Yıl 4 | Sayı: 62 Nisan 2018 Fiyat:2,50TL
Bizim bir hayalimiz var! O SENE BU SENE OLACAK
İmtiyaz Sahibi Sırma AKCAN S. Yazı İşleri Müdürü Rafet GEZERTEKİN Görsel Tasarım Rafet GEZERTEKİN Editör Sırma AKCAN F. Yazarlarımız Ufuk AYKOL Ruhi ÖDEV Tevfik ÇETİN Tarkan KIZARTICI Tefrize ŞENGÜN Ramazan SOYLAR Armağan Pınar ADANAR Muhasebe Müdürü Muhittin YENİAY F. Reklam Pazarlama Tuğba KORKMAZ F. Hukuk Danışmanı S. Gökhan KARA F. Mali Danışman Ogün YOLDAŞ İletişim Atatürk Mh. Saraçoğlu Cd. No:12/D Ödemiş/İZMİR 0232 599 72 72 - 0532 287 98 92 www.srmmedya.com Ödemiş ilçesi genelinde fiyatı 2,50 TL (KDV dahil) Mecmua Dergi Yazarlarının ve reklam sahiplerinin hukuki sorumlulukları kendilerine aittir. Mecmua Dergi basın meslek ve ahlak ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Basım Yeri Kanyılmaz Matbaacılık Kağıt ve Ambalaj San. Tic. Ltd. Şti.
Nisan 2018
3
EDİTÖRÜN KALEMİ tıpkı “ağızdan her çıkan kelimeden sonra değişen döviz kuru” gibi devamlı artan ya da düşen fark var… Pamuğu, samanı, tütünü, hatta kırmızı eti bile dışarıdan ithal ediyoruz… Ve dahası… Topraklarımız mı verimli değil? Çiftçimiz mi çalışmaz? Yoksa ülkemizde üretimi yapılarak daha sağlıklı beslenmek insanımızın hakkı değil mi? Bütün dünyada GDO’lu ürünlere kota uygulaması varken (ki kendileri kullanmıyor bu ürünleri) Türkiye’de bunu neden tam olarak uygulayamıyoruz? Uygulamamak bir yana çiftçilerimizin kullandığı tohumların artık tamamına yakını GDO’ludur.
Bir Türlü MİLLİ Olamadık... Sırma AKCAN Aklımıza gelen, içinde alış-verişin olduğu her şeyde “yabancı para” var… Devletin yaptığı çoğu ihaleler, ithalat ve ihracatımız döviz üzerinden… Yaptığımız otoyollar ve köprülerde vaat edilen garanti ücretler döviz üzerinden… Ama gel gelelim ülkemizde yabancı para ile alışveriş yaptığımız bakkalımız, kasabımız, pazarcımız, kafeteryamız, meyhanemiz, balıkçımız, kebapçımız yok. Kısacası günlük yaşantımızda bu yabancı paraların geçerliliği yok. Hatta hizmet aldığımız için ödeme yaptığımız hastanemiz, okulumuz, eczanemiz, kamu kurumlarımız yok… Buna rağmen dolar yükseldi mi, bakkaldan aldığımız sakıza varana kadar her şeye zam geliyor. Anlayacağınız adı var kendi yok. Bir o kadar da ülkeyi karıştıracak kadar etkisi çok… Bir medya grubu düşünün: Satıcı ve alıcı Türk. Ama o kadar alışmışız ki (söyledikleri gibi 1 tanesiyle tamı tamına 4 kere tuvalete gidebildiğimiz) o yabancı paraya. İşte O MEDYA GRUBU O yabancı para üzerinden satıldı… Ülke içindeki büyük satışlarda bile türk liramızı kullanmaya gerek duymuyoruz… Öyle ki dolarınızı bozdurun diye çağrı yapılan bir ülkede dolar üzerinden satış yapılıyor ve kimseden ses çıkmıyor. O zaman sormazlar mı nasıl millisiniz diye!… Bu ne tas bu ne hamam… Son dönemde artan yerlilik ve millilik politikasıyla, hayatımızın gerçekleri arasında
4
Nisan 2018
Peki, bizim tohum üretme merkezlerimize ne oldu? ( Örn; Bolu, Kayseri, Nevşehir) Her şeyi yurt dışından almaya kalkmanın, üretimi sadece inşaat olarak algılamamızın sonucu bugün dolara ve euroya karşı bağlı oluşumuzun sebebidir… Hadi doğalgaz ve petrolün dövize endeksli olmasını anlayabiliriz de; temel ihtiyaçlarımızın bile borsanın tekeline muhtaç olduğu bir memlekette neyin millisi, neyin yerlisi?