Sosyalist işçi 586

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

586

18 Ocak 2017 2 TL. sosyalistisci.org

#hayır BAŞKANLIK

DEĞİL DEMOKRASİ


2

GÜNDEM

DEMOKRASİ İÇİN “HAYIR!” 15 Temmuz’dan sonra, AKP liderliğinin önünde iki yol vardı: Birisi, şimdi hepimizin yüz yüze kaldığı sorunlara neden olan güzergâh. OHAL’in fırsatçı bir şekilde kullanımından kaynaklı olan sorunlar yumağı her yandan fışkırıyor.

İSTİKRARSIZLIĞIN FATURASI EMEKÇİLERE VE GENÇLERE ÖDETİLİYOR

Fakat 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir başka yol daha denenebilirdi: Bu, demokrasinin sınırlarını genişleterek, 15 Temmuz darbesi gibi gelişmelerin siyasal temelini ortadan kaldıracak, özgürlük alanlarını geliştirecek, hukuku, yasama-yargı ve yürütme alanında denge ve denetlemeyle şeffaflığı hâkim hale getirmek için yol haritası belirleyecek bir başlangıç olabilirdi. Bu fakat, aynı zamanda Kürt sorununda diyalog yönteminin yeniden devreye girmesi anlamına da gelirdi. 15 Temmuz’dan sonra yaşadıklarımızı yaşamak zorunda değildik, hem de bu hükümetle, bu siyasî liderliğin hakimiyeti koşullarında. Bu yaşadıklarımız bir apaçık bir siyasal tercih. Başkanlık, yine gündeme getirilebilirdi, demokratik koşullarda, tartışma ve ifade özgürlüğünün genişlediği koşullarda, başkanlık ve hatta Erdoğan’ın başkanlığı konuşulabilir, demokratik bir yarış ilan edilebilirdi. 15 Temmuz darbe girişimiyle alakası olmayan kamu çalışanlarının, akademisyenlerin KHK’larla işten atıldığı, açığa alındığı, derneklerin kapatıldığı, insanların tutuklandığı OHAL koşulları, anayasa değişikliğinin özgür koşullarda tartışılmasına imkân vermiyor. Oysa referandumun farklı siyasî görüşlerin var olduğu gerçeğinin altının çizilmesi ve son sözün halk tarafından söylenmesi için gündeme geldiği iddia ediliyor. Bu farklı fikirlerden sadece bir tarafın görüşlerini özgürce dile getireceği koşullar, boksörlerden birisinin elleri kollarının bağlandığı boks maçına benzer. Mecliste görüşülmeye başlayan anayasa değişikliğiyle, bir oldu bitti ya da “ben yaptım oldu” politikasıyla, anayasal bir otoriterlik referandum konusu yapılıyor. Oldu bitti öyle inanılmaz bir siyaset sahnesinde cereyan ediyor ki, başkanlığa karşı çıkan bütün renkler kaçınılmaz bir şekilde birbirine karışıyor. Çok başarılı bir rejimmiş gibi, mevcut parlamenter yapıyı sahiplenen ulusalcılarla, gündeme getirilen paketin anayasal bir otoriterliği, politikanın tek bir insanın elinde yoğunlaşması anlamına geldiği için reddeden ama aynı zamanda sayısını unuttuğumuz kadar çok darbe ve darbe girişimine neden olan siyasal rejimin bir parçası olan mevcut parlamenter yapının da demokrasi yönünde aşılması gerektiğini savunanlar karmakarışık olmuş durumda. Bu 15 Temmuz şokunun ardından arka arkaya yaşanan şokların yarattığı bir karmaşa ve dağınıklık durumu. Bu nedenle, bu referandumda, “Hayır! Başkanlık değil demokrasi!” demek, hem eski yapının aşılmasını hem de siyasî bir tekel yaratmayı hedefleyen başkanlık önerisine karşı çıkılmasını savunmak için en elverişli yol olarak görülüyor.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından oluşan istikrarsızlık ve savaş ortamı ekonomiyi vurdu. Türk lirası doların karşısında değer kaybederken, ekonomi küçülüyor. İster küresel krizin sonucu olsun ister ekonomik sabotaj, sermaye sınıfı korunurken fatura yine emekçilere çıkartılıyor. Dolar yükseldi, biz yoksullaştık Yastık altındaki paraların bozdurulması işe yaramadı. TL Dolar karşısında yüzde 20 değer kaybetti. Erdoğan’ın açıklamaları ve Merkez Bankası müdahalelerine rağmen doların yükselişi devam ediyor.

Bir yılda 500 bin kişinin katıldığı işsizler ordusu, 3 milyon 647 bin kişi oldu. Geçen Eylül ayında işsiz sayısı 450 bin olarak açıklanmış. Ertesi ay 50 bin kişinin daha onlara katılması işsizliğin geçici-mevsimsel bir durum değil kronik bir eğilim şeklinde arttığını gösteriyor. İstikrarsızlıkla artan işsizlik en çok gençleri etkiliyor. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 1,9 puanlık artış ile yüzde 21,2 olurken, 15-64 yaş grubunda bu oran 1,3 puanlık artış ile yüzde 12 olarak gerçekleşti.

Erdoğan, bankalara ‘faizleri düşürün’ diyor. Fakat Türkiye’ye sıcak para girişi ve yatırım yapması beklenen küresel sermaye grupları, yüksek faiz karşılığı para vermek amacında.

Ücretler yerlerde sürünüyor

Dört seçim, bir darbe girişiminin ardından üç cephede birden savaşa giren Türkiye’den sermaye kaçıyor.

Asgari ücret aynı zamanda ortalama ücretleri de beliyorlar. Sözleşmeli, taşeron, özel sektörde çalışan işçiler için ortalama yıllardır 1500 lira sınırını aşmadı.

Buna Trump’ın gelişinin yarattığı hava ve küresel ekonomik krizle durgunluğa giren dünya ekonomisinin şartları eklendiğinde, tüm istikrar sözleri buharlaşıyor. Ak Parti hükümeti sermayeye teşvik ve kolaylık sağlarken, bankaların ve büyük şirketlerin karlarında herhangi bir düşüş yaşanmazken bedeli biz en alttakiler ödüyoruz. Her beş gençten biri işsiz Geçen Ekim ayının işsizlik oranları açıklandı. Bir önceki yıla göre yüzde 1,3 artan işsizlik oranı yüzde 11,8’e ulaştı.

Net 1404 lira olan asgari ücretle 10 milyondan fazla insan geçinmeye çalışıyor.

Asgari ücret pazarlığında patronların hiçbir artışa yanaşmaması, bu yıl bütün sektörlerde istikrarsızlık bahanesiyle sıfır zam politikasına işaret ediyor. Her şey zamlanıyor, ücretler artmıyor Doların yükselişi, AKP-MHP ittifakının açıklandığı gün başlamıştı. Milliyetçi ittifakın savaş ve baskı politikaları devam ettiği sürece emekçilere rahat bir nefes yok.

MARKSİZM 2017 19-20-21-22-23 NİSAN İSTANBUL

DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK İÇİN DEVRİMCİ FİKİRLER

DSiP


GÜNDEM

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

KIBRIS ÇÖZÜME YAKIN MI?

HRANT İÇİN, ADALET İÇİN!

1963'te Pafos'taki bir grevde Yunanlı işçi Türkçe pankartı, Türk işçi Yunanca pankartı tutuyor. MELTEM ORAL

12 Ocak’ta Cenevre’de başlayan Kıbrıs zirvesi genel olarak, on yıllara dayanan ‘sorunun’ çözümü için en önemli gelişme şeklinde yorumlanıyor. ‘Siyasi eşitliğe dayalı federal bir Kıbrıs’ için iki tarafın liderliği arasında bir süredir adada görüşmeler yapılıyordu. Kıbrıs’ın Türk kesiminin Cumhurbaşkanı Akıncı ve Kıbrıs Cumhuriyeti devlet başkanı Anastasiadis’in yanı sıra garantör ülkeler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katılımıyla ve BM’nin himayesinde yapılan görüşmeler 18 Ocak’ta devam edecek. Bu düzeyde bir diyalogun başlaması, iki tarafın hazırladığı haritalar eşliğinde toprak paylaşımı gibi bir konunun masada olması önemli gelişmeler. Ancak görüşmelerin radikal bir çözümle sona ereceği şeklindeki yüksek beklentilerin gerçekleşmesinin önünde ciddi engeller var. Yaratılan olumlu havaya rağmen iki tarafın liderliğine karşılıklı şüphecilik ve suçlamalar hakim. Kimsenin aşmaya niyetinin olmadığı ‘kırmızı çizgiler’ zirve başarılı tamamlansa da çözümün kolay olmayacağını gösteriyor. Türkiye’nin rolü ÖncelikleTürkiye’nin adadaki askeri varlığına yönelik uzlaşmaz tutumu çözüm noktasında ciddi engellerin başında geliyor. 30 bin TSK askerinin adadan çekilmesi teklifine Akıncı’nın ve Türkiye Devleti’nin yanıtı ‘böyle bir şeyin söz konusu olamayacağı’ yönünde. Türk tarafında, barışı ve biran evvel çözümü talep eden sosyalistler ise Türkiye’nin askerlerini çekmesinin çözüm görüşmelerindeki en önemli adım olacağını düşünüyor. Garantör ülkelerin kendi bölgesel çıkarları doğrultusunda yaptıkları da-

