Sosyalist işçi 590

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

590

1 Mart 2017 3 TL. sosyalistisci.org

BAŞKANLIĞA DA RAHATSIZ KARARGAHA DA

HAYIR ÇÖZÜM

E T K Ü L R Ü G Z Ö

MARKSİZM 2017 KÜRESEL DİRENİŞİN FİKİRLERİ 590.indd 1

19-23 NİSAN İSTANBUL

İŞSİZLİK PAHALILIK BORÇLANMA: SORUMLULARI BİLİYORUZ sayfa 6-7'de 28.02.2017 19:13:33


2

GÜNDEM

SURİYE'DE SAVAŞIN BİLANÇOSU “ANLAMLI EVET”, ANLAMLI “HAYIR” VE DARBECİLER AKP liderliği “Evet” kampanyasını başlattı. Referandumdan “anlamlı bir evet” sonucunun çıkması için çalışacaklarını ilan ettiler. “Anlamlı”, yani “Hayır” oylarına açık bir fark atan, kitle desteği tartışılmaz olan, diyelim ki, en az yüzde 55’lik bir oran anlamına geliyor. Bu mümkün mü? AKP ve MHP’nin 1 Kasım seçimlerinde aldığı oy toplamı yaklaşık yüzde 61. Ne var ki MHP’nin saflarında ciddi bir kan kaybı var. Yüzde 12’lik oy kitlesinin en az yarısının “hayır” oyu vereceği tahmin ediliyor. AKP saflarında ise kararsız seçmen kitlesinin oranının yüksek olduğunu bir dizi anket açığa çıkartıyor. Bu durum, bu referandumdan “Hayır”ın kazanarak çıkmasını isteyenlerin aklına, hızla 7 Haziran seçimlerinde AKP seçmeninin neredeyse beşte birinin AKP’ye oy vermemesinin gelmesine neden oluyor. Bu, “Hayır” oyu vereceğini açıklayan ve kendi içinde karmakarışık gruplara sahip olan, içinde bizim de olduğumuz siyasi tarafın AKP tabanı hakkında güzellemeler yapmaya başlamasına neden oldu. Çok hızlı bir keşif yaşandı ve bu partinin tabanında halkımızın yoksul, ezilen, Kürt ve proleter kesimlerinin de yaşadığı keşfedildi! Bekir Coşkun gibi en ağır küfürleri edenler dışında hemen herkes, referandumdan “Hayır” oyunun zaferle çıkması için bu seçmen kitlesinin en azından 7 Haziran’da AKP’ye oy vermeyen oranda bir kesiminin “Hayır” oyu vermesi gerektiğini kavramış durumda. Ama bu adımın atılabilmesi, aynı anda 10 topu birden çevirme yeteneğini göstermemize bağlı. Bu, aynı zamanda, “Hayır” kampanyası yaparken, “özgürlükçü bir hayır” kampanyasının ne kadar güçleneceğiyle de bağlantılı: 1. Kategorik karşıtlık içeren hiçbir slogana yönelmemek, 2. Başkanlığa karşı çıkarken eski sistemi savunmamak ama eski sistemde belirgin olan aşırı merkezileşmiş yönetim anlayışının bu sistemle devam ettirildiğini anlatmak, 3. Halkın demokratik katılımının siyasi iradenin tek kişinin elinde yoğunlaşmasıyla alakalı olmadığını anlatmak, 4. 15 Temmuz darbesine karşı direnişi sahiplenmek, başkanlığın bu direnişin doğal bir sonucu değil, direnişten fırsatçı bir ya-

590.indd 2

rarlanma şekli olduğunu iyi anlatmak, 5. “Aman hayır oyuna zeval gelmesin” diyerek, “Hayır” kampanyası yaparken halkların eşit koşullarda kardeşliğini savunmaktan imtina etmemek.

BİR ÖRNEK: KARARGAH RAHATSIZ HABERİ “Hayır” kampanyasının bu siyasi hattı izlemesi açısından son üç gündür çok önemli gelişmeler yaşanıyor. 15 Temmuz darbe gecesi Cumhurbaşkanını telefona bağlayan ve Erdoğan’ın halkı meydanlara çağırdığı konuşmayı sunan Hande Fırat, orduda yaşanan son gelişmelerle ilgili bir haber yaptı. Her nedense, Hürriyet yöneticileri, bu haberi “Karargah rahatsız” diyerek sundu. Ortalık çalkalandı. Öncelikle, bu manşet akıllara “Genç subaylar rahatsız” manşetini getirdi. Ama ortalığın çalkalanmasının ve savcılığın haber hakkında soruşturma başlatmasının nedeni, 15 Temmuz darbe girişiminden beri, ayda bir kez, özellikle eski Ergenekoncuların çıkıp yeni dalga darbeden, ikinci bir darbe girişiminin gelmekte olduğundan söz edip durmaları. Fakat yakın tarihi hatırlayanlar, Hürriyet’in 10 Şubat 2008 günü attığı, “411 el kaosa kalktı” manşetini de hatırlayacaktır. Başörtüsünü serbest bırakan anayasal düzenlemeye karşı bir manşetti bu. Şimdi de karargahın 7 konuda rahatsız olduğunu haberleştirirken esas olarak TSK’da başörtülülerin de görev yapabileceğine ilişkin düzenleme, rahatsılzığın özünü oluşturuyordu. Diğer rahatsızlık maddeleri, bu esas sorunun tek sorun olarak öne çıkmaması için, dolgu malzemesi olarak kullanılmıştı. Bu habere karşı ilk tepkiyi, özgürlükçü hayır cephesi vermeli. Karargah, ister iktidar isterse muhalefet politikaları olsun, siyaset alanına müdahale etme hakkına sahip değildir. Başörtüsü her alanda özgür olmalı, herkes istediği gibi giyinme hakkına sahiptir. Ama sorun bununla sınırlı değildir; darbe ihtimalini bütünüyle ortadan kaldıracak olan, önerilen anayasa değişikliği değil, siyasal demokrasinin sınırlarının genişletilmesi, OHAL’in sona erdirilmesi, yani “başkanlık değil demokrasi”dir.

Suriye'de savaşın bedelini sivil halk ödüyor.

24 Şubat’ta TSK tarafından yapılan bir açıklamayla, altı aydır devam eden Fırat Kalkanı Harekatı kapsamında, El-Bab’da ‘kontrol sağlandığı’ duyuruldu. Ağustos ayında başlayan harekat Türkiye’nin silahlı birlikleri ve bazı ÖSO birlikleri ile sürdürülüyordu. Resmi olarak harekatın El Bab’ın IŞİD’den temizlenmesi için başlatıldığı açıklanmıştı. Ancak geçen altı ay içerisinde Afrin, Kobani ve Cizire arasında bağlantı kurulmasının engellenmesinin de operasyonun esas amaçlarından olduğu görüldü. Hükümet tarafından harekatın El Bab’tan sonra biteceği söyleniyordu. Ancak şimdi başta Cumhurbaşkanı olmak üzere pek çok hükümet yetkilisi, ‘sırada Menbiç, Rakka var’ diyerek operasyonun bitirilmeyeceğini aksine başka bölgelere doğru genişleyeceğini ifade etmeye başladı. Adeta koalisyon ortağı olan MHP’nin

lideri Bahçeli ise ‘Rakka’ya milli kuvvet yıldırım gibi inmelidir’ dedi. Peki geçen altı ayda ne oldu? Savaşın ve çatışmanın bilançosu neydi? Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin açıkladığı bilgilere göre, Fırat Kalkanı Harekatı kapsamında ağır silahlar ve hava bombardımanları sonucunda 444 sivil yaşamını yitirdi. Ölen sivillerin 96’sı henüz 18 yaşının altında olan çocuklardan, 59’u ise kadınlardan oluşuyor. Açıklanan resmi rakamlara göre altı ayda 71 asker öldü. Ölen askerlerden üç tanesinin Rusya tarafından ‘kazayla’ vurulduğu açıklanmıştı. Altı ayda kaybedilen hayatların ağır bilançosunun yanı sıra, harcanan milyonlarca liranın hesabının da ağırlığını tahmin etmek güç değil. Bu bilançonun yıldırım gibi düştüğü hayatları bahis etmeyenler, Menbiç’e ve Rakka’ya operasyon düzenlemekten söz edebiliyorlar.

YUNANİSTAN'LADA MI SAVAŞACAKSINIZ?

KILIÇDAROĞLU'NUN HEDEFİ MÜLTECİLER

Türkiye halkı, komşu devletlerle düşülen ihtilaf ve gerilimlerden rahatsız. Erdoğan ve yeni ortağı Bahçeli ise Yunanistan'la gerilimi tırmandırıyor. Faşist lider "Biz yeniden Ege'ye kurşun gibi saplanmasını bilir, tarihi tekrar öğretiriz" diyerek Yunanistan'ı açıkça tehdit etti. Bir karşılığı var mı? Yunanistan da Türkiye gibi bir NATO üyesi, saldırmaları zor fakat geçmişte sık sık başvurulduğu gibi askeri gerilimi sürdürmeleri mümkün. Bugünün dünyasında böylesi askeri gerilimlerin beklenmeyen noktalara varması da muhtemel. Evet oyunun güvenlik ve huzur için olduğunu söylüyorlar fakat durmadan askeri gerilim üretiyorlar.

Herkesin hayır'ı farklı. Suriye'de savaşa 'evet' oyu veren Kılıçdaroğlu, Meclis grubunda konuşan Kılıçdaroğlu, Suryeli mültecileri hedef aldı: "Kaç Suriyeli var Türkiye'de, belli değil. Rakamlar muhtelif. Sayı emin olun 4 milyondan az değil. Şimdi değerli arkadaşlarım, bizim gençlerimiz Suriye için Suriye'de şehit oluyor. Bizim evlatlarımız, Anadolu'nun gariban ailelerinin çocukları Suriye için Suriye'ye gidiyor, şehit oluyor. E onların gençleri, Türkiye'de. Nasıl oluyor bu? Üstelik iş bulup çalışıyorlar. Bizim çocuklarımız işsiz, onların işi var." Bu argümanlar Amerika'da Trump, Avrupa'da neo-naziler dile getiriliyor.

28.02.2017 19:13:33


3

GÜNDEM

HAYIRCILAR DARBENİN YANINDA MI?

Sosyalist İşçi, 16 Nisan’daki referanduma kadar her hafta “Evet” kampanyasının iddialarına yanıt vermeye ve herkesi “Başkanlık değil demokrasi” diyerek sandıkta “Hayır” oyu atmaya çağırıyor.

