Yıldız Geçidi Ön Okuma

Page 1


facebook.com/KitapOburlari twitter.com/KitapOburlari



KİTABIN ORİJiNAL ADI STARCROSSED

YAYIN HAKLARI © JOSEPHINE ANGELINI AKCALI TELIF HAKLARI AJANSI ALTIN KITAPLAR YAYINEVI VE TICARET AŞ

B

ASKI 1. BASIM / MART 2013 ALTIN KITAPLAR YAYINEVI VE TICARET AŞ

BU KITABIN HER TÜRLÜ YAYIN HAKLARI FIKIR VE SANAT ESERLERI YASASI GEREĞINCE ALTIN KITAPLAR YAYINEVI VE TICARET AŞ’YE AITTIR.

ISBN 978 - 975 - 21 - 1627 - 6

ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ Göztepe Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 32 Mahmutbey – Bağcılar / İstanbul Yayınevi Sertifika No: 10766 Tel.: 0.212.446 38 88 pbx Faks: 0.212.446 38 90 http://www.altinkitaplar.com.tr info@altinkitaplar.com.tr



Sevgili kocama...


BİR

“A

ma bana şimdi bir araba alırsan, iki yıl sonra koleje git­ tiğimde sana kalacak. Üstelik de modeli eskimemiş ola­ cak,” dedi Helen iyimser bir ifadeyle. Ne yazık ki babası onun bu sözlerine kanmadı. “Lennie, sırf Massachusetts Eyaleti on altı yaşındaki gençler araba kullanabilirler dediği için benim de aynı fikirde olmam ge­ rekmiyor,” diye karşılık verdi Jerry. “Neredeyse on yedi,” diye atıldı Helen. Babası çoktan kendisini bu konuşmanın galibi saysa da, Helen’ın o kadar kolay pes etmeye niyeti yoktu. Helen, babasının Magna Carta imzalanırken o kalenin önü­ ne park edilmiş olduğundan kuşkulandığı eski Wrangler cipini kastederek, “Biliyorsun, bu külüstür ancak bir iki sene daha da­ yanır,” dedi. “Ayrıca hibrid ya da elektrikli araba alsak ne kadar çok benzin parası tasarruf edebileceğimizi bir düşün. Gelecek bu arabalarda baba.” 7


“Hı hı,” dedi babası yalnızca. İşte şimdi kaybetmişti Helen. Helen Hamilton içinden of çekerek kendilerini Nantucket’a geri götüren feribotun küpeştesine yaslanarak denizi seyretmeye koyuldu. Anlaşılan bir yıl daha kasım ayında okula bisikletle git­ mek, kar kalınlığı dizboyuna yükseldiğinde kendisini götürmele­ ri için başkalarına yalvarmak zorunda kalacaktı. Bunun düşünce­ si bile ürperticiydi. Aslında bu çok sık başına gelen bir durumdu. Yine birkaç turist gözünü dikmiş ona bakıyordu. Helen yavaşça başını öteye çevirdi. Ne zaman aynaya baksa sıradan bir çift göz, bir burun ve ağız görürdü – ama dışarıdan gelen yabancılar yine de gözlerini dikip ona bakmaktan kendilerini alamıyorlardı. Bu oldukça can sıkıcı bir durumdu. Neyse ki turistlerin çoğunun feribotta bulunmalarının nede­ ni Helen değil, eşsiz manzaraydı. Sonbahardan önce son bir defa ada havası almak için yanıp tutuşuyor, çevrelerini hayret nidaları içinde izliyorlardı. Helen içinse küçük bir adada büyümek ber­ bat bir şeydi, bu nedenle de bir an önce koleje gitmek, adadan, Massachusetts’ten ve eğer mümkünse Doğu Sahili’nden olabildi­ ğince uzaklaşmak için sabırsızlanıyordu. Aslında Helen yuvasından nefret ediyor filan değildi. Üstelik de babasıyla çok çok iyi anlaşıyordu. Annesi onları Helen henüz bebekken terk etmişti ve Jerry de hem annelik hem de babalık yapmayı çok çabuk öğrenmişti. Sürekli etrafında fır dönmüyordu ama Helen’ın ne zaman ihtiyacı olsa hep yanındaydı. Ve Helen her ne kadar araba konusuna kızsa da onun çok iyi bir baba oldu­ ğunun bilincindeydi. “Hey Lennie! Nasılsın?” diye seslendi çok iyi tanıdığı bir ses. Bu bebekliğinden beri tanıdığı en yakın arkadaşı Claire’di. Clai­ re durdukları yerde hafifçe yalpalayan turistleri becerikli birkaç dirsek hareketiyle kenara itti. 8