yatmalar diğer önemli tıkanma noktası. Dayatılanlar, barış içinde bir arada yaşamanın hasretini çeken sıradan Kıbrıs halklarının öncelikleri olmaktan uzak. 1960’ta imzalanan anlaşmayla Türkiye, Yunanistan ve adanın eski sömürgecisi İngiltere, anayasal düzeni, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumak üzere garantör olmuştu. Türkiye bu garantörlüğün devrede kalmasını dayatıyor. Üstelik Garanti Anlaşması’nı bir güvenlik anlaşmasıymış gibi lanse ederek sulandırıyor. Adadaki güvenliğin ve istikrarının temel dayanağının mevcut düzenleme olduğunu iddia ediyor. Kendisi olmazsa Kıbrıslı Türklerin güvenliğinin olmayacağı yönünde topluma korku yayıyor. Kıbrıslı halkların geleceğinin garantisi TSK’nın onbinlerce askerlik silahlı varlığıyla sağlayacağı ‘güvenlik’ değil, halkların bir arada yaşama iradesinin kendisi olabilir ancak. Emperyalizm İngiltere Kıbrıs’taki iki askeri üssüyle masada. Daha istikrarlı ve güvenli bir ortamda askeri üslerini kullanmaya, Suriye ve Irak’ı bombalamaya devam etmek istiyor. Bölgesel çıkarları olan ABD de benzer bir tutum içerisinde. Suriye’de kanlı boyutunu gördüğümüz, ABD ve Rusya arasındaki hegemonya mücadelesinde, Kıbrıs jeostratejik olarak önemli bir noktada. Ada Rusya’nın askeri üslerine ve deniz üslerine sadece birkaç kilometre uzakta. Bu durum özellikle son dönemde uluslararası ve bölgesel emperyalist hevesler bağlamında Kıbrıs’ı daha ‘cazip’ kılıyor. Türkiye ve Yunanistan devletleri Kıbrıs sorununu, Ege ve Doğu Akdeniz’in denetlenmesi, buralardaki “münhasır bölgelerin” kontrolü için rekabette bir

araç olarak görüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ülkemize yönelik tehditleri kaynağında yok etmek zorundayız. Türkiye’nin güvenliği Gaziantep’te değil Halep’te, Hatay’da değil İdlib’de, Mersin’de değil Kıbrıs’ta, Kars’ta değil Nahçıvan’da başlar, bunu böyle bilelim” sözleri bölgesel hegemonyacı bakış açısını ve çözümden anlaşılanın Türkiye devletinin bekası önceliği olduğunu gösteriyor. Aşağıdakilerin mücadelesi Yunanistanlı devrimci Yorgos Pittas, Yunanistan’ın pozisyonunu “Türkiye istikrarsız bir manzara çizerken Yunanistan ABD için ‘iyi çocuk’ rolü oynamaya çalışıyor. Kıbrıs, İsrail ve Mısır ekseninde bir güç odağı yaratmak istiyor. Kasaplar, siyonistler ve kanlı diktatör Sisi’yle işbiriliği yapıyor” diye yorumluyor. Pittas’a göre “Anastasiadis görüşmelere tüm Kıbrıs’ın başkanı ve Kıbrıs toplumunun lideri olarak katılırken, Türk tarafı “ilgili” taraf olarak katılabiliyor. Yani Anastasiadis masaya görüşme yaptığı tarafı aslında tanımadan oturuyor. Bu tablo Kıbrıs’ın iki sınırından gelen gerçek kardeşlik ve bir arada yaşama iradesiyle, birbirini tanıyan, ölülerine birlikte matem tutan, 21 Kasım’da ara bölgede yapılan iki toplumlu birleşme toplantısına katılan sıradan insanların istekleriyle tezat oluşturuyor” diyor. Mustafa Akıncı Cenevre görüşmelerinin son fırsat olduğunu söylerken, aslında ada halklarının iradesini yok sayıyor. Umut tek seçenek olarak dayatılan devlet çıkarlarında değil, aşağıdan, birleşik mücadelede. Türkiyeli aktivistler, Türk devletinin Kıbrıs’tan elini çekmesini sağlayarak bu umudun büyümesini kolaylaştırabilir.

10 koca yıl geçti. Ermeni sosyalist ve gazeteci Hrant Dink, Ermeni olduğu için katledildi. Kurucusu olduğu Agos gazetesinin önünde vuruldu. Hrant Dink neden öldürüldü, öldürenlerin temel beklentisi neydi? Bu sorulara, siyasi dengelerin değişmesine paralel olarak farklı yanıtlar verenler var. Fakat, neredeyse devlet tarafından kaybedilen yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri gibi destansı bir şekilde mücadele eden Hrant’ın Arkadaşları ve avukatlarının bu soruya en başından verdiği yanıt aynı. Fethiye Çetin bunu bir duruşma sonrası, cinayetin sorumlusunu “Ergenekon’u da aşan bir örgütlenme” olarak tarif etmişti. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminde aldıkları rol açığa çıkan Fethullahçılar, bu adeta bir istihbarat teşkilatı gibi örgütlenmiş olan yapı içinde yer alan istihbarat, ordu ve polis teşkilatının içindeki unsurlar ve AKP iktidara geldiği günden itibaren çeşitli darbe fırsatlarını gündemine almaya çalışan yapının elemanları, farklı nedenlerle ama aynı temel güdüyle Hrant Dink’in öldürülmesindeki ana mekanizmayı oluşturdular. Bu cinayeti planlayan, tetikçileri devşiren, eğiten, yönlendiren, lojistik desteği sunanlar ne planlamış olurlarsa olsunlar, beklediklerini bulamadılar. Buldukları ise, dev bir demokratik öfke patlaması oldu. Yüzbinlerce insan bu katliamı sessiz bir yürüyüşle protesto etti, yüzbinlerce insan sessizce “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” dedi. Hrant Dink’i öldürenler ne beklerse beklesin, tam tersine, 19 Ocak’tan sonra demokratik bir dip dalgası başladı, zaman zaman bu dalga belirleyici oldu. Öyle ki Hrant Dink’in ölmesinden üç sene sonra, 24 Nisan Ermeni soykırımı anmaları, Taksim Meydanı’nda gerçekleşebildi. Üstelik, Hrant’ın Arkadaşları grubunun başını çektiği ısrar, mahkeme sürecinin yeniden başlamasını da beraberinde getirdi. Neredeyse cinayetin işlendiği günden beri, “Öldür diyenler yargılansın” talebini dile getiren, bu talebin arkasında duran, bazen onlar, bazen binler olup Hrant Dink’in uzattığı barış, kardeşlik ve adalet elini tutmaktan hiç vaz geçmeyen kalabalık, nihayet cinayette dahli ya da ihmali olan kamu görevlilerinin da yargılanması sürecini başlattı. Şimdi, 10. Yıldayız. 10 yıl oldu. Bir başka açıdan 102 yıl oldu. Sadece 10 yıllık değil, 100 yıllık adaletsizliğe karşı “Hrant İçin, adalet için” haykırmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz.


4

DÜNYA

PROTESTOLARDAN ÖNCE AKTİVİSTLER SÖZ VERDİ:

'TRUMP YÜZÜNDEN GÖLGELERDE SAKLANMAYACAĞIZ’

DAVOS’UN GÖSTERDİĞİ:

ZENGİNLİK TEKELDE BİRİKİYOR

Dünya Ekonomi Forumu her yıl olduğu gibi bu yıl da İsviçre’de bir kasaba olan Davos’ta toplanıyor. Toplantıya 3 bin kişinin katılacağı öngörülüyor. Bu 3 bin kişi arasında İngiltere Başbakanı Theresa May, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroshenko ve Rusya Başbakan Yardımcısı Olga Golodets, Türkiye’den Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ile Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi gibi siyasilerin yanı sıra yüzlerce patron ve gazeteci de yer alıyor. Dünya Ekonomi Forumu’nun bu yılki merkezi konusu, "Duyarlı ve Sorumlu Liderlik"! Gerçekten de dünyada sağcı ve ırkçı eğilimler tırmanırken ve Davos dünya kapitalistlerinin gövde gösterisi alanıyken seçilen başlık yoksullarla dalga geçiyor gibi. Kapitalizm akıldışıdır! Dünyanın sorumlu ve duyarlı liderliklere değil, eşitlik ve adalete ihtiyacı var. Bu açıdan da Davos zirvesi başlamadan önce İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın yayınladığı ve küresel gelir eşitsizliğini ele alan rapor çok çarpıcı.

