Marmaris‘in ‗MISTAN SOKAĞI‘ ÖN SÖZ Çağımızda, elektronik iletiĢim araç ve gereçlerinin çoğalması günlük yaĢamı kolaylaĢtırsa da, burada eskilerin deyiĢiyle ‗Silah icat oldu, mertlik bozuldu‘ gibi bir atasözünü anımsamamak elde değil. Artık iletiĢimi özellikle yazıĢmak yerine bilgisayar, cep telefonu, faks gibi elektronik aygıtlarla sağlıyoruz. Mektupla, tebrikleĢmeyle bize güzel yazma gayret ve becerisi de sağlayan alıĢkanlıklarımız geçmiĢte kaldı. ġimdi onları özenli, duygusal bir yaklaĢımla bir çok eski gelenek ve göreneklerimizle tarihe gömüp, içimizde kalan bir buruklukla sadece yad ediyoruz. 1974–1976 yılları arasında iki yıl Belçika-Brüksel NATO Karargâhında daimi görevdeyken özel kullanmak için ‗Triumph‘ marka ‗F‘ klavyeli bir daktilo almıĢtım. Daktiloyu alıĢımın ilginç bir anısı var. Kısaca anlatayım: Brüksel Türk Büyükelçiliğinde 30 Ağustos Zafer Bayramı yıldönümü kutlamasına eĢimle birlikte katılmıĢtım. Gündüz yapılan resmikabul töreninden ayrıldıktan sonra bazı ihtiyaçlarımızı karĢılamak için alıĢveriĢ merkezine gittik. Büyük bir mağazanın vitrininde daktilolar sergilenmiĢti. Fiyatları da indirimliydi. Ġçeri girip baktığımda gördüğüm bir daktilo ve markası dikkatimi çekti. EĢim Gülsen‘e daktiloyu gösterip, marka adını sevdiğimi, bu güne tam yakıĢtığını, zira markasının Türkçe adının ‗Zafer‘ olduğunu, bunu alacağımı söyledim. O da olumlu yanıt verince daktiloyu satın aldım.
1
37 yaĢındaki 'Zafer' (Triumph) adlı daktilom
Emekli olup Marmaris‘e döndükten sonra tüm amatör gazete ve dergi yazılarımı hep bu daktiloyla yazdım. Ne zaman 1990‘lı yılların baĢında bilgisayarı, tabiri caizse ―kuyruğundan yakaladım‖, iĢte o zaman benim sadık dostum, duygumu, düĢüncemi, Ģikâyetimi paylaĢtığım bu ‗Zafer‘ marka daktilomun pabucu dama atıldı. Ama ona karĢı bir kadirĢinaslık örneği de sergilemedim değil. Daktilomu rahmetli Anamın bize yaĢamında hediye ettiği ceviz çeyiz sandığının içine koyarak dinlenmeye aldım. Yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla girerken yazıĢmanın sadece resmi kurum ve kuruluĢlar arasında kaldığını, ancak kitap yazmanın evrenselliği ve önemini idrak edenlerin sayesinde eskisinden daha çok yazarımız olduğuna da seviniyorum. Onların sayesinde güzel romanlar, kültür yayınları, anılar, hikaye ve öyküler okuyabiliyoruz. 1935 yılında Marmaris‘te Ġl Kültür Müdürlüğünün açtığı okuma yazma kursuna katılarak diploma alan rahmetli annem Bezmigül‘ün (Gülhanım) gurbetteki oğluna (bana) kurĢun kalemle kendine özgü okunaklı eğik el yazısıyla gönderdiği mektupları unutmam mümkün değil. Bu gün değerini daha iyi anladığım o 2
mektupları saklayıp bir koleksiyon yapmadığıma üzülürüm. Onun, yaĢadığım evin duvarına asılı 70 kusur yaĢındaki diploması, ondan da yaĢlı evlenmeden önce kendi elleriyle çeyiz olarak iĢlediği duvarda asılı duran çerçeveli ‗ġahmeran‘ panosu ve bir çok güzel ve doğru sözü, bize ve torunlarına anlattığı anekdotları ve hikayeleriyle hep anıyor, yaĢatıyoruz…
Bezmigül Uysal‘ın ‗Ulus Okulları Sınav Belgesi‘ 28.3.1939 Marmaris
3
Annemin iĢlediği ‘ġahmeran’ panosu-1933
‗Söz uçar gider, yazı ebediyen kalır‘ demiĢ yazmanın önemini bizzat yaĢayıp, hissedenler. BeĢ bin yıl öncesinden bu güne çivi, kalem veya baĢka objelerle taĢ, kaya, ağaç, kabuğu, papirüs veya hayvan derisi (parĢömen) kâğıt üzerine yazılanlar olmasaydı insan yaĢamı, inançlar bu günkü değerlere, evrenselliğe ulaĢamazdı. Bilim ve sanat yazısız olabilir miydi? Buraya Darwin‘in güzel bir sözünü sıkıĢtırmak istiyorum. ―Bilim ve sanat, bir kuĢun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz‖... Yazmayı severim. Yazmak için okumak gerektir. Yazmayı seven okumayı da sevecektir. 1954 yılında baĢlayan gurbet yaĢamımda ailemle iletiĢimi önceleri mektupla, yazıĢmayla sağlardım. Yazma alıĢkanlığımın temeli böyle atıldı. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine Astsubay olarak katıldıktan sonra da yazmayı devam ettirdim. Astsubay Okulunda açılan ‗Öğretmenlik Kursu‘na katıldım. Toplu izleyiciye hitabı ilk defa 10 Kasım 1956‘da 4
Yüce Atamızın aramızdan bedenen ayrılıĢının 18. yılında o zaman Kara Harp Okulunun hemen yanındaki Zırhlı Birlikler Okulunda yaptım. 1970-73 yılları arasında ‗KıĢ ÇalıĢmaları‘ kapsamında Erzurum Kandilli‘deki Tugay‘ın komutan, subay ve astsubaylarına ‗NATO ve VarĢova Paktı Kuvvet Kıyaslamaları‘ ve ‗Dünyada Ġstihbaratın Önemi‘ baĢlıklarını içeren konularda iki konferans sundum. Yurt içi ve yurt dıĢı görevlerde kurmay üst rütbeli komutan ve subaylarla çalıĢtım. 1968 yılında bir NATO Tatbikatında Yunanistan‘ın Selanik Ģehrinde bir ay kaldım. Yüce Atamızın doğduğu müzeye dönüĢen evi birkaç kere ziyaret ettim. 1974 yılında Belçika Brüksel‘deki NATO Karargâh‘ı Türk Askeri Temsil Heyeti BaĢkanlığında 2 yıl ‗Daimi Görev‘de bulundum. Burada görevli diğer Türk Askeri personelle tüm sivil-asker NATO personeline bir parti düzenledik. Ülkemizin önemli yiyecek ve içeceklerini, hanımlarımızın giydiği folklorik giysilerimizi tanıttık. Tarihi, kültürel ve doğal zenginliğimizi açıklamalı ‗slayt‘ gösterisi yaparak katılımcıların büyük beğeni ve övgüsünü aldık. 1977 yılında kendi isteğimle emekli olup doğduğum, büyüdüğüm Marmaris‘e dönünce hareketli bir yaĢamdan sonra adeta denizden çıkmıĢ balığa dönmüĢtüm. Tam yerleĢim ve intibakı sağladıktan sonra sivil toplum örgütlerine üye oldum. Bunlardan birisi Marmaris Turizm Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği oldu. Bu dernekte iki dönem 4 yıl yönetim kurulu baĢkanlığı yaptım. Kültür ve Turizm Bakanlığının her yıl sezon öncesi Nisan ayında düzenlediği Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında okullarda ülkemizi, kültürel ve tarihi mirası koruma ve tanıtma amaçlı ‗slayt ‗gösterili sunumlar yaptım. Bunu, yerel televizyonlarda turizm, kültür, tanıtım, milli anma günleri ve bayramlarda panel, konferans gibi etkinliklerle sürdürdüm. 1994-2000 yılları arasında iki dönem ‗Kamu Yayarına ÇalıĢan Dernekler‘ statüsündeki Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Marmaris ġube BaĢkanlığı yaptım. Meslek Ġçi Eğitim ve Kalifiye Eleman YetiĢtirme (MEKSA) proğramı kapsamında Marmaris ve 5
çevresindeki komĢu ilçe ve beldelerde turizm ve tanıtım derslerine öğretmen olarak katıldım. Ġlk gazete yazım 1984 yılında yine Marmaris‘in ilk gazetesi olan ‗YeĢil Marmaris‘te yayınlandı. Bu gazete uzun ömürlü olamadı. Ardından, Marmaris Postası, Muğla Hamle, Ġçmeler Haber, ÇağdaĢ Marmaris, Marmaris Life gibi yayın organlarında yazdım. Konuk yazar olarak Muğla Devrim, halen ‗Aktüel Marmaris‘ adlı Ġnternet Gazetesi‘nde yazmaktayım. Yukarıda adı geçen gazete ve dergilerde takriben 25 yıllık sürede yazdığım yazı sayısı iki bine yakındır. En son, 2007 yılında kuruluĢu tamamlanan Marmaris Kent Meclisinde bir dönem Yürütme Kurulu üyeliğinde bulundum. Neler yazdım? ‗Neler yazmadım ki‘ desem haklı olurum. Yazılarımda genellikle Marmaris gündeminde olan konuları irdeledim. Bu gün ‗keĢke yapmasaydık‘ veya olgunlukla ‗hatalıyız‘ diyebildiğimiz birçok konuyu önceden yazarak toplum ve yönetim organlarına yardımcı olmaya çalıĢtım. HemĢerilerin Marmaris‘in çevresel ve alt yapı sorunlarını azaltma ve çözmede dikkat ve ilgilerini çekmeye gayret ettim. Bunlardan, çarpık yapılaĢma, çevre ve Marmaris körfezinin korunması, turizm için kalifiye eleman, turiste karĢı etik davranıĢ, kaliteli hizmet konularıyla kültürel ve tarihi konular önde gelenlerdir. Yazılarımın ne kadar dikkate alındığını bilemesem de, ne yazık ki zamanın beni haklı çıkardığını gördüm. Yakınlarımdan, arkadaĢlarımdan ―Sen boĢuna emek harcıyorsun, yazıyı kim okuyor, balık baĢtan kokar‖ gibi yanıtlar alsam da buna tepkim hep ―Marmaris için ne yapsak azdır‖ demek oldu. Her ortamda gerçekleri yazmaktan, söylemekten vazgeçmedim. Zaman su gibi Marmaris‘in dününü,
akıp geçiyor. Genç tarihini, folklorunu 6
kuĢağın bilmesi,
öğrenmesi için yazılı kaynak veya eser sayısı maalesef çok az. Marmaris tarihi hakkında halen elimizde bulunan ilk eser sayın K. Ekrem Uykucu‘ya ait olan ‗Marmaris Tarihi‘ adlı yapıttır. Bunu, Kızım ġule Aktepe‘nin (Uysal) Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bitirme tezi‘ olan ‗Marmaris Folkloru ve Edebiyatı‘ baĢlıklı kitabı takip eder. Gönlümüzden geçen, Marmaris konusunda evlerimizdeki aile kitaplıklarında, Ģehir kütüphanesinde daha fazla eser bulunmasıdır. Marmaris hakkında ilk tanıtım broĢürünü Türkçe ve Ġngilizce olarak 1957 yılında kurulmuĢ ilk dernek olan Turizm Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği BaĢkanlığım döneminde 1989 yılında hazırladım. Bundan önceki yıllarda da küçük tanıtım broĢürlerinin mutlaka yapılmıĢ olduğunu düĢünüyorum Kapsamlı bir Marmaris kitabı 1993 yılında Belediye BaĢkanı merhum Ġsmet Karadinç döneminde Marmaris Belediyesi Sanat ve Kültür DanıĢmanı, sanatçı ve araĢtırmacı yazar, değerli insan sayın Kamil Dürüst tarafından yazılıp belediye tarafından bastırılmıĢtır. Bunu, Sayın Ali Acar‘ın Marmaris belediye baĢkanı olduğu 2004 yılında yine belediyemizin güzel ve zengin fotoğraflı bir Marmaris albüm-kitabı takip etmiĢtir. Yakın geçmiĢte, hemĢerilerimizden sayın Fatma Çimen, Duran Ergül, M. Suat GülĢen, Rifat Kalakoğlu, Nermin ġahin, Güzin ġahin, Oya Dirikcan‘ın tarih, öykü, antoloji ve Ģiir içerikli kitapları yayınlandı. Sayın Umur Özlüer, kendisinin sahibi olduğu, yazdığı dergi ve gazetesinde, açtığı sergi ve birçok sanatsal etkinliklerde hep Marmaris ve Ġçmeleri öne çıkarmaya gayret gösterdi. Buna halen de devam ediyor. Muğla Gazeteciler Derneği BaĢkanı gazeteci, araĢtırmacı yazar Sayın Ünal TürkeĢ Marmaris‘i de içine alan, özellikle ‗KurtuluĢ SavaĢında Muğla‘ adlı kitabıyla bölgemiz yakın tarihine ıĢık tutan değerli hemĢerimizdir. Ġsmini anımsayamadığım veya 7
tanımak Ģansım olmayan ama Marmaris‘in yazın hayatına katkıları olan tüm hemĢerilerimi buradan bir kez daha kutluyor, teĢekkür ediyorum. Marmarisli Ģair ve değerli mahalle ve ilkokul arkadaĢım merhum Em. Hava Pilot Albay, Ģair Erdoğan Çokduru‘yu da ayrı bir paragraf ve cümle içinde hasret ve rahmetle anıyorum. Değerli yazarların bazı kitaplarının yayınlanmasında maddi ve manevi katkıda bulunan kurum ve kiĢilere de ayrıca teĢekkür ediyorum. 2005 yılı Mayıs ayında Marmaris Belediyemizin düzenlemiĢ olduğu ‗Bahar ve Gençlik ġenliği‘ dolayısıyla ‗Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ adlı küçük bir broĢür hazırlamıĢtım. Belediyemiz bunu Kültür Yayınları kapsamında bastırmıĢ ve dağıtmıĢtı. Bu yayının yöremizin doğal güzelliğini ve önemini tanıtmada yardımcı olduğuna inanıyorum. Zira düne kadar öne çıkmayan, aslında çok önemli bir endemik (ender) tür olan Günlük (Sığla) ağaçlarıyla da Marmaris öne çıkmalıydı. 2005 yılı Haziran ayında ĠZ TV ve TRT-2 Ekibi benim de içinde olduğum yerinde çekimler ve röportajlar yaparak bunları belgesel olarak yayınladı. Bu yapıtın CD‘si yapılıp Marmaris Belediyesi tarafından halka dağıtıldı. Marmaris Belediye BaĢkanı ve belediye çalıĢanlarına broĢürün yayınında gösterdikleri ilgi ve yardımları için teĢekkür ediyorum. Belgesel nitelikteki bu yapıt TV‘lerde defalarca yayınlandı. Bu yapıtın değerlendirmesinde ‗Genç ve ÇağdaĢ Gazeteciler Ödülü‘ almıĢ olduğunu öğrendim. Anılan yapıtta beni de izleyenler ―Sizi, Sığlanın Göz YaĢları adlı belgeselde gördük‖ dediklerinde mutlu olduğumu söylemeliyim... Değerli okurlarım; Yazdığım bu kitabın adını ‗Marmaris‘in Mıstan Sokağı‘ koydum. Bu adın ne anlam taĢıdığını geniĢ bir Ģekilde ve aynı baĢlık altında kitap içeriğinde bulacaksınız. 8
Kitap iki bölümden oluĢuyor. Birinci bölümde, Marmaris ve en yakınındaki beldelere kısa bir genel bakıĢtan sonra gerçek, ama biraz da öyküleĢtirilmiĢ tarihi olay ve anekdotlara yer verdim. Ġkinci bölümde ise, yirmi beĢ yıldır yazdığım bazı gazete yazılarımdan seçmeler bulacaksınız. Doğrusunu söylemek gerekirse ―burada zorlanmadım‖ diyemem. Yirmi beĢ yıl amatör olarak yazıp dosyaladıklarım arasından konu ve yazı seçmek kolay olmadı. Umarım, siz değerli hemĢeriler ve okurlarım ‗Marmaris‘in Mıstan Sokağı‘nı sabırla okursunuz. Bulduğum, duyduğum cesaret,, inanç ve tesellimin kaynağı sehven eksik veya yanlıĢ olabilecek her hangi bir konuda göstereceğiniz hoĢgörüde saklıdır. Marmaris‘in Mıstan Sokağı adlı bu yapıtın kültür yayınları kapsamına alınarak basım ve dağıtımını sağlayan Marmaris Belediye Belediye BaĢkanı Sayın Ali Acar‘a, Belediye çalıĢanlarına yteĢekkür ediyorum. Ayrıca kitabın yayına hazırlanmasında yardımcı olan kızım ve damadım ġule ve Hayrettin Aktepe‘lere, fotoğraf ve konuların diziliĢinde yardımı olan değerli kardeĢim Sayın Ġlhan Barlas ile gazeteci Yılmaz Yeter‘e teĢekkür ediyorum. Marmaris Ticaret Odamızın normal çalıĢmaları içine kültür ve sanatı da katmakta olduğunu görmekten büyük mutluluk duyuyorum. Anılan kurum en son ‗Amos‘ antik yerleĢim yerinde yapmıĢ olduğu tasarım, düzenleme ve burayı ziyarete açma giriĢimi ile Marmaris ve yöresine turizm, kültür ve tanıtım adına çok yararlı katkıda bulundu. Mart 2011 ayı içerisinde güzel bir baĢvuru kitabı olan ‗Karya‘dan Cumhuriyet‘e‘ adlı eser Sayın Eylem Miray Apak, Mukbil Gülkokan ve Selçuk Soytürk tarafından yazılarak bu güzide kurum tarafından yayınlandı. BaĢvuru ve kaynak niteliğindeki kitapta ‗Marmaris Tarihi, Milli Mücadelede Marmaris ve Marmaris ġer‘iyye Sicilleri ve Sosyo Ekonomik Hayat‘ gibi ilginç tarihi konular yer alıyor. 9
Adı geçen yazarları ve kitabın yayınında yardımcı olanları kutluyorum. Bir kez daha doğup, halen yaĢamakta olduğum ve bundan gurur, mutluluk duyduğum Marmaris adına yüksek sesle ―HER ġEY AMA GÜZEL OLAN HER ġEY MARMARĠS ĠÇĠN‖ diyor, tüm hemĢeri ve okurlarıma saygı ve sevgi sunuyorum. Biraz uzayan önsözümü Marmaris sevdalısı, asker, pilot ve Ģair merhum Erdoğan Çokduru‘nun ‗Marmaris‘im‘ adlı Ģiiriyle sonlandırıp sizi ‗Marmaris‘in Mıstan Sokağı‘nı okumaya davet ediyorum. Saygılarımla… Erol Uysal Ülkesel Turist Rehberi 05 Nisan 2011-Marmaris
10
MARMARĠS‘ĠM Bir gece düĢ içinde sabırsız sana geldim, . Sen gene eski sen, resmin gene eski resim. Marmaris, Marmaris, Marmaris‘im. Ġspirto kokusu var havada, Sağ sağa yaslan, sol sola yalpa. SarhoĢlar ünleĢir çıkmazlarında, Yok birine kızasım, Ben onlara, onlar da bana kızsın. Marmaris, Marmaris, Marmaris‘im. Gene coĢmuĢ Kocapınar, ġırıl Ģırıl ıĢıldar. Aptes alınır ezan vakti, Yalağında ıslanmıĢ karpuzlar, KazınmıĢ kabuklarına isim. Marmaris, Marmaris, Marmaris‘im. Sünger dönüĢü kordonda dalgıç karıları, DöĢlerinde beĢibiyerdeler. Çiğinlerinde çocukları, Çıkmadı mı motordan kocaları, Dizlerinde yumrukları çığlıkları, Günlerce sürer ağıtları.. Sen de vurgun yemiĢsin belden yukarı. Bir gece düĢten uyanıp, Kan ter içinde sana geldim. Sen ne eski sen, Resmin ne eski resim, Hav ar yu‘sun Marmaris‘im. Erdoğan 1937-1999
11
Çokduru
Bir resim sergisinde Marmaris Bel. BĢk. SayĹn Ali Acar, yazar Erol Uysal ve sanatseverlerle
12
ĠÇĠNDEKĠLER BĠRĠNCĠ BÖLÜM ÖYKÜLEġTĠRĠLMĠġ ANEKDOTLAR
TARĠHĠ
OLAYLAR VE Sahife
Marmaris ve yakın Çevre Beldelere kısa bir bakıĢ DevedaĢı ve Mediha Menzilhane ve Bulamaç Sarı Ana ve Kanuni Marmaris Limanı ve Ünlü Ziyaretçileri ġanlı Yavuz ve Köpek Balığı Marmaris Bombalanıyor Mıstan Sokağı Kaçıka Mustafa Marmaris‘in Günlük Ağaçları ĠKĠNCĠ BÖLÜM YEREL GAZETE YAZILARIMDAN SEÇMELER NATO ve Anımsattıkları Noel ve Mersin Ağacı Marmaris‘in Ayyıldızları Bir Lütfü Küçük Vardı Ağa Limanından Batık Hamama Arka Sokaklar Bir Kongre Gezisi ve Notlar Kıssadan Hisse 13
DadaĢ Diyarı Erzurum Ġncir ve Tuvalet 24 Kasım Öğretmenler Günü Akdeniz ve Çevre Ek Mendirek Projesine Hayır Diyorum Echad Kalesi Erol Uysal‘a Çocuklarından Bir sürpriz ve Yanıtı KiĢi Sevmeye Gücün Var mı? Bir Kültür Gezisi Ölüler Altın Takmaz Mitolojik Hikâyeler AĢure Günü Bir Dalyan Turu Bir Oturumun Ardından Bunları Biliyor muydunuz? Ġlginç Birkaç Anı Son Söz ve Bir ġiir
14
Doğudan batıya Mıstan Sokağı -2010
15
Erol Uysal
17 Eylül 1937‘de Marmaris‘in Tepe Mahallesi ‗Mıstan Sokağı‘nın deniz kıyısındaki taĢ yapılı evde doğdu. Babası Hacı Ġbrahim oğlu Hüseyin Uysal (Gözlüklü Hüseyin) annesi Kamil Atasoy (Kamil Ağa) kızı Bezmigül (Gülhanım) idi. Ailenin üçü erkek bir kız dört çocuğundan ilk ikincisi olan Erol Uysal Ġlk ve Orta öğretimini Marmaris‘te yaptıktan sonra Astsubay olmak için Ankara‘da Zırhlı Birlikler Okulunda okudu. Mezun olup Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı. Yabancı dil kurslarına katılarak Ġngilizce öğrendi. Erzurum-Kandilli ortaokulunda öğretmen açığı olduğu için bir dönem Ġngilizce derslere girdi. Yurdun değiĢik bölgelerindeki birlik ve garnizonlarda (iki defa üçer yıl olmak üzere altı yıl ġark Hizmeti‘nde ve iki yıl Belçika-Brüksel‘deki NATO Karargahı ‗Türk Askeri Temsilciliği‘nde Daimi Görevde bulundu. Üç defa yurt dıĢına giderek kurs, eğitim, tatbikat ve tercümanlık gibi görevler yaptı. 1964 yılında Gülsen hanımla evlendi. Erkek ve kız olmak üzere iki çocukları ve dört torunu var. Oğlu Mustafa Kemal halen Türk Silahlı Kuvvetlerinde Kurmay Albay rütbesinde, kızı ġule Aktepe (Uysal) Ġzmir‘de Anadolu Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenidir. Erol Uysal 1977 yılında kendi isteğiyle emekli oldu. Serbest olarak Ülkesel Kokartlı Turist Rehberliği yapmaktadır. Amatör olarak yerel gazetelerde 30 yıldır yazı yazmakta, Marmaris ve çevresi üzerinde tarih, kültür ve folklorik araĢtırma yapmaktadır. 2005 yılında ‗Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ adlı bir araĢtırması olan kitapçığı yayınlanmıĢtır.
16
Birinci Bölüm ÖYKÜLEġTĠRĠLMĠġ ANEKDOTLAR
TARĠHĠ
OLAYLAR
VE
Marmaris ve Çevre Beldelere Kısa Bir BakıĢ: Marmaris Marmaris, ‗Neolitik‘ veya diğer adıyla ‗Cilalı TaĢ (MÖ. 8000-5500) devirlerinden bu güne geçen takribi on bin yıllık zaman içinde Akdeniz ve Ege Denizine, ‗Kral Yolu‘ ve ‗Ġpek Yolu‘na açık kapıları olan, Anadolu coğrafyasının Güneybatı köĢesinde adeta nadide bir mücevherdir. Çok stratejik ve korunaklı bir limana sahip olan Marmaris‘te 1936 yılında ilkokul öğretmenliği de yapan Ferit Kayan bu cennetin özelliği, iklimi, halkı ve kültüründen aĢırı derece etkilenmiĢ olmalı ki, kendi yazıp bestelediği ‗Marmaris Gençlik MarĢı‘nın bir mısrasında, ‗Sırtımızda on bin yıl yarına koĢuyoruz‘ diyerek Marmaris ve Anadolu Coğrafyasında yaĢayan tüm kavimlerin medeniyet düzeyi, kültür ve sanat eserlerini önemseyip benimsemiĢ, onları bu günlere taĢımıĢtır. Yazının icadıyla birlikte MÖ.3400‘lerde Karyalıların bu bölgede yaĢamaya baĢladığını Homer, Heredot, Diadoroso, Pliny, Strabo, Plutarch vb.antik devir yazarlarının eserlerinden öğreniyoruz. Karya, Hitit, Ġyon, Dor, Lidya, Pers, Ġskender ve Helen, Roma, Bizans, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinin idaresi altında Marmaris küçük nüfusuyla köy ve nahiye denilebilecek düzeydeyken Osmanlı Vilayeti olan Rodos‘a bağlı bir kasaba idi. Muğla Vilayet olunca 1867‘de ilçe oldu ve Muğla Ġline bağlandı.
17
Marmaris, Akdeniz‘e özgü iklimi, endemik olan Günlük ağaçları, çam baĢta olmak üzere çeĢitli Akdeniz bitki örtüsüne sahiptir. Barınaklı limanı, turkuvaz renkli kıyıları, koyları, plajları ve çevresindeki zengin tarih, kültür hazineleri ile ünlüdür. Akdeniz ve Ege‘deki adalara olan yakınlığıyla antik çağlarda olduğu gibi bu gün de yatçılık ve Mavi Tur, en büyüğünden en küçüğüne kadar yeni, kaliteli ve temiz konaklama tesisleriyle yılda iki milyona yakın yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapmaktadır. Eğlenme ve dinlenme öncelikli olmak üzere bir gezgin için aranan tarih, kültür, sanat, folklor, spor gibi tüm çeĢitliliğin varlığı ve bunların sunulduğu Marmaris‘i görmek, yaĢamak bir ayrıcalık olsa gerektir. Marmaris‘in çevresinde antik çağlarda birer yerleĢim birimi olarak Karya Federasyonuna bağlı yerleĢim yerleri Ģimdi turistler için ilgi duyulan tarihi, kültürel ve folklorik gezi yerleri oldu. Marmaris merkez ve çevresinde yabancı ve yerli tarihçi ve arkeologların yaptığı kazı ve araĢtırmalarla gün ıĢığına çıkarılan eserler yerel ve ulusal müzelerde sergilenmekte, ziyarete açık yerler turistler tarafından gidilip görülebilmektedir. Antik çağlarda Physkos, Mermerisos, Marmora, Marmaras, Mermeris vb gibi adları olan Marmaris, 14.ve 15. yüzyılda Orta Anadolu‘da Moğol istilasından korkup göç eden Türkmenlerden ‗Mamulas‘ obasının bölgeye yerleĢmesiyle bu günkü ‗Marmaris‘ adını almıĢtır. Diğer bir rivayete göre de, Kanuni Sultan Süleyman Rodos Seferine giderken ihyasını istediği kaleyi sefer dönüĢü gördüğünde küçük bulup, mimarına, ―Ya mimar bu kaleyi azdır‖ demiĢ ve kasabanın adı ‗Mimar azdır‘ sözcüklerinden ‗Mimaraz‘, ‗Mimaras‘ olmuĢ, sonra da bugünkü ‗Marmaris‘ e dönüĢmüĢtür. Yine baĢka bir rivayete göre de; Kanuni Rodos dönüĢünde mimarın kaleyi küçük inĢa etmiĢ olmasına kızıp yöneticiye ―Mimarı As‖ emrini vermiĢ ve bu sözcük değiĢik söylemlerle bu günkü ‗Marmaris‘ adına dönüĢmüĢtür. 18
Yukarıda değindiğimiz üzere, Marmaris çevresi tarihi ve kültürel çeĢitliliğin yanında doğal ve endemik ağaç türüne ve çeĢitli Akdeniz bitki örtüsüne,(flora) hayvan (fauna) arı, kovan ve bal zenginliğine sahiptir. ġehir merkezinde bir ortaçağ kalesi ve içerisinde yöreden getirilmiĢ eserlerin sergilendiği bir müzeyle kervansaray, cami, türbe ve ‗Eyilik TaĢı‘ mezar ve açık tarihi park alanı gibi ziyaret yerleri vardır. ġehrin ilk kuruluĢ yeri kuzeyde Asarlık Tepe üzerindedir. Burada Ģehir antik Ģehir surları mezar ve diğer Ģehir kalıntılar halen görülmekte olup, taĢınabilen küçük objeler müzelerde sergilenmektedir. Marmaris ve çevresinde sistemli bir arkeolojik kazı yapılmadığı için bazı antik çağ tarihine ıĢık tutacak kitabe, yazıt, heykel gibi eserlerin toprak altında olduğu sanılmaktadır. En son Marmaris güneyindeki Cennet Adası‘nda bulunan bir mağaranın yüz binlerce yıl öncesinin yaĢam izlerini taĢıdığı, buranın bilimsel yönden araĢtırılması ve kazısının yapılması gerekmektedir. Marmaris‘in, deniz hava ve karadan her türlü ticaret ve turizme açık giriĢ kapıları vardır. Denizde, yatçılık, yerli yapım tekneler (Gulet) ve fiber yatlarla yapılan ‗Mavi Yolculuk‘ (Blue Voyage) yöreye büyük bir turizm girdisi sağlamaktadır. Marmaris‘ten Rodos‘a deniz otobüsleriyle her gün turist ve yolcu taĢımacılığı yapılmakta olup Rodos ve diğer Yunan adaları mavi turlar için belirli ve değiĢik rotalar olmaktadır. Marmaris‘in merkez belediyesi olarak hemen yakınında üç belde belediye kuruluĢu da vardır. Bunlara da kısaca tarihi ve doğal özellikleriyle kendi baĢlıkları altında burada yer verelim. Takdir edilir ki, bu kitap ‗Ön söz‘ de belirtildiği gibi bir ‗Marmaris Tarihi‘ değildir. Bir ziyaretçinin bölgeyi iyi tanıması için daha çok bilgi ve sorulara yanıt aramada 19
mutlaka bir rehbere, yöreye ait kitap veya broĢüre gerek duyulacaktır.
Armutalan Armutalan, Marmaris Merkez Belediye‘ye bağlı bir köy iken 1987 yılında belediye olmuĢ, nüfusu on binin üzerindedir. Marmaris‘e sadece 3 km. uzaklıkta olan belde yüksekçe bir teras üzerine konuĢlandığından hemen kuzey batısındaki dağ eteklerinden veya Marmaris-Datça karayolunun panorama yerlerinden masmavi Marmaris Körfeziyle gerisinde Marmaris ve Armutalan Ovaları görülmeye, fotoğraf çekmeye değerdir. Armutalan Ovası Kanuni Sultan Süleyman‘ın (16.yüzyıl) Rodos Seferi sırasında yüz bin kiĢilik ordusuna konaklama yeri (ordugâh) olmuĢtur. Bu alanda her yer armut ağaçlarıyla bezenmiĢ olduğundan ordunun konaklamasında özellikle yaz sıcağında askerlerin güneĢten korunması için bu ağaçların gölgesi ve çevresinden yararlanılmıĢtır. Osmanlı Ordusu buranın adını ‗Armut Alanı‘ koymuĢ, Cumhuriyet Döneminde ise ‗Armutalan Köyü‘ olarak isimlendirilmiĢtir. Bu yaĢam yerinin ağaçlarını ve köy adını ebediyen yaĢatmak için 1987 yılında Belde ve Belediye kuruluĢuna geçen Armutalan, yerel yönetim olarak her dikim mevsiminde özel fidanlığında armut ağacı bulundurmakta, burada yaĢayan belde sakinlerine bahçelerine fidan dikmeyi önermektedir.
Ġçmeler Ege denizi ve Akdeniz‘in tam kesiĢme noktasında bulunan Ġçmeler kasabasının eski adı ‗Gölenye‘olup köy olarak küçük nüfuslu bir yerleĢim yeriydi. Ġngiliz tarihçi ve yazar George Bean‘e göre Prof. Cook Gölenye‘de kutsal bir alan ve tapınak bulunduğunu, bunun Eren dağındaki sağlık yarı tanrıçası Hemithea‘ya ait olabileceğini, bölgedeki araĢtırmalarda ise bazı mermer parçaları ve sikkelerle, üzerlerinde kitabe ve simgeler olduğunu 20
yazmıĢtır. (Beyond The Meander- George Bean -19031977) Eskiden köy olan ‗Gölenye‘ nin adı 1963 yılında ‗Ġçmeler‘ olarak değiĢtirildi. Zira burada koyun güney kıyısında bir kaynaktan çıkan maden suyu içildiğinde müshil etkisi yaratıyordu. Yıllarca, belki de antik çağlardan beri ‗kür yeri‘ olarak ziyaret edilip, içilen bu Ģifalı su ünlenince köye bu ad verildi. Bu kit6abın yazarı da 1945– 1955 yılları arasında ailesi ile birlikte buraya gelip Ģifalı sudan içmiĢtir. ġimdi ise çevresindeki yapılaĢma ve nüfus yoğunluğunun artmasıyla bu kaynak eski önemini yitirmiĢ, ilgililerce yenilenerek ziyarete açık hale getirilmesi düĢünülmektedir. 1987 yılında belde olup belediye kuruluĢuna kavuĢan Ġçmeler Beldesinin nüfusu bugün 6 bin civarındadır. Merkez Ġlçe olan Marmaris‘e uzaklığı ise sadece 7 km.dir. Akdeniz ikliminde yetiĢen ağaç ve makilerle örtülü dağlarla çevrili Ġçmeler‘in Marmaris Körfezine açık ve takriben 1 km. uzunluğunda ve 50 m..geniĢliğinde güzel kumlu bir plajı vardır. Bu plaj ‗Mavi Bayrak‘ ödülü almıĢtır. Plajın hemen arkasında konaklama, eğlenme ve alıĢveriĢ merkezi vardır. Bir yanı deniz, diğer yanı orman olan ve takriben 8 km. uzunluğundaki yaya yolu yürüyüĢ severler için güzel bir seçenektir. Bu yolda yürüyenler kısa zamanda Marmaris‘le kucaklaĢırlar. Eskiden Ġçmeler‘e (Gölenye) yol yoktu. Marmarisliler buraya kayıklarla kürek çekerek veya yaya yürüyerek giderler, Ģifalı kaynak suyundan içerek kür alırlardı. Gölenye‘de yaĢayan rahmetli Osman Amca omzunda taĢıdığı içinde mısır inciri (kaktüs) dolu tenekeyle uzun adımlarıyla yaya olarak kumsalı takiben kısa zamanda Marmaris‘e gelir, incirleri satıp köyüne geri dönerdi. O zaman birbirlerine lakap takmayı çok seven Marmarisliler bu hemĢerimize hemen ‗Tayyare Osman‘ adını takıverdiler. Bununla da kalmadılar, sokakta, yolda 21
uzun adımlarla hızlı yürümekte olan birine rastladıklarında, ―Ni le Tayyare Osman gibi nereye gidip durun‖ derlerdi, Muhatabından da ―Nineyin gari be, höle bi hava alan deye gendimi dıĢarı attıydım‖ yanıtını alırdı. 1950‘li yıllarda Ġçmeler- Osmaniye arasındaki dağlık ve ormanlık alanda manganez madeni ve kireç ocağı iĢletilirdi. Rezervlerin az olması nedeniyle Ģirket zarar ettiğinden bu ocaklar 1960‘lı yıllarda kapanmıĢtı.
Beldibi Beldibi, Marmaris‘in kuzeybatısında merkeze takriben 5 km uzaklıkta bir köy iken 1999‘da belde oldu. Beldibi, MÖ. 2 yüzyılda Rodos Birliğine bağlı kasaba (Deme) bağlı bir yer olmamasına rağmen diğer yerleĢim birimlerine dağlık bölgeden en kısa ve güvenli Ģekilde ulaĢmak için geçit sağlardı. Beldibi, Kuzey Batısındaki Gökbel mevkii ile Karadağ eteklerinde kurulmuĢ adeta doğaya saklanmıĢ bir küçük yerleĢim yeridir. Üç yanı dağlarla ve ormanla çevrili olmasından takma adı ‗Zümrüt Yer‘ olmuĢtur. ‗Gökbel‘ çeĢmesinden su içmek, Marmaris ve körfezi tepeden izlemek, ciğerlere bol oksijen depolamak için ideal bir yerdir. Eski Marmaris (Phskos) Ģehrinin limanı buradaymıĢ. Limandan Ģehrin surlarına çıkan bir patika yol Ģehir akropol‘üne çıkar. Antik Limana gelen malların boĢaltılması ve bazı ürünlerin yüklenmesi burada olurmuĢ. ġehir mezarlığının bulunduğu yerde kazılar sırasında bazı deniz kabukluları görülmüĢtür. Bu da bize eski Physkos Ģehir limanının buraya kadar uzandığını gösterir. Bu durumda, ‖Biz Marmarisliler birkaç yükselti ve kayalık yerler dıĢında meydana gelen erozyonun yaratmıĢ olduğu delta üzerinde inĢa edilmiĢ yapılarda yaĢamakta olduğumuz gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Olası deprem veya depremleri düĢündüğümüzde gerçeğin 22
ürkütücü ve korkutucu yanını mutlaka dikkate almamız gerekiyor. Mondros AteĢ Kes AntlaĢmasının (30 Ekim 1918) imzalanmasından sonra Marmaris‘te bulunan bir tabur düzeyindeki askeri birlik silahlarını teslim etmeyip Karadağ‘ın kuzey batı eteğine çekilmiĢ. Burası antik çağlarda ‗Amnistos‘ olarak bilinen Ģimdiki ‗Altınsivrisi‘ nin batı etekleridir. Taburun intikalinden sonra buraya ‗KıĢlacık‘ adı verilmiĢtir. Tabur Komutanı BinbaĢı Edip Bey silah, teçhizat ve diğer malzemeyi ‗Muğla Kuvayı Milliye‘ TeĢkilatı‘na gizlice göndermiĢtir. (1) Bayır ile Karacasöğüt köyleri arasında olan bu yere köyün yaĢlıları halen ‗KıĢlacık‘ derler. Bize göre, Beldibi-Gökbel- Ovacık kara yolu iyileĢtirilip trafiğe açılırsa, Gökova Körfezinin güney kıyılarına ulaĢım kısa ve kolay olacak, Marmaris, Beldibi ve çevresi turizm ve ulaĢım için yeni bir ulaĢım seçeneğine kavuĢacaktır.
23
DEVEDAġI VE ‘MEDĠHA’ Genç arkadaĢlarımı bilemem ama bizim kura rehberler takma adı ‗Halikarnas Balıkçısı‘ olan Cevat ġakir Kabaağaçlı‘yı iyi tanırlar. Rehberlerin duayeni Kabaağaçlı Oxford‘da ‗Yakın Çağlar Tarihi‘ eğitimi almıĢ, dokuz yabancı dil bilen, onlarca roman, öykü yazan, çeviren bir insandı. Anadolu ve Gökova sevdalısı, bize kocaman, güçlü bir haykırıĢ gibi gelen ünlü ‗Merhaba‘sıyla yakından tanıdığım Balıkçı artık aramızda değil. Onu, 13 Ekim 1973‘de kaybetmiĢtik. ġimdi çok sevdiği Bodrum-Gümbet‘te gömülüdür. Ardında bıraktığı eserler onu hep yaĢatıyor, bize kendini unutturmuyor. Sevgili ġadan Gökovalı yapıtlarının birçoğunu derleyip, düzenleyerek yayına vermekle çok büyük bir hizmette bulundu. Kendisine buradan bir kez daha selam, sevgi gönderiyor, teĢekkür ediyorum. 1960‘lı yılların sonuna doğru birkaç tura Balıkçı ile birlikte çıkmanın onurunu yaĢayanlardanım. Bu değerli insanı ölümünün 38.yılında rahmet ve sevgiyle anıyorum. ArkadaĢımız ġadan Gökovalı, Balıkçı‘nın ‗Merhaba Anadolu‘ adlı eserinde bakın ne güzel bir benzetme yapmıĢ. Balıkçıyı cennete götürmüĢler, ―Hani, nerede Gökova demiĢ.‖ Gökova, ne de olsa Marmaris‘in arka bahçesi sayılır. Biz Marmarisliler de bu güzel cennet parçasında yaĢadığımıza göre öldükten sonra cennete de gitsek garanti ―Nerede benim Marmaris‘im‖ deriz...
24
'Halikarnas Balıkçısı' Kabaağaçlı 1890- 1973
Cevat
ġakir
Değerli Okurlar; Müzisyenler genellikle bir hane geçiĢ taksimi yaptıktan sonra esas makamda karar kılarlar. Ben de konuyu ‗DevedaĢı‘na getirmek için adeta kısa bir peĢrev yaptığımın bilincindeyim. Anımsayacak olursak geride kalan yıllarda Suudi Arabistan‘daki ecdadımızın eseri olan ‗Echad Kalesi‘ yıkılmasın için yazılar yazdık, biraz yaygara bile kopardık. Oysa burnumuzun dibindeki ‗DevedaĢı‘ kırılıp, üstüne beton dökülürken sadece seyretmiĢtik. Bana öyle geliyor ki, DevedaĢı‘nda yaĢayıp, anıları olanlar, diğer bir deyiĢle Ģimdi hayatta olmayanlar cennette iseler mutlaka ‗Hani benim DevedaĢı‘m deyip, burayı aramıĢlardır… Bize mucize gibi görünen, hatta bir efsane tecelli etti‘ diyebileceğimiz gerçek bir olaya kısaca değinmek istiyorum. 25
‗DevedaĢı‘ında devamlı denizi gözeten, denizden adeta sevdiği huri veya periyi bekleyen bir kız yaĢardı. Kızın adı ‗Mediha‘ idi. Mitolojik öykülerde adları geçen ve su perileri ‗Siren‘ler, ‗Harpi‘ler ve de ‗Nereid‘ler olarak bilinen yaratıklar büyülemiĢti sanki Mediha‘yı. Sevdiğinin veya çocuğunun gelmesini beklerdi bu kız DevedaĢ‘ında. Biliyoruz ki anılan bu mitolojik yaratıklar özellikle Ege ve Akdeniz sularında yaĢarlar, hatta bunların kabartmalarını Xanthos-Kınık‘ta pilye mezarların (Likyalılara özgü mimari yapıtlar) frizlerinde görürüz. Ancak, 1840 ve 1950‘li yıllarda Sir Charles Fellow, Charles Newton adlı Ġngiliz seyyahlar bunları ‗HMS/ Bezcon‘ adlı savaĢ gemisiyle Londra‘daki British Museum‘a taĢımıĢlar, bize de alçıdan yapılmıĢ kopyalarını bırakmıĢlardır... Marmarisliler DevedaĢı‘nı sahiplenmeyince adı çocukluğumuzda ‗Deli‘ye çıkan Maliyeci Nuri Efendinin genç kızı Mediha buna itiraz etmiĢ olmalı ki, manevi dünyasından toparlanıp bir deniz kızı (Mermaid) kılığında geri dönüp beyaz bir mermer heykel olarak dikildi ‗DevedaĢ‘ının tam üstüne. Buradaki heykele sadece ‗denizkızı heykeli‘ deyip geçerek bakmayalım. O heykel Mediha‘‘nın ta kendisidir. Yoksa baĢka yer mi yoktu Marmaris‘te heykel dikilecek… Mediha da böylece bir efsane oldu Marmaris‘e. Tıpkı, Sarı Ana, Yakup Baba, Göççü Dede, Murat ve Osman KardeĢler gibi…
26
Deniz Kızı Mermaid
‗DevedaĢı‘ çocukluğumuzun denize çivileme veya baĢ üstü atlama taĢları, bir tür tramplenleriydi. Kama veya piramit Ģeklinde olanına ‗Kılıç‘ derdik. Buradan ağabeylerimiz atlardı. Biz ‗Leblebi‘ ile ‗Topan DaĢ‘ı yeğlerdik. Biraz daha büyüyünce ‗Kılıç‘tan atlamaya baĢladık. Bu kayalar Marmaris körfezinin bir tür niĢan taĢları, simgeleriydi. Amatör balıkçılar sandallarıyla avlandıkları yeri tayin ve tespit etmek için bu kayalardan kerteriz alırlardı. Bunlardan birisinin uzaktan bakınca 27
deveye benzemesi yüzünden buraya ‗DevedaĢı‘ denilmiĢ olsa gerektir. Akdeniz ve Ege‘de aynı adla bilinen kayalıklar da vardır. Batıdan esen sert karayel burada kırılır, sandal sefaları ‗Kısayalı‘ mevkiinde, yani bu kayaların doğusundaki Yat Limanı (Marina) bölgesinde olurdu. Karayel kaldığında DevedaĢı‘ndan batıya kürek çekilir, bu günkü halk plajı yani ‗Uzun Yalı‘ mehtaplı günlerde kayıklarla volta atılan uzun bir etap olur, ‗Pamucak‘ mevkiindeki ‗Turban Tatil Köyü‘ne kadar uzanırdı.
Üstte DevedaĢı – 1980
28
YaĢamlarında yüzleri hep DevedaĢı'na dönük olan yüzücü ve kürekçiler Marmaris Belediyesinin verdiği ödülleriyle- 1 Temmuz 2005 (Ön sırada soldan ikinci Halil Uygun vefat etti.)
DevedaĢı‘ nın eski sakinlerinin çoğu birer ikiĢer maddi yaĢamlarından manevi aleme göçüp gittiler. Bugün, DevedaĢı‘ nın sanal olarak bulunduğu noktaya oturup yüzümüzü Cennet Adasına dönersek önce sağ ve sonra sol tarafta kıyıda evleri olanlar sanki birden ayağa kalkıp ―Biz buradayız‖ diyecekler gibi gelir bana... DevedaĢı‘nın önce yüzleri güney ve güney batıya, sonra da güney ve güneydoğu‘ya bakan çoğunun hayatta olmadığı sakinlerini saygıyla anarak lakaplarıyla okurlara tanıtmak istiyorum. Marmaris Kalesinin hemen batı eteklerindeki evlerde yaĢayanlar: Nuri Efendiler, Tenten Hüseyin, ĠbiĢin Ebe Hayriye, Tokalar, Kabakçılar, Süleyman Efendi, Hamal Memet, Cevoğlanın Ali, Ġsmail Kargın, Selçuk, ġükrü Kaptan, Kıymıkçı Kamil (Kamil Ağa), Tokalaç‘ın Hamdi, ġevket Efendi, Yeni Ali, Çıkrıkçı Mustafa, Adil Öner, HaĢmet Memet ve aileleridir. 29
Marmaris Kalesinin güney ve güneydoğu eteklerinde, DevedaĢ‘ının doğusundakileri anımsayacak olursak onları ‗Mıstan Sokağı‘ sakinleri olarak tanımlayabiliriz. Rum korsan Andon Civoni‘yi etkisiz hale getiren Zeybek RaĢit kaptan, Çıkıkçı Kemal, ĠbiĢin Hasan ve Mehmetler, Ali Usta, Ramazan‘ın Ömer, Tokalaç‘ın Ahmet, oğlu Ali, Memet Kocayiğit, Pantazın YaĢar, Havanın Hayriye, oğlu Hasan Bey, Apti oğlu Hüseyin, oğlu Koca Apti, KeleĢin Güllü (Halk doktoru) Baharlılar, Yorgancı Hayriye, Bacaksızlar, Pampik Duran, Turunçlu Mustafa, Dıngilinin Hasan, Adalı HurĢit, Tahta Kıranlar, Halil Bey, Ġsmet Gökmen, AltındiĢ Mustafa, Ekincikli Mustafa, Yörükoğlu Mustafa, Hacı Ġbrahim ve oğlu gözlüklü Hüseyin (Yazarın babası), Kaçıka Mustafa, Mıstanoğlu Hüseyin, oğlu Hasan, Ali oğlu Memet, Salih Usta, Marangoz Apti Yüce ve aileleridir.... Değerli Okurlar; Bu kitabı yazmaya karar vermeden önce eskiden veya halen DevedaĢı‘nının yakınında ikamet eden bazı hemĢerilere ziyaretlerde bulunmuĢtum. Bunlardan en yaĢlısı ‗Tenten Hüseyin‘ lakaplı Hüseyin Tekin ağabeyimdir. Kendisiyle söyleĢi yaptığımda yaĢı 96 idi. (Hüseyin Tekin Nisan 2010‘da vefat etti) YaĢamının büyük çoğunluğunu sünger avcısı olarak geçirmiĢ. Vurgun yemiĢ, ama yine dalmaya devam etmiĢ. Ayaklarından engelli olduğu halde tekerlekli sandalyesiyle Marmaris‘ in cadde ve sokaklarında dolaĢırken ona sık rastlardık. Sağlığı ve aklı yerindeydi. MüthiĢ Atatürkçü, Cumhuriyetimizin kuruluĢunun 86.yılında tören alanına gelip Ata‘ya saygı duruĢunda bulunmak istiyordu. Cumhuriyet kurulduğunda 9 yaĢındaymıĢ. Cumhuriyetin kuruluĢunun 10. yılında Marmaris‘in ilk anıtı olan ‗Atatürk Büstü‘nün açılıĢında bütün Marmarislilerle birlikte 10.yıl MarĢını söylemiĢ. Kendisine neden ‗Ten Ten ‘lakabının takıldığını sorduğumda, ―Hızlı yürüdüğüm, tez canlı ve hareketli oluĢumdan‘ dedi. Atatürk ile ilgili aĢağıya aldığım bir anısını da benimle paylaĢtı. 30
―Atatürk 23-24 ġubat 1935‘de ‗Ege‘ adlı gemiyle Marmaris limanına ikinci defa geldiğinde ben de Bedir Adası önünde sandalda balık avlıyordum. Ġri mercanlar tutmuĢtum. Sandalın gemiye yaklaĢmasına izin vermediler. Uzaktan Atatürk‘ü geminin güvertesinde Ģezlonkta güneĢlenirken gördüm. Rahatsız olduğu söyleniyordu. Ġçimden, Ata‘ya bu taze mercanlardan versem de piĢirtip yese biĢiciği kalmazdı dedim ama olmadı. O‘nu daha çok arayacağız‖ dedi.
Yazar E.Uysal Hüseyin Tekin’le Temmuz 2009
DevedaĢı‘nın her iki yanında yaĢayan burada isimlerini anımsayabildiğim hemĢerilerden Ali Usta Galiçya gazisi, Apti oğlu Hüseyin Ģehit, Zeybek RaĢit Çanakkale ve Ġstiklal SavaĢı Gazisi, Gaçıka Mustafa gazi, Cevolan‘ın Ali gazi, Koca Apti ‗1946 Ġstanbul Türkiye Kürek ġampiyonası‘nda birincilik ödülü alanlar içinde olan hemĢerilerimizdir. Burada adları geçenler, geçmeyenler, ama yüzü hep ‗DevedaĢı‘na dönük olan Marmarisliler turizm, ticaret, tarım, arıcılık ve bal, balıkçılık, süngercilik sektörlerinde çalıĢıp Marmaris ve ülke ekonomisine 31
katkıları olan değerli büyüklerimizdir. Onların hepsine Allahtan rahmet diliyor, sevgi, saygı sunuyoruz. Tepe Mahallesinin ‗Mıstan‘ sokağında halen bir ozan yaĢar. Bu komĢumuz bal üreticisi Yörükoğlu Mustafa‘dır. Onu, keyfi, sağlığı yerinde olduğu zaman evinin önündeki koltukta eĢi Güler hanımla oturur görürüz. Bazen eline aldığı sazı çalar, bazen de kavalını üfler, arada bir de kendi yazdığı Ģiirlerini söyler. Bunlardan sadece birini aĢağıya aldım. EĢi Güler Hanım her yıl bal kesimi sezonunda Mıstan Sokağındaki mütevazı evlerinin önünde ateĢ yakarak kazanda karpuz kabuğu veya kabaktan bal ile kaynatıp piĢirdiği pestilden (bestel) sokak sakinlerine ve buradan geçenlere dağıtır. Bu gelenek Mıstan Sokağında yıllardır yaĢamakta, yaĢatılmaktadır. ĠĢte Yörük Oğlu Mustafa‘nın bir Ģiirinden birkaç mısra:
32
O BENĠM ĠġTE Karanlık gecede bir yıldız koparsa, Gökyüzünden yanarak düĢerse, Batı Akdenizlere bütün denizler kaynarsa fırtınadan, Denizde çırpınan bir balık görürsen, O benim iĢte. Yakıcı poyraz eserse kuzeyden, Yalnız yakamıyorsa sevdiği yeri, Bir kara duman sararsa çevreyi, Dumanın içinde çırpınan bir kuĢ görürsen O benim iĢte...
Yörükoğlu Mustafa, elinde sazıyla (Arka planda Mıstan Sokağ)
Değerli okurlar; Bu dünyadan göç edenleri hep saygıyla, sevgiyle anarız da, yaĢarlarken güzel duygu ve düĢüncelerimizi açığa vurmayız. ġimdi albümlerdeki resimlere baktığımızda Marmaris tarihine adlarını yazdırıp maddi yaĢamdan manevi dünyaya göçenler çoğunluğu teĢkil ediyorlar. ġimdi onlara rahmet dilemekten baĢka yapacağımız ne olabilir ki... 33
MENZĠLHANE VE BULAMAÇ Marmaris Kalesine çıkan yokuĢun sağında ‗Hafsa Sultan Kervansaray‘ı veya ‗Menzilhane‘ adlarıyla bilinen iki katlı ve kemerli dikdörtgen bir yapı vardır. Kuzey yönündeki meydana açık tonoz kemerli ana kapının hemen üzerindeki Osmanlıca yazılmıĢ kitabede, ‗Bu menzilhaneyi Sultan Selim Han‘ın oğlu Karalar ve Denizler Sultanı, Arap ve Acem Krallarının Efendisi Sultan Süleyman Han 1545 yılında yaptırmıĢtır‘ yazılıdır. Bu günkü görüntüsünden çok daha görkemli ve kapsamlı iĢlev görmesi için düĢünülerek yapılmıĢ kervansaray‘ın alt katında hamam, tuvalet, mutfak, berber, nalbant, idareci ve depo olarak kullanılan 8 odasının olduğu biliniyor. Üst kat tamamen konaklamaya ayrılmıĢ. Kervansaray, Birinci Cihan SavaĢında Marmaris‘in Fransız donanması tarafından bombalanması sonucu yıkılmıĢ. Cumhuriyet döneminde yapılan onarım ve tadilatlarla tek kat olarak odalara bölünerek iĢ yeri, kahve, bar olarak iĢletilmektedir. Anadolu‘da ‗Ġpek‘ ve ‗Kral Yolu‘ olarak bilinen ana ulaĢım yolundaki kervansarayların küçük bir benzeri olan Marmaris ‗Hafsa Sultan Kervansarayı‘ bir vakıf eser olarak Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılacak bir çalıĢmayla eski kimliğine kavuĢturulmayı beklemektedir.
34
Bu yapıtın inĢa edildiği 16. yüzyılda altından gizli bir tünelin kalenin içine kadar uzandığı rivayet edilir. Marmaris Kalesinin 1980–90 yılları arasında yapılan restorasyon çalıĢmasında böyle bir yer altı yolunun olup olmadığına dair görüĢ belirtilmemiĢtir. Benim ve benden önceki daha yaĢlı kuĢağın bildiği bir Ģey varsa, o da burada odunla ısıtmalı Marmaris Ģehir hamamı olduğu, bir dönem kapalı sinema salonu olarak kullanıldığıdır. Henüz iki veya üç yaĢlarımdayken annemin beni de alıp bu hamama yıkanmaya getirdiğini iyi anımsarım. ‗Hafsa Sultan Kervansaray‘ının bir vakıf eser olduğu aĢikârdır. HemĢerimiz sayın Levent Seral‘ın bir araĢtırmasına göre (1) anılan kervansaray önce 1360 yılında MenteĢe soyundan gelen Ahmet Gazi tarafından yaptırılmıĢ, Kanuni Sultan Süleyman zamanında validesi AyĢe Hafsa Sultan‘a ‗paĢmak‘lık olarak temlik edilip, burayı vakfiye haline getirerek gelirini hayır iĢlerine hasrettiği kaydedilmiĢtir. Marmaris Kalesinin hemen kuzey batısında tonoz kemerli ana giriĢ kapısı meydana açıktır. Burası çocukluğumuzda erkek düğünlerin yapıldığı yerdi. Cumartesi günü kız ve erkek tarafının yaptığı kına akĢamlarından sonra büyük düğün Pazar günü burada 35
yapılırdı. Öğleden sonra baĢlayıp gün batımına kadar devam eden düğün katılanlarla beraber kız evinden gelinin alınıp oğlan evine getirilmesiyle sona ererdi. Erkek düğünü gelini evinden almadan önce burada olur, kadınlar çevre evlerden izlerlerdi. Düğün düzeni önceden sağlanır, masalar, sandalyeler kahvelerden temin edilerek bu meydana getirilir, düğün düzeni kurulurdu. Masaların üzerine soğuk zeytinyağlı mezelerden fasulye piyazı, ciğer sote, tuzlu balık, salata, peynir gibi soğuk mezeler önceden konur, bunlarla birkaç yudum içki içildikten sonra sıcak yemek olarak etli nohut, haĢlama et, keĢkek servisi yapılırdı.
Erol Uysal bir meydan düğününde (soldan ikinci)1957
Erkek düğünlerinde ‗Topal Galip‘ kadın düğünlerinde ‗Zela‘ (Zeliha Teyze) birer ikiĢer davetlileri oyuna davet ederdi. Özellikle erkek düğünlerinde oyuna kaldırma görevi yapan ‗Topal Galip‘ kendisi fazla içmez, düğünün olgun, kavgasız gürültüsüz yapılması için otoriter bir yönetici tavrı içinde olur, davetli erkekleri sırasıyla oyuna kaldırırdı. Kafayı erken bulan genç davetliler içkinin etkisiyle sıranın kendisinde olduğunu veya ―Ondan önce ben oynayacağım‖ gibi bir istemle mızık çıkarınca ortalık 36
birden karıĢır, sandalyeler havada uçuĢmaya baĢlardı. Düğünü çevredeki evlerin balkon ve pencerelerinden izlemekte olan kadınların çığlıkları, ―Polis, polis‖ diye yardım istemeleri ortalığı savaĢ alanına döndürürdü. Yine bir Pazar günü öğleden sonrasıydı. Hafsa Sultan Kervansarayı‘nın kapısı önündeki meydanda bir düğün töreni vardı. Müzisyenler yerli olup ‗Baharlılar‘ lakabıyla tanınan baba ve oğulları orkestrasıydı. Boruyu Baba Mehmet Bayer, Klarneti oğlu Hüseyin Fikri, saksafonu Ġsmail, trompeti Naci, Davulu (ritim saz) Mesut, cümbüĢü de torun Mehmet çalmaktaydı. Müzisyen kadrosunun sayısına bakılınca belli ki düğün zengin veya itibarlı birine aitti. Çevrilen paralar bu düğünde öncekilerden fazlaydı. Oynamaya kalkanların baĢları üzerinden havaya savrulan banknotlar yere düĢüyor, oynayanların ayakları altında çiğnenmesin için görevli bir genç bunları yerden toplayıp aile orkestrasının Ģefi, kıdemlisi ve aynı zamanda saymanı olan Hüseyin Fikri‘nin Ģapkasına koyuyordu. Marmarisliler, psikolojik rahatsızlığı nedeniyle bu genç para toplayıcı çocuğa ‖Deli Zeni‖ lakabını takmıĢlar. Zeni (asıl adı Zihni) konu komĢu ve hemĢeriler tarafından himaye edilirdi. ‗Zeni‘ le düğünlerde para toplamada müzisyenlere yardım eder, oyuna kalkacaklara çevirmek için gerekli olan bozuk parayı Ģapkadaki paralardan bozar, bu iĢten bahĢiĢ de alırdı. ĠĢte bu düğünde de benzer görüntüler vardı. Müzisyenlerin Ģefi Hüseyin Fikri klarneti üflemeye verdiği aralarda bir kadeh rakı içip mezelerden yedikten sonra omzundaki mendiliyle yüzündeki teri siliyor, Ģapkaya dolan banknotları cebine indiriyordu. Para çeviren ve bahĢiĢ veren çok olunca müzisyenlerin ve Zeni‘nin yüzü gülüyordu. Ancak, her Ģey güzel giderken düğünün tam ortasında çıkan bir kavga ortalığı ana baba gününe dönüĢtürdü. Masa etrafında oturanlardan oyun sırası gelen bir gurupla, ―Oyun sırası bizim, biz oynayacağız‖ diyenler arasında kavga baĢladı. Marmaris‘in meydan düğünlerinde böyle kavgalar olurdu. 37
ĠĢte o gün de sandalyeler, ĢiĢeler havada uçuĢmaya baĢladı. Kafası, kaĢı, gözü yarılıp, yüzü gözü kan içinde olanların yumruklaĢması devam ediyordu. Güzel ve neĢeli geçmekte olan düğün yeri birden savaĢ alanına dönmüĢtü. Polisler, bekçiler ellerinde coplarla müdahale edip kavgacıları ayırmaya çalıĢırken havaya ateĢ bile etmiĢlerdi. Düğündeki tüm davetliler dağıtılmıĢ, meydanda masanın altına saklanmıĢ vaziyette sadece Deli Zeni kalmıĢtı. ĠĢte tam bu sırada kız evinden düğüne iki büyük tepsi dolusu zerde tatlısı gönderildi. Fakat düğün meydanında bunu yiyecek davetli kalmayınca masanın altında saklanmakta olan Deli Zeni ayağa kalkıp masanın üzerindeki tepsilerin birisini kaptığı gibi sevinçle soluğu evinin yolunda aldı. Bu anı çevredeki evlerin balkon ve pencerelerinden izleyenler ―ĠĢte bulamaç deliye kaldı diye buna denir‖ diyerek düğünün yorumunu yaptılar. Eskiden fakirlik nedeniyle düğünlerde bulamaç tatlısı ikram edilirmiĢ. Onun için bu atasözü ―Bulamaç deliye kaldı‖ olarak bilinir. ġimdi düğünlerde zerde tatlısı veriliyor. Anadolu‘da buna ―Kime niyet, kime kısmet‖ de denir. Eski Marmarisliler de benzer olaylar için, örneğin, çok para ve servetinden kendi yaĢamında yeterince yararlanmayan ‗var yemez‘ olarak da tanımlanan hemĢerilere, özellikle ölümünden sonra malı, parası, altını miras olarak sevmediklerine kalınca, yakın dost ve akrabaları, ―Ne olacak, bulamaç deliye kaldı‖ derler. Sanırım doğru da söylerler…
38
Müzisyen ‘Baharlı’ KardeĢler (soldan sağa) Naci, Hüseyin, Ġsmail Bayer
39
SARI ANA VE KANUNĠ Sarı Ana ve türbesinin yüzyıllarca Marmarisliler, hatta yakın yerleĢim birimlerinden gelenlerle önemli bir ziyaret yeri olduğunu biliyoruz. Ġkinci Cihan SavaĢı (1939– 1945) yılları arasında henüz çocukken annemin bizi Sarı Ana türbesine ziyarete veya bazen mevlitlere beraberinde götürdüğünü iyi hatırlarım. O zamanki türbe fotoğrafta görüldüğü üzere mütevazı bir ev görünümündeydi. Ancak, Sarı Ana‘nın manevi ve ilahi kiĢiliğine inanan, güvenenler tarafından sıkça ziyaret edilirdi. Türbenin güney yanına 1986 yılında inĢasına baĢlanıp 1988 de tamamlanan camiden sonra eskisi yıkılarak yerine daha küçük ölçekli bir türbe inĢa edildi. Bu yeni yapının giriĢ cephesine eski türbeden çıkarılan üzerleri Arapça yazıtlı mermer levhalara monte edildi. Burada, küçük bir anımı okurlarla paylaĢmak istiyorum.
