Kördüğüm Ön Okuma

Page 1



facebook.com/KitapOburlari twitter.com/KitapOburlari www.kitapoburlari.org



Kördüğüm Özgün Adı | Unravel Calia Read Yayına Hazırlayan | Tuğçe Nida Sevin Redaksiyon: Tuğçe Aysu Kapak Uygulama | Şükrü Karakoç Grafik Uygulama | Kübra Tekeli Yayınevi Logosu | Ömer Aydoğdu Kapak Görseli | thinstockphotos.com 1. Baskı, Ocak 2015, İstanbul ISBN: 978-605-5016-23-4 Türkçe Çeviri © İnci Nazlı, 2014 © Yabancı Yayınları, 2015 © Calia Read, 2014 Sertifika No: 11407 Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz. Bu eser Nurcihan Kesim Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır. YabancıTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 www.yabanciyayinlari.com – www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97 Sertifika No: 29652



Calia Read

KÖ RDÜ ĞÜM Çeviren

İnci Nazlı


.


Kördüğüm için övgüler... “Naomi’nin hepimizi inandırmak istediği bir hikâyesi var ama size bunu anlatamam, okuyup kendiniz öğrenmelisiniz. Fakat size şunun sözünü verebilirim; Kördüğüm’ün belirsizliğinde kaybolacak, tutkusuyla yanacak ve kitabın sonunda şaşkına döneceksiniz. Bu kitap kesinlikle BÜYÜLEYİCİ!” –The Codex Blog ‘‘Dâhiyane, sürükleyici ve şaşırtıcı bir kurgu. Kitabı bitirmeden uyuyamayacaksınız. Kesinlikle muhteşem!’’ – Kitap Kedi Kahve ‘‘2014’de okuduğum en farklı, en vurucu kitaplardan biri. Bir romans kitabı olmanın çok ötesinde, gerçeklerle sanrıların birbirine karıştığı bir kördüğüm. Bayılacaksınız!’’ – Yorumbaz “Kördüğüm, beceriyle örülmüş güzel bir kurgu ile çarpıcı karakterlerin harika birleşimi! Sizi hüzünlü bir rüyadan uyandıracak bu sonu beklemeyeceğinizi garanti ediyorum.” – Romancekolik “Kitaba başlar başlamaz sayfalarda kaybolarak kendinizi düşü ve gerçeği ayırt edemeyecek bir boşlukta bulacaksınız. Kanınızı donduracak bu muhteşem kurguyu kendinizi kaybetmeden okuyabilmeye cesaretiniz olacak mı?” – Kitap Telvesi


.


1

CAMDAKİ NEFES

Pencereden dışarı, uçuşarak yere düşen kar tanelerine bakıyorum. Özgürlüğe yanıp tutuşur hâlde yüzümü cama dayıyorum. Ama dışarıyla arama giren engel ince bir cam tabakası değil; gerçeklik. Çoğu insan gerçeğin küçük narin bir kuş olduğuna inanır. Zararsız olduğunu düşünür. Ama ben onların bilmediği bir şey biliyorum. Cesaret edip de ellerini bedenlerinden çekebilirlerse o küçük kuşun gitmiş olduğunu fark edecekler. Tenlerini delip geçmiş, ruhlarının ta içine, en çok acıyan yerine göç etmiştir. İşte bu yüzden ben buradayım, onlar ise burada değiller. Alnımı pencereye dayayıp cama hohluyorum. Buğu oluşuyor ve çetelem görünüyor. Bir işaret daha koyuyorum cama. Otuz gün. Fairfax Ruh Sağlığı Enstitüsü’ne mahkeme kararıyla yatırılışımdan beri 30 gün. 720 saattir her sabah gözlerimi tanımadığım bir odaya açıyorum. 720 saattir her saatte bir hemşireler odama girip 9