San Diego'da protesto. SADİE ROBİNSON

Gelecek hafta ABD’de Donald Trump’ın başkanlığı devralma töreninde yapılacak olan protestolara yüzbinlerce insan katılacak. Gösteriler için 20 Ocak’a çağrı yapıldı. Organizatörler ertesi gün Washington’da yapılacak Kadın Yürüyüşü’ne 200.000’e yakın katılımcının beklenebileceğini söylediler. Bu yürüyüşün amacı “yeni yönetim ve Kongre’ye kadın haklarının insan hakları olduğunu ve gücümüzün gözardı edilemeyeceğını göstermek” olarak belirtildi. ABD’nın her yerinden insanlar prostestolara katılmak için geliyorlar çoğu daha once hiç bir gösteriye katılmamış olan insanlar. Heather Indiana’dan geliyor. Facebook sayfasında “Bu benim heryangi bir sey için her hangi bir yerde ilk katıldığım yürüyüş olacak.” diyor. “ Ve bir yakadan diğerine her yerden kız ve erkek kardeşlerimle eşitlik için yanyana olacağımız günü iple çekiyorum!” İlk kez bir gösteriye katılacak olan bir diğer protestocu, Cindy ise “daha önce hiç bir şey yapmamış, ilk kez bir

gösteriye katılacak olan çok fazla kişi var” diyor. Kentucky’den Beth ise şöyle yazmış, “57 yaşındayım ve daha önce hiçbir şeyi protesto etmedim. Ama Cumhuriyetçilerin görmezden geleceği ve kaldıracağı herşey için direnişe geçme zamanı geldi.” Irçkı ve cinsiyetçi bir milyarder olan Trump’ın seçilmesi, tüm dünyayı şok etti. Bununla beraber, birçok insanı da Trump’a karşı koymak için politik aktivizme dahil olma konusunda ateşledi. New York’daki Barış için Brooklyn’den bir aktivist olan Eric Fretz şöyle diyor: “Trump’ın zaferi moral bozucu ve önemli bir gerileme oldu.” Ölçüsüz “Ortaya koyduğu az sayıdaki politikası ve seçtiği ölçüsüz kabine, yönetiminin hem ideolojik hem de pratik olarak çok daha kötü olacağı izlenimi veriyor. Bununla beraber, seçimden sonraki şoku atlattıktan sonra, çok daha fazla insanın politik aktivitelere dahil olma arayışında olduğunu gördüm. Eminim bu yönetim Barack Obama yönetimin-

de olduğundan çok daha fazla insanın sokaklara çıkmasına neden olacak. Bu dokunulabilir yeni bir öfke.” Göçmen ve mülteci haklarını savunmak için bu Cumartesi 20 Eyalette 50’den fazla gösteri planlandı. Toplum Değişimi Merkezi’nden Kica Matos aktivistlerin Trump’ın ırkçılığını geriletmek için ‘depolarındaki tüm araçları kullanmalarının gerekeceğini’ söylüyor. “Bu çatışmada sivil itaatsizlik de menüde olacak mı? Ne yazık ki, er geç, öyle olacak görünüyor.” Protestoları organize etmek için, Birleşik Rüyamız da dahil olmak üzere bir çok grup bir araya geldi. Göçmen ve mülteci haklarını savunacak ve İslamofobiye karşı çıkacaklar. Kica “Göçmen ailelerimizin ve göçmen hakları hareketinin direncini ve gücünü Trump’ın anlamasını istiyoruz” diyor. Birleşik Rüyamız’dan Cristina Jimenez Trump’ın göçmenleri sınır dışı etme tehdidinin “göçmen toplumunda bir korku yarattığını” belitiyor. Ve ekliyor “ama gölgelerde saklanmayacağız.”

Rapora göre dünyadaki en zengin sekiz kişinin serveti en yoksul 3.6 milyar kişininki ile aynı. Sekiz milyarderin servetinin toplamı 427 milyar dolar düzeyinde. Oxfam'ın raporunu hazırlarken yararlandığı, Mart 2016'da yayımlanan Forbes'un milyarderler listesinin ilk sırasında 75 milyar dolarlık servetiyle Microsoft'un kurucusu Bill Gates var. Listenin geri kalanında İspanyol tekstil devi Inditex'in kurucusu Amancio Ortega, yatırımcı Warren Buffett, Meksikalı işadamı Carlos Slim Helu, Amazon'un kurucusu Jeff Bezos, Facebook'un yaratıcısı Mark Zuckerberg, Oracle'ın kurucusu Larry Ellison ve New York'un eski belediye başkanı Michael Bloomberg var. Rapor, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun bu ölçüde derinleşmesinin “toplumları dağıtabileceğini” de vurguluyor. Oxfam daha önce 62 kişinin dünyanın yarısının sahip olduğu kadar zenginliğe sahip olduğunu açıklamıştı. 62’den 8’e düşüş ve bu düşüş yaşanırken dünya çapındaki yoksulların yüzde 10’unun gelirinin 1988 ve 2011 yıllarında 3 dolardan daha az artarken, en zenginlerin yüzde birinin gelirinin 11 bin 800 dolar artması kapitalizmin yarattığı adaletsizliğin en net göstergesi. Rapor aralarında WalMart, Shell ve Apple’ın da olduğu en büyük 10 işletmenin toplam gelirinin İrlanda, Endonezya, Kolombiya, Güney Afrika, Irak ve Vietnam gibi 100’den fazla en yoksul ülkenin toplam gelirinden daha fazla olduğunu gösteriyor. Davos, küresel kapitalizmin sömürücü, eşitsiz ve adaletsiz karakterini sergilemek açısından bir fırsat sunuyor. Gezegenin ihtiyacı duyarlı ve sorumlu liderler değil, gezegenin ihtiyacı akıl dışı küresel kapitalist üretim sisteminden kurtulmak.


RÖPORTAJ 5

SURİYE DEVRİMİ’YLE DAYANIŞMA BÜYÜYOR Türkiye, Rusya ve İran’ın vardığı anlaşma sonucu yapılacak toplantıya ABD’nin de katılması tartışılıyor. Suriye Devrimi’ni öldürmek için Esad’a açık veya örtülü destek verenler, devrimin mezhepçi bir iç savaşa dönüşmesi konusunda Baas rejiminin planının tam tersi yönden parçası olanlar, şimdi Suriye halkının kaderini “barış” doğrultusunda değiştireceklerini iddia ediyorlar. Suriye halkı ise bombardımanlar biraz olsun hafiflediği anda yüzlerce noktada sokaklara dökülüyor, hem rejime hem de El Nusra ve IŞİD gibi karşı devrimci güçlere karşı devrimin ilk günkü taleplerini savunuyor. Aralık ayında Halep’e yönelik rejim kuşatmasına ve katliamlara karşı Suriye halkıyla dayanışmak için İstanbul’da eylem yapan Türkiyeli ve Suriyeli aktivistler, o günden bu yana buluşarak yola nasıl devam edeceklerini tartışıyorlar. Türkiye’deki özgürlükçü sol aktivistler ile Suriye toplumunun sol kanadını bir araya

getiren dayanışma kampanyası, devrimin yıl dönümü olan 15 Mart’a yakın bir tarihte, İstanbul’da uluslararası bir Suriye konferansı inşa etmeyi planlıyor. Konferansta Baas rejiminin ekonomi politiğinden mültecilerle dayanışmaya, İslamcılık-sekülerlik ve mezhepçilik olgularından devrimin sanatçılarına, emperyalizmin müdahalelerinden Suriye’deki sivil direniş örneklerine birçok konu detaylıca ele alınacak. Toplantıların hedeflerinden biri de Suriyeli ve Türkiyeli aktivistlerin sömürüye, baskıya, ırkçılığa ve savaşa karşı ortak mücadelesini güçlendirmek olacak. Sosyalist İşçi, ilk günlerinden itibaren bir bütün olarak Arap Baharı’nın ve özel olarak Suriye halkının devrim mücadelesinin yanında durdu. Bugüne kadar verdiğimiz mücadelelerin aktivistlerini birleştirecek, hem Suriye Devrimi’yle hem de Türkiye’deki mültecilerle dayanışmayı büyütecek bu faaliyetin içinde biz de tüm gücümüzle yer alacağız.

SURİYE DEVRİMİ ÜZERİNE YAPILAN İLK ULUSLARARASI HALK KONFERANSI

ESAD'IN GİTMESİNİ GARANTİ ETMEYEN HER GİRİŞİM BAŞTAN YENİK

İstanbul’da yaşayan Suriyeli sivil aktivist Jamal Hammour, Mart ayında düzenlenecek uluslararası Suriye konferansını yorumladı:

Suriye’de mücadele eden sosyalist örgüt Devrimci Sol Akım’ın üyesi Ümran Hallak, Türkiye, Rusya ve İran’ın vardığı uzlaşmayı yorumladı:

Solun bu uluslararası buluşması, 15 Mart 2011’de tiranlığa ve yozlaşmışlığa karşı onur ve özgürlük talepleriyle başlayan Suriye Devrimi hakkında önemli soruları ortaya atan ve devrimin kapsamlıca konuşulacağı bir alan olacak. Böylesi bir konferans, Suriyelilerin ve onların her yerdeki dostlarının kendilerine güvenini artıracak. Bu, aynı zamanda Suriyeli topluluklarının benzeri konferanslar düzenlemesinin önünü açacak ve uluslararası solun devrimimiz hakkındaki tutumlarını dinleyeceğimiz bir platform olacak.

ilk rejimi yıkma mücadelesinden, Esad rejiminin şiddeti sonucu devrimin militaristleşmesi ve İslamileşmesine kadar tüm aşamaları tartışılacak. 2013 ilk baharından itibaren yoğunlaşan Şii-Sünni mezhepçilik girdabını ve bunun sonrasında Suriye Devrimi’nin “teröre karşı savaş” ve bir iç savaş dışında hiçbir şey olmadığı mesajını yayan Amerikan ve Rus emperyalistlerin çabalarını konuşacağız. Biz bu tartışmaların, soldaki çoğu kişinin tutumunu yeniden düşünmesine yol açacağını düşünüyoruz.

Bu anlaşmanın ilk amacı, bana göre, Suriye’deki hisselerin Rusya, İran ve Türkiye arasında paylaşılması. Ancak Beşar Esad’ın görevi bırakmasını garanti etmeyen her siyasi çözüm çabası baştan yeniktir.

Konferansta Suriye Devrimi’nin güçlü ve zayıf yanları üzerine yapılacak sunumlarla, barışçıl gösterilerle başlayan

Ve son olarak, bunun Suriye Devrimi üzerine yapılan ilk uluslararası halk konferansı olacağına inanıyoruz.