Sarıana Türbesi (Eski) -1980
1990‘lı yılların sonunda Marmaris Ġlçe Turizm Müdürlüğüne Türkiye Radyo Televizyon kurumundan (TRT) bir çekim ekibi gelir. ―Ülke genelinde eski türbeleri son durumlarıyla kamerayla kayda almak için il, ilçe, belde ve köylere ziyaretler yapıyoruz. Marmaris‘e de bu 40
maksatla geldik. Bazı kayıtlarda Marmaris‘te de ‗Sarı Ana‘ adıyla bilinen eski bir türbenin varlığını görünce bunu kayda almak istedik. Türbe yerini ve tarihini bilen bir arkadaĢ varsa bize yardımcı olmasını rica ediyoruz‖ derler. Ġlçe Turizm Müdürü, ―Bunun için size yardımcı olacak bir rehber Marmarisli arkadaĢımız var, ona telefon edip rica edelim, buradaysa o yardımcı olabilir‖ dedikten sonra bana telefon eder. Bu istek telefonda anlatılınca kabul edip Ġlçe Turizm Müdürlüğüne gittim. Gelen ekiple tanıĢıp ne için geldiklerini bir de onların ağzından dinledim. Aralarında yetkili olan görevli üstüne basarak ―Eski türbeyi görüntülemek istediklerini, yenisiyle ilgilenmediklerini‖ yineleyince söz alıp Ģunları söyledim:
Sarıana türbesi (Yeni)
―Ziyareti düĢlediğiz türbenin hemen yanına cami inĢa edildi. Dar bir alan da kalan eski türbe yıkılıp yerine yeni küçük bir türbe yapıldı. Eskisinden arda kalan sadece mezar ve üzerindeki sandukayla, yıkılan duvarlardan alınan ve üzerinde Arapça 41
harflerle yazılı kitabeleri görebilirsiniz‖ dedim. Bunun üzerine muhataplarım, ―O zaman durum değiĢti. Biz eski türbe için gelmiĢtik. Bu durumda gidip görmemize gerek kalmadı, teĢekkür ederiz‖ diyerek Marmaris‘ten ayrıldılar. Ġlçe Turizm Müdürlüğünden ayrılıp eve dönünce aile albümünde Sarı Ana türbesinin eski durumunu gösteren bir fotoğrafın olduğunu hatırlayıp onu arayıp buldum. Fotoğrafı 1980‘li yılların baĢında çekmiĢim. Resimde görüldüğü gibi, o eski türbe daha büyük bir yapıydı. Çatısı kiremit kaplı, duvarları taĢtan örülü, tek katlı, Marmaris‘e özgü klasik bir ev mimarisine sahipti. Bu fotoğrafta o zaman henüz 8 yaĢında olan kızım ġule‘yi de türbenin bahçesinde papatya, gelincik gibi çiçekleri toplar görüyoruz. Eski türbenin yıkılıp, yerine modern küçük bir yapı inĢa edilmesini gelen çekim ekibi kibarca eleĢtirmiĢ, doğrusu biz de bürodaki görevlilerle bundan üzülmüĢtük. . Hepimizin çok iyi bildiği üzere bizim insanımız eskiye fazla itibar etmez. Hatta, ―Eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına nur yağardı‖‘ gibi kendimize bir atasözü yaratmıĢızdır. Nedense eskiyi küçümseyen, onu geri kalmıĢlık sayan bir ön yargımız oluĢmuĢ. Bize göre, kafamızdaki, özellikle mimarideki tutku ve beğenimiz devasa boyutta çok katlı, demirli, betonarme olan yapılardır. Ne yazık ki bu durum yurdumuzun birçok yerinde olduğu gibi Marmaris‘in de çirkin, çarpık ve çok katlı yapılaĢmasına neden olmuĢtur…
42
Sarı Ana kimdir, nereden gelmiĢtir? ‗Sarı Ana ve Türbesi‘ konusunda en eski tarihi bilgileri Evliya Çelebi‘nin (1611-1682) ünlü ‗Seyahatname‘sinde buluyoruz. (1) Evliya Çelebinin Marmaris‘e geliĢ tarihi kaynakçada belirtilen kitapta 1671 yılıdır. (2) KürĢat Ekrem Uykucu‘nun 1970 yılında yazmıĢ olduğu ‗Marmaris Tarihi‘ adlı eserinde, (3) Evliya Çelebi Seyahatnamesinden de yararlanmıĢ olduğunu aĢağıdaki kısa bilgilerden anlıyoruz : ―Batı Anadolu halkı, özellikle Muğla ve Marmaris halkı Sarı Ana‘nın evliyalığına inanmıĢ olanca güçleri ile ona bağlanmıĢtır. Sarı Ana‘nın uzun saçları sarı olduğundan bu ad verilmiĢtir. Diğer adı ise ‗Yörük Fatma‘dır. Batı Anadolu‘nun TürkleĢmesinde nasıl Mevlevi Tarikatı büyük bir rol oynamıĢ, Türklük hamurunu yoğurmuĢsa, Yörük Fatma Ana da Kanuni‘nin ordusundaki asker ve hayvanları Allah‘ın büyük bir lütfü ile doyurmuĢtur. Bu nedenle Sarı Ana‘yı ziyaret edenler baĢaramadıkları, olmasını istedikleri her Ģeyi ona söyler, Allah‘a kendileri için Ģefaatte bulunmasını isterler. Askere giden gençlerin ailesi Sarı Ana‘yı ziyaretlerinde dilekte bulunur, türbenin bahçesinden bir avuç toprak alıp evine götürür, oğlu askerden döner veya dileği yerine gelince bu toprağı geri getirir, bu yapılmazsa dileğin bozulacağına inanılır. Eski Türbe gayet basit bir mimariye sahip olup bazı yerlerinde Osmanlı yapı tarzının özelliklerine de rastlanır‖… Kızım ġule Aktepe‘nin (Uysal) 1993 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü‘nü Bitirme Tezi ‗Marmaris Yöresi Halk Edebiyatı ve Folkloru‘ dur. (4) Bu çalıĢmada Sarı Ana‘ya da yer verilmiĢtir. 1997 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Bölümünde vermiĢ olduğu ―Muğla Ġli Ziyaret Yerleri‘ 43
adlı Yüksek Lisans Tezinde (5) Sarı Ana‘ya dair Ģu bilgileri buluyoruz: ―Sarı Ana 16. yüzyılda yaĢamıĢ, keramet sahibi, ermiĢ bir kadındır. 1522‘ de Rodos‘u kuĢatmak için takriben yüz bin kiĢilik ordusu ile Temmuz ayında Marmaris‘e gelen Kanuni, Sarı Ana‘nın ününü duyar duymaz onu ziyarete gider. Ziyaret anında Sarı Ana tek ineğinden süt sağmaktadır. Kanuni, Sarı ana‘ya ziyaret amacını söyler ve onunla sohbet eder. Sarı ana Kanuni‘ye; ―Duydum ki, Rodos‘u fethe gidiyormuĢsun. Askerlerine kahvaltı için taze süt vermek istiyorum. ġimdi emrini ver, ne kadar kazan, tencere, kap kacak varsa getirsinler‖ der. Kanuni‘ de Sarı Ana‘ya teĢekkür eder. Kazanlar getirilir. Sarı Ana ineğinin altına sürdüğü koca koca kazanları ineğin memesinden sağdığı sütle doldurmaya baĢlar. Kanuni gördüğü, izlediği mucize karĢısında hayretini gizleyemez ve Ģöyle der. ―Fatma Bacım, nedir bu bereket, sadece bir inekten bu kadar süt sağmak nasıl oluyor‖ der demez ineğin memesinden süt yerine kan gelmeye baĢlar. Sarı Ana hemen seslenir. ―Yüce PadiĢahım, kalbini düzelt, nazarını affetmesi için Allah‘a tövbe etmelisin ‖ deyince Kanuni duaya baĢlar ve Allah‘tan af diler. Bunun üzerine yine inek süt vermeye devam eder. Kanuni, Sarı Ana‘nın söylendiği gibi keramet sahibi ermiĢ bir kadın olduğuna inanarak kendisine Rodos‘u fetihte baĢarılı olup olamayacağını da sorar. Sarı Ana‘nın yanıtı Ģu olur: ―KarĢı ova‘daki (Armutalan) askerlerinin içinde oradaki armut ağaçlarından sahiplerine sormadan koparan askerlerin varsa onları sefere götürme, Rodos‘u alacaksın‖ der. Kanuni emrini verir ve askerler aranır. Ağaçlardan armut alan olmamıĢtır. Kanuni, ertesi günü ordusunu Marmaris‘in Günnücek Burunucu mevkiinde Ġstanbul‘dan Marmaris Limanına gelmiĢ bulunan takriben 400 kadırga ile 300‘ü yardımcı olmak üzere 700 tekneye bindirir. Kendisi de Mahmut Reis‘in kadırgasına biner. Askerler gemilere binerken Sarı Ana‘nın Ģifalı Ilıca suyundan içerek 44
mataralarını buradaki çeĢmeden doldurur, 28 Temmuz 1522 günü de Rodos seferine çıkarlar. (*) Osmanlı Ordusu takriben 5 ay süren kuĢatmadan sonra adayı fetheder. 2 Ocak 1523‘de ‗YeĢil Melek‘ adlı kadırga ile Marmaris‘e dönen Kanuni Sarı Ana‘ya yardım ve duaları için tekrar ziyarette bulunur. Evine ulaĢan yolu ve dere (Değirmen Çayı) üzerine bir taĢ köprü yapılmasını emrederek 3 Ocak 1523 de Marmaris‘ten Ġstanbul‘a gitmek üzere ayrılır.
Kemerli TaĢ Köprü –YapılıĢ Tarihi – 1523 (11Aralık 1992 Sel felaketinde yıkıldı)
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Kanuni Sultan Süleyman‘ın Marmaris‘in Pilav Deresi mevkiindeki bir tepe üzerinde (Pilav Tepe) ikamet eden ‗Yakup Baba‘ yı ziyaret ettiği, Rodos KuĢatması hakkında görüĢünü aldığı yazılıdır. Buna göre; Yakup Baba‘nın, Kuran‘dan bir ayet okuyup, bunu padiĢaha yazdırarak, ‖Var Sarı Oğlan Rodos‘u al‖ der. KuĢatma sonrası Marmaris‘e dönüĢünde (Takriben 5 ay sonra) bu evliyanın ölmüĢ olduğunu öğrenir. Kanuni‘nin yukarıda adları geçen iki evliyayı ziyaretleri sırasındaki almıĢ olduğu öneriler bazı 45
yayınlarda birbirine karıĢtırılmaktadır. Kanuni‘nin her iki evliyanın görüĢ ve dualarını alarak anılan sefere çıktığını ve baĢarılı olduğunu düĢünürüm. Değerli bir dostum olan sayın Mehmet Sadi Nasuhoğlu‘nun yazmıĢ olduğu ‗Rodos-Anılar ve Öyküler‘ (6) ile ‗Rodos-Anılar ve Tarihçe‘ (7) adlı kitaplarında çok yararlı bilgiler buldum. Ġkinci kitabında Kanuni ve Sarı Ana konusunda kendisine sağlamıĢ olduğum bazı bilgilere de yer vermiĢ. Dört yabancı dil bilen bu araĢtırmacı yazar büyüğümüze buradan bir kez daha saygı sunuyor, teĢekkür ediyorum. Sayın Nasuhoğlu ilk kitabının bir bölümünde Rodos‘ta görev yapan Osmanlı valilerine de yer vererek Ģunları yazmıĢ: ―Rodos, 1522 yılında diğer adalarla birlikte Kanuni tarafından fethedildikten sonra 1912‘de Ġtalyanlar tarafından iĢgal edilinceye kadar 390 yıl Osmanlı Ġdaresi altında yaĢamıĢ ve bu süre içinde Rodos‘ta pek çok önemli ve aydın devlet adamımızın gerek vali, gerekse mutasarrıf olarak görev yaptıkları görülmüĢtür. Bunlardan Rodos‘un fethinde büyük yararlılığı görünen Kurdoğlu Muslihittin Reis adanın idaresine ilk atanan validir.‖ Yazarın kitabında yukarıya aldığım son paragrafa bir iki cümleyle ben de kısa bir not düĢmek istiyorum. Türk Ġnsanı kadirbilirdir. Yiğidin hakkını yiğide verir. Deniz yoluyla Marmaris‘ten Fethiye‘ye giderken takriben 40 mil uzaklıktaki kıyıda adeta deniz trafiğini gözeten, denize hakim bir yarımada vardır. Fethiye ve Göcek Körfezi‘ne girmekte olan tekneler kıyıyı iskele yanına alarak buradan içeri dönüĢ yaparlar. ĠĢte burası ‗Kurdoğlu Burnu‘dur. Anadolu‘dan güney Batı‘ya, Akdeniz‘e ve Ege‘ye yaslanan sıradağların, burunların denizle kucaklaĢtığı yerlerden sadece birisidir burası. Ünlü denizci ve zamanın ilk Rodos valisi olan ‗Musliihittin Kurdoğlu‘nun adını taĢımasını önemli ve anlamlı bulurum. Kurdoğlu Muslihittin Reis Türk ve yabancı denizcilerin dilinde ve kullandıkları bizim haritalarda dünden bu güne yaĢadı ve bundan böyle de ebediyen yaĢayacaktır… 46
Marmaris‘in Sarı Ana ve Türbesi için diğer bir kaynak kiĢi yine bir Marmarislidir. Bu değerli bilim kadını hemĢerimiz, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde yıllarca Öğretim görevlisi olarak çalıĢtıktan sonra emekli olan Sayın Nerin Köse‘dir. O dönemde terzilik yaparak kazandıklarıyla kızını okutabilen babası ‗Dıdık Salih‘i de burada takdir ve rahmetle anarım. Sayın Köse, kızım ġule‘ye olduğu gibi birçok öğrenciye Türk Edebiyatını öğretmede, sevdirmede emeği geçen bir Marmarisli bilim kadınıdır. Sarı Ana konusunda uzun bir araĢtırma yapmıĢ (8) ve bu çalıĢmanın bir kopyasını da bana vermiĢti. Kendine buradan bir kez daha teĢekkür ediyorum. Sayın Köse‘nin Sarı Ana hakkında yazdıklarının yukarıda değinilmeyen sadece bazı bölümlerini buraya aldım. ―Kanuni Sultan Süleyman ordusuyla Rodos‘a geldiğinde kaleyi deniz tarafındaki kapısından girerek kuĢatmaya çalıĢsa da baĢarılı olamaz. O anda Kanuni‘nin hayalinde Sarı Ana ortaya çıkar ve kaleyi kara tarafından (Datça-Bozburun- ReĢadiye Yarımadasına bakan Trianda kıyılarından) kuĢatmasını söyler. Kale komutanı ile Kanuni özel ulak aracıyla haberleĢmesinde, her iki tarafta ağır zayiat verilip kan döküldüğü için sabah horoz ötene kadar ateĢ kes ilan etme konusunda anlaĢırlar. Ancak, karĢı taraf buna riayet etmeyip kale içindeki Türkleri kılıçtan geçirmeye baĢlayınca kale kapısından kanların aktığını gören ordu, henüz horoz ötmediği için müdahale edemez. Tam bu anda Sarı Ana yine belirip ―Horozlar ötsün‘ diye dua eder etmez bütün horozlar vakitsiz ötmeye baĢlar. Osmanlı Ordusu savaĢa devam eder ve kaleyi kuĢatmayı ve Rodos‘u fethi baĢarır‖. Sayın Köse, araĢtırmasında, Sarı Ana‘nın nereden gelmiĢ olabileceğine dair ise Ģu görüĢlere yer vermiĢ: ―Bilindiği gibi gerek fetih ve istila, gerekse Anadolu‘daki Moğol zulmünden kaçmak amacıyla baĢlayan ve yıllarca süren Türk göçleriyle Anadolu bir 47
yandan yıkılıĢ, diğer yandan kuruluĢ manzarası gösteriyordu. Nitekim Türkler yeni yurtlarına geldikleri andan itibaren hastane, kervansaray, hamam, türbe, zaviye, cami, medrese vb. müesseseler kurarak Anadolu‘nun TürkleĢmesinde ve ĠslamlaĢmasında büyük bir rol oynamıĢlardır. Fetih sonrası kurulan Ahi TeĢkilatı ve bu teĢkilatın kadınlar kolu olan Anadolu Bacıları TeĢkilatı (Bacıyan-i Rum) da bu görevi yüklenen sosyal, kültürel, ticari ve hatta siyasi kuruluĢların baĢında gelmektedir. Bilinen ilk lideri Ahi Evren‘in eĢi Fatma Bacı olan Bacıyan-i Rum ve Ahi TeĢkilatı, Moğolların Anadolu‘ya girip önlerine gelen yeri yıkıp yakmalarına kadar faaliyetlerini sürdürdüler. Selçuklu hükümdarı 2.Gıyasettin Keyhusrev‘in ordularını yenen Moğollar, karĢılarında Ahileri ve Türkmenleri buldular. Daha sonra IV. Kılıçaslan zamanındaki diğer Moğol akınında da bu teĢkilat düĢmana karĢı savaĢtı. Ancak Ahiler de çok zarar gördüler. Ahilere ait olan yerler müsadere edilerek Mevlana ve yakınlarına verildi. Mevlana ve yakınlarına bağlanan ahilere dokunulmamakla beraber Ahilerin çoğunluğu Anadolu‘nun uç bölgelerine göçtükleri, eski fonksiyonlarını buralarda uygulama olanağı bulmaya çalıĢtıkları bilinmektedir. ĠĢte, efsanelerde karĢımıza çıkan ‗Yörük Fatma‘ veya ‗Sarı Ana‘nın Anadolu‘yu kasıp kavuran Moğol istilası nedeniyle bu teĢkilatın kurulduğu yere uzak yerlerden birisi olan Marmaris‘e gelmiĢ kadın temsilcilerden birisi olduğu düĢünülmektedir. Keza bacıların en önemli faaliyetlerinden birisi kendi bölgelerine gelen yabancı ve göçerlerin barındırılması ve ağırlanmasıdır. Marmaris‘te de Kanuni‘nin askerlerine süt veya yiyecek, içecek verilmesi görevi Sarı Ana‘nındır‖. Kaynakça olarak kısaca yukarıya aldığım pasajları ve daha birçok Marmarislinin görüĢleri muvacehesinde Ģu sonuca varabilirim: Sarı Ana ve ataları her ne kadar Orta Anadolu kökenli görünse de, Kanuni döneminde yani 16. yüzyılda Marmaris‘te yaĢamıĢ ve burada ölmüĢtür. Sarıana aydın, 48
anılan teĢkilatın burada baĢkanlığını, liderliğini yapmıĢ bir kadındır. Onun Marmarisli olmadığını söylemek hem bu evliyaya ve hem de Marmaris‘e haksızlık yapmak olur. Sarı ana bu manada ölmemiĢ, en az 500 yıldır Marmaris‘te yaĢamaktadır. Sarı Ana‘nın 1986 yılında inĢa edilen yeni türbesine dıĢarıdan bakıldığında birçok türbe, cami ve mescitlerde görülen bir kubbesi, kemerli ve renkli camlı pencereleri vardır. Batıya açık kapıdan içeri girince de Sarı Ana‘nın mezarı ve üzerinde sandukası odanın tam ortasındadır. BaĢ bölümü güney batıya doğrudur. Batı yönüne açılan bir kapı, bunun üzerinde ve giriĢ yanında mermer üzerine Arapça harflerle yazılmıĢ kitabeleri görmekteyiz. Bunların, takriben 1980‘li yıllarda fotoğraflarını çekip Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde çevirisi yapılması için hemĢerimiz Sayın Nerin Köse‘ye göndermiĢ, kendisi de bunu sağlayıp bana iade etmiĢti. Bu çevirilerin benzeri yukarıda anılan kaynak kiĢiler ve araĢtırmalarında aynen mevcuttur. Bunları, türbeye giderek yeniden fotoğraflarını çekip yazıma koydum. Kapı kiriĢi üstündeki Arapça yazılı kitabede, ‗Ya hazret-i Mevlana‘ yazılıdır. Yandaki kitabede ise, ‗Mahmut Han Bin Abdülhamit el Muzaffer‘ yazısı ile II. Mahmut‘a ait mahlaslı Osmanlı Tuğrası ve altında Ģu satırları ve tarihi içermektedir. . ―Külliye HaĢim Dede oldu zamanında kuĢad Eyleyup inĢasına himmet sır-ı cennet mekan Marmaris halkı dün o Ģah-i erkemi Üfleyub rahmetle yad itse sezadır her zeban Yazdı Safvet de dü-gah akar idüp tarihini Mevlevi dargahı yaptı lütf idüb Mahmut Han (Hicri 1252-Miladi 1836)‖
49
Eski türbeden kalan ve yenisine monte edilen mermer kitabe giriĢ kapısı üstünde. Osmanlıca,
Türbe giriĢ kapısında eskisinden alınıp yenisine monte edilen tuğralı kitabe
50
Sarı Ana mezar ve sandukası
Sarı Ana Türbesinin hemen batı yanında küçük bir mezarlık mevcuttur. Buradaki mezarlara baktığımızda bazılarının taĢları kaybolmuĢtur. Yenilerinin taĢları ve üzerindeki yazılar Arapça ve Türkçedir. Marmaris ilçe olduktan ve Cumhuriyet dönemi baĢladıktan sonra Ģehir mezarlıkları yapılmaya, ölenler oralara gömülmeye baĢlanmıĢ. Eskiden, hatta bizim çocukluk yıllarımızda eski caminin hemen güneyi ve Ģehir hamamının bulunduğu yer ile Sarı Ana‘ya yakın olan bu günkü Ģehir stadyumu mezarlıktı. O zaman bazı hatırlı aileler, hemĢeriler ölen yakınlarını kendi arsa veya bahçelerine gömebilmiĢlerdir. Sarı Ana‘ya ve onun ilahi gücüne inananlar da türbesinin yanına gömülmek istediklerinden burada da bir mezarlık oluĢmuĢtur. Buradaki mezarlar arasında takriben üç yüz yılık mezarlar vardır. Yine, Sarı Ana Türbesi yakınında, bu günkü Orman ĠĢletme Müdürlüğü ve Emniyet Görevlilerinin lojmanlarının bulunduğu yerin hemen kuzey yanında çam ağaçları arasında aile büyüklerimize ve Marmarislilere ait 7 mezar bulunmaktadır. ‗Sarı Ana ve Türbesi‘ adlı çalıĢmaya nokta koymadan önce ailem tarafından bizzat yaĢanan ve pek 51
olağan görünmeyen bir olayı okurlarımla paylaĢmak istiyorum. Kızım ġule Üniversiteyi bitirip mezun olunca annesiyle Sarı Ana‘da bir mevlit okutmayı kararlaĢtırır. Bu öneri eĢim Gülsen‘den gelmiĢtir. Çünkü dört yıl önce üniversite sınavlarına girerken anne-kız türbeyi ziyaret etmiĢler, bu defa ki ziyareti de okulunu baĢarıyla bitirip öğretmen olduğu için teĢekkür anlamında planlamıĢlar. Zaten, Marmarisliler gelenek olarak bu tür ziyaretleri yaparlar. Özellikle, çocuğu askere gidenler, evlenenler ve daha birçok iyi dilek için ziyaret yapılır, adak adanır, dileğin yerine gelmesi halinde de teĢekkür için burada mevlit okutulur. Mevlit, genellikle kıĢın öğleden sonra, yazın da havanın biraz serinlediği saatler olan akĢamüzeri olur. ġule mevlit‘e aile yakınları, dost ve arkadaĢlarını davet eder. Gündüz mevlitlerine sadece kadınlar katıldığı için okuyacak olan kadın hoca bulunur, ikram edilecek yiyecek ve içecekler türbeye önceden taĢınır. ġule‘nin mevlidi türbe bahçesinde ikindi namazı sonrası baĢlamıĢtır. Mevlitte sıra yiyecek ve içeceklerin dağıtımına geldiğinde türbeye bir koca otobüs dolusu ziyaretçi gelir. Bunlar, sessizce mevlit dinleyenlerin arasına girip, oturacak yer bir bulup dinlemeye ve duaya katılırlar. Börekler, poğaçalar, ĢiĢe meĢrubatlar ġule, annesi ve diğer genç akraba hanımlar tarafından dağıtılır. Ancak, ġule‘yi ve annesini bir endiĢe, korku sarar. Öyle ya, getirdikleri yiyecek ve içecekler bu kadar insana nasıl yetecek? Üstelik aynı anda yanı baĢlarındaki camiden çıkan bazı kız çocukları ve kadınlar da mevlide katılırlar. ĠĢte ne olmuĢsa o anda olur, kasalardaki meĢrubatlar, sepetlerdeki, paketlerdeki yiyecekler bir türlü bitmek bilmez, sanki sihirli bir el bir taraftan eksilenleri tamamlamaktadır. ġule annesine, annesi ġule‘ye bakar ve kimseye hissettirmeden gözyaĢlarını tutmak isteseler de yapamazlar. Yakın akraba ve davetliler de bu mucizenin farkında olmuĢ olacak ki, onlar da hissettiklerini 52
―Bu tamamen bir Sarıana mucizesi olsa gerektir. Allah, ‗Halil Ġbrahim Bereketi‘ verdi, aman nazar etmeyelim, Ģükredelim‖ diyerek hislerini açığa vururlar. Mevlit biter ve herkes Gülsen ve ġule‘ye ―Allah kabul etsin‖ deyip Sarı Ana Türbesinden ayrılır. ġule ve annesi Gülsen eve gelip yaĢanan mucizeyi bana da mutluluk ve duygu yüküyle anlattıklarında, doğrusu ben de onlara katılmadan edemedim. ―Desenize Sarı Ana size Halil Ġbrahim bereketi vermiĢ, yardım etmiĢ‖ deyince, hemen her ikisi birden ―Mevlitteki kadınlardan birçoğu da aynısını söyledi‖ deyip bir kez daha duygulanırlar. Nedir acaba bu sıkça kullandığımız ―Halil Ġbrahim Bereketi‖ deyiĢinin aslı ve nereden gelmiĢ olabileceğine dair bir öyküyle ―Sarı Ana ve Türbesi‘ baĢlıklı yazımı bitirmek istiyorum : Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeĢ varmıĢ. Büyüğü Halil, küçüğü de Ġbrahim. Halil evli ve çocuklara sahip, Ġbrahim ise henüz bekarmıĢ. Bu kardeĢler ortak bir tarlaya sahip olup ne mahsul çıkarsa ikiye pay ederlermiĢ. Geçim kaynakları tarladan elde edilen ürünlerdenmiĢ. Bir yıl yine harman yapmıĢlar, buğdayı tarlada ikiye bölmüĢler. ĠĢ kalmıĢ ambara taĢınmasına. Halil bir teklifte bulunmuĢ. ―Ġbrahim kardeĢim, ben gidip çuvalları getireyim, sen de buğdayı bekle‖ demiĢ. ―Olur Ağabey‖ demiĢ Ġbrahim. Halil çuval getirmeye gidince, Ġbrahim Ģöyle düĢünmüĢ. ―Ağabeyim evli, çocukları var, daha çok buğday onun evine lazım, kendi hakkımdan biraz daha buğdayı onunkine katayım‖ deyip öyle yapmıĢ. Az sonra Halil elinde çuvallarla dönmüĢ. ―Hadi Ġbrahim, önce sen doldur, ambara taĢımaya baĢla‖ demiĢ. Ġbrahim, ―Olur‖ deyip doldurmuĢ kendi hakkından çuvala buğdayı, düĢmüĢ ambarın yoluna. Ġbrahim gidince, bu defa Halil Ģöyle düĢünmüĢ. ―Çok Ģükür ben evliyim, kurulu bir düzenim var. Ama, kardeĢim daha bekar, o çalıĢıp, para biriktirecek, ev kurup evlenecek. En iyisi ben kendi 53
payımdan onunkine birkaç kürek buğday atayım‖ deyip öyle de yapmıĢ. Velhasıl, biri ambara gittiğinde diğeri kendi payından birkaç kürek atarak birbirlerinden habersiz bunu devam ettirmiĢler. Nihayet akĢam olmuĢ, karanlık basmıĢ. GörmüĢler ki, buğdayları bir türlü bitmiyor, azalmıyor. Allah, bu kardeĢlerin saf ve temiz duygu ve düĢüncesini çok beğenmiĢ olacak ki, Halil ve Ġbrahim‘i ödüllendirmiĢ. Buğdaylarına bir bereket vermiĢ ki günlerce iki kardeĢ taĢımakla bitirememiĢler. Tabii ki kardeĢler ĢaĢmıĢlar bu iĢe. Ambarları dolup, taĢmıĢ… Bu gün bereket denilince hepimizin aklına bu kardeĢler ve bu öykü gelir. Bunu, yeri geldiğinde güzel ahlakı, erdemliliği simgeleyen bir deyiĢ, atasözü olarak kullanırız. Tıpkı kızım ġule‘nin mevlit töreninde olduğu gibi. Biz Marmarisliler buna ‗Sarı Ana Bereketi, kerameti‘ de diyoruz. Sarı Ana‘mıza Allah‘tan rahmet diliyorum.. Not: Kitap üzerinde çalıĢtığım 2010–11 yıllarında ‗8 Mart Dünya Kadınlar Günü‘ kutlandı. Anadolu‘da kurulmuĢ ilk kadın teĢkilatı olan ‗Bacıyan-i Rum‘un 16.Yüzyılda Marmaris‘te Ģubesini açan, maddi ve manevi yönden yoksul ve düĢkünlere yardım eden, Ahilik ve Mevlevilik geleneklerini Marmaris‘e taĢıyıp halk tarafından ‗Evliya Kadın‘ olarak tanınıp sevilen ‗Sarı Ana türbe ve çevresi hazırlanacak bir tasarımla Marmaris‘te öne çıkarılmalı, manevi ve kutsal değer bakımından yeni bir Ġnanç Ziyaret Yeri kimliğine kavuĢturulmalıdır. Katıldığım bir gezide ‗Kutsal ġehir‘ olarak da ün kazanmıĢ Kudüs‘ de Hazreti Meryem‘in öldüğü kabul edilen ve sonradan kiliseye çevrilen yerde yüzlerce ziyaretçi gördüm. Efes‘teki Meryem Ana evi ve küçük Ģapeli de binlerce yerli ve yabancı turist tarafından her gün ziyaret edilir. Oysa biz Ġsa‘ Peygamber‘in Kudüs‘te çarmıha gerilip öldürülmesinden sonra annesi Meryem‘in Havari Yuhanna (Aziz John) ile birlikte Efes‘e gelip yaĢadığını ve buradan ruhunun miraçla cennete gittiğini bilir ve söyleriz. Ġki bin yıl 54
öncesinde bunun hangi seçeneğinin doğru olduğuna dair tam ve somut bir kanıt yoktur. Bugüne kadar da Hıristiyan dünyasında ve mezhepler arasında henüz bir uzlaĢma sağlanamamıĢtır. Öyleyse, Marmaris‘in Evliya mertebesindeki Sarı Anası Yörük Fatma ve Türbesi somut kanıt ve bize kalan yapıtlarıyla öne çıkarılmalı, inanç turizmi açısından bir alternatif ziyaret yeri ve müzeye dönüĢtürülmelidir. Yazar Erol Uysal Marina arkasındaki ‗Ilıca‘ olarak tanımlanan suyun kaynağının Sarı Ana Türbesinin altında bulunduğunu, Marmaris Belediyesi tarafından ‗Burunucu‘ mevkiine yapılmakta olan yeni bir çeĢmenin adının ‗Sarı Ana ve Kanuni ÇeĢmesi‘ olmasını‘ bir dilekçe ile ilgililere duyurdu. Marmaris Belediyesi bu çeĢme ve çevresini yeni bir tasarımla ele alarak yeniden düzenlemiĢ, mermerden yapılmıĢ anıtsal bir çeĢmenin alınlığına Kanuni‘nin tuğrası da iĢlenerek anılan yer ark ve dinlence yeri kimliği kazanmıĢtır.
55
‘Sarıana ve Kanuni ÇeĢmesi’ açılıĢtan önce
Kaynakça: (1) Evliya Çelebi Seçmeler -Yasemin AkbaĢ-2004
Seyahatnamesinden
(2) Yakın Dönem Tarihimizde Rodos ve 12 ada-Doç.Dr. Ali Fuat Örenç (3)
Marmaris Tarihi- KurĢat Ekrem Uykucu-
1970 (4) Marmaris Yöresi Folkloru- ġule Aktepe-1993
Halk
Edebiyatı
ve
(5) Muğla Ġli Ziyaret Yerleri Yüksek Lisans Tezi - ġule Aktepe 1997 (6)
Rodos-Anılar-Öyküler 2004
(7)
Rodos Anılar-Tarihçe- M.Sadi Nasuhoğlu -
2008 (8) Sarı Ana Türbesi ve Rodos Seferi AraĢtırma- Doç. Dr. Nerin Köse- 1990 56
57
MARMARĠS LĠMANI VE ZĠYARETÇĠLERĠ Bugün üzerinde yaĢadığımız topraklar, denizler, göller ve dağlar binlerce yıl öncesinin tarih, kültür, sanat eser ve kalıntılarıyla dopdoludur. Anadolu‘da var olan tarihi değeri, doğal güzelliği, zenginliği öne çıkarırken, Anadolu ve Türk insanının güler yüzü, yardım severliği, misafirperverliğini de unutmamak gerektir. Tüm bunların bir araya geldiği ender yerlerden birisi de Marmaris‘tir. Ünlü karikatürist, değerli insan ve hemĢerimiz merhum Lütfü Küçük‘ün çizdiği bir portre karikatüründe Marmaris kabuğunu açmıĢ bir midye içinde görünen, parıldayan, ıĢık saçan bir incidir. 1980‘li yıllarda Ġtalya‘da yapılan dünya karikatürcüler yarıĢmasında birincilik ödülü almıĢ bu eser, Marmarisliler tarafından anıtlaĢtırılıp, Ģehrin giriĢ bulvarına dikilmiĢtir. Bu vesileyle, merhum usta sanatçı Lütfü Küçük ‘ü Ģükranla ve rahmetle bir kez daha anıyorum. Marmaris‘e ender güzellikleri katan öncelikler içinde dağlarını, endemik olanlarıyla bitki ve ağaçlarını, ılıman iklimi ve sıcak kanlı insanlarını sayabiliriz. Marmaris limanının ünlü ziyaretçilerine geçmeden önce kısaca liman ve denizine değinmek yararlı olur diye düĢündüm. Marmaris limanı, tarih boyunca Akdeniz ve tüm dünya denizcilerine kucak açmıĢ, denizdeki her türlü tekneye barınaklı, stratejik önemi haiz bir demirleme ve sığınma yeri olmuĢtur. Özellikle doğu komĢusu antik Kaunos (Dalyan) Limanı 10.-11. yüzyıllar içinde Dalyan Nehrinin (Calbis) yüzyıllarca taĢıdığı alüvyonla zamanla dolmuĢ, liman ağzının kapanmasına neden olmuĢtur. Böylece önceki önemini yitiren antik liman sivrisinek yatağı ve sıtma (malarya) salgını yaratmıĢtır. Durum böyle olunca bölgede deniz ticareti Rodos ve Marmaris limanlarından yapılmaya baĢlanmıĢtır. Marmaris Limanı, adı deniz haritalarında körfez olarak geçse de, günümüzde ticaret, turizm, yat iĢletme 58
ve konaklama gibi ana sektörlere hizmet veren bir alt yapıya sahip bulunması nedeniyle ‗Liman‘ olarak tanımlanır.
Eski Marmaris Limanından bir görüntü – (1980 yılı öncesi)
Marmaris limanı takriben 3x4 = 12 mil kare bir büyüklüğe sahip küçük sayılacak kapalı bir limandır. Limana esas giriĢ ve çıkıĢ boğazdandır. Limanda, küçük teknelerin giriĢ ve çıkıĢına uygun Ġçmeler -Keçi Adası arasında dar bir kanala da sahiptir. Limanın en derin noktası takriben 31m. civarındadır. Gündüzleri güneyden kuzeye, akĢamları da kıyıdan güneye doğal bir akıntısı vardır. Bu sayede liman kendini temizleyebilme yapısını bu güne kadar korumuĢtur. Ancak, yoğun yağıĢlar sonrası dağlardan, Ģehir merkezindeki dere yatak ve kanalları vasıtasıyla denize taĢınan erozyon toprak ve diğer maddeler limanı doldurarak geleceğini tehdit etmektedir. Antik Karya Ģehirlerinden biri olan ve Physkos olarak bilinen Ģehrin bu günkü limanın kuzey batısındaki Asarlık tepe üzerinde kurulduğunu halen ayakta kalabilen Ģehir 59
surlarından biliyoruz. Bu Ģehrin limanı da anılan tepenin hemen altındaki bu günkü Beldibi mezarlığının bulunduğu yere yakındı. Tarihçi ve arkeologlara göre eski liman erozyon sonucu dolmaya baĢlamıĢ, Roma döneminden itibaren de güneye çekilerek özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarındaki diğer antik limanlarda olduğu gibi, (Efes, Milet ve Kaunos) önce bataklığa dönüĢmüĢ, sonra da iĢlevini tamamen yitirmiĢtir. Eskileri ile Ģimdiki limanlar arasında kilometreleri bulan bir yer değiĢimi olmuĢtur. Marmaris limanı özelinde de en yakın 30-40 yıllık geçmiĢte kıyıların doldurulması, denizde yat ve tekne trafiğinin artması, marinalar, yağmur mevsimlerinde yaĢanan su taĢkınları ve sel olayları ile liman dolmaya devam etmiĢtir. Bu durum, biyolojik kirlilikle birlikte seyir, demirleme, yelken, yüzme ve diğer spor türleri için gerekli sağlıklı ve yeterli kullanım alanını daraltmıĢ, salt ticaret uğruna daha da küçültülmeye neden olacak giriĢimler gündeme gelmiĢtir. Bazı çevrecilerin ve dalgıçların liman dibinden aldıkları deniz dibi örneklerinin analizinde liman dibinin biyolojik kirliliğinin arttığı, canlı dip ekolojisinin ölmekte olduğu, önlem alınmazsa limanın gelecekte bataklığa ve kokuĢmaya dönüĢeceği ifade edilmiĢtir. Bu konuda, yıllardır söylediğimiz, yazdığımız uyarılara karĢı bugüne kadar planlı bir önlem alındığı ne görülmüĢ, ne de duyulmuĢtur. Marmaris Limanını, antik çağlardan baĢlayarak ziyaret eden ve gelmiĢ geçmiĢ ünlü kavim ve kiĢilere değinmeden önce Marmaris‘in dününe, MÖ.3400 yıllarına kadar uzanan, diğer bir deyiĢle bu günden 5 bin yıl öncesine kısa bir yolculuk yapmak yararlı olur. Yukarıda değinilen bu tarihi derinlik bize ‗Erken Bronz Çağı‘nı gösterir. Bu uzun süreçte, mutlaka Anadolu‘da olduğu gibi Marmaris‘in de sayıca az olsalar bile mutlaka yaĢayan sakinleri vardı. Bunları, Hitit, Karya, Ġyon, Dor, Pers, Ġskender ve Helen gibi çağ ve kavim adlarıyla telaffuz ederken, Marmaris‘in bu eski medeniyetlerin otoritesi ve nüfuzu altında kaldığını 60
unutmayalım. Burada adları geçenlere kıyasla daha yeni sayabileceğimiz Roma, Bizans, Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Marmaris ve Limanının adından eskiye kıyasla daha çok söz edildiğini belirtmek de yerinde olacaktır. Yukarıda isimlerini saydığım uygarlıkların, kolonilerin, Marmaris dahil Akdeniz, Ege ve Karadeniz‘e kıyısı olan tüm liman ve kıyılardan ticaret, ulaĢım ve avlanmak için yararlandıklarını geride kalan tarihi eser ve bıraktıkları izlerde görebiliyoruz. Marmaris‘i bilinen çağ ve tarihi dönemlerden bugüne çeĢitli kayıtlarda bugünkünden farklı adlara sahip buluyoruz. Bunlardan Phiscus, Phyckos, Fiskos adları öncelik alır. (1) Tarihin babası sayılan Herodot buranın Ġyonlar tarafından kurulduğunu belirtiyor. Herodot, ―Ġyonyalılar Ģimdiye değin gezdiğim, ama görmeye muvaffak olamadığım dünyanın en güzel seması altında Marmarisisos‘da mesut ve mutlu yaĢıyorlar‘ diyerek Ģehrin adını ‗Mermerisos‘ olarak telaffuz etmiĢ. Ġngiliz tarihçi Sir Charles Texier ise Ģehrin adının ‗Feniks‘ olduğunu yazmıĢtır. Feniks‘in kalesinden, dağlarından ve halkının Büyük Ġskender‘e karĢı direniĢinden bahseden Texier pek muhtemelen Feniks liman ve kalesinden bu günkü Fenaket-TaĢlıca liman ve köyünü kastetmektedir. Bu durumda Büyük Ġskender‘in donanmasının (MÖ.334) Bodrum‘dan Fenaket limanına (Feniks) geldiğini, buradan da Marmaris Limanına uğramadan doğu‘ya Fethiye‘ye (Telmesos) geçmiĢ olduğunu düĢünüyoruz. Sayın Levent Seral, Marmaris Kasabası‘nın Kısa Tarihçesi (2) adlı ve takriben on sayfalık bir araĢtırmasında dünden bugüne değiĢen Marmaris‘in adlarına yer vermiĢ. Bunlar; Physkos, Porto Fisco, Mamulas, Mamalos, Marmara, Marmora, Porto di Marmora, Marmaras, Mermerus, Marmaritsa, Mermeriçe, Mermeris‘ gibi sözcüklerdir. Moğol istilalarından kaçan bazı Türkmenlerin 13-14. yüzyılda Aydın, Muğla ve 61
Marmaris gibi bölgelere gelerek yerleĢtiğini, bunlardan ‗Mamulu‘ aĢiretinden bazı oba ve oymakların Marmaris‘e gelerek kendi adlarını Ģehre ‗Mamulas‘ olarak verdiklerini, daha sonra bu sözcüğün Marmaris‘e dönüĢmüĢ olduğunu kabul etmenin yerinde olacağını vurgulamıĢ. Kendi bilinen tarihimizden baĢlayarak Marmaris Limanına gelen önemli kiĢi ve denizcilere dair yaptığım kiĢisel araĢtırmalarda bazı ilginç bilgilere rastladım. Burada onlara da biz göz atalım. Marmaris Limanına sadece 29 mil mesafede bulunan Rodos Adası 14. yüzyılın baĢında Hıristiyan Sen John ġövalyeleri tarafından iĢgal edilince, Ortadoğu‘dan Batı Akdeniz‘e ticaret malları taĢıyan gemilerin güvenlikle seyir yapabilmeleri tehlikeye girer. Adanın, Anadolu kıyılarına, özellikle Marmaris‘e yakın oluĢu adada üslenmiĢ korsanların faaliyetlerini kolaylaĢtırmıĢ, özellikle Marmaris, Bodrum ve Fethiye bunlardan çok zarar görmüĢtür. Önce Selçuklular, sonra Beylikler döneminde her bakımdan Akdeniz‘in güvenliğinin sağlanması için Rodos Adasının Türk-Ġslam kontrol ve yönetiminde bulundurulması düĢünülmüĢ, bu dönemde oluĢturulan donanma ve ordu sık sık Marmaris Limanına gelmiĢtir. 13. Yüzyılda MenteĢe ve Mesut Beyler Rodos‘a ve oradaki korsanlara karĢı müdahalelerde bulunmuĢlardır. 14. yüzyılda da Rodos adasının korsan ve Ģövalyelerden temizlenmesi için Marmaris Limanından Rodos‘a kuĢatma giriĢimlerinde bulunulmuĢ, Ada‘nın çok sağlam kalelerle çevrili olması ve Akdeniz‘deki Hıristiyan ülke donanmasının Ģövalyelere yardımı sonucu ada alınamamıĢtır. (3) 15. Yüzyılda Fatih Sultan Mehmet, Rodos‘un mutlaka alınmasını istemiĢ, bunun için 1479 yılında adanın keĢfini yapmak üzere yüz kadar gemiyle Mesih PaĢayı görevlendirmiĢtir. Mesih PaĢa Rodos‘a gizlice çıkarak keĢif yapmıĢ, adanın alınmasının zor olduğunu düĢünerek geri çekilmiĢtir. Muhtemelen Aralık ayında Marmaris Limanına gelip demir atarak hafif donanmasıyla kıĢı burada geçirmiĢtir. 62
Mesih PaĢa, 28 Temmuz 1480 tarihinde Fatih‘in emriyle Marmaris‘ten Rodos‘u kuĢatmayı baĢlatmıĢ, ordusuyla Rodos‘un Yahudi mahallesi tarafından kaleye girmek üzereyken bir yeniçerinin Rodos kalesinin burcuna Osmanlı sancağını dikmesine rağmen Mesih PaĢa‘nın Ģehrin iĢgalinde yağmaya izin vermeyip tüm hazinelerin padiĢahın olduğunu söylemesi üzerine askerin heyecanı kırılmıĢtır. Bu arada kaleye girenlere yardım gitmeyince içeriye giren askerler Ģövalyeler tarafından kılıçtan geçirilmiĢ ve Osmanlı ordusu ağır zayiat vererek Bodrum ve Marmaris limanlarına gerisin geriye çekilmiĢtir. Fatih Sultan Mehmet Mesih PaĢa‘yı baĢarılı olamadığı için görevden azletmiĢtir. Fatih Sultan Mehmet zamanında alınamayan Rodos‘u almakta kararlı olan Kanuni Sultan Süleyman‘ın emrinde babası Yavuz Sultan Selim (I. Selim) zamanında hazırlanmıĢ mükemmel bir donanma vardı. Donanma Komutanı Pulak Mustafa PaĢa 400‘ü asıl olmak üzere 700 parçadan oluĢan donanmayla Rodos‘a ve Marmaris‘e doğru yelken açar. Kanuni de, Ġstanbul‘dan yüz bini aĢkın orduyla Kütahya - Aydın – Muğla yolunu takip ederek 44 günde Marmaris‘e ulaĢır. Burada, adanın muhasarasını kendisi gelmeden önce bitirilemediğini öğrenen Kanuni, ordusunu Marmaris Limanının ‗Burunucu‘ mevkiindeki blok taĢ ve kayalardan yapılmıĢ rıhtımdan kadırgalara bindirir. Bu mevki, bu günkü liman iĢletmesinin inĢası sırasında yapılan beton blokların altında kalmıĢtır.(Burunucu) Kanuni‘nin Marmaris‘e geldiğinde ziyaret ettiği evliya kadın ‗Sarı Ana‘ya ait anılara yine bu kitabın ‗Sarı Ana ve Türbesi‘ bölümünde yer verdim. Kanuni, baĢarılı bir kuĢatma ve fethi tamamlarken Rodos‘ta takriben beĢ aydan fazla kalmıĢ, Marmaris‘e dönüp bir gün geceledikten sonra yine kara yoluyla Marmaris‘ten Ġstanbul‘a hareket etmiĢtir. (02 Ocak 1523)
63
16. Yüzyılın ünlü denizcisi Türk Amiral Piri Reis Kanuni‘nin Rodos seferine katılmıĢ, hazırladığı iki dünya haritası ve Kitab-ı Bahriye adlı eserlerinde denizlerdeki seyir ve demirleme yerlerini göstermiĢtir. Bu ünlü denizcinin mutlaka Marmaris‘e bizzat gelmiĢ olduğunu düĢünürüz. Piri Reis‘in deniz haritaları o yıllarda dünyanın ilkleri arasında sayılmıĢ, Marmaris‘in Ģehir adının ise bu yüzyılda ‗Mermeris‘ olduğu kaydedilmiĢtir. Marmaris Limanı, deniz ve denizciler için bir ressamın Doğu ile Batı Akdeniz‘in ortasında bir çok eski uygarlıkların karada ayak izlerini, denizdeki yakamozlarını, dümen sularını, yelken, direk, rüzgâr sesleri ve siluetlerini silinmez Ģekilde tuvale iĢlediği bir resim gibi çok stratejik, barınaklı bir buluĢma yeridir. 15. ve 16. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve donanması için Akdeniz‘in bir Türk Gölü olmasıyla Marmaris ve limanı da önem kazanıp ünlenir. Böylece, Türk Denizcilik tarihinde Marmaris bir adım daha öne çıkar. Zamanın denizci, gezgin, yazar, çizer takımı eserlerinde buna yer verip tuttukları kayıtlarla tarihe not düĢmüĢlerdir. Bunlardan ilki 1671 yılında Marmaris‘e gelen Evliya Çelebi‘dir. Bu ünlü gezginin Seyahatnamesinde Marmaris‘e ait bazı notlar vardır. Bunlardan biri Ģehrin adına aittir. Çelebi, Marmaris‘ten Habip BölükbaĢı‘nın fırkatesine binip, Tokalaç Ahmed Kaptan‘ın reisliğinde Rodos‘a geçmiĢtir. Tokalaç Ahmet Mıstan Sokağında yaĢamıĢtır) Kanuni Sultan Süleyman Rodos Seferine çıkmadan önce Marmaris‘te görmüĢ olduğu kaleyi küçük bulup beraberindeki mimara ― Ya mimar, bu kaleyi azdır‖ der. ġehrin adı ‗Mimarazdır‘dan ‗Marmaris‘ e dönüĢür. Diğer bir rivayete göre de Rodos‘un kuĢatılması sonunda Marmaris‘e dönüĢünde kalenin emrettiği ölçüde büyütülmediğini gören Kanuni mimarını cezalandırmak için ―Mimarı asın‖ demiĢ ve Ģehrin adı bu sözcüklerden oluĢmuĢtur. Herodot‘tan baĢlayıp birçok seyyah ve tarihçinin bazı söylenceleri, hele böyle küçük bir yerleĢim yeri adı hakkında tam kanıtı olmadan yorum yapmak ve 64
bunun kesin kabul edilmesi doğru olmayacaktır. Zira Kanuni döneminde Ģehir adının ‗Mermeris‘ olduğunu tarihi kayıtlardan öğreniyoruz. ġehir adının ‗Mermeris‘ ten ‗Marmaris‘ e dönüĢmüĢ olmasının ‗Mimarı As‘tan daha kolay ve inandırıcı olduğu açıktır. Bundan ayrı olarak; ‗Marmaris adının 13.yüzyıldan itibaren baĢlayan Moğol akınlarından korunmak için özellikle Türkmenlerin Tokat ve civarından oymak ve obalar hainde göç edip Muğla, Aydın, Milas ve Marmaris bölgesine geldiğini biliyoruz. Bunlardan, Marmaris Bölgesine gelen aĢiretlerden ‗Mamulas Obası‘nın Ģehre kendi adlarını vermesinden zamanla Ģehir adının Mamulas‘dan Marmaris‘e dönüĢmüĢ olacağı da ayrı bir olasılıktır. Marmaris‘in adının aslının nereden kaynaklandığı konusunda araĢtırma yaparken yukarıdaki seçenek beni daha derin ve biraz da mistik düĢünmeye sevk etti. Örneğin, Armutalan Beldesinde Tokat‘tan gelip yerleĢmiĢ, orada site kurmuĢ ‗Tokatlılar‘ aklıma ilgimi çekti. Bir an kendi kendime ―Tokat nere, Marmaris neresi‖ dedim. Bunun yorumunu yaparken de Ģöyle düĢündüm.―Tokatlı hemĢerilerimizin ataları bu yerleĢim yerinde 13.yüzyıldan itibaren yaĢamıĢ, maddi yaĢamlarından manevi dünyalarına Marmaris‘te göçmüĢ, Ģimdi burada gömülüler. Bugünkü Tokatlıları ataları Marmaris‘e çağırmıĢ olamaz mı? BoĢuna mı demiĢler ―Tarih tekerrür eder‖ diye... Bu yaklaĢım ilk nazarda biraz mizahi görünse de yemekli bir toplantıda yaptığım konuĢmanın baĢlangıcında tüm katılımcıları kastederek ―Merhaba Tokatlılar‘ diyerek önce herkesin dikkatini çekmiĢ, hemen ardından da bu tarihi gerçeği kısaca açıklamıĢtım. Özellikle Tokat kökenli hemĢerilerden büyük bir alkıĢ da almıĢtım. Marmaris adı Roma Döneminde Latince ‗Mare‘ ve ‗Maris‘ sözcüklerinin birleĢmesinden türemiĢ ‗Güzel deniz‘ anlamında Marmaris‘e verilmiĢ bir isim de olabilir. Ne olursa olsun, bugünkü ‗Marmaris‘ adı içindeki üç sesli beĢ sessiz harflerle ezelinden bu güne bilinen tüm isimlerin en 65
güzeli olsa gerektir. Gelin buna ―Adı güzel, kendi güzel Marmaris‖ deyip geçelim... 18. ve 19. Yüzyıllarda da, Osmanlı Ġmparatorluğunun gerilemesi devam ederken limanlarımızda Ġngiliz, Fransız bandıralı savaĢ gemilerinin ziyaretlerinin arttığını biliyoruz. ĠĢte, bu dönemde tarihi önemdeki ören yerlerimiz talan edilmeye baĢlıyor. Bunun için eserlerin özellikle Ġngiltere‘ye taĢınması savaĢ gemileriyle oluyor. Knidos, (Datça), Bodrum (Halikarnasos) Xanthos (Kınık-Fethiye) bu dönemde soyuluyor. Neyse, bu ayrıca iĢlenecek önemde bir konudur. Talan edenlere çöküĢe geçen Osmanlı Ġdaresi izin verdiğinden talancıları da tek taraflı hırsız tutmak adil olmasa gerektir…Ne de olsa bu eserler dünyanın ünlü müzelerinde sergileniyor, orada görenler asıl yerini de görmek için ülkemize gelebiliyorlar. Bakarsınız bir gün gelir ana vatanına iade edilirler... Marmaris‘in stratejik konumlu limanının ününü duyan ünlü denizci Ġngiliz Amiral Horatio Nelson 1789 yılında Fransız Komutan I.Napolyon‘u Doğu Akdeniz‘de takibi sırasında donanmasındaki denizcilerin dinlenmesi, ikmal ve bakım gibi gereksinmeleri sağlamak için savaĢ filosuyla Marmaris‘e geldiğini bazı yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. Yakın tarihlerde Mavi Tur‘a (Blue Voyage) çıkacak yatçılar ve gezginlerin yararlanması için Ġngiliz denizci ve yatçı Rod Heikell‘in 1988 yılında bir kitabı yayılandı. Adı, ‗Türkiye‘nin Turkuvaz Kıyıları‘ .(4) (The Turquoise Coast of Turkey) Anılan eser halen kitaplığımdadır. Bu kitapta Ġngiliz Amiral Nelson‘un Marmaris anılarına da yer verilmiĢtir. Ünlü denizci Amiral Nelson övgü ile bahsettiği Marmaris ve Limanı hakkında Ģu ifadelere yer vermiĢ: ―Marmaris limanı barınaklı, rüzgâra karĢı korumalı, denizciler için ideal bir demirleme yeridir. Dağları çam ve tipik Akdeniz bitki örtülü, adeta bir cennet parçasıydı. Burada, denizin temiz ve berrak, kırmızı kiremitli evlerin beyaz badanalı oluĢu çok güzel görüntü oluĢturuyordu‖... 66
Amiral Nelson‘un 19.yüzyılın sonunda yazdığı anılarında büyük bir övgüyle Marmaris ve Limanına yer vermesi, Birinci ve Ġkinci Cihan SavaĢlarından sonra ve bundan takriben 50 yıl önce baĢlayan, adına ‗Mavi Tur‘ denilen bir tatil seçeneğinin belki de bilinmeden bu günlere taĢımasına yardımcı oldu. Bu konuya daha sonra değineceğim. Daha sonraları yat turları hakkında bölgemiz ve kıyılarının önemini bize ve dünyaya duyuran Can Yücel, Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu kardeĢler, Azra Erhat, YaĢar Kemal, Halikarnas Balıkçısı takma adıyla Cevat ġakir Kabaağaçlı gibi aydın, yazar, Ģair, ressam ve diğer sanatçılar ‗Mavi Tur‘un öncüleri oldular. Anılan isimler, Marmaris limanına kayıtlı ‗Hürriyet‘ isimli
Mavi Tur'da bir gulet ve akĢam vakti
Mütevazı bir yatla yaĢadıkları tatilin adını ‗Mavi Tur‘ olarak koyan ilk gezginler olmuĢtur. ‗Hürriyet‘, Marmaris limanına kayıtlı 16 m. uzunluğa ve 4 kabiniyle 12 kiĢilik yolcu kapasitesine sahipti. ‗Hürriyet‘, (her kabinde bir çift için ve bir tek ranzalı yatak) yine Marmarisli olan kaptan Ali Eroğlu damadı 67
ve yeğeni Ali Fuat Eroğlu, oğlu Süleyman Eroğlu ve gemici Mehmet Yaldız ile denizlerde Mavi Tur‘u yerli ve yabancılara ilk tanıtanlardır. ‗Hürriyet‘, Mavi Tur‘un öncüsü olduğu halde tıpkı Yavuz zırhlısı, Bandırma ve Nusret mayın gemilerinin baĢına geldiği gibi önce satılmıĢ, sonra da parçalanıp odun olup yakılmıĢtır. Oysa Hürriyet ve benzer tekneler veya maketleri, süngerci ve dalgıçlara ait malzeme ve çapalar kıyıda yapılacak bir açık deniz müzesinde sergilenip ziyarete açılabilirdi. Böyle bir tasarım Marmaris‘e kültürel boyut, geçmiĢe özlemli bir zenginlik de katardı...
Sağdan ikinci: Sabahattin Eyüboğlu, soldan ikinci :HeykeltraĢ ġadi Çalık Hürriyet’le Mavi Turda. 1966
68
Marmaris'in ilk Mavi Tur Teknesi 'Hürriyet' (Soldan sağa) Kadir Ayhan, Kaptan Ali Eroğlu, film yapımcısı GüneĢ Karabuda, Yazar YaĢar Kemal, (Sağdan sola) birinci ayakta duran AliFuat Eroğlu.
BaĢ güvertedekiler Ġsveçli film grubu. YaĢar Kemal‘in ‗YeĢil Kertenkele‘ adlı romanını filme çekmek için gelmiĢler.
Hürriyet’ Mavi Tur’da. BaĢ güvertede Ali Fuat Eroğlu ve kıçta kayınpederi kaptan Ali Eroğlu,
Ansiklopedik bilgilere göre Ġngiliz Amiral Nelson Fransa‘ya karĢı savaĢ patlak verince Amiral Hood‘un Akdeniz filosuna katılır. Korsika Adasındaki Bastia Limanı kuĢatmasındaki savaĢta sağ kolunu kaybeder. Buna 69
rağmen Napolyon ve filosunu takibi sürdüren Nelson, Ebukir Körfezinde yakaladığı Fransız donanmasını demirli olarak yakalayıp üstün bir manevrayla yok eder. (1798) Bu baĢarı nedeniyle kendisine Ġngiliz Lordlar kamarası üyeliği verilir.
Ġngiliz Amiral Horatio Nelson 1758-1805
Yukarıdaki resimde Amiral Nelson‘u, Napolyon‘a karĢı kazandığı Aboukir (Ebu Hur) deniz savaĢından sonra III. Selim‘in sorgucu ve sol kolundaki apoletin hemen altında bulunan ay-yıldızlı ―Murassa NiĢanı‖yla görüyoruz. Bilindiği üzere, Mısır‘a çıkıp Doğu Akdeniz seferini baĢarıyla gerçekleĢtiren, fakat orada mahsur kalan Napolyon o moral bozukluğuyla ve can havliyle Akka kalesine saldırmıĢsa da Türk Komutan Cezzar Ahmed PaĢa‘nın kuvvetleri karĢısında yenilmiĢ, nihayet 1799 yılında bir firkateyne atlayarak Mısır‘dan Fransa‘ya kaçmak zorunda kalmıĢtı. 2010 yılı Ekim ayında bu kaleyi ve Akka Ģehrini ziyaret ettim. Ünlü Türk Komutan Cezzar Ahmed PaĢayı ve Ģehitlerimizi burada rahmetle andım. 70
ĠĢte bu zafer sonrasında Osmanlı Sultanı III. Selim, Amiral Nelson‘u, ‗Bilvesile‘ Osmanlı‘ya yardımlarından dolayı tebrik etmiĢ ve bu niĢanı Ġngiliz Amiral Nelson‘a diğer hediyelerle birlikte göndermiĢtir. Bu hediyeler bugün Ġngiliz Deniz Harp Okulu‘nun bulunduğu Greenwich‘deki Deniz Müzesinde teĢhir edilmektedir. Kazandığı zaferle Osmanlı Devleti‘ne dolaylı olarak yardımda bulunan Nelson, PadiĢah‘tan aldığı pırlantalı sorgucu önemli törenlerde taktığı gibi, ‗Murassa NiĢanı‘ da göğsünden hiç eksik etmemiĢtir. Hatta 1805 yılında yapılan ünlü Trafalgar savaĢında Napolyon‘un ipini çektikten sonra savaĢta aldığı yaralardan dolayı sancak gemisinin ambarlarından birinde son nefesini verirken üniformasındaki 3 niĢandan birisi bu ay-yıldızlı zarif Osmanlı niĢanıydı. (Kaynak: Abidin Daver, ‗Abukir Deniz Harbi‘ Nisan 1950) Amiral Nelson‘un bu baĢarıları elde ederken Marmaris‘e de uğrayıp yazdığı anısında izlenimlerine yer verdiğine baĢlangıçta değinmiĢtim. Burada, halen gizemini koruyan bir konuya da ayrıca yer vermek istiyorum. Çocukluğumuzdan beri büyüklerimizden Bedir Adasının Cennet Adası‘na bakan güney kıyısındaki düzlükte yabancı denizcilere ait bir mezarlık olduğunu biliyoruz. Bu mezarların hangi milliyete sahip kiĢilere ait olduğu konusunda fazla bilgimiz yoktur. Ancak yukarıda değindiğimiz bilgiler ıĢığında bir tahmin yapabiliriz. Marmaris Limanına 18.yüzyıl sonunda Ġngiliz Amiral Nelson ve savaĢ filosu gelmiĢ. Daha çok sonra da Marmaris Birinci Cihan SavaĢında Fransız donanması tarafından 1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢ. 1914‘de bir Alman torpido botu limana sığınmıĢ. SavaĢ sonrası da 11 Mayıs 1919‘da Ġtalyan askerleri fiilen Marmaris‘i iĢgal etmiĢ. Bu durumda aklımıza ilk gelen Amiral Nelson ve gemileridir. Zira 18. ve 19. yüzyıllarda limana Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemilerinin girebilmesi 71
kolaydı. Nelson‘un donanmasıyla Marmaris Limanını ziyaret amaçları çerçevesinde ikmal, bakım ve onarım dıĢında hasta, yaralı tedavisiyle, ölen birkaç denizcinin gömülmesi gibi nedenler düĢünülmelidir. Liman içindeki Bedir Adasının Cennet Adasına bakan yamacı da küçük bir mezarlık olarak kullanılmıĢ olabilir. Amiral Nelson‘dan takriben yüz yıldan fazla bir süre sonra Birinci Dünya SavaĢı öncesi ve sonrasında limana Fransız, Ġngiliz ve Ġtalyan gemilerinin girmiĢ olduğu bir gerçektir. Ancak, ölen denizcilerin buraya gömülmesi için yeterli zaman ve güvenli bir ortamın olmayacağı dikkate alınırsa bu seçenek ihtimal dıĢı da olabilir. ġimdi hayatta olmayan bazı süngerci ve denizci hemĢerilerimiz geçmiĢ yıllarda buraya çıkıp mezarları ve bazı taĢ parçalarıyla üzerlerinde haç iĢareti gördüklerini söylemiĢlerdir. Ancak aradan geçen yıllarda rüzgâr, yağıĢ ve nem gibi nedenler yüzeyde bir iz bırakmamıĢtır. Ne de olsa aradan takriben 150 yıl geçmiĢtir. Babası balıkçı olan ve çocukluğunda mezarları gördüğünü ve yerini bildiğini söyleyen Ġsmet Erdem ne yazık ki 2008 yılında vefat etti. Bu hemĢerimiz, Marmaris Belediyesinin Tarih Bülteninde, (5) 1953 yılında Ġngiliz Donanmasına ait birkaç savaĢ gemisinin Marmaris limanına dostluk ziyaretinde bulunduğunu, Marmaris Kürek takımı ile düzenlenen yarıĢmada kürek takımından bir Ġngiliz askerinin fenalaĢıp vefat ettiğini, Bedir Adasındaki yabancı asker mezarlığına gömüldüğünü babasından duyduğunu belirtmiĢtir. Temmuz 2007‘de Marmaris Belediyesini ziyaret eden ‗Turkish Daily News‘ adlı bir yayın kurumunun muhabiri Bayan Ruth Macquiddy yabancı mezarlığını görmek istemiĢ, Ġsmet Erdem‘in ve bir Belediye görevlisinin de refakatinde bir tekneyle Bedir Adasına giderek orada varlığı bilinen mezarlığı ziyaret etmiĢlerdir. Bilinen yerde taĢ, toprak, kiremit parçaları dıĢında belirgin baĢka bir ize rastlanmamıĢtır. Aynı gazetenin 14 Temmuz 72
2007 sayısında bu konuya ‗Marmaris‘s Historical Gem Rediscovered‘ (Marmaris‘in Tarihi Değeri Yeniden KeĢfedildi) baĢlığıyla değinilmiĢ, yerinde çekilen bir fotoğraf da yazıya eklenmiĢti. Sonuç olarak; ―Antik çağlardan beri Marmaris limanına giren her türlü teknedeki mürettebat, asker veya yolcunun ölmesi halinde meskûn olmayan bakir yerlere gömülmesi doğaldır‖ diyorum...
Bedir Adasında yabancı mezarlığı- Ġsmet Erdem (solda) Gazeteci Ruth Quiddy (sağda)
Bedir Adasında varlığını bildiğimiz mezarların kimlere ait olduğu konusunda kesin bir Ģey söyleyemesek de, yukarıdaki değerlendirmeler ıĢığında yabancı askerlere ait olabileceği akla daha yakın gelmektedir. Marmaris ve Limanına 10. Osmanlı PadiĢahı olan Kanuni Sultan Süleyman‘dan sonra gelen 31. Osmanlı padiĢahı 2. Mahmut‘un oğlu, Abdülmecit‘tir. Bilindiği üzere, PadiĢah Abdülmecit kendinden sonra en son dört Osmanlı PadiĢahının babasıdır. Tanzimat Reformlarının uygulanmasını yerinde görmek için Ege Adalarını 73
kapsayacak 24 günlük bir geziye çıkan PadiĢah, 2 Haziran 1850‘de veliaht Aziz ve Murat efendiler, serasker Rıza PaĢa, Ticaret nazırı Ġsmail PaĢa ve Rodos‘ta güzel vakıf eserleri ihya etmiĢ Tophane MüĢir‘i (Gazi veya MareĢal) Rodoslu Ahmet Fethi PaĢa‘yı da beraberinde götürmüĢtür. PadiĢah Rodos‘u ziyaretinde Ģehrin saat kulesi, muvakkithane, (Cami yanında namaz vakitlerini ve rasatla ilgili bilgileri veren yapıt) rüĢtiye (Ortaokul) ve bazı projelerin temelini atar. (6) O yıllarda henüz nahiye olan Marmaris‘te rüĢtiye olmadığı için aile büyüklerimizden Mıstan Sokağında doğmuĢ amcam Mehmet Uysal ve bazı Marmarisliler orta eğitimini yapmak için Rodos‘a gitmiĢler. Bilindiği üzere, Marmaris‘te ilk ortaokul açılıĢı 1949–50 eğitim yılında oldu. Ben de halen kullanımda olan ve vali Recai Güreli zamanında yaptırılan Marmaris Atatürk Ġlkokulunu bitirip, aynı okulun üst katının Orta Okul olarak açılmasından sonra 1952–53 öğretim yılında ilk mezun olan Marmarislilerdenim. Marmaris‘te lise eğitimi ise 1973 yılında baĢlamıĢtır. Bu ayrıntıyı not olarak düĢtükten sonra Osmanlı PadiĢahı Abdülmecit ve heyetinin Ege adalarına 24 gün süren gezisinde Marmaris Limanına uğramadan geçtiği düĢünülemez. O dönemde Marmaris Mütevelli heyeti baĢkanı olan (Yönetici-Voyvoda) büyük dedem Zeynel Abidin (1805--1875) bu heyeti karĢılayıp (1850) ve Marmaris‘te ağırladığı aile büyüklerimize söylenmiĢtir. Düne kadar Marmaris‘e sadece Kanuni Sultan Süleyman gelmiĢ diye bilinirken, PadiĢah Abdülmecit‘in de Marmaris‘i muhtemelen denizden gelip ziyaret etmesi olasıdır. . Türk Denizcilik Tarihine deniz trajedisi olarak geçen bir olaya da burada kısaca değinmek istiyorum. Japon Ġmparatoru Meiji ülkeler arası iliĢkileri pekiĢtirmek için Prens Komatsu Akihito‘yu Amerika ve Avrupa‘ya, sonra da Ġstanbul‘a gönderir. (1887) PadiĢah II. Abdülhamit Prens‘in niĢan ve hediyelerini kabul ederek bir savaĢ gemisini iadei ziyaret için Japonya‘ya göndermeyi kararlaĢtırır. 1889 yılının 14 Temmuz günü Japonya‘ya 74
gitmek üzere Ġstanbul‘dan hareket eden Ertuğrul Firkateyni aynı ay içinde Marmaris Limanına da uğrayıp demirler. Marmaris Limanında ne kadar kaldığına dair bir bilgiye ulaĢamadım. Bilindiği üzere Ertuğrul‘un 11 ay süren maceralı yolculuğu sonunda Japonya‘ya varıĢı 17 Haziran 1890 tarihidir. Ertuğrul burada 3 ay kaldıktan sonra 15 Eylül 1890 tarihinde dönüĢe geçmiĢ, daha seyrin ikinci gününde yakalandığı amansız fırtınada kayalara çarparak batmıĢtır. Bu elim olayda 607 Türk Denizcisinden sadece 69‘u kurtulabilmiĢ, diğerleri boğulup Ģehit olmuĢlardır. (7) Bu elim olay denizcilik tarihimizde yer almıĢ, ayrı bir inceleme ve değerlendirme konusu olmuĢtur.