Denizin sersemletmiş olduğu günübirlik turistler sanki Cla­ ire yüksek topukları üzerinde küçük adımlarla salınan incecik, zarif bir kız değil de, bir sumo güreşçisiymiş gibi yanlara kaçıl­ dılar. Claire turist kalabalığının arasından kolaycacık sıyrılarak Helen’ın yanına geldi. Jerry, Claire’i elindeki torba ve çantalarla birlikte kucaklaya­ rak, “Giggles! Bakıyorum sen de okulun ilk günü için alışverişe çıkmışsın!” dedi. Arkadaşları tarafından Giggles diye çağrılan Claire Aoki tam anlamıyla bir baş belasıydı. Onun bıçak kadar keskin zekâsını ve dil cambazlığını bilmeyip de sataşma gafletine düşenler, bir elli beş boyuna ve Uzakdoğululara has zarafetine aldanarak küçüm­ sedikleri bu kızın karşısında çabucak yenilgiye uğrarlardı. “Gigg­ les” lakabı artık onun gerçek ismi gibiydi. Küçüklüğünden beri herkes onu böyle çağırırdı. Ailesiyle arkadaşlarına hak vermemek ve Claire’i Giggles diye çağırmamak olanaksız bir şeydi. Claire evrenin en sempatik kahkahasına sahipti. Onun kahkahaları ku­ lağa asla zorlama ya da tiz gelmez ve tanık olan herkesin yüzün­ de bir gülümseme belirmesine yol açardı. Claire hiç sevmediği lakabını duymazlıktan gelerek Jerry’yi aynı içtenlikle kucakladı ve, “Haklısın en iyi arkadaşımın baba­ sı,” diye karşılık verdi. “Acaba kızınla biraz yalnız konuşabilir miyim? Kabalığım için özür dilerim ama gerçekten çok önemli ve çok gizli bir mesele var. Sana da söylerdim ama...” “Ama o zaman beni öldürmek zorunda kalırdın,” diyerek kı­ zın sözlerini tamamladı Jerry ve hazır beslenme polisi kızı dikka­ tini arkadaşına yöneltmişken şekerli limonatalardan almak üzere içecek standının başına gitti. Claire, “Torbalarda ne var öyle?” diye atılıp Helen’ın alışveriş torbalarını kaparak içlerini karıştırmaya başladı. “Blucin, hırka, 9


iç çamaşırı... Nasıl yani? Sen iç çamaşırı almaya giderken babanı yanında mı götürüyorsun?” Helen arkadaşının elindeki torbayı geri alarak, “Başka seçe­ neğim var mı?” diye sızlandı. “Birkaç yeni sutyene ihtiyacım var­ dı! Ayrıca ben sutyenleri denerken babam kitapçıya uğradı. Ama yine de o başka bir dükkânda beni beklerken iç çamaşırı satın almak oldukça utanç verici bir durum,” dedi kızararak. “Ama o kadar da kötü olamaz. Ne de olsa satın aldıklarının arasında uzaktan yakından seksi sayılabilecek hiçbir şey yok.” Claire pamuklu beyaz külotlardan birisini havaya kaldırarak ek­ ledi: “Yapma Lennie, bunları büyükannem giyiyor!” Claire ünlü kahkahalarından birini patlatırken, Helen hızla büyükanne külo­ tunu arkadaşının elinden çekerek torbasının en altına tıktı. Arkadaşının iğnelemelerini her zamanki gibi hemencecik af­ feden Helen, “Biliyorum bana usluluk mikrobu bulaşmış,” dedi. “Bu virüsün sana da bulaşmasından korkmuyor musun?” “Ben o kadar baş döndürücüyüm ki bu virüse karşı bağışı­ ğım. Ayrıca uslulara bayılırım. Onları kızdırmak büyük bir zevk­ tir. Ve de ne zaman külotlardan söz etsem kıpkırmızı kesilmen çok hoşuma gidiyor.” Fotoğraf çeken turist bir çiftin yanlarında belirmesiyle Cla­ ire azıcık kenara çekilmek zorunda kaldı. Feribotun yalpalama­ sından yararlanarak o ünlü Ninja darbelerinden biriyle onları ittirdi. Çift sallanarak küpeşteden uzaklaşırken gülerek, denizin ne kadar çırpıntılı olduğunu konuşuyorlardı; Claire’in onları it­ tiğini fark etmemişlerdi bile. Helen eliyle hep taktığı kolyenin kalpli ucuyla oynarken, kendisinden biraz daha kısa boylu olan Claire’le göz hizasına gelebilmek için biraz eğildi. Helen aşırı derecede utangaçtı ve bir yetmiş sekiz boyuy­ la dikkat çekecek derecede uzun olduğu halde hâlâ uzuyor ol­ mak hiç hoşuna gitmiyordu. Daha fazla uzamamak için İsa’ya, 10