çıkıyor. 720 saattir, sanki tek başına kalmaya güvenilemeyecek küçük bir çocukmuşum gibi her saat başı denetleniyorum. Pencerede gezinen, dışarıdaki dünyaya çıkmak için çılgınca bir yol bulmaya çalışan sineği izliyorum. “Ben onu çoktan denedim aptal.” Parmağımla cama vuruyorum. “Bu pislikleri sıkı tutturmuşlar.” Sinek beni duymuş gibi hareket etmeyi kesiyor. Er ya da geç, dışarı çıkmanın bir yolunu bulacak o. Koyu ve güçlü bir kıskançlığın bedenim boyunca aktığını hissediyorum. Şu böceğe avucumu yapıştırıp kaçma şansını tamamen yok etmek istiyorum. İşte hayatım bu noktaya geldi. Kahrolası bir sineği kıskanıyorum. Birisi kapıma tak tak vuruyor. Bir, iki, üç… Üç, benim hemşiremin sihirli sayısı. Sanki bu birkaç saniye kendisini diğer tarafta göreceklerine hazırlamasına yetecekmiş gibi. Mary kapı girişinde duruyor. Kısa kahverengi saçlarını ve renkli önlüğünü süzüyorum. “Ziyaretçin var,” diyor. Pencereden uzaklaşıyorum. Kalbim her günkü aynı monoton ritimle atıyor ama saniyeler sonra hızlanıyor. Tonu farklı gibi. Donuk değil. İlginç, yeni ve heyecan verici. Güzel. Ve bunun sadece bir anlamı olabilir. Lachlan Halstead. Odadan çıkmadan önce başımı çevirip omzumun üzerinden bakıyorum. Sinek gitmiş. “Şanslıymış,” diye mırıldanıyorum odamdan dışarı çıkarken. Eğer deliliğin var olup olmadığından şüphesi olan varsa, tam buraya bakmaları yeterlidir. Delilik her odada kol geziyor. Steril koridorlar boyunca akıp her bir hastaya ya10


pışıyor ve umutlarını söküp alarak üzerlerini çaresizlikle kaplıyor. Bazıları tepki vermiyor. Ama verenler, çığlık atıyorlar. Bağırtıları tüm binada yankılanıyor. Hemşireler koridorlarda koşuyor ve birkaç saniye sonra o çığlıklar inlemelere dönüşüp sonra da kesiliyor. Buraya ilk geldiğimde bu çığlıklar içimi ürpertiyordu. Ama şimdi alıştım. Mary ve ben koridorda yürürken yanımızdan bir hemşireyle kumral bir kadın geçiyor. Adımlarım yavaşlıyor. Kumral kadına bakıyorum. Saçları kısa kesilmiş. Teni solgun ama florasan ışığının altında teninin rengi sarı bir ton alıyor. Vücudu bir deri bir kemik. Kollarının her yerinde iğne izleri var, her biri kendi hikâyesini anlatıyor. Göz göze geliyoruz. Ruhu gözlerinden dışarı parlıyor ve soruyor: “Nasıl oluyor da hâlâ yaşıyorum ben?” Cevabım yok. Mary kilitli iki kapının önünde duruyor. Dört rakamlı bir kod giriyor ve kapılar yavaşça açılıyor. Sanki cehenneme giriyormuşuz gibi. Dinlenme odası Fairfax Ruh Sağlığı Enstitüsü’ndeki en kasvetli yer. Burası herkesin bir araya tıkıştırıldığı oda. Mary beni ileri itekliyor. Güneşlikler açık, gün ışığı içeri doluyor ve ten rengi linol* yer döşemelerini göz alıcı bir beyaza çeviriyor. Oda boyunca şuraya buraya masalar serpiştirilmiş. Birkaç kişi oturmuş masa oyunu oynuyor veya duvara monte edilmiş televizyonu izliyor. Haberlerin sesi öyle kısık ki altyazı koymuşlar. Ama çoğu kişi hiçbir şey yapmıyor; sadece bomboş gözlerle önlerine bakıyorlar. Etrafım harcanıp giden zihinlerle dolu. * Linol : Yer muşambası –yhn 11