Biz Suriyeliler daha önce de birçok anlaşmaya şahit olduk. Ancak hepsi başarısız oldu. Herhangi bir anlaşmada ilk hedef, ölümlerin ve bombardımanın durdurulması ve Suriye’nin hapishanelerindeki tutsakların bırakılması olmalı. Rusya, Suriye’nin tekrar bir nüfusa sahip olmasını ve mültecilerin ülkelerine

güvenli bir şekilde dönmelerini istediğini söylüyor. Türkiye de İran da Rusya da Suriye topraklarına dışarıdan müdahale ediyor. Rusya kıyı şeridini, Türkiye kuzey hattını, İran ise Irak ile Lübnan arasındaki bölgeyi istiyor. Ve bütün bu ülkeler, DAEŞ ve El-Kaide katillerine odaklanırken suçlu rejimi unutuyor.


6 GÜNDEM İLK DÖRT MADDE ÇATLAĞI AKP ile MHP arasında varılan anayasa değişikliği paketi mutabakatında, ilk dört madde krizi yaşandı. Anayasanın ilk dört maddesi, bugün mevcut sorunların kaynağını oluşturan ırkçı, milliyetçi ve ayırımcı maddeler. Birbirleriyle ırkçılık ve milliyetçilik yarışına giren AKP ile MHP arasındaki uzlaşma, 14 Ocak'ta yapılan görüşmeler esnasında AKP Bursa Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu üyesi İsmail Aydın'ın anayasanın ilk dört maddesinin de değiştirilebileceğine dair sözleri üzerine çatırdar gibi oldu. Aydın'ın "bir hukukçu olarak anayasanın değişmez maddesi olmasını kabul edemiyorum” demesi üzerine, MHP ve CHP milletvekilleri ayağa kalkarak bağırmaya ve Aydın'ı protesto etmeye başladılar. MHP'liler Başbakan Yıldırım'dan durumla ilgili açıklama isterken, CHP'liler ise gerçek niyetlerini açıkladığınız için teşekkür ederiz söylemini tercih ettiler. Sonunda Başbakan Yıldırım'ın anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi gibi bir durumun söz konusu olmayacağını açıklaması üzerine, hangimiz daha fazla ırkçı ve milliyetçiyiz, ayırımcıyız kavgası bir süreliğine sona ermiş oldu.

TEKÇİ ANAYA DEMOKRASİY

Değiştirilmelerinin teklif dahi edilemeyeceği ilk dört anayasa maddesi şöyle: "Madde 1. Türkiye Devleti bir cumhuriyettir. Madde 2. Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir. Madde 3. Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı İstiklal Marşı'dır. Başkenti Ankara'dır. Madde 4. Anayasanın 1 inci maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez."

KELİMESİNE TAHAMMÜL YOK 14 Ocak'ta yapılan anayasa görüşmeleri esnasında söz alan HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan, Osmanlı döneminde milletler sistemini ve anayasa modellerini anlatırken, tekçi anayasaların büyük felaketlere neden olduğunu, bunun örneğinin Osmanlı döneminde de görüldüğünü, Anadolu Hıristiyanlarının 1913-1923 arasındaki 10 yıllık süreçte yok olduğunu, Ermenilerin nüfusunun yüzde kırklardan binde bire indiğini, bunun bir soykırım olduğunu anlatınca kıyamet koptu.

15 Temmuz darbe girişiminin halkın direnişi ile püskürtülmesi demokratikleşme umutlarını güçlendirmişti. AKP-MHP ittifakı ve başkanlık dayatması ile bu iklim yok edildi.

HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan

AKP, MHP ve CHP milletvekilleri aralarındaki günlük tartışmaları ve ufak tefek farklılıkları bir kenara bırakarak bir araya geldiler ve Paylan'a üç oturuma katılmama cezası verildi. Bu ceza sadece başbakana ve meclis başkanına hakaret edenlere veriliyor; oysa Paylan'ın böyle bir şey yapmadığı kayıtlarda açıkça görülüyor. Irkçı ve milliyetçi partilerin soykırım kelimesi karşısında aralarındaki farklılıkları bir kenara koyarak birleşmeleri, bugün yaşadığımız sorunların temelinde Ermeni Soykırımı'nın bulunduğunu da açık bir şekilde ortaya koyuyor. HDP, Garo Paylan'a verilen cezayı protesto ederek, 15 Ocak'ta Meclis Genel Kurulu faaliyetlerine katılmadı.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) arasında anlaşmaya varılan 18 maddeli anayasa değişikliği, Meclis Genel Kurulu'nda görüşülmeye başlandı. Türkiye'nin başta Kürt sorunu olmak üzere temel hiçbir sorununa çözüm getirmeyen anayasa değişikliğinin maddeleri ilk turda 330 yeter oyun üzerinde oylar alarak kabul edildi. Maddeler ikinci tur oylamadan sonra referanduma götürülecek. Daha önce 21 madde olarak belirlenen anayasa değişikliği teklifi, 3 maddenin çıkarılmasıyla 18 maddeden oluşuyor. Bu maddeler kuvvetler ayrılığı ilkesini bir tarafa iterek, partili cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargıyı neredeyse tümüyle kendisinde toplamasının önünü açıyor. Anayasa değişikliği kabul edildiği takdirde, n Cumhurbaşkanı, aynı zamanda parti genel başkanı olarak iktidarın milletvekilleri listesini de hazırlayabilecek. Mevcut sistemde, partili cumhurbaşkanlığı bulunmadığı için; siyaset üstü olarak tanımlanan cumhurbaşkanının siyasi müdahalesi yasadışı kabul ediliyor. n Cumhurbaşkanına değişiklikle koşulsuz olarak meclisi

feshetme ve seçimleri yenileme yetkisi verilecek. Mevcut sistemde ancak hükümet güvenoyu alamadığı taktirde seçim yenileme kararı verilebiliyordu. n Cumhurbaşkanı bütçe hazırlama yetkisine sahip olacak. Mevcut sistemde bütçeyi hükümet hazırlıyor; meclis onayına sunuyordu. n Cumhurbaşkanına HSYK’nın başkanı ve üyelerinin yarısını atama yetkisi verildi. Mevcut sistemde Adalet Bakanı HSYK’nın başkanı, müsteşarı ise kurulun doğal üyesiydi. Kurulun diğer üyeleri ilk derece adli yargı hâkim ve savcılarının kendi aralarından seçtikleri yedi, ilk derece idari yargı hâkim ve savcılarının kendi aralarından seçtikleri üç, Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından seçtiği üç, Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından seçtiği iki, Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından seçtiği bir ve cumhurbaşkanının hukukçu akademisyenler ve avukatlar arasından seçtiği dört üyeden oluşuyordu. n Değişiklikle Anayasa Mahkemesi üyelerinin 15’inden 12’sini atama yetkisi de cumhurbaşkanına veriliyor. Mev-


GÜNDEM 7

ASAYA HAYIR YE EVET

GÖRÜŞ Roni Margulies

ERDOĞAN'IN İŞİ ZOR Anayasa değişikliği maddeleri Meclis'ten geçiyor. Belli ki zor geçiyorlar. AKP milletvekillerinin bu kadar sıkı markaja alınması ve buna rağmen ilk maddenin oylanmasına kadar parti yöneticilerinin fire vermekten korkuyor olması, bizzat AKP milletvekilleri arasında mutsuzların varlığını gösteriyor. Bunun pek bir önemi yok. Parti içi demokrasinin olmadığı, astığı astık, kestiği kestik bir liderin olduğu yerde, hiç kimsenin gık diyeceği yok. Çok daha önemlisi, 2 veya 9 Nisan'da yapılacağı söylenen referandumda ne olacağı. Burada da başkanlık sisteminin önüne bir engel çıkmayacak gibi görünüyor. Kamuoyu yoklamaları Erdoğan'ın belki de yüzde 60'a yakın oy alacağını gösteriyor. Ben bu yoklamaların güvenilmez olduğunu düşünüyorum. AKP seçmeninin başkanlık konusunda sanıldığından daha kaygılı olduğunu zannediyorum. Daha bir buçuk yıl önce 7 Haziran seçimlerinde AKP'yi terk eden, oylarının yüzde 50'den yüzde 40'a düşmesine yol açan seçmenlerin yine bir azizlik yapma ihtimali olabileceğini sanıyorum. Emin değilim elbet. Hükümet ve hükümet medyası müthiş bir propaganda yapıyor. Bu sabah bütün gazeteler başkanlığın "istikbal ve istiklal" anlamına geldiğini, başkanlık olduğunda bir daha darbe olamayacağını, Türkiye'yi yıkmaya çalışan tüm dünyanın başkanlık sayesinde avucunu yalayacağını anlatıyor! Bu iddiaların gülünçlüğünü sergileyen sesler ise medyada duyulmuyor.

cut sistemde Anayasa Mahkemesi 17 üyeden oluşuyor. Anayasa Mahkemesi'nin üyelerini cumhurbaşkanı ve Meclis seçiyor. n Değişiklikle kamu kurum ve kuruluşlarının kurulmasına, kamu tüzel kişilerinin oluşturulmasına, bu kurumların yetkilerine, kurumlarda görevlendirilecek üst düzey bürokratların atamasına, atama kriterlerine cumhurbaşkanı karar verecek. Mevcut sistemde kamu kurum ve kuruluşlarının oluşturulması yetkisi mecliste. Yetkileri ise meclis onayından geçen yönetmelikle belirleniyor. Atamalar ise kurumun bağlı bulunduğu bakanlıklar tarafından gerçekleştiriliyor. n OHAL ilanına cumhurbaşkanı karar verecek. Mevcut sistemde OHAL meclis onayı ile bakanlar kurulu tarafından gerçekleştiriliyor. n Siyasi yetkilerle donatılan cumhurbaşkanı buna karşın dar bir yargı denetimine tabi olacak. Siyasi denetim, 400 milletvekilinin imzası ile cumhurbaşkanının yüce divana sevki olacak. 3 dönem seçilme imkânı verilen cumhurbaşkanı için ömür boyu hukuki koruma da sağlanacak.