Buda’ya, Muhammet’e ve Vişnu’ya yakarmışsa da, boy uzaması­ nın habercisi olan kemik ve kas ağrılarını geceleri hâlâ hissedi­ yordu. Kesin bir karar almıştı: Boyu iki metre sınırını aşar aşmaz Siasconset’taki deniz fenerine tırmanıp aşağı atlayacaktı. Tezgâhtarlar sürekli ne kadar şanslı olduğundan dem vur­ salar da, beden ölçülerine uygun pantolon bulamıyorlardı. He­ len boyuna uygun blucin giymek istiyorsa üzerine büyük gelen bir pantolon almak zorunda olduğunu çoktan kabullenmişti. Poposundan aşağı sarkmak yerine üzerine oturan bir pantolon giymek istediğinde ise ayak bilekleri daima çıplak kalıyordu. He­ len kendisine gıpta eden satıcıların çıplak ayak bilekleriyle ya da popolarından aşağıya sarkan pantolonlarla dolaşmadıklarından kesinlikle emindi. Küpeşteye doğru eğilmiş duran Helen’ı gören Claire, hiç dü­ şünmeden, “Kamburunu çıkarma,” diye uyarıda bulundu. Claire düzgün duruş konusunda son derece takıntılıydı. Bu konuda hiç konuşmamış olsalar da, Helen bunun Claire’in dü­ zene aşırı düşkün Japon annesinden ve ondan da daha titiz olan kimonolu büyükannesinden kaynaklandığını sanıyordu. “Tamam! Şimdi asıl önemli konulara gelelim!” dedi Claire. “Bir zamanlar hani şu futbolcuya ait olan milyonlarca dolar de­ ğerindeki malikâneyi biliyorsun değil mi?” Helen eve ait özel plajı gözlerinin önüne getirerek, “Scon­ set’takini mi söylüyorsun? Ne olmuş ona?” diye sordu. Gizliden gizliye babasının, denize daha yakın bir ev satın almaya yetecek kadar para kazanmıyor olmasından hoşnuttu. Helen küçükken neredeyse boğulduğu için Atlantik Okya­ nusu’nun kendisini öldürmek istediğinden kesinlikle emindi. Bu paranoyak düşünceleri elbette kimseyle paylaşmıyordu... ama her şey bir yana çok da kötü bir yüzücüydü. Kendisini su yüzeyinde tutmayı ve iyi kötü kulaç atmayı başarabiliyordu ama bunu da 11