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

KAPALI TUT AMA KİLİT ASMA Hükümet yetkileri “Yeni Türkiye” ile övünürken parti kapatmaların eski dönemin sonucu olduğunu eskiden arada sırada dillendiriyorlardı. İçinden geçtiğimiz koşullarda bununla övünebilen yetkili kalmış mıdır hala, bilemiyorum. Ama HDP’nin başına gelenlere bakıldığında, parti kapatmamakla övünmek, tek kelimeyle zor! Kürt sorununda diyalog yerine çatışmacı politikaların yeniden devreye girmesiyle birlikte, uzun vadeli bir stratejinin ilk adımı olarak HDP hızla kriminalize edildi. Kürt sorununda çatışmacı her türlü adımın sorumlusu olarak gösterildi. Yaşanan her gelişmenin karar vericisi sanki HDP yönetimiymiş gibi, HDP’li milletvekiller hızla hedef tahtasına oturtuldu.

16 Temmuz sabahı darbeciler yenildiğinde büyük bir umut doğmuştu.

Tayyip Erdoğan, referanduma gidi-

lirken 15 Temmuz darbe girişiminin ve ona karşı direnişin prestijini kendi lehine kullanmak istiyor. Bunun için sık sık 16 Nisan’ın 15 Temmuz’a yanıt olacağını söylüyor. Hatta daha da ileri giderek, “Hayır” oyu vereceklerin yerinin 15 Temmuzcuların yanı olduğunu iddia etti. Referandumda oylanacak olan değişiklik metni, 12 Eylül darbecilerinin yazdığı anayasaya zarar vermediği gibi ilk 4 maddeyi koruyarak onun ruhunu tazeliyor. “Başkanlık” meselesinin ise darbecilere karşı herhangi bir zırh getirdiği söylenemez. 15 Temmuz

darbe girişimi gerçekleştiğinde, Tayyip Erdoğan zaten “fiili” olarak “terleyen cumhurbaşkanı” gibi çalışıyor ve ülkeyi yönetiyordu. “Hayır” diyenlere “darbeci” diyen Erdoğan, aslında Ergenekon ve Balyoz darbe girişiminden hüküm giymiş herkesin “milli orduya kumpas kurulduğu” gerekçe gösterilerek serbest bırakılmasında belirleyici oldu. 15 Temmuz’a ilişkin hükümetin resmi anlatısı da yalnızca Fethullahçı darbeciler etrafında şekillendi. Oysa bugünlerde görülmeye başlanan davalarda “FETÖ’cü değilim. Alparslan Türkeş ve Kenan Evren hangi motivasyonla yaptıysa ben de ülkemi ve milletimi

korumak için yaptım” diyen askerler ortaya çıkıyor. Bazı darbe heveslilerinin bu referandumda “Hayır”cı olması, kategorik Erdoğan düşmanlığından kaynaklanıyor, yoksa, devletin bekası önesürülerek gündeme getirilen anayasa değişikliğiyle başka koşullarda olsa hızla uzlaşabilirler. Darbecilik, ancak otoriterliğin, milliyetçiliğin, savaş ve baskı politikalarının güçlendiği dönemlerde kendisine zemin bulabilir. Darbelerin panzehiri ise özgürlük, barış ve demokrasi mücadelelerinin güçlenmesidir. Sosyalist İşçi böylesi darbe karşıtı bir perspektiften #HAYIR çağrısı yapıyor.

BARZANİ GELDİ, YERLİ-MİLLİ İTTİFAKI SARSILDI Türkiye'nin sınır komşularındaki tek dostu ve Ortadoğu'daki müttefiği Irak Kürt yönetiminin başkanı Mesut Barzani, Ankara ziyaretinde Demirtaş ve tutuklu HDP milletvekillerinin serbest bırakılmasını istedi. Mecliste üçüncü parti olarak yer alan HDP etrafındaki abluka, Barzani'nin Ankara ziyaret ile sarsıldı. Tutuklu vekiller ve HDP yöneticileriyle görüşen Kürt lider, çözüm sürecinin başlatılmasına işaret ederek Erdoğan'ın cesur bir siyasetçi olduğunu fakat başka gelişmelerin engel olduğunu söyledi. Çözüm yerine savaş üzerine kurulu yerli-milli ittifakı da sarsıldı. Barzani'nin Erdoğan ve Yıldırım ile görüşmelerine en çok tepki gösteren AK Parti'nin ortağı Devlet Bahçeli oldu. MHP lideri "Ha Barzani ha Öcalan" diyerek Kürt düşmanı ırkçı tavrını ortaya koydu. Barzani'nin çıkışı, yeni bir çözüm sürecine mi işaret ediyor? Erdoğan

590.indd 3

ve hükümet, siyasi çözüme ışık mı yakıyor?

tap olmaktan çıkaran Erdoğan'ın yeni müttefiği ülkücü faşistler.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun HDP'lilere tehdidine bakılırsa Kürt sorununda askeri çözüm dayatması devam edecek: “Şu referandum bitsin bak neler olacak.''

Mitinglerde insanca yaşayacak bir ücret değil de idam vaat etmesi de bundan.

İmralı heyeti üyesi HDP'li vekil İdris Baluken yeniden tutuklanırken, HDP eşbaşkanı Figen Yüksedağ'ın vekilliği düşürüldü. Selahattin Demirtaş'a ise 'Türklüğe hakaret' diyen 301. maddeden beş ay hapis cezası verildi. Açılan davalar büyük bir hızla sonuçlandırılırken, barışı konuşacak siyasi aktörler tamamen devre dışı bırakılıyor. Erdoğan başkanlığı kazanırsa siyasi çözüm çabalarına geri mi dönecek? Kendi başlattığı Dolmabahçe mutabakatını sonlandıran yine oydu. Çözüm süreci bittikten sonra HDP'yi muha-

Çatışma ortamının bütünüyle derinleşmesiyle, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’in yarattığı ağır iklim birleşti ve bir korku havasının egemen olmasına neden oldu. Bu hava içinde dokunulmazlıkları AKP-CHP-MHP tarafından elbirliğiyle kaldırılan HDP’li milletvekilleri için geri sayım başladı. Yine bu dönemde binlerce HDP üyesi göz altına alındı, alınanlardan binlerce kişi tutuklandı. Sadece 17 Şubat öncesindeki hafta, çeşitli illerde yapılan operasyonlarda içlerinde parti yöneticileri, il-ilçe eş başkanları, parti üyelerinin olduğu 318’i aşkın kişi gözaltına alındı. 83 belediyeye kayyum atandı ve 2016’nın sonuna doğru Diyarbakır belediye eş başkanları tutuklandı. 13 milletvekili tutuklanmışken daha da vahim olaylar gelişti. HDP grup başkanvekili İdris Baluken bir süre sonra tahliye edildi. Ameliyat oldu ve ameliyattan sonra yeniden tutuklandı. Ferhat Encü tahliye edildi fakat iki gün sonra yeniden tutuklandı. Nerdeyse tüm HDP’li milletvekiller göz altına alınıyor, bırakılıyor. HDP meclis grubunun üzerinde ağır bir baskı var. HDP üyeleri üzerinde, ağır bir baskı var. Evet, doğru. HDP kapatılmış değil. Liderliği, aktivistleri, il-ilçe örgütü yöneticileri hapiste. Ama Türkiye’de partiler kapatılmıyor artık…

AK Parti, MHP ve kemalist devletin ittifakı devam ettiği ve yönetimi bu politikalar belirlediği sürece çözüm sürecine dönülmesi zor. 12 Eylül anayasasının Kürtlerin ve Türk olmayan diğer halkların varlığını inkar eden ilk dört maddesinin CHP'nin de dahil olarak değiştirilemez kılındığı bu ortamda, 7 Haziran sonrası başlayan savaşın son bulmasının koşulları da oluşmaz. Dış politikayı Suriye'de özerk Kürt yönetimine düşmanlık belirledikçe, oradaki savaşın yıkıcı etkileri burada diyaloğu imkansız kılacaktır. Siyasi çözüm talebinin yeniden hakim olması, referandum öncesi ve sonrası, barış mücadelesinin ırkçı-milliyetçi ittifakının sesini susturmasına bağlı.

ÇIKTI!

BAYİLERDE VE SOSYALİST İŞÇİ SATICILARINDA

28.02.2017 19:13:35


4

DÜNYA

TRUMP SALDIRILARINA YANIT MÜCADELE

FRANSA: POLİS ŞİDDETİNE İSYAN Paris'te liseliler, polisin siyah bir gence tecavüz etmesine karşı ayaklandı. Şubat ayı başında, şehrin kuzeydoğusundaki banliyölerde yaşayan 22 yaşında Theo evden çıktıktan hemen sonra polisler tarafından kimlik kontrolü için durduruldu. Polisler önce Theo'yu dövdü, ırkçı nefret söyleminde bulunup yüzüne tükürdüler. Cinsel organına vurulan gence bir polis copla tecavüz etti. Ağzına ve yüzüne biber gazı sıkan polisler kafasına da vurdu. Ağır yaralanan siyah genç 60 günlük rapor aldı ve başına gelenleri duyurduktan sonra ağır bir ameliyat geçirdi. İçişleri Bakanlığı olaya karışan polislerin açığa alındığını ve soruşturmanın devam ettiğini söyledi. Theo'nun mahallesinde başlayan protestolarda üç polis aracı ateşe verilirken, karakol da taş ve molotof kokteyleri ile tahrip edildi. Cumhurbaşkanı Hollande'ın Theo'yu hastanede ziyaret etmesine rağmen protestolar büyüdü. Çünkü başını liselilerin çektiği protestocu gençler, Fransa'da polisin şiddetine ve ırkçılığına isyan ediyor. Son 5 yılda mücadeleleriyle öne çıkan liseliler, protestoların ikinci haftasında 16 okulu işgal etti. Polis gençlere şiddetle saldırdı ve büyük çatışmalar yaşandı. Hükümet, gösterileri dindirmek yönünde açıklamalar yapsa da, polis şiddeti ve ırkçılığı devam ettiği sürece direniş de büyüyecek.

YUNANİSTAN: GREVLER BAŞLADI Yunanistan'da sağcı iktidarı deviren grev dalgası, işbaşına getirdiği Syriza hükümetine karşı yeniden mi başladı?

Kamuoyu araştırmaları 1 ayı geride bırakan Trump'a verilen toplusaml desteğin düştüğünü gösteriyor.