Ertuğrul Firkateyni
Marmaris Limanının yakın tarihimizde en önemli ziyaretçisi, Cumhuriyetimizin kurucusu, Büyük önder Atatürk‘tür. Atamız Marmaris‘e iki defa gelmiĢtir. Bu konuda hemĢerimiz Emekli öğretmen sayın Duran Ergül ‗ün bir araĢtırması olmuĢ, edinilen bilgiler Marmaris Tarih Bülteninde yayınlanmıĢtır. Kaynak olarak ise CumhurbaĢkanlığı BaĢyaverliğinin ‗Nöbet Defteri‘ adlı kayıtları gösterilmiĢtir. Bundan ayrı olarak kendi araĢtırmamda Prof. Dr. Sayın Utkan Kocatürk‘ün Kaynakçalı ‗Atatürk Günlüğü‘, ‗Doğumundan Ölümüne 75
Atatürk‘ adlı kitabında da bu bilgiler doğrulanmıĢtır.(8) Bu kaynaklara göre; Atamız ―Gülcemal‖ adlı gemiyle 30 Ocak 1933 günü Fethiye‘den Marmaris Limanına gelmiĢ, bir gece kaldıktan sonra 31 Ocak günü Ġzmir‘e gitmek üzere limandan ayrılmıĢtır.
Gülcemal Gemisi (1874-1937)
Atamızın ikinci ziyareti (9) bu defa ‗Ege‘ adlı vapurla 23–24 ġubat 1935 tarihinde olmuĢtur. (10) Bu iki ziyaretten ayrı olarak Marmaris Tarih Bültenindeki demecinde hemĢerimiz 1930 doğumlu Zühtü TaĢkın daha kendisinin 6 yaĢında ilkokula giden öğrenci olduğunu,1936 yılının 20 Mayıs günü Atamızın ‗Sadıkzade‘ adlı vapur ile Marmaris‘e geldiğini, öğretmenleriyle Atatürk‘ü vapurda ziyaret ettiklerini söylemiĢtir. Bu ziyarete dair araĢtırmalarda bir kayda rastlanmamıĢtır. Marmaris Atatürkçü DüĢünce Derneği ve Marmaris Belediyesi Ulu Önderimiz Atatürk‘ün Marmaris‘e ilk geliĢ tarihi olan 30 Ocak 1933 tarihini her yıl anma kararı almıĢtır. Ġlk defa 30 Ocak 2010 tarihinde bu anlamlı gün Marmaris Atatürk Anıtı önünde yapılan törenle kutlanmıĢ, 30 Ocak 2011 günü de tekrarlanmıĢtır. Cumhuriyetimizin kurucusu, 20. yüzyılın en iyi asker ve devlet adamı olarak ünü dünyaya yayılan büyük önder 76
Atatürk‘ün Marmaris‘e geliĢi biz Marmarisliler için büyük bir onur ve gururdur. Atamızın yukarıda tarihleri belirttiğimiz ziyaretleri kısa sürelidir. Ġlk ziyareti kıĢ mevsiminin tam ortasında Ocak ayında olmuĢtur. KıĢın denizden yapılan böyle bir ziyaretin önceden planlanmıĢ olsa bile gemi kaptanının hava ve deniz koĢullarını dikkate alarak önerisi dikkate alınarak yapıldığı kabul edilmelidir. O günlerin gemileri bu günküler gibi her tür hava ve deniz koĢullarlında seyir yapabilir durumda değildi. Atamızın Marmaris‘e gelip de Ģehre inmeyiĢini yanlıĢ yorumlayanlar büyük hata yaparlar. Atatürk Marmaris‘e 30 Ocak 1933 günü geldiğinde önceden nükseden sağlık sorunları olduğu düĢünülmelidir. Bu mevsimde yapılan seyahat bir ‗Mavi Tur‘ değildir. Seyahat 52 yaĢındaki Atatürk‘ün amacı kurduğu Cumhuriyetin kıyılarını bir de denizden izlemek, yaptığı ve yapılması gereken devrimlerin dinlenmiĢ bir zihin ve bedenle gözden geçirilmesi için uygun bir çalıĢma ortamında olmaktan baĢka bir Ģey değildir. YaĢlı ve Ģimdi aramızda olmayan değerli büyüklerimden öğrendiğime göre, Marmarisliler Ata‘sına ‗HoĢ Geldiniz‘ demek için kayıklara, motorlara doluĢarak gemiyi ziyarete gitmiĢlerdir. Atamızın Marmaris Limanına geliĢlerinin programda olup olmadığını bilemiyoruz. Mutlaka bu kısa ziyaretler hava ve deniz koĢullarına, geminin ikmal ve onarım ihtiyaçlarına ve bir de CumhurbaĢkanı olarak zaman, görev ve sorumluluklar dikkate alınarak yapılmıĢtır. Marmaris‘in 1933 yılında nüfusu 2000, 1935‘de ise 2500 civarındadır. Marmaris geçmiĢ yıllarda çok değiĢken, rakamlarla iniĢ ve çıkıĢ gösteren bir nüfus yapısına sahiptir.(11) Böyle küçük yerleĢim birimlerine CumhurbaĢkanı düzeyinde devlet adamları, hele bir kıĢ mevsiminde denizdeyken yerleĢim yeri mülki amirliğine hitaben bir mesajla iletiĢim kurulur, doktor önerisi ve hava durumu dahil her türlü koĢul dikkate alınarak ziyarete çıkılıp çıkılmama kararı alınır. Bu karar çıkmama yönündeyse mülki ve yerel yönetim 77
amirleri bir heyetle gemiyi ziyaret ederler. Marmaris‘te de aynen bu olmuĢtur. Bu büyük insan, komutan ve devlet adamı, Askeri Ġdadi‘den (Lise) Harp Okulu, Kurmay Akademisine, ġam,(Suriye) Trablusgarp, (Libya) Sofya, (Bulgaristan) Çanakkale, Arıburunlar,‘dan Milli Mücadele ve Kongrelere, TBMM‘ini kurmaktan Ġnönüler, Sakarya, Büyük Taarruz ve Büyük Zafer‘e, Cumhuriyeti kurma, Devrimleri gerçekleĢtirmekten isyanları bastırmağa kadar geçen çetin ve amansız süreçte önce bir insan olarak mutlaka yorulmuĢtur. Bütün bunları yaparken sağlık sorunlarına aldırmamıĢ, kurduğu Cumhuriyetin ebediyen yaĢaması için durmak bilmeden çalıĢmaya devam etmiĢtir. Bu hızlı ve zor hayati görevler sağlık sorunlarını daha da arttırmıĢ, henüz genç sayılacak yaĢta ruhunu Yüce Allah‘a, fikir ve düĢüncelerini, kurduğu Cumhuriyeti Yüce Türk Milletine emanet ederek aramızdan ayrılmıĢtır. CumhurbaĢkanı Gazi Mustafa Kemal 29 Ekim 1933 günü Cumhuriyetin kuruluĢunun onuncu yıl dönümü töreninde ―Onuncu Yıl Söylevi‘ni okurken Marmaris halkı Ģimdi Liman BaĢkanlığının bulunduğu meydana toplanmıĢ, radyolardan hem söylevi dinliyor, hem de meydana sarı yaldızla boyanmıĢ bir Atatürk büstünün açılıĢ törenini izliyordu. Bu büstün denize bakan kaidesinde ―Cumhuriyetin 10. Yıldönümü burada kutlandı‖ yazılıydı. Biz milli bayram ve Atamızı anma törenlerini hep bu anıtın çevresinde toplanarak yaptık. Atamızın 10. yıl söylevinin son cümlesi o gün adeta Marmarislilerin belleğine kazınmıĢtır. Atamızın söylevi hepimizin bildiği üzere Ģu tümcelerle bitiyor: ―Türklüğün unutulmuĢ büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti bundan sonraki inkiĢafıyla, geleceğin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneĢ gibi doğacaktır. NE MUTLU TÜRKÜM DĠYENE! 78
29 Ekim 1933 Atatürk Büstünün Marmaris'te açılıĢı
1936 yılında, Yüce Atatürk‘ün kurduğu genç Cumhuriyetin ilke ve devrimlerinden her Marmarisli gibi etkilenen Atatürkçü Öğretmen Ferit Kayan hissiyatını Ģu cümlelerle Ģiire dönüĢtürüp yine kendisi ‗MarĢ‘ olarak Marmaris Gençliğine armağan ediyor. Marmaris ve Marmarisli Milli MarĢ‘ımızdan sonra iĢte aĢağıdaki kendi marĢını da yazıp söylemeye baĢlıyor.
79
Marmaris Gençlik MarĢı Ġnleyen Akdeniz‘i bağrına basmak için, Uzanan kollarında gücün var mı derlerse. Turgut‘un vasiyeti Ģahlansın için için, Marmaris çocuklarına ufuk dar mı derlerse. Kudretin can damarı gençliğin kalbindedir, O gençlik ki kalbini yurda armağan verir. AĢka susayan gönül akmadan durulur mu ? Ülküyle yanan gönül zincire vurulur mu? Lastik adalelerle, bakırlaĢmıĢ tenlerle, Sırtımızda on bin yıl yarına koĢuyoruz. Tarihsel yolumuzda koĢtukça coĢuyoruz, CoĢtukça koĢuyoruz, koĢtukça coĢuyoruz.
Ġkinci Cihan SavaĢı‘nın baĢladığı 1939 yılı baĢında Genelkurmay BaĢkanı MareĢal Fevzi Çakmak Muğla ve çevresindeki askeri birlikleri denetlemek için gemiyle Marmaris Limanına gelir. (12) Muğla Valisi Recai Güreli tarafından 1938 yılında yaptırılan Marmaris Atatürk Ġlkokuluyla halen Kaymakamlık Binası olarak kullanılmakta olan Hükümet Konağını ziyaret eden MareĢal Fevzi Çakmak mülki, askeri erkân ve halkla yaptığı temaslarda harbin olası geliĢmelerinin ülke ve bölge üzerindeki etkilerini ve alınacak önlemler konusunda bilgi alıĢ veriĢinde bulunur.
80
MareĢal Fevzi Çakmak Marmaris'te-1939
Ġkinci Dünya SavaĢında Marmaris Limanı ve en yakınındaki Akdeniz‘in önemli adalarından birisi olan ve 390 yıl Türk Ġdaresinde kalan Rodos‘un durumuna kısaca değinerek cereyan eden dramatik birkaç olaya da burada yer vermek istiyorum. Bilindiği üzere tarih boyunca Doğu ve Batı Akdeniz‘de ticaret yolunu kontrol eden Kıbrıs, Rodos ve Girit Adaları adlarından sıkça söz edilen kara parçaları olmuĢlardır. Marmaris özelinde Rodos Adası, Anadolu Yarımadasına en yakın konumda bulunması nedeniyle sosyal, ekonomik ve siyasi iliĢkilerde hep öne çıkmıĢtır. Daha erken çağlarda olduğu gibi 15. yüzyıldan beri coğrafi konumu ve Anadolu sahillerine yakınlığı dolayısıyla Türk- Müslüman Ticareti ve kutsal yerleri ziyaret etmede sorun yaratmıĢtır. Zamanla Akdeniz Korsanlık Merkezine dönüĢen Rodos‘un elde bulundurulması gerekliliği Selçuklular ve Beylikler döneminde düĢünülmüĢ, Fatih Sultan Mehmet döneminde giriĢimlerde bulunulmuĢ ve nihayet Kanun Sultan Süleyman tarafından kuĢatılıp Osmanlı topraklarına katılmıĢtır. Birinci Dünya SavaĢı öncesinde 1912‘de Ġtalya 81
tarafından iĢgal edilen Rodos, Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında Almanlar tarafından iĢgal edilince Müttefiklerin karĢı koymasıyla savaĢ alanına dönüĢmüĢtür. Özellikle savaĢın en kanlı cereyan ettiği yıl olan 1944‘de çoğunluğu Türk soydaĢlarımız olan ama aralarında Ġtalyan, Fransız, Rum, Yahudi ve hatta Alman göçmenler temin ettikleri yüzer vasıtalarla adadan kaçmaya baĢlamıĢlardır. Sayıları binlerle ifade edilen bu insanlar aç ve sefil vaziyette baĢta yerleĢim yeri olan Marmaris Limanına, deniz ve hava Ģartları müsait olmazsa en yakın ‗KarĢıyaka‘ denilen Datça-Bozburun Yarımadasına ulaĢmayı amaçlamıĢlardır. Marmaris‘e ulaĢanlar camilere, okullara hatta evlere dağıtılmıĢ, kendilerine Kızılay ve halk tarafından yiyecek, içecek, giyecek verilmiĢtir. Bu büyük göçün olduğu 1944 yılında 7 yaĢımda okula yeni baĢlayan bir çocuktum. AkĢamları Rodos Adasının bombalanıĢını ve mermi ve topların çıkardığı sesi duyar, alevini havada görürdük. Marmaris‘te özel seferberlik uygulaması vardı. Evlerde karartma uygulanıyordu. Okul önlüklerimizin beyaz olan yakalarını takmıyorduk. Birçok yiyecek, içecek, yakacak maddesi karneyle veriliyordu. Eski camiye alınan göçmenler baĢlarında bekçi veya polis nezaretinde Mıstan Sokağının deniz kıyısına getiriliyor, denizde yıkanmaları sağlanıyordu. Evimizin kerevetinden (Tahta balkon) denize giren göçmenlerin dalıp taĢlardan topladıkları denizkestanelerini (kara dikenleri) elleriyle yumurta kırar gibi açıp içini yediklerini izlerdim. Gördüklerim açlık ve sefaletin ta kendisiydi. Annemin yardım edemeyiĢine üzüntüsünü ―Bir iki kiĢi değiller ki ekmekle, Ģekerle beslesek, bu kadar insana ne verilebilir ki‖ demesini daha dün gibi anımsarım. Yine diğerlerine göstermeden acınacak haldekilere bir Ģeyler vermeye gayret ederdi. Aslında bizim de ekmek dahil verecek fazla yiyeceğimiz yoktu. Ekmek, kibrit, gaz yağı, Ģeker gibi temel gıda maddeleri karneyle veriliyordu. Buna rağmen biz Marmarisliler elimizdekileri onlarla ve Rodos‘ta kalan 82
soydaĢlarımızla paylaĢtık, göçmenlere misafirperverlik gösterdik. Birçok aile göçmenleri evlerinde konuk etti. O günlerde Rodos‘un idaresi halen Almanların elinde olduğu için Türkiye‘ye iltica etmek isteyen göçmenlere Almanlar yardım ediyorlardı. (13) Adı ‗Anna‘ olan bir Alman gemisine sayısı 200 kadar olan ve çoğunluğu Türk olan göçmenler doluĢur. Gemi gecenin karanlığında Rodos‘tan ayrılıp Marmaris‘in Kadırga Burnuna yakın bir yere ulaĢtığında motoru bozulur. Deniz fırtınalı ve dalgalıdır. Gemi imdat ister. Bir Türk gemisi halat atarak gemiyi kayalarda parçalanmaktan kurtarıp Marmaris Limanına kadar çeker. Gemide ve Marmaris‘te karartma uygulandığından göz gözü görmez. Gemidekiler, ıslak yatak, battaniyelerde aç, susuz ve hasta durumda umutlarını yitirmek üzeredirler. Marmaris ve liman yetkilileriyle irtibat sağlanamamıĢtır. ĠĢte tam o sırada gemide göçmen olarak bulunan bir ailenin 18–19 yaĢlarındaki ‗Çelenk‘ isimli kızı bu durumdan kurtulmanın çaresini denize atlayıp kıyıya yüzerek gidip ilgililere haber vermekte bulur. Ve de öyle yapar. Ġlgililere ulaĢır. Gemiye yardım gelir. Göçmenler kurtarılır. Sağlık muayene ve tedavileri yapılıp geçici konaklamaları sağlanır. Aralarında, uzun süren açlıktan sonra birden yemek yemeleri yüzünden ölenlerin, hasta olanların varlığından söz edilir. Yine o günlerin bir sabahında okul giysimi giymiĢ tam evden çıkacakken Yalancı Boğaz üzerinden alçaktan uçarak bizim evin üzerine doğru gelmekte olan bir uçağı gördüm. Evin içinde ve kerevette hepimiz yere yattık. Uçak neredeyse çamaĢır tellerine takılacak vaziyette alçaktan uçup geçti. Ağabeyim, ―Bu Ġngiliz uçağı‖ dedi. Uçağın kuyruğundaki Ġngiliz Bayrağını görmüĢ. Sonra okulda duyduk ki o uçak arızalıymıĢ veya Alman uçaklarının açtığı ateĢle isabet alarak zorunlu olarak Gökova‘ya iniĢ yapmıĢ. Gökova‘da o zaman bugünkü gibi okaliptüs ağaçları yüksek değildi. Henüz taze fidandılar. Bunların hemen kuzey doğusundaki arazide uçak pisti 83
vardı. Pervaneli küçük keĢif uçakları için buraya bir pist yapılmıĢtı. Anılan uçak bu piste inmiĢti. Yanılmıyorsam bu uçak harp sonrasında bir süre daha Gökova‘da kaldı. Muğla‘ya giderken uçağı pistte gördüğümü iyi hatırlıyorum. Sonrasında, ―Hükümetin verdiği izinle Ġngiliz Büyük Elçiliği uçağı parçalara ayırtarak Ġngiltere‘ye taĢıtmıĢ‖ denildi. KeĢke bu uçağı tarihi bir olayın simgesi, anısı olarak yerinde sergilemeyi düĢünebileydik... Kitap çalıĢmamı tamamlayıp yeniden gözden geçirdiğim 2011 yılının ġubat ayında Marmaris Limanına Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait ‗Enterprise‘ adlı Uçak Gemisi geldi. Limanda dört gün kaldı. Dev uçak gemisi halkın ziyaretine açık olunca bir grup arkadaĢla biz de ziyaret ettik. Gemiyi ziyaretimizde bir hemĢerimizin ―Buradan sonra rotanız nereye‖ sorusuna görevli subay ―Eve‖ demiĢti. Oysa o günlerde Kuzey Afrika‘nın Akdeniz kıyılarındaki Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde karıĢıklıklar vardı. Bu devasa savaĢ makinesinin eve gitmesi hiç olası değildi. Amerikan Subayı haklıydı. Asker kökenli olduğum için ―Öyle soruya ancak böyle yanıt verilir‖ dedim. Oysa ‗Enterprise‘ eve gitmeyip, Libya açıklarından üzerindeki uçaklarla Albay Kaddafi destekçileri üzerine füze yağdırmaktaydı. Önce Tunus, sonra Mısır‘da yönetim değiĢti. Libya‘da iç savaĢ ve ardından müttefik güçlerin havadan ve denizden ateĢli müdahalesi kitabı yayına verdiğim günlerde halen devam ediyordu. Libya‘daki iç savaĢın anılan diğer Kuzey Afrika ülkelerinden daha kanlı ve tehlikeli safhaya dönüĢmesiyle bu ülkede çalıĢmakta olan takriben 20–25 bin Türk ĠĢçisinin hayatı tehlikeye girince acilen Türkiye‘ye tahliyelerine karar verildi. Bunun için en yakın yer olan Marmaris Limanı tercih edildi. Denizden Marmaris Limanına askeri ve sivil gemilerle, havadan uçaklarla Dalaman Hava Limanına getirilen çoğunluğu Türk ve diğer ülke vatandaĢları kısa zamanda vatanlarına, evlerine döndüler. Devletimiz, Türk Kızılay‘ı, yerel 84
yönetimler, Marmarisliler ve tüm iĢletmeler gelen göçmenlere sıcak ilgi ve yardımlaĢma içinde olarak dünyaya örnek bir davranıĢ sergilediler. Bu olay bize Ģunları gösterdi, anımsattı: Türkiye kıtalar arası ve denizaĢırı bir operasyonu, özellikle barıĢçıl, insan ve haklarını koruma, kurtarma konusunda yeterli donanıma ve lojistik kapasiteye sahiptir. GerçekleĢen tahliye operasyonu bir nebze de olsa koĢulların ve aradaki mesafenin bugünkü kadar uygun olmadığı 15.yüzyıl sonunda ecdadımızın beĢ yüz bin Yahudi‘yi Ġspanya‘dan tahliye edebildiği tarihi olayı da anımsattı. Böylece ‗Marmaris‘in Mıstan Sokağı‘ adlı kitabımın ‗Marmaris Limanı ve Ziyaretçileri‘ baĢlıklı bölümünde en yakın tarihte vukua gelmiĢ bir olay da yer almıĢ oldu. ĠĢte tarih budur, ve tarihi bu yüzden severim...
85
Kaynakça (1) Marmaris Tarihi-K.Ekrem Uykucu-1970 (2) Marmaris Kasabası Kısa Tarihçesi- O. Levent Seral 04.04.1998 (3) Osmanlı Tarihi- Ord. Profesör Ġ.Hakkı UzunçarĢılı (4) The Turquois Coast of Turkey-Rod Heikell (5) Marmaris Tarih Bülteni-Sayı 15 (6) Rodos‘ta Saklı Zamanlar –ġahap KaĢlıoğlu-2007 (7) Doğumundan ölümüne Atatürk- Prof. Dr. Utkan Kocatürk (8) Marmaris Tarih Bülteni Sayı: 30-45 (9) Marmaris‘in ġanlı Tarihi (fotoğraf) Marmaris Ticaret Odası 30.8.2010 (1)Marmaris Tarihi-K.Ekrem Uykucu-1970 (1) Denizde Efelik Olmaz-Fatma Çimen -2007 (1) Rodos-Anılar ve Tarihçe- M.Sadi Nasuhoğlu
Erol Uysal Marmaris Ortaokulundayken Cumhuriyet Bayramında
86
ġANLI YAVUZ VE KÖPEK BALIĞI Yukarıdaki yazı baĢlığı altında Marmaris Limanını ziyaret eden iki misafire ayrıca değinmeyi uygun gördüm. Bilindiği üzere, eski Neolitik (TaĢ Devri) çağlardan beri insanlar ticaret, ulaĢım ve keĢifler için denizlere açılmıĢlar, limanları, adaları sıkça ziyaret etmiĢlerdir. Marmaris Limanı da Akdeniz‘le Ege‘nin birleĢtiği çok stratejik bir yer ve barınaklı konumda olduğundan tarih boyunca önem kazanmıĢtır. En yakın tarihimizde, özellikle Birinci Cihan SavaĢı yıllarında Marmaris Limanı dıĢındaki sularda Türk, Alman, Fransız, Ġngiliz, Ġtalyan ve Yunan savaĢ gemileri devriye görevi yapmıĢlar, en yakın Rodos, Ġstanköy, Sömbeki ve Meis gibi Adalar Ġtilaf Devletleri donanmalarının uğrak ve ikmal yerleri olmuĢtur. Marmaris ve diğer Ege‘ye kıyısı bulunan limanlarımız bombalanmıĢ, halk bundan zarar görmüĢtür. Yakın tarihte görülen siyasal ve askeri stratejik geliĢimlerle ilgili olarak Türk Deniz Kuvvetlerinde savunma amaçlı bazı kuvvet kaydırmaları oldu. . Doğu Akdeniz Ülkelerindeki siyasi istikrarsızlıklarla, Batı komĢumuz Yunanistan‘ın Kıbrıs baĢta olmak üzere kıta ve hava sahanlıkları, adaların silahlandırılması, kara suları gibi bazı önemli konularda uluslararası antlaĢmalar hilafına siyaset yapmaya baĢlamasından sonra sadece Marmara‘da değil, Ege ve Akdeniz‘de de deniz üssü bulundurmak gereği duyuldu. Böylece, 1980‘li yıllarda Marmaris yakınındaki Aksaz Limanı Deniz Üs Komutanlığı oldu. Bu Üs ve Liman aynı zamanda NATO Üyesi Ülkelerin savaĢ gemilerinin ziyaret, ikmal ve destek gibi ihtiyaçlarını da karĢılamaktadır. Esasen Türk Donanması anılan üs yapılmadan önce de Marmaris ve Doğu Akdeniz‘deki limanlarımızı sıkça ziyaretler yapardı. Türk Donanması ve Bahriyesi önce Marmaris ve Marmarislilere, sonra da Akdeniz‘e daha yakın konumda olup uluslar arası antlaĢmaların gereği olarak uzak 87
denizlerde emniyet, denetim ve devriye görevlerine Marmaris‘ten çıkmaktadır. ġanlı Sancağımızı uluslar arası sularda dünya barıĢı ve güvenliğinin birer bekçileri olarak dalgalandırmaktadırlar. Aksaz Limanı, Akdeniz ve Bölgedeki tesanütün eskiye nazaran daha iyi durumda olması nedeniyle NATO müttefiki ve dost yabancı deniz kuvvet donanma ziyaretlerine de izin vermektedir. . Özellikle, 1950‘li yıllardan itibaren Donanmamızı Akdeniz‘de meydana gelen kriz dönemlerinde ve yıllık planlı tatbikat veya manevralarda Marmaris limanında sık görürdük. Çocukluk yıllarımızda bahriyenin geliĢiyle Marmaris birden Ģenlenir, donanma kıyıya bando çıkarıp gösteri yapar, askerlerden oluĢan futbol, voleybol, yüzme ve kürek takımlarıyla Marmarisliler spor yarıĢmaları düzenler, donanmadan karaya sinema makinesi çıkarılır, film gösterileri izlerdik. Marmaris‘in genç kızlarından bir kaçı azıları gönlünü bir denizciye kaptırıp evlenmiĢ, bize de bahriyeli eniĢte kazandırmıĢlardır. Özetle söylemek gerekirse eski Marmaris‘te sivil-asker iĢbirliğinin güzel ve mutlu örnekleri sergilenmiĢ, bu durum Ģimdi de aynen devam etmektedir…
ġanlı Yavuz seyirde (1947)
88
Buradan itibaren yazı baĢlığımız ‗ġanlı Yavuz ve Köpek Balığı‘na dönelim. Deniz Kuvvetlerimize ait donanmanın tatbikat ve manevra sonrası Marmaris Limanına sık ziyaret yaptığına önceden değinmiĢtim. Donanmanın o zaman sancak gemisi olan ve yakın tarihimizdeki rolünü yakından bildiğimiz Yavuz zırhlısının kendisi baĢlı baĢına bir kitaba sığmayacak kadar görev ve olayların içinde olmuĢtur. Bunlara kısaca değinelim. Yavuz, yakın tarihimizde adından çok bahsedilen zamanın bir savaĢ makinesiydi. Benim çocukluk ve ergenlik yıllarımda askerlik çağına gelmiĢ Marmarisli gençlerden Yavuz‘da bahriye askerliği yapan birçok hemĢerimiz vardı. Berber dükkanlarının ayna veya duvarlarında bu zırhlının veya üzerine hatıra olarak bu gemide askerlik yapan hemĢerinin baĢında ‗TCG.YAVUZ‘ yazılı bahriyeli Ģapkasıyla çekilmiĢ fotoğrafı olurdu. Ne de olsa Yavuz‘da askerlik yapmak biraz da ayrıcalıktı. HemĢerimiz Mustafa Peköz Yavuz‘da askerliğini yapan onlarca Marmarisliden sadece biridir. Burada, Marmaris Limanında demirli iken içinde kendi adının da geçtiği ‗Yavuz‘un iki olayına değineceğim.
89
ġanlı Yavuz Marmaris’te - 1951
Marmarisli Denizci Mustafa Pekoz Yavuz'da bahriye askeriyken -1951
90
Yavuz, anımsanacağı üzere 1912 yılında Alman tezgahlarında yapıldı. Ġlk adı ‗Goben‘ olan bu zırhlı diğer sınıftaĢı ‗Breslau‘ ile birlikte Birinci Cihan SavaĢının baĢlangıcında 10 Ağustos 1914 günü Ġngiliz savaĢ gemilerinin takibinden kaçarak Çanakkale Boğazı önlerine gelirler. Boğazdan içeri girme izni isterler. Bu izin hemen verilir. Ġngilizlere gemilerin Osmanlı Devleti tarafından satın alındığı söylenir. Zira Osmanlı Devleti Almanya ile 2 Ağustos 1914 tarihinde ittifak imzalamıĢtır. Anılan gemilerin adları ‗Yavuz Sultan Selim‘ ve ‗Midilli‘ olarak değiĢtirilip, direklerine de Türk Bayrağı çekilerek Karadeniz‘e açılırlar. Kırım yarımadasındaki Sivastopol, Odessa, Novrosiyk, Teodosya limanlarını bombalarlar. Doğal olarak bu durum Türklerin savaĢta fiilen Almanların yanında olunduğunu göstermiĢtir. Yavuz savaĢ süresince Karadeniz‘de aktif kalır. 10 Mayıs 1915‘te 17 gemiden oluĢan bir Rus filosundan kurtulmayı son anda baĢarır. 8 Ocak 1916‘da ‗Imperatriza Maria‘ gemisinin 30,5 santimlik toplarının ateĢi altında kalır. 20 Ocak 1918‘de Yavuz ve Midilli bu kez Amiral Hubert von Rebeur-Paschwitz komutası altında ilk kez Çanakkale‘den çıkıp Selanik‘e giderler. Yavuz‘un yardımıyla HMS Raglan ve M28 batırılır. Lakin kader arkadaĢı Midilli mayına çarparak batar. Yavuz da üç mayın yarası alıp zar, zor Çanakkale boğazına döner. Çanakkale yakınlarında karaya oturtulur. 26 Ocakta yüzdürülerek 1927 yılında yeniden donanmaya katılana kadar Ġstanbul‘da demirli kalır. Bu arada adı ‗Yavuz Selim‘ olarak değiĢtirilir. 1930‘ da Türkiye Cumhuriyeti Donanmasının Sancak Gemisi olur. 1938 yılının 19 Kasımında en acılı, hüzünlü görevlerinden birisini yapar. Yabancı ve Türk Donanmasının bazı gemileri eĢliğinde Atatürk‘ün naĢını Ġstanbul Sarayburnu‘ndan‘ alıp Ġzmit‘e taĢır. Yavuz, 1950 yılına kadar Türk Donanmasında ‗Duayen Gemi‘ olarak hizmette kaldı. 1950 de aktif görevden ayrılırken filoya bağlı diğer savaĢ gemileriyle birlikte sancak gemisi olarak maceralı geçen yaĢamının 91
son ve veda ziyaretini Marmaris‘e yaptı. Çeyrek yüzyıla yakın Gölcük‘te demirli kalmaya devam ederek bir tür idari birim, bir hapishane ve müze olarak varlığını sürdürdü. 7 Haziran 1973‘te hurda fiyatıyla bir Ġtalyan Ģirketine jilet yapılmak üzere satıldı. Koca Yavuz Ģarkı ve türkülere konu oldu. Bunlardan çocukluğumuzda sıkça duyduğumuz, hatta söylediğimiz ‗Yavuz geliyor Yavuz da suları yara yara‘ türküsü daha dün gibi belleğimdedir. Yavuz‘un hatıra olarak saklanan bazı parçaları Ġstanbul Deniz Müzesi, Gölcük, Ġskenderun gibi Ģehirlerde teĢhir edilmektedir. Yavuz‘u kısaca tanıdıktan sonra, bu zırhlı ile ilgili iki olaya burada yer vermek istiyorum. Her iki olay 1950 yılının Mayıs ayında Marmaris‘te meydana geldi. Neydi bunlar bir göz atalım: Birincisi, 22 Mayıs 1950 Pazartesi günü rahmetli Celal Bayar Türkiye Cumhuriyetinin 3. CumhurbaĢkanı seçilmiĢ, radyolar, gazeteler bu haberi anons ediyor, yazıyorlardı. Aynı gün, Türk Deniz Kuvvetleri savaĢ filosuna ait gemiler Marmaris limanına geldi. Yavuz zırhlısı limanın ortasında sancak gemisi olarak demirli durumdaydı. CumhurbaĢkanı seçimi dolayısıyla Yavuz‘dan atılan 101 pare topun Marmaris‘e doğru olan baĢ güvertesinden ateĢlenenleri bazı evlerin camlarının kırılmasına neden oldu. Ben o gün daha 13 yaĢımda mahalle arkadaĢlarımla kulaklarımızı tıkayarak kıyıdan top atıĢlarını sayarak izliyordum. Yavuz‘un güvertesindeki ateĢlenen toplar bir sancak ve bir iskele tarafından ateĢlendiğinde önce namlu ağız alevi ve dumanını görüyor, bir iki saniye sonra da sesini, yankısını dağlarda duyuyorduk. Bahar mevsimi nedeniyle havada çiçek tozları uçuĢuyor, karayelden esen hafif bir rüzgârın serinlettiği havaya çam, defne, piren ve hatta günlük kokuları karıĢıyordu. Marmaris o gün büyük bir Ģenlik havası içerisindeydi. Yavuz halkın ziyaretine açılmıĢ, biz de kardeĢlerimle gemiyi ziyarete gitmiĢtik. Donanmadaki denizcilere Ģehir izni verilmiĢ ve bahriyeliler çarĢıyı, 92
yolları, kıyıları doldurmuĢtu. Bazı denizciler gemideki birikmiĢ kirli çamaĢırlarını da bir torbaya koyup derelere doğru gidip yıkamayı tercih etmiĢlerdi. O zaman yüzmek, çamaĢır yıkamak için en uygun yerlerden birisi merkeze uzak da olsa üzerinde üç su değirmeni bulunan ‗Değirmen Çayı‘ idi. Bu çay, Marmaris‘in en yüksek zirvesi olan Balan Dağı (990 m.) eteklerinden vadilere, oradan da küçük Ģelaleler, çağlayanlar halinde bir gölete düĢen temiz, berrak sulardan oluĢuyordu. GeçmiĢte Marmaris Ģehir içme suyu buradan getirilmiĢti. Doğanın kendi kendine yarattığı bu gölet ve çevresi doğal park, piknik ve yürüyüĢ alanı, hatta yüzmeye gidilen cennet gibi bir yer durumundaydı. 1980‘li yılların sonunda Marmaris tanıtımı için Türkçe- Ġngilizce olarak hazırladığım broĢürde ‗Yavuz Plajı‘nı Marmaris‘te yerli ve yabancı turistler için gezilecek, görülecek doğal parklardan birisi olarak belirtmiĢtim. Göletin batısındaki Değirmen Çayı‘nda taĢlar üzerinde çamaĢır yıkayanlar olur, ―Sabuna hiç gerek yok, suya sokunca çamaĢırlar pir pak oluyor‖ diyen hemĢerilerin sesi hala kulaklarımdadır. ĠĢte, tam bu yerde acılı bir olay meydana geliyor. Yavuz‘dan Ģehir iznine çıkan bir denizci asker kirlenmiĢ birkaç iç çamaĢırını da yanına alıp buraya geliyor. Önce çamaĢırlarını yıkayıp kurumaları için makilerin dallarına asıyor. Gölette yüzen diğer denizcileri görünce o da yüzmek için kayadan kendini göletin ortasına bırakıyor. Yüzme bilmediği için boğuluyor. Bunu gören diğer denizciler Ģaka yapıyor sanıp, ilgilenmiyorlar. Maalesef bu denizci orada boğulup ölüyor. Bu haber kısa zamanda Marmaris‘e ve tüm gemilerdeki denizcilere duyuruluyor. Ölen denizci törenle memleketine uğurlanıyor. Donanmadan Ģehir izne çıkma hemen yasaklanıyor. Marmarisliler birden mateme bürünüyorlar. Birkaç gün sonra da Yavuz ve donanma duygulu sirenler çalarak sabahın erken saatlerinde limandan ayrılıp gidiyor. Bu dramatik olaydan sonra, Marmarisliler bu gölete ‗Yavuz Plajı‘ adını veriyorlar. 93
1980‘li yıllarda yapılaĢma, göç alma ve artan su talebi karĢısında göletin suyu Ģehir içme suyu kuyularına bağlandı. ‗Yavuz Plajı‘nın su seviyesi düĢtü ve bu güzel alternatif doğal gezi alanı, bu günkü ‗Turgut ġelale‘si gibi yaĢaması, yaĢatılması gerekirken ardında sadece adını bırakıp gözden kaybolup gitti. Tıpkı Yavuz‘un jilet olup gitmesi ve sadece adının yadigar kalması gibi… Diğer olay ise Marmaris‘e korku, heyecan yaĢatmıĢtır. Hani bir zamanlar ‗Jaws‘ filmleri izlerdik ya olay tıpkı onu çağrıĢtırıyor. Yavuz zırhlısı yine 1951 yılında planlı bir deniz tatbikatından dönüĢte diğer savaĢ gemileriyle beraber Marmaris limanını ziyarete gelir. Güzel bir yaz akĢamı, Ģimdiki Ziraat Bankası önlerinde, kordondaki sıralarda çoğunluğu yaĢlılar, az da olsa bazı yerli yabancı turistler oturmakta, Gölenye (1) ve Karapınar (2) yönlerinden esen karayel ve Börülce Rüzgarı (3) ile serinlemektedirler. Bir yanda belediye tellalı Topal Galip Amca‘nın elindeki megafonla açık hava sinemasındaki filmi anons ediyor, diğer tarafta ġekerci Kadir‘in saplarını mısır inciri kabuğuna veya taze domateslere tutturduğu elmalı ve horozlu Ģekerleri, ‗‖Haydi horozlu Ģeker, haydi elmalı Ģeker, tanesi yüz para‖ diye satmaya çalıĢıyordu. Çocuklar kanepelerde oturan annelerinden kendilerine hemen horozlu Ģeker aldırıyorlardı. Hafsa teyze (Hapse diye söylenir) futasını baĢından omzuna atıp baĢını açarak günün sıcaklığından kendince Ģöyle bir ―oh‖ demek için ―Acık yanaĢın bakan‖ deyip kanepede oturmakta olan diğer kadınların yanına oturur. Kadınlardan biri ―Nasılsın Hapse abla‖ der demez ―Nasıl olan ben, ni bu milletin deliliği, Ģımarıklığı, baĢımıza daĢ (4) yağacak. Kadınlar utanmayı galdırmıĢ, deliye bakara‖ vb. sözlerin hemen ardından sanki Hapse Abla‘nın sesini kesmek istercesine denizden su yüzüne çıkan bir canavar kıyıya hızla yaklaĢıp kuyruğuyla büyük bir su kitlesini kanepelerde oturanların üzerine serpiĢtirir. Hapse Abla ve yanındakiler ne olduğunu anlamadan ve ĢaĢkınlık içinde 94
sırılsıklam olurlar. Keza kıyıda oturan çocuklu bir aileye horozlu Ģeker satmakta olan ‗ġekerci Kadir de su serpintisinden nasibini alır, elindeki Ģeker tepsisini yere düĢürür. Kanepelerde oturmakta veya kıyıda dolaĢmakta olanlar ne olduğunu bilemeden ĢaĢkınlık içinde kalırlar. Olayı görmeyenlerden bazıları gördüğünü söyleyenlere ―Hadi canım sende, birisi denize atlamıĢ, Ģaka yapmıĢtır‖‘ diyerek inanmazlar. Aradan bir saat geçer geçmez sanki inanmayanlara söyleneni kanıtlamak ister gibi bu defa daha kuvvetli bir kuyruk çarpması ile deniz suyunu oturan veya ayakta olanların üzerine serpip kafa ve bedeninin bir kısmını göstererek kıyıdan uzaklaĢıp giden yine ayni canavardır. Gördüklerinin devasa büyüklükteki bir köpek balığı olduğu böylece kanıtlanmıĢtır. Olay hemen kaymakamlığa, ardından polis ve jandarmaya, limanda demirli olan filonun sancak gemisi Yavuz‘a duyurulur. Denize çıkıĢ yasaklanır, limandaki savaĢ gemileri ve karadaki güvenlik ekibi alarm durumuna geçer.
95
Yavuz, bahriye askerleri ve mataforaya asılı köpek balığı –1951
Limanda bahriye askerleri bir hücum bot içinde makineli tüfekli keskin niĢancılarla gündüz ve gece devriye gezmeye baĢlar. Ertesi sabah canavar köpek balığı Ordugâh (6) Mevkiinde kıyıya yakın bir yerde kuyruğu ve yelesini suyun üzerine çıkarıp yüzerken görülür. Keskin niĢancılar derhal üzerine makineli tüfekle ateĢ ederler. Askerler balığın vurulduğunu suyun üstünde arda kalan kan izlerinden anlayıp takip ederler. Fakat canavar yine kaybolur. Bir gün sonra sabah erken saatlerde kıyıya vurmuĢ vaziyette uzun yalı mevkiinde 96
görülür. Yavuz‘dan gelen büyük bir bot ve içindeki askerler 5 metre boyunda ve takriben 2 ton ağırlığındaki cam göz türü köpek balığını kuyruğundan bağlayıp Yavuz‘a sürükleyerek götürürler. Canavar, Yavuz‘un iskele üstündeki büyük bir vincin mataforasına resimde görüldüğü gibi asılır. Olayı öğrenince biz de ağabeyimle sandalımıza atladığımız gibi kürek çekerek soluğu Yavuz‘un yanında aldık. Askerler botlarla Yavuz‘un etrafında emniyet kordonu oluĢturmuĢlardı. Gelenleri belirli mesafede tutuyorlardı. Ulusal ve yerli basın muhabirleri oradaydı. DönüĢümüzde canavarı gördüğümüzü ailemize, herkese anlattık. Yavuz zırhlısı ve Köpek Balığı o günlerde Marmaris‘e bir hareket getirdi. Çevreden, uzak yerlerden Yavuz‘u ve canavarı görmek için gelenler oldu. Basın aracılığıyla Marmaris bir turizm hareketliliği yaĢadı. Ancak, bir müddet hepimizin denize girmeye çekindiğimizi itiraf etmeliyim. Olaya dair yapılan açıklamalarda, ―Bu tür büyük balıkların gemilerin dümen suyunu izlediklerini, dar boğazlardan gemilerle limanlara girdikten sonra daha derin sulara açılmak için çıkıĢ boğazını ararken sıkıntı yaĢadıklarını, böyle durumlarda da çılgınlıklar yapabilecekleri‖ ifade edilmiĢti. O zaman fotoğrafçı Azmi amcanın çektiği fotoğrafı bir hemĢerimden alıp büyülttürerek evimizin duvarına asmıĢtık. 1998 yılında Marmaris Aksaz Deniz Üs Komutanlığını bir ziyaretimde o zaman Tuğamiral olan Orhan Aydın PaĢamıza çerçeveli Yavuz ve Köpekbalığı fotoğrafını makamında hediye etmiĢtim. Çok mutlu olmuĢtu. Ama ne yazık ki, Marmaris‘ten Tümamiral olarak terfi edip tayinle ayrılan bu değerli insanı 1999 Marmara depreminde kaybettik. Bu vesile ile aziz ruhunu saygı ile selamlıyor, rahmetle anıyorum. Yavuz ve Köpekbalığı olayının ardından geçen birkaç yılda Marmarisliler yüzerken kıyılardan fazla açılmadılar. Hatta yaramazlık yapan küçük çocuklarına 97
―Ağlamaya veya yaramazlık yapmaya devam edersen seni köpek balığına yem olarak atarım‖ diyen anneler olmuĢtu. Ama Ģimdiki zamanelere bu söylense, ―Haydi at da görelim‖ derler o da ayrı mesele. Bu bile zamanın değiĢtiğini, köprülerin altından o günlerden buyana çok su akıp geçtiğini bize anımsatan ilginç bir örnek olsa gerektir... Yerel isim ve açıklamalar : (1) Gölenye (Ġçmeler Beldesinin eski adı) (2) Karamınar: (Karapınar) Halk Plajı, Marmaris Belediyesi Binası arka tarafı (3) Börülce rüzgarı (Halk Plajı arkasındaki sebze bahçelerinden esen rüzgar (4) DaĢ ( TaĢ) (5) Mısır Ġnciri (Meyvesinin kabuğu dikenli Kaktüs ağacı) (6) Ordugah (Kanuni‘nin Rodos Seferinde (1522) Osmanlı ordunun konaklama yerinden birisi (Pamucak Mevkii)
98
MARMARĠS BOMBALANIYOR Yakın tarihimizde biz Türkler için, ‗SavaĢta kazandıklarını masa baĢında kaybeder‘ diyenler de olmuĢ. Bunun doğru veya yanlıĢ bir yargı olduğunu bir yana bırakarak, yaĢadığımız toprağın, yerin, Ģöyle bir asırlık geçmiĢini araĢtırmaya kalksak doğru dürüst bir kitap, kayıt, doküman veya kaynak bulmakta zorlandığımız bir gerçektir. Durum böyle olunca en kolay baĢvuru noktamız çoğunluğa kıyasla biraz uzunca yaĢamıĢ hemĢerilerimiz, büyüklerimiz oluyor. Onlarında değerini bilmede yeterince duyarlı olmadığımızdan özellikle küçük yerleĢim birimlerinde bazı önemli bilgi, anı, öykü ve gelenekler kaynak olabilecek değerlerle beraber ebedi yolculuğa çıkıp toprağa gömülüp gidiyor. ĠĢte, ne acıdır ki, bizim Marmaris‘te de durum aynen böyledir… 1977 yılında emekli olup Marmaris‘e döndükten sonra Marmaris‘in dününü daha yakından incelemek, çevresini tanımak için bir mercek altına almayı kararlaĢtırdım. Bu anlamda ilk araĢtırmaya yaĢadığım ailemle baĢladım. Babam, annem ve aile yakınlarım baĢta olmak üzere diğer yaĢlı akraba ve hemĢeriler kaynak kiĢilerim oldular. Daha sonra da bu güne kadar yazılmıĢ yayın ve kayıtları incelemeye çalıĢtım. Bu bilgileri konularına göre ayrı dosyalarda topladım. 1988-1991 yılları arasında ‗Marmaris Turizm Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği‘ Yönetim Kurulu BaĢkanlığım sırasında da dernek kitaplığında mevcut bazı yayınlardan yararlandım. Bunlardan, Ġstanbul Eğitim Enstitüsü Tarih Öğretmeni sayın KürĢat Ekrem Uykucu‘nun 1969‘da yazıp 1970 yılında yayınlanan ‗Marmaris Tarihi‘ adlı kitabı bunlardan birisidir. Bu değerli hocamızla yaĢıyorsa iletiĢim kurmak çabası içinde olmama rağmen, ‗Muğla Tarihi‘, ‗Ġstanbul BeĢiktaĢ‘, ‗Osmanlı Tarihi‘ gibi yazdığı kitaplar dıĢında hakkında fazla bilgi elde edebilmiĢ değilim. 99
Dileyelim ve ümit edelim ki yaĢıyordur. YaĢıyorsa kendisine bir Marmarisli olarak minnet ve saygı sunuyorum. Değilse, Marmaris‘i tanıtma ve gündemde tutmada verdiği emek ve gösterdiği gayret için aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Yazı baĢlığı olan ‗Marmaris Bombalanıyor‘ a gelmeden önce o sürece nasıl ve neden gelindiği sorularına kısaca yanıt aramak istiyorum. Bilindiği üzere, Osmanlı Ġmparatorluğu dini, rengi, dili, etnik köken ve kültürü ayrı olan insanları adaletli olarak yüzyıllarca yönetmiĢ, üç kıtada 600 yıl egemenlik kurmuĢtur. 1364 yılında Orhan Gazi, Gelibolu‘nun fethi ile Avrupa‘ya ilk adımı atmıĢ, 1378‘de I.Murat Balkanlar‘a sahip olmuĢ, 1453‘te Fatih Sultan Mehmet Ġstanbul‘u fethederek çağ kapayıp çağ açmıĢtır. 1514‘te Yavuz Sultan Selim Çaldıran Seferi‘ne çıkmıĢ,1517‘de Mısır Seferini tamamlamıĢ, 46 yıllık padiĢahlığı döneminde Kanuni Sultan Süleyman kendisinden önce ve sonra 36 Osmanlı PadiĢahı arasında Marmaris‘e gelip Rodos kuĢatmasına geçen hükümdar olmuĢtur. 1522‘de Rodos‘u kuĢatmayı baĢarmıĢtır. Mohaç Seferi ve diğer baĢarıları devam ettirerek, onun zamanında Akdeniz bir ‗Türk Gölü‘ne dönüĢmüĢtür. Barbaros, Oruç, Hızır, Turgut, Salih Reis ve Piyale PaĢa gibi kıymetli denizcilerimiz Umman, Kızıldeniz, Akdeniz, Atlas ve Hint Okyanuslarında Osmanlı Türk Sancağını onurla dalgalandırmıĢlardır. 1529 ve 1683 I. ve II. Viyana KuĢatmalarında Osmanlı Orduları Viyana kapılarına dayanmıĢ, kuĢatmayı aylarca sürdürebilmiĢtir. 1911 Trablusgarp ve 1912 Balkan SavaĢları hüsranla sonuçlanınca 1354 yılında Avrupa‘ya ilk adımı attığımız Gelibolu yarımadasına dönüĢümüz baĢlamıĢ, koca imparatorluk çökmüĢtür. 20. yüzyılın baĢında Avrupa‘da da durum karıĢıktır. 28 Haziran 1914‘de Avusturya-Macaristan Veliahtının bir Sırplı tarafından öldürülmesi ile I.Cihan SavaĢı çıkmıĢ, Ġngiltere, Fransa ve Rusya birleĢip Ġtilaf Devletleri, 100
bunların karĢısında da Ġttifak Devletleri olarak önce Almanya, Avusturya, Macaristan ve sonra da Osmanlı Devleti vardır. Bu dönemde Trablusgarp, Balkanlar, Galiçya, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Kafkaslar olarak 8 cephede savaĢmakta olan Osmanlı Ordusu 9. cephe olarak Çanakkale‘de de savaĢmak durumunda kalmıĢtır. Birinci Cihan SavaĢının yarattığı ateĢ çemberi içine kıyı Ege‘deki yerleĢim birimleri de girmiĢtir. Marmaris Bodrum gibi kıyı yerleĢim birimleri 1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢtır. Marmaris‘in bombalanmasına dair resmi yayınlardan bir tanesi Genel Kurmay BĢk.lığı Harp Tarihi Encümeni sayı 50605 ve 26 Ağustos 1940 Ankara tarihli dokümandır. Buna göre Marmaris iki defa bombalanmıĢtır. Ġlki miladi 5 Mayıs 1912, Rumi 1328 tarihinde,,ikincisi ise miladi 29 Temmuz 1916, Rumi 1332‘de olmuĢtur. KürĢat Ekrem Uykucu‘nun ‗Marmaris Tarihi‘ (1) adlı kitabında ise bu tarih 1914 yılının Temmuz ve Ağustos ayları olarak verilmiĢtir. Marmaris‘in bombalanması olayında hedef kale, tepe mahallesi ve askeri birliklerin olduğu düĢünülen bazı önemli noktalar olmuĢtur. Bu yıllarda Marmaris merkez nüfusu takriben bin kiĢi civarındadır. Kanuni döneminde, ‗Marmarus‘ adlı köy olarak 50 kiĢilik nüfusu olduğu bilinen Marmaris 1867 yılında ‗Kaza‘ ve kaymakamlık oluĢuna kadar değiĢik nüfus hareketleri yaĢamıĢtır. Bu konuda, ‗Marmaris Tarihi‘ araĢtırması yapan hemĢerimiz sayın O.Levent Seral‘ın notlarına da göz attım. Konumuz kalenin bombalanması olduğu için burada daha fazla ayrıntıya girmeye gerek görmedim. Sadece kalenin bombalanma nedenini rahmetli babamdan yaĢamında kendi ağzından duymuĢtum. Babam bana Ģunları anlatmıĢtı: ―Ben henüz beĢ yaĢındayken babam ölünce 4 kardeĢ yetim kaldık. Kalenin bombalanması olayında da on yaĢında çocuktum. Evlerimizde elektrik, su yoktu. Evin altındaki kuyu suyunu kullanıyorduk. Marmaris geceleri ay olmadığı günlerde zifiri karanlıktı. Sadece bekçi düdüğü 101
duyulurdu. Herkes erkenden evine kapanırdı. Limana geceleri gavur gemileri keĢif için girer çıkardı. Kaymakamlığın ilanlarını tellaldan duyardık. Herkesin kapısı penceresi kilitli ve arkasında dayka (kalın odundan destek) vardı. Harp hali olduğu için yiyecek, yakacak sıkıntısı vardı. Anam düven (evlerdeki dokuma tezgahı) dokur, para kazanır, bize bakardı. Ağabeyim Mustafa benden 5 yaĢ büyüktü. Kabadayı, gösteriĢli çocuk olduğu için onu askere aldılar. O yıllar Balkan SavaĢı vardı. Trakya‘da Çatalca‘da Ģehit oldu haberi geldi. Bizim ne olacağımız belli değildi. Bir gün açık denizde ‗Yalancı Boğaz‘ açıklarında gavur gemileri görünmüĢ. Bunları kaledeki muhafız birlik komutanı dürbünle görmüĢ. O zaman Marmaris‘in güvenliği için hem limana giriĢte ve hem de Yalancı Boğaz‘da kıyı koruma, gözetleme için karakol askerleri vardı. Bunlar kaledeki komutanla iĢaretleĢirlermiĢ. DüĢman gemisi kıyıya veya Marmaris Boğazına rota tuttuğu zaman karĢılıklı olarak uzunca bir odundan yapılmıĢ sırığa içi saman dolu çuvalı iple yukarı çekerek karĢılıklı iletiĢim sağlarlarmıĢ. Gece oldu mu da tehlike ateĢ yakarak bildirilirmiĢ. Eskiden, kıyıdaki evimizden Yalancı Boğaz‘a yaklaĢan bir geminin bacası veya köprü üstünü, bacasından çıkan dumanı çıplak gözle görebilirdik. Örneğin, iki haftada bir Ġstanbul-ĠzmirMarmaris-Fethiye- Antalya-Ġskenderun arası iĢleyen zamanın Dumlupınar, Konya, Nejat, Etrüsk, Ankara adlı yolcu ve yük gemileri bu sulara geldiği veya Marmaris Boğazından Körfeze giriĢte yolcusu olanlarla ticari mal bekleyenler hazırlığa baĢlar, çocuklar ise geminin geliĢini ―Ağla vapur, Ağla vapur‘ diye bağırıp, çağırarak bekleyenleri geliĢten haberdar ederlerdi. (ġimdi Yalancı Boğaza Marina, çekek yerleri ve dolgular yapılınca bu görüĢ kayboldu) ĠĢte ne olduysa bir sabah erken saatlerde oldu. Kale komutanı Yalancı‘ Boğaz‘daki karakoldan çuvalın direğin tepesine çekildiğini görünce oradaki keĢif ve gözetleme unsurlarına kıyıya yaklaĢan yabancı askeri gemiye ikaz için ateĢ açma emrini yine karĢı iĢaret verir. Fransız gemisine doğru karakoldan ve kaleden ikaz atıĢı 102
yapılır. Bizimkilerin açtığı ateĢ sadece yabancı gemiye kıyılarımıza yaklaĢmama iĢareti olmaktan öte bir iĢe yaramamıĢtır, atılan kurĢunların gemiye ulaĢması bile olası değildir. Fransız‘ın savaĢ gemisi ve komutanı mutlaka bu uyarı ateĢini ciddiye almıĢ olacak ki, ― Bize ateĢ öyle açılmaz, böyle açılır‘ dercesine salvo atıĢlara baĢlar. Kaledeki komutan ve yardımcılarıyla Yalancı Boğazdaki karakol askerlerinin birkaçı bu atıĢlar sonrası etkisiz duruma getirilir. Marmaris Kalesinin kuzey yakasına düĢen bombalardan ikisi buradaki Hafsa Sultan Kervansarayı‘nın duvarına isabet eder. Burada Buradaki kemerin içine korunmak için saklanmıĢ yaĢlı kadın, erkek ve çocuklardan bazıları duvara isabet eden bombaların Ģarapnel parçalarından etkilenerek ölürler, yaralanırlar. Bunların içinde ölen dedem ve halam ve bazı yakınlarımız vardı. Bizi annem önceden Tersane Bölgesine götürdüğünden bombalamadan etkilenmedik‖ dedi. Babamdan sağladığım bu bilgi bana göre Marmaris‘in bombalanma nedeninin birinci nedeni sadece karakol askerlerinin Fransız savaĢ gemisine piyade tüfekleriyle açtığı ateĢ değil. Burada değineceğim ikinci nedeni daha önemli buluyorum. O da Ģu olmalıdır. Yine o günlerde Marmaris Limanına Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemilerinin takibinden kaçan bir Alman denizaltısı girmiĢtir. HemĢerimiz Sayın Fatma Çimen‘in ‗Denizde Efelik Olmaz‘ (2) adlı kitabında adı geçen ve bizim mahalle komĢumuz, babamla çocukluk arkadaĢı olan ‗Mıstan Sokağı‘ sakinlerinden merhum Ġsmail Kutay‘ın (Lakabı, Bacaksızın Ġsmail) ifadesine göre, zamanın Marmaris Kaymakamı bu denizaltıyı bir heyetle ziyarete bile gitmiĢtir. Ġtilaf Devletleri Akdeniz Donanma Komutanlığı Alman Denizatlısının kendilerine teslimini istemiĢ, bu istek zamanında yerine getirilmeyince geminin limandan kaçmasını önlemek için Marmaris Boğazını mayınlamıĢlardır. Bunun üzerine Marmaris‘te bulunan askeri birlik komutanı ve diğer mülki erkan sağladıkları uzman personelle bu mayınları söktürüp boğazı açmıĢlar, 103
Alman denizatlısını Marmaris Limanında mahzur kalmaktan kurtarmıĢlardır. Sökülen mayınlar ise o günün zor koĢullarında Marmaris‘ten Ġstanbul‘a, oradan da Çanakkale‘ye gönderilerek bu defa Çanakkale Boğazına döĢenmiĢtir, 18 Mart 1915 günü sabahı çok hayati bir görevde kullanılmıĢtır. Durumun böyle geliĢtiğini öğrenen Ġtilaf Donanması Marmaris‘i ve Marmarislileri cezalandırmak için kaleyi ve Ģehri onra topa tutmuĢ, kalenin ve Marmaris‘in savunmasında görev almıĢ zabitlerden Leyneli YüzbaĢı Cavit Bey ile Topçu subayı Ömer Efendi, diğer asker ve masum insanları Ģehit etmiĢlerdir. . Marmaris Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Yönetim Kurulu BaĢkanlığım sırasında Marmaris Belediyesinden de izin alarak bombalamada Ģehit olanlar ve yaralananlar anısına Kalenin Kemeraltı‘ mevkiindeki iki dar sokağa anı plaketi asılmıĢ, üzerine Ģehitlerimiz olan ‗Leyneli YüzbaĢı Cavit‘ ile ‗Topçu zabiti Ömer Efendi‘nin adları yazılmıĢtır. O günlerin Leyne‘si bu günün Yatağan ilçesine bağlı Turgut beldesidir. Bir dernek gezimizde bu aziz Ģehidimizin memleketini ve varsa yakınlarıyla tanıĢmak için Turgut beldesine uğradık. O günkü Belediye BaĢkanı sayın Muammer Bahçeli‘den önceden randevu alarak buluĢtuk. Sayın Bahçeli gurubumuzu karĢıladı ve bize beldesini tanıttı. YüzbaĢı Cavit Bey‘in ailesinin Ġzmir‘e taĢındığını, naĢının da Ġzmir‘e taĢınıp, orada defnedildiğini söyledi. Marmaris‘in savunmasında Ģehit düĢmüĢ diğer askerlerin nerede gömülü olduklarını maalesef halen bilemiyoruz.
104
Bombalamada ölenlerin, yaralananların bulunduğu Kemeraltı Mevkii
105
Sonuç olarak, Marmaris‘in bombalanması konusunda Ģu değerlendirmeyi yapabiliriz. Marmaris 1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢtır. Kalenin altındaki kemer altına kendilerini korumak için sığınan yaĢlı, kadın ve çocuklardan oluĢan 15-20 kiĢilik bir topluluktan bazıları Ģehit olmuĢ, bazıları da yaralanmıĢlardır. Bunlardan, uzun yıllar yaĢayan ama Ģimdi hayatta olmayan hemĢerilerle yaptığımız sohbetlerde en çok can kaybı ve hasarın 1916 yılındaki bombalamada olduğu anlaĢılmıĢtır. Bu durumda 1912 ve 1914 bombalamalarında ölen veya yaralananların olup olmadığına dair bir bilgi yoktur. Bombalamada ölen, Ģehit olan ve yaralanan hemĢerilerimizin birçoğunun isim veya lakaplarını öğrenerek buraya aldık. O tarihte Marmaris gibi küçük bir yerleĢim biriminde bu tür detaylar kayda alınmadığı için maalesef tam bilinemiyor. Bu konuda aile büyüklerimiz, komĢu ve hemĢerilerimiz kaynak kiĢiler olmuĢtur.
Kalenin bombalanmasında top mermisinin düĢtüğü yer1916
Marmaris‘in bombalanmasında ölen ve yaralanan Marmarislilerinden bilinenlerin ad ve lakapları Ģöyledir: 106
Hüseyin Güven Topal Hüseyin Hacı Selim Hacı Selim‘in Hamdi‘nin kızı Makbule (lakabı, Topal Makbule) Vesile hanım (Hamdi‘nin karısı, Makbule Gökova‘nın annesi ġevki Tüfekçilerden bir kadın ve çocuğu Maya karısı ġerife ve çocuğu Gülsüm Karaduman
Yazar E.Uysal ve Makbule Gökova, 2005
Takriben 95 yıl, neredeyse bir asır önce yaĢanan bu dramatik olayda Ģehit olanları tespite çalıĢtım. Yaralı ve gazilerden hayatta kimse kalmadı. Ben de bu gerçeği görerek halen ve geleceğin genç kuĢaklarına, Marmarislilere küçük bir hizmette bulunmak, yaĢadığımız her günün çabucak düne dönüĢtüğü gerçeğinin bilincinde olarak elimi çabuk tutup olayları bizzat görüp yaĢayan Marmarisli büyüklerimizle konuĢtum. ĠĢte bunlardan birisi babaannemin üvey kardeĢi Makbule Gökova‘ydı.. 1916 Fransız bombardımanında korunmak için saklandığı Kemer altında annesini, babasını kaybetmiĢ. Ayağına isabet eden Ģarapnel parçası onu henüz genç kızlığında 107
özürlü kılmıĢ. Lakabı ‗Topal Makbule‘ olmuĢ. Kendisiyle hayattayken 2005 yılında bir sohbet ettim. Bombalama olayını kendi ağzından dinledim. Sevgili teyzemiz Gökova 97 yaĢında, yani kendisini, ziyaretimden iki yıl sonra 2007 yılında hayata gözlerini yumdu. Tıpkı yaĢamında söyleĢide bulunduğum Çanakkale Gazimiz Gölenyeli (Ġçmeler) Ekrem Kaz ve diğer değerli gazilerimiz gibi... .Birçok olay ve anıya, bilgilere böyle bir kitapta yer vermeyi hemĢerilik görevi saydım. Kitabın, Marmaris yaĢayanına yarar sağlayacağına olan inancımla, Marmaris‘in bombalanma ve savunmasında Ģehit ve gazi olan asker, hemĢeri ve vatandaĢlarımızı minnetle anıyor, aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyorum.
Yazar Erol Uysal 1924 doğumlu Kemal Karaduman’’ı ziyaretinde
(1) Marmaris Tarihi – Ekrem Uykucu -1970 (2) Denizde Efelik Olmaz- Fatma GebeĢ Çimen–2007 108
MARMARĠS’ĠN ‘MISTAN SOKAĞI’ Marmaris‘in ‗Mıstan Sokağı‘ yazdığım kitabın adı oldu. Tepe Mahallesinin ve Marmaris Kalesinin güney doğusu, limanın kuzey batısında, ‗DevedaĢı‘ ile ‗Çulluk‘ ve ‗Kısayalı‘ mevkii arasında kalan, doğudan batıya takriben iki yüz metre uzunluğundaki bu dar sokaktaki mütevazı bir evde doğmuĢum. çocukluğumu, ilk öğretim yıllarımı bu sokaktaki taĢ yapılı denize sıfır konumdaki yerde yaĢadım. Eğitim alıp meslek sahibi olmak için 16 yaĢımda ayrıldığım ailem ve Marmaris‘e özellikle yaz mevsiminde izinli olarak en fazla 15-20 gün için gelip tatil yapabildim. Emekli olarak temelli döndüğümde aradan tam 26 yıl geçmiĢti. Bu vuslatın gerçekleĢmesini dostlarıma ‗Tilkinin dönüp dolaĢacağı yer kürkçü dükkanıdır‘ atasözüyle açıklamaya çalıĢtığımı daha dün söylemiĢ gibiyim. Burada, bana özel bir durumu üzerine basarak vurgulamak istiyorum. Bugün, 2011 yılının henüz baĢlangıcında yazmayı bitirmek üzere olduğum bu kitabın son rötuĢlarını 1937 yılının 17 Eylül gününde doğduğum ve kitaba adını verdiğim ‗Mıstan Sokağı‘ndaki evde yapıyorum. Daha düne kadar Marmaris‘te yaĢayan bizden daha yaĢlı hısım, akraba ve komĢulara dede, nine, amca, hala, dayı, teyze, ağabey ve abla derken, onların birer ikiĢer maddi dünyadan çekilmelerinden sonra benzer lakap ve adlarla çağrılma, hitap ve bilinme sırası Ģimdi de bana geldi. Zaman su gibi akıp geçiyor. Mıstan Sokağı sakinlerinin çoğu maddi dünyadan manevi yaĢama uçup gittiler. Geride anılarını ve taĢ evlerini bıraktılar. Bazen, Mıstan Sokağının dingin bir gününde ortasında durup 109
―‗Ey Deniz kıyılılar! Neredesiniz babalar, anneler, dostlar, akrabalar, komĢular. Nereye gittiniz‖ diye haykırmak geliyor içimden. Sonra kendi isyanıma iç güdüm yanıt veriyor. Ama bu yanıt sanki onlardan geliyor. . ,‖Devir teslim dünyası evlat, bir gün sizde bizim gibi olacaksınız‖ der gibiler. ―Doğru‖ deyip ayaklarımın yere bastığını fark ediyorum... .‗Mıstan Sokağı‘nı eski Marmaris‘in diğer mahallelerinde yaĢayanlar fazla bilemezler. Burada sanki ayrı bir dünya vardı ve değiĢik insanlar yaĢardı. Bunları bir uçtan diğer uca isim ve lakaplarıyla kısaca anımsarken içlerinden bazıları sanki ‗biz de varız, unutma beni, bizi ‘ der gibiler. Olabilir, bazılarını atlayabilirim. Dile kolay, aradan neredeyse yarım yüzyıl geçti ve Ģimdi artık sokakta bu yazıda adlarını, lakaplarını verdiğim komĢu ve sokak sakinlerinden çok azı hayattalar.