doğru dürüst yaptığı söylenemezdi. Tuzlu suyun kaldırma gücü ne kadar çok olursa olsun ve ne kadar çabalarsa çabalasın, eninde sonunda tıpkı ağır bir kaya parçası gibi dibe çöküyordu. “Sonunda satıldı. Kalabalık bir aileye,” dedi Claire. “Ya da iki aileye. Aralarındaki bağlantıyı tam olarak bilmiyorum ama anla­ tıldığına göre eve kardeş olan iki adam taşınmış. Her iki kardeşin de çocukları varmış, buna göre onlar da kuzen oluyorlar, değil mi?” Claire alnını kırıştırdı. “O eve taşınanların yaşları birbirine yakın bir dolu çocuğu varmış. Ve bizimle aynı yaşta iki oğulları var, onlar da bizim okula geliyorlar.” Helen gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Bırak tahmin edeyim. Tarot falına baktın ve bu çocukların her ikisinin de sana umutsuzca âşık olup birbirleriyle kıyasıya mücadele edeceklerini öğrendin.” Claire, Helen’ın bacağını tekmeleyerek, “Hayır aptalım. Her ikimiz için de birer tane var,” dedi. Helen acımış numarası yaparak bacağını ovuşturdu. Ne var ki Claire bütün gücüyle tekmelese de Helen’ın bacağını morarta­ mazdı. “Her birimiz için birer tane mi? Hepsi bu kadar mı? Normal­ de sen olayları çok daha fazla dramatize etmez misin?” diyerek arkadaşını kızdırmaya çalıştı Helen. “Böylesi fazla sıradan. Bu sana hiç uymuyor. Peki şuna ne dersin?” diye devam etti. “Her ikimiz de, ikimizin de suratına bakmayan aynı çocuğa âşık olu­ yoruz ve onun için kıyasıya mücadeleye giriyoruz.” Claire şeker gibi tatlı bir ses tonuyla, “Sen neden söz ediyor­ sun?” diye sorarak onun neden söz ettiğini anlamıyormuş gibi arkadaşına boş gözlerle baktı. “Yapma Claire, bunu tahmin etmek için falcı olmaya gerek yok,” diye atıldı Helen gülerek. “Sen her sene Salem’a yaptığımız okul gezisi sırasında satın almış olduğun eski tarot kartlarını 12


çıkarır, son derece şaşırtıcı kehanetlerde bulunursun. Ama beni her defasında şaşırtan tek şey, kış tatiline kadar can sıkıntısından komaya girmemiş olman olur.” “Neden bu kadar direniyorsun?” diye çıkıştı Claire. “Bir gün mutlaka başımıza ilginç bir şey geleceğini sen de biliyorsun. Sen de, ben de normal olamayacak kadar muhteşemiz.” Helen omuzlarını silkti. “Ben normal olmaktan son derece hoşnudum. Doğrusunu söylemek gerekirse, çılgın kehanetlerin bu defa gerçek çıkarsa, çok şaşırırım.” Claire başını hafifçe yana eğip Helen’ı süzdü. Helen saçla­ rıyla yüzünü örttü. Birisinin kendisini böyle süzmesinden nefret ederdi. Claire düşünceli bir ifadeyle, “Bunu biliyorum. Ama ben se­ nin asla tam anlamıyla normal olabileceğini sanmıyorum,” dedi. Helen hemen konuyu değiştirdi. Ders programlarından, ko­ şu antrenmanından, kâkül kestirip kestirmemekten söz ettiler. Helen yeni bir saç modelinin kendisine iyi geleceğini düşünüyor­ du ama Claire uzun sarı saçlarına makas değdirmesine kesinlikle karşı çıkıyordu. Birden farkında olmadan feribotun “sapık bölge­ sine” geldiklerini fark ederek çabucak geri döndüler. Her ikisi de, ama özellikle Helen, feribotun o bölümünden nefret ediyordu. Burası ona, bir yaz boyunca kendisini izlemiş olan o iğrenç herifi anımsatıyordu. Adam günün birinde feribot­ ta adeta buhar olup kaybolmuştu. Helen artık rahatsız edilmek­ ten kurtulduğu için sevinmek yerine, sanki yanlış bir şey yapmış gibi suçluluk duymuştu. Bu konuyu Claire’le hiç konuşmamış­ lardı. O gün aniden göz kamaştırıcı bir şimşek çakmış, ardından çevreyi yanık saç kokusu sarmıştı. Ardından da adam öylece yok oluvermişti. Bu olay aklına geldikçe Helen hâlâ fena oluyordu. Zorlukla gülümseyip Claire’le feribotun başka bir tarafına doğ­ ru yürüdüler. 13