Ama beni deliliğin kıyısından uzakta tutan biri var ve benden sadece birkaç adım ötede duruyor. Lachlan’ı izlerken vücudum rahatlıyor. Pencerelerin yanındaki bir masada oturuyor. Dışarıyı izlerken kalın kaşları aşağı eğiliyor. Bronz eli uzanıp koyu mavi ipek kravatını gevşetiyor. Kahverengi saçları hâlâ kısa ve birkaç teli alnına düşüyor. Gözümü kaparsam, karşımdaki sadece yaşının verdiği saflıkla ukalaca gülümseyen bir çocuk. İnce yapılı. Kalbimi çalan en iyi arkadaşım. Ama gözlerimi açtığımda o görüntü kayboluyor ve önümde koca bir adam duruyor. Ukalalığı tecrübe karşısında buharlaşıp gitmiş. Vücudu dolgunlaşmış. Ve artık sadece kalbimin değil, ruhumun da sahibi. O her zaman benim bir parçam olmuştur ve bir insana bu kadar yakınken acınızın ona sıçramamasını bekleyemezsiniz. Biliyorum ki benim mutsuzluğum onun da mutsuzluğu. Odanın diğer tarafına doğru yürüyorum. Lachlan hâlâ dışarıya bakıyor. Gözlerimi kısıp onun bakışlarını pencerenin en yakınındaki çıplak ağaca kadar takip ediyorum. Her zaman baktığım aynı ağaç. Dalları yapraklarından soyunmuş ve rüzgârdan eğiliyor. Son bir haftadır alt dallardan birindeki donmuş su damlasını izliyorum. Hâlâ orada, düştü düşecek gibi sarkıyor. Cılız dal rüzgârda sallanıyor ama damla olduğu yerde kalıyor. Eğer bir buz saçağı dayanabiliyorsa, belki ben de bir parça kalmış sağlam aklıma tutunabilirim. Lachlan’ın karşısındaki sandalyeyi çekiyorum. Gözleri gözlerimle buluşuyor. Sinirlerim şoka giriyor âdeta. Kan beynime çıkıyor. “Nasılsın?” diye soruyor. Ayaklarımı sandalyenin ucuna koyuyorum. Çenemi dizlerimin üstüne yerleştirip gözlerimi ona dikiyorum. Sık 12


sık ziyaretime geliyor. Ama bu ziyaretler arasındaki zaman gitgide artıyor gibi. “İki gün önceki gibi,” diyorum. Lachlan bana bakıyor. Gözleri keskin. Onlardan hiçbir şey kaçmıyor. “Doktorunla mı konuştun?” Gözlerimi ondan kaçırıp pencereden dışarı bakıyorum. Yılgınca iç çekiyor. Ellerini saçında gezdiriyor. “Seni özlüyorum Naomi.” “Ben de seni özlüyorum.” Sesim titriyor. “Buraya ait olmadığını biliyorsun, değil mi?” Başımı sallıyorum. “Öyleyse çabalayıp iyileşmen gerek.” Lachlan bir sirki izliyormuşçasına odada etrafa bakınıyor. Dişlerini sıkıyor. “Seni burada bırakıp gitmek beni öldürüyor.” Uzanıp elimi Lachlan’ın elinin üstüne koyuyorum. Elime bakarken göz kapakları gözlerinin üstüne düşüyor. Elini çevirip parmaklarını bileğimde gezdirince tenim alev alıyor. Avuçları yukarı dönük şekilde duran elleri benim ellerimi kavrıyor. “Beni seviyor musun?” Doğrudan Lachlan’ın gözlerine bakıyorum. “Sevdiğimi biliyorsun.” Sözlerimin ona umut vermiş olması lazımdı ama o sadece kederli görünüyor. “Beni seviyorsan iyileşmen gerek.” “Deniyorum,” diye yineliyorum. Elimi çekmeye çalışıyorum. Lachlan elimi daha sıkı tutuyor. “Hayır, denemiyorsun.” “Tüm olanları görmezden gelemem,” diyorum güçlü bir fısıltıyla. Öne eğiliyor, yüzü yüzümden birkaç santimetre uzakta. “Sana savaşı bırakmayacağımı söylemiştim. Bu işte yalnız olmadığını söylemiştim, sen ise dağıldın.” Elimi hızla çekiyorum. Bırakıyor. Birçok şeyle baş ede13