… Sadece üretimde sınırlı değil memleketimin YABANCI SEVDASI … Yapılan her yeni hastaneden sonra hala hastanelerimizin işkence merkezi olmaya devam etmesi ve en önemliside hayati önemdeki hastalıklarda çözümü yurt dışında aramamız? Oradaki doktor ile buradaki doktor arasındaki tek fark eğitim aldıkları ülkedeki okulun nitelikli olması. Yani Türkiyedeki eğitim sistemi, gelişen ve değişen ihtiyaçlarımızı karşılamıyor… O yüzdendir ki gençlerimizin ülkemizden kaçıp yurt dışında eğitim almak istemeleri… Mesela: Kardeşim lise son sınıf öğrencisi. Geçenlerde ona hala tıp okumayı isteyip istemediğini sorduğumda aldığım cevap beni hem üzdü hemde kendisine hak vermeme neden oldu. Tanıdığı doktorlarla görüştükten sonra ve kendi yaptığı gözlemler sonucunda tıp okumaktan vazgeçtiğini, ülkemizde doktorların çok ağır şartlarda çalıştığı için performans düşüklüğü yaşayarak hastalarına ayırmak zorunda kaldığı 3-5 dakikada kimi zaman yanlış teşhis, kimi zaman boş vermişlik haliyle yeteri kadar ilgi göstermemelerini söylüyor. Bu yüzden de kendinin faydalı ve sağlıklı bir doktor olamayacağını düşünmüş. Sadece yurt dışında iş imkanı olan (! )ve değer verilen GENETİK okumak istediğine karar vermiş… Ne acı ki kendi memleketimizde sağlığın,
eğitimin, hukukun, üretimin, üreticinin, işin, işçinin kısacası İNSANLARIMIZIN hakettiği bir yaşam yok… Bu ülkeyi terk mi etmeli? Yoksa terketmeden bir olup düzeltmeli mi? Hep gelişmiş ülkelerden örnekler verilir bizlere… Genelliklede Avrupa ve ABD… Bense Küba ve ABD’yi örneklemek istedim… ABD: Para birimine… Silahlarına… ( ki savaştığımız örgütlere de aynı silahı veren ) Lüks yaşam tarzına… Arabalarına… Uçaklarına… GDO lu ürünlerine… Tütününe… Obez yapan Mc Donalds’ ına… Demirdeki pası bile çözen kolasına… Kanser yapan ürünlerine ve sonra kanserin ömrünü uzatmak için üretilen ilaçlarına ÖZENİYORUZ DA… Kanserin direk tedavisini bulan ve çok kısa sürede yok eden Küba’ya neden özenmiyoruz? Toplam nüfusu istanbuldan daha az. Dolayısıyla milli gelirleri bizden çok çok daha düşük. Ada ülkesi olması sebebi ile temel gıda ürünlerini yetiştirememelerine rağmen halkın aç olmamasına, sokakta yatan vatandaşlarının olmamasına, eğitime ve bilime verdikleri önemden dolayı bugün okuma yazma oranının yüzde yüz olmasına, bebek ölüm oranlarının dünyada en az görünen ülke olmasına ve en önemlisi insanlarının yüzlerinin sürekli tebessüm içinde olmasına ÖZENMİYORUZ ?… Yerli ve milli olmaktan anladığım şey; Bu ülkenin tohumunu kullanmak, önce insanımızın sağlığını düşünmek, dünyanın artık terk etmeye başladığı santrallerden yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek, soya ve ayçiçeği yerine zeytin yağı kullanmak, üretim yapılacak ovaları beton binalar dikmemek ve çiftçimize olabildiğince destek vermek, insanlarımızın daha sağlıklı, eğitimli, özgür bir şekilde yaşayabileceği ülke yaratmak, çocuklarımızın bilimsel bir eğitim almasını ve en önemlisi de ülke insanımızın mutlu olmasını sağlamak… Bunları yapamadığımız takdirde yaptığımız hiçbir şeyin yerli ve milli olmadığını belirtmek gerek. “Havanda su dövmek” diye bir deyimimiz var bugünkü yaşantımız işte bu deyimimize benziyor. Sağlıcakla kalın…
BÖLGEDEN Mecmua dergisi olarak bu güne kadar bölgemizde yaşanan sorunları gündeme taşıyarak çözüm bulunması yönünde çalışmalarımızı sürdürdük. Dergimizin 62.sayısında da bölgemizin ekonomik olarak “amiral gemisi” olan hayvancılığın sorunları üzerine çalışmalar yaptık. Sektörle ilgili üreticiler ile yaptığımız görüşmeler sonucunda neredeyse tüm üreticilerin ortak sorunu yem fiyatlarının yüksek oluşuydu. Yem fiyatlarındaki artışın sebeplerini ve bu konu hakkında ki çözüm önerileri için bölgemizin en büyük yem üreticisi olan Ödemiş Yem’in Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ayhan Er ile konu hakkında röportaj gerçekleştirdik. Kendisine zaman ayırdığı için teşekkür ederiz.
