Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı Ön Okuma

Page 1


facebook.com/KitapOburlari twitter.com/KitapOburlari


Yağ murdan K a ç m ayanl arın Şar kıs ı •

••

M elda U y t un


Potkal Kitap Yayınları: 15 Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı Melda Uytun Genel Yayın Yönetmeni Kadir Aydemir Kapak ve İç Tasarım Şendoğan Yazıcı © Delta Yayıncılık, 2013 1. Baskı Eylül 2013 ISBN 978-605-4841-03-5 Baskı Ezgi Matbaacılık San. Ltd. Şti. Sanayi cd. Altay sk. No: 10/A Yenibosna Çobançeşme B.Evler-İstanbul Telefon: 0212 452 23 02 Sertifika No: 12142 Delta Yayınları Teyyareci Hayrettin Sok. Selma Apt. 67 Bakırköy-İstanbul Tel/Faks: 0212 543 36 48 potkalkitap@gmail.com www.potkalkitap.com Yayıncı Sertifika No: 11223 Potkal Kitap Yayınları, Delta Yayınları’nın bir yayın markasıdır.


Yağ murdan K a ç m ayanl arın Şar kıs ı •

••

M elda U y t un

roman



Cennetteki dayım Zafer Şener’e ve beni çok kısa bir süreliğine de olsa teyze yapan yeğenim Çınar Baştürk’e.



Bİ R

BU LU T L A R

“You can laugh A spineless laugh We hope your rules and wisdom choke you” (Exit Music – Radiohead)

1 “Amy, ‘Bence bir John Shooter vardı,’ dedi. ‘Mort’un yarattığı en önemli tipti o. Öyle canlı bir karakterdi ki sonunda gerçek halini aldı.’” Başını, belki milyonuncu kez okuduğu kitaptan kaldırıp duvarda asılı duran antika saate baktı; vakit geçmek bilmiyordu. Oysa her çalışan insan gibi hafta sonunu delice bir sabırsızlıkla bekler, cumartesi gününün neredeyse tamamını yatağında geçirirdi ve ardından gelen pazar günüyle beraber o güzelim hafta sonu çabucak geçip gider, daha dünmüş gibi gelen cuma günleri yerini pazartesi sabahlarına bırakırdı. Üzerinde yılların geçtiği sokağa bakan pencerenin önünde, en rahat koltuğunda oturuyordu fakat bu kez zaman geçmiyordu. Yaklaşık iki saattir yani uyandığından beri yaptığı tek şey buydu. Sabah kafasını bugüne kadar en çok kurcalayan hikâyenin bulunduğu kitabı alıp pencerenin önüne oturmuş, o hikâyeyi bir kez daha okumuştu.


Aslında tek amacı, o cümleye gelebilmekti. Her şeyi anlamlı kılan o cümleye. Bütün karmaşa bir anda anlaşılmazdı; önce bir şeyler yaşamak, acı çekmek, mutlu olmak, üzülmek ve dibe vurmak gerekirdi. Sonra gözlerinizi kurtuluşunuz olacak olan şey her ne ise ona dikip olmanız gereken yere doğru yürümeye, koşmaya ya da tırmanmaya başlardınız. İşte hikâyeyi baştan sona okumasının sebebi buydu. Tökezleyerek yürüdüğü yolları tekrar görüp sonuca ulaşması için. Hem belki bu kez o cümleden başka anlamlar çıkarırdı. “Gerçek halini aldı” dedi yüksek sesle, gerçek kelimesini vurgulayarak. Sonra hatırlayamadığı bir yerde karşısına çıkan başka bir cümle geldi aklına. Kelimelere doğru anlamları yükleyebilmek için cümleyi yüksek sesle söyledi: “Gerçek olmayan bir şeyi hayal edemezsiniz.” Bu iki cümle üzerine günlerce, hatta aylarca düşünebilirdi. Aklını kaçırmazdı belki ama kendi kafasının içinde hayal ettiği herkesin, her şeyin aslında bir yerlerde gerçek olma ihtimali bile yüzünü güldürmeye yeterdi. Sonra neden gülümsediğini anlamayan insanlar ona deliymiş gibi bakar, o da bununla eğlenirdi. İnsanlar. Hayal güçleri daha çok küçükken törpülenmiş ya da tamamen yok edilmiş insanlar nasıl olup da huzurla yaşayabiliyordu, bunu anlamak güçtü. Oysa Ireth küçüklüğünden beri, mecbur olmadığı sürece hayal dünyasından çıkmazdı. O bir hayalciydi. Hayal edebildikleri diğer insanlara ne kadar saçma ya da aptalca geliyorsa o kadar özgürdü. Kaçacak bir yeri olmadan yaşayamazdı, ona sunulan gerçeklerle yetinemezdi. Kendi gerçekliğini yaratmak zorundaydı. Sevmediği bir işte, sevmediği insanlarla çalışıp – daha doğrusu, vakit öldürüp – kendisi için yaptığı tek şey kitap okumak olduğuna göre Ireth’in tek çıkışının hayal dünyası olması oldukça normaldi. Yazmayı da seneler önce bıraktığı için tutunacağı başka hiçbir şey kalmamıştı. “Yazmak,” diye düşündü. Sonra az önce gerçeklerle ilgili tekrarladığı o cümleleri yüksek sesle söylediğinde ne kadar rahatladığını 8

Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı


hatırladı; ondan başka kimsenin yaşamadığı bu bomboş evde kafasının içine sıkışıp kalmanın anlamsız olacağını düşündü. Yüksek sesle; “Yazmak,” dedi, kendisini çevreleyen ve dış dünyadan ayıran duvarlara bakıyordu. “Bir zamanlar ne kadar rahatlatıcıydı. Neden artık işe yaramıyor?” Cevaplamak bir yana, bu soruyu daha önce hiç sormamıştı. Kendine karşı dürüst olması gerekirse, cesaret edememişti. Çünkü bir zamanlar hayata sımsıkı tutunmasının sebebi yazmaktan başka bir şey değildi. Bir gün muhteşem bir kitap yazıp okuyan herkesin hayatını değiştirecek, böylece sonsuza kadar huzurlu kalabilecekti ve iz bırakacaktı. Evet hayatıyla yapması gereken tam olarak buydu. Öylesine yaşayıp gidemezdi. “Ama hayat,” dedi yine yüksek sesle, “bazen beklediğimiz gibi gitmiyor.” Yazmayı bırakmasına sebep olan olayı hatırlayınca gözleri doldu fakat bunları hatırlayıp üzülmesi gereken gün bugün değildi. İç hesaplaşmasını başka bir güne erteleyerek pencereden dışarı baktı, henüz öğle vakti olmasına rağmen hava karanlıktı. Yağmur yağacaktı yine, bu şehirde kasım ayı hep yağmurla gelirdi zaten. “En iyisi kendime kahve yapayım,” dedi yerinden kalkıp elindeki kitabı oturduğu koltuğun üstüne bırakırken. Yağmur, kahve ve kitap birleştiğinde huzur kaçınılmaz olurdu. Fakat öyle anlarda bile hep bir eksiklik vardı; işini, yaptıklarını ve etrafındakileri sevmese de en azından kendine ait bir evi, kitapları, onu yalnız bırakmayan şarkıları vardı. Bunlar mutlu olmak, bir bütünmüş gibi hissetmek için yeterliydi. O halde neden bir türlü öyle hissedemiyordu? “Boş ver,” dedi, kendi kendine konuşuyordu yine. “İşe gitmeyeceğim, o aptal insanları görmeyeceğim ve sevmediğim şeyleri para kazanmak uğruna yapmayacağım bir gün var önümde, fazla düşünerek üzülmek bütün günümü berbat eder.” Kahve suyunun kaynamasını beklerken odasına gidip kütüphanesine şöyle bir göz attı. Neredeyse okumayı öğrendiğinden bu yana satın aldığı, okuduğu Melda Uytun