Doğudan batıya Mıstan Sokağı (2009)
Bilindiği üzere, 1934 yılına kadar soyadı kullanılmadığı için aile ve kiĢiler lakaplarıyla tanınırdı. Her 110
ailenin bir lakabı vardı. Anılan sokağa da bu geleneğe uyan bir ad verilmiĢti. Bunun özünde ailemiz büyükleri vardır. ġöyle ki; Babamın babası Ġbrahim dedemin babası yani büyük dedemin adı Mustafa‘dan kısaltma olarak ‗Mıstan‘ olmuĢ. Mıstan dedemler dört kardeĢmiĢler. Bunlar, Ġbrahim, (Hacı Ġbram) Mustafa, Hasan ve Hüseyin. Bu kardeĢ çocukları evlendiklerinde de birbirlerine yakın evlerde oturmuĢlar. Aile ve akrabaların genel adı ‗Mıstanlar‘, yaĢadıkları sokağa da ‗Mıstan Sokağı‘ denilmiĢ. Ġbrahim dedemin çocuklarından birisi olan Mustafa fiziği güçlü ve iri olduğu için daha on altı yaĢındayken 1911-12 Balkan SavaĢında askere alınmıĢ, Trakya‘da Ģehit olmuĢ, bir daha eve dönmemiĢ. Ġbrahim dedemin eĢi ġerife ninem Mustafa‘nın acısını vefat ettiği 1952 yılına kadar hiç unutmadı. Çocukluğumuzda bize hep gözyaĢları dökerek oğlunu, hiç görmediğimiz amcamızı ve onunla yaĢadığı anıları anlatmıĢ, Ģunları söylemiĢti: ―Yavrum, aslanım, oğlum Mustafa daha çok gençti. Bir gün Mıstan Sokağına Marmaris Askerlik ġubesinden bir zabitle, yanında bir tellal elinde megafonla çıka geldi. Yanlarında bir de davulcu vardı. Önce davul gümbürdedi. Ardından tellal anonsa baĢladı. ―Duyduk duymadık demeyin, 1895 doğumlu gençler de savaĢ nedeniyle askere alınacaktır. 24 saat içerisinde Askerlik ġubesine teslim olacaklardır. Zamanında gelmeyenler asker kaçağı sayılacaklar ― denilince yüreğime bir sızı düĢtü. Fidan gibi Mustafa‘mın yaĢı henüz 16‘ idi. O daha 10 yaĢındayken dedeniz öldü. Mustafa, ağabeyi Mehmet ve babanız Hüseyin yetim kalmıĢtı. Mustafa o gün bu ilanı duyunca çok sevindi. Boynuma sarılarak ‗Anacığım, oğluna güveniyorlar, öyle olmasa bu yaĢta beni askere mi alırlardı‘ demiĢti. Ertesi günü askerlik Ģubesine gidip kaydını yaptırdı. Aynı günün gecesinde yıkandı, çamaĢırlarını tahta bavuluna yerleĢtirdim. Gece yanımda boynuma sarılarak yattı. Sabah güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra elimi öptü. Bavulunu alıp Mıstan Sokağı 111
yokuĢundan çıkıp kaybolup gitti. Ardından su döktüm, dualar ettim. Yavrumun gidiĢi o gidiĢ. Bir daha kendisinden haber alamadık. ġubeden 6-7 ay sonra Ģehit olduğu haberini aldık. Oğlumun acısına dayanamadım. Ondan sonra hep hasta oldum. Ana yüreği yavrularım, ateĢ düĢtüğü yeri yakıyor, dayanılması çok zor. Allah kimsenin baĢına evlat acısı vermesin. Sizler sağ olun. Ben siz torunlarım olmasa hiç yaĢayamazdım‖ . ġerife Ninem, evdeki tezgahında ilk el dokumacılığı yapan kadınmıĢ. Ninem, kocası Ġbrahim dedem kayın pederiyle Kâbe‘ye gidip Hacı olduktan sonra daha babam beĢ yaĢındayken 1908 yılında ölmüĢ. Ninem, yetim kalan çocuklarını büyütüp yetiĢtirmek için evde dokumacılığı öğrenmiĢ. Marmarislilere ait eski fotoğraflardaki kalın çizgili, sarı, bej, gri renklerdeki baĢörtüleri yerel adıyla ‗futa‘ bezi çoğunlukla ġerife ninem dokumuĢ. Çocukluğumuz onun tezgahının (düven) üzerinde, altında oynamakla geçti. Hatta ona kardeĢlerimle yardım etmek isterdik. Marmaris‘te ipek böceği kozasından elde edilen ipek iplikle (bürümcük) kumaĢ yapma ve dokumayı baĢlatanların bir kaçını daha anımsayabiliyorum. SipariĢ üzerine, Marmaris‘in Yılancık Adasına üslenmiĢ Akdeniz Korsanlarını etkisiz duruma getirip, zamanın Rodos Valisi Deli ġükrü PaĢa tarafından Rodos Adasında ödüllendirilen denizci Marmarislilerin giydikleri ninemin imal ettiği gömleklermiĢ. Bu gömleklerle ġükrü PaĢanın huzuruna çıkan leventleri, PaĢa,‖HoĢ geldiniz Sarı Gömlekliler‖ diyerek karĢılamıĢ. Bundan sonra da Marmarislilere yörede ‗Sarı gömlekliler‘ denilmiĢ. Has ipekten yapılan giysilere ‗Sadakor‘ denirdi. Babam evlenmeden önce bakkal dükkanı açmasına maddi manevi katkı sağlayan, evlenirken de güvey gömleğini dokuyup diken yine n,nem olmuĢ. Bu gömleği onun ve babamın hatırası olarak hala saklarım. Marmarislilere ‗Sarı Gömlekliler‘ denilmesinde katkısı olan ve 1952 yılında ben on beĢ yaĢımdayken 87 yaĢında maddi yaĢamını tamamlayan bu değerli Türk Kadını babaannemi 112
(biz kardeĢler o zaman ‗nine‘ sözcüğünü kullanırdık) kere daha takdir, minnet ve saygı ile anıyorum.
bir
ġerife Uysal zamanın Marmarisli kadınlarının giydiği ve kendi dokuduğu futa ile
Amcam Mustafa‘nın Ģehit haberi duyulduktan sonra mahalleli Ģehit Mustafa‘nın adı ebediyen yaĢasın için sokağın adının hep ‗Mıstan‘ olarak kalmasını ister. Sokak sakinleri bunu yapar ve sokağa ‗Mıstan Sokağı‘ adı verilir. ġehitlerin mezarı olmaz. Onlar, Allah katında en mutena yerdedirler. Aradan yıllar geçti, ‗Deniz Kıyısı Sokağı‘ oldu. Daha sonra da sokaklar numaralandırılınca bizim Mıstan Sokağı 28. sokak olup çıktı. Bu değiĢime burada yer vermeseydik yeni nesil akraba ve Marmarisliler bunu hiç bilemeyecekler, bu sokakta yaĢamıĢ ilginç insanlar, adları, anıları, özellikleriyle birlikte toprağa gömülüp gidecekti. Belki de bize ilham kaynağı olan bu dürtü Mıstan dede‘nin veya Ģehit Mustafa Amcamın, hatta bugün hayatta olmayan Mıstan Sokağı sakinlerinin ruhlarından gelen bir mesaj veya aldığımız ilhamdan olsa gerektir. Öyleyse, bu sokağın sakinlerini gelin biraz yakından tanıyalım.
113
Mıstanlardan halen hayatta olanlar Hayriye Düzenli (90)ve
Mıstan sokağındaki evimizin tam karĢısındaki evde Çolak ġavkı (ġevki) ve karısı Hayriye Teyze yaĢardı. Kızları YaĢar Abla mahalleyi bırakın Marmaris‘in en güzel kızıydı. Çolak ġavkı içki içer, özellikle akĢamları sarhoĢ olur, sağa sola sataĢır, bağırır, çağırır, naralar atardı. Ġçki içmediği zaman çok iyi bir insan ve komĢuydu. Bir kolunun yok oluĢu nedeniyle kendisine bu lakap verilmiĢti. Ayık olduğu bir günde kendisine kolunun hangi nedenle kesik olduğunu sormuĢtum. Aldığım yanıt, ―Askerliğimde Ģehir iznindeyken bir askeri inzibat beni yakalamak istedi. KarĢı gelip bir de yumruk attım. Ġnzibat tabancasını ateĢledi ve kolumdan vuruldum. Beni yakalayıp hastaneye götürdüler. Atılan mermi omzuma yakın yerden kol kemiğimi kırmıĢtı. Hastanede kolum alçıya alınsa da hareketli olduğumdan tam yerine kaynamayıp kangrene dönüĢtü. Doktorlar kolumu kestiler‖ dedi. ġavkı amca tek 114
koluyla efeliğe, dayılığa soyunur, bazı düğün ve kutlamalarda olay çıkarırdı. O zaman biz çocuklar Mıstan sokağında onun geliĢini nara atması üzerine duyar, ―ġavkı geliyor‖ diye evlerimize kaçıĢırdık. Dev yapılı bir adamdı. Tek koluyla koca bir pirinç, un veya Ģeker çuvalını sırtına alıp taĢır veya arabaya atabilirdi.
Mıstan Sokağı sakinleri, Kadriye, Bezmigül ve GülĢen-
(Soldan sağa-Ayten, Dürüye,
Çocukken, Mıstan sokağında yaĢayan akraba, komĢu ve mahalle sakinlerini lakap ve isimleriyle tanırdım. ‗Mıstan Sokağı‘nın her iki yanında oturanlardan anımsadıklarım Ģunlardır. Duran Ġlgün (Ġstiklal SavaĢı Gazisi) çocukları, Mehmet, Halil, Kemal Ġlgün‘ler, Nazmiye‘nin Hasan, Dolmalar, Mayiller, Hüseyin amca, çocukları Salih, Apti Yüce, Mıstan oğlu Hüseyin, Mıstan oğlu Mustafa (Kaçıka) Ali oğlu Mehmet, Ekincikli Mustafa, Hüseyin Gökmen, Fatma Hanım hala, Halil Bey, AltındiĢ Mustafa, ÇebiĢin Kemal, 41‘li Kemal, Yörükoğlu Mustafa, Turunçlu Mustafa, Hasan Demirci, Kel Mustafa, Tahtakıran Hüseyin ve kardeĢi Duran, Hacı Selim, Gabız Hasan,AĢçı Alirıza, Pampik Duran, Adalı HurĢit, 115
Kadıoğulları, Bacaksızlar, Kabakçı Kamil, KeleĢin Güllü ve Koca Apti, Havanın Hayriye, Ali Usta, Memeterezinin (Mehmet Reis‘in) Kemal ve Mehmet, Kemal GümüĢay, Hüseyin GümüĢay, Ġlhan GümüĢay, Hayrettin Gökmen, Ekizler, Baharlılar, Yorgancı Hayriye, Tokalaçlar, Marangoz Mehmet, Ġbinin Mehmet, Bekçi Halil amca ve Mükerrem teyze, ĠbiĢler,(ĠbiĢ kaptanlar) Kampazın YaĢar, Ali Osman YeĢilyurt, Tokalar, Adalı Mehmet Ali oğlu Mehmet Gök anımsayabildiğim komĢularımızdı. Bunlardan, Hacı Selim‘e ait bir anektoda ‗Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ baĢlığı altındaki yazımda yine bu kitapta yer verdim. Eskiden Hacı Selim ve yakınları bu sokakta otururlarmıĢ. ‗Bacaksızlar‘ olarak lakabı geçen aileye gelince; Mehmet Amcanın boyunun kısa olmasıyla ‗Bacaksız Mehmet‘ lakabını aldığını, hanımı Dürüye teyze ile çok sevimli büyüklerimiz olduklarını iyi hatırlıyorum. Çocukları, o zaman en küçüğü bile bizden yaĢlı, ağabeylerimiz olan altı erkek kardeĢtiler. YaĢ sıralamasına göre en büyükleri Ġsmail Hakkı Kutay, Cevdet, Sadık, Akif, Lütfü ve Rifat‘tır. Bunlardan Ġsmail, Cevdet ve Sadık öldüler. Diğerleri yaĢıyorlar. Bacaksız Mehmet amcanın çocukları ilköğretimlerinden sonra Marmaris‘ten ayrılarak Ġstanbul‘a okumaya gittiler. Ġlk, orta ve yüksek okullardan diplomalı olarak değiĢik meslek dallarında birçok kurumda çalıĢarak emekli olup Ġstanbul‘da yaĢamaya devam ettiler. En küçükleri Rifat Marmaris‘e dönüp yerleĢti. Ama hepsi çocukluklarını yaĢadığı Marmaris‘i ve Mıstan Sokağını unutmadılar. Her yıl özellikle yaz aylarında Marmaris‘e eski evlerinin önündeki bir kahvede çay içip anıları ve çocukluklarını tekrar yaĢamaya çalıĢırlar. Marmaris‘e geldiklerinde ‗Mıstan Sokağı‘nın eski sakinleri olarak bu kardeĢ ağabeylerle sohbetlerim oldu. Onların bilgi ve anılarından yararlandım. ‗Mıstan Sokağı‘ sakinleri arasında renkli kiĢiliklerini gördüğüm, anımsadığım birçok komĢumuz vardı. Kadıoğlu Sabahattin Keskin bahriye askerliğini deniz 116
kuvvetlerinin ‗Yıldıray‘ denizatlısında yapmıĢ. Denizaltıyı Türkiye‘ye getirmek için Amerika‘ya gitmiĢ. 1950‘li yıllarda Holywood‘da ‗Robin Hood‘ türü kahramanlık filmleriyle ünlü aktör Erol Flynn‘ın filmlerini izlemiĢ olacak ki, bana ismimin benzerliği nedeniyle ‗Erol Flayn‘ derdi. Sonradan kendisine de Marmarisli arkadaĢları ‗Clay‘ lakabını takmıĢlar. Yeri geldiğinde dünya Ģampiyonu boksör ‗Muhammed Ali Clay‘ gibi yumruk attığını söylemesinden bu lakap takılmıĢ. Denizi ve havayı çok iyi bilip tahmin yürüten, elleriyle kıyıdan ahtapot yakalayan, balık tutan, esprileri, Ģiirleri ve hayata biraz da Bodrum‘lu Neyzen Tevfik felsefesine benzer açıdan bakan komĢumuz Sabahattin, Hacı Selim‘in torunlarındandır. Kadıoğlu Sabahattin ne yazık ki o zamanlar bir çok Marmarisli genç hemĢerilerin alkole esir düĢüp sağlığını kaybettiği gibi yaĢama erken veda ederek evlenip yuva kuramadan sessizce maddi yaĢamdan manevi dünyaya göçüp gitti. Kabakçı Kamil‘in ve eĢi Dürüye teyzenin oğlu Mustafa Kemal orta eğitim yaĢlarında Antalya‘ya gitti. Liseyi orada okudu. Antalyaspor‘da profesyonel futbolcu oldu. Havanın Hayriye‘nin Hasan Bey taĢımacılık yapardı. Sesi güzeldi. Marmaris‘in yaz günleri akĢam saatlerinde evinin önündeki deniz kıyısı taĢlarına oturur, günlük ormanlarının gerisindeki Balan Dağı tepesinden doğmakta olan ayın ilk ıĢıklarında denizin üstünde görünmeye baĢlayan yakamozları yararak gezintiye çıkan kürekli sandallardaki genç kızlara adeta serenat yaparak Ģarkılar söylerdi. ‗Mehtaplı gecelerde hep seni andım‘, Bu ne sevgi ah bu ne ızdırap‘, ‗Baharın gülleri açtı‘ gibi o günlerin popüler Ģarkılarını söyler, dinleyenlerin beğenisini kazanırdı.
117
Mıstan Sokağı’nın deniz cephesi -1940-50’li yıllarda
‗KeleĢin Güllü‘ adlı teyzemiz bu sokağı bırakın Marmaris‘in halk doktoruydu. Marmarisliler her türlü sağlık sorununu ona sorar, ilacı o önerir, yine kendi hazırlardı. Kocası Apti oğlu Hüseyin Galiçya‘da Ģehit olmuĢ ve orada kalmıĢ. Burada, bir parantez açıp, önemli bulduğum bir konuya değinmek istiyorum. Osmanlı Ordusunun değiĢik cephelerde savaĢtığını ve bunlardan birisinin de Galiçya olduğunu biliyoruz. Bu yerler nerelerdi? Galiçya, bu günkü Ukrayna ile Polonya arasında bir savaĢ cephesiydi. (1) Enver PaĢa'nın, koca imparatorluk topraklar kaybederken Alman Kralına ve Avusturya‘ya yaranmak için 1916 yılında buraya gönderdiği iki tümen 12.000 askerimizin arasında yurdun her köĢesinden, Marmaris‘ten ve Mıstan Sokağı sakinlerinin kıymetli yavruları olan gençler de vardı. Apti oğlu Hüseyin‘ler, Hasan ÇavuĢ, Ali usta‘lar onlardan sadece birkaçıdır. Bunlar, Galiçya cephesine götürülmeden önce Çanakkale‘de savaĢmıĢ yorgun savaĢçılardı. Gidenlerin çoğu Ģehit oldular. Sağ kalanlar da Galiçya‘dan Filistin cephesine sevk edildiler. 118
ĠĢte bunlardan birisi de Marmaris Ġsmet PaĢa sokağında ‗Dolmabahçe‘ olarak bilinen bahçeli evde ikamet eden Hasan ÇavuĢ amcamızdır. Hasan ÇavuĢ ve eĢi Akkaanne‘nin (Akkadın) yaĢamına dair anekdotları en iyi bilen üç oğlundan birisi değerli ağabeyimiz, Marmaris‘in yüksek eğitim görmüĢ ve profesör olmuĢ simge isimlerinden birisi olan Sayın Mustafa Ayyıldız‘dır. Kendisinin anlattıklarına göre; Babası Hasan ÇavuĢ ve annesi Akkadın en büyük oğlunun adını Kemal, ortancanınkini Ġsmet ve en küçüğününkini de Mustafa koymuĢtur. Milli mücadele ve KurtuluĢ savaĢı sonrası kurulan cumhuriyetin yarattığı heyecan ve rüzgar kazanılan zaferin öncüleri olan Mustafa Kemal ve Ġsmet Ġnönü‘nün adlarını böylece Ayyıldız ailesine taĢımıĢtır. Hasan ÇavuĢ bununla da yetinmeyip yaĢadığı sokağın adını ‗Ġsmet PaĢa Sokağı‘ olarak belediyeye kaydettirmiĢtir. Hasan ÇavuĢ, 1915‘de Çanakkale de, 1916-17‘de Galiçya‘da, 1917-18‘de Filistin cephesinde çavuĢ olarak görev yapan bir Marmarislidir. SavaĢa, Avrupa cephesindeki Galiçya‘dan Kuzey Afrika cephesindeki Filistin-Mısır cephesine giderken kendisini bekleyen trajedinin fazla farkında olmamıĢtır. Ġngilizlerin tahminen on bin Osmanlı askerine karĢı yaptıkları iĢkenceyi yaĢayanlardan kurtulup 1918 Mondros AteĢ Kes AntlaĢmasıyla vatanına dönebilen ender gazilerden birisi de Hasan ÇavuĢ olur. Filistin‘de yaĢayan bu elim olayı Hasan ÇavuĢ‘un yaĢamında çocuklarına anlattığı anılarından ve tarihi kayıtlardan öğrendik. Rahmetli Hasan ÇavuĢ (Ayyıldız) binlerce Türk askeri gibi aĢağıda kısaca değindiğimiz olaydan çok etkilenmiĢ, gözlerinden de rahatsız olarak Marmaris‘e dönmüĢtür. Olay kısaca Ģöyle cereyan eder:
119
Hasan Ayyıldız (Hasan Trablusgarp Gazisi
ÇavuĢ)
Galiçya
ve
Birinci Dünya SavaĢında Ġngilizlere 150 bin askerimiz esir düĢer. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır‘ın Ġskenderiye Ģehri yakınlarında bulunan SeydibeĢir Usare Kampı‘na hapsedilir. Kampın tam adı, ‗SeydibeĢir Kuveysna Osmani Usaray‘i Harbiye‘ kampıdır. Bu kampta, 1918‘de Filistin Cephesinde esir düĢen 16. Tümenin 48. Alayına bağlı Osmanlı askerleri tutulmaktadır. 12 Haziran 1920‘e kadar iki yıl boyunca türlü eziyet, ağır hakaretler ve aĢağılanmaya maruz kalırlar. Ġnsanlık dıĢı yapılan bu uygulamalarda Ermeni asıllı Ġngiliz subaylarının rolü büyüktür. Kampta, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan yanlıĢ çevirileri ve kıĢkırtmaları nedeniyle ölenler dıĢındaki askerleri teslim etmek Ġngilizlerin iĢine gelmez. Çünkü olası yeni bir savaĢta, bu askerlerin yeniden karĢılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından Ġngilizlerin beyinlerine iĢlenir. Çözüm toplu katliamdır. Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla arınma (dezenfekte) havuzlarına sokulur. Ancak suya normalin çok üzerinde ‗krizol‘ maddesi katılmıĢtır. Mehmetçik, daha 120
ayağını soktuğunda aĢırı ‗krizol‘ maddesi nedeniyle haĢlanır. Ġngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermezler. Mehmetçikler, bellerine kadar gelen suya baĢlarını sokmak istemeyince bu defa da havaya ateĢ etmeye baĢlarlar. BaĢını suya sokup çıkaranların artık gözleri görmez olur. Çünkü gözleri yanmıĢtır. DıĢarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direniĢleri de fayda etmez. Böylece, on beĢ bin askerimiz kör olur. Bu vahĢet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM‘de görüĢülür. Milletvekilleri Faik ve ġeref Beyler önerge vererek, Mısır‘da esirlerin ‗krizol‘ banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunu yapan Ġngiliz doktor, Garnizon Komutanı ve diğer askerlerin cezalandırılması için TBMM‘nin teĢebbüse geçmesini isterler. Ancak yeni kurulan devletin bin bir türlü derdi olduğundan, daha önemli ve ağır sorunlarla uğraĢan TBMM‘nde bu hesap sorma iĢi unutulup gider. Sonunda, bu gün olduğu gibi kendi suçlarını baĢkalarına mal ederek bizi de soykırımla suçlarlar. Bunu dünyaya ambalajlayıp yeni Türkiye Cumhuriyetinin kuruluĢundan bu güne kadar böyle satarlar. Rahmetli Ġsmet Ġnönü ―DıĢarıda kendimizi iyi anlatamıyoruz‖ demiĢti. Tarihimizi, geçmiĢimizi okumadan, bilmeden, doğruları yazmadan dünyaya bu ve benzer olayları nasıl anlatabilirdik, anlatabiliriz? (Kaynak: Osmanlı Ordusunun çektiği iĢkenceler-Tarih ve Ġnkılap Tarihi-Ġnterenet‘ten) Marmaris dahil, yurdun dört köĢesinde daha düne kadar Ģimdi hayatta olmayan yakınlarımızın, hemĢerilerin ya kendileri veya akrabaları, ya da yakınlarından o yıllarda 10–15 yıl askerlik yapıp, gazi veya Ģehit olanlara ait birçok anekdot dinlemiĢizdir. Bunların çoğu da gerçek yaĢanmıĢ olaylardır. ġimdi, üç kıtada, bakımlı, bakımsız, bilinen, bilinmeyen onlarca, yüzlerce mezar, binlerce hektar topraklarda Ģehitlerimiz yatmaktadır. (2) Onları minnet ve rahmetle bir kez daha anıyoruz.
121
Galiçya'da Türk Ģehitliklerinden sadece birisi
Galiçya'da Alman ve Türk askerleri
Milli Ģairimiz Mehmet Akif Ersoy bakın bunu en veciz ve kısa olarak Ģiirinde nasıl dile getirmiĢ: ―EĢele bir yerleri örten karı Ot değil onlar dedenin saçları Dinle Ģehit sesleridir rüzgârı‖...
122
‗Mıstan Sokağı‘ sakinlerinden babası Galiçya Ģehidi Apti oğlu Hüseyin‘in oğlu Koca Apti Gün 1946‘da Ġstanbul‘da yapılan Türkiye Kürek ġampiyonasında birincilik alıp Türkiye Ģampiyonluk kupasını Marmaris‘e getiren kürekçiler arasındaydı. Zaten bu denizciler arasında ‗Mıstan Sokağı‘nda yaĢayanlar çoğunluktadır. Apti Gün‘ün eĢi Dürüye teyzemiz komĢu, mahalleli kadınlar ile bizim evin önünde oturur, ellerindeki yazmaya oya iĢlerler, sohbet ederlerdi. Biraz mizah ve neĢe bu konuĢmalara egemen olduğunda Dürüye Teyze gülerek ve sesinin en yüksek tonuyla ‗vıyyy‘ diye telaffuz edilebilecek uzunca bir slogan atıp, diğer arkadaĢları olan komĢu kadınlarını da neĢelenmeye davet ederdi. Bazen de böylesine mutlu ve coĢkulu ortamda ‗Topal Zürüye‘ lakaplı kardeĢini ellerinde def gibi tuttuğu tepsi, o yoksa bir tencereye vurarak sağladıkları ritim ve birlikte söyledikleri oyun havasıyla oynatıp eğlenirlerdi.
Ġstanbul’da ġampiyonu Türkiye ŞampiyonuTürkiye Marmaris Kürek Takımı- 1946 olan Marmaris Kürek Takımı 1946
Baharlılar, Marmaris ve Marmarislilere, hatta çevredeki yerleĢim yerlerine moral ve eğlence bakımından takriben elli yıl hizmet vermiĢ müzik yapan bir ailedir. Baharlı Mehmet amca trombon, 123
çocukları Hüseyin Fikri, Ġsmail klarnet ve saksofon, Naci trompet, Mesut davul, Mehmet cümbüĢ çalarlardı. Burada bu aileye ait bir olaya yer vermek istiyorum. Aile grubu müzisyenler Köyceğiz‘e bir düğüne davet edilirler. Düğün gece geç vakitlere kadar devam ettiği için o gece Köyceğiz‘de bir otelde kalmak zorunda kalırlar. Düğün bir zengin düğünüdür. Çevrilen banknot her düğünde olduğu gibi davul çalan Mesut tarafından yerden toplanır, önlerinde duran masadaki Ģapkaya konur. Verilen molalarda ailenin kasası Hüseyin Fikri paraları cebine istif eder. Düğün sonrası ekip düğün sahibinin sağladığı pansiyona yerleĢir. Hüseyin Fikri ile kardeĢi Mesut aynı odayı paylaĢırlar. Mesut o zaman genç ve bekar olduğu için hakkına düĢen para genellikle ve sadece harçlık düzeyindedir. Oysa o gün zengin düğünü olmuĢtur ve rekor denecek para çevrilmiĢ, ancak paraların hepsini Hüseyin Fikri almıĢtır. Ne yapsın zavallı Mesut, ―Nasılsa ağabeyim derin uykuda, bir de horluyor, farkına varmaz‖ diye düĢünerek sessizce yataktan paraların saklandığı ağabeyine ait askıda asılı duran ceketin cebine elini atar. Bir tomar kağıt paranın içinden eline geldiği kadarını alır. O anda uyku numarasına yatmıĢ Hüseyin Fikri ağabey gayet sakin bir Ģekilde yatağından doğrularak Mesut‘a, ―sayıktır yavrum, hepsi sayıktır‖ deyince Mesut o an sukutu hayale uğrayıp ağabeysine aynen Ģu yanıtı verir. ―Sene uyku durak yok mu, yatakta da beni mi gözlep durun‖ ... Mıstan Sokağı‘na ve Marmaris limanına tepeden bakan Tepe Mahallesi sakinleri de Mıstan Sokağında yaĢayanlardan ayrı düĢünülemez. Ne de olsa denize, 124
kıyıya ulaĢmak için bu sokaktan geçerlerdi. Kuzey doğudan itibaren Mıstan Sokağı‘nın bir üst terasında, diğer bir tanımlamayla Ģehrin ‗küçük akropolü‘ diyebileceğim tepede aile büyüklerimiz yaĢamıĢlar. 18.yüzyılın sonunda Marmaris Osmanlı Ġdaresinde Rodos Vilayetine bağlı ve takriben bin kiĢilik bir nüfusa sahip nahiye iken mali ve idari yönetimi (Voyvodalık) büyük dedemiz Zeynel Abidin,e verilmiĢtir. O da mütevelli heyetinin baĢkanı olarak Marmaris-Dalaman arasındaki bölgenin özellikle tarım arazilerine ait ‗tımar‘ gelirlerini toplayıp Aydın Sancak Beyliğine teslim edermiĢ. Nüfusu az Marmaris nahiyesinin yönetim ve asayiĢinden de sorumlu ‗Abidin Ağa‘ dedemiz otoriter kiĢiliğe sahip baĢarılı bir idareciymiĢ. Tepe Mahallesinin en üst noktasındaki evde yaĢar, ÇeĢme meydanında, Mıstan Sokağında veya denizde bir sarhoĢ narası duyduğunda, ―Orda neler oluyor? Geleyim mi‖ diye seslendiğinde muhatapları kaçacak delik ararmıĢ. Oğlu Mustafa Ağa babasının görevini bir süre devam ettirmiĢ. Marmaris, 1867‘de kaza (ilçe) olunca ilk kaymakam atanmıĢ. Mustafa Ağanın oğlu Kamil ağa da atalarının tepedeki evinde yaĢamaya devam etmiĢler. Atalarımıza ve Marmaris‘e ait bazı bilgileri en son ailemizin yaĢlıları olan dedem Kamil Ağa‘nın eĢi, anneannem AyĢe Atasoy (1950) ve babaannem ġerife Uysal (1952) ölmeden önceki yıllarda kendi ağızlarından dinlemiĢtim. Tabii ki bazıları da rahmetli annem Bezmigül Uysal‘a aittir. Atalarımıza ait evler, kültür varlıkları olarak yıkıntı durumunda halen tepede görülmektedir.
125
Tepe mahallesi Mıstan Sokağına bakan yamaç evleri
Atalarımızdan ayrı olarak tepenin eteklerindeki dar yollarda, tek katlı, taĢ duvarlı, kırmızı kiremitli, özel Marmaris bacalı evlerde yaĢayanlardan, Marmaris‘in 1944–45 yıllarında Belediye BaĢkanı olan Hafız Kamil, (Ġsmet Kamil Öner) Ġstiklal
126
Marmaris Voyvodası dedem Zeynel Abidin‘in evi
madalyalı Ali Esen ve Duran Ġlgün, ġahap Karabenli, Çanakkale Gazisi Yeni Ali, (Ali Kutluay) sünger dalgıçı Samıdın Ali, Kamil Efe, Evli ġükrü, Çilli Bekir, Ekizler ve Halil Efeler vb. eski Marmarisliler deniz kıyısına çıkmak için Mıstan Sokağı‘ na inen mahallelilerdi. Mıstan Sokağında, eski komĢulara kıyasla bugün daha genç olan plan komĢularımız var. Bunlardan Bayan ‗Beatris‘ Marmaris ve Mıstan Sokağı sevdalısı, ressam, Ġsviçre asıllı, MarmarislileĢtirdiklerimizden bir bayandır. Mıstan Sokağında yaptığı resimleri yaĢadığı evin önündeki asmanın altında sergiler, buradan geçen turistlere sattığı resimlerden elde ettiği kazançla hayatını sürdürür, artanını da sokak kedilerine yiyecek almaya harcar. Bu sokağa aĢık diğer bir yabancı kökenli hemĢerimiz bayan Elizabeth‘tir. Merhum Profesör Sefa Meray‘ın eĢi olan Bayan Elizabeth aydın bir hanım olup, çocuklara Ġngilizce yabancı dil konusunda yardımcı 127
olduğu gibi Marmaris‘i yurt dĢında tanıtmada da katkısı olmuĢ yabancı asıllı hemĢerilerimizdendir. Mıstan Sokağında uzun yıllardan beri ikamet eden bir de mimarımız vardır. Sayın Taner Kasap, bazı eski evleri yöre mimarisine uygun tarzda ve anıtlar kurulunun onayı ile yenileyip, sayıları henüz az da olsalar Marmaris‘e güzel görüntü sağlamada büyük rol üstlenmiĢtir. Gönlümüzden geçen, Mıstan Sokağı, kale ve müze çevresinin yapılacak bir çalıĢma ve tasarımla yeniden ele alınması, buranın sanat, kültür ve diğer eliĢleri gibi eser ve yapıtların sergilendiği, otantik bir Türk Eviyle birlikte turistlerin ziyaretine açık bir cazibe alanına dönüĢtürülmesidir. Yukarıda lakap veya isimleri geçen komĢu ailelerin bizimle yaĢıt olan çocukları ve kendi kardeĢlerimle Mıstan Sokağında çelik çomak, uzun atlama, saklambaç, koĢma kale, dama, bez içine saman veya paçavra doldurulmuĢ top ile futbol, voleybol gibi oyunlar oynardık. Evlerin taĢ duvarlarında eĢek arı yuvaları olurdu. Bazen mahalle arkadaĢları arıların yuvasını bir sopa ile dürter, arıları kızdırır, arılarda sokaktan geçenleri sokardı. Bu sokak adeta bizim oyun bahçemiz, parkımızdı. Kıyılar taĢlık, kayalık olduğu için buralardan denize atlayarak yüzebiliyorduk. Sokağın baĢında Mahbube teyze ile Mustafa amcamın taĢ evinin bir merdiveni vardı. Onun altı yağmurda saklanma yerimizdi. Mahbube teyze mevlitlere gidip kuran okurdu. Eve dönüĢte verilen çerezle, Ģekerlerden bize de verirdi. Bana leblebi vermiĢ olmalı ki, ben adını doğru söyleyemediğim için ona ‗Bebbe anne‘ (Leblebi anne) derdim. EĢi Mustafa amcam kitabın ‗Mıstan Sokağı‘ndan sonraki kahramanıdır. Çocuk denecek yaĢta yaĢadığı bir maceradan sonra kendisine verilen ‗Kaçıka Mustafa‘ lakaplı bu amcamızın öyküsünü kitabımızın bundan sonraki bölümünde okuyacak, kendisiyle yaptığımız sohbetin ayrıntılarını da bulacaksınız. . 128
Bu bölümde Mıstan Sokağının renkli kiĢi ve ailelerine yer verdim. Mıstan Sokağı özellikle folklorik açıdan ele alındığında kendi baĢına bir kitap olacak değer ve zenginliğe sahiptir. En iyisi, Mıstan Sokağından yine ayrılmadan, amcam ‗Kaçıka Mustafa‘nın gerçek olan öyküsüne geçelim... Kaynakça: (1) ‗Kumandanım Galiçya Ne yana DüĢer‘ adlı kitap. Yazan: M. ġevki Yazman (2) Marmaris Ticaret Odasının (MTO) Marmaris‘in ġanlı Tarihi adlı bülteni 30.8.2010 Not: Marmaris Ticaret Odası‘nın 30 Ağustos Zafer Bayramının 88. yıldönümünde (30 Ağustos 2010) yayınlamıĢ olduğu bültende Marmaris‘in Ģanlı tarihinde 1894–1974 yılları arasındaki dönemde ve değiĢik cephelerde canlarını vermiĢ Ģehitlerimizin kimlikleri yayınlandı. Kalıcı ı olması amacıyla aynen buraya aldım. Anılan kuruma teĢekkür ediyorum. Burada isimleri olmayan ve cephede hastalanıp hastanede ölen Ģehitlerimizin de varlığı düĢünülürse listedeki Ģehit sayısı daha da artacaktır. Tüm Ģehitlerimizi minnet ve Ģükranla anıyor, Allah‘tan rahmet diliyorum. ġEHĠTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ! (EU)
129
ġEHĠTLERĠMĠZ S.No. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33
Adı Adem Ahmet Ahmet Ali Ali Ali Ali Ali Ali Ali Ali Ali Ali Ali Ali Durali Duran Duran DurmuĢ DurmuĢ Fahri Fazlı Fehmi Efendi Habip Hacı Mehmet Hacı Salih Halil Halil Halil Halil Halil Halil Halil
Baba Adı Adem Hasan …. Mehmet …. Mustafa Ahmet H.Kadı Durak Hüseyin Hüseyin Ġsmail Mehmet Mustafa Mustafa Mustafa AteĢ Mehmet Mustafa Mehmet Mustafa …. …. Ġsa Mehmet Ġbrahim Abdi Ali Ali Salih Osman Mustafa Ali Hüseyin Ali 130
Tarih 1921 1918 1950 1921 1915 1915 1916 1915 1916 1916 1916 1917 1915 1917 1915 1916 1915 1916 1917 1951 1915 1915 1916 1916 1916 1916 1916 1915 1915 1915 1916 1915 1916
34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69
Halil Halil Hasan Hasan Hasan Hasan Hasan Hüseyin Hüseyin Hüseyin Ġsa Ġbrahim Ġsmail Mahir Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Mehmet Halil Muharrem Muharrem Murat Murat
Mustafa Musa Mustafa Osman Ali Hayri Halil Mehmet Mehmet Mustafa Hasan Ömer Ahmet Topal Ömer Recep Hasan Hüseyin Ġsmail Koca Halil Mehmet Mehmet Mehmet Salih Yusuf Abdülhamit DurmuĢ Mehmet Mehmet Veli Mehmet Ömer Mehmet Seyit Ali …. Hüseyin Süleyman 131
1915 1916 1916 1915 1921 1921 1915 1916 1916 1915 1921 1916 1915 1915 1915 1916 1915 1915 1915 1915 1915 1915 1916 1915 1921 1921 1921 1922 1922 1915 1918 1915 1921 1950 1916 1917
70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104
Musa Musa Mustafa Mustafa Mustafa Mustafa Mustafa Mustafa Mustafa Mustafa Mustafa Nuri Acar Osman Osman Osman Osman Osman Osman Çetiner Ömer Ramazan Recep Rıza ġaban ġaban Salih Salih Salih Salih ġevket Seyit Ahmet ġükrü ġükrü Süleyman Süleyman Süleyman
Hasan DurmuĢ Ali Hamit Hüseyin Hüseyin Hüseyin Mehmet Yahya …. Ali Mehmet Mustafa Turan Ġbrahim Mehmet Mehmet DurmuĢ
1915 1916 1917 1915 1915 1915 1915 1915 1915 1950 1915 1953 1915 1916 1915 1921 1915 1974
Mustafa Mehmet Mehmet Ali Ahmet Abdullah Abdullah Mehmet Mehmet Mehmet Hasan Ġbrahim Ahmet Ġsa Osman Salih Recep
1915 1894 1921 1921 1916 1916 1915 1915 1915 1915 1917 1916 1921 1921 1915 1916 1916
132
105 106 107 108 109 110 111
Karayiğit Tahir Veli Veysel Yusuf Yusuf Yusuf
…. Ġzzet Ali Ġsmail Mehmet Mehmet Sadık
… 1917 1918 1916 1916 1915 1915
* Ġzmir‘de görevliyken eĢim ilk çocuğumuza hamileydi. Bayram tatili için otobüsle Marmaris‘e gidiyorduk. Yanımdaki koltukta alkollü olduğu ağzının kokusundan belli olan yaĢlı bir yolcu vardı. Bana kim ne olduğumu dahil bir sürü sorular sordu. Kendinden bahsetti. Ġstiklal SavaĢına katıldığını, Afyon-Ġzmir mihveri üzerinde çetin savaĢlara katılıp düĢmanı Ġzmir‘de denize döktüklerini, Atatürk‘ün muzaffer ordusunun mensubu olmaktan büyük bir kıvanç duyduğunu söyledi. Ben de içkili olduğundan bu ifadeleri biraz ihtiyatla dinledim. Sorularına kısa yanıtlar verdim. Sonunda, ―EĢin hamile, çocuğun erkek olacak. Adını, benim önerdiğim adı koyacaksan söyleyeceğim. Ama bir Ģartım var. Önerdiğim adı koymazsan çocuğun gözü kör olsun mu? dedi. Ben de, ―Adın ne olduğunu söyle, beğenirsem dediğini yaparım‖ dedim. ―Adı Mustafa Kemal olacak‖ der demez ağlamaya baĢladı. ―Tamam, ağlama, erkek olursa söz bu adı koyacağız‖ dedim. Otobüs mola verince olayı eĢime de anlattım. O da çocuğun adını kabul etti. Marmaris dönüĢü babam ve annem bizimle Ġzmir‘e geldiler. Babam katarakt ameliyatı oldu. 11 Kasım 1965 günü doğum evinde oğlumuz dünyaya geldi. Doğrudan hastanedeki babama ve refakatindeki anneme müjdeye gittim. Çok sevindiler. Çocuğun adı konusunda onların da görüĢünü aldım. Babam ağabeyi Mustafa‘nın Ģehit olduğunu, adının Mustafa konmasını önerdi. Ancak, otobüs yolculuğumuzdaki sarhoĢ yolcunun da ad konusunda bir Ģartı bulunduğunu, Mustafa Kemal olmasını önerdiğini 133
söyleyince oğlumuzun adının Mustafa Kemal olmasını birlikte kararlaĢtırdık. ġimdi o dünün çocuğu Mustafa Kemal Kurmay Albay olarak kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapıyor…
134
KAÇIKA MUSTAFA Mustafa, Mıstan Oğullarından Kara Mustafa‘nın oğlu olup Miladi 1898 Marmaris doğumludur. Mıstan Sokağındaki mütevazı balıkçı, denizci evinde doğar. Mustafa‘nın doğduğu yıllarda ‗Marmaris‘te sosyal ve ekonomik durum acaba nasıldı‘ sorusuna birkaç cümleyle yanıt aramanın, bunu yaparken de sanırım Osmanlı Ġmparatorluğunun o dönemdeki durumuna kısaca göz atmak yararlı olur. Bilindiği üzere, Osmanlı Ġmparatorluğunun 1683‘den 1922 yılları arasındaki 239 yıllık sürece ‗Gerileme ve ÇöküĢ‘ dönemi denir. Osmanlı Orduları, Yükselme Dönemi sürecinde elde edilen toprakları kendi yönetim ve kontrolünde bulundurmak için o dönemde Trablusgarp, Balkanlar, Galiçya, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Kafkaslar ve Çanakkale olmak üzere 9 cephede savaĢmıĢtır. 1522-1912 yılları arasında 390 yıl Osmanlı Ġmparatorluğuna ait bulunan Rodos adası bu süreç içerisinde devletin yaptığı atamalarla valiler tarafından yönetilmekteydi. Rodos ile diğer adaların Ege ve Akdeniz kıyılarımıza yakınlığı deniz ticareti ve taĢımacılık bakımından yarar sağlamıĢ olsa da, Marmaris gibi denize kıyısı bulunan yerleĢim yerlerinde yaĢayanlar özellikle Akdeniz‘de üslenmiĢ korsanların talan, yağma, her türlü kaçakçılık ve terör gibi olumsuz etkilerinden zarar görmüĢlerdir. Rodos adasında bu dönemde Osmanlı Valisi olan ġükrü PaĢa (Deli lakaplı) Marmaris Kaymakamlığına bir yazı göndererek Marmaris‘in Yılancık Adasına üslenmiĢ korsanlardan temizlenmesini ister. Marmaris kaymakamı, hemen muhtar ve sözü dinlenen büyükleri toplayarak bir ekip oluĢturur. Bu ekibin kumandasını Mıstan Sokağında yaĢayan ĠbiĢ ve Kadir kaptanlara verir. Yelken ve kürekle gecenin karanlığından istifade ederek daha Ģafak sökmeden Yılancık Adasını 135
basarak korsanları etkisiz hale getiriler. Bu olaya ‗Kıstan Sokağı‘ bölümünde değindim. (2) Bölgede, I. Dünya savaĢının patlak vermesini hazırlayan nedenler öncesinde ateĢ ve korku hüküm sürmekte, Trablusgarp‘ı iĢgal etmek için Osmanlı Devleti ile savaĢ halinde bulunan Ġtalya, Anadolu‘dan gelen yardımları kesmek için 1912 yılında Rodos baĢta olmak üzere ‗On iki Adalar‘ı iĢgale baĢlar. (3) Kaçıka Mustafa‘nın doğduğu yıl olan 1898‘de PadiĢahı 2. Abdülhamit‘tir. (1876–1909) O yıllarda Ġngiliz, Fransız, Alman, Ġtalyan su üstü ve sualtı savaĢ gemileri Ege ve Akdeniz‘de adeta kovalamaca oynamaktadırlar. Denize kıyısı bulunan Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve kıyılar bombalanmaktadır. Kimin dost, kimin düĢman olduğu bilinmemektedir. Marmaris‘te de halk büyük bir panik ve korku içindedir. Marmaris‘in o yıllarda köyleri hariç merkez nüfusu 4 bin civarındadır. Marmaris ve çevresinde yaĢayan 500-600 kadar Rum ve az sayıda Ermeni kökenli vatandaĢ da vardır. Bunlar, ticaretle uğraĢır, değirmen iĢletir, maden çıkartır, dalgıçların deniz dibinden çıkarttığı süngerleri alıp yabancı Ģirketlere satarak komisyon alırlar. Ayrıca, günlük ağaçlarından elde edilen ve o zaman tıpta ve parfümeri sanayinde kullanılan sığla yağını üreticiden alıp ihraç ederler. Bunun için de sık olarak Rodos‘a ve baĢka yerlere gidip gelirler. Bunların aralarında aleyhimize casusluk, kaçakçılık, hırsızlık yapanları ve yapanlara yardımcı olanları da vardır. Marmaris‘in Mıstan Sokağındaki taĢ evin deniz cephesindeki kıyısında Küçük Mustafa‘nın babasına ait bir sandal vardır. Küçük Mustafa bununla kürek çekmeyi, babasıyla balığa çıkmayı, kıyılardan odun toplamayı öğrenir.
136
Mustafa Amca ve ‘Bebbe Anne’ Mıstan Sokağındaki evin kerevetinde
Babasıyla Günlük ve Adaağzı ormanlarından odun getirirler, anneleri odunlarla taĢ evin Ģöminesinde yemek piĢirir. KıĢın ise ocak‘taki canlı korlardan mangala maĢayla alarak ısınma sağlanırdı. Çocukluğumda, kıĢ geceleri biz onları, onlar bizi ziyaret ettiğimizde mangalda kahve, çay yapılıp ikram edilirdi. Külde ve korda piĢirilen kahve ve çayın kokusu ve lezzetinin baĢka olduğu söylenirdi. Küçük Mustafa ve Ağabeyi RaĢit‘in babaları ölünce evin iĢleri ve anneye bakmak onlara kalır. RaĢit askere alındığında Mustafa henüz on yaĢındaydı. Balık tutup satarlar, odun keser, arıcılık yapar, bal satar, yabancı tacirlerin iĢlettiği maden ocaklarında çalıĢır evin geçimini sağlarlardı. RaĢit askere gidince iĢler küçük yaĢta olmasına rağmen küçük Mustafa‘ya kaldı. 1913 yılıydı. Bir gün Marmaris‘in batısındaki Bodrum‘un yabancı savaĢ gemileri tarafından bombalandığı duyuruldu. Bombalamayı yapanın Fransız Dupleix ve Kleber adlı savaĢ gemileri olduğu söylendi. (4) Aynı gemiler veya benzer sınıflardan olanlarının 1912, 1914 ve 1916 yıllarında Marmaris‘i de bombaladıklarını düĢünürüm. 1912 ve 1914 bombardımanlarında Marmaris‘te ölen veya yaralanan olmadığını, ancak 1916 bombardımanın ölüm, yaralanma ve hasara sebep olduğu kaydedilmiĢtir. (6) 137
Bodrum ve Marmaris‘in bombalanma gerekçesi Ġngiliz ve Fransızlara göre ―Kıyılardan Alman gemilerine yakıt ve malzeme yardımı yapılmakta olması‖ dır. Marmaris Kıyıları eski çağlardan beri Ege ve Akdeniz‘de adı sözde ticaret, ama özde talan, hırsızlık, gasp ve kaçakçılıkla uğraĢan Akdeniz korsanlarının hedef ve barınma yerlerinden sadece birisiydi. Bu korsanlar sayıları az da olsalar buralarda yaĢayan azınlıkların yardımını da alıyorlar, gereğinde iĢlerine engel olmaya çalıĢanları kaçırarak fidyeyle tehdit ediyorlardı. ĠĢte, 1914 yılının bir bahar gününde 15 yaĢındaki Mustafa ağabeyi askerde olduğu için arı kovanlarına bakmak için yaya olarak önce Marmaris‘e 13 km. uzaklıktaki Aksaz Karaağaç köyüne, oradan da Dalyan‘a gitmek üzere evinden sabahın Ģafak vaktinde ayrılır. Evden çıkarken annesi ―Oğlum, kötü rüya gördüm, arılar seni boğmuĢ, aman dikkatli ol, zaten ortalık güvensiz, gavur gemileri denizlerde cirit atıyor‘ der. Mustafa, sırtında bir erzak torbası, içinde anasının hazırladığı kumanya ile yola çıkarken, ―Merak etme anacığım çabuk dönerim‖ der. Marmaris‘ten Aksaz‘a takriben üç saatte varır. Önce ağabeysi RaĢit‘in kendisine emanet ettiği arı kovanlarına bakar. Kovandan bir parça petek balı alıp anasının hazırladığı haĢlama yumurta, çökelek peyniri, zeytin ve kuru soğandan oluĢan menusuna katıp yer. Dereden su içer. Sabah erken kalktığı için yemekten sonra uyku hisseder ve bulunduğu yerdeki çimlerin üzerine uzanıp ‗Ģekerleme yapar‘. Aradan on dakika geçer geçmez kıyıdan kovanların bulunduğu yere doğru ayağında körüklü çizmesi, elinde kırbacı olan iri kıyım bir adamla yanında iki yardımcısı Mustafa‘nın baĢında dikilir, ―Kıpırdama, yoksa seni vururuz‖ deyip ellerlindeki tabanca ile tehdit savururlar. Hemen iri kıyım adamın yardımcısı olan iki kiĢi Mustafa‘nın ellerini arkadan bağlar, Mustafa‘yı kıyıdaki teknelerine sürükleyip götürürler. Mustafa ne yapacağını ĢaĢırmıĢ, hemen aklına anasının evden çıkarken söylediği kötü rüya görmesi gelmiĢtir. Ancak 138
çaresizdir ve korsanların eline düĢmüĢtür. ―KeĢke anamın dediğini yapıp yola çıkmasaydım‖ diyerek içinden piĢmanlık geçirir.
Sağdan sola (önde) amcam Mustafa (Kaçıka Mustafa) Babam Hüseyin ve annem Bezmigül. Arkada Mustafa’nın eĢi Mahbube Hanım
Tekne kıyıdan uzaklaĢır. Motoru güçlü ve hızı yüksek olan tekne bir solukta Yılancık Adası‘na (5) varır. Mustafa orada sorgulanmaya baĢlar. Sorulara öylesine basit yanıtlar vermeye çalıĢır. Birçoğuna ‗Bilmem, bilmiyorum‖ der. Körüklü çizmeli iri kıyım bıyıklı adamdan baĢka teknede beĢ-altı kiĢi daha vardır. Teknede bunlardan ikisi kalır, diğerleri adaya çıkarlar. Oradakilerle görüĢmeleri olur ve hemen tekneye dönüp adadan ayrılırlar. Mustafa, teknede bulunanların Rum olduklarını anlar. Türkçe bilen ve liderleri olduğunu düĢündüğü Rum‘a ‗Beni niye kaçırdınız, suçum nedir‘ der. Yetkili olan Rum komutan, ―Ġstihbarattan, kıyılardan kaçırdığımız canlı hayvanları, yiyecek içecekleri, yaptığımız soygunları anında ihbar eden bir çocuk olduğunu, güvenlik güçlerine nerede olduğumuzu haber verip bizi yakalatma da yardımcı olduğunu, bunu da yapanın sen olacağını düĢündük. Yoksa yalnız baĢına evinden bu kadar uzak bir yere gelmiĢ olman baĢka türlü nasıl yorumlanır? ġimdi 139
sana efe -gerilla kıyafeti vereceğiz, bunu giyeceksin, seni önce ikmal için Sömbeki (Simi) adasına (6) götüreceğiz. Oradaki Fransız askeri gemisiyle harp esiri olarak Fransa‘ya kampa gideceksin‖ der. Mustafa üzüntüsünden verdikleri yiyeceklere elini sürmez. Hep annesini, gördüğü rüyayı ve kendisine söylediklerini düĢünür. Tekne Sömbeki Adasına (Symi) gelir Mustafa burada Fransız askeri gemisine teslim edilir. Gemide baĢka esirler de vardır. Mustafa küçük olduğu için diğerleri gibi kamaralara hapsedilmez. Gemide bir Fransız asker onu kendi çocuğu göz önüne gelmiĢ olmalı ki, anlatabildiği kadarıyla teselliye çalıĢarak, ―Bu günler geçer, ailene yakın zamanda dönersin‖ der. Gemi dört günde Fransa‘nın Marsilya limanına varıp kıyıya yanaĢır. Esirleri gruplara bölerler. Mustafa ‗Lyon Esir Kampı‘na gönderilir. Askeri kamyonda birkaç Türk esirle birlikte hapishaneye dönüĢtürülmüĢ bir kaleye çıkarlar. YaĢı küçük olması Mustafa‘ya avantaj sağlar. O‘na ayrı bir oda verirler. Diğer odalardaki esirler yakındaki bir taĢocağında taĢ kırmaya götürülürken, Mustafa‘ya kalenin çim ve bahçesini sulama, bakım yapma görevi verilir. Kale Komutanının 13-14 yaĢlarında güzel bir kızı vardır. Kız, Mustafa‘nın Türkiye‘den esir olarak geldiğini, baĢka bir suçu olmadığını öğrenince baba ve annesine duruma üzüldüğünü, Mustafa‘yla konuĢmak, arkadaĢ olmak istediğini, ona Fransızca öğretebileceğini söyler. Aile, önce bu öneriye karĢı dursa da tek çocuğu olan kızlarını kıramazlar. Kız, Mustafa‘ya annesinin piĢirdiklerinden, hatta babasının tütünlerinden ve pipo koleksiyonundan birini alıp, ‗bununla içmen sağlığına sigaradan daha az zararlıdır‘ der. Böylece Mustafa pipo içmeye baĢlar. Kızın adı ‗Nicole‘ dür. Nicole, Mustafa‘yı sevmiĢtir. Her fırsatta Mustafa‘yı ziyaret eder, istediği bir Ģey olup olmadığını sorar. Mustafa Fransızca konuĢmaya baĢlar. Mustafa‘nın kaçırıldığında ağabeysi RaĢit Çanakkale‘de askerdir. 1915 yılının 18 Mart‘ında 140
boğazdan geçmeyi, Ġstanbul ve Karadeniz‘e ulaĢmayı deneyen Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemileri Türk Askerlerinin döĢediği mayınlar ve kıyılardan ateĢlenen toplarla düĢmanın modern savaĢ gemilerini birer birer Çanakkale Boğazının dibine gönderirler. Boğazdan geçmeye muvaffak olamayınca karadan çıkarmalar yaparak suyolunu geçiĢe açmaya çalıĢsalar da karĢılarında Anafartalar Kahramanı Albay Mustafa Kemal‘i bulurlar. Burada, Türk Ordusunun Mustafa Kemal kumandasında akıllara durgunluk veren direniĢ ve karĢı taarruzu düĢmanı bir kez daha boynu bükük olarak geriye dönmeye mecbur eder. ĠĢte bu dönüĢ sırasında Ege ve Akdeniz kıyılarındaki liman Ģehir ve kasabalarımız düĢman donanması tarafından bombalanır. Ölenler, yaralananlar olur. Marmaris Kalesi Kemeraltı Mevkii, Tepe Mahallesindeki Halil Efendinin evi isabet alarak hasar görür. Mustafa‘nın ağabeyi RaĢit 1916 yılında Gelibolu cephesindeki birliğinden mazeret izni alarak Marmaris‘e döner. Zira daha önce Çanakkale‘de askerliğini yapan bir Marmarisliden kardeĢi Mustafa‘nın kaçırıldığını öğrenmiĢtir. Eve gelip annesini periĢan durumda gören RaĢit, Mustafa‘nın kaçırılma öyküsünü sorar, öğrenir. Henüz nerede olduğunun bilinemediğini, ancak söylentilere göre, Mustafa‘yı kaçıranın ‗Andon Givoni‘ adlı bir Rum korsan olduğunu, bölgeye terör estirip, gasp, hırsızlık, insan kaçırma gibi eylemlerle korku ve dehĢet saçtığını, en son Aksaz ve Çiftlik yakınlarında göründüğünün köylülerce söylenmekte olduğunu öğrenir. RaĢit Ġki yıldır çok olumsuz koĢullarda cereyan eden savaĢın verdiği yorgunluğu bir iki günde üzerinden attıktan sonra soluğu doğrudan Marmaris kaymakamının odasında alır. Odacıya durumu anlatıp kaymakama çıkar. Önce kendisini tanıtır. KardeĢinin takriben bir buçuk yıl önce kaçırıldığını, yöre insanı adı ‗Andon‘ olan Rum korsandan Ģüphelendiğini söylemeye çalıĢırken kaymakam RaĢit‘in sözünü keser ve ―Biz her Ģeyi 141
biliyoruz, kardeĢin için de çok üzüldük. Ancak bu ‗Andon‘ denen deyyus öyle sıradan bir korsan değil, tam profesyonel bir eĢkıya. Sen buna yalnız baĢına ne yapabilirsin ki‖ der. RaĢit söz alıp Ģunları söyler: ―Sayın Kaymakamım, ben kendime güveniyorum. Bu korsan kıyılarımızda dolaĢıyormuĢ. Biliyorsunuz daha önce akrabam, komĢum ĠbiĢ kaptan arkadaĢlarıyla birlikte bunların Yılancık Adasındaki örgüt yuvasını dağıtmıĢlardı. Bu yüzden Rodos Valisi Deli ġükrü PaĢadan ödül bile aldılar. Ben ödül mödül istemiyorum. Mustafa‘nın intikamını alacağım. Pusu kurup bu katilin kellesini alıp size getireceğim. Yeter ki siz bana bir yardımcı jandarma askeri ile silah ve mermi verin, gerisine karıĢmayın‖‘der. Kaymakam hemen Ġlçe Jandarma Komutanını çağırır, durumu anlatır. RaĢit‘in isteği sağlanır. Bir jandarma er yardımcı verilir. Ġlk iki gün Aksaz Limanı (7) kıyılarında gözetlemede kalırlar. RaĢit‘in izni de bitmek üzere olduğundan elini çabuk tutması gerektir. Sonra batıya Çiftlik tarafına geçerler. Köylüler, ―Bekleyin, Andon bugün buraya gelebilir ―derler. RaĢit ve jandarma eri kıyıdaki harıp (harnup) ağacının arkasında pusuya yatarlar. Çiftlik boğazından içeri bir tekne girer. Rotası her defasında olduğu gibi doğrudan kıyıdaki ahĢap iskeledir. Tekne hızla kıyıya yaklaĢır. Jandarma erinin adı Cemal‘dir. RaĢit Cemal‘e ―Ġlk ateĢi ben açayım, çünkü Çanakkale cephesinde binlerce mermi yaktım, deveyi dizinden, pireyi gözünden vuracak kadar deneyim kazandım. ĠĢ, ikinci atıĢa kalırsa ben sana söylerim‘ der. Cemal de ‗tamam RaĢit Abi‘ der.