YERLİ VE MİLLİ ANAYASA

AKP seçmeninin bu propagandaya direnmesi kolay

AKP ile MHP arasında yapılan uzlaşma sonucunda teklif edilen 18 maddelik değişiklik kabul edildiği takdirde, ortaya her haliyle yerli ve milli olan bir anayasa çıkacak.

karşı çıkanlar meseleyi laiklik ve "Atatürk'ün mecli-

Bu anayasa yerli ve milli olacak, çünkü %13 oy aldığı 7 Haziran seçimlerinden sonra parti binalarının neredeyse tümü saldırıya uğrayan, yakılıp yıkılan, belediyelerine kayyum atanan, yöneticileri ve üyeleri hapse atılan, esasen yerli ve milli cephe içinde yer almayan Halkların Demokrasi Partisi (HDP), siyaset kanallarının neredeyse tümü kapatıldığı için anayasa sürecine aktif bir şekilde katılamadı.

duyulabilmesi için elden geleni yapmak gerek. Evet,

değil. Üstelik, başta CHP olmak üzere, başkanlığa si" ekseninde ele aldıkça, kaygılı AKP seçmenin bu kaygıları dile getirmesi iyice zorlaşıyor. Bütün bunlara rağmen, "Başkanlık değil, demokrasi" talebinin OHAL koşullarında sokaklarda dev gibi bir kampanya yürütmek mümkün değil. Ama ne

kadarsa o

kadar, bu sesi duyurmak gerek. Kamuoyu yoklamaları doğru çıkar ve Erdoğan Başkan olursa, bir dönem işimiz zor olacak. Tüm mu-

Bugün AKP ve MHP'ye karşıymış gibi görünen CHP, HDP'li vekillerin dokunulmazlığının kaldırılmasına evet oyu vererek, yerli ve milli anayasanın önünün açılmasına hatırı sayılır bir katkıda bulundu. Üstelik bunu genel başkanlarının ifadesiyle "anayasaya aykırı olmasına rağmen" yaptı.

halif kesimler geçtiğimiz 2-3 yılı bile mumla aratan

HDP'li Garo Paylan'a "soykırım" dediği için üç oturuma katılmama cezası verildi, HDP'li Sibel Yiğitalp ise Kürdistan kelimesini kullandığı için AKP ve MHP'li vekillerin sözlü saldırısına uğradı.

bir de Başkan'ı düşünelim. Türkiye kendi sınırları

Yeni anayasada Kürt halkı yine yok sayılıyor, eşit yurttaşlık diye bir kavramın sözü dahi edilmiyor. Ermeni, Rum, Süryani vb. halklarla ilgili olumlu herhangi bir düzenleme yapılmıyor. Bugünkü sorunların kaynağını oluşturan tekçi Türkçü öz, aynen korunuyor.

mümkün değil. Türkiye ekonomisi giderek sıkışıyor;

bir moral bozukluğu yaşayacak. Çaresizlik duygusu yaygınlaşacak. O gün (eğer o gün gelirse) yine söyleyeceğim, ama şimdiden söyleyeyim: Bizim işimiz zor olacak, ama içinde bir savaş yaşıyor. Bu savaşın kazanılması mümkün değil. Türkiye sınırötesi bir savaşa dahil. Suriye'deki savaştan sağ salim, kazanımla çıkması bunu hissetmeyen yok. Suriye'de savaşı bitirmeyen, içeride barış adımları atmayan Başkan uzun süre Başkan kalabilir mi? Çok kuşkuluyum.


8

GELENEK 1917-2017 EKİM DEVRİMİ

PARLAMENTO MU İŞÇİ İKTİDARI MI? ve patronlardan oluşan sermaye sınıfındadır. Bugünlerde anayasa değişikliği tartışmalarından da bilindiği üzere burjuva demokrasisi kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanmakta. Ancak, yasama, yargı ve yürütmeden oluşan bu üç kuvvetten oluşan bu kurumlar üzerinde geniş kitlelerin hiçbir denetimi yok. Dört, beş yılda bir yapılan seçimlerle halk kendi kendini yönettiğini zannediyor. Oysa halk vekillerini seçip parlamentoya gönderdikten sonra hiçbir şekilde sürece dâhil edilmiyor. Seçtikleri vekillerini geri çağıramıyorlar. Kitleler ne parlamentoda yapılan yasalara müdahale edebiliyorlar, ne de bu yasaların uygulamasını denetleyebiliyorlar.

ÇAĞLA OFLAS

2008 ekonomik kriziyle kapitalizmin yapısal krizinin iyice açığa çıktı ve yeni liberal düzenin sonuna gelindi. Ekonomik krizle birlikte derinleşen siyasal kriz karşısında egemen sınıflar daha otoriter yönetimler aracılığıyla istikrarı sağlamaya çalışırken, işçi sınıfı ve geniş kitleleri siyasal alanın da dışına atmak istiyorlar . Savaş, kriz ve devrimlerden oluşan günümüz emperyalist sisteminde artık sermaye, önemli ve hızlı kararlar almasını engelleyebilecek parlamentonun ayaklarına dolanmasını istemiyor. Nitekim şu anda meclisten kavga, gürültü eşliğinde geçmekte olan “partili cumhurbaşkanlığı” bu gelişmelerin sonucu önümüze getirilmekte. Türkiye kapitalizmi yaklaşan kriz, Suriye ve Ortadoğu’daki gelişmelere hızlı müdahale etmek için “Başkanlık sistemini” emekçilere dayatıyor. Yerli ve milli koalisyon tarafından getirilmek istenen Partili Cumhurbaşkanlığı referandumda kazanılırsa OHAL uygulamaları kalıcı hale gelecek.

Rusya’da iktidarı ele geçirilmesi sonucu oluşan işçi demokrasisi ise özyönetim organları olan Sovyetlere dayanıyordu. Fabrikalardan, işyerlerinden, askerlerden, mahallelerden seçilen konseyler toplanarak Sovyet’leri oluşturdular. Her an geri çağrılabilen bu delegelerin ücretleri ortalama işçi maaşını geçmiyordu.

Demokrasi devrimle geldi Yirminci yüzyıl, insanlığın eşitlik ve özgürlük özlemlerinin gerçekleşmesinde işçi sınıfının merkezi rolünü kanıtlayan pek çok mücadeleye tanıklık etti. Bugün burjuva anlamda bile hemen herkese doğal gelen demokratik haklardan işçi sınıfı yoksundu. Sosyal güvenlik, çalışma ve sendikal haklar dışında seçme ve seçilme hakkından da yoksun bırakılan işçi sınıfına, parlamento dâhil tüm siyasal alanlar kapalıydı. Başta sekiz saatlik iş yasası dâhil, pek çok hakkı elde etmek için örgütlenen işçi sınıfı, üretim sürecinin dışında toplumsal alanın da demokratikleşmesinde merkezi rol üstlendi. Sendikal örgütlülük dışında, kitlesel partiler kuran işçi sınıfı parlamentoda da güçlü bir şekilde temsilini sağladı. Ancak işçi sınıfı mücadelesi kapitalizmin iç çelişkileri nedeniyle parlamentoyla sınırlı kalamazdı. Ve nitekim öyle de oldu: 1871’de gerçekleşen 72 gün süren Paris Komünü deneyimi işçi devletinin küçük bir embriyonuydu. 1917’de Rusya’da işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi devrimci dönüşümler döneminin de başlangıcı oldu. Çarı devirerek, iktidarı alan işçi

1917 Ekim Devrimi'nin motor gücü konseylerde örgütlenmiş işçi sınıfıydı.

sınıfı dönemin en baskıcı rejimini yerle bir etmekle kalmadı, burjuva demokrasisinin yerine işçi iktidarını ikame ederek, burjuva demokrasisini fersah fersah aşan bir demokrasiyi yaşama geçirdi. Burjuva demokrasisi/ işçi demokrasisi Rusya’da devrim, Dünya Kadınlar Günü’nde kadın işçilerin greviyle başladı. Ertesi gün Petrograd’ta 200 bin işçi greve çıktı. Grev ikinci gününde tüm kente yayıldı. Grevcilerin bir kısmı ordu tarafından öldü-

rüldü. İşçi sınıfındaki isyan dalgası ordu içinde yayıldı. İşçi sınıfı 1905 devriminin deneyimiyle daha merkezi ve daha yaygın bir şekilde Sovyetler'i inşa etti. Öyle ki, daha Çar’ın istifa etmesinden bir gün önce Sovyetler kurulmuştu. İşçi konseylerine dayanan Sovyetler sınırlı haklara dayalı temsili demokrasinin yerine doğrudan demokrasiyi temel alıyordu. Kapitalist devlet yargıçlar, generaller, üst düzey devlet bürokrasisi ve ordu tarafından yönetilirken, gerçek iktidar bankalar

Rusya’da işçi iktidarı kitlelerin her düzeyde siyasal yaşama katılmasını sağlarken, ayrıcalıkları ortadan kaldırdı ve siyaseti profesyonel siyasetçilerin işi olmaktan çıkardı. Siyaset kitlelerin günlük yaşamının bir parçası haline geldi. İşçiler, Sovyetler vasıtasıyla, aşağıdan yukarıya işçi devletinin demokratik örgütlenmesinin dışında onu her aşamasında belirlediler. Ekim devrimi parlamenter sistemin kitlelere seçme hakkı tanıyan, yönetim sürecinin dışında tutan burjuva demokrasisinden üstünlüğünü kanıtladı. İşçi sınıfı iktidarı tüm ezilenlere de demokrasiyi getirdi. Kapitalizmin krizi bir yandan parlamentonun geniş kesimlerin sorunlarını çözemeyeceğini gösterirken öte yandan burjuva demokrasisini sahipsiz bırakıyor. Bu nedenle işçi sınıfının demokratikleşmesi, mücadele içerisinde demokrasiyi içselleştirerek aşması açısından önemli ve gerekli. Uluslararası Sosyalizm Akımının kurucusu Tony Cliff’in de söylediği gibi “demokrasi sosyalizmin kalbidir.” Demokrasi mücadelesini yükselten işçi sınıfı kapitalizmin de ortadan kaldırılmasını sağlayacak ve kendi iktidarını kuracaktır.


