Serbest Kürsü-Sayı 5

Page 1

2010 Kasım-I / Sayı:5

İçindekiler Sükûtun Senfonisi-1 Eyüp Aktuğ……………………………………………….................2 Sözüm Muhalefet Partilerine Ufuk Kocakaplan……………………………………………4 Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu (İnceleme) Eyüp Aktuğ……………………….5 Eşeğe Altın Semer Vursan Eşek Yine Eşektir Ufuk Kocakaplan……………………..6 Varlığı yoklukta arayan budala ! Eyüp Aktuğ…………………………………………….7 Sözüm Aydınlara Ufuk Kocakaplan…………………………………………………………….8 İç savaş başladı ve tahminlerim... Eyüp Aktuğ………………………………………....9 Ke-Mal Show Ufuk Kocakaplan…………………………………………………………………10 Devler kıvranıyor, cüceler çırpınıyor... Eyüp Aktuğ……………………………….....11 Sevmeyi Öğreten Sevgililer Sevgilisine Ufuk Kocakaplan……………………………..12 UYANIŞ (4 Bölüm) Eyüp Aktuğ

1. Bölüm - Çocukluk ve Lise Yılları……………………………….13 2. Bölüm - Üniversite ve Zindan Yılları…………………………15 3. Bölüm - Özgürlük ve Yazarlık Yılları ……..…………………17 4. Bölüm - Yazarlık Yılları / FİNAL……………………………..19

Bu dergi içerisindeki yazıların telif hakkı MyFreeCopyright servisi ile korunmaktadır. Dergimizi hayatvekalem.blogspot.com ve www.e-aktug.com adreslerinden temin edebilirsiniz.


Sükûtun Senfonisi-1 "Yaşanmaya değer hayat nedir? Onu bul ve ölümsüzlüğe geç!" Bir fikir adamının perdeleri kaldıran bu sözleri zihnimin karanlık odalarına ışık tutup, beni ellerimden tutup fezaya çıkarırken aynı zamanda kulağıma şu esrârı fısıldıyordu. "Tek damla kan ve bin tane kaygı, ızdırap...". Bu sözler kulağımda hâla yankılanırken mâanayı idrak acılarının en büyüğünü yaşıyor, belki de geçmişin pişmanlığının tesiri altında kıvranıyordum. Geride kalan senelere baktığımda bir amaç ve gaye gütmeden sadece boşlukta mekan işgal edip, nefes alıp vermekten başka bir niteliği olmayan bir canlıyı görüyordum. Geçmişin pişmanlığının dayanılmaz ağırlığında ruhum ezilirken bir film şeridi gibi günlerim gözlerimdeki perdeden akıp geçiyor akıl dişimi ağrıtıyordu. Ancak şükretmedende yapamıyordum. Mânaya erişmek için bir ömür daha beklemenin ve ruhun idrakına bir ömür sonra erişmenin vereceği ızdırap daha büyüktü. Şimdi bir mâna denizinde yüzüyor, ayın doğduğu bu karanlık gecede yolumu bulmaya çalışıyordum. En nihayetinden gücüm tükenmiş kendimi maddeye teslim ederken bir el uzandı bana. Bana uzanan, ruhumu çürük bedenime geri üfleyen bu el ruhunun her köşesine ızdırap dolmuş bu insanı bir yolculuğa çıkarıyordu. Yolculuk uzun ve hava öylesine sıcaktı ki. Etrafta sudan başka birşey olmamasına rağmen susuzluğumu gideremiyordum. En nihayetinde anladım ki susuzluğum suya değil ruh kökümü karıncalandıran mânaya imiş. Bu susuzluğu gidermek için, ruh kökümü karıncalandıran esas manaya erişebilmek için bana uzanan ellerin sahibi ile aklımın ermediği fakat manaya olan açlığımı gideren bir sohbete başladık. Sen hastasın diyerek yüzüme baktı. Lakin gayet sihhatli idim. Sonra devam etti: İnsan bir ağaçtır. Ve madem bir ağaçtır o halde onun yaşamasını sağlayan suyu ve minarelleri vucuduna ileten bir köke ihtiyacı vardır. Bu açıdan baktığımızda ağacın hayatını sürdümesini sağlayan bu kökler insana göre mananın ta kendisidir. Kökleri çürümüş bir ağaç ölüm döşeğindeki bir hasta ise sende aynı vaziyette manasızlık çölünde susuzluğundan serab gören ve su içtiğini sanıp aslında kum içen hasta düşmüş bir seyyahsın. Sen bu alemi dolaşıp muhtaç olduğun reçeteni ararken hekim olduğunun idrakına varamamış akıl dişi ağrıyan bir hasta. Amacın ve gayen senin kurmuş olduğun bir metre uzaktaki seraba ulaşıp su yerine kum içmek değildir. Esas amacını ve gayeni idrak edebilirsen muhtaç olduğun reçeteni kendin hazırlamış olacaksın. Ey genç adam! İçerisinde muhtaç olduğun reçeteyi barındıran ideal yani her varışın ötesinde ki o mukaddes menzil senin ulaşmaya çalıştığın bir metre ötendeki serab değildir. Esas gayen çölü avuçlarının arasına alıp onu ölümsüzlüğün var 2


olduğu, altından ırmakların aktığı bir sonsuzluğa dönüştürmendir. Bana uzanan bu el susuzluğumu gideriyor, karıncalanan ruh kökümü feraha ağrıyan akıl dişimi ise davaya sevkediyordu. Artık sessizliğin sesini dinleyebiliyor, sükûtun senfonisini idrak edebiliyordum. Bana Sükûtun senfonisi şöyle diyordu; Sıra ne manayı kaybetmiş maddede nede maddeyi kaybetmiş manadadır. Gerçek sır mana ile maddenin perçinlenmesinde ve ruh kökümüze yapışmasındadır. Eğer ki bunlardan birini kaybedersen sonsuzluk seni yutar, ancak bunların idrakına mashar olup elden çıkarmaz isen sonsuzluk senin içindedir ve sen sonsuzluğu yutmuşsundur. Ve ödevin: "Yaşanmaya değer hayat nedir? Onu bul ve ölümsüzlüğe geç!" Eyüp AKTUĞ “Serbest Kürsü” www.e-aktug.com