142
Ġstiklal Madalyalı Mustafa Zengin (Kaçıka Mustafa) Marmaris Merkez mezarlığında ebedi istirahatgahında
Tekne iyice kıyıya ve iskeleye yaklaĢınca baĢ güvertede ayakta direğe dayalı duran, baĢında Ģapka, elinde kırbaç, ayaklarında körüklü çizmeyle adeta poz verenin katil ‗Andon‘ olduğu iyice belli olur. Gez, göz, arpacık yaparak ‗Bismillah‘ çekip tetiğe basan RaĢit koca bir çam yarması gibi olan Andon‘u teknesinin güvertesinden kıyıya düĢürür. Jandarma Cemal de teknedeki yardımcısını silah çekmeye fırsat vermeden üzerine atlayıp yakalar. Andon tam boynundan, çene altından vurulmuĢtur. Fazla kan kaybından ölmek üzeredir. RaĢit, Andon‘u sudan kumsala sürükleyip sorar. ―KardeĢim Mustafa‘yı sen kaçırmıĢsın, ne yaptın, sağ mı, yaĢıyor mu‖ der. Andon önce su ister. Ağzına matara ile su verildikten sonra ―‗Mustafa Fransa‘da, Lyon esir kampında‖ der demez son nefesini verir. RaĢit, kardeĢinin sağ olduğuna hem sevinmiĢ ve hem de düĢman da olsa bir insan öldürmekten hüzünlenmiĢtir. Andon‘a bakarak, ‖Marmarisliler kızgın köpek baĢını yer derler. Ölenin 143
ardından konuĢulmaz ama sen Ģimdi yaptığın kötülüklerle eĢek cennetini boyladın Andon Efendi‖ der… RaĢit ve Jandarma Cemal birbirlerine ayni anda ―Biz Ģimdi ne yapacağız‖ der gibi bakıĢırlar. RaĢit Cemal‘e ―Bu iki metre boy, yüz kusur kilo ağırlıktaki cesedi bırak Marmaris‘e taĢımayı yerinden kaldırmak bile mümkün değil. Cemal ―Öyleyse, buraya bir yere gömelim‘‘der. RaĢit hemen yanıt verir. ―Gövdesi olabilir ama kafasını kaymakama göstermem gerek, en iyisi boynundan kesip kafayı torbaya koyalım, bedeni de yukarıda bir yere gömelim‖ der ve öyle de yaparlar. Birkaç köylü de bunlara yardımcı olur. Çiftlik, Bayır, Gölenye köyleri üzerinden patika yolda hızlı yürüyüĢle Marmaris‘e gelip kimseye bir Ģey söylemeden kaymakama çıkarlar. Odacı bunları içeri alır. Kaymakam RaĢit‘i hemen tanır. Alaylı bir Ģekilde ―Hayrola RaĢit Kaptan, Andon‘u bulabildin mi bari‖ der demez, RaĢit Kaptan önce sırtındaki torbayı çıkarıp önüne alarak içindeki kanlı baĢı saçından tuttuğu gibi ―ĠĢte Kaymakam Bey, Andon‘ un kellesini size verdiğim söz üzerine getirdim‖ der. Hiç beklemediği bir durum ve görüntüyle yüz yüze gelen kaymakam kanlı baĢı görünce olduğu yere düĢüp baygınlık geçirir. Kesik baĢ, bir kazığın ucuna sokularak Andon‘a kin besleyen acılı ve kinli Marmarisliler tarafından sokaklarda gezdirilir. RaĢit, bu olaydan sonra Gelibolu‘daki birliğine döner. SavaĢ koĢulları ve Anadolu iĢgali devam etmektedir. RaĢit terhis olamaz. Takriben on yıldır askerdir. KurtuluĢ SavaĢına da katılır... Lyonda esir kampında olan Mustafa, esir mübadelesinde buradan ayrılırken kendisini çok seven ve arkadaĢı olan kamp yöneticisinin kızı Nicole ve ailesi Marsilya‘ya kadar gelirler. Mustafa‘ya Fransa‘da kalması için öneride bulunurlar. Ancak Mustafa ―Sonra dönebilirim, önce vatanıma, anama bir kavuĢayım‖ diyerek veda edip, Nicole‘ü elindeki mendili ile gözyaĢlarını siler durumda bırakarak bindiği yabancı bandıralı gemiyle Marsilya 144
Limanından ayrılıp Ġstanbul‘a gelir. Ġstanbul‘da esaretten dönen Türkleri Galata Rıhtımında karĢılamaya gelen yoğun bir kalabalık oluĢmuĢtur. Rıhtımda Mustafa‘yı bekleyen kimse yoktur. Mustafa aktarmalı olarak Ġzmir, Aydın ve Muğla üzerinden Marmaris‘e döner. Marmaris‘te onu karĢılayanlar ―Sılan mübarek olsun Mustafa‖ diyerek Mıstan Sokağındaki evine kadar getirirler. Annesi sevinçten ağlamaktadır. Mustafa‘yı bağrına basar, o da duygulanır, annesine sarılıp ellerinden öper. Mustafa‘nın o zaman yaĢı küçük ve esarette geçen beĢ yıllık süresi askerlik hizmetinden sayılmadığı için hemen askere alınır. .Ağabeyi RaĢit, Dayımoğlu Halil, Hamdi Yüzak, Em.Bnb.Edip Bey, Rıfkı Efendi, Hafız Mehmet Efendi, Hafız Kamil Efendi Aydınlı Halil Bey, Münir Bey Muğla Kuvayi-Milliye Heyetine katılarak görev alırlar. Afyon Cephesinde Ġstiklal SavaĢına katılıp madalya alan ağabeyi RaĢit gibi Mustafa da Ġstiklal Madalyası sahibi olur. Cumhuriyetin ilanından sonra Muğla Kuvayi Milliye Heyetinde görev almıĢ ve sonra Marmaris Belediye BaĢkanlığı da yapmıĢ Marmarisli Hamdi Yüzak‘ın kız kardeĢi Mahbube Hanımla evlenip ‗Süheyla‘ adını verdikleri bir kızları olur. Mustafa‘ya kaçırılma anlamında Marmarisliler tarafından ‗Kaçıka Mustafa‘ lakabı takılmıĢtır. Onu, hep ağzında piposu, baĢında kasketi daima titiz ve temiz giysilerle görürdük. Ailece birbirimizi ziyaret etmek istediğimiz uzun kıĢ gecelerinde duvarı bitiĢik olan evlerimizden birbirimize elbise fırçasının tahta tarafıyla vurup ―Kahve içmeye bekliyoruz‖ veya ‗‘Geliyoruz‖ mesajı iletirdik. Öykü kahramanlarımızdan Zeybek RaĢit Ġstiklal madalyalı bir kahraman ve denizci olarak ‗Zeybek RaĢit Kaptan‘ unvanını alır. Evlenip çoluk çocuk sahibi olur. YaĢamının son yıllarında oğullarının yanına giden Zeybek RaĢit 1959 yılında Fethiye‘de vefat eder ve burada gömülüdür. 145
Mustafa amcayı ise Marmaris‘te 1978 yılında 80 yaĢındayken kaybettik. Arapça okuma ve yazmayı bilen ve çoğu kez elinde Kuran‘la Mıstan Sokağında hasta olan komĢuları ve bizi ziyaret edip ―Nazar olmuĢsun‖ diyerek defalarca esneyip nazar duası okumasını hiç unutmadığım eĢi Mahbube Teyze de (Bebbe anne) 1988‘de hayata gözlerini yumdu. ġimdi, albümdeki bazı fotoğraflara baktığımda içlerinden sadece birkaçının hayatta olduklarını görüyorum. Zaman su gibi akıp geçiyor. Kanuni Sultan Süleyman‘ın da hayranlığını kazanmıĢ divan Ģairimiz Baki‘nin; ―Baki kalan bu kubbede hoĢ bir sedadır‘ sözünün doğruluğunu daha iyi anlıyor, ardında sedaları kalanlara Allah‘tan rahmet diliyorum... Kaynakça: (1) ‗Kumandanım, Galiçya ne yana düĢer‘ adlı ġevki Yazman‘ın kitabı (2) Marmaris Tarihi-KürĢat Ekrem Uykucu1970 (3) ― ― ― ― ― ― (4) Ġbrahim Nezihi Beyin mektubu-Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi komutan kulesi broĢürü 3 Haz 1915 (5) Marmaris Aksaz Boğazının güneyinde dar ve uzun küçük ada-Zamanında yılanların çok olması nedeniyle bu ad verilmiĢ (6) Marmaris-Hisarönü Körfezi ağzına yakın Yunan adası. (Simi) (7) Marmaris‘e 13 km. doğuda liman. ġimdi askeri deniz üssü
146
MARMARĠS’ĠN GÜNLÜK AĞAÇLARI
Günlük Ağacı (Liquidambar Orientalis)
Ġnsanların, hangi iĢ ve meslek grubundan olursa olsunlar olanakları ölçüsünde kendisi ve aile bireylerinden ayrı olarak doğup büyüdüğü Ģehir, kasaba veya köye karınca kararınca maddi veya manevi bir katkıda bulunmasının önce insanlık, sonra da bir erdemlilik olduğuna inananlardanım. 1964 yılında Ġzmir‘de açılan Turist Rehberliği kursuna katılıp kokart aldığım yıllarda ülkemizin özellikle yabancılara tanıtılması gerekli olan tarih, kültür ve doğa zenginliği yanında Marmaris ve yöresinin ―Günlük-Sığla Ağaçları‖nın adı ve ne oldukları hiç bilinmiyordu. Yıllar sonra doğa ve çevre korumaya duyarlılık ve alternatif turizm çeĢitliliği gündeme çıkmaya baĢlayınca bitki, (flora) ve hayvan (fauna) türlerine de ilginin arttığı görüldü. Öncelikle; Doğduğum, yetiĢtiğim güzel Marmaris‘e bir zenginlik katacağına inandığım ve sonra ―Turizm 147
Elçileri‖ benzettiğim rehber arkadaĢlarıma bugüne kadar öne çıkmamıĢ, günden güne de nesli azalmakta, değeri hakkında ise çok az kiĢinin bilgisi bulunduğu Günlük (sığla) Ağaçlarını önce kendim tanımak ve sonra da tanıtmak amacıyla bir çalıĢma yaptım. Tüm dünyada benzeri ender görülen bu ağaç türünün ülkemize ve Marmaris‘e bir zenginlik ve çeĢitlilik kazandırdığına inandım. Bu ağaçları günlük yerel gazete yazılarımda öne çıkaran birkaç yazımdan sonra ilk defa bazı yayın kurumları Marmaris ve çevresindeki günlük ağaçlarının bulunduğu park ve orman iĢletmelerine gelerek yerinde çekim yaptılar. ĠZ TV ve TRT 2 TV bu ilklerden ikisiydi. 18 Mayıs 2006 günü belgesel nitelikte hazırlanan yapıtlar bazı akademisyen ve uzmanların da görüĢleri alınarak adı geçen TV‘ler tarafından kendi kanallarında gösterime sunuldu. Bu çekimlerde bizim de görüĢlerimize yer verildi. Yapıtın TV‘lerden ilgi ile izlendiği ve büyük beğeni kazandığını mutlulukla gördüm, duydum ve öğrendim. Marmaris Belediyesi ―Sığlanın GözyaĢları‖ adıyla ĠZ TV‘nin yaptığı bu çalıĢmayı CD‘ye aldırıp çoğaltarak halka dağıttı. Bu güzel bir giriĢimdi. Ancak, bu CD‘lerden herkesin kolay sahiplenmesi kolay olsa da, CD çalarda izleyebilmesi zor olacaktı. Özellikle okullardaki genç çocuklarımıza bu ağaçlarımızı sevdirmek ve korumak için her an ellerinin altında olacak ve kolayca okunabilecek bir yayına ihtiyaç olduğunu görerek küçük bir broĢür hazırladım. Adını da ‗Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ koydum. Marmaris Belediyesi anılan broĢürü bastırıp ‗Tarih Bülteni‘ ile birlikte dağıtımını yaptı. Ayrıca, Marmaris‘te bir ilk olarak Mayıs 2005‘de ―Gençlik ve Bahar ġenlikleri kapsamındaki etkinliğe Günlük Ağaçları‖nın tanıtımı da konuldu. Akademisyen ve üniversite öğretim görevlilerin de katıldığı panel ve yarıĢmalar düzenlendi. Halka ücretsiz günlük ağaç fidanları dağıtılarak bu ağacın tanıtımına katkıda bulunuldu. Marmaris‘te tarih, kültür ve doğa turizminde 148
çeĢitlilik yaratacak bu tür giriĢim ve destekleri için baĢta Marmaris Belediye BaĢkanı sayın Ali Acar‘a ve böylesi giriĢimlerde yardımcı olan herkese teĢekkürü bir borç biliyorum. ―Marmaris‘in Günlük Ağaçları‖ baĢlığı altında yaptığımız araĢtırmanın mutlaka yeterli ve tam olduğunu söyleyemeyiz. Konunun uzmanları, akademisyenler mutlaka daha kapsamlı çalıĢmalar ve yapıtlar ortaya koyacaklardır. Nitekim araĢtırmamızda böyle bir çalıĢmanın yapılmakta olduğunu öğrendim. Bunun da ayrıntısına ilerdeki sayfalarda değindim. Günlük Ağaçları konusunda araĢtırma yaparken bazı yetkililer ve konunun uzmanı kiĢilerle görüĢtüm. Ggünlük yağı (sığla) istihsalini fiilen yapanlarla temas sağlayıp bilgi ve görüĢ alıĢveriĢinde bulundum. Bunlardan, araĢtırmamızda adı geçen, geçmeyen herkese teĢekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca bu çalıĢmanın sadece bir doğasever, Marmaris sever tarafından hazırlandığının göz önünde tutulmasını, uzman kiĢi veya kurumların düzeltme, görüĢ ve önerilerine her zaman açık olduğumu önemle belirtmek isterim. Değerli okurlar; Anadolu Medeniyetleri Mısır, Asur, Miken Medeniyetleriyle aĢağı yukarı yaĢıttır. Özellikle Marmaris ve çevresi dahil kıyılarımızda, deniz diplerinde yüzlerce batık mevcuttur. Zamanımızda bunların bazılarına su altı arkeologları dalar, kurtarma çalıĢmaları yaparlar. Eskiden bunu sünger avcıları yapıyordu. Bu batıklardan çıkarılan değiĢik türde toprak amforaların (testi) bazılarının diplerinde katı sıvı ve birikim halinde çam ağaçlarından elde dilen ―reçine‖ ile günlük ağaçlarından istihsal edilen ―sığla yağı‖ (balsam) görülmüĢtür. Takriben 3000 yıllık dönemde (MÖ.3000MÖ. 332) otuz sülaleye mensup eski Mısır kralları firavunların ölümünden sonra Nil nehrinin batısında inĢa edilen anıt mezar ve tapınaklara (piramitler dahil) gömülmeden önce bedenleri mumyalanırdı. Bu iĢlem için 149
gövdesinden sığla yağı, çam reçinesi sağlanan ağaçların Mısır‘da olmayıĢı nedeniyle Akdeniz‘in karĢı yakasındaki Anadolu‘dan, Marmaris, Fethiye, Antalya, Dalyan (Caunos) Datça gibi limanlardan getirildiği biliniyor. Mısır‘da Giza bölgesindeki kral Keops, Kefren ve Mikerinos‘a ait piramitlere eĢlik ve korumacılık yapan gövdesi aslan, baĢı insan olan 70 metre uzunluğunda ve 20 metre geniĢliğinde bir ‗Sfenks‘ anıtı vardır. Bunun hemen yanında da 46 metre boyunda, 1224 parça sedir, dut gibi sağlam ve deniz suyuna dayanıklı ağaçlardan elde elden keresteden inĢa edilmiĢ bir tekne sergilenmektedir. Bu kayık firavunu maddi yaĢamından manevi yaĢamına sanal olarak taĢıması içindir. Bu yapıtta da bölgemizin ağaçlarından elde edilen odun veya kereste kullanılmıĢtır. Bundan ayrı olarak Akdeniz‘de Mısır‘ın kuzey liman Ģehirlerinden birisi olan ‘Ġskenderiye‘nin Anadolu ve Marmaris kıyılarına denizden karĢı yaka komĢusu olması nedeniyle denizden yapılan ticaretin ve taĢımacılığın öne çıktığı görülür. Eski Datça‘nın Knidos‘lu mimarı, fizik ve matematikçisi Sostratos Ġskenderiye‘nin hemen kuzey kıyısındaki ‗Pharos‘ adasına MÖ. 5. yüzyılda bir deniz feneri inĢa etmiĢtir. Bu fenerin yüksekliği 120 metredir. (Art and History of Egypt) Burada sedir, çam, zeytin gibi reçineli odun yakılarak, odunların alevi ve verdiği ıĢık büyük bir cam ayna ile yansıtılarak denizcilerin bu feneri onlarca mil uzaktan görebilmesi sağlanmıĢtır. ‗Helenistik Dönem‘de bu yapıt ‗Dünyanın Yedi Harikası‘ndan birisi olarak bilinir. Anılan fenerde yakılan odunların arasında mutlaka bu gün olduğu gibi o zaman da Marmaris‘in dağlarına, yeĢil örtüsüne güzellik katan peyzajını oluĢturan çam, zeytin, gibi ağaçlarından elde edilen odunun da varlığı düĢünülmelidir. (Kaynak-‗Art and History of Egypt‘) Tüm bunlardan ayrı olarak yukarıda değinilen sığla, odun ve kereste ticaretinin yakın tarihe kadar bölgemizde yapıldığını kanıtlayan bir Marmarisli hemĢerimizin anlattıklarına da burada yer vermek istedim. 150
Atalarımızdan akrabamız da olan Sayın Saim Gökova özellikle yaĢı ilerlemiĢ annesinden (Makbule Gökova 17 Ocak 2007‘de 98 yaĢında vefat etti) öğrendiği bazı anekdot ve diğer bilgileri 2004 yılında benimle paylaĢtı. Bunlara kısaca burada kendi ağzından yer verelim: ―Rahmetli babaannem büyük dedem Hacı Selim‘in kızıdır. Büyük dedemiz Hacı Selim ve gelini Vesile Birinci Cihan Harbi sırasında ve 1916 yılında Marmaris‘i Fransız donanmasının Yalancı Boğaz dıĢından bombalaması sırasında sığındıkları kalenin Kemeraltı mevkiinde diğer birçok Marmarisli ile birlikte Ģehit düĢmüĢler, annem de bir bacağını kaybetmiĢ. Annemin anlattığına göre; Kanuni Sultan Süleyman‘ın padiĢahlığı döneminde (1520-1566) Marmaris-Fethiye arasındaki bölge validesi Hafsa Sultan‘a verilmiĢ. Valide Sultan, kendi adına kurulan vakfa Dalaman-Marmaris arasındaki araziden elde edilen her türlü ürünün satıĢından, Marmaris Kalesinin altındaki menzil hanenin iĢletilmesinden ve günlük ağaçlarından elde edilen sığla yağını Mısır‘a ihraç ederek sağlanan gelirden yardımda bulunmuĢtur. Mısır‘a sığla yağı ihracatı büyük dedemin yaĢadığı yıllarda da sürmüĢ. Hacı Selim dedem paraçelesi ile (yelken ve kürekli takriben 10 m. boyunda kayık-tekne) denizden taĢımacılık yapmıĢ, iki damadını da gemici olarak yanına almıĢtır. Bir defasında sığla yağı yüküyle Marmaris-Ġskenderiye seferine kendisi çıkmayıp iki damadıyla baĢka bir denizciyi göndermiĢ, lakin haftalar, hatta aylar geçmiĢ paraçele Marmaris‘e dönmemiĢtir. Marmarisliler ümidi kesip, teknenin battığına, mürettebatın da boğulduğuna inanmaya baĢlamıĢlar. Bir gece, Hacı Selim dedem rüyasında paraçelenin ve içindekilerin sağ olduklarını, Marmaris‘e geri döndüklerini görmüĢ. Evdekilere, rüyasını anlatıp ardından, ― Allah‘tan ümit kesilmez‖ demiĢ. Bu rüyadan yakınları ve Marmarisliler çabucak haberdar olmuĢlar. Aile yakınları gözlerini sıkça olarak Marmaris Boğazına dikerek umutla beklemeye baĢlamıĢlar. O günlerin birinde 151
boğazda limana girmekte olan bir yelkenli görülmüĢ. Yelkenli tekne, pruvası Marmaris Limanına doğru olmak üzere Gölenye‘den (Ġçmeler) esmekte olan kuvvetli karayeli iskele yanından yelkenine doldurarak hızla Marmaris‘e yaklaĢmaktaymıĢ. Tekneyi gören çocuklar dokuz oturak (hızla koĢarak) Hacı Selim dedenin evine koĢmuĢ ve kapıyı heyecanla vurmuĢlar. Hacı Selim Dede almakta olduğu aptesttini yarıda bırakıp hemen kapıyı açmıĢ. ―Hayrola çocuklar‖ demiĢ. Gelen çocuklar hep bir ağızdan ―Paraçele göründü, geliyor‖ diye bağrıĢmıĢlar. Hacı Selim iyice emin olmak için ayağındaki terlikle çocukları da yanına alarak evinin hemen yakınındaki kalenin güney burcuna çıkmıĢ. Kale, ne de olsa Marmaris Boğazını ve limanını en iyi gören yerdir. Giderken içinden dualar etmekte, adaklar adamaktaymıĢ. Nefes nefese kalmıĢ ama o anda kendi gözleriyle gördüğü haberin doğruluğunu kanıtlayınca çocuklara hemen okkalı bahĢiĢ dağıtmıĢ. Paraçele rıhtıma iyice yaklaĢınca içindekiler iyice seçilmeye baĢlamıĢ. Sevinçten adeta çılgına dönen dedem Hacı Selim, ―Atalarımız çocuktan al haberi derlerdi de inanmazdım, ne kadar doğruymuĢ‖ demiĢ. Hemen kaleden aĢağıya inip evden sırtına ceket, ayağına ayakkabı giyip rıhtıma koĢmuĢ. Marmaris halkı da kıyıya toplanmıĢ. Davulcu, zurnacı olayı duyar duymaz soluğu kıyıda almıĢlar. Tekne demirleyip iskelesini karaya uzatınca baĢta Hacı Selim dedem ve sevinç gözyaĢlarıyla tekneye doluĢan akrabalar sarmaĢ dolaĢ olmuĢlar. Ancak, yüzlerce mil uzaktan salimen gelen paraçele neredeyse bir kulaç suda batma tehlikesi geçirmiĢ. O tarihlerde merkez nüfusu bin kiĢi civarında olan Marmaris‘te kısa sürede olaydan herkesin haberi olmuĢ. Büyük bir sevinç yaĢanmıĢ. Hacı Selim Dedemin mutluluktan önce ağladığı, ardından da sevincini kayığın baĢına toplanan Marmarislilere hitaben yaptığı konuĢmayla paylaĢmıĢ. Önce, Allah‘a hamd-ü selam olsun demiĢ ve sonra eĢ, dost, akraba ve Marmarislilere teĢekkür etmiĢ. 152
O günlerde akrabalardan birisi yaĢanan bu olayı bir Ģiire dönüĢtürmüĢ. Bu Ģiir düne kadar aile yakınlarımız tarafından iyi bilinirdi. ġimdi bunu bilenlerin sayısının çok az olduğunu düĢünüyorum. ġiir aynen Ģöyledir: Hey hey, müjdeler olsun ! Göründü paraçele, Essin meltemler essin Bıçak urganı kessin. Söyleyin Hacı Selim‘e, Deveden kurban kessin. Bize derler Met Reisler, Telli kurĢun atarız, Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için, El ele verir Beldibi‘ne ereriz‖... Verdiği bilgiler ve daha önce hiç bir yerde yayınlanmamıĢ Ģiiri bana yazdırıp ‗Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ baĢlıklı yazımızda yayınlanmasına yardımcı olduğu için kuzenim, dostum Saim Gökova‘ya teĢekkür ederim. Burada değindiğim olaya yazı baĢlığına göre ‗Ne alakası var‘ diyebilecek okurlarım olabilir. Ancak yaĢanan maceranın zamanında Marmaris‘ten yapılan sığla yağı ihracatından kaynaklandığını unutmamak gerekir… Günlük ağaçlarından sağlanan sığla yağının diğer bitkilerden elde edilenlerle birlikte tıbbın babası olan Hippokrates (MÖ.460-377-Ġstanköy) döneminden baĢlayarak ilaç olarak kullanıldığını bazı kaynaklardan öğreniyoruz. MS. 3. yüzyılda yaĢamıĢ ve mide ülserinden rahatsızlık çeken Roma Ġmparatoru Caracalla, zamanın sağlık merkezlerinden olan Epidaurus, Kos ve Bergama‘daki sağlık merkezlerinde (Asklepion) tedavi görmüĢtür. Bergama Asklepion‘unda günlük ağacından çıkartılan sığla balsamı, çam reçinesi ve diğer bitkilerden elde edilen doğal ilaçlarla tedavi görüp Ģifa bulduğunu 153
bazı yabancı kaynaklardan rehberliğimin ilk yıllarında öğrenmiĢtim.
Marmaris'in ağaçları
‘Günnücek
Milli
Parkı’ndaki
günlük
Bu ağaç türünün ve salgıladığı balsamın ağacın gövdesinden istihsalinde kabukların (kapçık) presten geçirilip yağının ayrıĢtırılmasından sonra arda kalan posa kurutularak buhur (tütsü) elde edilir. Ansiklopedik bilgilere göre; Eski çağlarda bazı tapınak ve ibadet yerlerinde tanrılaĢtırılan veya kutsallaĢtırılan kralların onuruna günlük ağacı kabukları yakılırdı. Kudüs tapınağında koku sunağı vardı. Burada her gün günlük yanardı. Hıristiyanlığın ilk yıllarında bir pagan geleneği olduğu gerekçesiyle günlük yakmaktan vazgeçilse de 4. yüzyıldan itibaren kilise bu geleneği benimsedi. O zaman günlük dumanının insanların dualarının göğe yükseliĢini simgelediğine ve hatta Ģeytanın bu kokudan korkup o yerden uzaklaĢtığına inanılırmıĢ. Dumanının antiseptik özellik taĢıdığı bugün de tıbben kabul edilmiĢtir. Ġslam dininde ve kutsal kitap Kuran-ı Kerim‘de bildiğimiz kadarıyla günlük yakmak hakkında bir ayet bulunmamakla birlikte bazı özel dini günlerde kandil ve mevlitlerde ve hatta vefatlarda günlük yakıldığını, Marmaris ve çevresinin vatanı olan günlük ağacından bu ürünün 154
sağlanmasının kolay olması nedeniyle de yerli halk tarafından özel günlerde halen uygulandığını biliyoruz..
Günlük ağacı gövde kesiti
Günlük Ağacı her yerde görülen veya yaĢayan bir bitki türü değildir. Bu yüzden böyle ender görülen bitki türlerine bitki biliminde (Botanik) ―Endemik‖ sıfatı verilmiĢtir. Latince‘de adı ―Liquidambar Orientalis‖ olarak geçer. Tohumlu bitkiler kategorisinde olup Güvercinağacıgiller (Hamamelidaceae) familyasındandır. Boyları 20 m. kadar yükselebilir. Yaprak dökücü türdendir. Yapraklar palmat 5x10, 6x13.5 loplu yumurtamsı, dikdörtgenimsi ve yarı keskin sivri uçlu, kenarda oyukludiĢli veya testere diĢli, tüysüz veya nadiren ana damarların alt taban kısmında kısa kümesi tüylüdür. Meyveli baĢlar 2,5-3 sm. çapında, sarkıcıdır. Her ġubat ayının baĢında tomurcuklanma baĢlar. Yapraklarını Kasım ayı sonunda döker. Deniz seviyesinde ve 800m yüksekliğe kadar olan sulak ve batak yerlerde yetiĢir. Ömürleri, iĢletmecilerin ifadesiyle binlerce yıldır. Yeter ki bakımı iyi yapılsın, ağaç gereksinim duyduğu yeterli suyu bulsun ve yaĢama ortamı bozulmasın. Ağacın gövdesinden özellikle sıcak yaz aylarında alınan yağın adı ―Ak günlük‖, sonradan elde edilen buhur olmuĢ siyah haline de ―Kara günlük‖ denir. Bu gün yeryüzünde nesli tükenmekte olan bu ağaç türüne ülkemizde Güney ve güneybatıdan baĢka yer ve kıta olarak sadece Kuzey 155
Amerika (Kaliforniya) Kuzey Afrika ve Hindistan‘da rastlanmaktadır. Türkiye‘de günlük ağaçları Muğla Ġli hudutları içinde Marmaris, Köyceğiz, Dalaman, Fethiye ve az sayıda olmak üzere Denizli Ġline bağlı Acıpayam ilçesi ile Antalya Ġli Sütçüler bölgesinde vardır. Ġklim yapısı sıcak ve suyu bol, yumuĢak zeminde yaĢayan bu ağaçların kökleri Ģemsiye gibi açılıp toprak yüzeyine yakın olduklarından satıh sularıyla beslenirler. Ülkemizde bulundukları bölgelerde özellikle turizmin getirdiği canlılıktan yararlanmak için göç ederek gelen ve her yıl artan nüfus nedeniyle merkezdeki su tüketimini karĢılamak için dere yatakları ve doğal pınarların çevresine açılan artezyenler ağaçların kurumalarına neden olmuĢtur. Bundan ayrı olarak yangın, çevresel atık ve kirlilikler, sığla yağı ve buhur istihsalinin bilinçsizce yapılması gibi nedenler yüzünden de günlük ormanlarındaki bu nadide ağaç nesli tükenmekte olan birçok hayvan, balık ve bitki türünde olduğu gibi sessizce gözden kaybolmaktadır. 1940‘lı yıllarda 6300 hektar olan sığla istihsali neredeyse 1000 hektara düĢmüĢtür. ĠĢte, bizi de ihtisas konumuz olmadığı halde böyle bir araĢtırma yazısı yazmaya sevk eden ana neden de bu olsa gerektir. ‘Grup Doğayla BarıĢ, Çevre ve Sanat Derneği‘ baĢlattıkları bir proje ile ‗Akdeniz‘in Tılsımı‘ adını verdikleri bu ağaçları tanıma, tanıtma, koruma ve çoğaltma kapsamında bir proje baĢlatmıĢlar, bu konuda çok yararlı çalıĢma ve yayınlar yapmaktadırlar. Proje koordinatörlüğünü sayın Hakkı Çopuroğlu‘nun yaptığı bu çalıĢmalarda emeği geçen üyelere teĢekkür ediyorum. Geçtiğimiz yıllarda bir gazete haberinde ―Sığlaya DNA testi‖ baĢlıklı bir yazı yayınlandı. Muğla Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Biyolog Sayın Belgin Göçmen TaĢkın‘ın ―Türkiye‘deki Relikt Endemik Sığla Ağacı Popülâsyonlarında Genetik ÇeĢitliliğin Ġzoenzimleri ve RAPR Belirteçler Yardımıyla Saptanması‖ adlı bir proje oluĢturulduğuna değinilerek 156
Sayın TaĢkın‘ın Ģu açıklamalarına (Hürriyet Ege eki 25.02.2005)
yer
veriliyordu.
―Halk arasında günnük adıyla da bilinen günlük sığla ağaçları baĢta ilaç sanayi ve parfümeri sektöründe olmak üzere bir çok alanda kullanılıyor. Tarla açma ve turizm faaliyetleri nedeniyle sayıları hızla azalıyor. Sığlalar yok olma tehlikesiyle karĢı karĢıyalar. 20. yüzyıl baĢlarında Muğla Ġl genelinde 6321 hektarlık alanda sığla ağacı vardı. Bugün, 1337 hektarlık alanda sığla yetiĢiyor. 1999‘da 9463kg. sığla yağı elde edilirken bu rakam 2002 yılında 3108 kg. düĢtü. Ağacın ekonomik değeri çok yüksektir. Sığla ağaçlarının bu güne kadar genetik yapısı araĢtırılmadı. Bu araĢtırmalar sonucunda yok olma tehlikesi bulunan sığla ağaçları koruma altına alınacak. Proje, dünyada ilk olma özelliği taĢıdığı için TUBĠTAK‘ tan destek geldi. Proje maliyetinin tamamını TUBĠTAK karĢılayacak. Uygulamaya Mart ayında baĢlayacağız. Belirlenen bölgelerde 50 m. arayla sığla ağaçlarının yapraklarından örnekler alınacak. Bunlar üzerinde bitkinin yapısını inceleyen RAPD analizi, DNA testleri uygulanacak ve modifiye edilmiĢ boyama yöntemleri kullanılacak. Proje sonunda sığla ağaçlarının sistematiği ortaya çıkacak. Evrimi belirlenecek ve jeolojik zamanlarda kıtaların ayrılmasına iliĢkin bilgiler ortaya çıkacak. Ayrıca bu ağaçların korunmasına iliĢkin öneriler geliĢtirilecek‖ deniliyordu. Memnuniyetle görüyoruz ki üniversitelerimizdeki genç öğretim görevlileri hocalarımız konunun önemine daha bilimsel yoldan yaklaĢarak çözüm ve yöntem bulmada arayıĢ içindeler. Bu konuda çalıĢmalarının hangi safhada olduğunu öğrenmek için telefonla aradığımız Sayın Belgin Göçmen TaĢkın bize sevindirici ve olumlu haberler verdi. Yukarıda gazetede verilen bilgiler içeriğindeki çalıĢmaların aynen yapıldığını bildirdi. TUBĠTAK‘ la ilgili proje baĢvurusunun bir kopyasını da internet adresimize hemen gönderdi. Kendisine göstermiĢ 157
olduğu ilgi ve yardımlaĢma için buradan bir kez daha teĢekkür ediyoruz. Çocukluğumuzun Marmaris‘inde Ģimdi büyük bir özlemle yad ettiğimiz anılarımız içinde ―Günlük‖ veya o zamanki adıyla ―Günnücek‖ hep vardır. Bu cennet ve doğa harikası yer mesire ve dinlence yerimiz olarak Marmaris‘in milli parkıydı. Marmarisli olup da kenarda köĢede, duvarda albümde kalmıĢ ve Günnücek‘te çekilmiĢ siyah-beyaz bir fotoğrafı olmayan yoktur‖ desem doğru söylemiĢ olurum. Ailecek veya tam ergenlik çağımızda arkadaĢlarla yürüyerek veya denizden Günnücek Parkına giderdik. Özellikle, sandalla gitmenin zevkine doyum olmazdı. Çatma Pınar‘ın baĢına kadar kürek çekerek bu cennet bahçesinin içinde olurduk. Günlük Ormanı içinden akıp giden çayların, derelerin coĢkusu, çıkardığı ruhu okĢayan ve dinlendiren ses hale kulaklarımdadır. ―Çatma Pınar‖, ―Kadın Azmağı‖ ve ―Killik Çayı‖ hepimizin günlük konuĢmalarımızda adının sıkça geçtiği nadide güzellikteki yerlerdi. Burada ağaçlara kurulan hamaklar, deniz kıyısında yakalanıp taze piĢirilip yenilen levrek, kefal, çipuraların tadı hala damağımızdadır. Hele anamız dolma, kuru bakla salatası, makarna yapar, babamızın çatma pınarın havuzunda ıslatılan ve neredeyse suyun soğukluğundan çatlamak üzere olan kocaman bir karpuzu kesmesi vardır ya.... adeta bunlar birer ibadettir, bir tür törendir. Genç kızlar, genç anneler kulaklarının arkasına bir tutam günlük dalı, defne, mersin, kekik veya piren dalı takar, bunlardan sofradaki toprak testi veya vazoya ıslatılırdı. Bülbüller, serçeler, güvercinler öter, sincaplar günlük ağacı meyveleri olan tırtıklı lopları diĢleriyle ―tıkır tıkır‖ ses çıkararak kırıp yerken bir yandan da yan gözle bizi izlerlerdi. Bunlardan soframıza kadar yaklaĢanlar bile olurdu. Bizden baĢlarına bir zarar geleceğinden korkmazlardı. Burası bir orman, piknik alanı değil, adeta bitkiler, kuĢlar, balıklar ekolünün yaĢadığı, bizi misafir kabul edip ağırlamak için azami gayreti, özveriyi 158
gösterdiği ev sahipleriydiler. Pikniğin bitip, güneĢin battığı ve billur billur, gürül gürül akan derelerin suyunun kararmaya baĢladığı bir vakitte bu defa ev sahibi ailenin gündüz ortalıkta görülmeyen diğer fertleri de sahneye çıkar, ‗pev....pev‘ diye bağırıp çağırmaya baĢlarlardı. Bunlar, ‗Günlük Ailesi‘nin mensupları, ‗çakallarıydı. Sanki bize, ‖Sizi bu kadar ağırlayabiliyoruz, doğayı artık bize bırakın, herkes evine saman damına, hepinize güle güle‖ demek ister gibiydiler. Değerli okurlar; Galiba burada biraz duygusallığa kaçtım. Nede olsa günden güne azalamaya, hatta kaybolmaya baĢlayan nice maddi ve manevi değerlerimizi genç kuĢaklarımızın görebilme olasılığı azalıyor. Bunların yaĢatılması için önce neler olduklarını bilmemiz, sonra da korunması konusunda bilimsel önlemler almamızın gerekliliğine inanıyorum. Günlük Ağaçlarında sığla yağı ve buhur istihsali ağaçların sağlıklarının bozulmaya, kuruyup sayılaının azalmaya baĢlamaları üzerine bölge genelinde bir iki saha dıĢında istihsali durduruldu. Orman Bölge Müdürlüklerindeki görevlilerden aldığımız bilgiler doğrultusunda Günlük orman ve sahaları her bölgeye göre numaralandırılmıĢ. 2005 yılında sadece 69 numaralı Çetibeli Günlük sahasına iĢletme izni verilmiĢ. Eskiden sığla istihsal iĢi Orman Bakanlığı ve dolayısıyla bölge müdürlükleri tarafından iĢçi temin edilerek uzman görevli gözetiminde yapılır, elde edilen tonlarca ürünün satıĢı yine adı geçen kurumun yetkilileri tarafından önce depolanıp sonra satıĢı yapılırdı. ġimdi öyle değil. Ülkemizde serbest pazar ekonomisi ve özelleĢtirme uygulaması gündeme geldiğinden bu yana iĢletmeye açılacak saha önce ihaleye çıkarılıyor. Muğla bölgesinde Çetibeli‘ndeki 69 numaralı iĢletme sahası dıĢında iĢlenen ve sığla istihsali yapılan saha olmadığını öğrendik.
159
Günlük ağacından sığla yağı elde etme
Sığla istihsalini ve iĢletmeyi yakından görmek ve hem de fotoğraf çekmek için güneĢli güzel bir havada tek iĢletme sahası olan TaĢan-Çamlık iĢletme sahasına gittik. Burada, eĢiyle beraber ağaçlardan ellerindeki özel kaĢıkla yağ çıkaran Sayın Ġsmet Baka ve eĢine sorular sorduk, yanıt aldık. Sayın Ġsmet Baka ve eĢi genç yaĢlarından bugüne kadar hep bu iĢi yapmıĢlar. Ġsmet Baka, aslen Ula‘lı olduğunu, yetmiĢi geçen yaĢıyla eskiye nazaran bu iĢte çalıĢmanın artık zor olmaya baĢladığını söylemek istese de, iĢini çok sevdiğini, bu iĢten ekmek yediğini, biri erkek diğeri kız iki çocuğunu da üniversitede okutarak oğlunun jeoloji mühendisi, kızının da öğretmen olmasına ekonomik desteği bu iĢten sağladığını söyledi. Bazı sorularımıza iĢini hiç bırakmadan yanıt vermeye çalıĢan Ġsmet Baka‘nın iĢ disiplini, yaptığı iĢinden zevk almasını, eĢiyle dayanıĢma içindeki görüntülerini doğrusu takdir ettik. Buradaki sahada iĢletmeyi ihaleyle geçen yıllarda olduğu gibi yine kendileri almıĢ. ġartnameye göre çapı (kutru) yirmi santim ve daha yukarı olan 1000 ağaçta üretim yaparak takriben 200kg.yağ çıkarmayı umuyorlar. (Bir ağaçtan takriben 200 gr. sığla yağı elde ediliyor.) Verilen bilgiye göre; Yağ istihsali için ağaçların gövdelerinde takriben 4–6 cm. en ve 70 cm derinliğinde kızartma yerleri açma ve temizlik iĢlemi her yılın Nisan‘da baĢlıyor. Çıkan yağlar belli aralıklarla ve özel kaĢıklarla toplanıp içinde sıcak su bulunan kazana boĢaltılıyor. 160
Kazan dolar dolmaz ürün prese alınıp sıkılıyor. Preste sıkılarak suyu alınan yağ beton havuza akıyor. Geride kalan posa buhur olarak alınıp kurutulmak üzere sergiye alınıyor. Yağ ise tenekelere doldurularak yerli veya yabancı alıcılara satılıyor. Bu üretim Kasım ayı sonuna kadar devam ediyor. Sığla yağı ilaç ve kozmetik sanayinde kullanılır. Günlük yağı ve buhur, balcı, baharatçı ve aktar gibi bazı satıĢ yerlerinden temin edilir. Birçok hastalığa iyi geldiği, kuvvet ve peklik verici, yatıĢtırıcı, idrar arttırıcı, adet söktürücü, romatizma ağrılarını dinlendirici ve sindirim sistemini özellikle mide ve bağırsak rahatsızlıklarını giderici özellikleri olduğu biliniyor.
Günnücek Milli Parkı ve günlük, çam, defne ağaçları arasından bize göz kırpan Marmaris Körfezi
―Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ adlı araĢtırma küçük bir kitapçıkta ayrı olarak Marmaris Belediyesi tarafından bastırılıp yayınlandı. Bu çalıĢmayı güzel ülkemiz, topraklarımız ve üzerindeki nadide ağaçların bilinmesi, korunması, tanıtımı için yaptım. Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ adlı araĢtırmamı aĢağıdaki cümlelerle sonlandırıyorum: Hepimizin bildiği ve bilmesi gerektiğine inandığımız bir özellik Ģudur. Buna ayrıcalık da diyebiliriz. Anadolu coğrafyası değiĢik topografik yapı ve iklimlere sahip olması dolayısıyla geçmiĢten günümüze bazı canlı türlerinin ortaya çıkması için bir laboratuardır. Bunun canlı 161
türlerinin çok az değiĢime uğrayarak günümüze kadar gelmesinde ise müze gibi görev yaptığı bir gerçektir. YaĢamakta olduğumuz 21. yüzyılın dünya kamuoyunda biyoloji yüzyılı olacağı yönünde çok güçlü bir inanıĢ vardır. Yine okuduğumuz kitaplarda, izlediğimiz TV yayınları ve belgesellerde görüyoruz ki dünyadaki ekosistemlerin canlı kısmının önemli bir bölümünü bitkiler oluĢturmaktadır. Elektrik düğmesi nasıl aydınlığın ve karanlığın kumandası ve sigortası ise bitkiler de tüm canlılığın kumandası ve sigortası konumundadır. Bitkiler olmadan oksijen ve besin olmaz. Ġnsan dahil Eko Sistemdeki tüm canlıların ayrı görevleri vardır. Eğer bu canlıların yok oluĢuna göz yummaya devam edecek olursak görevler yerine getirilmeyecek ve zinciri oluĢturan halkalar kopacaktır. Her canlı türünü bir halka, tüm canlıları ve yaptıkları görevleri de bir zincir olarak düĢünebiliriz. Bu halkaların kopmaması, zincirin parçalanmaması için öncelikle çevremizdeki canlı türlerini iyi tanımamız gerekir. Böylece, tanıdığımız bildiğimiz Ģeyleri daha iyi koruyup kollayabiliriz. Bunları ben değil, bilim ve çalıĢanları söylüyor...
162
.
Marina arkasında Marmaris Milli Parkı ve Günlük Ağaçları
163
Ġkinci Bölüm YEREL GAZETE YAZILARIMDAN SEÇMELER NATO VE ANIMSATTIKLARI NATO, Ġngilizcesi ‗North Atlantic Treaty Organization‘ sözcüklerinin baĢ harflerinden oluĢmuĢtur. Türkçesi ‗Kuzey Atlantik AntlaĢması Örgütü‘ dür. Bilindiği üzere bu kuruluĢ 2. Dünya SavaĢı sonrası oluĢan siyasi ve askeri ortamda 9 Nisan 1949‘da Washington AntlaĢması ile kurulan kolektif bir savunma örgütüdür. Özetle anılan antlaĢmanın üçüncü, dördüncü ve beĢinci maddelerinde üye ülkelerin ortak savunma için yeteneklerini geliĢtirmeye, herhangi bir üyenin toprak bütünlüğü, siyasî bağımsızlık ve güvenliği tehlikede olduğunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine saldırıldığında bu saldırının hepsine karĢı yapılmıĢ bir saldırı olarak kabul etmeyi taahhüt eder. Türkiye bu örgüte Yunanistan‘la birlikte eĢ zamanlı olarak 1952 yılında kabul edilmiĢtir. En son Arnavutluk ve Hırvatistan‘ın katılımıyla NATO‘ya üye ülke sayısı 28 olmuĢtur. NATO‘da görev yaptığım 1960‘lı ve 70‘li yıllarda örgüte üye sayısı 15 veya 16 ülkeydi. ġimdi neredeyse bu rakam ikiye katlanmıĢ. Avrupa Birliğinin kuruluĢundan bugüne de yıldan yıla artan üye ülke sayısının 27 ile neredeyse NATO üyesi ülkeler sayısına ulaĢtığı bir gerçektir. Ancak Güney Kıbrıs‘ın üyeliği bizde aranan Ģartlara haiz olmadığı halde kolayca gerçekleĢince bizi daha ne zaman olacağı belli olmayan bekletmenin maksatlı olduğu gerçeğini de burada vurgulamalıyım. Sovyet Rusya Blok Ülkelerle birlikte güçlü bir tehdit oluĢtururken Avrupa‘nın doğusunda en güçlü NATO Kalkanı‘ olarak tanımlanan Türkiye, tehlike geçince Ģimdi AB dıĢında tutuluyor. Bunun yorumunu artık sağır sultanın bile böyle yapmakta olduğunu düĢünüyorum… 164
Muvazzaf bir asker olarak yurt içi ve yurt dıĢında toplam sekiz yıl NATO‘da çalıĢmıĢ olmam nedeniyle yazacak, söyleyecek çok konu ve anılarım vardır. Bazılarına zamanı ve yeri geldikçe günlük bir gazete yazısına sığacak kadarıyla kısaca değinir, siyasi geliĢmeler ve olayları değerlendirip kendimce eski ile bugünü kıyaslarım. Bunlardan birini siz okurlarımla bu yazımda paylaĢmak istiyorum. Bunu yaparken biraz geçmiĢe dönmemiz gerekiyor. Yıl 1989, bundan tam 20 yıl önce doğup büyüdüğüm Marmaris‘te emeklilik yaĢamımı sürdürüyorum. Bulgaristan‘da Türk asıllı soydaĢlarımıza büyük bir baskı ve soykırım uygulaması yapıldı. Henüz, NATO‘ya karĢı cephe olan ―Varsova Paktı‖ ile birlikte Berlin duvarı yıkılmıĢ değildi. Yarım milyona yakın soydaĢ Türk Trakya‘sına kaçıp sığındılar. NATO, basından takip ettiğim kadarıyla bir Ģey yapmıyor, yapamıyordu. Bu durumdan büyük bir üzüntü duyup tepkimi, belirtmek istedim. Görev yaptığım Belçika‘nın Brüksel‘deki NATO Genel Sekreterliğine Ġngilizce bir mektup yazdım. Bu mektubun Türkçe içeriği aĢağıdadır. Anılan mektupta NATO‘yu kuruluĢundaki antlaĢma hükümlerini yerine getirmeye çağırdım. 15 Haziran 1989 tarihinde yazdığım mektuba 4 Temmuz 1989 tarihinde zamanın NATO Genel Sekreteri Alman Malfred Wörner‘den aldığım Ġngilizce yanıtın Türkçe özeti de aĢağıdadır. Ulusal basın bu olayı duymuĢ olacak ki beni Milliyet Gazetesi Yazı ĠĢleri Müdürlüğünden aradılar. Amacın, ―Olayı bir de benim ağzımdan öğrenip, doğrulamak‖ olduğu söylendi. Ben de herhangi bir gizlilik taĢımayan bu mektupların karĢılıklı olarak yazılmıĢ olduğunu ifade ettim. Bunu Milliyet Gazetesi 7 Ağustos 1989 tarihinde baĢ sayfada haber yaparak yayınladı. O günkü gazetenin bu haberi içeren kupürlerini dosyamda saklamıĢtım. Onları da fotoğraflarını çekerek aynen yazıma aldım. 165
Bu vesileyle, 1988‘den öldüğü yıl olan 1994 yılına kadar büyük bir baĢarıyla 6 yıl NATO Genel Sekreteri olan Türk dostu merhum Malfred Wörner‘i bir kez daha saygıyla, rahmetle anıyorum. Bilindiği üzere VarĢova Paktı ve Demir Perde Berlin Duvarı ile birlikte bir yıl sonra yıkılıp tarihe karıĢınca bu olay da birçok benzerleri gibi tarihin sayfalarında kaldı. Bulgaristan‘da ve daha sonra Sırpların Bosna-Hersek‘te ‘sergiledikleri katliam ve insanlık suçunun durdurulmasında NATO‘nun yaptığı görev unutulmamalıdır. Bu müdahalede NATO adına görev yapan Türk Hava Kuvvetlerimizin de katkısı vardır.
NATO Genel Sekreterinin Erol Uysal'a verdiği resmi yanıt
166
Erol Uysal‘ın NATO Genel Sekreterliğine yazdığı Ġngilizce mektubun Türkçe özeti Ģöyledir: ―Sayın Genel Sekreter; Ġçinde bulunduğumuz günlerde Bulgaristan‘da yaĢamakta olan soydaĢlarımıza karĢı Bulgar Hükümeti büyük boyutta insanlık suçu iĢlemektedir. SoydaĢlarımızı Bulgaristan‘dan sınır dıĢına gitmeye, kalanlar asimile edilmeye zorlamakta, direnenler katledilmektedir. Bu olay Türklere karĢı önceden planlanmıĢ bir tür soy kırıma dönüĢmüĢtür. Bundan ayrı olarak VarĢova Paktı‘na üye olan bir devlet komĢusu Türkiye‘yi ve NATO‘yu adeta yok sayıp tahrik ve tecavüz boyutuna varan mütecaviz bir tutum sergilemektedir. Açıkça belirtmem gerekirse, yıllarca NATO‘da görev yapmıĢ emekli bir asker olarak NATO‘nun yukarıda değindiğim geliĢmelere ilgisiz kalmıĢ görünmesini hayret ve üzüntü ile takip ediyorum. Oysa NATO AntlaĢmasının ilgili maddelerinin bu vahim geliĢme karĢısında uygulamaya konulması gerektiğini düĢünüyorum. Bu konuda NATO Delegasyonlarının özel bir toplantı yaparak bir bildiri ile Bulgaristan Hükümetini suçlaması, Bulgaristan‘da yaĢayan Türkler üzerinde uygulanmakta olan düĢmanca ve insanlık dıĢı politikadan acilen vazgeçilmesi istenmelidir. Saygılarımla… Erol Uysal, E. Tank Kd. BĢçvĢ. Haziran 1989
15
NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner‘in Erol Uysal‘a yanıtı: Sayın Erol Uysal; 15 Haziran 1989 tarihli mektubunuza teĢekkür ederim. Bulgaristan‘ın soydaĢlarınıza karĢı yapmakta olduğu insanlık dıĢı iĢkence ve tehcir politikası için duyduğunuz üzüntüye aynen katılıyorum. Sizi temin ederim ki; Bu konu NATO‘da ve bağlı birimlerde öncelikli konu olarak ele alınmaktadır. Müttefik ülkeler hem Sofya hem de diğer bazı ülkeler 167
nezdinde Türk azınlığının lehine olacak giriĢimlerde bulunulmaktadır. Bu konuda Avrupa Ġnsan Hakları Komisyonunun harekete geçirilerek Bulgaristan‘ın Türk azınlıklar üzerine uygulanmakta olan insanlık dıĢı politikadan biran önce vazgeçirilmesi konusunda gereken düzeltmeleri yapması istenmiĢtir. Bu konu NATO‘nun öncelikli meselelerinden birisi olarak gündemimizdedir. Ayrıca Avrupa Ġnsan Hakları Koruma Bildirgesine imza atmıĢ ülkeler konu üzerinde yoğun çalıĢmaktadır. Burada, 30 Mayıs 1989 tarihli bildirgede tüm NATO üyesi devletlerle Avrupa Ġnsan Hakları Koruma AntlaĢması maddelerinin öncelikle uygulamaya konulması konusunda giriĢimlerin olduğunu size duyurmak isterim. Ġmza M. Wörner 04 Temmuz 1989 07 Ağustos 1989 Tarihli ‗Milliyet Gazetesi‘nin ön sayfasındaki haberde konuyla ilgili yazı baĢlığı: ―WÖRNER, SESSĠZ KALMIYORUZ‖ olmuĢtu. Haber Ģöyle devam etmiĢti. ―Yıllarca NATO‘da çalıĢan Emekli Astsubay Erol Uysal NATO Genel Sekreterine Bulgar zulmüne sessiz kalınmasını eleĢtiren mektup yazdı. Genel Sekreter Manfred Wörner de yanıtında, Sessiz kalmıyoruz‖ dedi… 17.04.2009 Milliyet Gazetesinin bu konu ile ilgili yaptığı habere yukarıda kısaca yer verdim. Onları buraya tekrar yazmadım. Sadece anılan gazete kesiti ve fotoğrafı ekledim. Marmaris‘te Yerel bir gazetede de yayınlanan bu yazıma önemine binaen yayınlanacak olan kitabımın son rötuĢlarını yaptığım günlerde ve takriben olaydan 22 yıl sonra aĢağıdaki eklemeyi yapmayı da uygun buldum. Değerli Okurlar; Son yıllarda ülkemiz siyasi açılımlar konusunda önemli konukları ağırladı. Danimarka BaĢbakanı Rasmussen, ABD BaĢkanı Obama ülkemize geldiler. Türkiye, ―Rasmussen‘in NATO Genel Sekreterliğine atanmasına, Fransa‘nın NATO‘ya tekrar alınmasına bazı koĢullar yerine getirilmedikçe‖ deyip 168
çekince koyamadı. Bunları ABD istiyordu ve bu isteği yerine getirdik. ġimdi sırada baĢka isteklerin yerine getirilmesi var. Bunların neler olduğunu önümüzdeki günler bize gösterecek. Dünyada milli çıkarlarından hiç taviz vermeyen komĢular, ülkeler, siyaset adamları var. Bunlara birkaç örneği en yakınımızdakilerden verecek olsam, Yunanistan‘ın Makedonya, Kıbrıs ve Ege sorunlarında, Ermenistan‘ın milli politikaya dönüĢtürdüğü sözde soykırım ve Azerbaycan-Karabağ‘ı iĢgali meselesinde, Talabani‘nin PKK‘ya silah bıraktırmaya yanaĢmaması ilk akla gelenler olur. Siyaseti, milli politikayı hükümetler yapar ama halkın, üniversitelerin, birey olarak vatandaĢın da sorumlulukları vardır. Milli politikanın takip ve yürütülmesinde, halkın bilinçlendirilmesinde sivil toplum kuruluĢlarına büyük görevler düĢer. Milli politika siyaset dıĢıdır. Milli politikanın sağlam ve hayati temeller üzerine oturmasında sivil üstünlük (inisiyatif) hareketine ihtiyaç vardır. Bunun güçlü olduğu yer ve zeminde kolay kayma olmaz. Türkiye Cumhuriyetini kuran büyük önder Atatürk‘ün milli politikaya verdiği önem ve değeri O‘nun derin ve geniĢ ufkunu belli eden anlamlı sözlerinde bulabiliriz. ĠĢte bunlardan sadece birisi olan ve Hürriyet ve Bağımsızlık üzerine aĢağıda söyledikleridir: ―Hürriyet ve Bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aĢkı ile yaratılmıĢ bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aĢkım bilinir. Bence bir millete Ģerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleĢmesi ve yaĢaması mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben Ģahsen bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taĢımasını Ģart ve esas bilirim. Ben yaĢayabilmek için mutlaka bağımsız bir 169
milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teĢkil eden milletlerden her biriyle uygarlık gereği olan dostluk ve siyaset iliĢkilerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düĢmanıyım. 1921 (Mart 2011)
170
NOEL BABA VE MERSĠN AĞACI Hıristiyan dünyasında Noel Baba, asıl adıyla Aziz Nicholas iyi eğitim görmüĢ, kendini insanlara adamıĢ, yardım sever kiĢiliğiyle bilinir. Özellikle çocuklara hediyeler veren Aziz Nicholas için yazılmıĢ birçok hikaye, söylence vardır. Örneğin, zamanında zengin olan ve evlenme çağına gelmiĢ üç kızı bulunan bir tüccar iflas edip muhtaç duruma düĢünce çok sıkıntılı günler yaĢamaya, hatta intihar etmeyi düĢünmeye bile baĢlar. Bunu öğrenen Nicholas bir gece bu ailenin evinin bacasından aĢağı bir kese dolusu altını bırakır gider. Sabah ocağın içinde altınları gören aile çok sevinir. Bozulan iĢlerini yeniden rayına koyup kızlarını evlendirirler. Her yıl Aralık ayının sonunda kutlanan ‗Noel‘de yaĢanan canlılık ve tatil Ġsa Peygamberin doğumunun kutlamasıyla beraber bu Aziz‘i de hatırlama, ona sevgi, saygı sunmak için yapılır. Bazı Batı ülkelerinde Noel Baba‘ya değiĢik adlar verilmiĢtir. Örneğin, Fransa‘da Pere Noel, Ġngiltere‘de Father Christmas, Amerika‘da Santa Claus, Almanya‘da Heilige Nikolaus gibi isimlerle tanınır. Ülkemizde ise ‗Noel Baba‘ olarak bilinen bu din adamının asıl adı Aziz (Seant) Nicholas‘tır. Miladi 245 yılında Antalya-Fethiye arasındaki antik Ģehir olan Patara‘da (GelemiĢ) doğmuĢ, 326 yılında da Demre‘de (Myra) ölmüĢtür. Bu din adamının doğum yeri olan Patara MÖ. 5. yüzyılda Likya Federasyonuna bağlı 6 önemli Ģehirden birisi olmuĢ ve daha sonra Aziz Nicholas döneminde Demre‘nin (Myra) piskoposluk merkezi yapılmasıyla ün kazanmıĢtır. Ölümünden sonra Aziz Nicholas için Demre‘de bir kilise yapılmıĢ, değiĢik dinlere mensup gezginler burayı Efes - Meryem Ana evine veya Seant John (Aziz Yuhanna) kilisesine olduğu gibi ziyarete baĢlamıĢlardır. Kilise, Cumhuriyet döneminde onarılarak müzeye dönüĢtürülmüĢ ve ziyaretlere 171
açılmıĢtır. Burada her yıl Aralık ayının ilk haftasında Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Demre (Kale) Belediyesinin iĢbirliğiyle ‗Noel Baba Kutlama ve Anma Etkinliği‘ yapılır. Bu etkinliğe çoğunluğu yerli ve yabancı turistler katılır. Bu yıl ki kutlamaya 15 yeni evlenecek çift davet edilmiĢ olup Demre‘deki kilisede nikâhları kıyılacak. Antalya‘da otellerde konaklayan takriben 500 kiĢilik davetli de törene katılarak nikah, ayin ve diğer etkinliklerde hazır bulunacaklar. Ayrıca, Devlet Filarmoni Orkestrası kilise önündeki meydanda konser verecek. GeçmiĢ yıllarda yine bir Aralık ayı baĢında böyle bir etkinlikte bulunmuĢtuk. Ancak yörede Aralık ayı içerisinde havanın yağıĢlı olması açık alanda yapılacak gösteri ve etkinlikleri olumsuz etkileyip iptale neden olmuĢtu. Noel Baba‘nın doğduğu ve yaĢadığı yerin aslında Antalya Ġlimize bağlı Akdeniz kıyısındaki Patara ve Demre yerleĢim yerleri olduğu Batı‘da fazla bilinmiyor. Ancak Ġncil dahil dini kitaplarda Aziz Paul‘ün (Hz. Yahya) Roma‘ya çağrılıp orada katledilmesinden önce liman Ģehri Demre‘yi (Myra-Andriace-Çayağzı)) ziyareti, burada tekne değiĢtirmesi portakallarıyla da ünlü bölgenin önemini daha da arttırmıĢ. Zaten Aziz Nicholas‘dan önce bu bölgede binlerce yıl yaĢayan bir medeniyet hüküm sürmüĢtü. Bunun somut kanıtı Demre‘deki (Myra) antik Ģehir kalıntılarıdır. Benzetmek gerekirse toplu konut tarzında yontulmuĢ kaya mezarları (Nekropol) ve tiyatro bunlardan bugüne kadar ayakta kalmıĢ ve iyi korunmuĢ antik yapılardır. Doğal olarak zengin medeniyet geçmiĢi ve dini açıdan Piskoposluk merkezi olan Myra, Aziz Nicholas‘ın döneminde de Hıristiyanlık açısından daha fazla ilgi ve üne kavuĢmuĢtur. Ġtalyan denizci veya tacirler buranın dini, manevi ve ticari önemini düĢünerek 1087 yılında Demre‘ye gelmiĢler, buradaki eserleri yağma edip gemilerine yükleyerek Ġtalya‘nın ‗Bari‘ Ģehrine götürmüĢlerdir. Bunların arasında Aziz Nicholas‘a ait lahit içinde kalan kemikler de bulunuyormuĢ. Yağmacılar 172
aldıkları kemiklerle birlikte birçok antik eseri de buradaki kiliseye satıĢlar. Daha sonra Bari‘deki kilise yenilenerek Avlusuna bir lahit konmuĢ, Demre Kilisesindeki lahitten çalınan kemikler de bunun içine konup, ―Aziz Nicholas‘ Bari‘de öldü, buraya gömüldü‖ denilerek Hıristiyanlar için bir tür haç yeri oluĢturulmuĢtur. Bu olay Hıristiyan dünyasında bayağı tutmuĢ, o günden beri Ġtalya‘nın ‗Bari‘ Ģehri önemli bir ziyaret yeri olarak her yıl yüz binlerce turiste ev sahipliği yapmaya baĢlamıĢtır. Halen, Demre‘deki kilisede Aziz Nicholos‘a ait olduğu bilinen bir mermer lahit ile diğer din ve kilise görevlilerine ait birkaç lahit mezar vardır. Demre‘deki kiliseden kurtarılan bazı objeler ise bu gün Antalya müzesinde sergilenmektedir. 1960‘lı yılların bir Aralık ayında, rahmetli hocamız ‗Halikarnas Balıkçısı‘ takma adıyla da bilinen merhum rehber-yazar Cevat ġakir Kabaağaçlı ile Efes turundaydık. Sohbet sırasında konu ‗Noel ve Noel Baba‘ya gelmiĢti. Demre‘deki kiliseye bir gurup din adamını götürdüğünü, onlara rehberlik yaptığını söyleyerek sözü Aziz‘in mezarına getirmiĢ ve Ģunları söylemiĢti. ―Ġtalyanlar ticareti iyi bilirler. Ne de olsa ataları Cenevizli, Venediklidir. Demre‘deki kilisede bulunan beyaz mermerden yontulmuĢ lahit‘in kapağını kırıp açınca içinde sadece insan kemikleri görüp hayali sukuta uğrarlar. Belli ki onlar küp dolusu altın veya para umuyorlarmıĢ. O anda ilahi bir koku onlara mucize gibi gelmiĢ. Söylenceye göre güzel ve ritüel bir kokunun etkisinde kalıp bir ara kendilerinden bile geçmiĢler. Bir defa daha dikkatli bakmıĢlar ki lahdin içinden gelen bu güzel koku halen tap taze yeĢil durmakta olan mersin bitkisindenmiĢ. Lahdin altındaki küçük bir delikten çıkıp büyüyen mersin fidanı bu Aziz‘in mezarını kokuya bürümüĢ. O mersin bitkisini de kökünden söküp Aziz‘in kemikleriyle birlikte götürmüĢler‖... Merhum Kabaağaçlı‘nın anlattıklarına ben de birkaç cümle ile yorum katmıĢtım. ―Belli ki yöreye mersin bitkisi ve bunların çıkardıkları nefis koku egemen olunca Aziz 173
Nikholas‘tan önce antik Ģehirde yaĢayan kavimler Ģehrin adını ‗Myrtle‘ (Mersin) sözcüğünden üretilen ‗Myra‘ koyuvermiĢler. Yüzlerce, binlerce yıldır bu bitkinin güzel kokulu yapraklarından bazı tıbbi ilaç ve parfümeri ürünlerinin yapılarak değerlendirilmiĢ olduğunu sanıyorum. Tıpkı bölgemize has ‗endemik tür‘ olarak yakından tanıdığımız Marmaris‘in Günlük Ağaçları ve Sığla Yağı‘ gibi. Bunlar aromalı tipik Akdeniz bitkileridir. Umarım Demre‘den söküp götürdükleri mersin bitkisi Ġtalya‘nın Bari‘sinde tutmuĢtur. Zira benim Marmaris‘ten alıp Gökova-Karaca‘ya diktiğim fidan yer değiĢimini sevmedi ve tutmadı‖ demiĢ gülüĢmüĢtük... Latince adı ‗Myrtus Communis‘ olan mersinin bölgemizde yaĢayanlar tarafından hala eskiden olduğu gibi kesilip mezarlara konma adetinin sürmekte olduğunu da göz ardı edemeyiz. Özellikle dini günler ve bayram arifelerinde yapılan mezarlık ziyaretlerinde bölgemizde herkesin elinde genellikle bir demet mersin dalı ile sergilediği görüntüler bunun somut kanıtı olsa gerektir. ÇağdaĢ toplumlarda insanoğlunu din, mezhep, köken, renk, zengin fakir demeden birleĢtiren, ama hiç de fark edilmeyen o kadar benzerlikler var ki. Ġyi ki de varlar. Ne de olsa bunlar birer katalizör görevi görüyorlar…07.12. 2009
174
175
MARMARĠS’ĠN AYYILDIZLARI Marmaris‘te bir gelenek 37 yıldır yaĢıyor. Marmaris‘in değiĢik meslek ve iĢ kolunda ilkleri arasında gelen Prof. Dr. Sayın Mustafa Ayyıldız daha emekliye ayrılmadan 17 yıl önce çok güzel bir projeye imza atmıĢ. Bunun ne olduğuna ve sevgili hocamızın öz geçmiĢine dair bilgilere bu yazımda yer vereceğim. Ancak, ünlü ve baĢarılı bir kiĢinin yaĢamını, yazdığı eserleri kitaplarından okumak veya baĢkasından duymak baĢka, olgunluk çağında birlikte olup sıkça iletiĢim içerisinde kendisini yakından tanımak tamamen baĢkadır sanırım. ĠĢte biz, eĢim Gülsen ve ben hocamızı ve Ayyıldızlar‘ı yakından tanıyanlardanız. Kendileriyle ilgili bir anıma da burada yer vermek istiyorum. 1957 yılının Nisan ayında Marmaris‘te 7.2 Ģiddetinde bir deprem oldu. O zaman Ankara‘da askeri okuldan yeni mezun olmuĢ bir yıllık çiçeği burnunda Astsubay‘dım. Deprem nedeniyle kamu görevlilerine verilen mazeret iznini alarak aynı okuldan mezun olan hemĢerim Turgut Çakıcı ile birlikte tren biletimizi alarak Ankara Garındaki trenimizin kuĢetli vagonuna girdik. O zamanlar kömür yakılarak iĢletilen trenle önce Aydın‘a, oradan da otobüsle Marmaris‘e gidecektik. Kompartımanımıza girer girmez bizden önce gelip yerleĢmiĢ genç bir çiftle karĢılaĢtık. Kendileriyle hemen tanıĢtık, hatta akraba bile çıktık. Yeni evli olduklarını, deprem nedeniyle Marmaris‘teki ailelerine geçmiĢ olsun ziyaretine gitmekte olduklarını öğrendik. Vakit ilerleyip gece olunca kuĢetlerimizi açıp uyumak için elektriği kapatıp yattık. Tren, adeta oflar, puflar gibi sesler çıkararak Afyon yakınlarında küçük bir istasyonda durdu. Mustafa Ağabey yattığı yerden geldiğimiz istasyonun adını okuyamayınca bana seslendi. ―Erol, bak bakalım nereye gelmiĢiz‖ dedi. Ben de baĢımı hafifçe kaldırıp 176
camdan dıĢarı baktım. Uyku sersemliğiyle dıĢarıdaki binanın üzerinde yazan tabelayı okuyup ―Revizörlük‘teyiz Mustafa Ağabey‖ dedim. Mustafa Ağabeyi bir gülmek tuttu. Arkasından eĢi Muaalla yenge, ikisi birlikte gülmekten kırıldılar. Mustafa ağabeye neden güldüklerini sorduğumda ―Oğlum, revizörlük istasyon adı değil, duraktaki teknik hizmet görevlilerine ait bir bölümdür‖ deyince kırdığım potu anlayıp özür diledim. Bu defa hep birilikte gülüĢtük. Bu ‗revizörlük‘ sözcüğü Aydın‘a kadar da mizah konumuz olup gitti... Ayyıldız Ailesiyle ilk tanıĢmamız bu tren yolculuğunda olmuĢtu. Emekli olup ana-baba ocağı Marmaris‘e yerleĢtikten sonra birbirimizi çok daha yakından tanıdık. Sosyal iliĢki ve sivil toplum kuruluĢu etkinlikleri kapsamında dayanıĢma, gezi, panel, gazete yazıları, TV oturumlarında genellikle birlikte olduk. Ayyıldızlar Karaca‘daki tarlamızda da bize komĢu oldular. . ‗Atatürk Ġlk Öğretim Okulu BaĢarılı Öğrencilere Ayyıldız Ödülü Saat Verme‘ geleneği 37 yıldır yaĢamaktadır. Bunun özünde Atatürk sevgisi ve hayranlığının yatmakta olduğu açıktır. Bakın, Mustafa Ayyıldız Haziran 2007‘deki ödül töreninde baĢarılı öğrencilere saat ödülü verirken konuĢmasının birkaç cümlesinde ne diyor: ―Sevgili Öğrenciler, Atatürk Sevgisi ve Atatürk‘ün devrimlerinin koruyucusu, yılmaz bekçileri olmak gibi asli göreviniz vardır. Bunu tüm yaĢamınız boyunca hiç unutmayın. BaĢarılı olan öğrencileri ödüllendirmekteki asıl amacın teĢvik ve yönlendirme olduğudur. Burada, genç öğretmenlere ve velilere de düĢen büyük görevler vardır. BaĢarılı öğrencilerin arkasında mutlaka onlar vardır ve olmalıdır‖… Marmaris Atatürk Ġlkokulu baĢarılı öğrencilere ‗Ayyıldız Ödülleri‘ verme geleneğine yine baĢka bir 177
Ayyıldız daha katıldı. Değerli HemĢerimiz, Marmaris Esnaf ve Sanatkarlar Odası BaĢkanı Sayın ġükrü Ayyıldız da baĢarılı öğrencileri ödüllendirmeye Oda BaĢkanı olarak destek veriyor. Her yıl yapılan ödül törenleri okul öğrencilerinin folklor oyunları, Ģiir okuma, hikaye anlatımı ve diğer gösterilerle sona eriyor. Okul müdürü ve genç öğretmenlerin yönetiminde baĢarılı bir Ģekilde uygulanan etkinlikte emeği geçen herkesi buradan bir kez daha kutluyor, sınavlara hazırlanan öğrencilere baĢarılar diliyorum. Değerli hocamız Em. Prof. Dr. Mustafa Ayyıldız‘ın kısa bir özgeçmiĢine de aĢağıda yer vererek kendisine ve tüm Ayyıldızlar‘a sağlık ve mutluluk diliyor, ‗Atatürk Ġlköğretim Okulu BaĢarılı Öğrencilere Altın Saat Ödülü Verme‘ geleneğinin ebediyen yaĢaması ve yaĢatılmasını diliyorum. 15.06.2007 (ÇağdaĢ Marmaris) E. Prof. Dr. Mustafa AYYILDIZ‘ın Öz GeçmiĢi: 1933 yılında Marmaris‘te doğdu. 1945‘de Marmaris Atatürk Ġlkokulundan, 1948‘de Muğla Ortaokulundan, 1951‘de Antalya Lisesinden, 1955‘de Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinden mezun oldu. 1956‘yılında aynı okuldan mezun olan eĢi Mualla hanımla evlendi. 1958‘de doktor, 1964‘de doçent oldu. 1960–1962 yıllarında ABD‘de mesleki incelemelerde bulundu. 1968–1969 yılları arasında Almanya-Kiel Üniversitesinde müĢterek araĢtırmalar yaptı. 1971‘de Profesör oldu. DıĢ ülkelerdeki bilimsel toplantılara katıldı. Ankara Üniversitesinde senatör olarak görev yaptı. Diğer üniversitelerde ders verdi. Sayısız bilim adamı yetiĢtirdi. 8 adet ders kitabı ile 100‘e yakın makale ve araĢtırması yayınlandı. Yeni üniversite kuruluĢlarında yardımcı oldu. Ġngilizce, Fransızca ve Almanca bilir. 1987 yılında kendi isteğiyle emekli oldu. Biri kız ikisi erkek 3 çocuğa, 4 toruna sahiptir. Emeklilik yaĢamında da boĢ durmadı. 1970 yılında daha 178
görevdeyken Atatürk Ġlkokulunda ‗Ayyıldız Altın Saat Ödülü‘nü tesis etti. Bu gelenek halen yaĢamaktadır 1991 yılında Marmaris Kültür ve Doğayı Koruma Derneğini kurmuĢ ve bu Derneğin BaĢkanlığını uzun müddet yürütmüĢtür. 1998‘de Marmaris Atatürk Ġlköğretim Okulu Ek Bina ĠnĢaatı Yürütme Komitesi BaĢkanlığına seçilerek 8 Mayıs 1998 tarihinde binanın temeli atılmıĢtır. Okul yöneticileri, Okul Koruma Derneği ve Okul Aile Birliği üyelerinin özverili çalıĢmaları ile hayırsever vatandaĢlardan bağıĢlar toplanmıĢ keza geceler düzenlenerek elde edilen gelirler eklenerek bina inĢaatı yürütülmüĢtür. Binanın üçüncü ve dördüncü katları ile çatının yapılması hayırsever hemĢerimiz Mehmet Acar tarafından tamamlanmıĢ olup bu katlara Mehmet Acar‘ın ismi verilmiĢtir. Ayrıca bağıĢta bulunan Mustafa Kutluay, Sebahat Selçuk ve Azmi Selçuk‘un isimleri sınıflara verilmiĢtir. Son olarak VĠNSAN inĢaat Ģirketi binanın eksik kalan kısımlarını bitirerek bina inĢaatı bitirilmiĢtir. Bina inĢaatı 16 ay gibi kısa sayılabilecek bir zamanda bitirilerek 1999 yılı Eylül ayında Eğitim ve Öğretime açılmıĢtır. Yapılan Ek Binada iki derslikli ana sınıfı, 11 adet Derslik, Laboratuar, ĠĢ Teknik Odası, Bilgisayar Odası, resim ve Müzik Odası, spor Salonu, Konferans Salonu, Öğretmen Odaları ile Öğrenci Kantin ve Kafeteryası bulunan modern bir Eğitim yuvası meydana gelmiĢ bulunmaktadır. 1992 yılında Marmaris‘te Aids SavaĢım Derneğini, 1998‘de Tema Vakfı Ģubesini kurmuĢtur. 16 Mayıs 1997‘de Turunç beldesinde tesis edilen ‗Marmaris 19 Mayıs Kültür Merkezi, Toplum Hizmetleri Vakfı‘ Marmaris temsilcisi Prof.Dr. Mustafa Ayyıldız‘ın açıĢ konuĢması ile hizmete girmiĢtir. 2003 yılının Nisan ayında iki Marmaris‘in köklü aileleri olan Ayyıldız ve Karayiğit ailelerini bir araya getirerek her yıl buluĢma ve tanıĢmayı gelenek haline dönüĢtürmüĢ, aile soy ağacını güncelleĢtirerek her yıldönümündeki etkinlikte katılımcılara dağıtmaktadır. Doğa, toprak, bitki ve çiçeklerle uğraĢıyı çok seven çok 179
seven Mustafa Ayyıldız hafta sonlarında Karaca‘daki tarlasında hobilerini tatmin etmekte, denizde yüzmekte, hamakta kitap okuyarak dinlenmektedir. Sayın Mustafa Ayyıldız‘ın çevre koruma içerikli bazı yazıları yerel gazetede yayınlanmaktadır. Marmaris‘in Ay Yıldızlarına sağlık, mutluluk dolu nice yıllar dileriz.