bilirim ama bu sözleri onun ağzından duyduğumda kalbimden bir parça kopartılmış gibi hissediyorum. Gözlerini masaya dikiyor, önceden üzerinde ellerimizin kenetlendiği masaya. “Bu seni mahvediyor,” diye mırıldanıyor. “Benim bildiğim Naomi asla bu kadar kolay pes etmezdi. Şimdide kalmak için savaşırdı.” “Savaşıyorum. Etrafına bak, Lach,” diyorum. “Burada nasıl bunca zaman kalabildim sanıyorsun?” “Neden burada olduğunu biliyor musun?” diye soruyor sertçe. Tek kelime etmiyorum. “Dağıldığın için buradasın.” Ürperiyorum, çünkü ister doğru olsun ister yanlış, Lachlan’ın sözlerine karşı çıkamam. Sonuçta aklı başında olan oymuş gibi duracak. Benim sözlerim daha ağzımdan çıkmadan onunkiler mantıklı gelecek. Kalp atışlarım kulaklarımda gümbürdüyor ve etraf bulanıklaşıyor. Hüzünlü gözleriyle aynada kendisine bakan bir kadın görüyorum. Ve Max’in yatakta benim yanımda yattığını… Hızlı bir hareketle onun üzerindeyim ve o da belimi kavrıyor. Ve sonra görüntü kayboluyor. İnildeyerek avuçlarımı gözlerime bastırıyorum. “Naomi, bana bak.” Ellerimi indiriyorum. Lachlan karşımda oturmuş bana dikkatle bakıyor. Eli boynumunda. Başparmağı tenimi sıvazlıyor ve bedenim ürperiyor. “Şu anda benimle misin?” diye soruyor. Evet… Hayır… Belki. Hergün benim için bir bilinmezlik. Hergün sanki etrafım yoğun bir sisle çevriliymiş gibi bir hisle uyanıyorum ve bir parçamın eksildiğini biliyorum ve nerede olduğunu bilmiyorum. 14


Lachlan’a dürüstçe cevap veriyorum. “Şimdilik evet.” Gözlerime bakarken iki saniyelik bir duraksama yaşıyor. Midemi burup kanımın damarlarımda gürül gürül akmasına neden olan bir duraksama. Ağzı açılıyor ama hiçbir ses çıkmıyor. Kendi duygularıyla savaşıyormuşa benziyor ama o kaybederken ben seyrediyorum. Gözleri gözlerime kenetleniyor ve beni dudaklarımdan sertçe öpüyor. Hemen kendime geliyorum. İyi bir öpücük de böyle etki yapmalı zaten. Dudaklarınız birleştiği anda size hitap etmeli. Düşünmezsiniz. Tepki vermezsiniz. Hissedersiniz. Ben ve Lachlan için bu hep böyle olmuştur. Bu öpücükten duyabildiğim tek şey şu: “Beni unutma. Ben gerçeğim.” Bildiğim tek şekilde, eskiden Lachlan’ın bana gösterdiği şekilde karşılık veriyorum. Elleriyle yüzümü sabit tutuyor. Dudaklarımı onun dudakları üstünde oynatırken dudaklarının baskısı azalıyor. Bir ses çıkarıp yüzümü daha da sıkı kavrıyor. Bu daha önce kim olduğuma dair anıları canlandırıyor. Anılar projektörle yansıtılmış gibi gözlerimin önünden geçmeye başlıyor. Her birinde Lachlan var. Bir tarlada ikimiz roketleri ateşliyoruz. Yıldızları seyrederken güneş doğana kadar konuşuyoruz. Kendimi dertsiz tasasız ve çok mutlu bir hâlde gülümserken görüyorum. Kısa bir anlığına huzurlu hissediyorum. Lachlan’ın dili dudaklarımın arasından içeri kayıyor. Ağzımı daha geniş açarken tüm bedenim ürperiyor. Parmaklarım kollarından yukarıya, boynuna doğru çıkıyor. Tam içimde umut parıldamaya başlamışken Mary boğazını temizliyor. Önce Lachlan geri çekiliyor. Gözbebekleri büyümüş, dudakları öpüşmemizden dolayı şişmiş bir hâlde. O öpücüğün tadını biraz olsun yeniden hissedebilmek için dudaklarımı yalıyorum. Mary boğazını bu kez daha sesli bir şekilde temizliyor. Ona bakıyorum. 15