9


kitaplar buradaydı. Küçükken bazı zamanlar bu kitaplarda anlatılan dünyalardan birinin içine girip hayatının geri kalanını orada sürdürdüğünü hayal ederdi. O zamanlar bu dünyaların gerçek olmadığını çok iyi biliyordu fakat şimdi sorulsa cevap vermeden önce uzun bir süre düşünürdü. Ya “gerçek olmayan bir şeyi hayal edemiyor” isek? Bu varsayımın gerçek yapabileceği dünyaları, karakterleri, olayları düşündükçe içi ısındı. Düşüncelerinden çabucak sıyrılarak mutfağa döndü, kahvesini hazırladı ve keyif yapmak üzere pencere kenarındaki koltuğa doğru yöneldi. Tam o sırada telefonunun çaldığını duydu, elindeki bardağı koltuğun yanındaki küçük sehpanın üzerine bırakarak odasına koştu. Arayan iş arkadaşlarından biriydi. Telefonu açarsa muhtemelen zararlı çıkacaktı, açmadı. Telefon çalmaya devam ederken o salona doğru yürüyordu; “Huzurlu bir cumartesi günü olacak,” diye düşündü fakat hayatı boyunca gerçek huzuru yakalayamayacağından adı kadar emindi. Huzur tek kişilik olamazdı. *** Bir pazar akşamı yağmur yağmasından daha güzel ne olabilir ki, diye düşündü Ireth iki gündür hiç ayrılmadığı koltuğunda oturup dışarıyı izlerken. Çoğu insan yağmuru sevdiğini söylerdi ama pek azı dışarı çıkıp ıslanmaktan mutlu olurdu. Aslında, ondan başka hiç kimsenin böyle hissettiğini düşünmüyordu ve böylesine basit bir düşünce bile kendini yalnız hissetmesine sebep olabiliyordu. İç çekti, birden aklına birkaç gün önce bir yerlerde okuduğu o cümle geldi. “Gökyüzünden birkaç yağmur damlası düştüğünde hemen şemsiyelerine sarılan insanlardan nefret ediyorum, hayata da şemsiye mi açıyorsunuz siz?” demişti yazar, her kim ise. Hayata şemsiye açmak. Belki de hayatında başına gelenlere yağmura davrandığı gibi davransaydı şimdi bu doğup büyüdüğü ve çok sevdiği şehirde, yirmi beş yaşında mutsuz bir insan olarak yaşıyor olmazdı. 10

Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı


Çalan telefonun sesiyle irkilip düşüncelerinden uzaklaştı, arayan, bir önceki gün yok saydığı iş arkadaşıydı. İki gün üst üste arıyor olması normal değildi, genellikle pek fazla sohbet etmezlerdi çünkü. Sadece öğle yemeklerinde ya da iş çıkışlarında planlanan bir şeyler olduğunda bir arada olurlardı. Bu yüzden her ne için arıyorsa, önemli olmalıydı. Ireth telefonu açar açmaz Miriel’in gereksiz heyecan taşan sesini duydu. “Dün seni aradım, neden cevap vermedin? Geri de dönmedin, bir şey mi oldu? Neredesin?” Yine taramalı tüfek gibi konuşuyor, karşıdakine cevap verme fırsatı tanımadan aklındaki senaryoları döküveriyordu. Ireth her zaman olduğu gibi, cevap vermek için sakinleşip susmasını bekledi ve derin bir nefes alarak yalanlarına başladı. “Aradığında uyuyordum, çok geç uyanıp başka işlerle uğraşınca telefona bakmayı unutmuşum. Aradığını fark ettiğimde saat çok geçti, dışarıdasındır diye rahatsız etmek istemedim. Nasılsın?” “Dışarıda olmak mı?” diye ciyakladı Miriel, Ireth telefonu kulağından uzaklaştırmak zorunda kaldı. “Nasıl dışarıda olabilirdim ki? Benimle dalga mı geçiyorsun?” Ireth nezaketen; “Neden olmayasın ki, bir şey mi var?” diye sordu, yoksa Miriel’in bir cumartesi gecesi dışarı çıkmamasının sebebiyle zerre ilgilenmiyordu. “Tabii ki var! Pazartesiye yetiştirmemiz gereken otuz sayfalık bir çeviri var, unuttun mu? Sormam saçma, tabii ki unuttun… Ireth, bu iş ikimize verilmişti, ilk on beş sayfayı sen, sonraki on beş sayfayı da ben almıştım, işin içinden çıkamadığımızda birbirimizi arayıp yardımlaşacaktık hani? Cuma günü çıkmadan önce konuşmuştuk? Hatırlamıyor musun?” Miriel’in soluksuz konuşmasını susarak dinlemek hiç bu kadar ürkütücü olmamıştı ve ne yazık ki doğru söylüyordu. Ireth bütün hafta sonunu o çeviriye ayıracaktı çünkü pazartesi sabahına kadar bitmesi gerekiyordu ve ertelenebilecek bir şey değildi. Melda Uytun