Trump, iktidarda olduğu bir ayda seçim kampanyasında savunduğu ırkçı, milliyetçi ve cinsiyetçi siyasi hattını uygulamaya başladı. Trump, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu yedi ülkeden ABD’ye gelişleri yasakladı, kürtaj fonlarında kesintiye gitti. Obamacare olarak bilinen sağlık sigortası sistemini tamamen kaldırma yolunda adımlar attı, yerine ne koyacağı henüz belli değil. Kazanımları geri almak istiyor Hem yerli halkın hem de başka eyaletlerden destek için bölgeye giden Amerikalıların desteği sayesinde yapımı durdurulan Keystone XL boru hattının yapımına yeniden başlanacağını açıkladı. Trump Meksika ile ABD arasına örülecek ve göçmenlerin ülkeye geçişini engelleyecek duvarın inşasına baş-

590.indd 4

lanması için de bir kararname imzaladı. Trump iktidarının ilk bir ayında bunları yaparken, son bir haftada yaptıkları da onun sağcı politikalarının ölçeğini gösteriyor. Daha fazla silahlanma ABD’nin nükleer cephaneliğini “ciddi ölçüde geliştirmek ve artırmayı” amaçladığını söyledi. Eğitim Bakanlığı ABD okullarındaki trans öğrencilere destek olmak için yapılan çabalara artık destek vermeyeceğini açıkladı. Trump yönetimi Güney Çin Denizi'nde ABD-Çin arasındaki gerilimi de arttırıyor. Trump’ın Dışişleri Bakanı Rex Tillerson bir basın toplantısında kendisine sorulan soru üzerine “Çin’e bu adalara erişimlerine izin verilmeyeceği yönünde bir işaret göndereceğiz” dedi. Ancak Trump’a karşı direniş de kit-

lesel bir şekilde sürüyor. Milyonlarca kişinin katıldığı kadın yürüyüşünün ve ülkeye girişine izin verilmeyen Müslümanlarla dayanışmak için havaalanlarında yapılan eylemlerin ardından son olarak Trump’ın hedef aldığı göçmenlerle dayanışmak için göçmenlerin işe gitmediği veya dükkânlarını kapattıkları “Göçmenler olmadan bir gün” etkinliği yapılmıştı. Bu eylemlere ABD genelinde on binlerce kişi katıldı. Bu eylemlerin önemli etkileri de oldu, birden çok fast food zincirinin CEO’luğunu yapan ve Trump’ın Çalışma Bakanı yapmak istediği Andy Puzder’ın bakan olması engellendi. Puzder’ın yönettiği zincirlerde çalışan işçiler cinsel taciz ve tehditle karşılaştıkları belirttiler ve binlerce fast food işçisi Ocak ayının başından beri üç kez sokağa çıktı. Sosyal medyada düzenlenen #Benim Çalışma Bakanım Değil kampanyasını ise 42 milyon kişi imzalamıştı.

Geçen hafta başında, turistik bölgelerde çalışan koruma görevlileri hükümetle maaş ve toplu sözleşme konusunda anlaşamayarak 24 saatlik greve çıktı. Çalışanların yüzde 98'i greve katılırken başta Akrapolis olmak üzere ülkedeki tüm turistik tarihi alanlar kapandı.

Atina, grevci işçiler yürüyor.

Dört gün sonra metro, tramvay ve de banliyö treni çalışanları 24 saatlik grev yaptı. Şehiriçi Demiryollarının Ulaşım Şirketi (STASY) üyesi işçiler metro ve otobüsleri durdurdu. Atina'da hayat felç oldu. Hükümet, STASY ve Atina Toplu Taşıma İşletmeleri (OASA)’yı birleştirip satmayı planlarken işçiler özelleştirmeye karşı çıkıyor. Syriza'yı hükümete taşıyan işçi hareketi, AB'nin isteği doğrultusunda uygulanan kesinti programı ile düşürülen ücretlerin artırılmasını, özelleştirmelere son verilmesini talep ediyor. Sağcı hükümeti yıkan 33 genel grevin ortak taleplerini uygulamayan ve Avrupa Birliği'yle uzlaşan Syriza'ya karşı işçiler üretimden gelen güçlerini kullanarak yanıt veriyor.

28.02.2017 19:13:36


RÖPORTAJ 5

“YERELCİLİĞE KARŞI ENTERNASYONALİZM” Dünyada ve Türkiye’de son gelişmeleri, neoliberalizmin sınırlarını Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Ferda Keskin’le konuştuk.

Los Angeles, Latin protestocular sokakta.

Özellikle İngiltere’deki Brexit sürecinden ve ABD’de Trump’ın seçilmesinden sonra neoliberal uzlaşının çöküşüne dair tartışmalar hız kazandı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? İngiltere ve ABD neoliberal politikaların teorik olarak geliştirildiği ve seçim yoluyla (Thatcher ve Reagan) benimsenip uygulandığı ilk iki ülkeydi. Dolayısıyla ilkinde Brexit kararı ile ikincisinde Trump'ın seçilmesi tarihsel olarak çok önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor ve varoluşu küreselleşmeye bağımlı olan neoliberalizmin politik bir kriz içine girdiğini gösteriyor. Her iki gelişme de toprak temelinde tanımlanmış hükümran bir devletin sınırlarına geri dönmeyi ve o topraklarda doğmuş olmayanları (ulusun parçası olmayanı) dışlayan, içe dönük, "yabancı düşmanı" yeni bir tutumu ifade ediyor. Başka bir deyişle, erken modernitenin ürettiği politik teoriye özgü hükümranlık/tebaa ve sınırlama/yasaklama modeline bir geri dönüş var. Oysa bu tutum küresel neoliberalizmin asli un-

590.indd 5

suru olan (emek ve sermayenin) dolaşım özgürlüğü ve onun gerektirdiği yönetim modeli ile çelişki halinde. Bunun sonucu ise çokuluslu şirketlerin üretim, hizmet ve finans alanlarında ihtiyaç duyduğu küresel ekonomik kaynakların tıkanması ve kapitalist sistem için yeni bir kriz (yani "kriz" kelimesinin özgün anlamında bir "yarılma") olacaktır. Trump’ın seçilmesinin ardından gözler Fransa’da LePen’in ve Almanya’da göçmen karşıtı ‘Almanya için Alternatif’in yükselişine dikildi. Neoliberalizmin ekonomik ve siyasi kriziyle sağ muhafazakarlığın yükselişi arasında bir ilişki olduğunu düşünüyor musunuz? Neoliberalizmin ekonomik ve siyasi kriziyle sağ muhafazakarlığın yükselişi arasında bariz bir ilişki var: Yabancı düşmanı, milliyetçi/muhafazakar hatta ırkçı bir toplum ile güçlü bir lider bileşimi tarihte genellikle krizlere kimlik kavramını istismar ederek verilen birlik/beraberlik temalı bir cevap olarak ortaya çıkar. Aslında bu tür

bir bileşimi bugün Batı için yeniden tahayyül edebilmek için ihtiyaç duyulan model Rusya ve Putin örneğinde mevcuttu, ama elbette Batının kendi koşulları böyle bir modelin uygulanma biçimini yeniden şekillendirdi. Spesifik olarak söylemek gerekirse, daha önce Batı dışında vuku bulan şiddetin Batıya taşınması ve büyük göç dalgası, bir yandan neoliberalizmin siyasi krizini tetikleyip sağ muhafazakarlığı beslerken bir yandan da sermayenin milli sınırlara geri dönmesi ve ekonomik krizleri onarması beklentisini doğurdu Türkiye’nin mevcut durumu bütün bu tabloda nereye oturuyor? Başkanlık tartışmalarını bu pencereden değerlendirmek mümkün mü? Türkiye bu tabloyla mükemmel bir uyum içerisinde tavır alıyor. "Yerli ve milli" sermaye özlemi, güçlü bir Başkanlık sistemi arayışı ve muhafazakar değerlere yapılan vurgu üzerinden kolayca algılanabilecek olan bir paralellik var. Öte yandan, Türkiye'nin neoliberalizm deneyiminin politik

krizini belirleyen özel bir unsur var: Önce 17 Aralık, ardından da 15 Temmuz'la birlikte makro yönetim mekanizmalarında ihtiyaç duyulan kadroların tasfiye edilmesi sonucunda ortaya çıkan yönetim sorununu özgürlükleri yönetmek yerine kısıtlama yoluyla aşma çabası. Tüm dünyadaki istikrarsızlık ve belirsizlik koşullarında, işçi sınıfı ne yapabilir? İşçi sınıfı için bugün en büyük öncelik bir yandan neoliberal küreselciliğin krizini vurgularken bir yandan da ulus-devlet sosuyla servis edilen, yabancı düşmanı, milliyetçi/ulusalcı yerelciliğe karşı enternasyonalizmi savunmaktır. Kapitalizmin krizleri savaş çıkartarak aşma eğilimine karşı barış vurgusu yapmak, kimlik kavramının istismarına kapılmamak ve emeğin küresel dayanışmaya olan ihtiyacını vurgulamak işçi sınıfı için önemli mevziler kuracaktır.

28.02.2017 19:13:36


6 GÜNDEM

EVİNE EKMEK GÖTÜREMEYEN İNSAN SAYISI ARTIYOR Türkiye İstatistik Kurumuna göre, son 4 hafta içinde iş arama kanallarını kullanmış ama iş bulamamış 15 ve daha yukarı yaştaki kişiler, işsiz sayılır. İşsiz sayısının toplam işgücüne bölünmesiyle de işsizlik oranı bulunur. 15 yaş ve üzeri olan ama iş aramayan kişiler işsiz olarak sayılmazlar. Türkiye’de işsizlik oranı artıyor. Bunu tablo olarak gösterdiğimizde sonuçlar şunlar: Yıllar İşsizlik (%)

Yıllar

İşsizlik(%)

2000 5,6

2010

11,1

2001 7,2

2011

9,1

2002 9,0

2012

8,4

2003 9,1

2013

9,0

2004 8,9

2014

9,9

2005 9,5

2015

10,3

2006 9,0

2016

10,7

2007

2016 Kasım

12,1

9,2

İŞSİZLİK, PAHALILIK

SORUMLULARI

2008 10,0 2009 13,0

İşsizliğin ayrıntıları Türkiye İstatistik Kurumunun Şubat 2017’de yayınladığı rakamlara göre Kasım 2016 itibariyle işsizlik oranı yüzde 12,1, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 14,3 oldu. 2015 Kasım 2016 Kasım

Değişim (%)

78.741

79.814

1,4

Nüfus (15 + Yaş)

58.215

59.069

1,5

Toplam Nüfustaki Payı (%)

73,9

74,0

-1,2

İşgücü

29.801

30.781

3,3

Nüfus Çalışma Çağındaki

Tüm illerde işçiler insanca bir yaşam için feryat ederken, hükümet duymazlıktan geliyor.

Çalışma Çağındaki Nüfustaki Payı (%)

51,2

52,1

1,8

İstihdam Edilenler Çalışma Çağındaki

26.676

27.067

1,5

Nüfustaki Payı (%)

45,8

45,8

0,0

İşsiz

3.125

3.715

18,9

10,5

12,1

15,1

19,1

22,6

18,3

İşsizlik Oranı (%) (İşsizler / İşgücü) Genç Nüfus (15 – 24 yaş arası) İşsizlik Oranı

Tabloya göre Türkiye, son bir yılda işgücü artışı kadar istihdam artışı sağlayamadı, işsiz sayısı son bir yılda 600 bin kişi arttı. TÜİK verilerinin ayrıntılarına baktığımızda Kasım 2016 itibariyle işsiz sayısının 3,7 milyon kişi olduğunu, ama ayrıca 2,3 milyon kişinin de iş aramadığı halde çalışmaya hazır olduğunu görüyoruz. Bir başka ifadeyle bu 2,3 milyon kişi iş aramıyor görünse de işsizler arasında yer alıyor. Bu durumda işsizlerin sayısı 6 milyonu, gerçek işsizlik oranı da yüzde 18’i buluyor.