E. Prof. Dr. Ayyıldız Ödül Töreninde
180
BĠR LÜTFÜ KÜÇÜK VARDI... Dilimize Arapçadan girmiĢ fazilet, kadirĢinaslık ve vefa sözcüklerinin öz Türkçesi erdemlilik, iyilikseverlik ve sevgi demektir. Bizim kuĢak günlük konuĢmalarımızda bazen eski sözcükleri kullandığımız olur. Bunlar, insana özgü ve güzel ahlaka dair oldukları, sanki eskisiyle daha ağdalı, vurgulu anlam verdikleri için dağarcığımızda kalmaya devam ederler. DoğuĢtan Marmarisli olup devamlı burada yaĢayanlarla, takriben en son yirmi yılını Marmaris‘te geçiren hemĢerilerimiz çok iyi anımsayacaklardır. Bir dönem Atatürk Bulvarına paralel deniz ve halk plajı yaya yürüyüĢ yolu üzerinde resim ve karikatür sanatçıları vardı. Bunlar özellikle sezonun hareketli olduğu yaz günleri akĢamlarında bir tente altı ve stant gerisinde otururlar, gecenin geç saatlerine kadar yürüyüĢ yolundan gelip geçen yerli ve yabancı turistlerden isteyenlerin karikatürlerini çizerlerdi. ĠĢte bunların arasında ünlü bir sanatçı olan hemĢerimiz Lütfü Küçük de vardı. EĢimle akĢam yürüyüĢlerinde kendisinin önünden geçerken selamlaĢır, bazen ayakta ve bazen de oturup kısa söyleĢiler yapardık. Sevgili Küçük bir keresinde karikatürümüzü çizmeyi önerince kabul etmiĢtik. Bizimle hem konuĢuyor ve hem de elini çalıĢtırıyordu. Aradan on dakika geçmeden bizim karikatürümüzü çizmiĢti bile. Eserinin altına imzasını atıp yazdığı tarih 11 Ekim 1996‘dır. Çizdiği anlamlı portrede benim ceplerimi bazı broĢür ve yayınlarla doldurmuĢ, sağ koltuğumun altına bir kalem koymuĢ, saksıdaki çiçeği eĢim Gülsen‘e verirken sol elime de ‗Önce Marmaris‘ sloganı iliĢtirmiĢti. Ertesi gün bu portreyi çerçeveletip evimizin oturma odası duvarına asmıĢtık. O günden bu güne aradan 15 yıl geçmiĢ. Bu portreye baktıkça değerli sanatçıyı hep rahmet ve sevgiyle anarız. 181
182
Lütfü Küçük 'Önce Marmaris' diyenlerdendi. Portrede E.Uysal ve EĢi. 11.10.1996
.
Lütfü Küçük kimdir? Lütfü Küçük 1945 yılında Isparta‘nın Uluborlu ilçesinde doğdu. Portre karikatürüne çocuk yaĢta baĢlayıp 16 yaĢında profesyonel oldu. Ġstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisinde eğitimini tamamlayan sanatçı uluslararası karikatür yarıĢmalarında dereceler kazandı.1963–1968 yılları arasında Akbaba Dergisinde karikatür çizmeye baĢladı. 1963‘te Bulgaristan‘ın baĢĢehri Sofya‘da ‗Portre Karikatürü‘ çizme yarıĢmasında birinci oldu. Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 30. Yıldönümü nedeniyle 1979 yılında Fransa‘da düzenlenen karikatür yarıĢmasında yine birincilik kazanan Küçük, 1980‘de Ġtalya‘daki yarıĢmada üçüncülük ve 1985 yılının 183
Aralık ayında Fransa-Paris‘te Avrupa Turizm Birliği‘ne üye 46 ülkeden katılan 139 sanatçı içinden birinciliği kazanarak ödül aldı. Çizdiği karikatüründe Marmaris‘i ‗Dünyanın Ġncisi‘ olarak gösterdiği yorumuyla ‗Grand Prize‘ ödülüne layık görülmüĢtür. ĠĢte bu ödül Marmaris ve Marmarislileri heyecanlandırmıĢ, onurlandırmıĢtı, Lütfü Küçük herkesin sevdiği, saydığı ve takdir ettiği bir hemĢerimiz olmuĢtu. YarıĢmaya katıldığı eserinde çok sevdiği ve yerleĢtiği Marmaris‘i ―Dünyanın Ġncisi‖ yapmıĢtı. Kendisine, bu baĢarısıyla Marmaris‘i tanıtmada çok büyük katkısı olduğu ve olacağı kabul edilerek zamanın Belediye Meclisi kararıyla 1985 yılında Marmaris Belediye BaĢkanı merhum Muharrem Elgin ilçenin ―Fahri HemĢerilik Beratı‖nı verdi. TRT‘de ‗Stüdyo Pazar‘ Cenk Koray, Erkan Yolaç ve Ömer Önderli ile programlar yapan sanatçının 17 Haziran 1986 tarihli Milli Piyango çekiliĢ biletlerinde Marmaris‘i Dünyanın Ġncisi yapan ve ödül kazanan portresi yer aldı. Sanatçı eserlerini sol eliyle çizip, sağ eliyle yazardı. Ne yazık ki bu değerli sanatçı ve hemĢerimiz yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak genç sayılacak bir yaĢında (56) 7 Mayıs 2001 günü hakkın rahmetine kavuĢarak yine çok sevdiği Marmaris‘te toprağa verildi.
Sanatçının eseri Milli Piyango biletinde
184
Marmaris halkı bu değerli sanatçı ve hemĢeriyi ebediyen yaĢatmak için ‗Marmaris‘i Dünyanın Ġncisi‘ olarak çizip ödül kazandığı eserini bir anıta dönüĢtürüp Ģehrin giriĢ bulvarına dikerek kendisine olan vefayı gösterdi. Ancak, Marmaris‘i iyi bilmesi gerekenler de dahil birçok hemĢerim bu anıtın ne olduğunu maalesef bilmiyorlar. Gazete yazımı yazmadan önce anıtı ziyaret ederek fotoğrafını çektim. Çevresi yemyeĢil biçilmiĢ çimle kaplı ve çok temizdi. Ancak anıtın ne olduğunu belirten bir kitabesi yoktu. Anıt üzerindeki cam kaplama ve bezemeler dökülmüĢ vaziyetteydi. Marmaris giriĢ bulvarlarını çiçeklendirip, peyzajı güzelleĢtiren belediyemiz bu anıtın kitabesini de kısa zamanda tamamlayacaktır.
Sanatçının 1985’de Fransa'da 1. Ödülü kazanan yapıtının Ģehir giriĢindeki Anıtı (Midye kabuğunu açmıĢ, içinde inci tanesi Marmaris)
185
Yazımızın baĢında dedik ya... ‗fazilet, erdem, vefa ve daha niceleri‘ diye. Bunlar sözlüklerle alfabetik sıralamada yer almak veya sadece ağız ve dudaklarda mırıldanmak için var olan sözcükler olmasa gerektir. Böyle özverili ve donanımlı hemĢeriler kolay yetiĢmiyor. Görünen o ki zamanımızda her Ģeyi ama her Ģeyi hızlı yaĢayıp çabuk tüketiyoruz. Türk ulusu, Marmaris halkı ülkesine, memleketine her yönden yararı olmuĢ simgeleĢmiĢ isimleri hiç unutmamalıdır. Sanatçının ailesini ziyaret ettik. EĢi Sema Hanım biraz sitemli olarak Ģunları söyleyebildi: ―Lütfü, Marmaris sevdalısı bir insandı. Yeniden maddi yaĢamına dönecek olsaydı ve kendisine unutulmuĢ olduğu söylenseydi mutlaka ―Olsun varsın, ben Marmaris ve Marmarislileri seviyorum‖ derdi... Değerli insan, sanatçı hemĢerimizi en azından her yıl ölüm yıldönümünde anıp, genç kuĢaklara tanıtarak onları da erdemli, yararlı ve yaratıcı olmaya özendirmeliyiz. Bunu yapmaya kararlıyız. Aramızdan ayrılıĢının 6. yıldönümünde değerli insan, sanatçı kardeĢimiz Lütfü Küçük‘ü sevgi, saygı ve rahmetle bir kez daha anıyor, cennet mekânı olsun diyorum. 7 Mayıs 2007
186
AĞA LĠMANINDAN BATIK HAMAMA 1994 yılının Eylül ayında turist rehberi olarak katıldığım bir ‗Mavi Tur‘u Marmaris-Antalya arasındaki takriben 168 deniz millik seyirde tam on günde tamamlamıĢtık. Benzer turlara daha sonraki yıllarda da devam ettim. 1990‘lı yıllardan önce bu kıyılar ve yakınlarındaki eski yerleĢim birimleri olan bu günkü ören yerleri henüz bu günkü kadar öne çıkmamıĢtı. Doğal olarak yöredeki tarihi yerler, doğa, bitki ve hayvan özetle çevre ve çevre bilimi pek gündemde değildi. O yıllarda buraları gören, iyi bilen rehber ve deniz adamı, hatta tekne kaptan ve mürettebatı da sayıca azdı. Yabancı yatçıların izlenimleri zaman zaman yatçılık dergi ve diğer tanıtım organlarında yayınlanınca bakir durumdaki doğal ve tarihi zenginlik cazip hale gelerek daha uzun etaplı Mavi Turlar turistler için bir tatil seçeneği olmaya baĢladı. Doğal olarak seyahat acenteleri ve yatçılık firmaları, rehber ve yat mürettebatı ile birlikte kendilerini bu yeni talebi karĢılamak için gerekli tanıtım, pazarlama ve diğer alt yapı eksikliklerini tamamlamaya baĢladılar. Ġlk yıllarda kaptan ve mürettebat arasında yabancı dil konuĢan az olduğu için seyahat acenteleri gulet gibi ahĢap ve diğer fiber yatlarda mutlaka bir rehber görevlendirirdi. ġimdi ise birçok yat kaptan ve mürettebatı az çok yabancı dil bildiklerinden bazı deniz turlarına rehbersiz de çıkabiliyorlar. Tura çıkacak teknede rehbere ayrı bir kabin tahsis edilecek olması müĢteri adedine ve tekneyi kiralayan açısından artı maliyet getireceğinden rehber gereksinimi ziyaret edilen limandan veya demirleme yerinden sağlanabiliyor. Bu kısa açıklamadan sonra ‗Ağa Limanından Batık Hamama‘ baĢlıklı yazımızın içerdiği bir ‗Mavi Tur‘a dönelim.
187
Gezi planımıza göre, Marmaris‘ten baĢlayıp Antalya‘da sone erecek olan 10 günlük turun ilk etabında Ekincik-Dalyan‘ı (Kaunos) ziyaret ettik. Akdeniz‘de, yazın baĢlangıcı olan Mayıs ve Haziran aylarında güney yönden esen Lodos rüzgarı bazen sertleĢerek fırtınaya bile dönüĢür. Kaunos harabelerini ve ünlü plajını ziyaret edip gecelediğimiz Ekincik Limanında gece de devam eden fırtına sabah dinmiĢti. Ekincik‘ten sabah kahvaltı yapmadan Fethiye Körfezine kadar olan takriben dört saatlik mesafeyi rüzgar almadan geçmek için erken demir alarak ayrıldık. DiĢibilmez Burnuna ve oradan da Kurdoğlu‘na kadar ölü deniz yedik. Teknedeki müĢterilerin çoğunu deniz tuttu. Kendilerini kamaradan kıç ve baĢ güverteye atıp serin hava almaya çıktılar. Anakara iskele (sol) yanımızda olarak kıyıya paralel yaptığımız seyirde önce büyük burunlardan birisi olan ‗DiĢibilmez‘i, sonra da ‗Kurdoğlu‘ Burnunu geçip körfez içine girdik. Burası, Göcek Körfezinin en güney ucundaki giriĢ yönünde ilk koy olan ‗Ağalimanı‘ dır. Demirleyip kıyıya halat attık. FethiyeAntalya yönüne tura çıkan ‗Mavi Tur‘ tekneleri guletler sabahın erken saatlerinde geceledikleri ‗Ekincik‘ limanından güneyli ve batılı rüzgâr canlanmadan motor çalıĢtırarak takriben dört saatte buraya ulaĢırlar. Ekincikte yanımızda demirli guletten tanıdığımız Mavi Tur‘cuların Ağa Limanı‘na bizden önce gelip yüzdüklerini görüp tekrar selamlaĢtık. Bir gün öncesinde kuvvetli esen lodos denizde solağan (Ölü deniz) meydana getirmiĢti. DiĢibilmez‘den baĢlayıp ‗Kurdoğlu Burnu‘na kadar uzanan kıyı rotasında seyir eden yatlar ve müĢteriler genellikle soloğandan olumsuz etkilenir, ‗deniz tutması‘ yaĢarlar. Bu rota deniz tutanların baĢının derdidir. Gurubumuzdan birkaç kiĢinin bundan etkilendiğini gördüm. Yanımıza demir atan teknedeki yolcular da iĢaretle bize ölü denizden rahatsız olduklarını söylemek istediler. Ancak daha önce böyle turlara çıkan turistler deneyimli olduklarından beraberinde 188
bazı ilaç ve ilk yardım malzemesi taĢırlar. Ben de rehber olarak ister karada ister denizde olsun sırt çantamda kendim veya turistim için gerekli olabilecek ilk yardım malzemesini daima taĢırım ve rehber arkadaĢlarıma da bunu öneririm. Ağa Limanına demir atar atmaz, hemen denize inmek için takılan merdivenin baĢına kümelenen müĢteriler kısa zamanda kendilerini turkuvaz renkli pırıl pırıl tertemiz sulara attılar. Sonrasında duĢ alıp önceki canlılıklarına kavuĢarak hep birlikte kahvaltı yaptık. Dinlence, yüzme, güneĢlenme, eğlenme, okuma dıĢında ikinci yaĢ grubu, aydın, ekonomileri iyi olan turistlerin turu satın alırken beklentileri içinde tarihi ve arkeolojik yerleri ziyaret, doğa, bitki-çiçek (flora) hayvan (fauna) gibi ekosistemi görmek, fotoğraf çekmek daima önde gelir. Bu gereksinmeyi karĢılamak için profesyonel turist rehberine düĢen görev arz-talep dengesini dikkate alarak turistlerine seçenekler sunmaktır. ĠĢte ben de bunu bir nebze yerine getirmek için özellikle bu bölgede Ağa Limanından Batık Hamam‘a yürüyüĢ, tırmanıĢ (hiking) ve ören yeri ziyaretini önerdim. Hepsi bir an önce hareket etmek için hazırlanmaya baĢladılar. Uygun teçhizat, kamera, giysi ve yeterli suyu sırt çantalarımızı alarak kıyıya çıktık. TırmanıĢ ve iniĢ mesafemiz takriben beĢ kilometreydi. YürüyüĢ, tırmanıĢ ve ziyaret yolu ve noktalarını yanımda taĢıdığım haritadan göstererek kısaca anlattım. BaĢlangıç Ağa Limanı, bitiĢ Batık Hamam‘dı. Yatımız, yürüyüĢ, tırmanıĢ bitiĢ noktamız olan Batık Hamama dolaĢarak bizi orada bekleyecek ve orada geceleyecektik. Saat tam on biri gösteriyordu. Pırıl pırıl güneĢli güzel bir sonbahar gününün baĢlangıcında tekneden filikayla kumsala çıkıp takriben 30 derece eğimli patika yoldan yürüyüĢe geçtik. Benimle birlikte on bir kiĢiydik. YürüyüĢ 189
baĢlangıç noktasından takriben 600 ila 1000metre kıyı boyunca sağ yanımızda çam, mersin, zeytin, çilek, harnup, zakkum ağaçları ve dalları arasından denizi, kayaları ve enfes turkuvaz renkli suları izleyip, fotoğraf çekerek ilerledik. Çalılıklar arasında önce keçileri, sonra biraz ileride çoban barınağına benzer bir kulübeyi gördük. Kulübenin yanında arı kovanları ve vızır vızır bal yapmak için uçuĢan arıları görünce, ―Aramızda arı sokmasına karĢı alerjisi olan var mı‖‘ dedim. ―Yok‖ iĢaret ve yanıtını alınca sevindim. Diğerlerine nazaran daha yaĢlı olan Bay Nelson gülerek ve espritüel bir ifadeyle kendisini kastederek ―Bir yıl önce bypass ameliyatı geçiren yaĢlı bir dinozor var‖ deyip herkesin gülmesine neden olurken kibarca benim de dikkatimi çekti. Bunu öğrendikten sonra kendisine hissettirmeden onu hep gözlem altında tuttum. Mümkün olduğunca grubun önünde, onlara çok yakın veya birlikte yürüyor, doğa ve canlılar ile ilgili yöreye özgü bildiklerimi anlatıyor, soruları yanıtlıyordum. Birden yerde patikanın bir yanından diğer yanına geçmekte olan siyah renkli büyükçe bir akrep gördüm. Grubu durdurdum ve akrebi gösterdim. Kenardan bir taĢ alıp öldürmek isteyince içlerinden birisi ‗Erol öldürme, bize zararı yok‘ dedi. TaĢ elimde kaldı. Diğerleri de aynı görüĢteydi. ‗Çok zehirli, tehlikelidir‘ dedimse de ‗Bize zararı yok, yaĢasın‘ dediler. Akrep ise salınarak yan taraftaki taĢlara doğru süzülüp gitti. Bu olay bana turistlerimden aldığım önemli bir ders oldu. Hatta biraz da bu dersten utanç duymadım desem yalan olur. Ama ders derstir, sınıfta olmuĢ, dağ baĢında olmuĢ fark etmiyor. Yararı olduğu kesin. Zira daha sonraki yılarda bir Dalyan (Caunos) turunu bitirmiĢ Marmaris‘e limana dönmek üzere hareket edecekken otobüse bir bal arısı girmiĢ ve içerdeki turistleri paniğe düĢürmüĢtü. Hemen olaya müdahale ettim. Arı, pencere camında yürüyordu. ĠĢaret parmağımı arının yürüyüĢ yoluna koyunca arı parmağıma tırmandı. Arıyı dıĢarı götürüp bıraktım, uçup gitti. Hayatımda aldığım en coĢkulu 190
alkıĢlardan birisi de bu oldu. Otobüsteki 44 kiĢi beni coĢkuyla alkıĢladı. Öldürseydim, bazıları ‗Erol, öldürmeyecektin‘ diyebileceklerdi. Hayat deneyim ve dersle dolu. Yeter ki almasını bilelim… TırmanıĢta mola yerim ‗Lydae‘ adlı antik bir Ģehrin kalıntılarının bulunduğu yer oldu. ‗Lydae‘ buradaki antik yerleĢim yerinin adı olup hakkında fazla bilgi olmadığı için burayı bilen de azdır. Kültür ve Turizm bakanlığı envanterinde görünse de kazı ve yenileme adına buraya henüz arkeolog eli değmemiĢtir. Arkeolojik kalıntılara bakınca, çevresi duvarlarla korunmuĢ, içinde Agorası (Pazar yeri), iki mezar anıtı (Heroon), çeĢme, sarnıçın ve diğer bazı kalıntıların Roma ve Bizans çağına ait olduklarını gösteriyordu. Belli ki burada küçük bir yerleĢim varmıĢ. Hemen yakınında da ‗Arymaxa‘ adında Lydae‘ye bağlı bir yerleĢim birimi mevcut olup kıyıya yakın yerinde savunma duvarları var. (1) Bunları gördükten sonra hemen yakınındaki taĢ yapılı bir çoban evini ziyaret ettik. Genç bir köylü kadın ve çocuğu bizi evinin bahçesinde karĢıladı. Çay içmeye davet etti. Elinde kirman, belli ki keçi kılından çorap örüyordu. Daveti kabul edip, eve girdik. Tek odalı evin ocak (Ģömine) önündeki minderlere oturduk. Ocakta çay demlenmiĢ, servise hazır durumdaydı. Evde aromalı taze çalı bitkisi olan ada çayı ile kekik kokusu vardı. Kekik içmeyi istedik. Mis gibi taze kekiğin içine bir çay kaĢığı dolusu süzme bal koyup limon sıkarak içtik. Bu arada çoban kadın el becerileri olan renkli oyalı yazmaları dolu bohçayı açarak göstermeye baĢladı. Bayanlar birer ikiĢer bunlardan aldılar. Çocuğa para verdiler. Kocasının nerede olduğu sorulunca, ―AĢağıda ‗Binlik Koyu‘nda, teknesi orada, her sabah erkenden balığa çıkar, kıyıdaki restorana balık satar, akĢam döner‖ dedi. Böyle sade ve olduğunca doğal bir ortamda olmak, bunu yaĢayıp fotoğrafla tespit etmek turistlerim için büyük bir mutluluk 191
oldu. ―Daha gidecek uzun yolumuz var‖ deyip kadın ve çocuğuna veda edip oradan ayrıldık. Önce büyük bir su sarnıcını gördük. Belli ki Roma döneminde, yapılmıĢ, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kullanılmıĢ. Ġçinde halen su var ve hayvanlara buradan su veriliyor. Burada, çitlembik (Terebinth Tree) ve harnup (Keçi Boynuzu- Ceretonia Siliqua) ağaçları altındaki tahta çardakta oturan yaĢlı bir kadınla sohbet ettik. Patikanın devamında karĢı taraftan iki genç turist gelmekteydi. Fransız olduklarını öğrenince kırık Fransızcamla onlarla selamlaĢıp konuĢtum. .Buraları görmekten çok mutlu olduklarını söylediler. Bunlar dere yatağının kuzeyinden geliyordu. Oysa Batık Hamam‘a gitmek için normal yolun batıda olduğunu biliyordum. Merak edip önemli bir kalıntı mı var diye o istikamete doğru gittim. ―Fazla merak adamın baĢına iĢ açar‖, veya ―Bildiğin yoldan sapma‖ türünde atasözlerimiz vardır ya, bunun ne kadar doğru olduğunu baĢıma gelen bu olayda daha iyi yaĢadım. Takriben iki yüz metre kadar yürüdükten sonra patika bitip çalılık ve kesif sarmaĢıklar baĢlayınca yanlıĢ yola girdiğimi anladım. Önce hiç panik yapmamağa gayret gösterdim. Ancak, ormanda kaybolduğumuz da kesindi. Bunu gurubumdakiler fark etti. Yüksek çam ağaçlarının dalları arasından yüzümüze ulaĢan kızgın güneĢ çoğumuzu terletmiĢ, bir molaya ihtiyaç duymuĢtuk. Ağaç kütükleri, kaya ve taĢ parçaları gibi üzerine oturulabilecek açık bir alanda mola verdim. Ġçimde, bir nebze korku ve endiĢe karıĢığı heyecan yaĢamakta olsam da, bunu gurubuma yansıtmamaya azami gayret gösterdim. Su içmelerini, doğru patikayı bulmak için çevrede küçük bir keĢif yapacağımı, esas yolu bulduğumda düdük çalarak bana doğru yaklaĢmalarını söyleyip patikanın gerisine yürüdüm. Çantamdan haritamı çıkarıp bulunduğum yeri tayin ettim. ‗Baldıranlık Tepe‘nin eteğindeki kuru dere yatağının kuzeye doğru derinleĢtiğini, kanyona dönüĢtüğünü, bu kanyonun karĢı yakasında olduğumu saptadım. Biraz 192
daha geriye gidip batıya giden asıl patikayı buldum. Guruba doğru yaklaĢıp düdük çaldım. Bana doğru yaklaĢtıkça konuĢmalarını duyar oldum. Ġçlerinden birisi, ‗Erol bize bazı safari turlarında, ‗Tracking‘ (iz sürme) olağan olduğu gibi heyecan verici bir oyun planlamıĢ olmalı‘ deyip gülüĢüyorlardı. Grupla buluĢunca konuĢmalarını duymamıĢ gibi davrandım. Kadıdağ‘ın 450 metre rakımlı sırtlarında kuru dere yataklarının çok dar geçit veren yanından geçerek ‗Gökgemiler Limanı‘nın yalısına indik. Bu vadinin içinde çınar ve günlük ağaçlarına tünemiĢ, sayıları az da olsa kahverengi beyaz benekli kelebekler gördük. Buraya, Temmuz ve Ağustos aylarında kelebekler çoğalmak için gelirler ve sayıları daha da artar. Rodos Adasının merkeze 27 km uzaklıktaki Filerimos Tepesinde aynı tür kelebeklerden binlercesini ağaç gövdelerine tünemiĢ halde görmüĢtüm. ‗Panaxia‘ cinsi olarak bilinen bu kelebekler sakin ve nemli yerlerde yaĢar ve sessizliği severmiĢ. En küçük bir ses onları uçmaya zorlar, uzun süre uçarlarsa da ölürlermiĢ. Nesli de tükenmekte olduğundan koruma altına alınmıĢlar. Bizde bunun bilincinde olarak sadece bir defa el çırparak uçmalarını sağlayıp fotoğraflarını çektik.
193
‗Panaxia‘ cinsi kelebekler
Turist Rehberi E.Uysal gurubuyla Haziran 1997
Biraz uzun ve maceralı geçen yürüyüĢ sonunda ‗Gökgemiler Limanı‘ndaki plajdan kendimizi Akdeniz‘in kucağına attık. Oradan da kısa bir tırmanıĢ ve iniĢle ünlü ‗Batık Hamam‘a ve yatımıza ulaĢtık. 194
Teknede akĢam yemeği öncesinde kıç güvertede soğuk içki ve aparatif servisi yapıldı. Sohbet esnasında gurubumuzdan bir kadın bana Ģu soruyu yöneltti. ―Bay Erol, size bir Ģey sormak istiyorum. Bugün yaptığımız gezide patika orman yolunda kayboluĢumuz gerçek miydi, yoksa önceden planlanmıĢ yapay bir senaryonun uygulaması mıydı? dedi. Bu soruyu hemen yanıtlamayıp zaman kazanmak için diğerleriyle birlikte ben de güldüm. ―Evet‖ deyip birinci seçeneği doğruladım. Çünkü Ġçgüdüm beni doğruyu söylemeye zorladı. Yanıtımı biraz daha açmaya devam ettim. ―Kaybolduğumuz doğrudur. Buralara ‗hiking‘ veya ‗tracking‘ diye tabir ettiğimiz yürüyüĢlere az gelirim. Dolayısıyla yöreyi ve patikaları unutabiliyoruz. Keza patikalar bitki örtüsüyle çabuk kapanabiliyor. Sezon baĢında ilgililerce açılan tırmanıĢ yolları sezon ortası veya sonuna doğru yabani bitki örtüsü altında kalabiliyor. Bizim de bu günkü Ģanssızlığı yaĢamamız bundandır‖ deyince hem rahatladım ve hem de doğruyu söylememden gurubumun da memnun olduğunu gördüm. Çok enteresan ve güzel bir gün yaĢadıklarını belirten ifadelerle bana teĢekkür ettiler. Bir teĢekkürü de gurubun inatçı kiĢiliğe sahip üyesinden aldım. O kimdir, ne yapmıĢtır kısaca anlatayım: Olayın kahramanı Bay Thomas‘tı. Her iki elini cebine sokarak yürümeye alıĢmıĢ. Onu bu yürüyüĢte bir türlü bu alıĢanlığından vazgeçiremedim. Ġkaz edince çıkarıyor, ardından unutup yine sokuyordu. Tam yürüyüĢün bitimine yakın Batık Hamam‘a doğru tepeden aĢağı inerken bir ara arkada kalmıĢ bana seslendi. Dönüp geriye bakınca bir kayanın üstüne oturmuĢ bana iĢaret ettiğini gördüm. Yanına yaklaĢtım ve ―Hayrola, ne oldu‖ der demez burnunu, yüzünü gösterdi. Yine elini cebine sokmuĢ, çam pürçüklerinin ayağının kaymasına neden olmasıyla yüz üstü yere düĢmüĢ. Bereket versin bir eli cebinde değilmiĢ, diğerinden yardım almıĢ. Yoksa yüzü gözü parçalanacakmıĢ. Bana teĢekkürü de bunun içinmiĢ. 195
‗Bir Türk‘ten aldığım bu dersi hayatım boyunca unutmayacağım‘ diyerek espri yapıp kadehini benim Ģerefime kaldırdı… Bir rehber için bundan büyük ödül ne olabilir ki? Kültür turları sonunda ülkesine dönen turistlerimden hep övücü mektuplar, mesajlar aldım. Bunları, arĢivimde özel bir dosya içerisinde saklarım. Güzel ülkem ve cennet Marmaris‘i tanıtmada karınca kararınca bir katkım olmuĢsa ne mutlu bana ve benzer katkıları olanlara… 15 Haziran 1997
196
ARKA SOKAKLAR Dünyadaki altı milyar insanın takriben bir milyara yakını turizm yapıyor. Bu rakam her yıl az da olsa artıyor. Ülke olarak Türkiye bu kocaman pastadan sadece %2-2.5 pay almaktadır. Gelenlerin çoğunluğu da arzu edilen ve kiĢi baĢına en az 2000 dolardan fazla harcama yapan ekonomisi güçlü turist değildir. Bunun nedenlerini sektörün içinde olanlar hep yazmıĢ veya söylemiĢlerdir. Ancak bu güne kadar köklü değiĢimlerle turizm politikasının en üst seviyeden baĢlayıp en alt kademesine kadar koordineli olarak ele alınamayıĢı ve sadece kapalı salonlarda yapılan konuĢma ve serzeniĢlerle yetiniliĢin sonucu olarak turizmi ülke genelinde bütün yıl boyu süren bir ekonomik sektör durumuna getiremedik. Böylece arz talep dengesinin bozuk olduğu bir yapılanmayla sektör içindeki tüm yatırımcı küçük ve büyük iĢletmeciler olarak durumdan Ģikâyet etmekten baĢka bir Ģey yapmadık. Oysa demokratik toplumlarda yerel sorunların çözümü orada yaĢayan halk ve onları temsil eden yerel yönetimlerle sağlanır... Marmaris‘in ‗Tepe Mahallesi‘nde ‗Kıyı YanaĢma Yeri‘ ve bir ‗YürüyüĢ Bandı‘ vardır. Burası gelen turistin mutlaka gelip dolaĢtığı bir tür ‗Cazibe Merkezi‘ durumundaki önemli bir yerdir. Bu alan, batıda Atatürk Anıtı, doğuda Netsel Marina ve Kuzeyde eski cami ile bir üçgen içerisindedir. Bu bölgede tarihi bir kale, içinde küçük bir müze ve çevresinde tipik iki katlı taĢ evler vardır. Bugüne kadar sadece bu bölge Marmaris‘in kültürel, tarihi ve folklorik yapısını sergileyen ve dolayısıyla öne çıkaran bir merkez olabilirdi. Yıllardan beri gelip burada görev yapıp ayrılan mülki ve yerel yöneticiler ―Buraya sit kurulu karıĢıyor, biz bir Ģey yapamıyoruz‖ edebiyatının arkasına 197
saklandılar. Oysa biz bir Ģey yapın, otel, apart, mendirek yapın, restoran açın demiyoruz ki...
Marmaris’in sadece birisi
Tepe
Mahallesindeki
arka
sokaklarından
Turistlerin bu sit alanını rahatlıkla gezebileceği, fotoğraf çekebileceği bir cazibe yaratmayı, diğer bir deyiĢle buranın eski konumuna, düzeyine getirilmesini öneriyoruz. Buradan 1960‘lı, 70‘li ve hatta 80‘li yıllarda rehber öncülüğünde kalabalık turist kafileleri geçer, fotoğraf çekerler ve bu bölgeye büyük bir ilgi duyarlardı. ġimdi bu arka sokaklar deniz cepheli restoranların arka bahçesi, görevli personelin pineklediği, alet, edevat ve motosikletlerin park yeri olarak kullanılıyor. Son günlerde de geç saatlere kadar gürültülü müzik yapılarak barlar sokağına benzemeye dönüĢtüğünü üzülerek görüyorum. Değerli HemĢerilerim; Allah aĢkına düĢünün bir kere orta ve daha ileri yaĢtaki ve genç turistlerden daha çok ekonomik ve satın alma gücü olan turistler barlar 198
sokağında olduğu gibi böyle karmaĢık, gürültülü ortama gelir yemek yer, içer, para harcar mı? Marmaris Belediyesi Eylül ayında Olağan Meclis Toplantısı için Kent Konseyi Yürütme Kurulundan bu bölge baĢta olmak 2008 yılından itibaren uygulamaya girecek bazı önlemler hakkında görüĢ ve çalıĢma istemiĢtir. Marmaris‘in Tepe Mahallesi ve Yat Limanı konularında Marmaris Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyesi ve bu yazının yazarı Erol Uysal bu bölgede yapılacak tasarım ve uygulamalar konusunda yazılı önerilerde bulunmuĢtur. Belediyeler, yetkisizlik, siyasi ve ekonomik mülahazalarla karĢılarına çıkan engeller nedeniyle bazı proje ve tasarımlara çoğu defa el atamamaktadır. Oysa olumlu ve iyi niyetle düĢünülen tasarımlar milli bütçeye katkı payını arttıracağı gibi Marmaris‘in tanıtımına da yarar sağlayacaktır. Tepe Mahallesinin Marmaris Turizm ve Kültürüne kazandırılması konusunda en azından düĢünce bazında değiĢik görüĢler vardır. Bu konuda meseleye hangi açıdan bakıldığı önem kazanmaktadır. Yerel yönetimlerin hazırladığı proje ve tasarımlara yetkili organların siyasi düĢünme veya bürokratik engellemelerle köstek olmak yerine destek vermesi aydınlığa, ıĢığa ve güzelliğe çıkıĢ için en akılcı yol olacaktır. Marmaris‘in yeni ve büyük konaklama tesisleri inĢası yerine küçük, ama gördüğü iĢlev bakımından anlamlı, kültürel geçmiĢi yansıtan ve bugün için eksik görülen yapıtlara ihtiyacı vardır. Bunların bazılarını yerel yönetimlerin kendi çabalarıyla yapmaya çalıĢtıklarını da görmekten mutluluk duyuyorum. 17.06.2010
199
BĠR KONGRE GEZĠSĠ VE BAZI NOTLAR Hafta içinde, Marmaris ve Muğla ilimiz 12 değiĢik ülkeden 40 bilim adamının katıldığı uluslararası bir kongreye ev sahipliği yaptı. ―1. Uluslararası Arıcılık ve Muğla Çam Balı kongresi‖ baĢlığı altında ülkemizde ilk defa yapılan bu bilimsel çalıĢmanın 24 Kasım 2008 Pazartesi günkü programında yerli ve yabancı katılımcılarla Marmaris Bölgesinde ‗Çam Balı Üretim Alanı Gezisi‘ vardı. Buna rehber olarak katıldım. Sabah saat 10.00‘da baĢlayan gezinin önceden planlanmıĢ olan ziyaret yerlerine gidiĢin ilk durağı Ġçmeler üzerinden Turunç beldemiz oldu. Bu beldeye ‗Turunç‘ adının verilmesinin, eskiden bu yörede sıkça bulunan turunç ağaçlarından kaynaklandığına değindim. Katılımcılar arasında turunç ağacını hiç görmemiĢ olanlar da vardı. Bu ağaç türünü tanımlarken sıkça yediklerimizden olan ve ‗citrus‘ olarak bilinen portakal, mandalin ve greyfurt gibi meyvelerle suyunu sıktığımız limonun bütün bunların anası ‗turunçgiller‘ olduğuna değindim. Turunç Belediyesi Belde giriĢ yoluna bu ağacı tanıtmak amacıyla turunç fidanları dikmiĢ. Bunlar büyüdükçe belde ve körfezin yukarıdan görüntüsü mutlaka daha güzel olacaktır. Turunç iskele ve belde meydanında kısa bir mola verdikten sonra güneydeki Kumlubük‘e geçtik. Yol üzerindeki Antik ‗Amos‘ kentinin giriĢ kapısında durarak burası hakkında kısa bir tarihi açıklamada bulundum. Bu mevsimde bal arılarının sıkça ziyaret ettiği ve bölgemizdeki ağaç türlerinden olan harnup ağaçlarını (Cerotonia Siliqua) yakından gördük. Katılımcılar, hem bu ağaçların hem de antik Ģehrin sur duvarlarıyla antik limanın fotoğraflarını çektiler. Kumlubük‘ün içinden geçerek güney batı yönündeki yolu takiben 880m. yüksekliğindeki Marmaris‘in Balan 200
Dağ‘ından sonra (990 m.) ikinci büyük rakımlı dağı olan Palamut Tepe ve Osmaniye köyü istikametine giden yola saptık. Aramızda bulunan Arıcılar Birliği Üyesi ve Kongre Görevlisi olan Osmaniyeli Hüseyin Aydın yol üzerinde durmayı önerip ilginç bir Ģey göstereceğini söyledi. Bunun üzerine iĢaret ettiği yerde durup araçtan indik. Burada yolun hemen solunda yüzlerce yıl öncesinden zamanımıza kadar sağlam kalmıĢ kesme taĢtan yapılma bir kovan yatağını gördük. Hüseyin Aydın‘ın anlattıklarını Ġngilizceye çevirerek anlatıp soruları yanıtladım. Büyük bir taĢ duvar ve rampa görüntüsü veren bu yapı, arıcılığın bu bölgede çok önceden yapıldığını kanıtlaması açısından bilim adamları tarafından ilginç bulundu. Bu kovan yatağının önemli tarihi bir kalıntı olarak yerini gösteren bir tanıtım levhasının buraya dikilmesi yararlı olacaktır. Buradan sonra gezi planımıza göre bir arıcıya ait kovanlığı, kovan ve arıları ziyaret ettik. Mustafa adlı Osmaniyeli bir arıcının 380 adet kovanlarından bazılarını açıp arıları ve petekleri gördük. Kovanlar kekik, adaçayı, değiĢik makiler ve çam ormanlarının arasına serpiĢtirilmiĢ, arılar etrafımızda vızır vızır dolaĢıyor, peteklere bal taĢıyorlardı. Gösteri için tütsülenip açılan kovanlarda binlerce arıyı ve her kovanda tek olan kraliçe ana arıyı gördük. Altı kiĢilik genç bir ekipten oluĢan aile arılar ve kovanlarla ilgilenirken bize de misafirperverliklerini sergilemede azami gayret içinde oldular. Böyle bir doğal ortamda hazırlanan lokma, petek ve süzme bal ikramından herkes çok mutlu oldu. Peteği kopararak, süzme balı ise parmaklayanların mutluluklarına diyecek yoktu. Akademisyenler doğal ortamı, arıları, kovanları çok sağlıklı buldular. Kovanlığın sahipleri olan arıcılarla samimi ortamda sohbet ettiler. KarĢılıklı sorular soruldu, yanıtlar alındı. Buradan öğle saatlerinde Osmaniye köyüne hareket ettik. Bu yol üzerinde takriben 600-700m. yükseklikte olduğumuzdan sedir, karaçam, kayın, meĢe
201
gibi bazı ağaç türleriyle yüksek rakımlı yerlere özgü bitki ve çiçek türlerine rastladık. Osmaniye‘ye girince köylülerin geleneksel Türk misafirperverliğini göstermek için kahvenin bulunduğu meydana toplanmıĢ, bizi beklemekte olduklarını gördüm. Buradaki manzara sanki bir düğüne, Ģöleni andırıyordu. Bize ayrılan bölüme oturduk. Masalara servis önceden yapılmıĢtı. Bal, köy ekmeği, keçi peyniri, gözleme, zeytinyağı, ayran ve bazı organik yiyecekler köy ürünleri soframızı süslüyordu. Köy muhtarı Türköz Deveci heyete ―HoĢ geldiniz‖ deyip kısa bir konuĢma yaptı. Misafirler ikram edilen yiyecekleri büyük bir iĢtahla yediler. Dünya Arıcılar Birliği BaĢkanı Ġngiliz Richard köylülere hitaben yaptığı konuĢmada; ―Arı ve bal çok önemli iki unsurdur. Sağlıklı ortamda sağlıklı arıdan elde edilen bal en iyisidir. Burada gördük ki, zengin bitki örtüsüne (Flora) sahip bu bölgede doğal olarak sağlıklı arı ve organik bal elde edilmektedir. Biz dünyanın her yerine gidiyoruz. Böyle güzel doğal ortama az rastladık. Bunun değerini bilin, sahiplenin ve koruyun. Geleneksel Türk misafirperverliğini duymuĢtuk ama yaĢamamıĢtık. Burada bunu bütün doğallığıyla yaĢayıp gördük. Hepinize çok teĢekkür ediyoruz. Sağlıklı yaĢam ve bol kazanç diliyoruz‖ dedi. Kongrenin Organizasyon Komitesinde görevli Trakya Üniversitesi öğretim görevlisi Emekli Profesör Dr. Sayın Muhsin Doğaroğlu da yaptığı konuĢmada: ‖Zengin ağaç ve bitki çeĢidiyle bu bölgemiz gurur kaynağımızdır. Dünyada bal üretiminde ön sıralardayız. Bilinçli arıcılık ve sağlıklı üretim ekonomik açıdan yöre ve bölge insanımızın bundan daha yüzyıllarca yararlanmasını sağlayacaktır. Böyle yerlerde maden çıkaracağım diye doğanın dengesini bozmak, bitki örtüsünü kirletmek, yok etmek yöre ve bölge arıcılığına, bal üretimine vurulan en büyük darbe olacaktır. Bunu yarın kongredeki sunumda da vurgulayacağım. Hepinize 202
bize gösterdiğiniz misafirperverlik için kendim ve tüm heyetimiz adına teĢekkür ediyorum‖ dedi. Arı kültürü (Apiaculture) ve inceleme gezisine katılan kongre üyelerini Osmaniye‘den Bayır köyüne götürüp oradaki anıt ağaçlarımızı, Turgut Köyüne inerken MÖ. 4. yüzyıla ait piramit mezarı, Orhaniye‘deki ‗Kız Kumu‘nu da görmelerini sağladım. Geziye katılanlarla Datça yolu üzerinden Marmaris‘teki otele dönüĢümüzde vedalaĢırken bir kıĢ mevsimi baĢlangıcında ama sanki bir ilkbahar havasında, doğal, tarihi, kültürel ve folklorik bir ortamda bir gün de olsa gezmek ve yöreyi görmekten büyük bir mutluluk duyduklarını ifade ederek bana ve geziyi düzenleyenlere teĢekkür ettiler. 1. Dünya Arıcılık ve Muğla Çam Balı Kongresine katılan akademisyenler 25, 26 ve 27 Kasım 2008 günleri Muğla Üniversitesi‘nde sunularda bulunup önergeler vererek çalıĢmalar yaptılar. 28 Kasım 2008 Cuma günü de bölgeden ayrılacaklar. Kongre bildirilerinden edindiğimiz bilgilere göre; Muğla bölgesinde 5850 aile 950 bin kovanla arıcılık yapıyor. Birliğe kayıtlı 3400 üye bulunuyor. Bugün için Muğla Ġli ülkemiz çam balı üretiminin %75‘ine sahiptir. Ülkemiz ise koloni varlığı yönünden dünyada ikinci sırada bulunuyor. Ancak böyle önemli ve ekonomik yararı olan sektörün bir yasasının olmayıĢı büyük bir eksiğimizdir. Osmaniye köyü ve çevresini her yıl bu mevsimde arısı, balı ve bitki örtüsüyle tanıtmak için bir Ģenlik düzenlenmesinin yöremize ekonomik ve sosyolojik canlılık kazandıracağına inanmaktayım. Ve diyorum ki; Bunu yaparken Osmaniye köyü giriĢine ‗‖Maden ocaklarına gider‖ levhası değil, buranın ―Arı ve bal cenneti‖ olduğunu simgeleyen bir anıtı maddi ve manevi anlamda buraya dikmemiz anlamlı olacaktır.
203
I.Uluslararası Arıcılık ve Muğla Çam Balı Kongresinin ülkemize, Muğla ve Marmaris yöremize yararlı olmasını diliyorum.. 27.11.2008
TEMA Vakfı yerli ve yabancı bilim adamları kovan ve arılar üzerinde inceleme yaparken Ağustos 2010
Muğla‘dan Marmaris‘e 30 km. kala Sakar Tepeden Gökova ve Akuliptüs ağaçları- Sağ arka zeminde Marmaris'in Altın Sivrisi. (Eutenna) ‗Arıcılık ve bal‘ için ‗Cennet‘ denilebilecek en uygun peyzajlardan sadece birisi görülüyor.
204
KISSADAN HĠSSE Ġnsanoğlu evrenin kuruluĢundan bu yana ikili veya daha çoklu toplumsal iliĢkilerde kendi söylediklerinin, inandıklarının doğru olduğu konusunda hep katı ve inatçı olmuĢtur. Bunu kendi çevremizde, aile iliĢkilerinde, mal, para, mülkiyet paylaĢımı, siyaset, ekonomi, sanat, bilim, kültürde, hatta sporda görür, yaĢarız. Anılan konulardaki anlaĢmazlık bazen milletler ve devletlerarası iliĢkilerde de ortaya çıkabilir. Hatta tarihte okuduğumuz ve milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına, maddi ve manevi zarar görmesine neden olan savaĢ ve ihtilafların ana nedeni hep bir taraf veya cephenin kendi veya kendilerine göre haklı veya doğru olduğuna katı bir Ģekilde inanmasıdır. Bu geliĢim bazen öyle noktalara ve düzeye çıkar ki, haklılık veya haksızlığı bir yana bırakın, karĢı tarafın sosyolojik ve eğitim durumunun kendi düzeyinde olmadığı önyargısıyla bozuk davranıĢların sergilendiğini görürüz. Bunu bir öyküyle örnekleyelim: Köyündeki evinden eĢeğine binip tarlasına gitmekte olan bir köylü vatandaĢ toprak yolda karĢısından hızla kendisine doğru gelmekte olan bir özel aracı yolun ortasına eĢeğiyle çıkıp eliyle iĢaret yaparak durdurur. Lüks aracını kullanmakta olan ensesi kalın cüzdanı kabarık türden ‗kalantor‘ diye de tanımlanan bir sürücü karakaçana binmiĢ köylüyü çiğnememek için sert bir fren yapıp durmak zorunda kalır. Araç ve çevre toz bulutu içinde kalır. Kızgın bir Ģekilde aracının camını açan araç sürücüsü, ―Nedir yaptığın, yolun ortasında durulur mu, durmayıp geçseydim Ģimdi üzerinde olduğun hayvanla beraber ‗eĢĢek cennetini‘ boylayacaktın‖ der. Sakin bir Ģekilde eĢeğinden inip cebindeki sigara tabakasını açarak bir sigara sarmaya çalıĢan köylü araca ve sürücüye yaklaĢıp Ģöyle der. ‖Affedersin Ağam, cuvaramı yakmak için ateĢim yoktu da, çakmak veya kibritin var mı diyecektim‖ der. Sürücü kalantor adam, ―Hay Allah çattık 205
belaya, bunun için yol kapatılır mı‘, sende akıl yok mu‖ der ve bağırıp çağırır, köylüye hakaret eder. Araç sürücüsü toprak yolda ani durmadan dolayı havaya çıkan tozu iyice soluyup ciğerlerine çektikten sonra iyice sinirlenir. Bir an ne yapması gerektiğini düĢünürken aklına bir muziplik gelir. Köylüye Ģöyle der. ―Sigara içmem köylü kardeĢ, ateĢim, çakmağım yok. Yakabilirsen el fenerim var, onu vereyim‖ der. Köylünün yanıtı hemen ‗olur, sağ olasın, bir denesem fena olmaz‖ olur. Adam elini aracının torpido gözüne uzatarak oradaki el fenerini alır, köylüye verir. Köylü feneri alır, düğmesine basıp ıĢığını ağzındaki sigaraya tutar. Hiç konuĢmadan her ikisi de dakikalarca beklerler. Sonuçta el fenerinin pili biter, fener söner. Köylü, adama, ―Zannedersem fenerin pili bitti, yine de teĢekkür ederim‘ deyip el fenerini iade eder. Adam, arabasını çalıĢtırıp gazladığı gibi baĢını sallayarak oradan uzaklaĢır. AkĢam evine döndüğünde eĢine, ―Yahu, Ģu bizim köylüler ne kadar cahil insanlar, akıl alacak gibi değil‖ der. Karısı, ―Hayrola, bir aksilik mi oldu‖ deyince olayı anlatır ve devam eder. ―Adam hala el feneriyle sigara yakılamayacağını bilmiyor. Biz böylesine cahil insanlarla nasıl adam olur, ilerler çağ atlarız. DüĢününce doğrusu insanın çıldıracağı geliyor‖ deyince karısı da ―Ne acı, sinirlenmekte haklısın kocacığım‖ der. Öte yanda tarla dönüĢü eĢeğini köy kahvesinin önündeki asma çardağının direğinden birine bağlayıp ―Selamın Aleyküm‖ diyerek kahveye giren köylüye kahvedeki arkadaĢları ―Aleyküm selam‖ der demez içlerinden birisi hemen soruyu patlatır. ―‗Hayrola Emin OnbaĢı, bir sorun mu var. BaĢka zaman eĢeği kahveye getirmezdin de‖ deyince soruyu yöneltene ve onu dikkatle dinlemekte olan diğer arkadaĢlarına Ģu yanıtı verir. ―Sorma birader, çoktandır önümüzdeki yolda arabayla hızlı geçip ve bize toz yutturan o Ģımarık, küstah herif vardı ya ona dersini verdim. Size bunu müjde edeyim diye doğrudan kahveye geldim. O deyyus bir daha bu yoldan 206
hızlı geçmeye cesaret edemeyecektir artık‖ der. Kahvedekilerin hepsi sanki önceden anlaĢmıĢlar gibi hep bir ağızdan, ―Nasıl oldu bu iĢ, yoksa adamı dövdün mü Emin OnbaĢı‖ deyince, ―Durun, sabırlı olun, adamı dövmeden beter ettim‖ deyip olayı baĢtan sona anlatır. Kahvedeki köylüler, ―Hay Allah senden razı olsun, yalnız biz değil, köy okulumuzdaki çocuklarımız, öğretmenler, kadınlarımız, özetle tüm köylü bu adamın yaptığından çok rahatsızdı. O geçtiği zaman tozdan göz gözü görmüyor, kadınlarımızın yıkadıkları tertemiz çamaĢırlar toz içinde kalıyordu. Allah senden razı olsun Emin OnbaĢı‘ deyip hep birlikte onu alkıĢlarlar. Bu övgülü sözler karĢısında Emin OnbaĢı Ģu karĢılığı verir. ―Adam zengin olmuĢ, belli ki okumuĢ yazmıĢ birine benziyor ama daha el feneriyle sigara yakılamayacağını bilmiyor. ĠnĢallah benim kendisine verdiğim dersi almıĢtır. Ama Ģu da bir gerçektir. Adam olmak sadece okumakla, zengin olmakla olmuyor. Zaten bizim ilerleyemeyiĢimiz, kalkınamayıĢımızın esas nedeni böylesi ve benzerlerinin iĢ baĢında olmasındandır. Bize düĢen görev, çocuklarımızı okutmak, onları devlet, millet yönetimine sahip çıkmaya yönlendirmektir. Böyle miskin, tembel kahvede pineklersek çocuklarımızı okutamazsak, köyün önünden geçen kısacık toprak yolu bile asfalt yapamaz, yaptıramazsak ömür boyu böyle görgüsüz, kibirli, Ģımarık insanların oyuncağı oluruz‖... Bu sözler köyün tüm sakinlerini harekete geçirmiĢ olmalı ki, müteakip günlerde köylü imece usulü köyün yolunu asfalt yapar. Hem kötü sürücünün çıkardığı tozdan, hem kötü yoldan kurtulur, kendilerine özgüven kazanırlar. Buradaki, ‗kıssadan hisse‘de doğrusunu söylemek gerekirse Yüce Atatürk‘ün Köylü Milletin Efendisidir‘ sözünü bir kez daha anımsamadan edemiyorum… 14.03.1985 207
DADAġ DĠYARI ERZURUM Bir vatandaĢ ―HemĢerim, memleket neresi? ‖ diye sorarsa elbette ―Marmaris‖ derim. Ama ―Ġkincisi neresi olur‖ denilirse hiç tereddütsüz ―DadaĢ diyarı Erzurum‖ derim. Erzurum‘a duyduğum yakınlığın yaĢamımda hep ayrı bir yeri olmuĢtur. Çocukluk günlerimde (1940‘lı yıllar) Marmaris‘e on beĢ günde bir ‗Erzurum‘ adında bir yolcu ve yük gemisi gelirdi. Okuma yazmayı yeni öğrenmeye baĢlamıĢtım. Ġçinde sesli harflerin çok olduğu ‗Erzurum‘ sözcüğünü kendi ismimin ilk hecesiyle özdeĢ olduğu için sever, kolay geldiği için yazar, söyler ve gemi Marmaris boğazından göründüğünde de ―Erzurum boğazdan göründü‖ anlamında mahallenin çocukları ile birlikte ‗Ağla vapur‘ (gemi göründü demek) diyerek bağrıĢır, çığrıĢırdık. Yirmili-otuzlu yaĢlarımın 1960-63 ve 1970-73 olmak üzere altı yılını Doğu Anadolu‘da ve ülkemizin doğudaki kalesi olan Erzurum‘da yaĢadım. Bilindiği üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kara ve Jandarma birliklerinde muvazzaf subay, astsubay olarak personelin çoğu ‗ġark Hizmeti‘ olarak bilinen bu zorunlu hizmet nedeniyle Erzurum ve yakınındaki garnizon ve birliklerde görev yapmıĢlar ve halen yapmaktadırlar. Sovyetler Birliği parçalanmadan önceki yıllarda Güney Kafkasya Cephesinde Rus tümenleri vardı. O zamanlar, ―Türkiye NATO‘nun Doğudaki Kalkanı‖ olarak tanımlanır, askeri birliklerimizin çoğunluğu anılan cepheye karĢı ana savunma mihverleri üzerinde konuĢlandırılırdı. Erzurum ve yöresinde ayağımızdaki botların, tanklarımızın paletlerinin basmadığı toprak, tepe, yamaç kalmazdı. Her asker ve ailesinin bu yörede mutlaka kaldığı yılları, unutamadığı anıları olmuĢtur.
208
ĠĢte bu yazımda, aradan otuz sekiz yıl geçmesine rağmen hiç unutamadığım bir anımı silah arkadaĢlarım ve okurlarla paylaĢmak istiyorum. Yıl 1970, Aralık ayının yirmisi ve bir pazar günü sabahıydı. Birkaç gündür yağan kar nedeniyle KandilliErzurum yolu karla kapanıp tekrar ekiplerce trafiğe açılıyordu. Sabah kalktığımızda karın kalınlığı oturduğumuz toprak konutun yola bakan penceresini neredeyse kapatmak üzereydi. EĢim hamileydi. Doktor on-on beĢ gün önceki görüĢmemizde doğumun bu günlerde olacağını söylemiĢ, ancak eĢim henüz doğum belirtileri hissetmeyince iĢi galiba biraz ağırdan almıĢtı. ĠĢte o sabah evde bir telaĢ vardı. Kayınvalidem ve eĢim heyecanlıydılar. Doğum sancısı baĢlamıĢtı. Hemen Kandillide tek olduğu bilinen ebeyi telefonla aradım. Aldığım yanıt ―Ebenin acilen baĢka bir doğum için yakın bir köye gittiği‖ oldu. Bu durumda tam bir panik yaĢadım. EĢim ve kayınvalidem doğum için gerekli malzemeyi bir çantaya koyarken ben de garnizondan ambulans sağlamaya gittim. Karlı ve kaygan yollarda Ģarampole yuvarlanan araçları kurtarmak için kapanan yolun bazı kesimlerinde kurtarma ekiplerinden izin isteyerek normal Ģartlarda 45 dakikada gidilen Erzurum Doğum Evine tam iki saatte ulaĢabildik. Hemen doğuma alınan eĢim Gülsen beĢ on dakika içinde kızımızı dünyaya getirdi. Getirdi de, gelin bir de bana sorun… Hani sıkıntılı bir olay yaĢandığında ―Dokuz doğurduk‖ denir ya, iĢte biz de o haldeydik. O yıllarda çocuğun cinsiyeti önceden bilinmiyordu. Kızım olduğunu öğrenen arkadaĢlarım, meslektaĢlarım kızımın takma adını hemen ―Nene Hatun‖ koyuvermiĢlerdi. .―ĠnĢallah Nene Hatun gibi güçlü, cesaretli, vatansever olur‖ temennisinde bulunmuĢlardı. Nene Hatun hakkında yeterli bilgim de yoktu. Erzurum‘u sevip de Nene Hatun‘u tam bilmemek ayıp olurdu. Nene 209
Hatun‘u iyi öğrendim. Okurlarımın anımsamaları için de kısaca buraya aldım: Nene Hatun 1857- 1955 yılları arasında yaĢamıĢ ve 98 yaĢında hayata gözlerini yummuĢ Erzurumlu yiğit bir kadındı. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçildi. Tarihimizde 93 harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaĢı sırasında Erzurum‘daki Aziziye Tabyasının savunulmasında kahramanca savaĢtı. Böylece adını milli tarihimize yazdırdı. Mücadeleye küçük yaĢtaki oğlunu ve kızını evde bırakarak katıldı. SavaĢ sırasında 20 yaĢlarında genç bir gelin ve anneydi. ÇarpıĢmalarda binlerce Ģehit ve yaralı vardı. Nene Hatun da yaralılar arasındaydı. Bir Türk Kadını olarak vatan, namus, bayrak ve toprak sevgisinin en güzel örneğini gösterdi. Ölümünden bir kaç yıl önce kendisini ziyaret eden NATO görevlisi bir Amerikalı subayla evinde yaptığı sohbette, ―O zaman vazifemi yapmıĢtım. Bu gün de ilerlemiĢ yaĢıma rağmen aynı hizmeti daha mükemmeliyle yapacak ruh ve imana, cesaret ve heyecana sahibim‖ demiĢti. .