11


“Çok özür dilerim Miriel, ben onu tamamen unutmuşum, gerçekten çok özür dilerim. Telefonu kapatır kapatmaz çeviriye başlıyorum. İnterneti de açarım, bir sorun olursa oradan konuşuruz, olur mu?” Kısa bir sessizlik oldu, hattın diğer ucundaki Miriel ofladı. “Peki ama hızlı olsan iyi edersin, çok fazla vaktin kalmadı. Görüşürüz,” diyerek telefonu kapattı ve Ireth elindeki telefonla baş başa kaldı. İçinden bağırıp çağırmak, bildiği bütün küfürleri etmek, kafasını duvarlara vurmak geliyordu. Son zamanlarda işiyle ilgili her soruna aşırı derecede hassas tepkiler veriyor, sabahları uyandığında yaptığı ilk şey küfretmek oluyordu. İşin en kötü kısmı, bütün bu olanların onu tatmin edecek bir çözümü olmayışıydı. İşinden ayrılıp başka bir iş bulabilir, burayı terk edip başka bir şehre taşınabilir ya da sevmediği bir alanda yüksek lisans yapmak için sınavlara hazırlanabilirdi. Tabii üniversite sınavına tekrar girip başka bir bölüm de okuyabilirdi ama bunların hiçbiri onu mutlu etmeyecekti. Hiçbiri onun için bir çözüm değildi, bunlar sadece bir bataklıktan çıkıp başka bir bataklığa atlamak olacaktı ve batış hızı her seferinde daha da artacaktı. Bu yüzden olduğu yerde kalıp hayatıyla ilgili çok fazla düşünmemeye çabalıyordu fakat huzurlu – ya da en azından sakin – geçeceğini düşündüğü bir hafta sonu daha çöpe gitmişti, şimdi oturup bütün bir akşam boyunca arabalar üzerine yazılmış saçma sapan bir çeviri yapacaktı. Durmadan sözlüğe bakıp hiçbir zaman hiçbir yerde kullanmak istemediği mesleki terimler kafasına işleyecek, pazartesi sabahı uyandığında bütün dünyaya elli kez küfredecekti. Odasına gidip dizüstü bilgisayarını salona getirdi, koltuğuna oturup iyice şiddetlenmiş olan yağmura hüzünle baktıktan sonra bilgisayarını açtı. E-posta adresini açıp çevirisini yapacağı dosyayı indirdi, dosyayı bilgisayarında ararken yıllar önce oluşturduğu ve “Ireth” ismini verdiği başka bir dosyaya gözü takıldı. Çok uzun zamandır o dosyayı açıp içinde neler olduğuna bakmamıştı, muhte12

Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı


melen içinde yazdığı hikâyeler vardı. Bir süre duraksadı, bir yandan dosyayı açıp neler olduğuna bakmak, o hikâyeleri bir kez daha okuyup yıllar önceki Ireth ile tanışmak istiyor, öte yandan da kendisiyle hem de bu kadar uzun bir aradan sonra yüzleşmekten korkuyordu. Şiddeti azalmış olan yağmura tekrar baktı ve dosyanın üzerinde çift tıklayıp o hazineyi açtı.

2 Oda soğuktu ya da Ireth’in elleri heyecanından ötürü buz gibi olmuştu, bir türlü ısınamıyordu. O uzun yarım saat içinde odadaki bütün ayrıntılar ilginç gelmişti gözüne; masanın üzerindeki kalemlik, kalemler, dosyalar, kâğıtlar, bilgisayarın klavyesi, idolü olarak kabul ettiği hocanın kravatı, gözlüğü, kırlaşmış saçları. Oturmasını söylemediği için oturmamıştı Ireth, ayakta öylece bekliyordu. Kendini kurbanlık koyun gibi hissediyordu; on dokuz yaşına kadar hayal ederek biriktirdiği tüm karakterleri, tüm olayları harmanlayıp içine az da olsa sinen, otuz sayfalık bir hikâye yazmıştı ve o hikâyeyi okumakta olduğu okulun edebiyat fakültesinden, aynı zamanda kitaplarını severek okuduğu bir yazar olan o adama getirmişti. Okuyup yorum yapması, yol göstermesi için. Aslında hocanın çok fazla boş vakti yoktu, ama Ireth yazdığı e-postalarla onu öyle sıkboğaz etmişti ki, adam ondan kurtulmak için kabul etmişti yazdıklarını okumayı. Yine de Ireth için sorun yoktu, iyi bir yazar olabilmek için elbette ki zorlu yollardan geçecekti. “Dalga mı geçiyorsun benimle?” derken sesindeki alaycılık bir tokat gibi çarpmıştı yüzüne. Ireth’e gözlüğünün üzerinden küçümseyerek bakıyordu. “Efendim?” dedi Ireth titrek sesiyle. “Koskoca yarım saatimi bu aptal şey için mi aldın sen?” dedi hoca elindeki kâğıt tomarını göstererek. “O e-postaları bana yazan sen değil miydin? Adın Ireth, değil mi?” diye de ekledi kuşkuyla. Melda Uytun

13


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.