaman seksisin, Damon’la çıkmasaydım seninle olurdum.” Ağzım açık kalmıştı. “Hastasın sen!” “Biliyorum.” Aynaya doğru döndüm, pis pis güldüğü sesinden bile anlaşılıyordu. “Ama gerçek bu. Daha önce de söylemiştim ve şaka yapmıyordum.” Şifonyerdeki saç fırçasını alırken başımı iki yana sallayıp gülümsemekle yetindim. Damon’la yaşadıkları kısa ayrılık sürecinde Natalie bir kızla sevgili olmuştu. Ama sonra, kendi sözleriyle, ‘hayatını bir kızla geçiremeyecek kadar penis meraklısı’ olduğunu iddia etmişti. Natalie gerçek bir sürtük değildi, hatta ona böyle hitap ederseniz suratınıza 18
J. A. REDMERSKI
yumruğu yerdiniz, ama her erkeğin hayal edeceği bir nemfoman sayılırdı. “Şimdi de makyajını yapayım,” diyerek tuvalet masasına gitti. “Hayır!” Natalie, sanki o annemmiş, ben de terbiyesizlik eden çocuğuymuşum gibi, ellerini kum saatine benzeyen beline koyup gözlerini açarak bana baktı. “Bu işi zor yoldan mı halletmek istiyorsun?” diye sordu. Pes ederek, tuvalet masasının pufuna oturuverdim. “Neyse ne,” deyip başımı kaldırarak yüzümü rahatça görebilmesini sağladım. Artık yüzüm Natalie için boş bir tuvalden farksızdı. “Gözlerimi rakun gibi yapma ama, tamam mı?” Çenemi sertçe kavradı. “Sus artık,” derken belli belirsiz gülümsediğini saklamaya ve ciddi görünmeye çalışıyordu. Çarpıcı bir aksan ve boştaki elinin gösterişli jestleriyle konuşmaya devam etti. “Biğ sanatçının eseğleğini oğtaya koyması için sessizlik geğekir. Buğayı ne sandınız, Detroit’teki bir mahalle kuaföğü mü?” Natalie işini bitirdiğinde tıpkı ona benzemiştim, tabii kocaman memeleri ve ipeksi kahverengi saçları hariç. Benim saçlarım, bir sürü kızın sahip olmak için kuaförlere avuç dolusu para ödeyeceği bir sarıydı ve sırtımın ortasına kadar uzanıyordu. İtiraf edeyim, kusursuz saçlara sahip olacak kadar şanslıydım. Natalie saçımı açık bırakırsam daha güzel olacağını söyledi. Ben de dediğini yaptım. Başka seçeneğim yoktu. Natalie öyle korkutucuydu ki… Beni bir rakuna çevirmemiş, ama koyu renk far sürerken pek de cimri davranmamıştı. “Sarı saçla koyu gözler,” dedi, bir yandan da koyu, simsiyah bir rimeli kirpiklerime sürüyordu. “Acayip seksi.” Önü açık sandaletlerimi de çıkarttırıp 19
HİÇLİĞİN KIYISINDA
dar kotumun paçalarını güzelce kavrayan sivri topuklu botlarını giymemi söyledi. “Amma seksi hatunsun,” dedi beni süzerek. “Bunu kabul ettiğim için bana borçlusun,” dedim. “Ne? Ben mi sana borçluyum?” Başını yana eğdi. “Hayır şekerim, hiç sanmıyorum. Bu gece bitmeden sen bana borçlanmış olacaksın, çünkü gayet iyi vakit geçireceksin ve seni oraya daha sık götürmem için bana yalvaracaksın.” Kollarımı göğsümde kavuşturup kalçamı çıkararak şakacı bir tavırla dudağımı büktüm. “Orasını bilmem, ama peşin hükümlü davranmayıp iyi vakit geçirmeyi umacağım.” “Güzel,” dedi, bir yandan da botlarını giyiyordu. “Gidelim artık, Damon bizi bekliyor.”
20