590.indd 6

Türkiye’nin cari işlemler dengesi, yani yurt dışı ile yapı-

lan parasal tüm alış verişlerimizin toplamı 2016 yılında 33 milyar dolar açık verdi. Turizm gelirlerindeki dramatik düşüşler ve petrol fiyatlarının giderek yükselmeye başlaması nedeniyle 2017 yılında bu açık biraz daha artacak. Bu açığı kapatmak için her yıl Türkiye’nin döviz bulması, yani borçlanması gerekiyor. Türkiye’nin yüksek dış borç ihtiyacı, ekonomide kırılganlık yaratıyor. Dövizdeki ani yükselişler, siyasal istikrarsızlık, OHAL koşulları ekonomiyi darboğaza sokuyor, enflasyona ve pahalılığa yol açıyor. Bütün bu gelişmeler sonuçta işsiz kalmamıza, yoksullaşmamıza neden oluyor. İşsizlik 2017 Ocak sonu itibarı ile yüzde 13’lere, enflasyon rakamları yüzde 10’lara yaklaştı. Geleceğin daha da kötü olacağını söyleyebiliriz. Şubat ayında enflasyonun rekor kırması bekleniyor. Enflasyon artmaya devam ediyor Enflasyon, ekonomik durgunluğa eşlik ediyor. Bunun nedeni TL’nin hızlı değersizleşmesi. Türkiye ekonomisinin dövize bağımlı üretim yapısı, ekonomik yavaşlama ortamında dahi enflasyonun artmasını mümkün kılıyor Hükümet ise enflasyonu olduğundan az göstermek için istatistik hilelerine başvuruyor, enflasyon sepeti ile oynuyor.

Oysa pazar alışverişi yapan herkes biliyor ki, alış verişler son iki ayda en az yüzde 30 zamlandı. 2016 yılında 102 bin esnaf, ticaretteki durgunluk nedeniyle kepenk kapattı. Kapanan işyerleri ile birlikte yaklaşık 200 bin kişi daha işsiz kaldı. Ekonomik durgunluk derinleşiyor Tüketimin temposu yavaşladı, talep zayıf seyrediyor, bunları Merkez Bankası başkanı söylüyor. Öte yandan tüketici kredilerinde ise artış gözleniyor. Tüketim yavaşlarken, kredi borçlanmasının artıyor oluşunun tek bir açıklaması var, o da borçların çevrilememesi nedeniyle borcun borçla kapatılmasının artarak sürmesidir. Hükümetin bu krize bulduğu çare, borçlanmaya teşvikten oluşan bir dizi paket sunmak oluyor. Kurtarma paketleri, kredi temininde kolaylıklar, kredi geri ödemelerinde vade uzatımı vb. girişimler var olan krizi daha da derinleştirmektedir. Büyümede, işsizlikte, enflasyonda bozulmanın daha da artması beklenirken, cari açık ve dış borçlarda bozulma beklenirken, insanları daha çok borçlandırmak tam bir felakete yol açabilir. Çözüm diye geliştirilen programlar sorunları daha da derinleştirecek, gelecek senaryolarını daha karamsarlaştıracak türden görünüyor.

28.02.2017 19:13:37


GÜNDEM 7

IK VE BORÇLANMA:

RI BİLİYORUZ! EKONOMİ FAİZ İLE DÖVİZ ARASINA SIKIŞTI

Uygulanan ekonomi politikalarının bir sonucu olarak ekonomi faiz ile döviz arasında sıkıştı. Bu sıkışmanın anlamı şu: Ekonomik durgunluğa karşı faizleri düşürmek, TL’nin

daha da değersizleşmesine neden oluyor. TL’deki değersizleşme ise enflasyonu körüklüyor. Tersi durum, yani TL’deki değersizleşmeyi önlemek

için faizleri artırmak, zaten daralan ekonominin uzun süreli bir daralmaya yuvarlanmasına yol açabilir. Kısacası, ekonomi politikası kilitlenmiş durumda.

İNSANCA YAŞAM İÇİN

DEMOKRASİ!

GÖRÜŞ Roni Margulies

BİR GEMİDE KAÇ SÜVARİ OLUR "Rejim değiştiriliyor. Tek adam rejimiyle siz parlamenter demokratik sistemi askıya aldığınız zaman rejimi değiştiriyorsunuz. Tek kişi her şeye egemen oluyor." Böyle demiş Kemal Kılıçdaroğlu. Biraz farklı bir memlekette yaşıyor olsaydık, "Türkiye'de 'Tek Adam' ve tek adamlık" başlıklı binlerce kitap, makale ve doktora tezi (ve traji-komik TV programları) yazılmış olurdu. Ve bunların hepsinin konusu Mustafa Kemal olurdu elbet. Oysa, benim bildiğim, bir tek Şevket Süreyya Aydemir'ün üç ciltlik Atatürk biyografisinin adı Tek Adam. Niye bir tek o var? Çünkü ölümünden 80 yıl sonra bile adam hâlâ tek adam. Hâlâ "Ebedî Şef". Ve bunu böyle yazmak insanın başını belaya sokar. Dolayısıyla kimse yazmaz. Hâl böyleyken, Kılıçdaroğlu'nun, CHP'nin ve çeşitli Kemalistlerin tek adam rejimine itiraz etmeleri vallaha çok inandırıcı gelmiyor bana. Cumhuriyet'in kuruluşundan 1938'e kadarki yılları altın bir çağ olarak görenlerin tek adamlığı eleştirmesi biraz garip geliyor! Nitekim, Başbakan da kolaylıkla şöyle diyebiliyor: "Tutturmuşlar, ‘tek adam’! Başka ne olacak? Biz demiyor muyuz kardeşim? Bir direksiyonda iki kaptan olmaz, bir gemide iki süvari olmaz. Onun için tek olacak. Elbet tek olacak." Akıl etse, diyebilir ki, "Obama'ya itiraz ediyor muydunuz? Hilary Clinton seçilse itiraz edecek miydiniz? Onlar da tek!" Kılıçdaroğlu ne diyecek o zaman? Sorun, tek meselesi değil, genel bir demokrasi sorunu. Trump'ın, yedi ülkenin vatandaşlarının Amerika'ya girmesini yasaklayan kararına bakalım. Hem tek adam, hem de Kanun Hükmünde Kararname! Bal gibi, bildiğimiz KHK! Ama ne oldu?

Demokratik haklar ne derece genişse işçilerin kazanma şansı o kadar yüksektir.

Türkiye’nin gündemine yerleşen otoriter, baskıcı anayasa tasarısı, ekonominin ve sanayinin bütün kararlarını olumsuz etkiliyor. Tüketici kesim, tüketme konusunda iştahsız davranıyor. Bunun sonucu olarak özellikle dayanıklı sanayi ürünleri ve konutta beklenen iç talep oluşmuyor, ihracattaki kötü performansın sonucunda büyüme temposu iyice hız kaybediyor. Sanayide istihdam düşüyor Bankalar hem tüketici alacaklarında hem de şirket alacaklarında tahsilat sorunu yaşıyor. Sanayide, özellikle dayanıklı sanayi ürünlerinin talebinde, dolayısıyla üretiminde önemli gerilemeler söz konusu. Sanayi kesiminde son 12 ayda 100 bin işçi işten çıkarıldı, yeni işçi alımı yapılmadı.

590.indd 7

Şirketler arası kayırmacılık artıyor Yasama ve yargıyı, Cumhurbaşkanlığında merkezileştiren otoriter baskıcı anayasa tasarısı, ekonomi kesiminde tedirginliğe yol açıyor. Şirketler arası kayırmacılığın, keyfiliğin artması bekleniyor. Yargının giderek artan bağımlılığı adalet beklentilerini yaralıyor. Bütçede gedikler çoğalıyor Otoriter baskıcı anayasa tasarısının ekonomide yarattığı tahribatı hafifletmek üzere getirilen çeşitli vergisel kolaylıkların tüketime ve istihdama etkisi çok sınırlı. Ama bu teşviklerin merkezi bütçede önemli gedikler açması bekleniyor. Merkezi bütçeye paralel olarak oluşturulan Varlık Fonu uygulaması, başka bir keyfiliğe ve kamu varlıklarının hukuksuzca kullanılmasına yol açıyor.

Uluslararası ekonomi kurumları ile sıkıntılar artıyor Cumhurbaşkanının yasama ve yargı üstündeki gücünün artacak olması, uluslararası sözleşmelere ve AB normlarına terslikler oluşturuyor. Nitekim son 6 ayda iki rating kuruluşu Türkiye’nin kredi notunu “çöp” seviyesine indirdi. Ekonominin düzelmesi için 'Hayır' oyu önemli Bütün bu yaşanan olumsuzluklara dur demek, ekonomik çöküntüden en az zararla çıkmak için, daha fazla demokrasi istemek gerekiyor. Yani referandumda otoriter baskıcı anayasa değişikliğine “Hayır” oyu vermek ekonomik durgunluğun faturasını işçilerin ve yoksulların ödemememsi için bir ilk adım olacaktır.

Bir mahkeme bu Kararname'nin anayasaya aykırı olduğunu belirtti, uygulamayı durdurdu. Tek adam, kararı temyize götürdü. Birden fazla mahkeme ilk mahkemenin kararını onayladı; Trump'ın kararnamesi hâlâ uygulanamıyor. Bu arada toplumun her kesiminden kararnameye karşı muazzam bir tepki geliyor. Şirket yöneticilerinden Oscar törenindeki oyunculara, sendikacılardan diplomatlara kadar, toplum tepki gösteriyor, mahkemelerin elini güçlendiriyor. 16 Nisan'da oylanacak olan anayasanın sorunu, demokratik mekanizmaların hepsini ortadan kaldırıyor olması. Hukuk sistemini ortadan kaldırıyor olması. Evet, Türkiye'de hukuk zaten hiçbir zaman bağımsız değildi. Eski sisteme geri dönelim şeklinde bir talebimiz olamaz. Türkiye zaten demokratik değildi. Mevcut sistem olduğu gibi kalsın şeklinde bir talebimiz olamaz. Ama yeni bir anayasa talep ediyoruz. Demokratik olan, hukuku bağımsızlaştıran bir anayasa istiyoruz. Bu o değil. O nedenle hayır diyeceğiz.