EMEK GÜNDEMİ

GREV KARARI ALAN METAL İŞÇİLERİYLE DAYANIŞMAYA!

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Can Irmak Özinanır

BARIŞÇI KİTLESEL EYLEMLER Yeterince etkili olmasa da her yürüyüş, her eylem, her mücadele çok önemlidir. Kitle eylemleri etrafında dayanışmayı büyütmeye çalışmak gerekir. Barışçı kitlesel eylemler, iktidarlar ve egemenler üzerinde her zaman çok etkili olmuş, onları kitlelerin talepleri konusunda çok daha duyarlı kılmıştır. Türkiye’nin içinden geçtiği dönemde demokrasiye duyulan ihtiyaç çok net bir şekilde kendisini hissettirmektedir, bu sürece aktif olarak müdahil olmak ve Türkiye’nin bir an önce gerçek bir demokrasiye kavuşmasını sağlamak için herkese büyük sorumluluk düşmektedir. Her ne kadar patlayan bombalar sürekli ortamı terörize etmekte ve zehirlemekte ise de bizler demokrasi için, haklarımız için ısrarcı olmaya devam etmeliyiz. Demokrasi duyarlılığı olan güçlerin birlikteliklerini önemsemek, kitlesel eylemlerde bir araya gelmesini sağlamak gerekir. Demokrasi için göstereceğimiz çabalar birlikte yaşama konusundaki enerjimize, işçi sınıfının hakları için mücadelesine katkı sunar. Bu nedenle Türkiye’nin demokratikleşmesi için her türlü çabayı göstermeye devam etmemiz gerekir. Bunun yolu da kitlelerin enerjisini harekete geçirmekten geçer. KESK kamu emekçilerine yönelik ihraçlara ve yaşanan hukuksuz uygulamalara karşı Aralık ayı içinde çeşitli eylemler gerçekleştireceğini açıklamıştı.

2015 yazı, Reno ve Tofaş işçileri birlikte mücadelede.

2015’teki grev sürecinde işçilerin mücadelesi sonucu MESS’ten kopan patronların oluşturduğu EMİS ile Birleşik Metal-İş arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmelerinden anlaşma çıkmadı. İşçilerin %30 zam istedğine karşın EMİS’in teklifi %15’in altındaydı. Bunun üzerine sendika grev kararı aldı. Birçok fabrikada işçiler eylemlerle greve hazırlandı. Patronların son çare olarak başvurduğu grev oylamalarında tüm fabrikalardan “Evet” çıktı. Metal fabrikalarında beyaz yakalı işçiler de Birleşik-Metal İş üyesi işçilerle birlikte “Evet” oyu kullandılar. 2015 yılında Birleşik Metal-İş üyesi işçiler 26 fabrikada 15

bin kişiyle greve çıkmıştı. Hükümet grevi “milli güvenlik” gerekçesiyle yasakladı. Ancak bu kez Mayıs ayında, Bursa’dan yayılan bir dalganın sonucunda Türk Metal-İş’in örgütlü olduğu onlarca fabrikada hem patronlara hem de faşist sendika yönetimine karşı mücadele başladı ve üretim durdu. Metal işçileri bu dönemin sonunda birçok kazanım elde etti. OHAL ve baskıların arttığı, umutsuzluğun tırmandığı bir dönemde, metal işçilerinin başlatacağı grev, yeni bir mücadele döneminin işaretçisi olabilir. Bu yüzden 20 Ocak’ta başlayacak grevin kazanması için dayanışmayı inşa etmek tüm emek örgütlerinin ve sosyalistlerin görevi olmalı.

İŞYERLERİNDE NELER OLUYOR? n Mersin’in Anamur ilçesinde TOKİ tarafından yaptırılan devlet hastanesi inşaatında çalışan işçiler, üç aydır maaşlarını alamadıkları için iş bıraktı. n Gemlik’teki Azot Gübre’de toplu iş görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine Petrol-İş sendikası üyesi 335 işçinin başlattığı grev, üçüncü ayını doldurmak üzere.

n Karabağlar Belediyesi'nin şirketi olan Karbel A.Ş.'de çalışan 915 işçiyi kapsayan, 4 ay önce başlayan toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerindeki anlaşmazlık nedeniyle DİSK'e bağlı Genel-İş İzmir 5 No’lu Şube grev kararı aldı. n Soma İmbat madeninde 6 Ocak gecesi yaşanan iş cinayeti üzerine 7 Ocak sabah vardiyasında çalışan işçiler madene inmedi.

10 Aralık'ta Mersin, Samsun ve Van'da, 11 Aralık'ta ise İstanbul ve İzmir'de “Haklar, OHAL ve KHK'lerinizden önce gelir: İhraçlarınıza, açığa almalarınıza, sürgün ve cezalarınıza teslim olmayacağız” sloganı ile bölge mitingleri düzenlenecekti. 15 Aralık'ta 2017 bütçesine karşı tüm illerde basın açıklaması yapılacak, 20 Aralık’ta 'İşimi ekmeğimi geri istiyorum' sloganı ile İstanbul'dan Ankara'ya ihraç edilen üyelerin en önde olacağı araçsız 'Emekçi Yürüyüşü' düzenlenecek ve Ankara'da merkezi bir eylem ile yürüyüş sonlandırılacaktı. Ama KESK eylemleri OHAL’e dayanarak, kamu düzenini bozacağı gerekçesi ile yasaklandı. KESK sadece bazı illerde basın açıklaması yapabildi. Devletin çeşitli bahanelerle yasakladığı eylemleri bıkmadan usanmadan yeniden gündeme almalıyız. Demokrasi için, tüm emek örgütlerini kapsayan yasal bir miting için organize olmalıyız. Bu konuda ısrarcı olmalıyız. Karamsar havayı dağıtacak olan, demokrasi üst başlığında tüm mağdurları birleştirecek bir kampanyadır ve bu kampanyanın amacı birleşik bir yasal miting olmalıdır.

n KESK Adana Şubeler Platformu, insanca yaşayacak ücret talebi ile maaş bordrolarını yaktı. n Esenyurt’ta bulunan Sözer Gıda işçileri, ödenmeyen ücretleri için fabrika önünde eylem yaptı. n Kocaeli Çayırova’da Anadolu Isuzu fabrikasında çalışan Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, patronun telafi çalışması ve zorunlu yıllık izin dayatması üzerine direnişe geçti. n Sakarya’da kurulu Yazaki fabrikasında ücretlerin gasbedilmesine ve işten atmalara karşı işçilerin yapacağı eylem valilik tarafından yasaklandı.

Gemlik Azot fabrikası işçileri haklarını istiyor.


10 YORUM

KÜRESEL KIYAMETİN ORTASINDA SOL NASIL KAZANIR?

Bernie Sanders sol için de bir hedef kitlesi olduğunu gösterdi. ALEX CALLİNİCOS

Geçtiğimiz yıl dikkate değerdi. Bazı açılardan, ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesi bircok eğilimi özetledi. Anlamak için 2007/8’deki finansal çöküşe geri dönmeliyiz. Tüm dünyadaki egemen sınıflar, 1930’larda görülene benzer bir çöküşü el birliğiyle önledi. Neoliberalizm patronları çok daha fazla zengin ettiğinden, vazgeçilemeyecek kadar iyiydi. Egemen sınıfın yeniden şarj ettiği neoliberalism –kemer sıkma- krizi çözmedi. Üstelik krizin maliyetini işçi sınıfına ödetme denemesi, baskın ideolojinin hegemonyasını zayıflattı. Bu da seçmenlerin isyanlarına yol açtı. Uzun zaman boyunca sıradan insanlar ana akım politikalar tarafından küçümsendiklerini hissettiler. Krizle bu aktif düşmanlığa dönüştü. Ne yazık ki bundan asıl kâr eden sağcılar. Solda da hareketler vardı – Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos, ABD’de Bernie Sanders ve İngiltere’de Jeremy Corbyn. Ama sağ şu ana kadar baskın oldu. Sağ ile neyi kasettiğimiz hakkında net olmamız gerekiyor. Faşizm hakkında çok