3


Sözüm Muhalefet Partilerine Türkiye’deki muhalefet,adap ve ahlak siyasetinden yoksun bir vaziyette; kendilerini tatmin ederek kendi siyasetlerini yürütmektedirler. Halktan uzak halkın partisiymiş gibi kendilerini göstermektedirler.Halbuki bu halk kimin ne yaptığını çok iyi görmektedir. Türkiye’deki muhalefet siyaseti sonucu şu sonuç ortaya çıkmıştır. “Çok konuşan ve boş konuşan değil;iş üreten,ülkesini düşünen,inançlara saygılı bir yönetim artık Türkiye’de iktidara gelmektedir. Muhalefet; küfür ederek,bağırarak elde edeceklerini sandıkları hezayen çukurlarına kendileri düşmektedirler. Ülkeyi yönetmek; boş konuşmayla,iftira atmayla,halkı kandırmayla olunmuyor. İnsanları iyi tanıyacaksınız.İnsanları hor görmeyeceksiniz.Kimsenin kılık kıyafetine karışmayacaksınız.Herkes diline,dinine saygılı olacaksınız.Yaıp kalkıp ‘Laiklik’ demeyceksiniz.Çünkü sokakta aç kalan adam ‘laiklikten’anlamaz.O karnını doyurmanın peşindedir.Sizde laikliği unutup halkın yanında olacaksınız.Eğer olmazsanız siz muhalefette,millet sevdalıları ise iktidarda olurlar. UFUK KOCAKAPLAN “Serbest Kürsü” hayatvekalem.blogspot.com

4


Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu (İnceleme) Takdim - Bu eser İdeolocya Örgüsü'ne bağlı olarak benim en başa alınması gereken verimlerimden biri... - Eser 20 yılı kadar önce Ramazan ayında ve üç defada konferans şeklinde verilmiş ve üç gece teravihten sahur vaktine kadar sürmüştür. - Geçen seneye gelinceye dek teyplerden naklen kaleme alınarak tarafımdan titizlikle muhafaza edilen ve birdenbire kitaplık çapta ortaya çıkarılmasını bekleyen üstüne titrediğim eserimi, temiz ve hatasız baskı, emniyet ve itinası içinde nihayet kitaplaştırıyorum. Evet, Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in üstadında belirttiği üzere geçmiş konferanslarından bizzat kendisi tarafından büyük bir titizlik içerisinde ve hatasız derlenmesi ile oluşturulan zamanında Batı tefekkürü ile düşününen bir adamın daha sonra İslam tasavvufu ile tanışıp hadiseleri her iki pencereden görüp okumak gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya döküp öyle sunmak okuyana büyük bir keyif vermekte. Bir fikir kitabı olmasına karşı adeta bir polisiye romanmış gibi gayet akıcı bir üslup ile tek bir nefeste hatmedilecek türden bir kitap. Bu kitabı özellikle meşrutiyetten itibaren batı düşünce sistemini kendileri için vazgeçilmez addeden aşağılık kompleksli sözüm ona aydınların! okumalarını ve sahip olduğumuz değerlerin farkına varmalarını isterdim.Eğer bunlar senin için önemliyse bu kitap başvurman gereken en önemli eserlerin başında geliyor. Bir insanın üstad diye anılması herhalde bu yüzden olsa gerek.. Şuurlu birçok insanın aklından geçenleri Necip Fazıl öyle güzel dile getirmiş ki,bazen tansiyonun yükseldiği,dilin sivrileştiği yerlerle insan daha da hayıflanıyor nasıl olur da insanlar hala Batı'nın sahte yüzünü ve kandırmacalarını göremez diye.Bizlere lisede,halen üniversitelerde felsefe adı altında aklı ön plana çıkarıp aslolanı,bizi Yaratan Rabbimizi unutturma eğiliminde, O'nun bizlere bu kainatı sunma rahmeti karşısında insanı O'na başkaldırmaya sevketme tuzağını gösterip bizleri bu noktada uyaran ve biran önce silkinip kendimize gelmemiz için bir nevi ihtar mahiyetinde... Teknik bilgilerede değinecek olursam kitabı elinize alıp okumaya başladığınızda göreceksiniz ki kitap iki bölümden oluşmakta. İsimden de anlaşılacağı üzere Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu. Bununla birlikte kitap 216 sayfadan oluşmuştur. Eyüp AKTUĞ “Serbest Kürsü” www.e-aktug.com

5


Eşeğe Altın Semer Vursan Eşek Yine Eşektir CHP’de işler karışık.Altı oku ikiye bölme peşindeler.Sav’cılar ve Kılıçdaroğul’cular diye Parti ikiye ayrılma noktaya gelmiştir. Yani her defasında ‘biz Atatürk’ün partisiyiz’ diye inleyen CHP; Atatürk’e en büyük ihaneti yapmıştır. Sonuç olarak kendi eliyle Gandi’yi genel başkan yapan Önder Sav kendi kazdığı çukura düşmüştür. Gandi’ye gelince. Sakın ola ki Önder Sav’ı parti dışına itmesi kimseyi kandırmasın.Çünkü bizim orda bir söz vardır.Eşeğe altın semer vursan eşek yine eşektir.Yani Önder Sav gitti diye KeMal Amca bişeyler yapıyor düşüncesine kapılmayın.Çünkü o ve partisi Türkiye Cumhuriyetini yönetemez,yönetmeye de aday olmamalı.Çünkü kendilerini darbe ambarında görenlerle,anayasa mahkemesinin arka bahçesinde ev kuranlarla bu halkın işi yoktur.Bunların işi belli.Ülkeyi karıştırmak,rahmetli Atatürk’ü kullanmak,yatıp kalkıp Laiklik dmek. Bunlar bunları çok iyi beceriyor,becermeye de devam ediyorlar. Ama bu ülke de kraldan çok kralcılık vardır. Ey CHP; Kendini kral sanarsın ama bu halk daima Karlcıdır.Unutma. Son sözü Halk söyler.Senin izinde gittiklerin değil.