28.02.2017 19:13:38


8

GELENEK 1917-2017 EKİM DEVRİMİ

1917 DEVRİMİ KADINLARA NE KAZANDIRDI?

1917, kadın işçilerin başlattığı bir devrimdir. BETÜL GENÇ

Kadın kurtuluş hareketi içerisindeki temel tartışmalardan birisi sosyalizmin kadının kurtuluşu anlamına gelip gelmeyeceğidir. 1917 devriminin ardından kadınların Rusya’da elde ettikleri kazanımlar ve bunların kaybediliş süreci bu tartışma için en iyi örneği oluşturuyor. 1917 devrimi nüfusunun beşte dördü köylü olan, Çarlığın ve kilisenin ağır baskıcı geleneklerinin hüküm sürdüğü, kadınların işgücüne katılım ve okuma yazma oranlarının son derece düşük olduğu bir toplumda gerçekleşti. Ancak devrim sürecinde işsi sınıfının bütünüyle beraber işçi kadınların hareketi de doruk noktasına ulaştı. 1917 devrimi kadının kurtuluşu yolunda o güne değin yaşanmış en ileri adımları atmayı başardı. Genç işçi devletinin çıkardığı ilk yasalar arasında kadınlarla ilgili yasalar vardı. İşçilerin Rusya’sı kadınların oy kullanma hakkına sahip oldukları ilk ülkeydi. Devrimden altı hafta sonra evlilik üzerine çıkarılan yasa ile kilise evliliğine son verildi. Kısa bir süre sonra da karı ve kocanın, evlilik içi ve dışı çocukların hak eşitliği yasal güvenceye alındı. Aralık 1917 yasası boşanma işlemini son derece kolaylaştırdı. İki kişinin de istediği durumlarda mahkemeye gitmek gerekmiyordu. Tek kişi istediğinde ise koşullar aranmıyor, tanıklar çağırılmıyor, boşanma toplumsal bir facia olmaktan çıkarılıyordu. Soyadı kanunu ise soyadının istendiği gibi seçilmesine karar verildi. Troçki bu yasaya göre karısının soyadını seçti. Oğulları da bu ismi kullandı.

590.indd 8

Zina, eşcinsel ilişkiler suç olmaktan çıkarıldı. 1920’de kürtaj hakkı ve parasız kürtaj hizmetlerinin, doğum kontrol parasız dağıtımının yasallaştırılmasıyla Sovyet Cumhuriyeti dünyada kürtajı yasalaştıran ilk ülke oldu. Eşit ücret ve çalışma hakkı, ücretli annelik izni kabul edildi. Ancak tek başına yasalar kadının özgürleşmesini sağlayamazdı. Kadının ikincil konumunun kaynağı olan ailenin ekonomik temellerinin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Miras hakkı, kadına tek eşli ailenin dayatılmasının önemli nedenlerinden biriydi. Mirasın ortadan kaldırılması ve devlete devredilmesi ailenin bu işlevini ortadan kaldırıyordu. Ama ailenin bir başka işlevi daha vardı. İşçilerin bakımı, dinlenmesi, doyurulması ve yeni iş gününe hazırlanması, gelecek kuşak işgücünün yetiştirilmesi işi ailenin yani kadının üzerindeydi. Bu hizmetleri toplumsallaştırmadan kadını ev işinin biteviye döngüsünden kurtarmak mümkün değildi. Komünal lokantalar, 24 saat çalışan kreşler, yeni annelere bakım evleri, tamirciler, çamaşırhaneler, toplu konutlar vb. ile bu sorunlara karşı savaş açıldı. Kolontay 1923’te basılan Ekonomik Gelişmede Kadınların Emeği adlı kitabında bu gelişmeleri şöyle anlatıyor: “… Petrograd’da 1919-1920 arasında kent nüfusunun yaklaşık %90’ı komünal lokantalarda beslendi. Moskova’da nüfusun %60’dan fazlası beslenme salonlarına ka-

yıtlı… Mutfağı evlilikten ayırmak kadınların tarihinde devletle kilisenin ayrılması kadar önemli bir reform… İşçi Cumhuriyeti’nin yarattığı yeni konut koşulları da kadınların hayat şartlarını değiştirmekte önemli rol oynadılar. Hostellerin, ailelerin ve özellikle tek başına yaşayan insanlar için komünal konutların sayısı hızla artıyor… Komünal evler daima özel evlerden daha üstün durumdalar. Aydınlatma ve ısıtmaya sahipler, sürekli sıcak su ve merkezi bir mutfakları var, profesyonel hizmetçiler tarafından temizleniyorlar, bazılarının merkezi çamaşırhanesi bazılarının kreşleri var… Farklı zevklere göre düzenlenmiş farklı tipteki komünal evlerin çoğalmasıyla beraber aile evleri kaçınılmaz bir şekilde doğal bir ölümle karşılaşacaklar… bir tüketim birimi olmaktan çıktığında ailenin şu anki haliyle varlığını sürdürmesi imkansızlaşacak. ” Bütün bu çabalar on milyonlarca kadın politize edilmeden ve işçi hükümetinin yanına kazanılmadan başarıya ulaşamazdı. Devrimden sonraki ilk kadın konferansı Kasım 1917’de toplandı. Bir yıl sonra Bolşevik Partisi birinci Bütün Rusya Çalışan Kadınlar Kongresi toplandı. Kongre, kadınları Sovyet iktidarının yanına kazanmak, kadınların partiye, sendikalara ve hükümete katılımını teşvik etmek, ev içi kölelik ve çifte standartlı ahlakçılıkla savaşmak, kadın emeğini ve annelik haklarını korumak amaçları taşıyordu. Bolşevik Partisi Kadınlar Arasında Ajitas-

yon ve Propaganda Komisyonu partinin kadın seksiyonu haline getirildi. Zhenotdel adlı bu yapı Komünist Kadın başlıklı bir yayın çıkarmaya başladı. Zhenotdel’in temel örgütlenme birimi İşçi ve Köylü Kadınların Temsilcileri Konferansı’ydı. Konferans kendine model olarak sovyetleri alıyordu. Her beş işçi kadın bir tane, her 25 köylü kadın da bir tane delege seçiyordu. 1923 yılında katılan delege sayısı 58 bin olarak tespit edildi. Sosyalizmin kadının kurtuluşu anlamına gelmeyeceğini öne sürenler daha sonraki yıllarda kadın haklarının kaybedilmesini erkeklerden bağımsız bir kadın örgütünün olmamasına bağlarlar. Bu argüman yanlıştır. Birincisi kadın örgütleri vardı ve bu örgütler üyelerinin ne yazık ki sadece %7,4’ü kadın olan Bolşevik Partisi tarafından kurulup desteklenmekteydi. İkinci ve daha önemli olanı ise kadınların haklarını kaybettikleri süreç, işçi sınıfının bütünün grev ve sendikal özgürlükleri de dâhil her türlü hakkını kaybettiği bir karşı devrim sürecidir. 14 emperyalist ordunun işçi devletini yok etmeye çalıştığı, işçi sınıfının yarısının savaşta öldüğü, geri kalanların ise açlıktan çalışamaz durumda olduğu koşullarda demokratik kazanımlardan atılan geri adımlardan söz etmek ne kadar ikna edici ise, o günün koşullarında kadının özgürleşme mücadelesindeki geri adımlar ve yenilgiyi de kadınların erkek işçilere karşı örgütlenerek haklarını koruyamadıkları, işçi devletinin zaten doğası gereği cinsiyetçi olduğu (çoğunluğu erkeklerden oluştuğu için)üzerinden söylemek o kadar ikna edicidir.

28.02.2017 19:13:39


MÜCADELENİN İÇİNDEN

9

“KORKU DUVARI ZAMAN ZAMAN AŞILIYOR” DİSK'e bağlı Genel-İş sendikası uzmanı Gökhan Keskin’le irili ufaklı işçi eylemleri, dönemin zorlu koşulları içinde birleşik mücadelenin dinamiklerini konuştuk.

Tekel işçileri direnişi, 2009.

AKP işçi sınıfına yönelik arka arkaya saldırılar gerçekleştiriyor ve referandum sonrasında da bu saldırılar belli ki devam edecek. Ancak son aylarda irili ufaklı işçi eylemleri ve grevler de görmeye başladık. İşyerlerinde nasıl bir hareketlenme var?

duvarı zaman zaman aşılıyor. Mesela işten atılan akademisyenlerin veya öğretmenlerin verdiği mücadele işçi sınıfın geri kalanı açısından da bir umut oluyor. İşçilere sessiz bir şekilde gitmemek gerektiğini, işine ve haklarına sahip çıkmak gerektiğini gösteriyorlar.

İşçi sınıfı her geçen gün yoksullaşıyor, hak gaspları artıyor ve bu durum sınıf içerisinde bir hareketlilik yaratıyor. Son dönemlerde özellikle taşeron işçiler yoğun bir şekilde sendikalarda örgütlenmeye başladı. Yapılan bir yönetmelik değişikliği ile kamuda çalışan taşeron işçilerin örgütlenmesi kolaylaştırıldı. Böylece sendikalar da hızlı bir şekilde örgütlenmeye başladı ve bu bir dinamizm yarattı.

Hükümetin işçi sınıfına yönelik saldırıları arasında en sonuncusu zorunlu bireysel emeklilik sistemi (BES). BES’in tepki çektiğini görüyoruz işçiler arasında fakat bu tepki yaygın bir çıkış eğilimi haline gelebilir mi?

Tabi şunu da belirtmek lazım, sendikalarda örgütlenme kolaylaşırken toplu sözleşme yapabilmek ise zorlaştı. Türkiye’de 13-14 milyon kayıtlı işçi varken bunun sadece 1 milyon 400 bini sendikalarda örgütlü. Toplu sözleşmeye sahip işçi sayısı ise bir milyonun altında. Ayrıca yapılan toplu sözleşmelerin ne kadar iyi olduğunu, ne kadar işçilerin lehine olduğunu da düşünmek lazım. Var olan ekonomik krizin derinleşmesi, işsizliğin yükselmesi ve çalışma koşullarının giderek kötüleşmesi işçi sınıfı mücadelesinin önümüzdeki dönemde yükseleceği anlamına geliyor. Ama bunun için de sendikaların daha iyi çalışması gerekiyor elbette. 15 Temmuz’dan bu yana KHK’larla on binlerce kişi işlerinden atıldı. OHAL devlete karşı ilan edildi deniyordu ancak öğretmenler, akademisyenler ve birçok kamu emekçisi kitlesel olarak işlerinden atıldı. Sizce KHK’lar işçileri nasıl etkiliyor?

Buradaki asıl mesele ekonomik gerilemeye karşı bankalara kaynak aktarımıdır. Daha önce diğer fonlarda da yani konut edindirme fonu, işsizlik fonu gibi uygulamalarda da işçilerden kesintiler yapılmıştı ancak bu fonlardan işçilere hiçbir geri dönüş olmamıştı. Bu fonlarda biriken paralar her zaman sermaye ve hükümetler tarafından kullanıldı. Ancak bu fonlar yine de devletin elinde, bir şekilde kontrol edebilirsiniz. BES’te toplanan paralar ise direk olarak şirketlerin ve bankalarında elinde toplanacak. Bankaların başına gelenleri de ekonomik krizlerden biliyoruz.