Feribot demir atarken Jerry yanlarına geldi ve hep birlikte iskeleye çıktılar. Vedalaşırlarken Claire elini sallayarak ertesi gün Helen’ı işte ziyaret edeceğine söz verdiyse de, yaz tatilinin son günü olduğundan Helen onun bu sözü tutacağına pek ihtimal vermedi. Yaz tatili boyunca Helen haftada birkaç gün babasının ortağı olduğu adadaki dükkânda çalışmıştı. News Store’da sabah gaze­ tesi ile bir fincan taze kahvenin yanı sıra, gerçek kristal kavanoz­ larda sunulan özel şekerlemeler, rengârenk bonbonlar, karamelli şekerler ve yarımşar metre uzunluğunda meyankökü şekerleri de satılıyordu. Dükkânda daima yeni toplanmış çiçekler, el yapımı tebrik kartları, şaka ve sihirbazlık oyuncakları, turistler için se­ zona uygun ıvır zıvır, yerli halk için süt, yumurta gibi taze gıda ürünleri bulunurdu. Altı yıl kadar önce News Store ufkunu genişleterek arka bö­ lümüne Kate’in Pastaları’nı eklemiş ve o günden sonra işler adeta patlama yapmıştı. Kate Rogers pasta ve kek konusunda bir dâhi sayılırdı. Eline geçirdiği her şeyi pasta, kek, turta, çörek ya da muffine çevirebilirdi. Hatta çoğu kişinin nefret ettiği brüksella­ hanası ve brokoli bile Kate’in sihirli ellerinin dokunuşuyla börek­ lerin içerisinde dayanılmaz derecede lezzetli bir hale geliyorlardı. Kate otuz yaşlarında, yaratıcı ve zeki bir kadındı. Jerry ile ortak oluşundan hemen sonra News Store’un arka kısmını yeni­ den düzenleyerek adada yaşayan yazar ve sanatçıların buluşma yeri haline getirmiş, üstelik de bunu ortamı snoplaştırmadan başarmıştı. Kate kahve ve pasta seven herkesin, takım elbiseliler gibi sanatçıların da, yerli çalışan sınıf gibi şirket yöneticilerinin de sıkılmadan tezgâhına gelip rahatça gazetelerini okumalarını sağlayabilmek için elinden geleni yapıyordu. Kate bir biçimde ka­ fesinde herkesin kendisini rahat hissetmesini sağlamayı başara­ biliyordu. Helen ona hayrandı. 999

14


Helen ertesi gün işe geldiğinde Kate dükkâna yeni gelen un ve şeker çuvallarını depoya kaldırmakla meşguldü. Gerçekten acınacak bir manzaraydı. Kate yirmi kiloluk çuvalları göstererek, “Lennie! Bu kadar erken gelmen ne büyük şans. Acaba bana yardım edebilir misin?” diye sordu. “Elbette ederim,” diye karşılık verdi Helen. Kate’in çabaları­ nı görerek, “Çuvalı öyle çekiştirmesene, sırtını sakatlayacaksın,” sözleriyle onu uyardı. Sonra, yanlarında çalışan bir elemanı kas­ tederek, “Neden bu işi Luis yapmadı? Bu sabah işe gelmedi mi?” diye sordu. “Mallar Luis gittikten sonra sevk edildi. Sen gelene dek çu­ valları oldukları yerde bırakacaktım ama az kalsın müşterilerden birinin ayağı takılıyordu ve ben de en azından onları depoya kal­ dırıyormuşum gibi yapmak zorunda kaldım.” Helen, “Eğer bana yiyecek bir şeyler hazırlarsan, ben de çuvallarla ilgilenirim,” diyerek önünde duran ilk çuvala doğru eğildi. Kate derin bir oh çekerek, “Anlaştık,” diye karşılık verdi. He­ len onun arkasını dönmesini bekledikten sonra çuvalı kolayca omuzlayarak mutfağa götürdü, ağzını açarak unu Kate’in kullan­ dığı plastik fıçıya doldurdu. Helen geri kalan çuvalları depoya ta­ şırken Kate ona, Helen’ın günün birinde mutlaka görmek istediği ülkelerden biri olan Fransa’dan getirttiği leziz pembe limonata­ lardan birini doldurdu. Kate, Helen için birkaç kiraz yıkayıp atıştırmalık peynir ke­ serken, “Bu kadar zayıf olmana karşın olağanüstü güçlü olman beni rahatsız etmiyor,” dedi. “Ama, hava bu kadar sıcakken, nefes nefese bile kalmamana sinir oluyorum.” “Sen öyle san, bak nasıl nefes nefese kaldım,” diye karşılık verdi Helen. 15