UFUK KOCAKAPLAN “Serbest Kürsü” hayatvekalem.blogspot.com

6


Varlığı yoklukta arayan budala ! Eski zamanlarda Uzak Asya dediğimiz coğrafyada Konfüçyüs denen bir adam ahlak üzerine öğretiler vermeye başlamış. Bu felsefe o coğrafyaya öylseine tesir etmişki Budizm denen bir oluşumunda temellerine zemin hazırlamış. Budizmin hedefi, hayattaki acı, ızdırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açıklamak, ve bunları gidermenin yollarını göstermektir diye tanımlanmıştır. Madem ki hayatta ızdırap var ve bu ızdırapların kaynağıda hayatımızda ki ihtiraslarımızdan gelmekte, o halde budizme göre Nirvanaya ulaşabilmek için hayata dair herşeyden vazgeçmeli, dünyaya ait hiçbir aksiyon göstermemelidir. Velhasıl Budizm çözümü intiharda görmüştür. Bu dünya hayatının içini boşaltan bu inanış, günümüzde Yoga denilen uydurma bir öğreti ile tekrar kıpırdanmaya başlamıştır. Bu noktada inançlara saygısızlık yapmıyoruz. Zira Budizm bir inanç değildir. Sadece bir görüştür. Bir önceki yazımda(Devler kıvranıyor, cüceler çırpınıyor...) bahsettiğim üzere avrupa ve amerika bugün manasızlığın sıkıntısını çekmekte ve hal böyle iken bunun gibi çağ öncesi görüşlere mana diye sarılmaktadırlar. Oysa bunu bir inanç sistemi olarak benimseyen ve kurtuluşu dünyadan elini ayağını çekip suya sabuna dokunmadan bir ot gibi yaşayan ve nefes alıp vermekten, boşlukta mekan işgal etmekten başka bir işe yaramayan bu insanlar kurtuluşu intiharda gördüğü gibi medeniyete ve uygarlığada bir katkı sağlayamıyorlar İslam dinini gerici diye yaftalarken, İslam dininin medeniyete yapmış olduğu milyon kere çağ atlatan o büyük ilerlemeyi görmüyorlar görmek istemiyorlar. Vesselam... Eyüp AKTUĞ “Serbest Kürsü” www.e-aktug.com

7


Sözüm Aydınlara Sözüm bu ülkede Atatürkçü'yüm söyleyen sözde aydınlara: Hep takılımışımdır; laiklik üzerinden geçinen kesimlere.Ve hep gülmüşümdür onlara içimden gelmesede. Şimdi bu kesim haşa 'gökten özel indirilmişler sanki' kafalarına göre hareket ediyorlar. Bimiyorlar ki bu millet ne Kemalizmi dinler ne de dayatılan kanunları? Bilmiyorlar ki bu millet öyle bir millet ki;Mehmet Akif'in'Bir zamanlar millet hem nasıl milletmişiz,gelmişiz dünyaya millet milliyet nedir öğretmişiz'cümlesini her defasında söylemekte aynı zamanda da uygulamaktadır. Şimdi o küçük kesime,Atatürk üzerineden geçinen o zavallı kesime sesleniyorum: -Siz ne kadar da başörtüsünü diretseniz de BİZ ÖZGÜRLÜK DİYORUZ -Siz ne kadar Kemalizm deseniz bile BİZ YENİLİK DİYORUZ. -Bırakın artık Atatürk'ün üzerinden geçinmeyi.Bu ülke de artık laiklik yemiyor.Çünkü millet gerçeğin farkında.Laiklikliğin bu ülke de kolay kolay yok olamayacağını farkında.Olmazda zaten.Siz kendinizi kasmayın millet sizden daha iyi koruyor laikliği. -Artık sabah,akşam Atatürk demeyin.Biraz yenilikçi olun.Atatürk'ün çizgisinden ayrılmayın ama her olayı da bu çizgilere bağlamayın.Yani ÖZGÜR olun.Kendi fikirlerinizi sunun bu millete. Kısaca HÜR VE BAĞIMSIZ DÜŞÜNCELER ÜRETİN. -Ve size tavsiyem çıkıpta ara ara televizyonda show yapmayın.Hele Atatürk'ü show'unuza hiç sokmayın.İlk önce içinizde ALLAH KORKUSU oluşsun.Eğer bu varsa siz doğru yolda yürüyorsunuz demektir.Ama bu korku yoksa siz havlayın durun.Millet havlayanları sevmiyor.İş yapanları seviyor. Bırakın bu avrupa ağzı konuşmayı.Biraz kendiniz olun.Vicdanınız devreye girsin.Onun bunun düşüncesi yerine kendi hür düşüncenizi paylaşın artık bu medyada. Kimseye kendinizi ne SATTIRIN nede KOYUN GİBİ BİR KİŞİNİN DÜŞÜNCESİNDE GİTMEYİN.SAMİMİ OLUN. İŞTE O ZAMAN BU MİLLETİ KAZANIRSINIZ. UFUK KOCAKAPLAN “Serbest Kürsü” hayatvekalem.blogspot.com

8


İç savaş başladı ve tahminlerim...

Son üç gündür belkide şu yaşıma kadar gördüğüm görebileceğim siyaset tarihinin eşine pek rastlanmayan bir olayı ile karşı karşıyayız. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Önder Sav'ın bütün yetkilerini Gürsel Tekin'e devretmesi üzerine alevlenen bu yangında ne Kemal Kılıçdaroğlu kazandı nede Önder Sav kazandı. Bunun kazananı bence iktidar oldu. Seçimlere az bir zaman kalmışken ve bütün partiler büyük bir telaş ile seçmenin karşısına çıkmaya hazırlanırken %20'lerde gezen bir partinin biran önce toparlanıp biz nerede hata yaptık diye şapkasını önüne alıp düşünmesi yerine birbirleri ile kavga edip daha kendi içersinideki birlik ve beraberliği sağlayamamışken ülke yönetimine nasıl aday olur diye seçmen kendisene sorar ve sormakta haklıda. Ben hep CHP'yi samimiyetsiz olarak nitelendirmiştim. Hala öyle düşünüyorum. CHP her konuda kendisi ile çelişmekte dün akşam beyaz dediğine bugün siyah diyecek kadar düşmektedir. PEki bütün bu yaşananlardan sonra neler olabilir. Ben kısa bir tahmin listesi hazırladım. İlk önce en imkansızından başlayayım.

• • • • •

Milyonda bir ihtimal ile CHP bu zor dönemi atlatıp seçimlere gümbür gümbür gelip iktidar koltuğuna nihayet oturacak. Yüzbinde bir ihtimal ile seçimlerde AKP ile bir koalisyon hukumeti kuracak. Olası bir ihtimal seçimlerde yine yüzde 20 veya 17 gibi bir oy alıp ana muhalefet partisi oluşturulacak. Bir diğer olası ihtimal ise ana muhalefet partisi olma konumunu MHP ye devrecek ve mecliste üçüncü parti olacak. Belkide ihtimallerin en korkuncu seçmen artık CHP ye oy vermeyip belkide CHP meclise dahi giremeyecek.