Son dönemde yem fiyatlarındaki artışların sebepleri nelerdir? Ülkemizde yem fiyatlarına etki eden birçok faktör bulunmaktadır, fakat bu unsurların en önemlisi yemi oluşturan temel hammaddelerdir. Dolayısıyla konuyu daha sağlıklı anlayabilmek için öncelikle yem hangi hammaddelerden üretilir ve bu hammaddeler nerelerden, nasıl ve hangi şartlarda tedarik edilir oraya bakmak lazım. Ülkemizde üretilen büyükbaş ve küçükbaş yemlerinde kullanılan hammaddeleri ana başlıklar altında toparlayacak olursak, bunları protein kaynakları, nişasta kaynakları, enerji kaynakları, vitamin ve mineraller olarak sıralayabiliriz. Bu saydığımız hammaddelerin tamamını yurt içinden tedarik etmemiz maalesef henüz mümkün olmamaktadır. Bu saydığımız ana hammaddelerin yaklaşık % 55-60’lık kısmını ağırlıklı olarak Ukrayna, Rusya Nisan 2018
ve ABD gibi ülkelerden ithal etmekteyiz. Bu mevcut durumda ithalata bağlı üretim yapıldığı için döviz kuru yükselişleri doğrudan maliyetlere yansımakta ve fiyat artışı kaçınılmaz olmaktadır. Döviz kurlarının bu derece etkili bir maliyet unsuru olmasının yanında, özellikle son 3-4 aylık dönemde hammadde tedarikçisi konumundaki ülkelerde, mevsimsel olarak yaşanan rekolte düşüklüğü, kendi iç piyasalarındaki tüketimlerinin artması stok miktarlarını düşürmüş ve buna farklı ülkelerin hammadde taleplerinin de eklenmesiyle tüm dünyada fiyatlar yükselişe geçmiştir. 2018 Ocak ayı başlarından bu tarafa yem hammadde fiyatlarında yurt içi ve yurt dışında yaklaşık % 35-40’lara varan artışlar yaşandı, bunun üzerine üretim maliyetlerindeki diğer artışlarda eklenince hem sanayiciler hem üreticiler olarak maalesef bu kötü tabloyla karşı karşıya kaldık.
Bu sorunlarla ilgili neler yapılmakta ne gibi önlemler alınmaktadır? Tarım Bakanlığı’nın geçtiğimiz dönemlerde bu sorunlarla ilgili çalışmaları oldu ve devam etmekte. Yem satışında KDV sıfırlandı. Yem hammaddeleri ithalatında gümrük vergileri düşürüldü. Yem bitkileri ve yağlı tohum üretiminde desteklemeler verildi ayrıca bunların dışında üreticilere direkt olarak hem hayvansal hem de bitkisel üretimde çeşitli desteklemeler ve primler verilmeye devam ediyor. Ancak dışarıda hammadde fiyatlarının olağan dışı artması ve döviz kurundaki yükseliş alınan bu tedbirlerin maalesef zayıflamasına neden oldu. Soru: Üreticilerimizin bu sorun için kendilerince aldıkları bir önlem var mı? Ülkemizde hayvancılığın en yoğun yapıldığı yerlerden biri olan bölgemizde bazı üreticilerimiz bu fiyat artışlarına karşı
MEMLEKETTE DOLAR YÜKSELDİ
ÇİFTÇİDE TANSİYON önlem olarak düşük verimli hayvanlarını kestirme, hayvanlarına verdikleri yemlerin miktarlarını azaltma gibi yollara başvurdu. Bunun yanında daha ucuz ama kalite olarak daha düşük seviyelerde yer alan ürünlere yönelerek maliyetlerini düşürme çabası içerisine giren üreticilerimiz de oldu fakat bunun sonucunda da yeterli beslenme yapılamadığı için ileri ki dönemlerde hayvanlarda et, süt, buzağı verimi ve hastalıklara karşı direnç düşüklüğü gibi daha büyük ekonomik kayıpların oluşmasına maalesef zemin hazırlanmış olmaktadır. O zaman üreticilerimizin aldıkları önlemler bir seçenek değil, tepki olarak alınmış önlemlerdir diyebilir miyiz? Evet, bunlar üreticilerimiz tarafından artan maliyetlere tepki olarak atılan adımlardır ve hiç biri yem maliyetlerinin artışından kaynaklanan ekonomik açığı kapatacak sağlıklı birer seçenek değildir. Fakat bu uygulamaların yanında hayvanların ihtiyacı