Biz işyerlerinde BES çalışması yaparken mesela Bankacılık sektöründe çalışanların büyük çoğunluğunun iki hafta içerisinde çıktığını anlatıyoruz. İşleri gereği ayrıntıları en iyi onlar biliyor. Aslında onların işi BES’e ikna etmek iken, onlar en başta BES’ten çıkıyorlar. Biz de bunu işçilere örnek olarak anlatıyoruz. Referandumun sonucu ne olursa olsun hükümet aynı hükümet olacak. Dolayısıyla referandum sonrası nasıl bir sınıf hareketi öngörüyorsunuz? DİSK “işçiler Hayır diyor” diye bir kampanya başlattı. Biz kampanyayı referandumda evet çıkarsa işçiler nasıl etkilenecek diyerek yapıyoruz. Bu referandum ile birlikte zaten otoriter olan sistem daha da otoriterleşecek. Bugün DİSK tabanı da, Genel-İş tabanı da aslında önemli oranda AKP’ye oy veren işçilerden oluşuyor ve elbette hepsi hayırcı değiller. Biz bu nedenle işyerlerinde referandumun işçilere olan etkisi üzerinden bir çalışma yürütüyoruz. İstikrar meselesinde de biz şunu anlatıyoruz. Parlamenter sistemlerde işçi hakları ve maaşları daha yüksek, çalışma koşulları daha iyi. Yarı-Başkanlık ve Başkanlık sistemlerinde ise hepsi daha kötü çünkü patronlar ve hükümetler işçilere daha fazla hak vermezler. Bu koşulları ancak işçilerin bir araya gelmesi ve mücadelesi düzeltebilir. Bu mücadeleler için de daha demokratik bir ortamın bulunması gerekir.

KHK’lar hükümetin işçi sınıfına yönelik saldırılarından sadece bir tanesi. Genelde KHK’lar memurlar üzerinden tartışılıyor ama kamuda çalışan işçileri de aslında fazlasıyla etkiliyor. Özellikle Kürt illerinde birçok kadrolu işçi KHK’larla işten atılmış durumda. Taşeron işçileri de işten atılıyorlar. Belediyelere atanan kayyumlara taşeron ihalelerini iptal yetkisi verildi. Böylece taşeron işçiler kapı önüne konuyor.

İŞYERLERİNDE NELER OLUYOR?

Hükümet bir yandan ekonomik nedenleri göstererek iş güvenliğine saldırırken bir yandan da bu KHK’lar ile iş güvenliği en fazla olan devlet memurları ve kadrolu işçileri kolayca işten atabilir duruma geliyor. Biz eskiden memurların sahip olduğu güvenceleri gösterir ve bizim de böyle güvencelere sahip olmamız gerektiğini anlatırdık ama artık onların da güvencesi yok.

n Malatya ve Aydın’da ihraçlara karşı eylem yapan kamu emekçilerine polis saldırdı. İstanbul’da ise Kadıköy ve Bakırköy’de yapılan eylemler devam etti. Bunun dışında Kartal, Avcılar, Gebze, Ankara, İzmir, Diyarbakır, Kayseri, Düzce ve daha birçok yerde KESK üyeleri ihraçları protesto etti.

Böyle bir durumda tabi diğer işçiler bir korku yaşıyorlar. Bu da mücadele etmelerinin önüne geçebiliyor. Tabi bu korku

590.indd 9

Zorunlu BES sistemine alınan işçilerin şimdiye kadar %50’si BES’ten çıktı. Bu işçilerin çoğunluğu örgütsüz işçiler. 1 Ocak’ta 1000 ve üzerinde işçi çalıştıran işyerleri zorunlu olarak BES kapsamına alınmıştı ancak ilk maaş dönemi olan 1-15 Şubat arasında ilk kesintiler yapıldı. İşçilere kesinti hakkında tebliğler ulaştı. Dolayısıyla sadece iki hafta gibi kısa bir sürede kitlesel bir BES’ten çıkış yaşandı. Bu da hükümetin bütün teşvik ve propagandalarına rağmen zorunlu bireysel emekliliğin işçi sınıfı içerisinde tutmadığını gösteriyor.

Dolayısıyla iktidarın bütün çalışmalarına rağmen işçilerin buna güvenmediği ve bu nedenle adeta bir sivil itaatsizlik eylemi olarak, kulaktan kulağa bir birine söyleyerek BES’ten kitlesel biçimde çıktığını görüyoruz.

n İzmir’deki Star Rafineri inşaatında İlk İnşaat bünyesinde çalışan işçiler, maaşlarının eksik yatırılması ve söz verilen zamların yatırılmaması nedeniyle iş bıraktı. İşçiler taleplerini kazandı.

n Kartonsan’da toplu sözleşme görüşmelerinden hâlâ sonuç çıkmadı. Durum değişmezse Selülöz-İş sendikası-

na bağlı işçiler 7 Mart’ta greve çıkıyor. n Haldız İnşaat’a ait İzmit Kent Konut Tuana Evleri 2. Etap şantiyesinde taşerona bağlı çalışan işçiler, ücretlerinin ve diğer haklarının gasbedilmesi üzerine direnişe başladı. n DİSK’e bağlı Elektrik, Gaz, Su ve Baraj Çalışanları sendikası (Enerji-Sen), enerji işkolunda son zamanlarda artan iş cinayetlerine dikkat çekmek için tüm Türkiye’de “İş cinayetlerine HAYIR” kampanyası başlattı. n Birleşik Metal-İş sendikası İzmir Şubesi üyeleri, Senkromeç fabrikasında devam eden işten atmalarla ilgili Konak'ta basın açıklaması yaptı.

28.02.2017 19:13:42


10

KÜLTÜR-SANAT

YÖNETMEN KEN LOACH İLE SÖYLEŞİ: SOL NASIL KAZANÇLI ÇIKABİLİR? İngiltere'de yayınlanan Socialist Review dergisi, son filmi Ben, Daniel Blake ile 2016 Altın Palmiye ödülünü kazanan yönetmen Ken Loach ile filmi, Jeremy Corbyn ve İngiltere’deki mücadelenin geleceği üzerine bir röportaj yaptı. Ben, Daniel Blake, Türkiye’de de gösterimde bulunuyor.

TOPLANTI DUYURULARI

2 Mart Perşembe 19:00

Son filminiz olan Ben, Daniel Blake’de neden emeklilik sistemini konu aldınız? Hem filmin yazarı olan Paul Laverty hem de ben, bazen basında bazen ise çeşitli kampanyalarda mücadele edenlerden, insanlara yaptırım uygulandığını, insanların çalışmak için uygun olmamalarına rağmen çalışmaya uygun diye nitelendirildikleri olaylar olduğunu duymuştuk. Hikâyeler biraz aşırı geldi ve bu yüzden biraz araştırma yaptık. Londra’dan Glasgow’a altı şehre gittik ama çoğunlukla orta bölgelerde ve İngiltere’nin kuzeyindeydik ve benzer hikâyeleri duymaya devam ettik. Sonunda “bundan bir film çıkabilir” diye düşündük. Paul önce iki karakter daha sonra ise güçlü bir senaryo yazdı. Gerçekten çok iyi bir yazar ve yapımcılarımız onu okuduğunda “devam edin” dediler. Bunun evsizlikle ilgili olan Cathy Come Home gibi bir tür kampanya filmi olduğunu düşünüyor musunuz? Bir film yaparken bu şekilde düşünemezsiniz. Yalnızca karakterleri, durumun ne olduğunu, nasıl bir çatışmanın içinde olduklarını, ikilemlerini, yaptıkları seçimleri ve bu karakterlerle bağlanıp bağlanmadığınızı ve izleyicilerin bundan sonra ne olacağını, işlerin nasıl gelişeceğini bilmek isteyip istemediğini düşünürsünüz. Altta yatan düşünceler neler olduğu ile ilgili bir analizden ve bunun siyasetiyle ilgili yargılardan doğabilir, bu düzenlemelerin neden Muhafazakâr Parti – ve ondan önce İşçi Partisi- tarafından getirildiğine ilişkin sosyal ve siyasal bağlamlar olabilir. Bütün bunlarla ve anlatmak istediğiniz öyküyle ilgili bir karara varabilirsiniz. Ama bir kez yazmaya başladığınızda, onları bir noktayı vurgulamak için manipüle etmezsiniz, bunun yerine size yön veren karakterler ve onların yapacakları olur. Devrimci yönetmenlerin ve diğer sanatçıların bu gibi konuları araştırarak özel bir katkı yapabileceklerini düşünüyor musunuz? Evet. Bence siyasetçi olmayan ama çevresiyle ilgili olan insanlar, ister film endüstrisinde çalışsınlar, ister yazsınlar, tiyatro, şiir, görsel sanatlar üretsinler, bizim işimiz olmakta olanla ilgili geniş bir bakış açısıyla açık fikirler üretmek. Taktiklere karar vermek gündelik olarak bu mücadelenin içinde olan insanların işi; tamam bir yıl içinde ileriye iki adım atmak için şimdi bir adım geri atalım. Sanatçılar bu gibi taktiksel yargılarla uğraşmamalı. Bizim işimiz “Bakın, işte olmakta olan bu” demek ve filmin yapısında içerisinde bunun neden olduğunu ve gerçekliğin ne olduğunu bir şekilde anlatmak. Peki, bu konuda ne yapacağız? Bunu nasıl anlayacağız? Sonuçta ana ilkelere değinerek, bir yandan bunun neden böyle olduğunu belirterek gerçekliği aktif bir şekilde yansıtmaya çalışıyoruz. Daha genel politikaya gelirsek, İşçi Parti-