Evet işte teorilerim bu şekilde. Bunlardan birisi mutlaka ve mutlaka olacaktır. Demedi demeyin.... Eyüp AKTUĞ “Serbest Kürsü” www.e-aktug.com

9


Ke-Mal Show Dün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramıydı. Dün Cumhuriyetimizin 87.yılını kutladık. Ama gelin görünki günümüz siyaseti yine bu güzel ve anlamlı günde yapacağını yaptı ve kendi siyasi karekterlerini Türk Milletine gösterdi. CHP denen bizim bir siyasi partisi var.Bilir misiniz bilemem.Bu siyasi partinin geçmişi onurla anılırken,bir kaç kendinizi bilmezler tarafından parti abluka altına alındı ve samimiyetten uzak bir yolda yürümeye başladılar. Çünkü CHP,29 Ekimde yine yaptı yağacağını ve genel başkanı yine anlamsız bir showa imzasını attı.Ve o genel başkan 'Ben halkla beraber kutlayacağım bu bayramı' diyerek Cumhurbaşkanının verdiği resepsiyona katılmadı.Sorarım Gandi'ye: -Yarın sen misal Cumhurbaşkanı olursan(bu imkansız çünkü boyunu aşar)ve sen bir 29 Ekim Cumhuriyet bayramında resepsiyon vermeyecek misin?Gidip dışarda uçan balonlarla mı kutlayacaksın bayramı.Hani devlet erkanı edabı?Hani nerde?Senki Atatürk'ün kurmuş olduğu bir siyasi partinin liderisin.Atatürk'te Cumhurbaşkanı idi.O da resepsiyonlar verdi.Şimdi kalkmışsın değişik fikirlerini bizlere gösteriyorsun.Ayıp ayıp.Bir kere dışarda kutlamana gerek yok.Çünkü CUNHUR DEMEK HALK DEMEKTİR.Yani Cumhurbaşkanı TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARINI TEMSİL EDİYOR bunu bilmiyor musun? 1.50 boyunla kalkmışsın boyunu aşan showlarda bulunuyorsun.Ayıptır ayıp. Sana oy verenler gerçi onlarından sizden farkı yok ama bu ülkeye neler kazandıracaksınız.Bilemiyorum. UFUK KOCAKAPLAN “Serbest Kürsü” hayatvekalem.blogspot.com

10


Devler kıvranıyor, cüceler çırpınıyor... Üstad bir konferansında şöyle bir tabir kullanmıştı: "Devler kıvranıyor, cüceler çırpınıyor...". Bu sözün manasını idrak edebilmek aslında meseleyi çözmek ile eşdeğerdir. Şu asırda insan makinanın hakimiyetine girmiştir. Batı kendi yaptığı makinanın esiri olmuştur. Madde yönünden doyan emperyalist batı devletleri ve amerika manaya erişemediği ve hiçbir zamanda erişemediği için bu meseleye bir çare bir formül aramakta adeta kıvranmaktadır. Amerika ve avrupada meydana gelen intiharlar bunun en büyük göstergesidir. Batı bu hal içerisinde iken yüzyıllar boyunca emperyalist batılı devletler tarafından sömürülmüş devletler ise çırpınmaktadır. Yani manaya sahip olmakla kurtuluşa eremeyen ve madde planında eksik kalan devletlerde şu asır içerisinde çırpınmaktadır. Çare nedir peki-diğer yazılarımda defalarca vurguladığımı yine söyleceğim; 1. Batılı devletler konusunda bir çözüm yoktur. Onlar kıvranmaya devam edecektir. Ancak ne zaman ki İslama sarılıp hak yolunu tutarlarsa kıvranmaktan kurtulup gerçek manada medeniyete kavuşacaklardır. 2. Çırpınan devletler için ise mana planından sonra maddeyede gereken ehemmiyeti verip bu iki pencereden baktıktan sonra hakiki dengeyi ne zaman kurmayı başarabilirlerse gerçek manada kurtuluş erecektir. İşte formül bundan ibaret kısacası kendimizi Allah'a teslim edip İslam'a var gücümüz ile sarılmak ve bir daha bırakmamak...Esen kalın... Eyüp AKTUĞ “Serbest Kürsü” www.e-aktug.com

11


Sevmeyi Öğreten Sevgililer Sevgilisine Temiz yaşadı. Temiz insandı. Rabb'ine tertemiz gitti. İçi temiz, üstü temizdi. Uzuna yakın orta boyluydu. Yüzü çok güzeldi. Mekke'de 13 yıl, Medine'de 10 yıl boyunca karanlıkları aydınlığına çevirmeye çabaladı. Yaşı 63'e vardığında yorgundu. Yılların yorgunluğu yüzünde değil belki ama vücudunda hissediliyordu. Bazen dalıyordu. Belki Uhud'da kaybettiği amcasını hatırlıyordu. Kulakları kesilen, vücudu parça parça edilen Hamza'sını. Belki de hicrette attan düşürülüp dört aylık çocuğunu kaybeden ve Medine'de uzun süren hastalıklı yaşamından sonra kaybettiği kızı Zeyneb'ini hatırlıyordu. Bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey vardı, o da dostunu, Rabb'ini çok özlemişti. Şerefli başını Medine'de, sevdiği eşi Hz. Aişe'nin dizinde Rabb'ine teslim ettiğinde hayal bile edilemeyecek büyük işler başarmıştı. Mevláná'nın dediği gibi: "Tasalanma! O kaybolmadı. Bütün bir álemdir O'nda kaybolan." Sevgililer Günü'nde O'nu hatırlamak istedim. *** Mütevazıydı. Kuran O'nun tevazuuna şahittir. Bir seferinde, "Beni İsa gibi uçurmayın. Ben Mekke'de kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum" diyecektir. Şu ayeti tefsir eder gibi: "De ki! Ben sadece sizin gibi bir beşerim; sadece bana ilahınızın tek olduğu vahyolundu. (Fussilet, 6) Şakacıydı. İhtiyar bir kadın, cennete gidip gitmeyeceğini sorduğunda şöyle cevap verecekti: "Hayır, cennette ihtiyar kadınlar bulunmaz!" Kadının yüzünün üzüntüyle gerildiğini gördüğünde ise tatlı tatlı gülümseyecek ve "Orada yeniden gençleşeceksin. Bu halinle değil, genç halinle cennette olacaksın" buyurarak en zirvedekilerin nasıl sımsıcak olmaları gerektiğini öğretecektir. *** Seni çok özledik ya peygamberimiz,senin yanında olmayı özledik,senin kokunu,senin sevgini,senin nurunu çok özledik. UFUK KOCAKAPLAN “Serbest Kürsü” hayatvekalem.blogspot.com

12


UYANIŞ Bir adamın yoklukta varlığı farkedişinin ve hakikate ulaşabilmek uğruna verdiği mücadelenin hikayesi...