210
Erzurumlu Gazi ‘Nene Hatun’ 1857-1955
Erol Uysal Erzurum'da çocukları Mustafa Kemal ve ġule ile -1972
211
Aradan yıllar geçti. Kızım ġule büyüdü. Atatürkçü, baĢarılı bir öğretmen, iyi bir anne oldu. On üç yıldır Anadolu Liselerinde Türkçe Edebiyat derslerine giriyor. ġule‘yi çocukluğundan bugüne arkadaĢlarım ‗Nene Hatun‘ takma adıyla çağırıp, bu aziz kadının ruhunu hep Ģad ettiler. Bu kahraman ve aziz DadaĢ Kadını takdir, minnet ve rahmetle anıyorum. Erzurum, zengin doğa, tarih, kültür ve folkloru ile sadece birkaç sütuna sığdırılacak yer değildir. Erzurum‘u ve anılarımızı yazmaya kalksak destan olurdu. Güzel vatanımızın bu güzel yiğitler diyarı ve çevresi insanımız tarafından mutlaka gezilmeli, görülmelidir. Erzurum, 2006‘da Ġtalya‘nın Torino Ģehrinde yapılan oylamada 2011 yılında yapılacak ‗25. Dünya Üniversiteler Arası KıĢ Oyunları‘na ev sahipliğini kazandı. Bu haber Erzurumlular kadar bizi de sevince boğdu. Bu sayede ülkemiz dünyaya bu defa değiĢik bir yöremizden tanıtılacak. Bundan iyi bir tanıtma fırsatı olamaz. Hazırlıklar Ģimdiden baĢladı. Ġnanıyoruz ki; devletimiz, hükümetimiz, ilgili bürokratlar ve Erzurumlular bu fırsatı çok iyi değerlendirip Erzurum‘un kültür ve turizmde cazibe merkezlerimizden birisi olmasına gayret sarf edecek ve baĢarılı olacaklardır. Erzurum‘un Milli Mücadelenin kazanılmasındaki rolü büyüktür. Mustafa Kemal ve Kongre Heyet ArkadaĢları KurtuluĢ SavaĢının önemli kalelerinden birisi olan Erzurum ve Kongresini 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında bu kahraman DadaĢların diyarında yaptı. Erzurum; Kongre Binası, Atatürk Üniversitesi, Palandöken Kayak Merkezi, Tortum ġelalesi, Oltu taĢı, Çifte Minareli Medrese, Kümbetler, Bar Oyunu, Sarı Kız ve diğer türküleri, Balıklı Göl Efsanesi, Cirit oyunu, zengin ve lezzetli mutfağı, Karasu ve aynalı sazanı, alabalığı ve daha yüzlerce tarihi, doğal, kültürel ve folklorik
212
zenginliğiyle görülmeye değerdir. Gelecekte de Erzurum her yönden hak ettiği düzeye gelecektir. Marmaris‘ten DadaĢ diyarı Erzurum‘a ve tüm Erzurumlulara kucak dolusu selam ve sevgi gönderiyor, ― ġen olasın Erzurum, Ģen ola!‖ diyorum. Aralık 2006
Tortum ġelalesi
Erzurum Kongre Binası
213
ĠNCĠR VE TUVALET 1954 yılında ayrıldığım Marmaris‘ten yılda bir izinli olarak geliĢlerim dıĢında 23 yıl gurbette kalmıĢtım. Marmaris‘e hasretin vuslata dönüĢü 1977 yılına giriĢte oldu. Marmaris‘e kavuĢurken umduklarımız bulduklarımızla örtüĢtü mü? Buna maalesef ―Evet‖ diyemiyorum. Marmaris‘i, kıĢ mevsiminin olumsuz hava koĢulları içinde alt yapısının olmadığı, sel, çamur, kuru havalarda toz ve bir inĢaat Ģantiyesi görünümünde buldum. Ġzmir‘den evimizi buraya taĢıdıktan sonra bir dönem piĢmanlık duydum dersem yalan söylemiĢ olmam. Marmaris‘in bu olumsuz görüntüsünün nedenlerini burada yaĢamaya baĢlayınca daha yakından görmeye, öğrenmeye baĢladım. Ana nedene burada kısaca değinmek istiyorum. 1957 yılı Nisan ayında meydana gelen depremden sonra Ġmar ve Ġskan Bakanlığı evleri hasar görenlerin baĢvurularını değerlendirip sözde hak edenlere uzun vadeli geri ödemeli ve ucuz deprem evleri vermiĢ. Burada, ‗sözde‘ sözcüğünü kullandım. Nedeni Ģudur. Bazı hemĢerilerimiz evleri hasar görmediği halde hasarlı olarak gösterip bu evlere sahip olmuĢlar. Evler sahiplerine dağıtıldıktan sonra Marmaris Turizminde küçük birimler olarak pansiyonculuğun yolu açılmıĢ. Yerli ve yabancı turistler bundan sonra Marmaris‘e gelmeye baĢlamıĢlar. O yıllarda Marmaris‘te alt yapı olmadığı için çarĢıdaki tek tuvaletin kirlenmiĢ suları bir kanalla denize dökülür, kıyıdan geçen yayaların burunlarını tıkamasına neden olurdu. Evlerde de foseptik çukurları kullanılırdı. Hele bizim Tepe Mahallesi tuvalet sularını lagarlarda biriktirir, yağmurlu, fırtınalı havalarda kapaklar açılır, denize deĢarj edilirdi. 1970‘lı yıllarda, bırakın Marmaris‘i, ülkenin birçok büyüklü küçüklü yerleĢim biriminde kanalizasyon sistemi 214
yoktu. Buna rağmen turizm baĢlamıĢtı. Örneğin Marmaris‘te alt yapı bitirilmeden baĢlayan yapılaĢma, yol ve kanalizasyon çalıĢmaları yüzünden bahar aylarında gelmeye baĢlayan turistler bizi yıllarca süren onarım ve inĢaat Ģantiyesi halinde, toz, çamur içinde buldular. ĠĢte biz de bu karmaĢanın içinde kapağı doğup büyüdüğümüz ve yıllarca özlemini duyduğumuz Marmaris‘e attık. Özetle ifade etmek gerekirse, Türkiye, turizme kapılarını alt yapısını tamamlamadan erken açınca Marmaris örneğinde olduğu gibi homojen tabir edilen ve her yıl kendileriyle beraber baĢkalarını, yakınlarını da getiren turistlerini kaybetti. Çarpık yapılaĢma ve alt yapı konularını irdeleyen, daha iyi turizm için akla gelen her Ģeyi sayıları binleri aĢan yazılarımda takriben yirmi beĢ yıldır gündeme taĢıdım. Bunların hepsini özel klasörlerde saklıyorum. ‗ġansız Anlar‖ veya ―Olaylar‘ olarak tanımladığım o günlerin ve özellikle turist rehberlerinin baĢlıca sorunlarından birisi olan tuvaletlerimizin geçmiĢteki durumunu somut Ģekilde ortaya koyacak bir olaya burada yer vermek istiyorum. Böylece, dünden bugüne nereden nereye geldiğimizi daha iyi değerlendirebiliriz. 1960‘lı yılların sonunda Ġzmir‘de bir rehber arkadaĢla tanıĢmıĢtım. Adı ‗Marius‘ idi. Beni evine de davet etmiĢti. Kısa bir sohbet anında bana bir nebze yaĢamından da bahsetti. Ġzmir Alsancak‘ da küçük bir apartman dairesinde oturuyordu. Ġlk görüp dikkatimi çeken Ģeyin Marius‘un çok zengin bir kitaplığa sahip olduğuydu. Kitaplar yabancı dilde yazılmıĢ değerli eserlerdi. Marius‘un Ġspanyolca, Fransızca, Ġngilizce, Ġtalyanca ve Türkçe konuĢtuğunu önceden duymuĢtum. Diğer rehber arkadaĢlar ―Kitapları onun tek varlığıdır, onları kimseye ödünç vermez‖ demiĢlerdi. Belli ki kitapların adlarına bakınca özellikle tarih, kültür, sanat ve arkeolojiye ilgisinin fazla olduğu anlaĢılıyordu. . Beni kırmamak için bu 215
prensibinden vazgeçip birkaç kitabından yararlandığımı iyi anımsarım Marius‘un hayat öyküsü oldukça enteresandı. Fransa‘da doğmuĢ, annesi onu yeni doğmuĢ bebekken kiliseye bırakılmıĢ, sonra çocuk bakım ve koruma evinde büyümüĢ. Olgunluk çağlarında eğitimini tamamlayıp Türkiye‘ye gelerek Türk vatandaĢı olmuĢ. Rehber kursuna katılıp kokardını almıĢ ve rehber olarak çalıĢmaya baĢlamıĢ. ĠĢte yazımıza baĢlık attığımız olay burada baĢlıyor. Marius, rehber olarak birkaç yabancı dil bildiğinden çok tur alırdı. Bir defasında Ġzmir‘deki bir acentenin Amerikalı turist gurubuyla Konya‘ya ve oradan da Kapadokya‘ya tur almıĢ. Mevsim yaz ve Ağustos ayı. Ġzmir‘den çıkıp Aydın‘a yaklaĢırken otobüsteki turistlerine geleneksel Türk misafirperverliğini göstermek için Ġncirliova‘da durarak iki sepet dolusu taze incir almıĢ. Amerikalılar inciri çok sever ve birçoğu kabuğunu da soymadan yemiĢ. Turistlerin bazıları da inciri yedikten sonra üzerine su içmiĢler. Rehber Marius ―O zaman bu konuda henüz genç ve deneyimsizdim. Ġncir yendikten sonra üstüne su içilmesinin yaratabileceği sıkıntıyı bilmiyordum‖ diyor. Aydın, KöĢk, Sultanhisar geçildikten sonra turistlerin içinden yaĢlıca ve ĢiĢman olan bir Bayan Marius‘u yanına çağırarak rahatsızlandığını, acilen tuvalete gitme ihtiyacı olduğunu söylemiĢ. Marius Ģoföre dönerek, yakında tuvalet varsa durmasını rica etmiĢ. ġoför, ―Buralarda tuvalet ne gezer, Denizli‘ye kadar bu yolda tuvalet yok, istenirse yol kenarında dururum, tütün tarlalarına, Ģeftali ağaçları arasına gider iĢini görebilir‖ demiĢ. Marius, olurdu, olmazdı derken Ģoför taĢ duvarlı, üzeri teneke parçalarıyla kapatılmıĢ ve duvarında ‗OO‘ (100) numara yazan bir yapı görünce hemen Marius‘a müjdeyi vermiĢ. Yolun sağına yanaĢarak durmuĢ. Marius kadını aĢağıya indirip tahta kapılı kulübemsi yere yönlendirmiĢ. Kendisi de kulübenin biraz açığında beklemeye baĢlamıĢ. Kadın 216
birkaç dakika sonra ―Marius, Marius, Help me, Come in!‖ (Marius, gel bana yardım et) diye bağırmaya baĢlamıĢ. Marius birden ĢaĢırmıĢ ve içinden ―Bu kadın tuvalette ya yılan ya da fare gördü‖ deyip kapıyı tıklatıp sorunun ne olduğunu sormuĢ. Turist kadın Marius‘un içeri girmesini istemiĢ. Marius‘un içeri girince gördüğü kimsenin görmeden bilebileceği türden bir olay değil. Kadın yer tuvaleti kullanmayı bilmediğinden olduğu gibi zemindeki deliğin üzerine oturulacağını sanıp oturmuĢ. Ġhtiyacını gördükten sonra doğrulabilmek için yanda tutunacak bir tutamak olmadığından Marius‘tan yardım istemiĢ. Marius kadına yardım ederek otobüse girmesini sağlamıĢ. Ancak meydana gelen olayı merakla bekleyen otobüsteki diğer turistlere ne söyleyebileceğini düĢünüp bunu önce kadına sormuĢ. ―Otobüsteki arkadaĢlara yaĢanan olayı söyleyelim mi‖ demiĢ. Kadının gülerek verdiği yanıt, ―Söyleyelim ki, onlarında baĢına böyle bir olay gelmesin‖ olmuĢ. Mariıus olayı anlatmıĢ. Tüm turistler olayın kahramanı da birlikte olarak gözlerinden yaĢ gelircesine gülmekten katılmıĢlar. Bazen benzer olaylar karĢısında deriz ya, ―Ağlar mısın, güler misin‖ diye. YaĢanan olay da buna benzemiĢ. Tuvalet deyip geçmeyelim. Varken değeri bilinmez. Turizm, turist ve turist rehberi için tuvalet düne kadar en büyük meseleydi. Hani, ―‗Türk turizmi tuvaletten çektiğini baĢka Ģeyden çekmedi‖ dersek doğru söylemiĢ oluruz. ġimdi akaryakıt istasyonları sayesinde eski durumdan genelde kurtulduk. Tuvalet, Türk Turizminin gündeminden hayli düĢtü. Yine de seyrek de görülse temiz olmayan yer klozeti, pisuar su kaçağı, susuzluk, kağıt veya peçete bulunmayıĢı gibi benzer bir çok sorunla karĢılaĢabiliyoruz. Ayrıntı gibi görünen bu tür sorunları turiste yaĢatırken sözde ―Kaliteli turist‖ beklentimize atıfta bulunuruz. Turist bir mal veya emtia değil ki ona kaliteli veya kalitesiz diyelim. Bu sözcüklerle demek istediğimiz paralı, kültürlü,
217
görgülü turist ise onlara hitap edecek tesis ve ürünü tam ve eksiksiz sunmaya özen göstermeliyiz. 15.10.1985
218
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ Yine bir 24 Kasım gününde Cumhuriyetimizin kurucusu Yüce Atatürk‘e ‗BaĢöğretmen‘ unvanı veriliĢinin 82. ve bu günü kutlamaya baĢlamanın 29. yıldönümündeyiz. Ailemde hayata gözlerini yummuĢ, emekli olmuĢ ve halen bu mesleği büyük bir zevk ve Ģevkle yapmakta olan kızım, gelinim, kardeĢim ve yakın dost olan öğretmenler vardır. Öğretmenlik çok özel, çok yüce bir meslektir. Bedeli hiçbir maddi karĢılıkla ölçülemeyecek kadar saygın, sevgi ve fedakârlık mesleğidir. Sınırları okul ve sınıf duvarlarıyla çizilemeyecek, zil ile baĢlayıp bitmeyecek kadar ağır bir sorumluluk gerektiren kutsal bir görevdir. Bu mesleğin tarih boyunca da böyle görüldüğünü, ―Bilgelik Mesleği‖ olarak kabul edildiğini, değerinin ve öneminin her dönemde vurgulandığını biliyoruz. Atatürk diyor ki ―Dünyanın her yerinde öğretmenler toplumun en özverili ve en saygıdeğer öğeleridir.‖ Yüzyıllar öncesinde Diyojen, ―Yeryüzünde öğretmenlikten daha Ģerefli bir meslek tanımıyorum.‖ demiĢ. Sokrates ise, öğretmenin ve öğretmenliğin önemini, ―Dünyada her Ģeye değer biçilebilir ama öğretmenin eserine değer biçilemez. Çünkü onun eseri hem her Ģeydir hem de hiçbir Ģeydir.‖ diye belirtmektedir. Hz. Ali ise, Öğretmenliğin paha biçilmez değerini en kısa ve etkili biçimde, ―Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum‖ demiĢtir… Değerli Okurlar; Yazımın baĢında kızımın da öğretmen olduğunu belirttim. Hepiniz bilirsiniz, okul yönetimi ‗Öğretmenler Günü‘ kutlamaları için çeĢitli etkinlikler düzenler. Bu konuda, KarĢıyaka Ġlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tüm okullardaki öğretmenleri arasında ‗Niçin 219
Öğretmen Olunur‘ baĢlığı altında bir kompozisyon yarıĢması düzenlemiĢ. KarĢıyaka Anadolu Lisesinde Edebiyat Öğretmenliği yapmakta olan kızım ġule Aktepe (Uysal) bu yarıĢmaya ‗Ben de YaĢadım Diyebilmek‘ baĢlıklı kompozisyonla katılmıĢ. Ġlçe Milli Eğitim Müdürlüğü anılan kompozisyonu ‗Ġlçe Ġkincisi‘ olarak değerlendirmiĢtir. Tabii ki, her anne ve baba gibi kızımızın bu baĢarısından gurur duyduk. ġule‘yi bir kez de buradan kutluyor, gözlerinden öpüyoruz. ġule Aktepe‘nin Ġzmir-KarĢıyaka Ġlçesinde ikincilik ödülü kazanan kompozisyonunu gazete köĢemde yayınlamak ve siz değerli okurlarımla paylaĢmak için aynen yazıma aldım. Tüm öğretmenlerin gününü kutluyor, sağlık, mutluluk ve baĢarı diliyorum. 24.11.2010 BEN DE YAġADIM DĠYEBĠLMEK’ YaĢamı adlandırdığımız an, ölümü de keĢfettiğimiz andır aslında. Bir madalyonun iki yüzü gibi; birinde bize bahĢedilenin güzelliğini gösteren bir resim, diğerinde bunun ömrümüzle sınırlı olduğunu hatırlatan bir baĢka resim. Ġnsan, hem hiç ölmeyecekmiĢ gibi yaĢamanın, hem de ölümsüz olabilmenin sırlarını aramanın peĢine düĢer hemen. Filozofların yaĢamı ölüm ve yaĢamı sorgulamakla geçer. Tutunacak bir dal, yaĢamdan ayrılırken ―Ben de yaĢadım‖ diyebileceği bir kanıt arar. Aksi takdirde su yüzeyinde gezdirilen bir çubuk gibi geçici bir iz kalacak, eninde sonunda su, siz hiç değmemiĢçesine kapanacaktır. Bu, ölümden de beterdir. Bir tanık arar insan yaĢadığına. Kimi beste yapar, kimi bir bina, kimi de çocuk. Umudu, ölümünden sonra birilerinin onu hatırlayacağıdır. Öğretmen olmak, hayatı anlamlı kılmanın belki de en güzel yoludur. Ortalama 25 yıl öğretmenlik yapan birinin 3000–4000 civarı öğrencisi olacaktır. Ne bu sayıda 220
beste yapmak, ne bu sayıda bina yapmak ne de bu kadar çocuğa sahip olmak insan için mümkündür. Kaldı ki öğretmenlik parçaları bütününden daha fazla eden ilginç bir formüle de imza atar. Öğretmen bilir ki derse her giriĢinde göz göze geldiği bu genç beyinler, bir gün kendisini aĢacaklar. Öğretmen aslında ders anlatmaz, sahne alır. Bilgiyi, en kısa yoldan, en eğlenceli ve en etkili Ģekilde sunmaya çalıĢır. Bu nedenle alkıĢları duyamasa da mesela bir Sezen Aksu‘nun konser sonrası hissettiklerine benzer bir arınma hisseder 45 dakikaların sonunda. Koridorlarda saygı ve sevgiyle onu süzen bir topluluğun arasından geçerken kendine duyduğu güven ve hissettiği itibar Sezar‘ı gölgede bırakır. Özdemir Ġnce aydın insanı ―Sadece branĢıyla ilgili bilgiyi barındıran değil, verdiği eserlerle çağını da aydınlatan kiĢi‖ olarak tanımlıyor. Bu anlamda öğretmen sadece öğretmen olarak kalmıyor, çağına yön verecek çocukları da eseri kılıyor. Etik değerleri sorgulayan, verimli, kendindeki yaratıcı yönleri keĢfedip geliĢtirmeyi becerebilen çocuklar yaratmaya çabalıyor. Bu nedenle ―aydın‖ olabiliyor. Onları iyi ve güzelden yana bulduğunda sahne gerisinde haklı bir gurur yaĢıyor. Ġnsan yarınların güzel olacağına dair umut taĢımak ister. Öğretmense yarınların bugünden yazıldığını bilir. Yarınların mimarlarının kendi yetiĢtirdikleri olacağını bilir. Bu sorumluluk korkutucudur ama muhteĢemdir de. Tarihi yazanların yetiĢtireni olmak… Bu, her Ģeye değerdir. Çaresizliği kabul etmemek için öğretmen olunur. YanlıĢlara karĢı teslimiyet içinde olmamak için, iyi ve doğruyu aramanın zevkini insanlığa sunmak için öğretmen olunur. Herkesin A dediğine ―ya B ise?‖diyebilme cesaretini verebilmek için, her gün hiç bıkmadan yeniden yeni bilgilerle doğabilmenin güzelliğini çocuklara gösterebilmek için öğretmen olunur. Donuk ve 221
mutsuz gözlere ilimin ıĢığını vermek için, hayattaki en büyük değerin ve mirasın Ģerefle bitirilmiĢ bir hayat olduğunu öğretebilmek için öğretmen olunur. Sait Faik‘in ―Haritada Bir Nokta‖ adlı öyküsünde Ada‘ya yıllar sonra dönen ve artık yazmama kararı vererek Ada‘da hiçbir Ģeye karıĢmadan huzur içinde bir yaĢam sürmek isteyen yazarın, gördüğü bir haksızlıktan sonra yeniden kaleme sarılıĢı anlatılır. Öykü, etkileyici bir finalle biter: ―Söz vermiĢtim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan baĢka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. KoĢtum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada‘nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taĢıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.‖ ĠĢte öğretmen için de bu meslek böylesine elzemdir. Ġnsana ―Öğretmesem deli olacaktım‖ dedirtir. Bir bahçıvana niçin ağaç yetiĢtiriyorsun diye soramayız. Bir öğretmen de niçin öğretmen olduğunu bilmez, bunu zamanla kavrar. Çünkü onun da tek amacı güzel ve verimli ağaçlar elde edebilmektir. Bu sayede ölüme meydan okur. Çünkü o bahçeden meyve yiyenler, adını bilmese de bu bahçıvana ölümsüzlük payesini vereceklerdir. ġule Aktepe –Edebiyat Öğretmeni 24.11.2010
222
ġule Aktepe ödül töreninde (sağdan ikinci)
223
AKDENĠZ VE ÇEVRE Üç yanı Akdeniz, Ege ve Karadeniz gibi denizlerle çevrili Anadolu Yarımadası üç ana kıtanın birleĢtiği yerdeki konumu dolayısıyla tarih boyunca çeĢitli medeniyetlerin yaĢam ve geçit yeri olmuĢtur. Ege‘yi de Akdeniz ailesine katarak her iki denizden yararlanma ayrıcalığına sahip dünyada ender coğrafi ve fiziki yapıya sahip Marmaris‘i dünden bugüne birçok yazımızda olduğu gibi biraz daha öne çıkarmak istiyorum. Esasen, Marmaris‘i ve Akdeniz‘i bekleyen tehlike tüm dünya denizlerinde var. En son Meksika açıklarındaki petrol tankerinin batıp tüm yakıtın okyanus sularına akması, sızmasıyla özellikle Kuzey Amerika kıtasının Güney kıyılarının kirlenmesi, canlıların bundan olumsuz etkilenmesi hepimizin sıkça duyduğu, TV‘lerde izlediğimiz doğaseverleri üzen olaylardan sadece birisiydi Biz, kendi denizimize, Akdeniz‘e yüzümüzü döndüğümüzde 21 ülkenin özellikle siyasi, ekonomik, tarih ve kültürel anlamda bu denizden yararlandığını görüyoruz. Dünya denizlerinin sadece %1‘ini oluĢturan Akdeniz‘de takriben 450 milyon insan yaĢamakta olup, bunlardan bizimde içinde olduğumuz 150 milyon kiĢi kıyı Ģeridindedir. Denizde taĢımacılık, yatçılık, turizm, tüketim, konaklama ve hizmet sektöründe ticaret yapan bunca insanın daha düne kadar yeterince ilgi duymadığı çevre kirliliği ve hayati önemdeki bu günkü durum denizde yaĢayan canlılarla çevresinde yaĢayan insan ve tesisleri tehdit eder hale gelmektedir. ‗Neden‘ ve ‗Niçin‘ sorularına yanıt aradığımızda denizlerin ve tüm akarsuların kirlenmekte olduğu gerçeğiyle yüz yüze kalırız. Bilimsel araĢtırmalar, deniz, göl ve akarsularda ekol oluĢturmuĢ canlı türlerinin günden
224
güne sayıca azalmakta hatta tükenmekte olduğunu gösteriyor. Ben, Marmaris kalesinin hemen güney eteklerindeki bir taĢ evde doğup büyüdüm. Mütevazı evimizin bodrumunda malzeme ve odun saklar, onun üzerindeki katta da yaĢardık. Deniz cephesine açık tahtadan yapılmıĢ bir kerevetimizde sıcak yaz günlerinde akĢam yemeklerini burada yer, geceleri de gökyüzündeki ayı, yıldızları kardeĢlerimle yan yana yatıp seyrederek uyurduk. O zamanlar deniz temizdi. Balıkları, yosunları akvaryumdaymıĢ gibi izlerdik. Hiç unutmadığım, hep dostlarımla paylaĢtığım bir anıma burada yer vermek istiyorum. Bir gece canlı bir balıkla denize kerevetten misina ile bırakma atıp misinanın ucunu parmağıma bağlayarak yatıp uyumuĢtum. Gecenin yarısında sicimin parmağımı çekmeye baĢladığını hissederek uyanmıĢ, oltaya takılmıĢ beĢ kg.lık bir sinariti kerevete çekmeyi baĢarıp tüm ailemizi ve komĢuları ayağa kaldırmıĢtım. Marmaris kıyılarında 1940‘lı yıllarda ahtapotların parmakları taĢların üzerine çıkar, kediler ahtapotun parmağından ısırmak ve balıkları yakalamak için pusuda bekleĢirlerdi. Yine, 1960‘lı yıllarda bir lodos fırtınasında bir Akdeniz foku rahmetli Adil Olcay‘ın evinin önünde karaya vurmuĢ, yakalanıp Ġzmir Hayvanat Bahçesine gönderilmiĢti. Uzmanlara göre 1980 yılında Akdeniz‘de 1000 üzerinde fok yaĢarken Ģimdi bu rakam 70-80 gibi neredeyse bitmek üzere olan sayıya düĢmüĢtür. Son zamanda medyatik olmaya baĢlayan ―Badem‖ bu yüzden koruma altında tutuluyor. Geçtiğimiz yıl Gökova‘da serbest bırakılınca yüzenlere yaklaĢıp oynaĢmak istemesi onları korkutmuĢ, balıkçıların ağlarına da zarar vermesi yüzünden yeniden korumaya alınmıĢtı. DiĢi olan ‗Badem‘in serbest kaldığı sürede bir sevgilisi olup olmadığını bilmiyoruz. Bildiğimiz bu hayvancağızın 225
özgürce Akdeniz‘in sularında yüzmesi, sevgilisini bulması, en azından diğer hemcinsleri gibi yaĢaması yanlısıyız. Gökova‘da, Karaca‘daki kafesinde dar bir alanda hapsedilip gün boyu bağırıp, çağırmasına doğrusu gönlümüz hiç razı değildi. En son okuduğum bir gazete haberinde geçtiğimiz Kasım ayında serbest bırakılan Badem bir erkek arkadaĢ bulmuĢ ve onunla birlikteymiĢ. Buna sevindik doğrusu. Ne de olsa Badem anne olacak ve yavruları olup üretkenlik görevini yapabilecek. Haydi hayırlısı… Akdeniz Foklarının evi sayılan kıyılardaki mağaraları günlük gezi tekneleriyle Ģimdi turistler ziyaret ediyor. Mağaralarda foklar, diğer bir deyiĢ ile bademler yerine Ģimdi Ademler, Havvalar yüzüyor. Artık fokların sadece fotoğraflarını, heykellerini görüyoruz. Bilinçsiz avlanma ve teknoloji, suların biyolojik kirliliğinin artması tüm denizlerde olduğu gibi ne yazık ki Akdeniz‘de de çevresel kıyıma neden oluyor. Foklar, deniz kaplumbağalarla birlikte (Caretta Carettalar) tüm deniz canlılarının deyim yerindeyse köküne kibrit suyu ekiliyor.
226
Marmaris'in 'Badem' adlı diĢi foku
Adına ‗Pastırma Yazı‘ dediğimiz Aralık ayında olmamıza rağmen Marmaris‘te hala sonbahar devam ediyor. YaĢam mahallerinde henüz ısıtma aracı kullanmayanlar hemĢerilerimiz var. Oysa Avrupa‘da soğuk ve kar yağıĢı yaĢamı olumsuz etkiliyor. Biz de bu güzel günlerde balık avlama hobimizi karĢılamak için yeğenim YaĢar Özkan ve oğlu Ali ile liman içerisinde balığa çıktık. Demirlediğimiz kerterizde çoğunluğu izmarit olmak üzere barbun, mercan ve kupez (lapa) tuttuk. Bir ara YaĢar‘ın sicimine büyük bir balık takıldı. Ben ve Ali YaĢar‘a balığı içeri kolay almasında yardımcı olabilmek için sicimlerimizi hemen sarmaya baĢladık. Bu arada YaĢar‘ın sicimindeki balığa ne tür büyük balık olabileceğine dair isimler bulmaya çalıĢtık. Trança, fangiri, akya, lahoz, orfoz vs. gibi,.. YaĢar, tüm hünerini göstererek balığı yukarı almaya çalıĢıyordu. Balık bir iki metre yukarı çıkıyor, tekrar geri isteyince misinayı bırakıyordu. Öyle yapmasa balık koparacaktı. Bu süreç en az on beĢ dakika sürdü. Misinanın ucundaki göremediğimiz ve adını da 227
koyamadığımız balığın ani bir hareketle yüzeye çıkması üzerine bizim YaĢar, ―Tüh misinayı kesti, kopardı‖ deyip sicimi sarmaya baĢladı. Üzüldük tabii. Biz ―Acaba ne balığı olabilir? Anılan isimlerden bir balık türü müydü?‖ diye tahminler yürütürken devasa boyutta bir deniz kaplumbağası yüzeye çıkıp bize doğru bakarak ―Püfff‖ demez mi? ġaĢırıp kaldık. Sanki bize; ―Ben sizin sevdiğiniz, ama neslimi denizleri kirleterek tüketmekte olduğunuz ‗Caretta Caretta‘ kaplumbağasıyım. Sizi, ne olduğumu meraktan ve üzüntüden kurtarmak için yüzeye çıktım. Kusura bakmayın‖ der gibiydi. O anda beraberimde kameran olmadığı için bu anı tespit edememekten çok üzüldüm. Önce bu duruma üzülmediğimi hatta sevindiğimi itiraf etmeliyim. ġayet bu deniz canlısının ne tür balık olduğunu görmeseydik büyük bir nasibi kaçırdığımıza üzülecektik. Diğer sevincim ise, hala az da olsalar bu tür canlıların sularımızda varlığıydı… Geçtiğimiz Mayıs ayının 29 ve 30‘ncu günlerinde Göcek ve Fethiye‘de ―Akdeniz‘i Temiz Tutalım‖ adlı bir kampanyada 500 kiĢiyi bulan gönüllü ordusu kıyılarda temizlik yaptı. TURMEPA (Deniz Temiz Derneği) bu etkinliğin yapılmasında öncü oldu. Deniz ve kıyılarımızın kirlilikten tam arındırılması kolay değil. Anılan örgütün çalıĢmaları internet‘te okunacak olursa, ülkemiz kıyıları kirlenmeye, erozyonla dolmaya, kokuĢmaya açıktır. Liman ve kıyılarından yararlanan tüm tesis ve turistlerin bundan olumsuz etkileneceği de kesindir. Çevre koruma örgütleri; Üniversite ve bilim adamlarının bilimsel yayın ve önerileriyle denizlerimizin temiz tutulmasında halkın bilinçlendirilmesine dönük etkinlik ve denetimleri, temizlik kampanyalarını aralıksız yapmalıdır. Bunu Marmaris‘te de yapan çevre gönüllüleri hemĢerilerimize gönülden teĢekkür ediyorum..
228
Önce öğrenme, bilgilenme, sonra düĢünme, hem de çağdaĢ düĢünme, fikir ve görüĢ bildirme anlamında eski Marmarislilere ait kısa ve anlamlı bir anonim deyiĢle yazımı noktalıyorum. ―Akıl olmayınca nenesin fikir, Abdi garıyı boĢamıĢ nenesin Bekir‖… 24.11.2010
229
EK MENDĠREK YĠNE GÜNDEMDE Değerli Okurlarım; Yeni bir yıla girerken önce geçtiğimiz günlerde açılıĢında bulunduğum ‗Türkiye Fuarı‘nı (Travel Turkey) yazayım diye tasarlarken yerel TV‘lerimizde geçmiĢ yılardan bu güne gündemden düĢmeyen ‗Ek Mendirek Projesi‘nin tekrar öne çıktığını gördüm. Atalarımız ―Müflis esnaf eski veresiye defterlerini karıĢtırırmıĢ‖ demiĢler. Ben de bu konuyla ilgili açık oturumlara katılmıĢ ve yazılar yazmıĢ bir hemĢeriniz olarak eski yazılarıma bir göz attım. Ġzlediğim yerel TV Haber Bülteninde Muğla Su Ürünleri Dekanı bir bilim adamı ile TV yönetmeninin röportajında anılan projenin onaylanması için belirli verilerin yeniden alınacağını bildirip diğer bilimsel görüĢlere değindiler. Program sonunda bilinen görüĢ ve öngörülerde bir değiĢme olmadığını gördüm. Ancak geçmiĢ yıllarda yazılı ve sözlü görüĢlerim olduğundan dosyalarıma bir kez daha göz attım. Ġçlerinden önemli bulduğum ve 29 Kasım 2005 tarihli ‗ÇağdaĢ Marmaris‘ Gazetesinde yayınlanan yazımı 5 yıl aradan sonra biraz kısaltarak buraya almayı yararlı buldum. Doğrusunu söylemek gerekirse ve benden yana beĢ yıl öncesiyle bugünkü görüĢüm arasında en ufak bir değiĢim olmadı. Marmarisli hemĢerilerimle okurların görüĢ ve önerilerinde bir değiĢme olup olmadığını da merak etmiyor değilim…22.12.2010 ĠĢte size beĢ yıl önce yazdığım yazımın özeti:
230
EK MENDĠREK PROJESĠNE ‘HAYIR’ Geride bıraktığımız 25 Kasım 2005 Cuma günü Marmaris Ticaret Odası salonunda yapılan Marmaris Feribot Ġskelesinin uzatılmasına iliĢkin toplantıda oturum yöneticisinin tarafsızlığını koruyamadığını görünce salondan ayrıldım. Anılan toplantıda, sözde, ‗Ek Mendirek Projesi Marmaris Halkına Danısma Toplantısı‘ niteliğinde baĢlamıĢken, toplantıya Marmaris halkını temsil edenlerin 30-40 kiĢiyi geçmediği, onların da bu projeyi destekler görünenlerden oluĢmasıydı. Benim için demokratik gözükmeyen böyle bir ortamda bulunmamın anlamı kalmamıĢtı. Projeye vize almak için ―Halkın GörüĢü Alındı mı‖ sorusuna önyargılı olarak ―Evet‖ yanıtı almak için sadece ―Oldu bitti‖ ye getirilmek istenilen bir ortamda olmak yerine görüĢlerimi yerel gazete köĢeme taĢıyarak konuyu hemĢerilerim ve okurlarımla paylaĢmak isteyip salondan ayrıldım. AĢağıda maddeler halinde ele aldığım konunun değerlendirmesini de sağduyulu, Marmaris‘i seven ve çevreye duyarlı değerli hemĢerilerime bırakıyorum 1. Marmaris‘te kıĢ aylarında hakim olan rüzgar lodostan eser. Yapılması projelendirilen Ek Mendireğin limanın güney batısına doğru en az 300 metre uzayacağı düĢünüldüğünde, sert lodos rüzgarına karĢı gemilerin yanaĢma ve aborda olmalarının riskli ve zor olacağı kesindir. Bundan ayrı olarak, olası ek mendirek diğer tekne ve yatların, su ve yelken sporlarının manevra ve seyir alanını daha da daraltarak körfezin fiziki konumuna, deniz ulaĢımına çok olumsuz etki yapacaktır.
231
2 ġimdiye kadar limana aynı günde ikiden fazla turist taĢıyan gemi ziyareti çok ender Oldu. Gelecek yılın planlı gemi giriĢ sayısı 25-30 adet civarındadır. Bunun ek mendirek yapılırsa adedinin artacağı söylenmektedir. Bu doğrudur. Ancak, limanın doğal konumu ve fiziki kapasitesinin kısıtlı olduğu tamamen göz ardı edilmektedir. 3 3. Marmaris, geçmiĢ yıllarda salt fiziki ve yatak adediyle kapasiteyi yükseltmek için çok katlı çarpık yapılaĢmayı bilim insanlarının tüm uyarılara, bizim defalarca yazmamıza, söylememize rağmen tercih etmiĢtir. Oysa Ģehrin mimari yapılaĢması sağlam bir zemin üzerinde değildir. Erozyonla dolmuĢ yumuĢak zemin üzerine etüdü yapılmadan çok katlı yapılaĢmaya geçilmiĢtir. Bu yöntemde yatak adedi artmıĢ, lakin tesislerin doluluk oranı sadece birkaç ayla sınırlı kalmıĢtır. Bir olay veya kriz halinde limana gemi gelmeyebilir. Böyle durumda da mendirek de onlarca yüzlerce otel ve diğer konaklama tesisleri gibi atıl durumda kalabilecektir… 4 .Bir dönem bu çirkin yapılaĢma furyasıyla Marmaris mimari estetiği, cazibesi olmayan, sözde bir turizm merkezi olarak tanıtılınca, kenti ziyaret eden bir turizm bakanı ―Marmaris bitmiĢtir‖ deyivermiĢti. Toplantıda bulunan bu yazının yazarı söz alıp ―Peki, Marmaris böyle olurken siz nerdeydiniz‖ deyince toplantının tadı kaçmıĢ, tüm yöneticiler neredeyse bu sözleri söyleyene (bana) salondan neredeyse kovacak gibi sert bakıĢlar serdetmiĢlerdi. Bu günkü durum da bana o günleri anımsatıyor. ―Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar‖ ama benim Marmaris‘ten baĢka yere gitmeye hiç niyetim yok… 5 . Fiziki büyüme ile her Ģey güllük gülistanlık olsaydı dinozorlar hala ayakta kalırdı. Temel ve asıl gerçekler bilinmeden aceleyle alınan kararların yanlıĢlığı hepimizin yüzüne bir Ģamar gibi çarpmıĢtır. 232
6 . Bugüne kadar yıllarca ‗‖KıĢ turizmi‖ baĢlayacak denildi. Bu gerçek dıĢı vaatler göçü getirdi. Marmaris bir tatil beldesi kimliğinden Ģehir, kent havasına büründü. Bu durum ekonomisi güçlü turist yerine, çarĢıdaki tuvalete girip para harcamamak için gemiye veya oteline dönerek ‗her Ģey dahil‘ e itibar eden turist profili yarattı. Marmaris paralı turistin dinleneceği, eğleneceği yer olmaktan çıktı. 7. Marmaris Körfezinin suyu yıldan yıla kirlenmekte, bu durum plajları tehdit edecek duruma gelmektedir. Kirlenme, deniz canlılarının sayısını azaltmakta, deniz dibi habitatını, ekolojisini bozmaktadır. Bu yargı bana ait değil, uzman dalgıç ve bilim adamlarının tespitidir. 8 .Kapalı bir havuza benzemekte olan Marmaris liman mendireğine yanaĢan gemilerin güçlü ve büyük pervaneleri deniz dibini karıĢtırmakta, geminin mendirekten ayrılıĢı esnasında bulunduğu yerin takriben 100x 100 alanı kahverengi renge bürünmektedir. Bu, baĢka ülkelerde römorkörlerle yapılmakta, açık denizde mendireği olan limanlarda bile yasaklanmakta, belirli derinliğe varmadan pervane döndüren gemilere ceza verilmektedir. 9. Marmaris liman mendireği açık denizde değildir. Bu günkü mendireğin bulunduğu yer de fazla derin olmayıp sadece 10 m. civarındadır. Marmaris körfezinin en derin yeri de 30 m.dir. Körfezin çevresindeki plajlardan yararlananların sayısı Ģehrin nüfusu, konaklama tesislerinde kalan turist ve teknelerde yaĢayanlarla birlikte yüksek sezonda takriben 150 bin kiĢiyi bulmaktadır. Üstelik bu rakam her yıl belirli bir artıĢla ivme kazanarak belirli bir süre daha devam edecektir. Ama nereye kadar? Tabii ki, ‗Harç bitti, yapı paydos‘ denilinceye kadar. Bunun olasılığı da uzak bir öngörü değildir. Bilim adamları böyle söylüyor. Bu durumda biz
233
bilime mi, yoksa kapasiteyi arttırarak kısa vadede kazanç elde etmeye çalıĢanlara mı inanacağız? 10 . KomĢumuz Yunanistan, Mısır, Ġsrail, Lübnan ve Kıbrıs‘ın büyük kapasiteli mendirekleri Akdeniz‘e açık limanlardadır. Marmaris limanı gibi barınaklı, tek boğaz giriĢli, kısıtlı akıntısı olan liman Akdeniz‘de yoktur. Burası karada olduğu gibi denizde de ‗Özel Çevre Koruma‘ kapsamı içine alınmalıdır. Mutlaka bir mendirek yapılacak denilirse körfez dıĢına olmalıdır. Körfez içinde açıkta demirlemenin dahi deniz dibi ekolojisine vereceği zararın büyük olacağı bilim adamları tarafından ifade edilmektedir. Marmaris‘in durgun sularında 4 adet marina mevcut olup, bunlarda takriben üç bin yat konaklamaktadır. AĢağıya fotoğrafını aldığım bu yorgun ve yaĢlı körfez bu yükün altından kalkamayacak, kısa zamanda bir yılkı atına dönüĢecektir. 11 . Yeni ek mendirekle ilgili olarak, ―Yapılmasının mahzuru yoktur‖ raporu veren veya verecek olan yerel yönetimler, mülki amir ve üniversiteler yeniden sualtı araĢtırması ölçüm ve , verilerinin değerlendirilmesi yapılmadan anılan projeye onay veremezler. Limanın son durumunu tespit etmeden, geleceğine dair ömür biçmeden projeye olur verirlerse her Ģeyden önce bizden sonraki neslin hakkı yenmiĢ olur. Üstelik bu bir ağır suç iĢlemek olur. Biz lafı ve konuyu fazla uzatmadan kısa ve öz Ģunu söyler, bunu yazarız. Marmaris hepimizindir. Marmaris, bir tüketim yeri veya maddesi değildir. Onu gözden çıkarıp atıp kurtulamayız. Marmaris‘i korumanın tek yolu yapılan yanlıĢları düzeltmektir. Yeni yanlıĢlar yapma devri kapanmalıdır. Bu ve benzer projelere aldırıĢ etmemek, geleceğimizin yok edilmesi, çocuklarımız ve torunlarımızın hakkının yenmesini kabullenmek olur. Marmarisli gününü gün edip galesiz yaĢayamaz. ―Hatır gönül konur‖ diye Doğruya eğri, eğriye doğru denemez. Aksi halde daha da 234
çamura batar, ―Ha var, ha yok‖ örneğini sergileyerek manen tarihten kaybolup silinip gideriz. Marmaris‘te herkesle barıĢ ve kardeĢlik, dostluk, akrabalık duyguları içinde birlikte mutlu yaĢamak tek amacımız olmalıdır. Özetle: Sade bir vatandaĢ ve Marmarisli olarak proje sahiplerini ve buna destek verenleri yeniden düĢünmeye, hatta kirlenmeye ve kokuĢmaya hassas olan bu limanı korumaya dönük alınacak baĢka önlemlere de yardımcı olmaya davet ediyorum. ‗Ek Mendirek Projesine‘ deprem evlerinin beĢ kata çıkarılmasına verdiğim tepkide olduğu gibi kocaman bir ―HAYIR‖ kaydı koyuyor, Marmaris tarihine bunu önemli bir not olarak düĢüyorum. Bu güne kadar Marmaris için öngörülerimde ne yazık ki hep haklı çıktım. Aslında hep yanılmayı istedim ama maalesef olmadı. … 29.11.2005
Marmaris Körfezine Soru: Neden durgun, yorgun, düĢüncelisin vefakar, cefakar, çilekeĢ körfez? Yanıt :‖Beni alttan, üstten, kirletip, kıyıdan, köĢeden doldurup küçültüyorsunuz. Sözde beni beğenip, övüp, seviyorsunuz. Sevmek yok etmek midir? Ben yorgun, üzgün, düĢünceli ve hasta olmayayım da kim olsun‖ …
235
ECYAD KALESĠ VE DÜġÜNDÜRDÜKLERĠ Hafta içinde gazetelerin baĢ sayfalarında Suudi Arabistan Kralı Fahd‘ın emriyle Osmanlı eseri olan Ecyad Kalesinin buldozerlerle yıktırılıp yerine lüks bir otel inĢaatının baĢlayacağı haberi vardı. Bu olay, ―Bazılarımıza kendi topraklarımızdaki tarihi ve kültürel eserlere değer vermezsek yurt dıĢındaki ecdadımıza ait olanlara da baĢkalarının hiç değer vermeyeceği‖ yorumuna neden oldu. Bilindiği ve anımsanacağı üzere, Suudi Arabistan‘ın Mekke Ģehrinde 1781 yılında Kabe‘nin asi kabilelerden korunması için Osmanlı PadiĢahı Abdullaziz ve II. Abdülhamit zamanında hâkim bir tepedeki 23 dönümlük arazide inĢa edilmiĢ ‗Ecyad Kalesi‘ I. Dünya SavaĢında Türk Askerlerinin Garnizonu olarak kullanılmıĢ. Ne yazık ki 2002 yılında yıkılarak yerine gökdelen otel yapılarak buradaki 500 yıllık Türk Tarihi silinip yok edilmiĢtir. Geçtiğimiz yıllarda denizden yaptığımız MarmarisAntalya turunda KaĢ-Demre arasındaki Kekova Adasını (Tersane Adası) ziyaret ettik. Burada mihrabı (apsis) daha önce ayakta durmakta olan bir Bizans kilisenin yıkılmıĢ olduğunu gördüm. Nedenini sorduğumda ―Lodos fırtınasında yıkıldı‖ denmiĢti. Aradan birkaç yıl geçti. Burayı yine bir turumda ziyaret ettim. Kilise ve yıkıntısının hala yerde kalmakta olduğunu gördüm. Çoğunluğu Hıristiyan olan ve kendi dinine ait bir yapının bu Ģekilde ayaklar altında olmasının turist üzerindeki olumsuz etkisini algılamıĢ olduğumdan bu bölgenin sorumluluğunu taĢıyan Antalya müze müdürlüğüne durumu bildirdim. ―Bu eser kilise olarak ziyaret ediliyor. Eskiden apsisi vardı. ġimdi bir yıkıntı halinde olumsuz izlenim veriyor. Biz sanki baĢka dinin ibadet edilen yerlerine saygılı davranmıyoruz Ģeklinde algılanabilir, bunu neden ayağa kaldırmıyoruz, tamir etmiyoruz; Ģayet bu mümkün değilse bu taĢ, tuğla, 236
sıva yıkıntısını ortadan kaldıralım‖ dedim. ġimdi ismini anımsayamadığım Antalya müze müdürü önce güldü. Sonra, ―Bunu biz de biliyoruz. Bu ve buna benzer eserlere ne yazık ki müdahale edemiyoruz. Kilise kültür bakanlığının eski eserler, kültür ve tabiat varlıkları kategorisine alınarak kayda girmiĢse bununla ilgili iĢlemler ilgili ülke temsilciliği ve Kültür Bakanlığının bilgisi dahilinde yapılır. Yani bu konuda bir sürü yasal ve bürokratik usuller var. Diğer bir deyiĢle eski eserin tamamen ortadan kaldırılması suç sayılıyor‖ demiĢti.
Kekova Adasında yıkılmadan önce)
(Batık
ġehir)
bir
kilise
(mihrabı
Kültür varlıklarının birçoğu atalarımıza veya onlardan önceki kavimlere ait olsa da, bunlar tarihi ve kültürel hazinelerimizdir. Bunlara, olgun yaĢtaki paralı ve aydın turistler daha çok değer verir, sıkça ziyarete gelirler. Bu gün, soğuk sıcak demeden, kıĢ yaz ziyaret edilen birçok kültür, tarih ve inanç turizmi için çok önemli ziyaret yerlerimiz vardır. Bunların birçoğu açık hava müzeleri Ģeklinde hiç dokunulmamıĢ bir durumda toprakaltı veya üstünde yatmaktadırlar.
237
Rehber olarak konuya biraz yakın olduğumuz için 1977 yılında emekli olarak geldiğimiz Marmaris‘te bu tür eserlerin korunması ve ziyarete açılması konusunda giriĢimlerde bulundum. Sarı Ana Türbesi, Kanuni‘nin yaptırdığı TaĢ Kemer Köprü, Kalenin altındaki Menzilhane (Sultan Galeri), Kale ve Müzesi, Yavuz Plajı, Günlük ağaçları, Antik Physkos, Amos, Sedir Adası ve daha baĢkaları hep dile getirdiğim, yazılarımda sıkça değindiğim yerler ve eserler oldu. O günden bugüne ne yapıldı? Marmaris Kalesinin restorasyonu ve Müze açılıĢı tam on yıl sürdü. Ağır pirinçten dökülmüĢ Osmanlı Topları henüz kale içine alınamadı. . Antik Physkos Ģehrine ait mermer sunak ve üzerleri yazılı kaideler yağmur ve güneĢ altında Kaymakamlık Lojmanı bahçesinde açıkta duruyor. Yavuz plajı, Günlük Ormanları ve doğusu Ģehre su yetmiyor diye sondaj ve çakıl dolgu malzemesi alma yerleri oldu. Kanuni‘nin kemer köprüsünü sel aldı. Sarı Ana Türbesi yenilenecek diye yıkıldı. Yerine küçük modern bir mescit açıldı. Eski tarihi vasfı kalmadı. Kalenin kuzeyindeki Menzilhane çamaĢırhane oldu. Deve taĢı kırılıp ortadan kaldırıldı. TaĢ Arkası (Eylik DaĢı) kayalıkları ve arkasındaki Kaktüs tepe çok kata dönüĢen deprem evleri ve TansaĢ binasının arkasında kalarak gözden kayboldu. Buranın deniz cephesine verdiği doğal görüntü yok edildi. Ben daha neler yazayım. Milli park olan günlük ormanı önü ve çevresi Marina, Sahil Güvenlik gibi iĢletmeler tarafından iĢgal edilip dolduruldu. Kanuni‘nin Rodos seferine çıkan askerlerinin kadırgalara bindiği ‗Burunucu Rıhtımı beton ve kayalarla kapatılıp üzerine Liman Tesisi yapıldı. Bunlar yapılmalıydı, lakin tarihi ve doğal önemleri yüzünden en azından kenarına, köĢesine bir kitabe yazılıp geçmiĢi anımsatılabilirdi. Bu tür ben-biz yaptık odlulara batıda ‗Vandallık‘ deniyor. ―Kültürel eserleri ve doğayı korumak adına ne yapılabilir‖ sorusu hiçbir zaman akla gelmiyor. Genelde Ġlk düĢünülen rant ve 238
çıkardı. Sadece Marmaris‘te değil ülke genelinde de durum değiĢik değildi. Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yazlık denilen yoğun çirkin yapılaĢma bu konuda insanımızın bakıĢ açısını ortaya koyması açısından somut bir örnektir. Bunlara ‗hayalet evleri‘ (Ghost House) deniyor. Bu durumda Suudi Arabistan kralı Fahd‘ ın ülkesindeki Osmanlı kalesini yıktırıp otel yaptırıyor diye kızmaya hakkımız var mı? Veya Ecyad Kalesinin yıkımına tepki olsun için kaç kiĢi ve hangi hacı adayımız haç ziyaretini ertelemiĢtir? Suudi Arabistan‘a gidinceye kadar biz daha kendi Marmaris kalemizin çevresini tam düzenleyebildik mi? Marmaris‘i kent yapıp göç aldıran, sonra da altyapı ihtiyaçlarını karĢılayacağız diye her yıl yıkımdan, onarımdan kurtulabildik mi? Özetle belirtmek gerekirse; biz bırakın Echad Kalesini, kendi burnunuzun dibindeki eserlere sahip çıkmadık. Tarihi, kültürel ve sanatsal eser ve varlıkları olan ülke ve yerlerin daha çok turist çektiğini görüyor, biliyoruz. Sadece ―Sezon yok, bütün yıl turizm var‖ demekle yetinenlerin sözleri maalesef iyi niyetle söylenmiĢ hatta aldatıcı olmaktan ileri geçemedi. 10 Ocak 2002
239
ĠLGĠNÇ BĠR ‘BABALAR GÜNÜ’ KUTLAMASI Yazdığım gazete idaresiyle çocuklarım ‗Babalar Günü‘ dolayısıyla bana bir sürpriz yapmak istemiĢler. Bunun ayrıntısını ve benim onlara yanıtımı burada ‗Mıstan Sokağı‘nın son bölümüne aldım. Bizler gibi tüm anne ve babalar da hissettiklerimizi mutlaka algılayacak, duygulanacaklardır. Oğlum Mustafa Kemal ile kızım ġule‘nin gazetede yayınlanan ‗Babalar Günü‘ kutlaması gazetenin 17 Haziran 2006 tarihli yayınında çıktı. Benim onlara yanıtım ise 30 Haziran 2006 tarihlidir. Her iki yazının dizilip yayınlanmasında emeği geçen ‗ÇağdaĢ Marmaris Gazetesi‖ yönetici ve çalıĢanlarına buradan tekrar teĢekkür ediyor, kutlama ve yanıtları aynen aĢağıda yayınlıyorum. Erol Uysal - 27 Aralık 2010 EROL UYSAL’A KIZI ġULE VE OĞLU MUSTAFA KEMAL’ DEN BĠR SÜRPRĠZ VAR… Gazetemizin duayeni Erol Uysal‘a Babalar Günü‘ nedeniyle bir sürpriz yapalım istedik. Erol Ağabeyimizin kızı ġule Aktepe (Uysal) ve oğlu Mustafa Kemal Uysal ―Babalar Günü‖ nedeniyle babaları Erol Uysal‘a birer mektup gönderdiler. Bizleri derinden heyecanlandıran, sizleri de emin olun çok duygulandıracak olan örnek iki mektubu gazetemiz sayfalarından okutmak istedik. Haydi Ģimdi iki mektubu birlikte okuyalım…
ġULE’nin mektubu Ġnsanlar bir ömrü birlikte tükettikleri, yaĢam sürelerinin önemli bir kısmını birlikte geçirdikleri, artık ―Söylenecek ne varsa söyledik birbirimize‖ dedikleri 240
insanlara, aslında hiçbir Ģey söylememiĢ oluyorlar. Nasıl desem, sürekli yanımızda olanlarla değil de, daha uzaktakilerle her Ģeyi paylaĢmıĢ oluyoruz. Hangimiz durup da her gün yemek yapan annemize ―Annecim, daha birçok yerde yemek yiyorum ama hiçbir yemek seninki kadar büyük bir lezzet yaratamıyor, çünkü ben senin yemeklerinle karnımı doyurduğum kadar kalbimi de doyuruyorum‖ demiĢtir? Zaten yemekten sonra böyle içli bir konuĢma yapsak annemiz içki içtiğimize hükmeder. Ya da hangimiz ―Ağbicim sen iyi ki varsın, bir sıkıntıya düĢtüğümde seni arayabileceğimi bilmek kadar güzel bir Ģey yok. Sen benim canım ağabeyimsin (Ablamsın-kardeĢimsin…) ―demiĢizdir? Bunlar sona saklanması, içimizde kalması gereken ifadelerdir ve genellikle asla söylenmeden taraflardan biri ölür. Oysa ben sevdiklerimle ilgili böyle bir son istemiyorum. Sevdiklerimin benim için ne ifade ettiğini ben ve onlar yaĢıyorken söylemek istiyorum. Diyeceksin ki, ―Eee, bize ne bundan, otur mektup yaz o zaman‖, haklısınız, ama ben bunu tüm Marmaris‘in bilmesini istiyorum. Belki o zaman herkes evladı, kardeĢi, karısı, sevdikleri için bunun ne ifade ettiğini sorgular ve kendi hislerini henüz herkes sağken söyleme cesareti bulur. Elbette daha gençken, babamın zaten yapması gerekeni yaptığını düĢünür, onu diğer babalardan pek de ayrı tutmazdım. Hatta ―Az harçlık veriyor, çok disiplinli davranıyor, akĢamları dıĢarı çıkmama izin vermiyor‖ diye onu suçlardım da. Oysa ben daha o yıllarda babasıyla sabah saat altıda balığa giden tek kızdım. Daha on sekizimi doldurmama bir yıl varken Karaca‘nın toprak yolunda araba kullanmayı 241
öğrenmiĢtim. Ġngiliz aile dostlarımız vardı. Ġngilizcedeki ‗The‘ nın ―Belirli harfi tarif‖ olduğunu biliyordum. Sabahları TRT‘nin klasik müziği ve babamın gazete yazılarını yazdığı daktilo sesiyle uyanıyordum. Bütün çarĢı esnafının erkek olduğu bir zaman diliminde dükkânı öğleden sonraları küçük bir kız çocuğu olarak çeviriyordum. Derken, Marmaris‘te ilkokuldan mezun olduktan sonra kendimi Ġzmir Türk Koleji‘nde buldum. Kamil amcamın kızı Yelda ile iyi bir eğitim almamız için bu okula kaydımız yapıldı. Yıl 1985‘ti ki o zamanlar sadece alıĢveriĢ yapmak veya ciddi sağlık sorunları olduğu zaman gidilen Ġzmir‘e iki kız okumak için gelmiĢtik. Birçok yakınımız, kız çocuklarının aileden ayrılmasının çok yanlıĢ olduğunu söyledi, babam ve annemin bu kararını macera olarak gördüler. Ama babam ve amcam bu tepkilere göğüs gerdiler. Ve ailemden ayrı yatılı hayat günleri baĢladı. O yaz tatile geldiğimde babam, ―Marmaris Turizm Tanıtma Bürosuna git ve öğrendiğin Ġngilizceyi kullan‖ dedi. Böylece hem yaz tatilimi öldüren babama kızıyor, hem de neden bedava çalıĢtığımı anlamaya gayret ediyordum. Sonraki yaz Dalyan turuna rehber olarak gitmeye baĢladım. Bir sonraki yılın yazında kendimi babamla birlikte Ankara‘da Turizm Enformasyon sınavında buldum. Sınavı kazandım. Ne zaman yanımda çeyiz, evlilik lafı geçse suratı değiĢiyor, anneme ―Böyle Ģeylerle çocuğun kafasını doldurma Gülsen‖ diyordu. Sanki benim için hedeflediği bir kıvam varmıĢ da, ben o kıvama gelmeden elinden gitmemden korkuyordu. Üniversiteyi kazanınca derin bir oh çekti. Hele mesleğe baĢladığımda bana gülüĢü değiĢti. Yüksek 242
lisansı kazanıp tezimi birlikte hazırlarken artık iki meslektaĢtık. Ve ben sıradan bir babam olmadığını biliyordum. Marmaris‘e üç boy büyüktü mesela. Onu rehberlik yaparken dinleyip de utanmayacak ateĢe yoktur. Çünkü çok azı 40–50 kiĢilik gruplara sahip olduklarımızı anlatabilecek gurura, milliyetçiliğe, bilgiye ve etkileyiciliğe aynı anda sahiptir. Ben Marmaris gibi paranın döndüğü bir yerde bana paranın sadece araç olduğunu öğretebildiği için, bütün öğünlerde bizimle yemek yiyip sohbet ettiği için, çağına meydan okuyup beni bir erkek gibi dirayetli yetiĢtirdiği için, insanın memleketine karĢı sorumlulukları olduğunu, bunun için gazetelere yıllarca parasız yazı yazmak gerekebileceğini gösterdiği için, yaĢadığı yer milyarlarca para değerinde de olsa eĢiyle gün batımında dedelerinin yerinde kahve içmenin paha biçilemez olduğunu bilmemi sağladığı için, henüz bir yılan cenneti iken Karacadaki tarlayı tüm ailenin kucaklaĢma yeri haline getirdiği için babama minnettarım. Bir daha dünyaya gelsem yine onun evladı olmak isterdim. Onun kızı olmak kesinlikle bir ayrıcalık. Canım babam, babalar günün kutlu olsun! Not: Annecim, bana sakın gücenme, dilerim bir gün seni de sana anlatma Ģansım olur. Kızınız ġule Aktepe (Uysal) 17.06.2006
Mustafa Kemal’in mektubu Baba, seninle ilgili ilk hatırladığım elinde bir akordeon, bizim sana ―Hadi baba Ģimdi de Hatırla Sevgilim‘i çal, söyle‖ dememizdir. ġark‘taydık. Erzurum243
Kandilli geceleri, dıĢarıda kar vardı. Sonra Ankara, Karaoğlan ve Kıbrıs, karartma, ilk siyah beyaz televizyon ve Belçika-Brüksel günleri. KomĢumuz Ġtalyan Madam Georgia‘nın bana Fransızca ders vermesini hatırlıyorum. Kadın Fransızca saymayı öğretirdi de hep on sayısını unuturdum. Yine bir gün sayı saydırırken bana dizini iĢaret ettin. Ben de tam Türkçe aksanıyla ―diz‖ deyiverdim. Dünyaları unutsam Fransızcadan unutmayacağım kelimedir 10 sayısı... Yaz tatilinde bütün Avrupa‘yı dolaĢan kaç kiĢi vardır ki bu dünyada? ―Yine direği, yanlıĢ yere taktık Gülsen‖ diyerek bir çadırı kurmanızı izlerdik. ġule ile bana anlattığın masalların meĢhurdur senin: Ünlü ‗Mıttak‘ hikâyeleri, kız mıydı, oğlan mıydı hiç bilemedik onu. Evde harici elbisenin ceket düğmelerini parlatırken eve dolan kavil kokusu giyime verdiğin önemi hatırlatır hep. Ne zaman metal parlatıcı görsem kokusunu senin kokun olarak duyumsarım. Sonra bıyık bıraktın. ―Babamızın bıyıkları çııık-mıĢ ― tezahüratı o günden kalmadır. Saint Joseph kapısında annemle sınav çıkıĢı beni sorgulamanızı unutmak mümkün mü? ―Ne sordular?‖demiĢtiniz de 150 soruluk koca sınavdan aklımda kalan tek coğrafya sorusunu ―Türkiye‘ye en uzun kara sınırı olan ülkeyi sordular‖ demiĢtim. Yanıtım Suriye‘ydi. Annem ―Yunanistan‖ dedi. Sen de ―Hadi len, Irak olacaktı‖ demiĢtin. Sonra yarım saat yok Yunanistan, yok Irak diye kavga etmiĢtiniz. Allah‘tan soruyu bilip okulu kazanmıĢtım. Sen oğlunu kolejde okutmak için arabanı satan adamsın. Yıllar sonra aldığın gıpgıcır arabayı da sonuna kadar açık bir teybin ―Komançerooo!‖ kasetini değiĢtirirken devirip ıskartaya çıkardığımı itiraf etmeliyim. Bu durumda sana en az iki araba borçlu oluyorum galiba baba. Aslında bana arabayı sen öğretemedin. Ne zaman hata yapsam, bir güzel saydırırdın da ben de o araba dersinden nefret 244
ederdim. Mübarek bir emekli Astsubay arkadaĢın adı Nurettin miydi? ĠĢi iki seansta bitirmiĢti. IĢıklar Askeri Lisesine giriĢte haki eğitim elbisesiyle sizi nizamiyeye uğurladığımı hatırlıyorum. Bir anda nasıl yalnız kalmıĢtım. Yalan yok, asker olmayı çok istemiĢtim. Annemle Bursa‘dan Marmaris‘e kadar ağlaya ağlaya eve dönmüĢsünüz. Sonra da her izin dönüĢünde TaĢlık‘taki Pamukkale yazıhanesinde annemle beni uğurlardınız. O zamandan beri otobüsle uğurlanmaktan nefret ettim. Hep içimde bir yalnızlık düğümlenir oldu. 1991-94 oğlun ġark‘ta. Helal olsun, nasıl dayandın? Annem her saat televizyonda haber kollarmıĢ. Ne zaman bir yerde çatıĢma ve Ģehit var, anneme, ―Saçmalama Gülsen, aramızda önce en yaĢlı annen var, herkes sırasıyla gidecek‖ deyip kestirip atarmıĢsın. Haklı çıktın da sadece bizim ocak için haklıydın. Sırasız çok vatan evladı melek olduydu, hala da olurlar da, ben neden olamadım diye suçlanırım bazen… Düğünüm çocuğum, çocuklarım Hep yanımdaydın. Hep benimleydin. Issız dağ baĢlarında da hep beni gözlerdin. Hala da gözlersin. Memleket meselelerinde, Marmaris‘in sorunlarında, Ġngilizce sınavlarında, balığa gitmelerde, tercüman rehberlikte, kaptanlıkta, bahçıvanlıkta, hayatta neyi hiç sevmedin söyleyeyim. Dükkan beklemeyi sevmedin, sevemedin. Bu adam benim babam, Marmarisli, 69 yaĢında ve yılda en az yüz makale yazar, en az 127 bin km. yol kat eder, hızlı yürür, zavallı annem ona yetiĢmek için koĢmak zorunda kalır. KoĢmayı, hayata susamayı, kana kana içmeyi biz ondan öğrendik. Tarihi olana, eski olana saygı duymayı, doğayı korumayı ondan öğrendik. Öğrenmesek de, bütün bunları yapmamıĢ olsan da biz seni yine sevecektik Sen dünyaya sevilmeye gelmiĢsin. Seninle gurur duyuyorum. Ama daha da fazlası seni sıcacık bir kucak kadar candan seviyorum. Babam benim…Oğlun Mustafa Kemal 17.06.2006 245
Erol Uysal’ın ÇOCUKLARINA Yanıtı Geride bıraktığımız 18 Haziran Pazar günü ‗Babalar Günü idi. Çocuklarımız Mustafa Kemal ve ġule bana bir sürpriz yapmıĢlar. Bunlara, ‗çocuk‘ desek de Ģimdi biri kırk 41, diğeri ise 35 yaĢındalar. Kendilerinin 10 yıllık baba ve anne olmalarına çok az zaman kalmıĢ. Artık onlar da Ģairin tanımladığı yaĢ ortalaması olan 35‘i devirdiler. Dilek ve duamız, tüm çocukların, tabii ki anne ve babalarıyla birlikte yaĢayıp sağlıklı ve uzun ömürlü olmasınadır. Bizim bu koca çocuklar ‗Babalar Günü‘nü bu defa değiĢik bir yöntemle kutlamak için halen birbirlerine uzak ve ayrı Ģehirlerde olmalarına karĢın önce kendi aralarında ve sonra da yazdığım gazete sahibiyle kurdurdukları iletiĢim sonrası ayrı hazırladıkları yazıları önceden gazeteye göndermiĢler. Tabii ki benim bundan haberim yok. Çünkü o günlerde Karaca‘da tarladaki ağaçların bakım ve sulanmasıyla meĢguldüm. Babalar Günü‘nden bir gün önce, yani Cumartesi günü Karaca‘dan Marmaris‘e döndüm. Arabamı oto parka bıraktıktan sonra eve yaya giderken ‗ÇağdaĢ Marmaris Gazetesi‘nin önünden geçiyordum. Gazete sahibi Sayın Saadet Berber her zamankinden biraz daha farklı ve heyecan içinde benim gazeteye kadar gelmemi rica etti. Ben de kabul edip birlikte gazete çalıĢma odasına girdik. Doğrusu ben de merak etmiĢtim. Daha oturmadan ―Biz de bir emanetiniz var, çocuklarınızdan geldi‖ deyip elime bir gazete tutuĢturdu. ―Bu günkü gazetede çocuklarınızın size bir sürprizi var. Lütfen bunu akĢam evde Gülsen hanımla birlikte okuyun‖ dedi. Çok merak edip hemen oracıkta gazetenin sayfalarını karıĢtırıp baĢlığı büyük puntolarla yazılmıĢ ‗Mektup‘ yazıyı görünce hızlıca iki paragrafını okudum. Duygulanıp geri kalanını okumakta zorlanacağımı hissedince izin isteyip teĢekkür ederek ―Bunu evde okumam daha iyi olacak‖ deyip evin yolunu tuttum. 246
Meğer gazete Gülsen‘e sabah ulaĢtırılmıĢ. Ben de ona sürpriz yapmak istiyordum. Daha üstümü değiĢtirmeden çocukların mektubunu bir solukta okudum. Okurken duygulanıp Gülsen‘i kucakladım. O da ağlamaya baĢladı. Ġkimizde birbirimize ―ĠĢte bizim çocuklarımız, iĢte bunlardan da bu beklenir‖ deyip mektubu tekrar okuduk. Yolda rastladığımız ve yazıyı okuyan dostlarımız bizzat veya telefonla duygulandıklarını söyleyip bizi kutladılar. Çocuklara yanıt vermemiz gerektiğini düĢündüm. EĢime Ģaka yollu ―SataĢma var‖ deyip hemen kaleme sarıldım. Ne de olsa onlar da baba, anne oldular. ĠĢte yanıtım… Sevgili yavrularım. Biz de sizi çok seviyoruz. Ġnanıyorum ki; tüm çocuklar anne ve babalarını çok severler. Baba ve anaların çocuklarından beklediği güzel ahlak, olumlu düĢünce, insan ve doğa sevgisi ve bunlarla iletiĢimde çağdaĢ ve bilimsel yaklaĢımlara yer verip,açık ve net tutum sergilemek arzu edilen ve beklenen erdemlilik değil midir? Zaten bunlar varsa karĢılıklı sevgi ve saygı kendiliğinden olur. Ġnsan yaĢamında maddiyattan ziyade manevi değerler daha önemlidir. Sizinle, dünyaya geldiğinizden beri yaĢadığız ve yaĢamakta olduğumuz süreç sayısız anılarla, güzel paylaĢımlarla doludur. Bunların bazılarına kısaca değinip önce Mustafa Kemal‘den baĢlayayım. Ne de olsa atalarımız ―Su küçüğün yol büyüğün‖ demiĢler. Bu ve yaĢam bir yöntem bir yol ise sanırım teĢbihte hata yapmıĢ olmuyorum. Oğlum Mustafa Kemal; 1960‘lı yılların ikinci yarısında yürümeye baĢladığında, o zaman evimizdeki siyah-beyaz TV‘de yayın sabah baĢlar, akĢam biterdi. .Yayın baĢı ve sonunda Anıt Kabirdeki bayrak töreni gösterilirdi. Sen de ekranda görünen askerler gibi evde esas duruĢa geçer, 247