590.indd 10

ŞİŞLİ Ken Loach

si’ne yeniden üye olmayı düşündüğünüz söyleniyor? Doğrusu şu anda böyle bir seçim yapmak durumundayız. Açık ki Corbyn’in seçilmesi büyük bir fark yarattı. Bence bu zor bir sorun. Bu taktiksel bir sorun. Bu “Pekâlâ, bazı konularda fikrimi değiştirdim” deyip dememekle ilgili bir sorun değil. “Bu görüşlerimi en etkili şekilde nerede savunabilirim” düşüncesi ile ilgili bir sorun. Jeremy Corbyn’in yeniden seçilmesinden sonra onun etrafındaki hareketin İşçi Partisi’ni geçmişten daha farklı bir hale getirdiğini düşünüyor musunuz? Bence çok farklı. Bu hafta sonu Momentum’un (İşçi Partisi içinde Jeremy Corbyn’i destekleyen bir taban örgütlenmesi-çn) birkaç toplantısına katıldım ve katılanların büyük bir çoğunluğunun, işçi sınıfının çıkarlarının sağcıların medyanın kabul edebileceği şeylere feda edilmesinden ibaret olan sosyal demokrasiyi istemedikleri açıktı. Onların ilgilendikleri nasıl kurtulabileceğimizle ilgili büyük fikirlerdi. Gezegeni nasıl kurtarabiliriz? İnsanlara onurlarını nasıl geri verebiliriz? Onlara yaşayacakları bir yeri nasıl verebiliriz? Nasıl bir işçi bulabiliriz? Tarihsel sürece gelince, bu konuyu gündeme getirdiğimde büyük bir ilgiyle karşılandı. Bence tüm enerji ve ilgi şu an için orada. 1960’larda durum oldukça farklıydı. Enerji sol gruplardaydı, ister Uluslararası Sosyalistler isterse Uluslararası Marksist Grup olsun. Yaratıcı enerji oradaydı. Bugün ise 400.000 kişi İşçi Partisi’ne katılmış durumda, daha çok kişinin katılmasını umuyorum. Enerji ve sosyalist fikirlere, sosyalist bir tartışmaya açık olan insanlar orada. Geçtiğimiz yıl İşçi Partisi’nin pek çok biriminde, halka açık yerlerde, sendikalarda film gösterimlerinde bulundum ve açık ki insanlarla konuştuğunuz zaman “Bizimle birlikte misin?” diye soruyorlar. Ben ise “Hayır, ben ayrı duruyorum” demenin beni biraz zayıflattığını düşünüyorum. Bu insanı zor durumda bırakıyor. İşçi Partisi’ne hemen gidip katılacağımı söylemiyorum çünkü bence bu taktiksel bir sorun. Sınıflar arasındaki mücadelenin temel siyasal analizi, egemen sınıfın acımasız talepleri ve işçi sınıfının mücadelesinin kaçınılmazlığı ve bundan kaynaklanan her şey tartışılmaz şeyler. Bunları değiştiremezsiniz, bu tıpkı tarih okumak gibi değil mi? Ve sınıfa bağlılığı.

Bunlar değişmez. Bu daha çok tartışmaya açık insanların nerede olduğu ile ilgili. Onlar daha çok sol grupların içinde mi, yoksa İşçi Partisi’nde mi? Cevaplamamız gereken soru bu. Pek çok kişi şimdilerde bu soruyla meşgul. Bu bir sosyal demokrat olup olmamakla değil, insanlarla nasıl ilişki kuracağımızla ilgili. En iyi nasıl katkı yapabiliriz? Yunanistan’daki Syriza gibi sol reformist partiler seçildiklerinde bir dizi sorunla karşılaştılar. Eğer Corbyn başbakan olursa onun üzerinden devletten ve sağdan kaynaklanan büyük bir basınç olacak. Buna karşı şimdiden örgütlenebilir miyiz?

YÜZÜNCÜ YILDÖNÜMÜNDE EKİM DEVRİMİ Konuşmacı: ŞENOL KARAKAŞ Nakiye Elgün sokak, İkbal Apt., No: 32/3 OSMANBEY

KADIKÖY

MISIR'DA NELER OLUYOR? Konuşmacı:

Kesinlikle. Bence sendikalara düşen çok şey var. Sendikaların üyelerini kemer sıkma politikalarına karşı seferber ettikleri, sağlık hizmetlerini kurtarmak için yürütülecek büyük hareketler gibi, büyük bir sendikal hareket olmalı. Böylece Corbyn seçildiğinde, eğer seçilirse, bu birden bire meydana gelmiş bir olay olarak kalmaz, her konuda onun yanında olan bir hareket olur. Bence bu onun güçlü tarafı olacaktır.

ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ

Sol yalnızca seçimlere dayanarak asla başarılı olamaz. Seçimlerdeki başarı yalnızca bütün önemli konulardaki –sağlık, barınma, iş, sendikalar vb– büyük bir işçi sınıfı hareketinin sonucu olabilir. Onu hükümet ve daha önemlisi iktidar yapacak olan da bunlardır. Sanırım buna şunu eklemek gerekiyor, evet ona Dünya Bankası’ndan, IMF’den, hala var olmaya devam ederse AB’den önemli saldırılar gelecektir ve bu yüzden bizim de uluslararası desteğe ihtiyacımız olacak.

28 ŞUBAT'TAN 8 MART'A KADINLARIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESI

Umut Günleri ve Toprak ve Özgürlük gibi filmlerinizde onlardan öğrenebileceğimiz tarihsel dönemleri incelediniz. Bakmamızın yararlı olacağı başka dönemler de var mı? Yapılması gereken çok sayıda film var. Onları yapacak olan ben değilim çünkü bu filmleri çok daha genç insanların yapması gerek. Filistinlilere uygulanan etnik temizlikle ilgili mutlaka bir film yapılmalı. Irak’ta yaşamak nasıl bir şeydi? Amerikalılar oraya bomba ve kimyasal silah yağdırırken Felluce’de olmak nasıl bir şeydi? Latin Amerika’dan öyküler var; Salvador Allende’ye karşı olan darbe. Bu film için, mümkün olduğu kadar çok sayıda gösterim sağlamak için çok çalışıyoruz. Bu gösterimlerin sonunda tartışmalar da yapıyoruz çünkü filmin buhar olup uçmasını istemiyoruz. Çeviri: Onur Devrim Üçbaş

3 Mart 19:00 FATİH

Konuşmacı: RUMEYSA ÖZÜYAĞŞI EhhibaCafe, Haydar Bey Caddesi, Fatih

9 Mart Perşembe 19:00 KADIKÖY

NEOLİBERALİZM VE ÜNİVERSİTELER Konuşmacı: ESRA AKBALIK

Serasker Caddesi, No:88, Kat:3, Nergis Apt. (Merve İletişim'in üst katı) TOPLANTILAR HERKESİN KATILIMINA VE KATKISINA AÇIKTIR.

28.02.2017 19:13:43


AKTİVİZM 11

SİT ALANLARINDA HOYRATLIK

ÖNE ÇIKAN Şenol Karakaş

MANİFESTO: 169 YILDIR ESKİMEYEN KILAVUZ Marx ve Engels’in arkadaşlığına neleri borçlu olduğumuzu saymakla bitiremeyiz. Biz, tüm dünya ezilenleri, bu destansı arkadaşlığın, yoldaşlığın sonuçlarında, ürünlerinden hala faydalanmayı sürdürüyoruz.

SİT alanlarında sıradanlaşan görüntüler. NURAN YÜCE

Türkiye’de değişik mevzuatlarla (Milli park, tabiat parkı, sulak alanlar vb) koruma altına alınan alanlara ilişkin mekânsal veriler ile sınırlarının tespiti, ilk kez 2012 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından “Türkiye’nin Korunan Alanları Bilgi Sistem Projesi” kapsamında yapılmış. Bu çalışmaya göre Türkiye yüz ölçümünün yüzde 7,24’üne karşılık gelen alanın koruma altında olduğu söyleniyor. Yüz ölçümüne göre en fazla korunan alana sahip iller de Aksaray, Bitlis, Iğdır, Muğla, İstanbul diye sıralanmış. Korunan alanların bugün ne durumda olduğuna dair elimizde resmi bir bilgi yok. Çünkü büyük bir övgü ile kamuoyuna paylaşılan bu çalışmanın son güncellenme tarihi 2013. Resmi bilgi olmamasına rağmen, koruma alanlarının koruma statülerinin hızla ortadan kaldırıldığı ve kullanıma açıldığına dair ise elimizde bir çok veri var. ‘Kuzuyu kurda teslim etmek’ 2012 yılında hazırlanan korunan alanlar envanteri içinde en fazla korunan alana sahip iller içinde Muğla ilk sıralarda yer alıyor. Ama Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na “SİT alanları statü değişiklikleri ”ne dair bir “bilimsel rapor” yollanıyor. Rapora göre deniz kıyısında 50 bin dönüm 1’inci derece SİT alnı 3’üncü dereceye dönüştürülerek turizme,

yine 550 bin dönüm 1’inci derece doğal SİT alanı 2’inci dereceye dönüştürülerek günübirlik tesislere izin veren hale getirilirken, 12 bin 500 dönüm 1’inci derece SİT alanı da koruma dışına çıkarılıyor. Sonuçta bu bilimsel rapor sayesinde Muğla’da 1 milyon 800 bin dönümlük 1’inci derece SİT alanının üçte birinin, kıyı alanlarının üçte ikisinin bir çırpıda imara açıldığına tanık oluyoruz. Ama işin bir başka boyutu daha var. Bu bilimsel rapor hazırlayan; Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nde temsilcilikleri bulunan, Körfez ülkeleri ve Rusya’da özel gayrimenkul danışmanlığı hizmetleri yapan, faaliyet alanı enerji, madencilik ve inşaat olan Enisa isimli bir şirket. Evet, yanlış okumadınız ismi bilimsel olan raporu bildiğiniz bir şirket hazırlamış. Hem de uzmanlık alanı taşınmaz mal yatırımları için hukuksal danışmanlık hizmeti vererek sorunları çözen, arazilerin arsa haline dönüştürülmesi için haritalar, imar planları için tüm kurumlardan ön izinleri alan, aldığınız ya da alacağınız araziye yatırımcı bulacağını söyleyen bir şirket. Hele bu maddelerden biri var ki “Türkiye’de yapacağınız her türlü yatırım projeleriniz için uygun olan taşınmaz malı temin eder” diyor. 1’inci derece koruma alanı olan herhangi bir faaliyetin yapımına izin verilmeyen alanları betona gark edecek raporu hazırlamak için Enisa şirketine üstüne üstlük 276 bin 400 TL ödeme de yapılmış. Birileri için tüm insanlığın ortak kültürel ve doğal varlıkları işte bu kadar hoyratça şirketlerin kar alanına dönüştürülüyor.

ANKARA'DA İHRAÇLARA KARŞI PANEL

Ankara'da Yaşam İçin Ses Ver İnisiyatifi tarafından düzenlenen panele Başkent Kadın Platformu'ndan Berrin Sönmez, Kafkas Üniversitesi'nden 686 no.lu KHK ile ihraç edilen N. Cihangir İslam ve Ankara Üniversitesi'nden yine aynı KHK ile ihraç edilen Can Irmak Özinanır konuşmacı olarak katıldı. Berrin Sönmez, konuşmasında KHK'lar ile yapılan ihraçların yeni bir durum olmadığını, daha önce de benzer ihraçların defalarca yaşandığını, bunlardan kurtulmak için eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasaya ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

590.indd 11

Barış imzacıları olarak bilinen gruba ifade özgürlüğü temelinde destek veren bir metne imza koyduğu için ihraç edilen N. Cihangir İslam ise konuşmasında bütün bu yaşananların özgürlük meselesiyle ilgili olduğunu belirtti. Barış imzacısı olduğu gerekçesiyle Ankara Üniversitesi'nden ihraç edilen Can Irmak Özinanır, konuşmasına KHK ile ihraç edilen akademisyen Mehmet Fatih Traş'ı anarak başladı. Özinanır, 2016'dan bu yana barış imzacılarına yönelik nefretin adım adım örüldüğüne işaret etti. Özinanır, barış sürecinin ve siyasi çözümün önemini vurguladı.