“Sen içini çekiyorsun, bu başka bir şey.” “Benim ciğerlerim seninkilerden büyük, hepsi bu,” dedi He­ len. “Ama aynı zamanda benden daha uzun boylusun ve daha fazla oksijene gereksinimin var. Yoksa yanılıyor muyum?” Bardaklarını tokuşturup limonatalarını içerlerken bu ağız dalaşının berabere sonuçlandığına karar verdiler. Kate, Helen’dan daha ufak tefek ve yuvarlak hatlı olmakla birlikte asla kısa boylu ya da şişman değildi. Helen onun kadınsı hatlara sahip olduğunu ve çok seksi göründüğünü düşünmekle birlikte, Kate yanlış anlar kaygısıyla bu düşüncesini dile getirmedi. Bir süre karşılıklı sustuktan sonra Helen, “Bu akşam kitap kulübü akşamı mı?” diye sordu. “Evet. Ama bugün birilerinin Kundera’dan söz etmek isteye­ ceğinden kuşkuluyum,” dedi Kate sırıtarak. Limonata bardağını sallayarak içindeki buzları çalkaladı. “Neden? Yeni sıcak dedikodular mı var?” “Hem de çok sıcak. Adaya henüz taşınan şu kocaman çılgın aile hakkında.” “Sconset’taki eve mi?” diye sordu Helen. Kate’in başını salla­ ması üzerine gözlerini devirdi. Kate, Helen’ı, “Vay vay, demek bizimle dedikodu yapamaya­ cak kadar asilsin ha?” diye kızdırarak, bardağından terleyen su damlacıklarını parmağının ucuyla ona doğru sıçrattı. Helen sanki kızmış gibi çığlık attıktan sonra birkaç müşte­ rinin hesabını almak için yerinden kalktı, sonra yeniden yerine dönerek Kate’le sohbetini kaldığı yerden sürdürdü. “O değil de, büyük bir ailenin büyük bir ev satın almasının çok ilginç bir şey olduğunu düşünmüyorum. Özellikle de bütün yıl boyunca burada yaşayacaklarsa. Bu en azından yaşlı ve zen­ gin bir karıkocanın posta kutusuna giderken bile yollarını kaybe­ 16


decekleri büyüklükte bir yazlık ev satın almasından daha man­ tıklı bir durum.” “Evet haklısın,” dedi Kate. “Ama yine de Delos ailesinin me­ rakını daha fazla uyandırmasını beklerdim. Ne de olsa içlerinden bazılarıyla birlikte mezun olacaksın,” diye ekledi omuzlarını sil­ kerek. Helen, Delos ismi aklında fır dönerek bir süre daha olduğu yerde durdu. Bu isim ona hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Nasıl çağ­ rıştırsındı ki? Yine de kafasının küçücük bir yerinde Delos adı sürekli yankılanmaya devam etti. “Lennie? Ne düşünüyorsun?” diye sordu Kate, ama tam o sırada kitap kulübünün heyecan dolu, çılgın tahminler üreterek içeriye dalan ilk üyelerinin gelmesiyle dikkati o yöne çevrildi. Kate haklı çıktı. Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin adaya yazlı kışlı yeni taşınanlar karşısında hiçbir şansı yoktu. Üstelik de etrafta ailenin daha önce İspanya’da yaşadığı söylentileri do­ laşırken. Anlaşılan aile aslen Bostonluydu. Üç yıl önce geniş sü­ lalelerinin diğer üyelerine yakın olabilmek amacıyla Avrupa’ya taşınmışlar, ancak aniden geri dönme kararı almışlardı. Herkesin ilgisini ve merakını uyandıran da özellikle bu aniden faktörüy­ dü. Okulun sekreterinin kitap kulübünün bazı üyelerine çıtlattı­ ğına göre aile kayıt tarihlerinin sona ermesinden o kadar sonra gelmişti ki, çocukları okula kaydettirmek için neredeyse rüşvet vermek zorunda kalmışlar, mobilyalarının, İspanya’dan gelişle­ rinden önce buraya varmış olmaları için iyi bir uğraş vermişlerdi. Anlaşılan aile İspanya’dan çok ani bir şekilde ayrılmak zorunda kalmıştı ve kitap kulübünün üyeleri, İspanya’daki akrabalarla tartışma yaşanmış olduğu konusunda hemfikirdi. Helen bütün bu konuşmalardan sadece Delos ailesinin ol­ dukça sıra dışı insanlar olduğu sonucunu çıkarmıştı. Aile kardeş olan iki baba, kendilerinden yaşça küçük kız kardeşleri ile beş 17