1. Bölüm Bugün mecmua’dan birkaç arkadaş ile randevum vardı. Bana bir teklifte bulunacaklarını söylemişlerdi. Üsküdar’da öğleden sonra iki de buluştuk. Behçet ve Mehmet gelmişti. Fakat Murat yoktu. Bir oğlu olduğu haberini alır almaz memleketi Bursa’ya ilk uçakla yetişmişti. Biraz geçmişti ki garson yanımıza geldi. Behçet: — Üç çay, Mustafa Abi’nin ki karanfilli olacak. Daha önceleri de buraya çokça uğradığımızdan garson neyi kastettiğimizi anlamıştı. Mehmet bu koyu sohbet arasında bir fırsatını bulup esas mevzuya girdi. Kalın bir sesle: — Bizim sizin ile ilgili bir projemiz var. Hayat hikâyenizi her hafta tefrika şeklinde okuyucuya sunmak istiyoruz. ’80 döneminin binlerce mağdurlarından birisiniz. Bizi kırmamanızı ümit ediyorum. Böyle bir teklif geleceğini randevudan önce tahmin ettiğimden şaşırdığım söylenemezdi. Zira bir otobiyografi yazma arzumda yok değildi. Bir otobiyografi yerine bir mecmuada tefrika şeklinde sunulması bana daha cazip geldiğinden teklifi geri çeviremedim. Behçet girdi araya: — O halde vaktiniz varsa bugün başlayalım. Eğer sizin için de bir sakıncası yoksa? Öğleden sonra genelde vaktimi torunlarım ile geçirirdim. Ancak oğlum Yusuf ve ailesi tatile çıktığından şu sıralar evimde kitap okuyor kimi zamanda plak arşivimden istifade ediyordum. Behçet’in geri çevirmek istemedim. Garson çaylarımızı tazeledi. Ses kayıt cihazını da iyice yaklaştırarak ilk soruyu sordu: — Mustafa Abi bize nerede doğduğunuzu, nasıl bir çocukluk geçirdiğinizi anlatır mısınız? Hem çayımı yudumluyor hem de hatıraları gözümde canlandırarak eski günleri hatırlıyordum. 1 Ocak 1960 Ankara doğumluyum. Nüfusa 3 yıl geç yazdırıldığımdan esas ay ve gün 1 Ocak değil. Babam İsmail Bey vazifesine düşkün bir memurdu. Aslen

13


Tokat’tan gelme bir aile idik. Babamın vazifesinden dolayı Ankara’ya yerleşmişiz. Annem Fatıma Hanım ise çocuklarına oldukça düşkün el işi yaparak aile bütçemize katkıda bulunan bir ev hanımıydı. Biz 3 kardeştik. En küçükleri bendim. İki tane ablam vardı, büyük olan Zehra küçük olan ise Behiye idi. Aramızda ki yaş farkı fazla idi. Zehra ablam ile 15, Behiye ablam ile 12 idi. Bu sebepten çocukluğum yalnız ve içe kapanık geçti. İlkokulu ve ortaokulu Ankara’da okumuştum. Ortaokulun son sınıfında iken babamın ani ölümü ailemizi perişan etmişti. Zehra ablam ve eşi Selim abi bizi yüzüstü koymayıp evlerine almışlardı. Behiye ablam ise İstanbul’da tahsilini tamamlamış, hukuk fakültesini başarı ile bitirerek avukat oluvermişti. Bir sene kadar böyle geçtikten sonra Ankara’dan İstanbul’a yatılı bir liseye kaydımı yaptırmak istemiştim. Annem başlarda razı olmasa da onu ikna etmek benim için zor olmamıştı. Belki de bu kararı vererek hayatımın hatasını yapmıştım. 1975 senesinde liseye başlarken bana inanan insanları hüsrana uğratmamak için kendi kendime söz vermiştim. İlk senem benim için çok zor geçmişti. Babamın acısını unutmak için İstanbul’a sığınmam beni daha büyük bir yalnızlığa itmişti. Ancak yine derslerimi aksatmamam gerekiyordu. Okulumda gruplaşma hat safhadaydı. Ancak babamın bana verdiği öğütleri hatırlayarak bu gruplaşmalara girmiyordum. Kendi halimde liseyi bitirmenin derdine düşmüştüm. İlk senem her ne kadar zor olduysa da nihayet sınıfı geçmeyi başarmıştım. Artık ikinci sınıfa geçmiştim. İlk sene ki o acemilikten çıkmıştım. İstanbul denen bu şehri keşfetmek istiyordum. Ben ona bir adım yaklaştıysam o bana iki adım yaklaşıyordu. Başlarda bu bana eğlenceli gelmişti. Artık bu büyük şehirde kendime küçük bir çevre oluşturmuştum. Ancak bu yakınlaşmanın bir bataklığın kurbanını için çekmesi olduğunun farkına yıllar sonra vardım. Ailemin maddi durumu pekiyi olmadığından sık bir şekilde para sıkıntısı çekiyordum. Çoğu zaman sabah kahvaltısı ile günü geçiştiriyordum. Arkadaşlarımın hoyratça para harcaması beni kıskandırıyordu. Günler bu şekilde geçerken Ayhan isimli bir arkadaş ile tanıştım. Yaşı benden üç dört yaş kadar büyüktü. Lakin bana çok sıcak davranıyordu. Ara sıra paraya sıkıştığımda bir miktar parada verdiği oluyordu. Bir gün bana sosyal eşitlik, toplumsal adalet gibi kavramlardan bahsetti. Diğerlerinin su gibi para harcadığı bu düzen içerisinde benim onlar yanında fakir olmamın adaletsizlik olduğunu söyledi. Söylediklerini o zaman ki küçük dünyamda doğru buluyordum. Biraz zaman sonra bana çeşitli kitaplar getirdi. Kitaplardan birisini gerçek manasıyla okumamı istedi. Tam bu sırada araya Mehmet girdi: — Mustafa Abi vakit baya geç oldu. Bu bölümü mecmuada yayınlayalım izin verirsen. Sohbetimize Çarşamba günü yine buradan devam edelim sizin içinde uygunsa. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Belki de bu eski hatıralarımın tesiri hala üzerimde idi. Akşam ezanının semada yankılanması ile masamızdan kalktık ve Üsküdar Camii’nde akşam namazını kıldıktan sonra Çarşamba günü buluşmak üzere ayrıldık.