Marx ve Engels, ayrı yollardan aynı tarihsel, ekonomik ve politik sonuçlara doğru yol alıyorlardı. Ama Marx’ın editörlüğünü yaptığı gazeteye Engels’in de yazmaya başlamasıyla, işçi sınıfının özgürlükler mücadelesi açısından çığır açan bir dönüm yaşandı. Marx ve Engels ne sadece teorisyendi ne de sadece eylem insanı. Kendilerinden önce şekillenmiş olan sınıf mücadelesi deneyimlerini özümsemekle yetinmediler; bu mücadelenin bugün taşıdığı anlamı çözmek için sürdüdürülen pratik ve teorik mücadelenin içinden yepyeni bir tarih anlayışını, yepyeni bir feslefe anlayışını, yep yeni bir politika anlayışını açığa çıkartıp bir mücadele yaklaşımı haline getirdiler. İlk kez 21 Şubat 1848’de Londra’da Komünistler Birliği’nin merkez yönetim kurulunun onayıyla ve birliğin üyelerinden J. E. Burghard’ın küçük matbaasında basılan Komünist Manifesto, bu yaklaşımı benzersiz bir popüler dille anlatan temel bir başucu eseridir. Manifesto, adı üzerinde dönemin Komünistlerinin örgütlenme çabasının bir ürünü olarak yazılan bir kitapçık. Manifesto ortaya çıktığında Avrupa devrimci bir dalga tarafından dövülüyordu. Şubat ayında Fransa’da Louis Philippe devrilmiş, İkinci Cumhuriyet ilan edilmiş, ardından Viyana’da, Berlin’de ayaklanmalar yaşanmıştı. Marx ve Engels’in merkezinde yer aldığı Komünistler Birliği, bu ayaklanmaları coşkuyla karşıladı ve içinde yer almaya çalıştı. Avrupa’da yaşanan ayaklanmalar, coşkuyla karşılansa da, ayaklanmanın liderliğini ele geçiren burjuvazi, tüm ülkelerde işçilerin ve yoksulların hadlerini aşan bir eylemlilik içinde olduğunu fark ederek, devrimleri frenledi. En esaslı özelliği, tarihsel evrimin içinde şekillenen toplumsal sınıflar arasında, sınıfsız bir toplumu kurabilme yeteneğine sahip tek toplumsal güce işçi sınıfının sahip olduğunu anlatmak olan Manifesto, aristokrasiyle ittifak kurmakta acele eden Avrupa burjuvazisinin korkaklığıyla hemen o ayaklanmaların göbeğinde doğrulandı. Manifesto, kapitalizme karşı dile getirilen en keskin, en radikal ama aynı zamanda akla, en azından işçilerin aklına en çabuk yatan tek bilimsel eleştiri olmanın ötesinde, sosyalizm anlayışına, o güne kadar ortak kanaat haline gelmiş yorumların bütünüyle dışında bir bakış açısı getirdi. Manifesto, sosyalizmin o dönem savunulan ütopik, sınıfsız, devrimci olmayan ya da sınıfların uzlaşmasıyla ulaşılabileceği düşünülen fikirlerin tersine, sadece ve sadece işçi sınıfının kendi eyleminin ürünü olduğunu, işçi sınıfının eyleminin dışında, sınıf hareketine ilkeler dayatan yaklaşımın sosyalizmle alakası olmadığı fikrini oturttu. 1890 yılında, 40 yıl önce kaleme aldıkları eser hakkında Engels şunları yazmıştı: “Hiç kuşkusuz günümüzde Komünist Manifesto, toplam sosyalist yazının en yaygın, en uluslararası ürünü,, Sibirya’dan kaliforniya’ya kadar bütün ülkelerin milyonlarca işçisinin ortak programıdır.” Kitap o kadar olağanüstü bir kesinliğe ve açıklayıcılığa sahip ki, Engels’e eklenecek tek şey, “bugün de böyle” olduğudur.

28.02.2017 19:13:44


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

8 MART'TA DÜNYAYI YERİNDEN OYNATALIM EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK İÇİN HAYIR

Koltuğuna oturur oturmaz seçim propagandası-

nı dayandırdığı, LGBTİ’lere, göçmenlere, Müslümanlara, işçi sınıfına ve demokratik haklara pervasızca saldıran Trump’a karşı dünya çapındaki kitlesel mücadeleyi kadınlar ateşledi. Başkanlık seçim propagandasını kadınlara küfür üzerinden yürüten Trump’a karşı başta Washington, New York, Los Angeles, Chicago, Boston olmak üzere 500’den fazla kent ve kasabada gerçekleştirilen “Kadın Yürüyüşleri”ne katılım 4 milyonu aştı. ABD tarihinde görülen en kitlesel gösteriler ABD ile sınırlı kalmadı. İngiltere, Kuzey İrlanda, Meksika, Fransa, Avusturalya ve Japonya’da da yüz binler Trump’ı protesto ettiler. Kadınların kitlesel çıkışı, kadınların özgürlük mücadelesi açısından önemli bir sıçrama gerçekleştirdi. Tüm dünyada mevcut hükümetler demokratik alanları sınırlarken, Trump ve Le-Pen gibi oto-

riter, faşist figürler ortalıkta boy göstermekteler. Yeni liberal sistemin sonuna gelinmesiyle birlikte “demokrasi, özgürlük, barış” söylemleri yerini açıktan açığa ırkçılık, göçmen düşmanlığı ve cinsiyetçiliğe bırakmış vaziyette. Kapitalistler arasındaki rekabetin, devletler arasındaki rekabetle iç içe geçmesiyle birlikte giderek yaşlanan eski dünyada nüfus politikaları egemen sınıf açısından önemli bir hale geldi. Hal böyle olunca da tüm dünyada hükümetler kadın bedenini denetleyen politikaları yaşama geçirmek isterken, cinsiyetçilik de ana akım siyaset halini almakta. Öte yandan 40 yıldır uygulanan yeni liberal politikalar en çok kadınları yoksullaştırmakta. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesiyle birlikte çocuk ve yaşlıların bakımı kadınların üzerine yıkılırken, kadınlar her yerde sermayenin ucuz işgücü haline geldiler. Kadın istihdamında gözle görülür bir artış yaşanmakta. Ancak kadınların

kayıt dışı ve esnek işgücünde artan sayılarda yer almasıyla birlikte “yoksulluk da kadınlaştı”. Kadınlar, yaşamlarını zorlaştıran yeni liberal politikalar ve cinsiyetçiliğe karşı her yerde mücadelenin ön saflarında yer alırken, hem kendilerini hem de hareketi değiştiriyorlar. ABD’de Trump’a karşı mücadelenin başını çeken kadın aktivistler tarafından çağrısı yapılan 8 Mart’ta kadın grevinin gerçekleştirilmesi çağrısı, sisteme karşı yükselen öfkenin zirvesi olacak. Geçen yıl Polonya’da kadınlar kürtaj hakkı için sokaklara döküldü ve hükümete geri adım attırdı. Yine İrlanda’da kürtaj hakkı için son on yılın en büyük yürüyüşü gerçekleştirildi. İzlanda’da ise kadınlar eşit işe eşit ücret hakkı için iş bıraktı. 8 Mart’ta ise Amerika’dan Arjantin’e, Avustralya’dan İrlanda’ya Rusya’dan, Meksika'ya yaklaşık 40 ülkede birden kadınlar greve katılıyor.

KADINLAR HERHALDE MÜCADELEDE Kadınlar Türkiye’de de mücadelenin en önünde yer almaktalar. Son iki yıldır, kadınların mücadelesi, demokrasi ve özgürlük için mücadele eden herkesin nefes almasına yol açan bir iklim yarattı. Kadınlar OHAL koşullarındaki eylem yasaklarını, kitlesellikleriyle ve kararlılıklarıyla deldiler. Bu eylemler aynı zamanda barış ve çözüm taleplerinin en yüksek

590.indd 12

sesle dile getirildiği gösteriler haline dönüştü. Erdoğan ve hükümet yetkililerinin kadınlara yönelik cinsiyetçi söylemlerine karşı mücadele hız kesmeden devam ederken, hareketin kutuplaşmayı da aşan bir yerden kurduğu dil hükümetin istismar yasasının geri çekmesine yol açtı. 14 Mart Sevgililer gününün protesto edildiği eylemde kadınlar “dünyayı yerinden

oynatacağız” sloganı atıyorlardı. Bu slogan farklı talepleri birleştiren, her fırsatta sokaklara çıkan kadın hareketi, tedirginlik havası yerine özgüveni ifade etmesi açısından çok önemli bir gösterge. 8 Mart’ın bu yıl uluslararası bir eyleme dönüşmesiyle birlikte kadın hareketi önemli bir eşik atlayacak. Bu mücadelenin bir parçası

olmak, Türkiye’de de bu hareketin parçasını örgütlemek son derece önemli ve gerekli. Tıpkı yüz yıl öncesinde olduğu gibi kadınların uluslararası düzeyde başlattıkları eylemler, hemen her yerde işçi sınıfına ve yoksullara saldırıların daha pervasızlaştığı koşullarda dünyanın efendilerine karşı yeni bir mücadele dalgasının tetikleyicisi haline dönüşebilir.

AKP’nin referandum sürecinde “evet” kampanyasında hedeflediği üç K’lardan biri kadınlar oladursun, savaş ve OHAL koşullarının yarattığı milliyetçi ve şiddet dolu iklimden en çok payı kadınlar aldı. 2016 yılında 265 kadın öldürüldü. Kadınlar, hemen her gün siyasetçilerin hedef tahtasına oturtuldu. Hemen her türlü mekânda cinsel saldırıya uğradı. Kentin merkez caddelerinde tecavüze, şehirlerarası yolculuklarda tacize, parklarda, yolcu otobüslerinde tekmeli saldırılara maruz kaldılar. Markette yürüyüş şekli nedeniyle darp edildiler. Failler pervasız bir biçimde cezasız bırakıldılar. İstismarcılar siyasetçiler tarafından korundu. KHK’lar ile binlerce kamu çalışanı işten atılırken özel sektörde de OHAL iş gücü maliyetlerini düşürmenin fırsatına dönüştü. Bu süreçte ilk gözden çıkartılanlar kadınlar oldu. İşsiz kaldığı için temizlik işçiliğine başlayan bir kadın, çalışırken camdan düşerek öldü. Emeklilik zamanı geldiğinde işten atılan kadınların tüm hakları gasp edildi. KHK’lara karşı Ankara’da, Düzce’de ve İstanbul’da direniş başlatan kadınlar, OHAL mağduriyeti yaşayan kadınların da sesi oldu.

28.02.2017 19:13:44


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.