Yıldız Geçidi/F: 2


çocuktan ibaretti ve hepsi aynı evde oturacaklardı. Adamlardan yalnızca biri evliydi, öbürü ise duldu. Söylenenlere göre bütün aile üyeleri inanılmaz derecede zeki, güzel ve zengindi. Helen onları neredeyse ilahlaştıran bu konuşmaları duyunca gözlerini devirdi. Bu saçmalıklara dayanmakta zorluk çekiyordu. Helen tezgâhın arkasında kalarak konuşulanlara kulaklarını tıkamaya çalıştı ama bu olanaksızdı. Çünkü Delos ailesinin üye­ lerinden herhangi birisinin adını her duyuşunda, bu adı sanki kulağına özellikle bağırıyorlarmış duygusuna kapılıyor, bu da onu çıldırtıyordu. Kendine bir meşgale bulmak amacıyla gazete sehpasının başına giderek gazeteleri düzenledi. Rafları silip şekerleme kavanozlarını yerleştirirken aklın­ dan Delos çocuklarını geçirdi. Hector, ikiz kardeş olan Jason ile Ariadne’den bir yaş büyük. Lucas ile Cassandra kardeş ve diğerlerinin kuzenleri. Vazoların suyunu değiştirip birkaç müşteriden hesap aldı. Adada hiç kimse bunun nedenini bilmese de, Hector henüz halası Pandora’yla İspanya’da bulunduğu için okulun ilk günü gelemeyecek. Helen omzuna kadar gelen bir çift lastik eldiven giyip uzun bir önlük taktı ve geridönüşümü olan ambalajları ayırmak üzere çöpü karıştırmaya koyuldu. Lucas, Jason ve Ariadne benim dönemimde okuyacaklar. Yani çevrem Deloslarla sarılmış olacak. En küçükleri Cassandra. On dört yaşında olmasına karşın lise birde. Mutfağa geri dönüp büyük bulaşık makinesini doldurdu. Sonra yerleri sildi ve o günün hasılatını hesaplamaya koyuldu. Lucas çok aptalca bir ad. Tıpkı bandajlanmış bir başparmak gibi öne çıkıyor. “Lennie?” “Ne? Baba! Para saydığımı görmüyor musun?” diye tısladı Helen ve ellerini hırsla tezgâha öyle bir vurdu ki, üzerindeki 18