1. Bölümün Sonu

14


2.Bölüm Güneş henüz doğmamıştı. Sabah namazını eda etmek için Sultan Ahmet Camii'ne gittim. Namazdan sonra karşımda Ayasofya Camii'ni gördüğümde derin bir off çekerek içimden o günlerde gelecek diye geçirmeden edemedim. Kahvaltımızı mecmuadan tefrika için randevu verdiğim arkadaşlar ile yapacaktık. Derginin 47. sayısını Hilal Kitapevinden temin etmiştim. Tefrika'nın birinci bölümü için çokça telefon almıştım, eş dost tebriklerini iletiyor isabetli bir karar verdiğimi söylüyorlardı. Saat dokuza yaklaşıyordu. Randevularıma erken gitmek bir alışkanlık olduğundan ilk ben oradaydım. Biraz geçtikten sonra Behçet ve Mehmet, Murat ile birlikte karşıda göründü. Bursa'dan dün akşam dönmüştü. Masaya kurulduk hemen. Ortalık çok sakindi. Eminönü için alışmadığım bir durumdu. Murat yüzüme bakarak: — Geçen randevuya yetişemedim Mustafa Abi. Bir oğlum olduğundan çok acil Bursa’ya gitmek zorunda kaldım. Esasen bu randevuya da yetişme ihtimalim görünmüyordu. Fakat dergide ilk bölümü okuyunca oğluma Ahmet ismini koyup doğruca İstanbul’a geldim. Ahmet… Amcamın ismi idi. Çilekeş amcamın… Babamın vefatından sonra eniştem ile beraber annemlere büyük desteği olmuştu. Onunda maddi durumu olmamasına rağmen kuru ekmeğini dahi bizimle paylaşmıştı. Behçet kısık bir sesle: — Mustafa Abi, ilk bölümde çocukluk ve lise yıllarını yazmıştık. Bu bölümde lise yıllarından devam ederek üniversitedeki yaşadıklarınıza değinelim. En son Ayhan denen kişinin hayatıma nasıl müdahil olduğunu anlatmıştım. L şeklinde favorileri ile gerçek bir sosyalistti. O genç aklımla ona büyük bir hayranlık duyuyordum. Bana okumam için verdiği kitapları adeta ezberliyor sosyalist davanın temel taşlarını küçük zihnime sığdırmaya çalışıyordum. Derken liseden mezun oldum. Üniversite imtihanlarına hazırlanmaya başladım. Hazırlanırken Ayhan Abi’nin bana büyük yardımları olmuştu. Aynı evde kalıyorduk onunla. Üniversite imtihanlarında tatmin edici bir başarı yaptım. Makine Mühendisliği’ni kazanmıştım. Üniversiteyi kazanmam 1979 yılına denk geldi. Üniversite ortamı ile birlikte sosyalist hareket hayatıma daha çok girdi. O zamanlar sağ-sol kavgası vardı. Bizler sol tarafta özgürlük istiyor yürüyüşler düzenleyerek düzeni protesto ediyorduk. Aynı gün ve aynı saatte aynı yerde sağ bir grupta yürüyüş düzenliyordu. Ve kavga kaçınılmaz oluyordu. İlk sene bu yürüyüşlerin ön saflarında yer aldım. Yıl 1980 olduğunda ikinci sınıfa geçememiştim. Ülkede büyük bir kargaşa vardı. 1979 yılında kokusu hissedilen darbe 1980 yılında geldi. Üniversite ile ilişkimiz kesilmiş tahsil hakkımız elimizden alınmıştı. Memlekete amcamların yayına döndüm.

15


Bir sabah kapımız çalındı. Kapıyı yengem açmıştı. Gelenler askerdi. Beni sordular, yengem seslendi. Beni yaka paça alıp hemen götürdüler. Annem o gün evde yoktu. Eniştemlerde kalmıştı. Mahkemede yargılananlar arasında bende vardım. Ablam Behiye ablam mahkemede müdafaamı yapsa da beni 16 yıllık mahkûmiyetten kurtaramamıştı. Zaten cezalar önceden kesilmiş olduğundan mahkeme sadece bir formalite idi. 16 yıllık zindan hayatımın ilk günü anladım ki bizler kullanılmıştık. Ne sağ kazanmıştı nede sol. Amaç vatanı kurtarmaktı. Ama kendimizi dahi kurtaramamamız acı vericiydi. Artık günleri düşünce denizinde yolumu bulmak ile geçiriyordum. İnsanlığın düşmanı komünizme eşit olan görünüşte halkçı fakat uygulamada kapitalist bir salon davası tarafından kullanılmak aptal olduğumun bir göstergesiydi. Mahkûmiyetimin ilk üç yılı bu şekilde mana denizinde boğulmamak için çırpınmakla geçti. Daha sonra beni farklı bir cezaevine naklettiler. Dört duvar arasında 4. yılımı doldurmak üzereydim. Yeni cezaevinde bir amca ile tanışmam hayatımı değiştirmek ile kalmadı beni asıl hedefe doğrultarak yayda gerili duran bir ok haline getirdi. Bu mana denizinde beni boğulmaktan kurtardı. Akıl odalarımda biriktirdiğim ne kadar soru varsa hepsini sordum. Bu amcanın ismi Fazıl idi. Asıl kurtuluşun müminin miracı olan namazda olduğunu gösterdi. Artık bu dört duvar bana bir zindandan ziyade özgürlük kapılarını açmama vesile olan bir anahtar idi. Günlerimi bu şekilde değerlendiriyordum. Bir sabah namaz için uyandığımda Fazıl amcayı bıçaklanmış olarak buldum. Babamın ölümünden sonra beni yıkan tek olay bu olmuştu. Bana öğrettikleri elimden tutup beni sapık kollardan çekerek gerçek hakikati görmemde vesile olduğu için bu emaneti taşımayı kendime borç bildim. Saat öğleye yaklaşıyordu. Oğlum Yusuf ve ailesinin bugün tatilleri bitiyordu. Antalya’dan döneceklerdi. Onları karşılamak için sohbetimizi bölmek zorundaydım. Mehmet’te: — Allah razı olsun Mustafa Abi. Bu anlattıkların yeni nesle inşallah örnek teşkil eder. Bu sohbeti mecmuaya verelim eklemek istediğin başka hatıra yoksa. Diğer hatıralarımı sonraki bölümde yayınlamayı düşünüyordum. Üzerime hiç nakit almadığımdan hesabı Behçet ve Murat ödedi. Önümüzde ki Pazar buluşmak üzere oradan ayrıldım. Hava alanına gidip Antalya’dan gelecek olan torunlarımı karşıladım. Nihayet evimde sukutun senfonisi susacak yine çocuk kahkahaları ile dolacaktı.