“Bay Halstead,” diyor, “sanırım sizin gitme zamanınız geldi.” Elini ensemden çekiyor. Tenim üşüyor. Lachlan’ın ayağa kalkışını izlerken kollarım takatsizce masaya düşüyor. Mary’ye bakıyor. “Sadece bir dakika daha ver,” diyor. Mary’nin gözleri bir ona bir bana bakıyor. İçini çekiyor. “Bir dakika,” diye uyarıp uzaklaşıyor. Lachlan bana doğru eğiliyor. Gözlerimi masadan ayırmıyorum, ama gözlerime yaşlar doldukça masanın pürüzsüz yüzeyi bulanıklaşmaya başlıyor. Korkunç bir şey olmak üzere. Hissedebiliyorum. “Ben böyle devam edemem,” diyor. Ona bakıyorum. Gözlerindeki acıyı görüyorum. “Ziyaretime gelmene ihtiyacım var,” derken sesim titriyor. “Beni ayakta tutan tek şey bu.” Lachlan camdan dışarı bakıyor. Parmaklarım uzanıp gömleğinin yakasından tutuyor ve onu doğrudan bana bakmaya zorluyorum. “Beni terk edemezsin.” Gergin bir sessizlik sarıyor etrafımızı. Kirpiklerinin ardından bana bakıyor; ifadesi sert. Parmakları birer birer bileklerimi kavrıyor. Kati bir şekilde parmaklarımı gömleğinden çekiyor. “Seni terk etmiyorum. Yapmak isteyeceğim son şey bu. Ama sana yardımcı olduğumu zannetmiyorum. Her şeyi daha kötü bir hâle soktuğumu düşünüyorum,” diyor yavaşça. “Yardımcı oluyorsun,” diye ısrar ediyorum. “Sen ziyarete geldiğinde her şey daha iyi oluyor.” Lachlan hiçbir şey söylemiyor. “Sadece kötü bir gün geçiriyorsun. Ben de kötü bir gün geçiriyorum. Yarın daha iyi olacak ve-” 16


Başını çeviriyor. Bakışlarını görüyorum. Söylediklerimin bir anlamı yok. Fikrini değiştirmeyecek. Etrafımdaki her şey kaotik bir karmaşaya döndüğünde o hep sağlam durmuştu. Şimdi ise dünyamı darmadağın ediyor. Cehennemde olmak böyle bir his olmalı. Öyle olsa gerek. Ciğerlerim daralıyor. Nefes alamıyorum. Avuçlarımla gözlerimi ovalıyorum, kabullenemez bir hâlde başımı ileri geri oynatıyorum. Eğer Lachlan gelmeyi keserse olacaklardan korkuyorum. Akıl sağlığım pamuk ipliğine bağlı. O donmuş su damlası düşmeden önce ben düşerim. Ellerini omuzlarımda hissetmek sarsılmama neden oluyor. Bir kez sıkıyor omuzlarımı. Ellerimi masada tutmak için zorluyorum. Elleri kayıp gidiyor. İşte gidiyor Lachlan, hayatımdan çıkıp gidiyor. Sandalyemde dönüyorum. “Bekle!” Lachlan dönüyor. O anda ben çaresiz bir hâldeyim. Onu kaybettiğimi biliyorum. “Bir yıl önce bana ne dediğini hatırlıyor musun?” diye soruyorum. Çenesini sıkıyor. Uzaklara bakıyor, soruma cevap vermemeye çalıştığını biliyorum ama kendisine engel olamıyor. Öfkeliyken bile aşk en can yakacak şekilde ruhunuzdan tutup çekiştirir sizi. O an yapmak isteyeceğiniz son şey bile olsa önemsemenizi, hissetmenizi sağlar. Sertçe başını sallıyor. “Öyleyse, lütfen, bunu yapma,” diyorum. Bir adım ileri atıyor. “Lachlan,” diye sesleniyor Mary arkasından. Duruyor. Gözlerimle yalvarıyorum. Saniyeler geçiyor ve ben Mary’e defolmasını söyleyecek sanıyorum. Öyle demek istemediğini söyleyecek diye düşünüyorum. Ama yavaşça geri çekiliyor. 17