ellerin ve kollarınla sanal göndere bayrak çekerdin. Evimizde o anda misafirler varsa, ―Bu çocuk mutlaka asker olur‖ derlerdi. Çocukluğunda zannederim biraz da ben seni ‗Militarize‘ ettim. Sizi tanklara, tören ve kutlamalara götürürdüm. Bir keresinde birlikte nöbetçiyken oturduğumuz kerpiçten yapılma toprak evden sefer tasıyla annenin hazırladığı yemeği getirirken eldiven takmadığın için soğuktan parmakların donmuĢtu. Eski durumuna gelmesi için ellerlini hayli ovuĢturmuĢtum. Sonrasında da annen baĢımın etini yemiĢti. Ama bu iĢi isteyerek ve severek yaptığın için hiç umursamamıĢtın. Yine birinde Erzurum‘dan yıllık izinle Marmaris‘e geldiğimde ateĢlenip hasta olunca, rahmetli babaannen ―Bu çocuğa bu ad ( Atatürk‘ün adını kastederek) biraz ağır geldi, yavrum adını kaldıramıyor herhalde‖ demiĢti. Ġlköğretimin bir bölümüne Belçika-Brüksel‘de devam ettin. Orta öğretimi Ġzmir St. Joseph‘te yaptın. Birinci dönem karnende sadece müzik dersinden zayıfın vardı. Müzik öğretmeni sana ‗Çanakkale Türküsü‘nün solfej olarak notalarıyla okunması ödevini vermiĢti. Buna evde birlikte çalıĢtık. Her defasında es‘i atlıyordun. Aynı hatayı tekrarlayınca ―Es eĢĢekoğlu eĢĢek es‖ diye bağırınca yandaki komĢular ―Erol Beye bir Ģey mi oldu‖ deyip kapıya gelmiĢlerdi… Ortaokulu bitirince Ġstanbul GS Lisesine gitmeni istemiĢtik. Sen askeri okulu istedin. O günlerde sivil okullarda anarĢi ve karıĢıklık olduğundan senin tercihine karĢı durmadık. Ġmtihanı kazanıp IĢıklar Askeri Lisesine seni teslim etmeye gittiğimizde daha okula katılır katılmaz sıfır numara saç kestirip eğitim elbisesi içinde karĢımıza çıkmıĢ, annenle öğrencilerin arasında ağlamamak için kendimizi bayağı zorlamıĢtık. Ardından, bu duygu yüküyle yas tutarcasına Bursa‘dan Marmaris‘e dönmüĢtük. Sevgili oğlum; Yıllar geçip gidiyor. Geçen yılların çocuk Mustafa Kemal‘i sen Ģimdi kurmay yarbaysın. 248
Seninle gurur duyuyoruz. Bu güne kadar olduğun gibi vatanına, Ģanlı Türk Ordusuna ve ailene layık, sağlık ve mutluluk içinde yaĢamana duacıyım. EĢin, kızım (Gelinim) sevgili Emel, dünya tatlısı akıllı yavruların, torunlarım Erol ve Kaya ile sağlık, mutluluk ve baĢarı dolu bir yaĢam diliyor, gözlerinden öpüyor, yolun ve Ģansın açık olsun! Babanız Erol Uysal Kızım ġule; Doğumun, Erzurum‘da karlı ve tipili eksi 36 derecede, yollarda kar kalınlığının 35 cm. olduğu bir günde oldu. Görev yaptığım Kandillideki garnizondan bir Pazar günü sabahı annenin doğum sancısı baĢlayınca Erzurum‘a askeri ambulansla gitmiĢtik. Aracın içinde annenin ellerini sıkıca tutmuĢ ―Ha gayret Gülsen, az kaldı, sabret, diĢini sık‖ diyordum. Kar ve tipi yüzünden normal zamanda 45 dakikada alınacak yolu bir buçuk saatte aldık. Aslında doğumun yolda olabilirdi. Annenin gösterdiği gayret kadar sen de bize anlayıĢlı davranmıĢtın. Yoksa Ģimdi olmayan sertifikalarım içinde ‗Doğum yaptırma belgesi‘ de evimizin duvarında asılı olurdu… Hastaneye varır varmaz on beĢ dakika içinde doğmuĢ, gözlerini hayata ve bize açmıĢtın. (20 Aralık 1970) O zaman çocuğun cinsiyeti önceden bilinmezdi. Ne yalan söyleyeyim, lojmanlardaki arkadaĢların hanımları birbirimizi ziyaretlerde Gülsen‘in karnına bakarak ―Bu çocuğunuz da erkek olacak‖ deyince bizi koĢullandırmıĢlar, ben de ağzım kulaklarımda bu öngörüden memnuniyet duyup belli etmemeye gayret göstermiĢtim. Hani ―Sağlıklı olsun da kız oğlan fark etmez‖ geyikleri gibi... HemĢireler, ‖Erol Bey kızınız oldu, görebilirsiniz‖ deyince içeri girerken sanki bir burukluk yaĢadım. Annenin kucağında seni görüp ikinizi de alınlarından öperken sen ağlıyorken birden bana bakıp
249
gülücük vermiĢtin. O anda sevinç ve mutluluğumu tarif etmek imkansızdı. Sanki dünyalar benim oldu. Erzurum-Kandilli‘de kıvırcık, kumral saçları olan, hareketli, pusette oturmayı sevmeyen, çok canlı bir kızdın. Bir yıllık izin dönüĢü Marmaris‘ten otobüse binmiĢtik. Önce Ankara‘ ya, oradan da trenle Erzurum‘a gidecektik. Daha otobüse biner binmez ağlamaya baĢladın. Diğer yolcuları rahatsız ediyoruz diye ön koltuklardaki yerimizi arkadakilerle değiĢip seni bir battaniye içinde uyutmak için annenle beraber arka sahanlıkta sallamaya baĢladık. Yine uyutamadık. Muğla‘da verilen molada hemen eczaneye gidip bir ilaç aldım. Ġlacı suda eritip sana içirmeye çalıĢtık. Sanki ilaç ters etki yaptı. Ankara‘ya kadar sen yine doğru dürüst uyumadın. Uykusuzluktan biz uyuyunca sen koltuktan aĢağıya düĢmüĢsün, seni kucağımızda görmeyince de paniğe kapılıp koltukların altında aramaya baĢladık. Sonunda önümüzdeki koltuğun altında bulduk. Bu durumda ne tren ne de otobüsle gidemezdik. Doğrudan taksiyle Esenboğa Hava Alanına gidip durumu iĢletme müdürlüğüne anlattım. Ġstanbul‘dan gelen Erzurum uçağından 3 koltuk için bilet bulabildim. Sen de ayakta biletli yolcu olduğundan hosteslerin kucağında ilk uçuĢu yaptın. O zaman çok modern sayılan DC-9 uçağıyla zamanında Erzurum‘a indik. Kandilli otobüsüne gün batımı bindiğimizde sen tüm bir gece ve bir gündüz uykusuzluğunu bu kısa otobüs yolculuğunda gidermiĢtin. ġule, seninle çok güzel ortak anılarımız var. Bunları buraya sığdırmak olası değil. Bir Babalar Gününde bana böylesine sürpriz hazırlama düĢüncesinin senden geldiğini düĢünmüĢtüm. YanılmamıĢım. ġimdi bakıyorum da, okulunu, öğretmenlik mesleğini, çocukları, insanları, hayvanları ve doğayı seviyorsun. ÇağdaĢ, çalıĢkan, öğrencileri tarafından sevilen, sayılan bir edebiyat öğretmenisin. Okullar ve öğretmenler arası kompozisyon yarıĢmalarında derecelerin var. Bunları yerel gazete yazılarımda gururla yayınlıyorum. 250
Bana balıkçılık arkadaĢlığı yaptın. Üniversite bitirme ve Yüksek Lisans Tez çalıĢmaları için benim gibi çok sevdiğin Marmaris‘i konu seçtin. Ben de sana bu tezler için yaptığımız yerinde geziler ve çalıĢmalarda yoldaĢlık, arkadaĢlık yaptım. Kızım ġule; Ağabeyin ve senin iyi yetiĢmenizde annenizin büyük emeği vardır. Size bu yanıtımın gazetede yayınlanacağı 30 Haziran 2006 Cuma günü annenizin doğum günüdür. Gülsen‘in yaĢ gününü kutlarken bana, ailemize sizler gibi çocuklar kazandırdığı için annenize, sevgili eĢim Gülsen‘e teĢekkür ediyor, onu sevgiyle kucaklıyorum. Seni, damadım Hayrettin‘i oğlunuz torunum Barbaros‘u öpüyor, sizlere ömür boyu sağlık, mutluluk ve baĢarı diliyorum. Sağ olun. Var olun! Erol Uysal- 30.06.2006
251
KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI? Yukarıdaki ―KiĢi sevmeye Gücün Var mı‖ tümcesi ‗ÇağdaĢ Marmaris Gazetesi‘nde 29 Nisan 2005‘te yayınlanan köĢe yazımın baĢlığıdır. Ancak, bu baĢlık bana ait değildir. 23 Nisan 2005 tarihinde aramızdan ayrılıp manevi dünyasına göçen değerli büyüğümüz Emekli Büyükelçi Özdemir Benler‘in oğlu Ahmet‘in mezar taĢındaki yazıdır bu… Sevgili Özdemir Ağabeyimiz bir Ermeni katilin kahpe kurĢunlarına hedef olup Ģehitlik mertebesine ulaĢan oğlu Ahmet Benler‘le yan yana Armutalan mezarlığında ebedi uykularına çekilmiĢ yatmaktadır. YaĢamında evlat acısını kalplerine gömen Benler ailesinin evladı Ahmet‘in mezar taĢına yazdırdıkları sıradan bir kitabe, yazıt değil, adeta insanlığa bir mesajdır.‖KiĢi Sevmeye Gücün var mı?‖ 83 yaĢında aramızdan ayrılan değerli büyüğümüzün Marmaris Belediyesinin yayınlamakta olduğu Aylık Tarih Bültenine konuk edileceğini öğrenince, kalıcı olması için ölümünden 3 gün sonra yayınlanan ve Ģimdi aradan neredeyse 5 yılın geçtiği aĢağıdaki gazete yazımı anılan bültende yayınlanması için gönderdim. Sayın Özdemir Benler‘i ve oğlu Ahmet‘i bir kez daha rahmetle anıyorum. Erol Uysal- 27.12.2010
KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI? Değerli ağabeyimiz Emekli Büyükelçi Özdemir Benler‘i 25 Nisan 2005 tarihinde kaybettik. Ailesine, 252
ÇağdaĢ Marmaris Gazete çalıĢanlarına, Armutalan ve Marmarisli dostlarına baĢsağlığı diliyorum. Sevgili Özdemir ağabeyimizin vefatından 4-5 ay önceki bir yazımda onun adı geçmiĢti. Bir keresinde, ―Ġlerleyen yaĢına rağmen gazeteye haftada iki gün yazı gönderir, eli kalem tutan diğer dostlarını da yazmaya teĢvik eder‖ demiĢtim. Diğer bir yazımda da yazı baĢlığı yaptığım oğlu Ahmet‘in mezar taĢındaki kitabesine değinmiĢtim. Rahmetli Özdemir Ağabeyin doğa, çevre, iç ve dıĢ politika, turizm gibi konularda yazdığı yazılarda belirli bir ölçü ve düzey vardı Yazılarında kiĢi ve kurum adlarına yer vermez, verse de adları geçenlere bir eleĢtiri veya sitemde bulunulacaksa onu çok yumuĢak ve kırmadan yapar, bize de bunu önerirdi. Genellikle yapıcı, cesaretlendirici bir üslubu vardı. Bazı derneklerin baĢkanlığını yaptığım yıllarda değerli eĢi Jale Hanım ve Özdemir Ağabeyi bazı etkinliklerimize davet etmiĢtik. Kibarca bunu istemediler. Bilindiği üzere Benler ailesi Hollanda-Lahey‘de Büyükelçi iken oğlu Ahmet bir Ermeni suikastçının kahpe kurĢunlarına hedef olup Ģehit olmuĢtu. (12.10.1979) NaĢı Marmaris‘e getirilerek Armutalan mezarlığına defnedildi. Benler ailesi emekli olduklarında oğlunun yakınında ve çok sevdikleri Marmaris‘te olmayı isteyerek Armutalan‘a yerleĢtiler. O yıllarda hızını daha da arttıran Ermeni tedhiĢ örgütleri dıĢ görevdeki temsilcilerimizi hedef alarak birçoğunu hunharca katletmiĢ, ülke çapında nefret duygularımızın tavana vurmasına neden olmuĢtu. Ermenilerin ―Sözde Ermeni Soykırımı‖ adına dünyada açtıkları kampanya yalan ve asılsız iddialar üzerine kurulmuĢtu. Bu kampanyalar bazı ülkelerde zemin ve anlayıĢ bulmuĢ, bu ülkelerle ikili siyasi ve ekonomik iliĢkilerimiz zedelenmiĢti. Yine o günlerde, gerçek dıĢı 253
suçlamaları ve bunlara destek olan ülkeleri kınamak için Marmaris‘te de bir platform oluĢturmak istedik. Özdemir Ağabeyimizi de dolaylı yollardan bu etkinliğin içinde görmeyi düĢledik. Kibarca katılamayacağını söylemiĢti. Kavga değil barıĢ yanlısıydı. GeçmiĢin kin ve nefretini bu güne taĢımak istemiyordu. Kendisini iyi anladım ve görüĢüne saygı duydum. Bir dostumuzun vefatı nedeniyle Armutalan mezarlığında Özdemir Ağabeyin mezarını ziyaretimde oğlu Ahmet‘in mezar taĢında ―KiĢi sevmeye cesaretin var mı‖ kitabesi yazılıydı. Bu yazıt, hümanist bir insan olarak Özdemir Benler‘i tanımlayan kısa ve anlamlı bir kanıttı. O günlerde yazar ve Ģair Özdemir Ġnce‘nin Hürriyet Gazetesindeki 24 Nisan 2005 tarihli köĢe yazısı ilgimi çekti. Yazı uzundu ama tamamını okudum. Anılan yazıdan bazı bölümleri burada okurlarımla paylaĢmak istiyorum. Sayın Ġnce, 1 Mayıs 1979‘ da Atina‘da Dafni Belediyesinin bir etkinliğine davet edilmiĢ. YetmiĢ yaĢını dolduran Yunanlı Ģair Yannis Ritsos‘un yaĢ günü kutlanacakmıĢ. Sayın Ġnce davete katılmıĢ. Kutlamada, Sayın Ġnce yabancı dilde yayınlanan ilk kitabını katılanlara imzalayıp veriyormuĢ. YaĢlı bir kadın Sayın Ġnce‘ye yaklaĢarak tercümanı aracılığıyla kendini tanıtmıĢ. Ġnce‘nin imzaladığı kitabın sayfalarına bir göz attıktan sonra, ―Ġyi Türkler de vardır‖ demiĢ. Sayın Ġnce bu ifade karĢısında adeta yıkılmıĢ. Bir yazısında aynen Ģu ifadelere yer vermiĢti: ‖Yüreğimin bir el bombası gibi patladığını hissettim. Gözlerim buğulandı. Ġnsanlığın evrensel kardeĢliğine inanması gereken bir Yunanlı komünist bana iyi Türkler de vardır, yani çoğunluğu kötüdür demek istiyordu. ġimdi biz ―Ġyi Yunanlılar da vardır, iyi Ermeniler de vardır, iyi bilmem….ler de vardır desek bir kusur iĢlemiĢ sayılmayız, ama bunu demiyoruz, demeyiz de‖… 254
Ama, Sayın Ġnce yaĢadığı bu üzücü olayın ardından 1979 yılı Mayıs ayında Yunanistan‘ın Hydra Adasına gidip sıkıntısını aĢağıdaki ―Ġrdeleme‖ ye dökmüĢ: ―Her Ģey bana altmıĢ yıl öncesini anımsatıyor; Neden gelmiĢlerdi, nasıl gittiler? Onlar neyi unutmamıĢlardı, çağlar boyunca? Unutmayanlar var, bizde de, burada da. Çanlar çalıyor, güzel bir kız bakıyor bana, Bir acıyı, bir yanlıĢlığı yaĢıyorum burada, Hele ‗Ġyi Türkler de vardır‘ dedikleri zaman, Sormak gerek onlara: ‗Nedir iyi Türk olmak‘ ya da ‗iyi bilmem ne olmak‘ ? Bence, horozların sabah sesiyle uyanmak, uzatılan dost eli sıkmak ve düĢünmemek, dondurmamak geçmiĢi bir saat kulesi halinde, ama unutmak, unutturmayan gölgesini bellek bellek sarkıtlarının‖…(Hydra 08.05.1979)
255
ġehit Ahmet Benler ebedi istirahatgâhında
Değerli okurlar; Sayın Benler ailesi sanki, yazar, Ģair Özdemir Ġnce‘nin bu uzun anlatısını okuduktan sonra en kısa ve öz olarak, ama tam anlamını içeren bir tek cümleyle hissiyatlarını ifade etmiĢler. Değerli insan, emekli büyükelçi, saygı değer ağabey ve hemĢerimiz Özdemir Benler‘le oğlu Ahmet‘i saygı ve sevgiyle anıyor, Yüce Allah‘tan rahmet diliyor, yazımı mezar taĢındaki anlamlı yazıtla noktalıyorum. ―KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI? Erol Uysal-29 Nisan 2005
256
ġehit Ahmet ve Babası Özdemir Benler
257
BĠR KÜLTÜR GEZĠSĠ Geçtiğimiz Pazar günü Marmaris Kültür ve Doğayı Koruma Derneğinin düzenlemiĢ olduğu TaĢlıca (Phoenix) gezisine katıldık. Bu gezide, havanın güneĢli ve ılık olmasının da etkisiyle Marmaris‘te kültür ve doğayı koruma ve sevme konusunda hiçte anımsanmayacak sayıda hemĢerimizin bulunduğunu görmekten mutlu oldum.. Gezi yolu üzerinde verilen ilk molada Marmaris Müze Müdür Vekili Dr. NeĢe Kırdemir ile Arkeolog Bora Ayyıldız gezi proğramı ve görülecek yerler hakkında bilgi verdiler. Ben de bölge hakkında genel bir açıklamada bulundum. Bilindiği üzere ReĢadiye Yarımadası olarak bilinen bölge Hisarönü Körfezi ile adeta ikiye bölünür. Meydana gelen çatalın sağ kolu Çubucak üzerinden Datça ve Tekir Burnu‘na (Knidos) ulaĢırken diğer sol kanadı ise Hisarönü, Turgut, Orhaniye, Bayır, Selimiye, Söğüt, TaĢlıca ve Bozburun‘a kadar uzanır. KavĢaktan bu çatalın sağına, yani Datça istikametine gidildiğinde takriben 10 km sonra Bencik veya BalıkaĢıran olarak bilinen dar, her iki yanı deniz olan bir yere gelinir. Buranın adı özellikle bölgenin tarihini yazan Heredot dahil bir çok yazarın eserinde geçer. MÖ. 546‘da Lidya‘nın baĢĢehri olan Sardes‘i (Salihli) kuĢatıp bu imparatorluğa son veren Pers Ordusu Harpagus‘un önderliğinde Karya ve Likya kentlerine saldırmıĢ, bazı Ģehirler kendilerini savunmak için yaĢlı, kadın ve çocuklarıyla hayvanlarını, paralarını ve kıymetli eĢyalarını ateĢe verip yakmıĢ, en son neferine kadar savaĢarak yok olup gitmiĢlerdir. Bazıları da Pers ordusunun gücünü önceden öğrendiklerinden savaĢmadan teslim olmuĢlar. Knidoslular, savaĢmak yerine bir stratejiye baĢvurmuĢlar. Bencik mevkiindeki dar ve boyun 258
durumundaki yeri kazarak bir kanal açıp kara ordusuyla gelmekte olan Pers ordularını burada durdurmayı ve kendilerini korumayı düĢünmüĢlerse de bunu baĢaramamıĢlar. Pers ordusu Datça-Knidos istikametine doğru ilerlemede biraz zorlanmıĢ da olsa hedefe ulaĢmıĢlardır. Burası, antik çağda Akdeniz‘den Ege‘ye ve Ege‘den Akdeniz‘e geçmek için kullanılan en yakın geçit yeri olmuĢtur. Tarihçiler, burası için bir balığın havaya sıçradığında bir kıyısından diğerine atlayabildiğini, küçük teknelerin bir taraftan diğer yana karadan kızaklarla taĢınarak geçirilebildiğini yazmıĢ, yörede yaĢayanlar da buraya özel durumundan dolayı ―BalıkaĢıran‖ veya ―KayıkaĢıran‖ adını vermiĢlerdir. Oysa Ģimdi bu geçit erozyon ve doğal bitki örtüsüyle kapandığı için büyük yat ve teknelerin geçiĢine olanak vermemektedir: Bazen buradan bir kanal açılmasıyla Gökova ve Bodrum‘a geçiĢin kolay olacağı gündeme gelmiĢ olsa da bu görüĢ ciddiyet kazanmamıĢtır. Gezi yerimiz doğrudan TaĢlıca (Phoenix) olduğu için yol üzerindeki küçük yerleĢim yerlerinde durmadık. TaĢlıca Köy Meydanında bir mola verip çay içtik. TaĢlıca muhtarı ve köylüler bizi çok sıcak karĢıladılar. Köylü hemĢerilerimizin birçoğuyla önceden tanıĢıyorduk. Bunların bazıları ve yakınları Marmaris ve çevresindeki tur teknelerinde, restoranlarda denizci, aĢçı, garson olarak çalıĢırlar. Bu eski çağlarda da mutlaka böyle olmuĢtur. Karyalıların aslının Anadolu‘dan Ege Adalarına gidenler olduğunu biliyoruz. Önce Dor ve sonra Peleponez SavaĢlarında bulundukları yerleri terke mecbur kalarak Ģimdiki Yunan Adalarına göç ettikleri düĢünülebilir. ġayet öyle olmasaydı MÖ.12. yüzyılda Akalarla Truvalılar arasında cereyan eden, destanlara, filmlere, oyunlara konu olan ünlü ‗0n yıl SavaĢı‘nda Truvalıların müttefiki olmak yerine Akalıların yanında dövüĢmeleri gerekmez miydi?... 259
TaĢlıca Köyü taĢlık, kayalık bir yerde konuĢlanmıĢ. Adı üzerinde ve tabiri caizse yer gök taĢ. Hani taĢ ihracatı söz konusu olsa bu köyün halkı çok kısa zamanda köĢeyi dönerdi. Köyün antik çağda kullanılmıĢ ―41 Su kuyuları‖ halen iyi durumda ve köye su sağlıyor. Bu kuyular kıĢın su ihtiyacını karĢılasa da yazın yeterli olmuyor. Köy halkı susuzluk çekiyor. Ellerinde plastik ĢiĢe ve kovalarla kuyuların baĢında gördüğümüz köy kadınları, kızları bana Doğu ve Güneydoğu Anadolu‘da 30-40 yıl önce gördüklerimi anımsattı. ―Marmaris barajından Rodos‘a dahi su satacağız, vereceğiz ―diyenlerin kulakları çınlasın. Siz bırakın Rodos‘u, kendi köylerimize, köylümüze su veremiyoruz, önce bunu halledelim... TaĢlıca‘nın antik adı ne olursa olsun belli ki eski bir yaĢam merkeziydi. ―Megaron― olarak tanımlanan evler yerleĢimin kanıtları. Bunlara diğer mabet, mezar ve kalıntıları ekleyebiliriz. Bodrum Kalesindeki müzede sergilenen cam eserler Serçe Limanında batan takriben 15 m. Boyundaki 11. yüzyıl Bizans Batığı‘ndan çıkarıldı. Limanı daha önce denizden görmüĢtük. ġimdi de karadan ziyaret ettik. Buranın hemen batısında Bozukkale (Loryma) var. Neresinden bakarsak bakalım yöremizin, ülkemizin her yanı kültür ve tarih hazineleriyle dolu. Bozukkale de (Lorryma) ayrı bir ziyaret yeri, yazı konusudur. Kültür Gezimizi, Marmaris‘e dönüĢte Bayır‘dan Turgut köyüne inerken sol yanda, dağın yamacında taĢtan yapılı piramit Ģeklinde bir mezar anıtı görüyoruz. Mimarisi, Milas‘taki ‗GümüĢkesen‘ ve Bodrum‘daki ‗Mousolos‘un Anıt Mezarlarının minyatür prototipini çağrıĢtırıyor. MÖ.3. yüzyılda bölgede yönetici veya komutan olan ‗Diagoras‘a ait olduğu üzerindeki yazıttan öğrenilmiĢtir. (A)
260
Marmaris- Turgut Köyündeki piramit mezar
Bir kültür gezisini güzel bir havada, sanat, tarih ve doğaseverlerle geçirerek Marmaris‘e döndüğümüzde dağarcığımızdaki bilgileri tazelemekten ve albümlerimize yeni fotoğraflar katmaktan mutluyduk. Bu geziyi düzenleyen Marmaris Kültür ve Doğayı Koruma Derneği BaĢkanı Sayın Ġ.Kamil Öner‘e, Marmaris Müze Müdür V. Dr. NeĢe Kırdemir ve Arkeolog Bora Ayyıldız‘a teĢekkür ediyorum. 13.01.2005 Kaynak (A) Beyond The Meander –George Bean 1903–1977
261
ÖLÜLER ALTIN TAKMAZ
Marmaris‟te geride bıraktığımız haftayı hareketli yaşadık. Önce, Marmaris Kent Konseyinin olağan Genel Kurul Toplantısını yaptık. Bunun ardından Marmaris Adliye Sarayının açılışına katıldık. Aynı gün 17. Genel Kurulunu Marmaris‟te yapan Akdeniz Çevre Platformu‟ toplantısının sadece bir bölümüne katılabildik. Gönül isterdi ki üç gün devam den konuşmalara katılabilelim. Ertesi günü de Yüce Atatürk‟ün ebediyete intikalinin 69. Yıldönümünde düzenlenen anma törenine katıldık. Atatürk‟ün manevi varlığının ve değerinin tüm ulusça her geçen gün daha çok anlaşılması dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu durumu dikkate aldığımızda tek teselli kaynağımız olmaktadır. O‟nun için ne söylesek azdır. Büyük Önder‟i minnet ve şükranlarımızla bir kez daha rahmetle anıyor, manevi huzurunda saygı ile eğiliyoruz. Değerli okurlar; Marmaris Kent Konseyinin Olağan ilk Genel Kurul toplantısında gündem maddeleri içerisinde projesi telaffuz edilen İçmeler maden ocağı ile Marmaris Milli Parkı olan Günnücek„in bitmekte olan işletmeciliğinin yeniden ihaleye çıkarılmaması konusu vardı. Bu konuda söz alan genel kurul üyeleri her iki proje ve ihale yenilenmesine karşı çıktılar. “Marmaris için, doğa ve turizm için büyük değer taşıyan dünyada ender bulunan böylesi varlıkların korunması, Milli Park kimliğine yakışır duruma getirilmesi ve turizm çeşitliliği (alternatif) olarak değerlendirilip kazanılması asıl amaç kabul edilmelidir” denildi. Bu maksatla Marmaris Kent Konseyi Yürütme Kurulunun organizasyonunda Çevre Çalışma Grubu Başkanı sayın Filiz Ersan‟ın öncülüğünde imza kampanyası başlatıldı. Hemşerilerimizin katılımı çok üst düzeyde oldu. 262
Hemşeriler, “Artık Marmaris‟e sahip çıkmak zamanı geldi de geçiyor, zararın neresinden dönülse kardır” diyorlar... Akdeniz Çevre Platformu‟nun (AKÇEP) Genel Kurulu gündeminde Kaz Dağında altın arama konusu da vardı. Türkiye Orman Mühendisleri Odası eski Başkanı Sayın Salih Sönmezışık :”Kaz Dağlarındaki altın arama faaliyetleri Türkiye‟nin altında imzası bulunan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesine ve Dünya Mirasını Koruma Sözleşmesi gibi uluslar arası sözleşmelere aykırıdır” diyor. Orman yangınları, 2B ve 2C konularını da gündeme getiren Sönmezışık, ülkenin dağlarının, parklarının, yeryüzünün tarih, kültür, ekoloji, mitoloji, turizm ve ekonomi açısından en değerli karasal eko sistemlerinin başında gelmektedir. Sadece Kaz Dağlarında 101 familyaya ait 906 bitki türü var. Bu türlerin 43 tanesi endemiktir” diyor. Bir doğa sever olarak bu ve benzer görüşlere katılmamak elde değil. Bilindiği üzere, Marmaris‟in Günnücek Parkındaki ve çevresindeki Günlük Ağaçları da endemiktir. Günnücek, sadece Marmaris‟in değil Türkiye‟nin milli parkıdır. Bir milli parkta ne olması, ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıdır. Bu yasa gereğidir… Diğer yandan aşağıdaki haberi bir gazetenin Pazar ekinde okudum. Önemine binaen aynen buraya aldım. Bakın haberde ne diyor: Asıl adı Necip Yılmaz. Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesini bitirmiş. Fransızca Turist Rehberliği yapmış. Turistler kendisine “Niko Guido” lakabını takmışlar. Doğa tutkusu bu ya… vatandaşın doğayı, çevreyi ve dolayısıyla ülkeyi sahiplenmesi için ilginç bir yönteme başvurmuş. Bunu daha önce “Tuz Gölü Kuruyor” diye yapmış ve “Su Perisi” adlı fotoğrafla ödül almış. Şimdi de gitmiş Kaz 263
dağlarında kız arkadaşı ve çevre gönüllüsü bir bayanın çıplak görüntülerini çekip bir karede toplamış. Röportajı ve fotoğrafı gazeteye veren Sayın Sibel Arna‟nın açıklamasına göre Guido‟nun ve manken arkadaşının amacı, ”Doğayı bu şekilde katletmeye devam edersek ileride giyinik veya çıplak olmamızın bir anlamı kalmayacak, çünkü yaşayabileceğimiz bir dünya olmayacak” demişler. Doğru da söylemişler... 15.11.2007
264
MİTOLOJİK HİKAYELER
Turist rehberi olmak için Turizm Bakanlığının düzenlediği kurslarda rehber adaylarına genel kültür, tarih, arkeoloji, ülke coğrafyası içinde kara, deniz, akarsu ve göllerdeki bitki ve hayvanlara dair ekoloji, folklor, etnik yapı, din ve inanç, mitoloji, sosyal ve ekonomik konular dahil ülkemizin uluslar arası iliĢkilerini de içine alan dersler verilir. Mitoloji, özellikle uzun mesafeli turlarda rehberin eline mikrofonu alarak anlattığı ve diğer konulara kıyasla daha fazla ilgi duyulan bir konu olur. Doğal olarak mitolojik hikâyelerin anlatımı mutlaka konuya, yöreye ve doğaya uygun ortamda olur. Ġçinde bulunulan durumla hiç ilgisi olmayan bir hikâyenin anlatımı ―Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı‖ atasözünü çağrıĢtırır. Ben de öyle olmamak için Temmuz sıcağında çok ciddi konuları irdelemek yerine yöremize ait birkaç hikâye ile okurların ve bazı yerli tatilcilerin ilgisini çekmek istedim.. Rodos Adası Marmaris‘e denizden sadece 27 mil uzaklıktadır. Deniz Otobüsü ile 50 dakikada gidilir. Rodos‘un ‗Mandıraki‘ Limanının giriĢinde iki geyik heykeli vardır. Takriben 3000 yıl öncesinde Traklar Adaya geldiklerinde Rodos‘da yılan çokmuĢ. Traklar yaĢadıkları topraklarda yılan olduğu için deneyimlilermiĢ. Yılanlardan korunma ve kurtuluĢu adaya beraberinde geyik getirmekte bulmuĢlar. Geyikler, yılanları ayak ve boynuzlarıyla öldürürmüĢ. Ġçimden, Marmaris Karaca köyündeki tarlamızda nadir de olsa engerek ve karayılan görülüyor. Bazı dostlarım bana, , ―Senin yılanların yüzünden buraya gelmekten korkuyoruz‖ derler. Onlara, ―Hatırınız için Trakların Rodos‘ta yaptığı gibi buraya gey,k çiftliği yapacağım‖ der gülüĢürüz... Bizim ‗Caretta Cretta‘ Deniz kaplumbağalarıyla ünlü Dalyan Plajı var ya, bölgemize gelen turistlerin %90‘ı denizden veya karadan mutlaka orayı ziyaret eder, antik 265
Ģehir Caunos‘u gezer, plajda yüzerler. Tarihte bu Ģehir Milas‘ta yerleĢik Karya Kralının oğlu Caunos tarafından kurulmuĢtur. ġimdi gördüğümüz kaya mezarlarından birisinin de kral Caunos‘a ait olabilir. Mezarların MÖ. 4.Yüzyıl yapımı olduğunu bilsek de, Ģehri kuran Caunos‘un mezarının halefleri tarafından küçük değiĢimler yapılarak aynı yere gömüldükleri düĢünülebilir. Caunos‘un ‗Byblis‘ adında bir kız kardeĢi varmıĢ. Birbirlerini severek aĢk yaĢamıĢlar. Kral olan baba bu iliĢkiyi bitirmek için oğlunu yine kendi krallığına ait bölge olan bu günkü Dalyan‘a göndermiĢ. Bu delikanlı kendi adını ‗Caunos‘ olarak bu Ģehre vermiĢ. Gel gör ki kız kardeĢi Byblis bu ayrılığa dayanamamıĢ. Kendini kayalık bir yerden uçuruma atarak intihar etmiĢ. Caunos buna çok üzülmüĢ. Byblis‘in saçları kamıĢ bitkisine dönüĢerek Dalyan ve Iztusu kanalının her yerinde büyüyüp, serpilmiĢ. Caunos‘a da sadece bu kamıĢları okĢamak kalmıĢ. O devirlerde kardeĢin kardeĢle evlenmesi bu günkü gibi sapık iliĢki olarak düĢünülmezmiĢ. Bu tür aĢklara da ―Caunian Love‖ yani ―Caunos AĢkı‖ denmiĢ... Bir gün çoban ‗Pan‘ her zaman yaptığı gibi kuzu ve keçilerini meraya salmıĢ. Hayvanlar karınlarını doyurunca onları akarsu kenarına getirip su içmelerini sağlamıĢ. Hayvanların içtikleri billur suların içinden ansızın ―Syrinx‖ isimli bir su perisi görünüvermiĢ çoban ‗Pan‘a. Çoban Pan su perisinin güzelliği karĢısında adeta büyülenip hemen kıza âĢık olmuĢ. Ona ulaĢmak için elini uzatmıĢ, lakin su perisi kılık değiĢtirip kamıĢ bitkisi oluvermiĢ. Çoban Pan ne yapsın, almıĢ eline bıçağı, kesmiĢ kamıĢtan bir parça, tüm hünerini icra ederek kendine güzel bir kaval (flüt) yapmıĢ. BaĢlamıĢ kavalı üflemeye. Öyle güzel çalmıĢ ki çevredeki tüm canlılar ve su perileri büyük bir dikkat ve hayranlıkla Pan‘ın üflediği kavalın sesini dinlemiĢler. ĠĢte o zamandan beri dağda, bayırda, ovada kaval çalan çobanlar görürüz. Onlar aslında eski bir geleneği, aĢkı tekrarlıyorlar. Onların Pan‘la Syrinx‘in 266
aĢkını, öyküsünü bilip bilmediklerini söylemek zor olsa da belli ki aĢk ölümsüz, devam edip gidiyor. ġarkılarda, türkülerde, gazellerde yalan veya yanlıĢ olsa bile... Ölüm gerçek ve çaresi yok. Ġnsan yaĢı uzamakta olsa da ölüm kaçınılmaz. YaĢlılık sağlık sorunu da varsa zor. Aile yakınlarından yaĢlı bir teyzemiz hayatı çok seviyor olmalı ki bir sohbetimizde bana Ģöyle yakınmıĢtı. ―Erol oğlum, tıp ilerledi, her türlü icat yapılıyor da ölüme çare bulunmuyor‖ dedi. Biz de konuyu biraz da provoke ederek, ―Teyze, gerçekten doğru söylüyorsun, bilim adamları her tür çalıĢma, araĢtırma ve buluĢlar yapıyorlar. Belki insan ömrü daha çok uzayacak‖ der demez, ―Napan ben onların çalıĢmasını, ben öldükten sonra uzamıĢ ne yazar, söyle onlara ellerini çabuk tutsunlar, Ģu güzel Marmaris‘te birkaç yıl daha yaĢamak Ģansım olsun‖ deyip hüzünlendik, sonra da gülüĢtük. Tarih öncesinde ölüme çare bulunmuĢ. Bir mitolojik hikâyedir bu. Sağlık tanrısı Asklepion bulduğu ilacın reçetesini elinde taĢırken baĢ tanrı Zeus ölümsüzlük sadece kendisine kalsın için Asklepios‘u yıldırımıyla çarparak olduğu yere yığıp kül edivermiĢ. Asklepios, elindeki ölümsüzlük reçetesiyle birlikte toprağa karıĢıp gitmiĢ. Aslında gitmemiĢ, topraktan, reçeteden çıkma bir bitki yetiĢmiĢ. Adı ‗sarımsak‘ olmuĢ. O günden beri biz dünya insanları bilmeden sarımsak yeriz. Almanya‘ya ilk iĢçi olarak giden Türk vatandaĢlarımıza Almanlar çok sarımsak yedikleri için küçümser ve aĢağılayıcı gözle bakar, ―Sarımsakçı Türkler‖ derlermiĢ. Almancı adını taktığımız Almanya‘da çalıĢan vatandaĢlarımızın ifadesine göre Ģimdi Almanların çoğu sarımsakçı olmuĢ. Tabii ki uzun yaĢayabilmek için...Sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaĢam dileğimle...15.07.2003
267
AŞURA GÜNÜ
Aslı ‗AĢure‘ değil ‗AġURA‘. Biz ‗aĢure‘ diyoruz. Arapça‘da aĢere (on)) kökünden gelmektedir. Yani ‗Onuncu Gün‘. Muharrem ayının 10‘nuncu gününde Kerbelâ‘da Hazreti Ali‘nin oğlu Hüseyin‘in Ģehit ediliĢinin de adıdır AĢura. Biz buradan çok gerilere gidip biraz daha karıĢtıralım AĢura‘yı iyi piĢirmek için... Ansiklopedik bilgilere göre, AĢure Günü‘nden anlaĢılan Musa Peygamber ile Ġsrailloğulları‘nın Firavunun baskısından kurtulmaları nedeniyle gün batımından yine gün batımına yirmi dört saat süreli oruç tuttukları, hububattan yapılmıĢ bir tatlı ve bir çorba ile oruç açtıkları bir kutlama günüymüĢ. AĢure günü geleneği Müslümanlığa Musevilikten geçmiĢ. Müslümanlar tarafından daha çok benimsenen bir baĢka görüĢe göre bu gelenek peygamber Ġbrahim‘e kadar uzanır ve aĢure günü Cahiliye Döneminde de Araplar tarafından kutsal sayılır, kutlanırmıĢ. Peygamberimizin eĢi AyĢe‘nin belirttiğine göre, KureyĢ Kabilesi aĢure günü oruç tutarmıĢ. Ancak, Hicretin ikinci yılında (MS.624) Ramazan Orucu farz kılınınca Peygamberimiz aĢure günü oruç tutmayı bırakmıĢ. Nuh‘un gemisinin Büyük Tufan‘dan, Ġbrahim peygamberin Nemrut‘un ateĢinden o gün kurtulduğu, peygamber Yakup‘un oğlu Ġsmail‘e o gün kavuĢtuğu, yine Ġbrahim Peygamberin Kâbe‘yi bir AĢure Günü‘nde inĢa ettiği kutsal kitaplarda geçmiĢtir. Hazreti Ali‘nin oğlu Hüseyin‘in AĢure Günü olan 10 Muharrem‘de Ģehit edilmesi aĢure‘nin Ġslam tarihindeki önemini arttırmıĢ, ġiiler bu günü yas günü olarak kabul etmiĢlerdir. AĢure, hepimizin bildiği üzere kırık buğday, pirinç unu, kuru fasulye, nohut, bakla, kuru üzüm, kayısı, kuru incir, portakal kabuğu, fıstık, fındık, ceviz, badem, nar ve gül suyuyla yapılır. Burada aklımıza gelmeyen baĢka 268
katkılar da olabilir. Bu günlerde akraba ve dostların bir kase içinde evimize gönderdikleri veya bizzat getirdikleri aĢure ülkemizde her yıl uygulanan bir gelenektir. Rehber olarak Anadolu üzerindeki zenginliği, hem tarih ve kültür ve hem de arkeolojik, etimolojik ve folklorik olarak aĢureye benzetiriz. Binlerce yıldan beri Güney‘den Kuzey‘den, Doğu‘dan Batı‘dan bir çok kavimin ayak bastığı, iz bıraktığı, kendi kültür ve folklorunu Anadolu‘ya taĢıdığı tarihi bir gerçektir. Bugün, Anadolu Medeniyetleri olarak tanımladığımız bu kültür zenginliği bunun kanıtıdır. Bu zenginlik, çeĢitlilik bir bakıma aĢureye benzemektedir. Efsaneye göre, Nuh tufanında hazreti Nuh‘un teknesine binenlerin beraberlerinde getirdikleri kuru yiyeceklerden yapılan tatlının veya yemeğin adı da aĢuredir. AĢurenin o güzel lezzeti, yemesinin hoĢluğu nasıl küçük bir kâsenin içinde ve üzerindeki tarçınıyla bizlere ―Yemeyip de yanında yat‖ dedirtiyorsa, Anadolu topraklarında yaĢayan ulusumuzun her bireyi bir kâsenin içindeki aĢure gibi birlik ve beraberlik içinde, tasayı, kıvancı paylaĢarak huzur ve güven içinde yaĢadığında tüm sorunların üstesinden gelir. Bazen önümüze sorunlar çıkar, tekerleğe çomak sokanlar olur. Bunlar hep zengin tarihimizde olmuĢtur. Böylesi olaylar aĢurenin içindeki katkıların tadının bozulmasına, ayrıĢmasına çalıĢsalar da baĢarılı olamazlar. Buna izin vermeyiz. Birlik ve beraberliğimiz bin yıllarca yaĢayan aĢura gibi sonsuza dek yaĢayacaktır, yaĢamalıdır da... Çocukluk yıllarımın Marmaris‘inde Karabiberlerin Ali Amca Kocapınar‘ın (ġadırvan) yanındaki aĢçı dükkânında aĢure de satardı. Ailemden aldığım harçlıkla okul dönüĢü burada mutlaka durur, Ali Amcanın üstü nar taneleriyle bezeli aĢuresinden yerdim. ġimdi o tadı bulamasam da yine evlerde yapılan aĢureden yer, çocukluğumun ağız tadını almaya, yaĢamaya çalıĢırım.
269
‗AĢure Günü‘ kutlu ve mutlu olsun! Ağzınızın tadı bozulmasın! 05.02.2009
270
Marmaris kazanları
Günnücek'te
bir
271
AĢure
Günü
ve
AĢure
BİR DALYAN TURU
―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ diyenlerin kulakları çınlasın. Bu sloganı neredeyse yirmi yıldır duyar, bir türlü gerçekleĢmediğini de görürüz. Nedenlerini yerel gazeteme daha önce defalarca yazdım. Olmadı. Tarımla uğraĢanların içinde bulunduğumuz mevsime ―Bağ bozumu‖ tanımıyla, turizmcilerin ―Sezon sonu‖ deyiĢleri galiba benzerlik taĢıyor. Sezon içerisinde kıyı demirleme yerlerinde sıkça görülen gulet yatlar her Sonbaharda sıraları gelince çekek yerlerinde karaya alınırlar. Ta ki sezon baĢı gelinceye kadar burada kıĢlarlar. Özel Fiber yatlar ve bazı ‗charter‘ tekneler ise kıĢı marinalarda geçirirler. Marmaris‘e en yakın tekne yapım merkezi Bozburun‘da Kasım ayı baĢında sezonun kapanıĢ kutlaması ‗Gulet Festivali‘ yapılır. Mavi Tur‘un yorgun savaĢçıları etkinliğe katılan ziyaretçileri son defa teknelerinde ağırlar, hep birlikte eğlenilir ve sezon kapatılır. Tıpkı bağ bozumu gibi... Biz de her yıl bu etkinliğe katılmaya çalıĢırız. Ama içimizdeki ses bize hep ―KeĢke yıl boyu bu tekneleri iĢletebilsek‖ der. ―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ en azından Mavi Tur iĢletmeci, mürettebat ve tekneleri için maalesef geçerli olamıyor. Burada, ―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ diyenlerin de bir konuda hakkını yememek gerek. BoĢuna mı demiĢler, ―Yiğidi öldür ama hakkını yeme‖ diye. Turizm yapma ve yaptırmanın değiĢik ve çoğalan alternatifleri içinde Marmaris‘te sadece ‗Kruvazör Turizmi‘ bu sloganı kullananları biraz haklı çıkaracak gibi görünüyor. Aslında gönlümüzden geçen; Kongre, dağcılık, treking (iz-yol bulma), rafting (Sal veya lastik botla nehirde maceralı spor yapma), dalıĢ, su sporları, kayak, ikinci bahar ve emekliler için özel kültür, kaplıca ve sağlık gibi çeĢitlilik 272
içeren turizmin kıĢ mevsiminde de yapılmasıdır. Bu olursa sektör ve iĢletmecinin yeni sezona hazırlanma, personel istihdam ve eğitimi dahil bir çok sorun giderilmiĢ olacak, ve iĢletme tabiri caiz ise ‗islim üstünde‘ duracaktır. Bunun örneğini turizmde ileri gitmiĢ ülkelerde görüyoruz. . Konuyu, Marmaris‘i önümüzdeki gün ve aylarda ziyaretleri planlanan ve binlerce turist getirecek büyük kruvazörlere taĢımak istiyorum. Ġçinde bulunduğumuz Ekim ayında çeĢitli acentelere ait en az 10 turist gemisi limanı ziyaret edecek. Kasım ve Aralık aylarında da fevkalade bir olumsuzluk olmazsa bu gemilerin liman ziyaretleri yılsonuna kadar devam edecek. Söylenen o ki; ―Gelecek sezon erken baĢlayacak ve kruvazör turizmi daha da canlanacak‖ deniyor. Bu durumda günlük ve yatısız kruvazör turist ziyareti yıl boyuna dönüĢebilir. Yeter ki Akdeniz‘e kıyısı bulunan ülkelerde, örneğin Mısır, Suriye, Ġsrail, Lübnan, Tunus, Cezayir ve Kıbrıs, hatta Türkiye gibi ülkelerde de turist, liman ve seyir güvenliğini olumsuz etkileyecek terör baĢta olmak üzere olumsuz geliĢmeler meydana gelmesin. Turist ve turizm için öncelikle aranan koĢulardan baĢta geleni güvenlik ve emniyet olduğunu herkes bilmektedir. 11 Ekim 2006 Pazartesi günü limanımıza ünlü ―Quinn Elizabeth-2‖ Transatlantiği geldi. Sayısı 1750‘ye varan çoğunluğu Ġngiliz yolcunun yarısı Kaunos harabelerini görmek üzere Dalyan‘a gitti. Diğer yarısı da çarĢıya alıĢveriĢe indi. Ben de rehber olarak takriben 17 otobüsün birinde çoğunluğu Ġngiliz ve yaĢları 60-70‘in üzerinde olan turistlerimle Dalyan‘a gittim. Hava güneĢli, güzel bir sonbahar günüydü. Kültür turu yapacak ileri yaĢ turistler için bundan iyisi olamazdı. Turistlerimin, Marmaris-Dalyan güzergâhındaki tarla ve bahçelerle çam ormanı kaplı dağ ve tepeleri büyük bir zevk ve hayranlıkla izlediklerini gördüm. Gökova‘daki okaliptüslerle, piramit Ģeklinde kurutulmaya bırakılmıĢ susam demetleri, köy evlerinin çatılarındaki güneĢ enerjileri, üzerinde portakal, 273
mandalina ve limonlarla yüklü narenciye ağaçları, zeytinlikler turistlerimin dikkatini çekti. Bunların hepsini onlar bana sormadan açıklamaya gayret ettim. Sorulanları yanıtladım. Bu tura katılmaktan mutlu oldukları yüzlerinden anlaĢılıyordu. Hele, Türk Bayraklarımızla donatılı Dalyan nehir teknelerine binince kaptanımızı ismiyle tanıttığımda hep birden coĢkulu alkıĢlayıĢları mutluluklarını belli etmiĢti. Teknede, ünlü kaya mezarları önünde motoru stop ettirip küçük bir açıklamada bulundum. Sonra kıyıya yanaĢıp arkeologların ‗Kazı Evi‘ olarak kullandıkları yapının hemen altındaki patika yolda 15–20 dakikalık yaya yürüyüĢüyle kendimizi harabelerin arasında bulduk. Turistlerin ileri yaĢlarına rağmen bu dik yokuĢu fire vermeden tırmanıĢı sürdürmelerinden doğrusu mutlu olup onları tebrik ettim. Gurubumu, önce Roma Hamamı yakınındaki çitlembik ağacının gölgesinde oturtup temiz havayı teneffüs etmeye ve dinlenmeye, Akdeniz ve Ege‘nin mavi sularının kucaklaĢtığı denizi ve ünlü plajı izlemeye bıraktım. Ardından antik Ģehrin kısa bir tarihini anlattım. Eski liman, agora, tapınak ve Ģehir surları, ‗Caretta Caretta‘ kaplumbağalarından bahsettim. Kiliseyi, gözlem platformunu ve antik tiyatroyu ziyaret ettik. Gurubum tiyatroda oturmuĢ halde açıklamamı dinlerken içlerinden ayakta kalıp fotoğraf çekmekte olan 70 yaĢlarında görünen bir erkek Ġngiliz‘in aniden yere yığılıp kaldığını gördüm. Hemen konuĢmamı kesip üzerine gittim. Tiyatroda bulunan diğer guruplar dahil yüzlerce turiste hitaben içlerinde doktor veya hemĢire olan varsa lütfen yardıma gelsin çağrısı yaptım. EĢi ve birkaç kiĢi hemen geldiler. Ġlk yardım yaptık. EĢine daha önce böyle bir rahatsızlığı olup olmadığını sordum. ―Olmadı‖ dedi. Hastayı gölgeye aldık. Ören yeri giriĢindeki görevliden yardım istedim. Olayı ayrıca acenteye cep telefonumla bildirdim. Bu arada hastanın yüzünü ve yere çarpan yerlerdeki kanamalarını çantamdaki oksijen ve steril kağıt mendil ile temizledim. Köyden araçla bir 274
hemĢire geldi. Olayı anlattık. Hasta biraz daha iyileĢmiĢti. Koluna girip arabaya bindirdik. Tekneye kadar arabayla, sonra tekneyle Dalyan‘a geldik. Kendisi ve ailesine ambulansla hastaneye gönderebileceğimi söylediğimde ―gerek olmadığını, iyi olduğunu‖ herhalde bir spazm geçirdiğini, gemide doktora görüneceğini söylediler. Marmaris‘e limana döndük. Ġlgimize defalarca teĢekkür ederek gemiye bindiler. Ġlkbahar ve sonbaharda ören yerlerini ziyaret eden turistlerin yaĢ ortalaması genelde yüksektir. Dalyan plajında yazın bulunan Kızılay bayraklı ilk yardım sağlık ekibinin hiç değilse gemi turlarının olduğu ve çoğunluğu yaĢlılardan oluĢan turlarda, günün belirli saatlerinde Kaunos harabelerinde bulunması turizm adına çok yerinde ve yararlı bir hizmet olur diye düĢünüyorum. Bayılan turisti harabelerin içinde sadece gölgeye taĢıyacak bir sedye bile bulunmayıĢı doğrusu bizi sıkıntıya soktu. Bu eksikliği ertesi günü doğrudan Muğla Valiliğine yazdım. Yararı olduğunu, en kolay ve çabuk ilk yardımın yapılması için gerekli önlemin alındığını ilgililerden öğrenip mutlu oldum. 14.10.2006
275
‘Quinn Elizabeth’ Transatlantiği Marmaris'te 08.11.2006
276
BİR OTURUMUN ARDINDAN
11 Kasım 2003 Salı gecesi yerel TV olan Kanal 48‘ de Sayın Kemal Aküzüm‘ün yönettiği ―Yansımalar‖ adlı oturumun birinci bölümünü izledim. KonuĢmacılar, Marmaris Mimarlar ve Mühendisler Odasına kayıtlı tanıdık hemĢerilerimizdi. Kariyerleri inĢaat ve mühendislik olsa da katılımcılara vatandaĢların telefonla sordukları sorular oturum konularından ziyade Marmaris‘in genel sorunlarını da içeriyordu. Onlar da sorulara yanıt vermeğe çalıĢtılar.
Asıl mesele neydi? Bunun yanıtı çok basit. Marmaris’te geçmişte yapılan yanlışlıklar, çarpık yapılaşma ve halen tamamlandığı söylendiği halde tam randımanlı işlemeyen alt yapı sorunlarıdır. Mimar ve mühendisler olur da yapılaşmanın planlı, Marmaris’in konumuna uyan mimari estetik ve turizmine olumlu katkı sağlayacak perspektifler gündeme neden gelmesin? Geçmişten bugüne dere ve çayların yoğun yağışlarla sürüklediği alüvyonlarla dolmuş delta niteliğindeki kıyılara yakın yerlerdeki güzelim mandalina, portakal, limon bahçeleri imar tadilatları yapılarak çarpık yapılaşmaya kurban edildi. Toplantıda söz alıp konuşan Marmaris Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi mimar Sayın Mustafa Eroğlu’nun “1980’li yıllarının başını felaketin başladığı bir milat olarak ele almamız doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olur” demesi acı gerçeğin bir ifadesi oldu. 277
1980’li yıllarda yazdığımız gazete yazılarım arşivimizde saklıdır. Israrla ve bıkmadan defalarca bu konuya değindim. Yine bu yıllarda Avrupa’dan yeni dönmüş, oralarda gördüklerimi Marmaris’te gördüklerimle kıyaslıyor, uyarılarda bulunuyordum. Marmaris’in sadece bizim değil, ülkemiz ve dünya insanlarının hayranlık duyduğu bir yer olduğunu, böyle oturum ve toplantılarla gündeme taşıyor, yerel gazetede yazıyordum. O zamanın yerel yönetici ve bazı turizm yatırımcıları beni neredeyse aforoz edecekler, “negatif düşünen adam” olarak tanımlayacaklardı. Bunların bana yanıtları özetle, “Vatandaşın yasal hakkını kısıtlayamayız, herkesin çocukları evlenecek, ev bark gerekli, mandalina, portakal karın doyurmuyor” oldu. Oysa asıl suçlular böyle düşünenlerdi. Geleceği görebilen, bilen için bu hakkı kullanmanın başka ve daha olumlu seçenekleri aranabilirdi. O kadar bilimsel veriler ve yöntemler vardı ki, bunu ortaya koymak işlerine gelmiyordu. Derdimiz sadece karada değildi. Denizde, kıyılarda, Marmaris Körfezi‘nde de yapılaĢma baĢladı. Bunun için de mücadele verdik. Basit hesaplamayla körfezin ömrünü tahmin ettik. Ġç körfezlerin doğal kaderi tarihteki örneklerine bakınca gerçekten ilginçtir. Tarihte Ġzmir Körfezi‘nin bir ucu bugünkü EĢrefpaĢa‘daki Agora‘da, diğer ucu da Bayraklı ‗daydı. Dalyan (Kaunos) Ģehri kaplumbağa plajından dört km. içerde, harabelerin bulunduğu yerdeydi. Efes antik kentinin limanı Büyük 278
Tiyatroya yakındı. Bu gün deniz Pamucak‘tadır. Neresinden bakarsak bakalım Ege Denizi 4 ila 5 km. çekilmiĢ. Bunlara daha baĢka limanları ekleyebiliriz. Marmaris‘e gelince; Marmaris Körfezinin geçmiĢ tarihte kuzey kıyıları Beldibi‘nde olup Antik Ģehir olan Physkos‘un limanı sanayi sitesindeydi. ġimdi Marmaris Kalesinin bulunduğu sit ve tepe bir ada idi. Bu durumda gelecekte Marmaris Körfezi Cennet Adasına doğru dolup bataklığa dönüĢecek. Bu süreci uzatmak elimizdedir. Körfezin her yıl kıyılarından içeri doğru küçüldüğünü, tabanından yağmurlar sonrası gelen ve körfezin suyunu çikolata rengine dönüĢtüren toprakla dolma, sığlaĢma ve kirlenme süreci yaĢadığı bir gerçektir. Bunun aksini söyleyecek çıkarsa öylesinin alnını karıĢlamam, elini öperim.... Olası deprem tehlikesi ayrı bir meseledir. Bu sorun ‗Demokles‘in Kılıcı‘ gibi tepemizde durmaktadır. 1999 Ağustos‘unda meydana gelen Marmara Depremi sonrası hepimizi bir korku sarmıĢtı. Çabuk unutuldu. Anılan oturumda bu konu değerli bir inĢaat mühendisi hemĢerimiz tarafından dile getirildi. Afet halinde kurtarma konusunda Marmaris‘te de bir tim kurulduğu söylendi. Fakat afetten öncesi için kapsamlı bir çalıĢmanın yapıldığını hiç duymadık. Oturumda yine baĢka bir inĢaat mühendisi ―Deprem evleri bölgesine yapılan inĢaatların elli santim derinliğe atılan temelleri var‖ dedi. Buranın ve benzer yerlerin risk alanı olduğu yine baĢka bir uzman bir ağızdan söylendi. O an, o gün bunu duyan, TV‘de isleyen ve anılan beĢ katlı binalarda oturan hemĢerilerimizin ruh haletini, psikolojisini düĢünebiliyor muyuz? Bu onlara olduğu kadar bizi de endiĢe vermiyor mu? Bu güne kadar bu yapılarda bir iyileĢtirme, denetim yapıldı mı? Bunun olası Ģiddetli bir depremde hesabını kim verecek? fay
Ülke genelinde çok katlı yapılaĢmanın olduğu ve hatlarının geçtiği baĢka riskli yerlerde oturan 279
insanımızın da durumu elbette bundan farklı olmasa gerektir. Bu riski ve korkuyu yaĢayanların tek teselli kaynağı, ―Biz inĢaatta demir ve çimentoyu çok kullandık‖ gibi maalesef saf ve bilinçsiz, tabiri caizse ―Züğürt tesellisi‖ ile yetiniliyor. BaĢımıza ne geliyorsa maalesef bilim, ilim ve tekniği göz ardı ederek kendimizi sadece kadere terk etmemizden ileri geliyor. Böyle yapan ülkelere ‗Üçüncü Dünya Ülkeleri‘ deniyor. Ġster kabul et, ister etme... Sonuçta; bu tür toplantı ve programların yararına inanırım. Riskli yapılaĢma alanı olan çok katlı yerler ve özellikle deprem evlerindeki yapılaĢmadan bazı görüntüler bu oturuma taĢınabilirdi. Oturumda öncelik, önemine binaen yapılaĢmayla ilgili konuĢan sözcülere verilmeli, oturumun seyrini bozmadan izleyenlere ve ilgililere gerekli uyarı ve bilgileri iletebilmeleri sağlanmalıydı. Kısıtlı zaman içinde izleyicilerden telefonla konu dıĢı soru almak oturumun akıĢına ve konuĢmacıların konu dıĢında da sorulara muhatap olmalarına neden oldu. 12.11.2003
280
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
— Marmaris Limanını ziyaret eden Amerikan Askeri Gemilerinde sabah kalk borusunun ardından Amerikan ve Türk Milli MarĢlarının kasetten çalındığını ve bunun Yat Limanından duyulduğunu... — Tarihte çıplak kadın heykelcikleri ilk defa Anadolu‘da yapılmıĢ. Nasıl mı? ĠĢte kanıtı. KonyaKarahöyük kazılarında çıkarılan eserler arasında Erken Hitit Çağı‘na ait kanatlı, çıplak ve bikinili ĠĢtar (Asur Tanrıçası) heykelleri de bulunmuĢ. Demek ki boĢuna değil, MÖ.4.asrın ünlü helkeltraĢı Praksiteles‘in Knidos‘ta yonttuğu, biri giysili ve diğeri çıplak iki heykelden çıplak olanı Knidosluların beğenisini kazandığı için Datça‘da kalmıĢ. Giysili Tanrıça Afrodit‘i (Venüs) Ġstanköy (Kos) Adası halkı tercih etmiĢ. ―Bu ne demek oluyor‖ diyebilirsiniz. binlerce yıl öncesi Anadolu‘da sanat sergilemek ahlaki kısıtlamalara takılmıyormuĢ. O çağda Anadolu‘da çıplak insan heykeli canlıların doğal durumunu ve güzelliğini yansıtmak için yontucular tarafından sanat kabul edilerek yapılırmıĢ. Daha düne kadar Ankara‘nın Sıhhiye kavĢağındaki Hitit GüneĢ Kursu‘na, parklardaki çıplak Venüs heykellerine karĢı olanlar bilmem hala aynı kafadalar mı? O dönemde Marmaris‘e çok yakın olan Knidos Afrodit‘inin çıplak heykelini görmek için uzaklardan Karya‘ya gelenler bölgenin ilk turistleri olmuĢlardır. Özetle söylemek gerekirse bölgemizde ‗Turizm‘ dün veya bilmem kaç yıl önce değil bundan 2500 yıl önce baĢlamıĢ... —Antik Dünyanın 7 Harikasından 2‘si ülkemizdedir. Bunlar, Efes‘in ‗Tanrıça Artemis‘i (Diana) adına yapılmıĢ Ġyon Tarzındaki Tapınak ile Bodrum‘daki Karya Satrapı Mausolus adına karısı ve aynı zamanda kız kardeĢi Kraliçe Artemisia tarafından MÖ.4. yüzyılda inĢa edilmiĢ ‗Mausoleum‘ adlı Anıt Mezar‘dır. Diğer 5 harika ise 281
Ģunlardır. Babil Kraliçesi Semiramis‘e ait ‗Asma Bahçeleri‘, ‗Mısır Piramitleri‘, ‗Ġskenderiye Feneri‘ (Pharos) Rodos Adasında liman ağzında GüneĢ Tanrısı Apollon‘a adanmıĢ ‗Colossus‘ ve HelkeltraĢ Phidas tarafından yapılıp Parthenon-Athena Tapınağında sergilenen ‗Zeus (Jupiter) Heykeli‘dir. Bunlardan, MÖ. 4. Yüzyılda Ġskenderiye Fenerini inĢa eden mimarın Datça-Knidoslu, yani hemĢerimiz Sostratus olduğunu biliyor muydunuz? — Hürriyet Gazetesinde Sayın Yalçın Bayer‘in ―Yeter, Söz Milletin‖ köĢesinde bir okur ‖Cenaze töreninde tabutun üzerine konan yeĢil örtü üzerindeki Arapça yazının ne anlam taĢıdığını acaba insanlar biliyor mu?‖ demiĢ. Sizi bilmem ama ben bilmiyordum, öğrendim. ĠĢte anlamı: ―Herkes ölümü tadacak ve bize döndürüleceklerdir‖ Bu bir Ayeti Kerime‘ imiĢ. Okur eklemiĢ;‖ Bunun neden Türkçesi yazılmıyor‖ diyor. Benim buna yanıtım ―Okur hem haklı hem de haksız‖ olacaktır. Haklı, çünkü tüm canlılar vadesi gelince öleceğini anımsayarak ölçülü olmalıdır. Haksız, çünkü insan olarak her cenazede ölümün ne olduğunu görüyoruz. Bunu ayrıca dikte eder gibi okutmanın gereği var mı? Türkçe olsa ne yazar, Arapça olsa ne? En iyisi Halk Ozanımız Yunus Emre‘nin aĢağıdaki dörtlüğünü ve felsefesini algılamakla yetinsek olmaz mı? ―Geldi geçti ömrüm benim Ģol yil esüp geçmiĢ gibi Hele bana Ģöyle geldi bir göz açıp getmiĢ gibi. ĠĢ bu söze Hak tanuktur, bu can gözüne konuktur, Bir gün ola çıka gide kafesten kuĢ uçmuĢ gibi‖... Yunus Emre (1238-1320)
282
- Amerika‘daki dünyanın en yüksek dikilitaĢı ‗Washington Anıtı‘dır. 1848–1888 tarihleri arasında ve 169,29 metre yükseklikte inĢa edilen bu anıt ülkenin kurucusu George Washington‘a ithaf edilmiĢtir. Anıtın açılıĢında gönderilen hediyeler arasında Osmanlı Sultanı Abdümecid‘in mermer plaket üzerinde PadiĢah Tuğrası ile Türk hat sanatının örneğini içeren bir yazıt vardı. Bu hediye halen anıt üzerindedir. Anılan eser zamanın ünlü hattatı Kazasker Mustafa Ġzzet Efendi tarafından yazıldığını... Ankara‘yı 6.4.2009‘da ziyaret ederek TBMM‘de bir konuĢma yapan ABD BaĢkanı Obama ―Bağımsızlığımızda bize birçok ülke dost ve destek oldu. Bunlardan birisi de Ġstanbul‘dandı. Dostluğumuz 156 yıl geçmiĢe dayanıyor‖ dediğini... Hat sanatçısı Kazasker Mustafa Ġzzet Efendinin deri üzerine iĢlediği Arapça Allah, Peygamber, 4 Halife, Hasan ve Hüseyin yazılı 8 yuvarlak levhanın her birinin çapının 5.60m.olduğunu, bunların Ayasofya müzesinin tavanında asılı durmakta olduğunu...
283
Amerika'daki George Washinton Anıtı
— Olimpiyat Oyunları eski Yunanda BaĢ Tanrı Zeus‘a yapılan dini merasimin bir parçasıydı. Daha sonra modern oyunlar, sportif disiplinle insanların bazı yönlerini terbiye edip geliĢtirmesi, dünya barıĢına katkı sağlanması amaçlanmıĢtır. Oyunlar bir sporcunun Olimpiyat AteĢini yakmasıyla baĢlar ve tüm oyunlar süresince meĢale yanar. Oyunların bitiĢinde söndürülür.
284
Beş kıtayı temsilen ilk kez 1920 Olimpiyatlarında kullanılan Olimpiyat Bayrağı beş dairenin birbirine geçmesinden oluşur. Mavi daire Avrupa'yı, sarısı Asya'yı, siyahı Afrika'yı, kırmızı Amerika'yı, yeşil de Avustralya'yı temsil eder. Bu beş kıtanın üzerinde bir tek güneş parlar. Güneş ışınlarından yararlanılarak bir büyüteçle yakılan olimpiyat meşalesi ve birbirine geçmiş 5 dairenin sloganı ise Latince „Circus‟ (Daha hızlı) „Altius‟ ( Daha yüksek) ve „Fortius‟ (Daha güçlü) demek olduğunu...
285
Ünlü helkeltraĢ Phidas’ın yontusu olan Zeus Heykeli (kopyası). Aslı antik çağın 7 harikasından birisiydi. Sağ elinde Nike, solda ise Tanrısal Simge ve Asa ile. (Atina Akropolindeki ‗Atena Tapınağı‘ için yapılmıĢ)
— Zeytin Ağacının adı kutsal kitaplarda da geçer. Âdem Peygamber ölmeden önce oğullarından birisini yanına çağırıp bir isteğini iletir. Nedir bu istek? Allahtan merhamet ve af dilemek için üç ağacın tohumlarını bulup getirmesini ve onların kendi ağzına konulmasıdır. Oğul 286
babasına sorar. ―Baba, hangi ağaçların tohumlarını getireyim‖ der. Âdem ağaçları tarif eder. Oğul babasının dileğini yerine getirmek için hemen koĢarak gider ve istenilen ağaçların tohumlarını, (çekirdeklerini) getirip babasının ağzına koyar. Ardından Âdem ölür, toprağa gömülür. Aradan aylar, yıllar geçer, mezarının üzerinde üç adet taze fidan belirir. Hızla büyürler. Bunlar Zeytin, Sedir ve Selvi ağaçları olurlar. Zeytin BarıĢı, Sedir sağlık, güç ve kuvveti, Selvi ise ölümü simgeler. ―Ölüm Allahın emri‖, ―Ölüm yüz akı‖ gibi sözler ebedi ayrılıklar sonrası sıkça söylediğimiz sözlerdir. Selvi ölümü simgeler ama mezarlıklarda yatan mevta(ölü) ruhlarının selamete, aydınlığa eriĢmesine adeta basamak olur. Ġyi ruhların koruyucusudur. En büyük dedemiz Âdem‘in demek ki bir bildiği varmıĢ. Kim bilir? Ben de bu ağaçlardan Karaca‘daki tarlamıza diktim. ―Ne olur ne olmaz‖ diyerekten...
Hitit GüneĢ Kursu 287
— Hitit GüneĢ Kursu, Orta Anadolu‘da kurulmuĢ Hitit Uygarlığı sanatının sembolü sayılan bir nesnedir. GüneĢi sembolize eden dairesel biçimin etrafına yerleĢtirilmiĢ öğelerden oluĢur. Bazılarının üstünde ses çıkarması için sallanan parçalar, kimisinde barıĢı sembolize eden geyik figürü, kimisinde de üremeyi sembolize etmek üzere kuĢ, ağaç figürleri vardır. AhĢap asaların ucuna takılarak dini törenlerde kullanıldığı veya at koĢum takımlarının arasında kullanıldığı sanılmaktadır. Genellikle tunçtan yapılır. Tunç Hitit GüneĢ Kursu simgesi kiĢisel kartvizitimi, tunçtan yapılmıĢ bir mermer tabalı kopyası da çalıĢma masamı süsler. (EU)
288
SON SÖZ VE ġĠĠR
Dün geçmiĢte kaldı. Yarın ne olacağı belli olmaz. Bugün size bir hediyedir. Değerini bilin! (Anonim) (Yesterday is history. Tomorrow is mystery. Today is a gift that is why it is called ‗Present‘). ―DüĢüncen konuĢmana, KonuĢman hareketine, Hareketin kaderine yansır. GÜZEL DÜġÜN, GÜZEL YAġA... Mevlana Celaleddin-i Rumi YOK, BÖYLE BĠR YER Marmaris‘te yaĢarız, Kıymetini bilmeyiz, Millet Amerika‘dan gelir, Biz denize bile girmeyiz... Gelen bir daha gelir, Gelen bir daha gelir, Rus‘u, Alman‘ı Ġngiliz‘i, Sanki onlar Marmarisli, Biz birbirimiz görmeyiz... AlmıĢ herkesi para deliliği, Giyim guĢam hep afili, Gideceğimiz yer zaten belli, Görsek de selam vermeyiz... 289
Kaç kiĢiydik, kaç kiĢi kaldık, Nerelerden nerelere geldik, Biz birlikte n‘olduk, Marmaris‘çe bile gonuĢmayız... Bene bakın bene bakın... GeçmiĢ uzak, ölüm yakın, Marmaris‘e sahip çıkın, Böyle bir yer bulamayız... Feyzus böle demiĢ, Ġyi de demiĢ, Ġmzamı atarım altına, Aynen öööle... Yani...Bence ... Fevzi Olcay (Feyzus) 2009 HemĢerim Fevzi Olca haklı. ‗Yok böyle bir yer‘ diyor Ģiirinde. Bir baĢkasında da ‗Marmaris‘imi Verin Geri‘ diyor AĢağıya birkaç fotoğrafını aldım Marmaris‘in. Bunlara bakıp siz de kendi kendinize ―VAR MI BÖYLE BĠR YER‖ sorusunu sorup yanıtlayın... MARMARĠS‘ĠMĠ VERĠN GERĠ Yalancıyı, Burnucunu, Ilıca‘yı, Tahta köprüyü, Çulluğu, DevedaĢını, Ġskeleyi, DaĢlığı, Mengeneyi, Marmaris‘imi verin geri. Kaldırın yatları, guletleri, Bağlayın Hürriyet‘i, Süzer‘i, Görmek istiyorum eski düzeni, Marmaris‘imi verin geri.
290
Yıkın apartmanları, kırın betonları, Bahçeli, ağaçlı, çiçekli, Nerede o güzelim depremevleri, Marmaris‘imi verin geri. Kısayalı‘ya, DaĢlığa, Uzunyalı‘ya, Çekelim kayıkları tekneleri, Özlemedik mi Hoo, Hu, Yussa Bre demeyi, Marmaris‘imi verin geri. Fevzi Olcay (Feyzus -2008) HemĢerim Feyzus ‗Yok böyle bir yer‘ diyor önceki Ģiirinde. Bir diğerinde ise ‗Marmaris‘imi Verin Geri‘ diyor. Ben de buradan kendisine katılarak, ―Gidenler Gelmez, Gidenler gelmez, ama bilelim yitirdiklerimizi, hiç değilse kalanları koruyalım, yaĢatalım‖ diyorum. AĢağıya albümden birkaç fotoğrafını aldım Marmaris‘in. Bunlara bakıp siz de kendi kendinize ―VAR MI BÖYLE BĠR YER‖ sorusuna yanıt verin değerli okurlar...
ALBÜMDEN BAZI FOTOĞRAFLAR
291
Marmaris Kalesi ve Liman
292
Marmaris’e Marinadan bir bakıĢ
293
Amerikan Uçak Gemisi 'Enterprise' Marmaris Limanında 08.02.2011
Marmaris Boğazından gemiyle çıkıĢ. Sağda, Boğaz Feneri, Keçi Adası ve arkada Ġçmeler
294
Sedir Adasında 'Siklamen' çiçekleri
MTO BaĢkanı Mehmet Baysal, Prof.Dr. Haluk Soyuer, yazar Erol Uysal (ortada) bir toplantıda
295
Bir toplantıda Yönetim Kurulu Üyeleri ve diğer davetlilerle 11.03.2011
Uzman arıcı bal arılarıyla
296
Marmaris Belediye BĢk.Ali rehberlerle 21.02.2009
297
Acar
Rehberler
gününde