2. Bölümün Sonu

16


3.Bölüm Güneş yavaş yavaş batıyor, bütün kızıllığı ile adeta İstanbul’u kırmızıya boyuyordu. İlk iki bölüm benim açımdan çok güzel bir etki bırakmıştı. Üçüncü bölüm için Behçet ve ekibi ile birlikte benim evde randevumuz vardı. Onlar için birkaç bir şey hazırladım. Biraz geçtikten sonra kapı çalındı. Gelenler Behçet ve Murat idi. Mehmet’i sordum, Murat cevapladı: — Mustafa Abi, Mehmet iki gündür hasta şuan evinde istirahat ediyor. Ancak üç dört güne iyileşip yeni sayı için hazırlıklara başlayacak. Şu sıralar İstanbul’da galiba salgın var. Benim torunlarımda Antalya’dan döndükten sonra hastalandı. Umarım biran önce iyileşir diyerek esas mevzuumuza girmek istiyordum. Bu hafta üçüncü bölümü okuyucuya ulaştıracağız değil mi? Diye sordum Behçet’e: — Evet, Mustafa Abi. Geçen hafta “Üniversite ve Zindan Yılları” adlı bölümü yazmıştık. Bu hafta hapishane yıllarınız ve hapishaneden sonra ki değişen yaşantınız ile devam edelim. Tam 16 yıl boyunca hapishanede Fazıl Amca sayesinde çok şey öğrenmiştim. Bir Müslüman’ın ne yapması gerekiyorsa elimden geldiği kadarı ile onu yapmaya çalışıyor günlerimi bu şekilde geçiriyordum. Haftada bir kere ailem görüşe geliyor bana umut veriyorlardı. Ne oldu nasıl olduysa 16 yıllık hapishane yaşantımın 9. yılında memlekette AF ilan edildi. Nihayet 32 yaşımda özgürlüğüme kavuşmuştum. Özgürlük dediysem parmaklıkların kaldırılmasından bahsetmiyorum. Zindan ile birlikte beni bulan ruhumun özgürlüğüne tam manası ile kavuşmuştum. Zehra ablamın 3 çocuğu olmuştu. Behiye ablam ise henüz evlenmemiş, mesleğinde ilerlemek için var gücüyle çalışıyordu. Hemen bir iş bulup aile bütçemize katkıda bulunmam gerektiğini anladım. Çünkü ailemin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar henüz geçmiş değildi. Cezaevinden arkadaşım olan İbrahim’i ziyarete gittim, iş konusunda bana yardımcı olabilirdi. Beni bir tersanede işe yerleştirdi. Bu işte 2 yıl çalıştıktan sonra artık bir yuva kurmanın vaktinin geldiğini anladım. Eşimle tanışmamız ise şöyle olmuştu; Ben bir akşam tersanede işlerimi bitirip eve dönerken mahallemize yeni bir ailenin taşındığını gördüm. Bu gibi durumlarda ailenin taşınmasına yardım etmek adettendir diyerek bende yardım ettim. Eşim Elif’i de o ailenin ortanca kızı olarak gördüm o anda ona karşı hislerim yavaş yavaş başladı. Derken artık küçük kız kardeşi vasıtası ile mektuplaşmaya başladık. Zamanla ailelerimizde tanıştı ve küçük bir törenle nişanlandık. Tersane işinden ayrıldıktan sonra biriktirdiğim para ile ev eşyaları vs. masraflarını karşıladım. Ve en nihayetinde 1993 senesinin Nisan ayında evlendik. Ve bu evlilikten bir oğlum oldu. Adını Yusuf koyduk. Onu benim düştüğüm hatalara düşmemesi için elimden ne geliyorsa yaparak 17


yetiştirdim. Şimdi is Yusuf hakikatli bir Doktor oldu. Mesleğinde 5. senesini dolduruyor. Sohbet uzayıp devam ediyordu. Ancak bundan büyük bir keyif alıyorduk. Behçet girdi araya: — Mustafa Abi, peki yazarlığa nasıl başladınız, bize birazda ondan bahsedebilir misiniz? Üniversite’den mezun olamadan hapse girmem aslında aklımı başıma getirmişti. O günden sonra daha fazla okuyor, daha fazla irdeliyor, daha fazla araştırıyor ve hakikatin idrakine daha fazla varıyordum. Bu noktadan sonra yazı ve şiir konusunda kendimi var gücümle geliştirmeyi amaçladım. Çünkü esas mücadele topla tüfekle verilmiyordu. Esas mücadele kalemin gücünde saklıydı. Birçok konferansa katıldım. Gerek dinleyici olarak gerekse konuşmacı olarak, hepsinden kendime bir pay biçtim. İnsanın bildiğini söylemeyip susması kadar korkunç bir vaziyet yoktur. Bu sebepten dolayıdır ki çeşitli mecmualarda bildiğimi gücümün yettiğince söylemeye bu davanın sesini duyurmaya çalıştım. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da başarısız olduğum söylenemez. Türkiye son yıllarda demokrasi adına çok büyük gelişmeler yaşadı. En başta referandum yani halk oylamasının sonuç ne olursa olsun ehemmiyetini anladı. Bundan dolayıdır ki Türkiye’de birtakım zararlı yani Türkiye’nin gelişmesine engel teşkil edici sistemler yavaş yavaş kaldırıldı. Birileri kendini bu dava yolunda feda etmeseydi bu noktaya nasıl gelebilirdik ki! Demokrasi şehidi Adnan Menderes’in, bir diğer şehidimiz Turgut Özal’ın tamamlayamadıkları hedefe ulaşmak için her bir birey var gücü ile çalışmalıdır, ben de yazılarım ile bu büyük ateşe en azından bir mum ışığı dahi katkı sağlayabilmek amacını taşıyarak yazıyorum ve yüce Allah ömür verdikçe de yazmaya devam edeceğim. Sohbet o kadar güzeldi ki, saat neredeyse gece yarısını bulmuştu. Çaylarımız soğumuş, hava biraz ayaza çekmişti. Mehmet telefon ile aradı: — Mustafa Abi, randevunuz nasıl geçti. Haftaya mecmuaya vereceğiz Mehmet kardeşim. Okuyunca sohbetimizi eminim ki biran önce iyileşmek ve diğer sohbetlerimize katılmak isteyeceksin. Mehmet’e karşı verdiğim bu cevap Mehmet’i sohbeti kaçırdığı için üzmüştü. Saat bayağı bir geç olmuştu. Behçet’in evi Anadolu yakasında olduğundan bu gece onu misafir ettim. Murat ile vedalaşıp bir sonraki sohbette görüşmek üzere uğurladım.