Dünya ayaklarımın altından kayıp gidiyor. Serbest düşüş halindeyim, çılgına dönmüş bir hâlde beni kurtarabilecek herhangi bir şeye tutunmaya çalışıyorum. Lachlan’ın görüntüsü giderek belirsizleşmeye başlıyor. Ani bir soğuk hava doluyor odaya. Kafatasım ikiye yarılmış gibi hissediyorum. Masaya tutunup yığılıyorum. Masalar ve sandelyeler yok oluveriyor. Duvarlar çatlayıp parçalanıp yere dökülüyor. Zengin kahverengi yeni duvarlar yerden çıkıp yükseliveriyor. Taba renkli linol yerler solup yumuşak beyaz bir halıya dönüşüyor. Pencereler tuz buz oluyor etrafımda. Odaya aniden soğuk hava doluyor. Ellerimle başımı kavrayıp inliyorum. Cam parçaları havada dönüyor. Dağılıp dökülmeden önce santimetre farkıyla beni ıskalıyorlar. Yüksek bir vakum gürültüsüyle koca bir pencere duvarın içine yerleşiyor. Günışığı gidip yerini ayışığının yumuşak parıltısına bırakıyor. Sonra her şey duruyor. Gözlerimi açıyorum. Bir kez kırpıştırıp yavaşça ayağa kalkıyorum. Dinlenme odası yok olmuş. Yüzüm bir aynaya dönük, kendi yansımama bakıyorum. Farklı görünüyorum. Yenilenmiş, mutlu ve hatta güzel görünüyorum. Sarı saçlarım parmak dalgası modeli yapılmış, bir yanı altın renkli bir tokayla yukarı toplanmış. Yanaklarıma renk gelmiş ve gözlerimde hayat var. Tekrar Naomi olmuşum. Üzerimde vücudumu saran bir elbise var. Yana dönünce tüm sırtımın açıkta olduğunu görüyorum. Dikkatim çabucak elbiseden odanın köşesinde oturan adama kayıyor. Max. Onu izlerken dudaklarım yukarı kıvrılıyor, kalbim çarpıyor. Bir ayağını diğer bacağında dizinin üstüne koymuş. İfadesi rahat ve sağ yanağındaki gamze ona çocuksu bir 18


görüntü veriyor. Ama dolgun dudakları hiç de çocuksulukla ilgisi olmayan erkeksi bir gülümsemeyle kıvrılıyor. Ayağa kalkıyor ve beyaz gömleği ile siyah pantolon askılarının üzerine siyah blazerını geçirirken onu izliyorum. Siyah papyonu açılmış, siyah bir kurdele gibi boynundan aşağıya sarkıyor. Saçları dağınık. Ama umrunda değil. Max böyledir. Her bir kuralı çiğner ve kendi yolundan gider. Arkamdan yaklaşırken ceketinin yakasını düzeltiyor. Bedeni bedenimi sarıyor. Başımın üzeri çenesine değiyor. Bu ana bir cankurtaran halatıymış gibi tutunabildiğim kadar uzun tutunuyorum. Hiçbir zaman uzun sürmüyor. Ama onu her gördüğümde bu kez farklı olacağına, beni bırakıp yok olmayacağına ikna oluyorum. Belirgin elmacık kemiklerinin altındaki güçlü çenesini avcuma alıyorum. Teni sinekkaydı traşlı ve güneşten bronzlaşmış. Daha yakına geliyor ve parmak uçları sırtımın çıplak tenini okşuyor. Ürperiyorum. “Güzel,” diye mırıldanıyor. Aynada bize bakıyorum. Bir kaşını kaldırıyor. Dudaklarında tembel bir gülümseme. Saçımı bir tarafa çekip her iki elini de kollarımın etrafından dolayıp ona yaslanmam için kendisine çekiyor. Seve seve yaslanıyorum ve kürek kemiklerim göğsüne değince içimi çekiyorum. Aynadan bana bakıyor ve omzumdan öpmek için yavaşça eğiliyor. Dişleri tenime değiyor. Bir ses çıkarıp başımı daha da yana yatırıyorum. Dakikalar önce Lachlan’ın sorduğu o aynı soruyu soruyor bana. “Beni seviyor musun Naomi?” Bedenim hâlâ ismimi söyleyiş şekli karşısında tepki veriyor. Zar zor yutkunabiliyorum, o yüzden ben de başımı sallıyorum ve o da biraz daha yaklaşıp beni nefes gibi içine çekiyor. 19