konuşuluyor ve gerçekten de faşist tehlikeler var. Avusturya başkanlık seçiminde faşist Özgürlük Partisi’nden biri neredeyse seçimi kazanıyordu, ucuz kurtulduk. Marine Le Pen’in bu yıl Fransa’da başkanlık seçimlerinin ikinci turuna katılması olası gürünüyor. Ancak uluslararası alanda sağdaki baskın eğilim, UKIP ve Trump gibi populist ırkçı sağ. Bununla beraber, populist sağın ilerlemesi, gerçek faşistlerin gelişmelerini kolaylaştıracak bir ortam yaratıyor. Global kapitalizm, Trupm’ın seçilmesinin bir sonucu olarak, daha fazla belirsizlik ve istikrarsızlığa sürükleniyor. Bu, solun anti-kapitalist bir alternatif önermesi için iyi bir ortam olmalı. Gerçek o kadar da neşelendirici değil. Syriza ve Podemos geriledi ve destekçilerinin sayısı azaldı. Radikal solun zayıflığı, popülist sağın insiyatifi ele geçirmesine izin veren bir faktör oldu. Şimdi büyük bir halk cephesi yanlılığı tehlikesi var. Fikir şu; faşizm saldırıya geçtiğine göre, ona karşı çıkan herkesle

birleşmeliyiz. Tehlikeli Bu çok tehlikeli; en başta bu başkaldırıya neden olmuş olan neoliberal politikalarla ortalık kurmak anlamına geliyor. Neoliberalizme bir alternatif önermeliyiz. Kendi kendimize değil, başkalarıyla birlikte, harekete geçmeliyiz. Uluslararası Sosyalist Akım keskin bir hat belirledi ve tüm Avrupa’da ırkçılığa karşı birleşik kitle hareketleri inşa etmeye çalıştı. Ingiltere’de “Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk” çok kritik. Kemer sıkma politikaları ırkçılığı büyük oranda güçlendirdi ve biz her ikisine karşı da savaşmalıyız. Ancak ırkçılık basitçe sorunlardan biri değil. Irkçılık gittikçe diğer sorunları gölgelemek için kullanılan dil hâline geliyor. Bunu Brexit ile görebilirsiniz. İnsanlar Avrupa Birliği’nden ayrılmak için birçok nedenle oy verdi. Ama yerleşmiş görüş ne? Tamamen ırkçılık ile ilgili. Solun bazı bölümleri bile, örneğin serbest dolaşım özgürlüğü hakkında, bu argümanlara taviz veriyor. Sorun, mücadele seviyesinin düşük olmasıyla katmerleni-

yor. Ve ırkçı basınç, sendikalardaki tartışmaları şekillendiriyor. Jeremy Corbyn’i destekleyen insanlarla ilişki kurmanın en iyi yolu ırkçlık karşıtlığı. Bu kişiler yerel parti birimlerinde hatırı sayılır derecede görünür değiller, çünkü buralar sağ kanat tarafından domine ediliyor. Ve Corbyn’i desteklemek için kurulan taban örgütü Momentum, hizip kavgalarıyla parçalanıyor. Birçok Corbynci bundan kaçmaya başlayacak. Irkçılığa karşı ciddi bir hareket, Corbyn’den etkilenen ama işleyiş şeklinden dolayı İşçi Partisi’ne dahil olmayan azımsanmayacak sayıdaki kişiyle ilişki kurmamızı sağlayabilir. Bunu ancak gerçekten büyük ve birleşik bir “Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk” hareketi inşa edebilirsek yapabiliriz. Irkçılık ana halka; İngiltere toplumunda gittikçe daha derine yayılan bir zehir. Buna yanıt vermek için solun tüm diğer bolümlerinden daha iyi bir yerdeyiz. Mücadeleyi yükseltmeliyiz. Bu, kenarda kalmak demek değil, tarihin caddesine bizi götürecek olan yoldur.


AKTİVİZM 11

BİZ KADINLAR OHAL’E KARŞI HERHALDE DİRENİYORUZ!

NURDAN DÜVENCİ

İstanbul’da 25 Kasım Kadın Platformu’nun çağrısıyla toplanan binlerce kadınlar “Biz kadınlar OHAL’e karşı herhalde direniyoruz” pankartıyla yürümüşlerdi. Yürüyüş kadınların bir süre önce cinsel istismarın önünü açan skandal yasa değişikliğine karşı gene sokaklarda verilen mücadelenin başarıya ulaşmasının coşkusunu ve güvenini taşıyordu. Bu mücadele bizlere OHAL koşullarında direnmenin ve kazanmanın mümkün olduğunu gösterdiği için çok önemli. Kadınlar talepleri etrafında varolan siyasi bölünmüşlüğe rağmen birliği sağlayabildiler ve tüm yasaklara rağmen her platformda sokakta haklı taleplerini dile getirdiler. Şimdi bu kazanımın sağladığı güvenle 8 Martta bir kez daha hayatımıza, kimliğimize, bedenimize sahip çıkmak için sokaklarda olmalıyız. AKP iktidarının dayattığı savaş politikalarına karşı barışı savunmak için, kadınları

her fırsatta eve hapseden yasalara karşı hayatımız bizim, aileniz sizin olsun demek için ve kadınları kuşatan her türlü şiddete karşı ses çıkarmak için 8 Mart önemli bir fırsat sunuyor bizlere. Sadece OHAL’de değil son yıllarda gerçekleşen irili ufaklı pek çok mücadele bizlere kadınların ön saflarda yer aldığını gösteriyor. Kadınlar artık susmayacaklar sözleri sadece basit bir slogan olmaktan ibaret değil, kadınların eş, anne, hasta bakıcısı olarak izole olmuş bir halde evde dört duvar arasında, işte, okulda, yurtlarda, otobüste, yolda yürürken yani her yerde yaşadıkları şiddet ve baskıya karşı tavırlarını gösteriyor. Evet kadınlar artık susmuyorlar, tüm baskılara rağmen kazanmanın mümkün olduğunu gösteriyorlar. Gerçek değişimin ancak sokakta olacağı bilinciyle 8 Mart’ta sokağa mücadeleye özgürleşmeye diyoruz.

İKLİM DÜŞMANI CEO ABD YÖNETİMİNDE NURAN YÜCE

Donald Trump 20 Ocak’ta Barak Obama’dan görevi teslim alacak ve 45. ABD başkanı olarak ABD’yi yönetmeye başlayacak. ABD’nin yeni dönem politikaları da Trump ve kabinesindeki üyeler tarafından oluşturulacak. Trump seçim dönemindeki açıklamaları ile ne kadar ırkçı ve cinsiyetçi olduğunu kabinesine seçtiği kişilerle de adeta bir milyarderler, yalancılar, savaş severler ve iklim düşmanı seçkisi oluşturduğunu gösterdi. Her biri diğerinden daha sorunlu olan kabine üyelerinden Dışişleri Bakanı olarak seçilen Rex W. Tillerson özellikle iklim değişikliği konusunda en sorunlu kabine üyesi. Tillerson, ExxonMobil’in Başkanı ve CEO’su. Şirket kârları mı iklim değişikliği mi? ExxonMobil Corporation ya da ExxonMobil, Amerikan çok uluslu petrol ve dogal gaz şirketi. 2013’te dünyanın piyasa değeri en büyük şirketiydi ve Forbes Global 2000 listesinde 5.sırada yer alıyordu. 21 ülkede 37 petrol rafinerisi olan şirketin günlük 6,3 milyon varil ham petrolü işleme kapasitesi var. Çevre felaketleri açısından tarihi hiç temiz olmayan Exxon 2011’de Yellowstone River sızıntısı nedeniyle ödediği 1.7 milyon dolar para cezası ve

Kanada’dan ABD’ye petrol getiren Arkansas petrol boru hattında yaşanan ve 10 bin varil petrolün etrafa yayıldığı türden olaylarla biliniyor. Ayrıca ekonomik gücü fosil yakıtlardan elde eden şirket iklim değişikliğine karşı inkarcıların başını çektiği gibi iklim değişikliği yoktur diyen araştırmaların finansörlüğünü de yapıyor. ‘Petrol olmazsa toplumsal kargaşa çıkar’

Exxon Mobil, yenilenebilir enerjinin, dünyadaki enerji talebini karşılayacak kadar ucuz ya da gelişmiş olmadığını, hükümetlerin fosil yakıt fiyatlarını arttırmasını, ‘alternatif enerji kaynaklarının’ kullanımını teşvik etmesini ama fosil yakıt tüketimine sınır getirmemesi gerektiğini savunuyor. Fosil yakıtlara sınırlama getirilirse toplumsal kargaşa çıkar diyor. Aslında söyledikleri gezegenin sonunu getirecek tüm faaliyete devam edeceğiz, bunu yapabilecek politik gücümüz var anlamına geliyor. Bu anlayışı savunan şirketin başkanı ve CEO’su şimdi ABD’nin uluslararası politikalarını belirleyecek kişi oldu. Diğer kabine üyeleri ile birlikte Tillerson ve Trump dönemi ABD politikaları kelimenin gerçek anlamıyla dünyayı yangın yerine ABD'deki kitlesel iklim hareketi Exxon Mobil'e karşı mücadelede. çevirebilir.