3. Bölümün Sonu

18


4. Bölüm Kapı zili uzun uzun çaldı. Sabahın bu saatinde kimseyi beklemiyordum. Merakla kapıyı açtım. Gelen küçük torunum Turan idi. Elleri arkasında ağır adımlarla evin içine girdi. Hayırdır Turan, ne oldu diye sordum. İnce sesi ile: — Dede evde çok sıkılıyorum. Abim hep ders çalışıyor. Babam da bugün hastanede nöbetçi bende senin yanına geldim. Geç bakalım salona diyerek torunumla öğleye kadar biraz vakit geçirdim. Kızım Hatice’yi arayarak merak etmemesini Turan’ın yanımda olduğunu söyledim. Saat bire doğru mecmuaya gitmem gerekiyordu. Bu sebepten torunumu evine bırakıp Anadolu yakasına geçtim. Bu sefer ki tefrika için randevumuza ben misafir olarak gidecektim. Mecmuaya ulaştığımda Behçet, Murat ve Mehmet’in beni okuma salonunda beklediklerini gördüm. Selam verip salona girdim. Bana geçen hafta ki sayının yüz bin civarına ulaştığını söylediler. Hatıralarımın ilgi çekmesi beni memnun etmişti. Mehmet: — Mustafa Abi, ben geçen hafta sohbetimize katılamadım. Hastalanmış olduğumdan ancak yeni iyileşebildim. Fakat 3. Bölümü okuduğumda gerçekten üzüldüm. Bu hafta nereden devam edelim. Haklısın Mehmet geçen hafta sohbetimiz çok güzel geçti. Artık senin şanssızlığında mı nedir bilemedik. Evet arkadaşlar bu hafta yazarlık yıllarım ve meslekte yükselişim ile devam edeceğiz. 3. Bölümde de vurguladığım gibi mücadelemizde esas güç kalemin sahip olduğu güçte idi. Amacımız vatandaşa bir şeyleri öğretmek değil sadece bir şeyleri hatırlatmak ve bu derin uykudan bir an evvel geç kalmadan uyandırmaktı. Yazarlık yıllarımın başında sağ görüşlü bir gazetede yazmaya başladım. O zaman ki hükümette sağ görüşlü bir parti idi. Ben her zaman tarafsız bir gözle yazmaya çalışmışımdır. Fakat bu o dönem için bende görülmek istenmeyen bir özellikti. Çünkü yeri geldiğinde hükümeti tebrik ediyor, yeri geldiğinde ise hükümetin yapmış olduğu yanlışları eleştirerek madalyonun her iki yüzünü de okuyucuya göstermeye çalışıyordum. Bunu birileri istemedi. İlk 3 senem bu şekilde zaman zaman sansürlenerek geçse de hiçbir zaman yılmadım. Ve en nihayetinde objektif tarafsız bir gazete de bir köşe bularak yazarlığa tekrar başladım. Bu aradaki bir yıllık aksama benden bir şeyler almamış aksine daha da hırslandırarak içimdeki yazma aşkını daha fazla alevlendirmişti. Bu şekilde 7 yıl boyunca aynı gazetede yazdım. Ve en nihayetinde çok değerli bir arkadaşım ile bir siyaset ve kültür dergisi hazırlamaya karar verdim. İlk başlarda maddi yetersizliklerden dolayı sadece sınırlı sayıda okuyucuya ulaşan dergimiz iki üç yıl içerisinde kendisini toparlayıp 15 günde bir yayımlanmasına rağmen aylık 500 Bin satışına ulaşmayı başardı. Şüphesiz bunda bu

19


yola beraber çıktığımız Umut Kardeşimin büyük payı vardı. Konuşmaya o kadar kendimi kaptırmışım ki Behçet’in sesini geç fark ettim. Behçet: — Mustafa Abi, bu tefrikanızın son bölümü artık bu noktadan sonra değerli okuyucularınıza vermek istediğiniz bir mesajınız var mı? Son olarak söylemek isterim ki. Evvela Türk Milletinin her bir ferdi başta olmak üzere bütün Müslüman alemine seslenmek istiyorum. Ortaçağ döneminde Avrupa denen karanlık uygarlık aşamasına gelememiş bir medeniyet o zaman ki Anadolu ve Mezopotamya havzası ile bugün yer değiştirmiştir. Büyük Üstâd bunu çok güzel izah etmiştir. Bende onu tekrarlamaktan öteye gidemeyeceğimden aynen aktarıyorum. Çünkü yüce Allah kelamına inanıpta uymayanlardansa, inanmayıpta uyanları dünyaya hakim kılmıştır. Bu aşamadan sonra her bir fert atasının kendisine miras bıraktığı Türk’ün öz ruhunu barındıran İslam iksirini içmeli ve yüce Allah’ın kelamına inanıp aynı zamanda uymalı ki bugünün Avrupa ve Amerikası Anadolu ile yer değiştirsin. İşte milli kurtuluşumuzun tek reçetesi budur. Bundan başka bütün kurtuluş çareleri yalan aldatmaca olacağından kurtuluşu İslam’a sarılmak olarak görmek ve kendimizi yüce Allah’a teslim edip esas özgürlüğe kavuştuğumuz an hem peşinden milli kurtuluşumuz gelecek hem de Türk esas kimliğine kavuşacaktır. Saat iki de gelmiştim mecmuaya şimdi saat yediye geliyordu. Zaman öylesine akıp geçmişti ki mecmuada bizde başka kimse kalmamıştı. Üç gün sonra tefrikanın son bölümü yayımlanacaktı. Son bölüm olması münasebeti ile ortam biraz sessizdi. Belki de bunun hüznü çökmüştü içimize. İşte yoklukta varlığı bulan ve hakikate ulaşabilmek için mücadele eden bir adamın hikâyesi… İnişli çıkışlı başlayan bu yolculuk henüz bitmiş değil. Bu dava ateşine bir mum ışığı kadarda olsa bir katkıda bulunabildiysem ne mutlu bana.

SON

20


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.