Onu seviyorum. En karmaşık, en imkânsız biçimde. Max başını yana eğiyor ve sırıtıyor, sanki ne düşündüğümü biliyor gibi. Eli boynumdan ayrılıp aşağı kayıyor. Büyük, bronz eli kalbimin attığı yere gelip duruyor. Avcu tenimin üzerinde duruyor ve parmakları açılıyor. Benim tepkimi aynadan izlerken bakışları baygın bir hâl alıyor. Burnunun ucunu yanağıma sürtüyor. Yumruklarımı sıkıyorum ve beni elmacık kemiğimin üzerinden öperken büyülenmiş gibi izliyorum. “Beni seviyorsan pes etme,” diyor fısıltıyla. “Söz veriyorum, etmeyeceğim.” Sonra ne olacağını biliyorum. Ve çaresizce bu kez farklı olmasını istiyorum. O yüzden ona iyice yaslanıp kokusunu içime çekiyorum. Steril duvarlar ve küf kokulu bu yerde sıkışıp kaldığım için onun kokusu ferahlık verici. Yok olup gitmeden önce beni sarmalıyor. İşte öylece daha şimdiden solup gidiyorum. Sesim boğazımda düğümleniyor, elimi ona uzatıyorum ama elim havada kalıyor. O yok ve ben düşüyorum. Sırtım sandalyemin arkalığına çarpıyor. Acı ve şok içinde ayağa fırlıyorum. Kalbim göğüs kafesimde küt küt atıyor. Derin, sığ nefesler alarak kalbimi sakinleştirmeye çalışıyorum. “Naomi. İyi misin?” İrkilip yukarı bakıyor ve Mary’nin bana baktığını görüyorum. Cevap vermemi beklerken yüzü endişeli bir ifade alıyor. Yüksek sesle yutkunup başımı sağa sola sallıyorum. Parmaklarımı acıyla bacaklarıma batırırken bedenim birikmiş hüsranla sarsılıyor. “İyiyim.” “İlaç zamanın geldi,” diyor. 20


Ayağa kalkıp başımı sallıyor ve onun peşinden odama doğru gidiyorum. Adrenalin doluyum ve alnımdan terler akıyor. Gittiği hâlde hâlâ duyabiliyorum Max’i. Hâlâ kokusunu alabiliyorum. Hâlâ ellerini tenimde hissedebiliyorum. Max’i uydurmadığımı biliyorum. Hiçbirinin hayal olmadığını biliyorum. Ve beni korkutan şey de tüm bu gerçeklerin hiçbir şeyi değiştirmemesi. Önemli olan tek şey herkesin tamamen sıyırdığımı düşünmesi. Bir de şimdi hep yanımda olan tek insan umudunu kaybediyor. Bu gece, başıma gelenleri düşünmektense ilaçları almayı yeğliyorum. Yarın hikâyemi çözmek için bunu kabulleneceğim. Önce mahvolacağım. O donmuş su damlası gibi, düşüşüm kaçınılmaz. Gidiyor, gidiyor… Gitti.

21


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.