ÖNE ÇIKAN Can Irmak Özinanır

KAPİTALİZMİN SONUCU: OTORİTERİZM VE YIKIM Başkanlığı mümkün kılan anayasa değişikliklerinin hayata geçirilmeye çalışılması, AKP’nin OHAL ile zirve noktasına varan otoriter yöneliminin anayasal güvence altına alınması anlamına geliyor. Bu otoriterizmin neden olduğuna dair pek çok tahmin var, başkanlık hevesi, giderek yükselen savaş politikaları, dış politikada içine girilen açmaz, Gezi’nin ve 7 Haziran’ın yarattığı korku vb. Bunların hiçbirine yanlış demek mümkün değil ancak genellikle tartışmalarda bütün bu otoriterleşme politikalarının üstünde yaşandığı, üstelik bu ülkeye özgü olmayan zemini çoğunlukla unutuyoruz. Bugün dünyanın pek çok yerinde farklı veçheler ile yükselen otoriterizm, genel olarak kapitalizmin, özel olarak da kapitalizmin 1980’li yıllardan başlayarak içine girmiş olduğu neoliberal yönelimin bir sonucu. Neoliberalizm, kapitalizmin 1970’li yılların ortalarından başlayarak girdiği krize egemen sınıfların bir yanıtıydı. Kısaca kamu sektörünün ve henüz piyasalaştırılmamış eğitim, sağlık gibi alanların piyasaya açılmasını öneriyordu. Aynı zamanda başını ABD ve SSCB’nin çektiği biri piyasa kapitalisti, diğeri devlet kapitalisti iki blok arasındaki Soğuk Savaş’ın birincisi lehine çözülmesiyle birlikte kapitalizm için tam bir zafer ilan ediliyor, işçi sınıfının örgütlenmeleri ve kazanımları birer birer budanırken buna bir özgürlük retoriği eşlik ediyordu. Türkiye’de bir askeri darbe, pek çok ülkede ise son derece otoriter yönetimler tarafından hayata geçirilse de uzun vadede neoliberalizmin masalları toplumda genel bir kabul görmeyi başarmıştı. Bugün, bu genel kabul darmadağın oluyor. Neoliberalizm, yükselişinde de çöküşünde de geniş kitleler için yoksulluk ve yıkım anlamına geldi. Emek rejimi tümüyle güvencesiz hâle getirildi, zenginlik giderek daha küçük bir elitin elinde toplandı, tüketim teşvik edilirken sıradan insanlar bu tüketimi yapabilecek kaynaklardan yoksun bırakıldılar ve borç içinde yaşamak zorunda kaldılar. Neoliberalizmin krize yanıtı ise bu politikaları derinleştirirken, geniş kitlelerin söz söyleyebileceği kanalları daha da daraltmak oldu. Erdoğan’ın, Trump’ın, Putin’in farklı politik yönelimlerine rağmen otoriter politikaları “halkçı” politikalar gibi sunmaları, popüler bir desteğe sahip olmaları neoliberal uzlaşının dağıldığı, yerine kapitalizm içi veya kapitalizm dışı alternatiflerin geçmediği bir dönemde yaşıyor olmamızla mümkün hâle geldi. Bu otoriter yönelimlerden rahatsızmış gibi görünen neoliberal elitlerin de temel tartışması demokrasi değil kendilerini var ettikleri ekonomik, politik zeminin ortadan kalkıyor olması. Kısacası egemen sınıfların otoriterizmi derinleştirmek dışında sundukları bir alternatif yok. Çelişki şu ki otoriter politikalar ne krize çözüm olabilir, ne de bugünkü politik kaosu çözebilir. Otoriterleşme ancak krizi derinleştirebilir. Önümüzde bütün bu kaosa aşağıdan, işçi sınıfı saflarından bir alternatif üretmek dışında bir seçenek yok.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

OHAL ARTIK BİTMELİ

BASKININ YARATTIĞI SOSYAL YIKIM OHAL’de hukuksuz uygulamalar arttı. OHAL döneminde 104 bin kişi şüpheli ilan edildi, 90 bin kişi gözaltına alındı. 41 bin kişi tutuklandı. OHAL’in ilanından önce suç teşkil etmeyen eylemler, OHAL rejiminde suç olarak ilan edildi, soruşturulmaya başlandı. Gözaltı süresi, ilk 5 gününde avukat yasağı olmak üzere 30 güne çıkarıldı. OHAL uygulamalarına karşı yargıya başvuru yolları kısıtlandı, Anayasa Mahkemesine yapılan 80 bin kişisel başvuruya henüz verilmiş bir cevap yok. OHAL’de cezaevlerinde, karakollarda işkence iddiaları yaygınlaştı. OHAL döneminde Türkiye’de işkence iddiaları yaygınlaştı. İşkence mağdurlarının, haklarını aramamaları için yoğun biçimde özellikle de aileleriyle tehdit edildiği iddialar arasında. OHAL dönemindeki soruşturmalarda gözaltına alınan veya tutuklananlar arasında çok sayıda “intihar” ve “kalp krizi” vb. nedenlerle ölüm olayı meydana geldi. Son 6 ayda en az 20 kişi bu şekilde öldü. Bu ölümlerle ilgili sağlıklı bir soruşturma yapılmadı. OHAL’de HDP’liler tutuklandı, STK’lar kapatıldı. Eşbaşkanların da dahil olduğu 12 HDP milletvekili ve çok sayıda HDP il ve ilçe yöneticisi tutuklandı. Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk gibi önemli Kürt siyasetçiler tutuklandı. 52 HDP’li belediyeye kayyım atandı. Musa Anter, Feqî Hüseyin Sağnıç, İsmail Beşikçi gibi aydınlar tarafından 1992 yılında kurulan İstanbul Kürt Enstitüsü kapatıldı. OHAL’de on binlerce kamu ve özel sektör çalışanı işten çıkarıldı. Mazlumder eski başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, akademisyenler Fatma Bostan Ünsal, Halil İbrahim Yenigün, Cuma Çiçek, Selim Temo gibi isimler ve bunlara eklenebilecek daha pek çok kişi haksız bir biçimde işlerinden çıkarıldı. OHAL KHK’ları ile bugüne kadar 97 bin kamu çalışanı işten çıkarıldı, 25 bin kamu çalışanı açığa alındı. OHAL’de eğitim kurumları, hastaneler, sendikalar, dernekler, vakıflar kapatıldı. OHAL döneminde 15 Özel Üniversite, 1200 anaokulu, ilk ve orta öğrenim okulu ve lise kapatıldı. OHAL’de 40 Sağlık merkezi ve hastane, 1125 dernek, 104 Vakıf, 19 Sendika kapatıldı. Kapatılan kuruluşlarda çalışan 10 binlerce insan işsiz kaldı. Özel eğitim kurumlarında çalışan 30 bine yakın öğretmenin çalışma belgesi iptal edildi.

15 Temmuz başarısız darbe girişiminden sonra 21 Temmuz’da 3 ay süreyle, olağanüstü hal (OHAL) ilan edildi. OHAL, önce Ekim 2016 ve sonra Ocak 2017 tarihlerinde üçer ay uzatıldı. Darbeciler, 173’ü sivil 246 kişiyi öldürdü, 2 binden fazla insanı yaraladı. Darbe teşebbüsünde bulunanların işledikleri suçlar nedeniyle insan hakları ve hukuk ilkeleri çerçevesinde yargılanmaları doğaldır. Darbe girişiminin bastırılmasında halkın direnişi önemli rol oynadı, toplumun tüm kesimleri darbeye karşı çıktı. Darbeciler ve arkasındaki örgütle mücadele etmek için OHAL çıkarılmasına gerek yoktu; çünkü TBMM’de grubu bulanan tüm partiler bu konuda Hükümete yardım edeceklerini açıklamışlardı. Buna rağmen OHAL ilan edildi, anti demokratik uygulamalar yaygınlaştı, toplumsal muhalefet baskı altına alındı. OHAL döneminde çıkarılan 15 Kanun Hükmünde Karar-

name (KHK), konu bakımından darbe ile ve süre bakımından OHAL süresi ile sınırlı olmayan, kalıcı hukuksal düzenlemeler içermektedir. Bu KHK’larla savunma ve etkili yargı hakkı tanınmadan haksız bir şekilde kamu görevinden çıkarılan binlerce insan aileleri ile birlikte açlığa terk edilmiştir. Oysa Türkiye’nin ihtiyacı barış ve adalettir. Barış ve adalet talebinin gerçekleşeceği demokratik bir rejimdir. Kendi halkına olduğu kadar çevresine de ışık tutacak bir siyasetin “yeniden” kurulabilmesinin yolu adalet ve barış için demokrasinin yeniden inşasından geçmektedir. OHAL’in uzatılmasında en önemli sebep, medya ve siyaset üstündeki baskıyı devam ettirip, Başkanlık konusunu tartıştırmadan kabul ettirmektir. Başkanlık değil demokrasi istiyoruz. OHAL’e Hayır, OHAL Kaldırılmalıdır!

OHAL’de medya ve sosyal medya susturuldu, gazeteciler tutuklandı, toplantı ve gösteriler yasaklandı. 177 medya kuruluşu kapatıldı. 144 gazeteci tutuklandı. 3 bin 750 sosyal medya kullanıcısı hakkında adli işlem başlatıldı, 1656’sı tutuklandı. OHAL kanunu gerekçe gösterilerek başta Diyarbakır, Ankara gibi kentler olmak üzere birçok kentte tüm toplantı ve gösteriler ile basın açıklamalarının yapılması yasaklandı. OHAL’de cezaevlerindeki koşullar hızla kötüleşti. 183 bin kişilik kapasitesi olan Türkiye cezaevlerinde Mart 2016’da 188 bin kişi vardı. Son tutuklamalarla birlikte cezaevlerindeki kişi sayısı 240 bine dayandı. Birçok cezaevinde insanlar yerlerde yatmaya başladı. OHAL’de yüzlerce şirkete, binlerce kişinin mal varlığına el konuldu. OHAL KHK’larının verdiği yetki ile hakkında soruşturma açılıp tutuklama veya yakalama kararı çıkarılan pek çok kişinin mal varlığına el koyuldu.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.