çeyrek dolarlık tepecikler yerlerinden sıçradı. Jerry sakinleştirici bir edayla iki elini birden havaya kaldırdı. Elinden gelen en makul ses tonuyla, “Yarın okulun birinci günü,” diye anımsattı. “Biliyorum,” diye karşılık verdi Helen bunalmış bir ifadeyle. İçinde anlaşılmaz bir hiddet vardı ama bunu babasına yansıtması doğru değildi. “Saat neredeyse on bir oldu canım,” dedi babası. Kate neler olduğunu anlamak için yanlarına geldi. “Sen hâlâ burada mısın? Üzgünüm Jerry,” dedi şaşkın bir edayla. “Helen sana saat dokuzda kapıyı kilitleyip eve gitmeni söylemiştim.” Kate ile Jerry, kâğıt paraları ve bozuklukları düzgün bir bi­ çimde önü sıra dizmiş olan Helen’a baktılar. Mahcup bir tavırla, “Sanırım fazla oyalandım,” diye karşılık verdi Helen. Kate ile Jerry kaygılı bir ifadeyle birbirlerine baktıktan son­ ra Kate hesapları devralıp baba kızı evlerine gönderdi. Helen, Kate’in yanağına dalgın bir öpücük kondururken üç saattir neler yaptığını anımsamaya çalıştı. Jerry, Helen’ın bisikletini arabaya yükledikten sonra hiç ko­ nuşmadan motoru çalıştırdı. Yol boyunca kızına birkaç bakış fır­ lattıysa da, ancak evin önünde durduklarında konuştu. Kaşlarını kaldırarak yumuşak bir ses tonuyla, “Yemek yedin mi?” diye sordu. “Ne?...” Helen en son ne zaman bir şeyler yediğini hatırlamı­ yordu. Hayal meyal Kate’in önüne kiraz dolu bir tabak koyduğu­ nu anımsar gibiydi. “Yarın okul başlayacağı için heyecanlı mısın? Bu yıl oldukça önemli senin için.” 19


“Evet, olabilir,” diye karşılık verdi Helen dalgın dalgın. Jerry yeniden dikkatle kızını süzüp altdudağını ısırdı. Sözüne devam etmeden önce derin bir soluk aldı. “Bence Doktor Cunningham’la şu fobi hapları konusunda konuşmalısın. Hani şu kalabalıklara giremeyen insanlara verilen hapları kastediyorum. Ne deniyordu bu fobiye? Ha, agorafobi! Ne dersin, sana bir yararı dokunur mu acaba?” Helen gülümseyerek kolyesinin ucunu sağa sola oynattı. “Sanmıyorum baba. Benim insanlardan korkum yok. Ben yalnız­ ca utangacım.” Helen bunun yalan olduğunun bilincindeydi. Tek sorunu utangaçlık değildi. Ne zaman yanlışlıkla bile olsa dikkatleri üze­ rine çekse karnı sanki mide spazmı ya da âdet sancısı geçiriyor­ muş gibi ağrırdı ama bunu babasına itiraf etmektense dilini ısırıp koparmayı yeğlerdi. “Peki bununla başa çıkabiliyor musun? Kendiliğinden bu ko­ nuyu asla açmayacağını biliyorum ama yardım ister misin? Çün­ kü bana öyle geliyor ki bu utangaçlığın seni engelliyor, tüm po­ tansiyelini...” diyerek en eski tartışmalarından birine girdi Jerry. Helen hemen babasının sözünü kesti. “Ben iyiyim! Gerçek­ ten. Doktor Cunningham’a gitmek ya da hap kullanmak istemi­ yorum. Tek istediğim içeri girip yemek yemek,” dedikten sonra arabadan indi. Babası yüzünde hafif bir gülümsemeyle ağır, eski moda bi­ sikletini cipin arkasından indiren kızını izledi. Helen bisikletinin zilini çalıp babasına gülerek baktı. “Gördün mü, ben iyiyim,” dedi. “Şu anda arabadan indirdiğin şeyin senin yaşındaki sıradan bir kız için ne kadar ağır olduğunu bilsen, benim ne demek is­ tediğimi anlardın. Sen sıradan değilsin Helen. Öyle görünmeye çalışsan da, değilsin. Sen onlar gibisin,” diyerek sustu. 20


Helen babasının sevgi dolu kalbini kıran hiç tanımadığı an­ nesini belki bininci defa lanetledi. Bu kadar iyi yürekli birisini veda bile etmeden, geriye anı olarak bir tek fotoğraf bile bırakma­ dan nasıl terk edebilmişti? Helen onu neşelendirmek amacıyla, “Peki tamam, sen ka­ zandın! Ben çok özel biriyim, tıpkı herkes gibi,” diyerek onu tatlı tatlı kızdırdı. Yanından geçerken onu kalçasıyla hafifçe dürtüp bisikletini garaja bıraktı. “Eee, yemeğe ne var bakalım? Açlıktan ölüyorum ve bu hafta mutfak kölesi sensin.”

21


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.