olan beslemeyi doğru şekilde yapmaya devam eden üreticilerimizin ise maliyetleri çok arttığı için karlılıkları minimize olmakta ve üretimin sürdürülebilirliği zorlaşmaktadır. Üreticilerimiz maalesef tam bir yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal durumu yaşamaktadır. Hayvansal protein kaynaklarının insanların beslenmesindeki önemi aşikârdır, yeryüzündeki sanayileşme, artan nüfusun ihtiyaç duyduğu yaşam alanlarının oluşumu maalesef tarımsal faaliyet alanlarının da küçülmesine neden olmaktadır, eğer doğru planlamalar yapılmazsa bu durum tüm dünyada yavaş yavaş hayvansal gıda maddelerinin üretiminin azalmasına ve değerinin artmasına neden olacaktır. Hatta orta ve uzun vadede protein kaynağı olan gıda maddeleri, ülkeler arasında koz unsuru olarak kullanılacak bir değer haline gelecektir. Bu denli önemli bir gıda maddesi olan proteinin üretiminde dışa olan bağımlılığı minimize etmek hem toplumun daha sağlıklı bir şekilde beslenmesi hem de ülke-
mizin ekonomisine büyük kazanımlar sağlayacaktır. Hayvancılığın gelişmesi ve ilerlemesi, insan sağlığı açısından da önemli bir konu. İnsanların hayvansal protein kaynaklarına da ihtiyacı var. Söylediklerinizden aslında şunu da anlayabilir miyiz; hayvancılığın gelişmesi, sağlıklı bir toplumun da habercisidir… Peki, bölgemizde ve ülkemizde, çiğ süt ve et üretimi ne durumdadır? Şu anda et ithal ediyoruz, gelecekte süt ithal edebilir miyiz? Özellikle içinde bulunduğumuz bölgede ve tüm yurtta son 15 yıldır çiğ süt üretiminde yaklaşık %100’lük bir üretim artışı yaşanmıştır. Bunun yanında et üretimindeki artış halen talebi karşılayamamaktadır. Yurt içindeki et ve süt ürünleri üretimimizdeki bu artış paralelinde tüketimin artışı ve az da olsa ihracatın artışı ile çoğunlukla dengeli bir arz talep döngüsü oluşturmuştur. Arz ve talebin dengesinin bozulduğu dönemlerde devletimiz ilgili kurumlarınca dengenin sağlanması için bazı regülasyon uygulamaları yapmaktadır. Bu uygulamalar arz-talep dengesinin tekrar sağlanması için faydalı olmaktadır. Fakat üretim maliyetlerinin kontrolü sağlanmadıkça, üreticinin kar marjını korumak pek mümkün değildir. Bu durumda üretimin azalması söz konusu olacak ve oluşan arz açığını kapatmak için et ithalatının yanında maalesef süt ithalatı da gündeme gelebilecektir. Sizce bu sorunun çözümü nedir? Bu gibi durumları yaşamamak için orta ve uzun vadede yurt içinde özellikle ithal ettiğimiz hammaddelerin rekabet edebilir maliyetlerle üretimlerinin sağlanması için desteklenerek üretimlerinin arttırılması ve doğru planlamalarla dışa olan bağımlılığın azalması sonucu benzer sorunlarla daha az karşılaşmayı umut ediyoruz. İyi bir tarım politikasıyla çiftçilere üretim yapmalarını sağlamak. Hayvanlara ham madde olarak verilmesi için kullanılan ürünü çiftçi ekmeli.
Sayın Abacıya bir üretici olarak yem fiyatlarındaki artışın sebebini ve yine bir üretici olarak çözüm önerisini sorduk… Çiftçi Mustafa Abacı: “Hayvancılıkta gelişmişliğin ölçüsü, yem bitkisi ekiliş oranlarıyla doğrudan ilişkili. Avustralya’da ekilen arazilerin yüzde 50’sini yem bitkisi oluştururken bu oran Avrupa’da yüzde 25 - 35’ler arasında seyrediyor. Ülkemizde ise yüzde 10’un altında kalıyor. Ülkemizin ve çiftçilerimizin hayvancılıkta başarılı olabilmeleri için mevcut arazilerimizin %30’unu mutlaka yem bitkisi ekmeye mecburuz. Kuraklık nedeniyle Ülkemizde ve Ortadoğu’da baş gösteren yem bitkisi, kaba yem açığını kapatmak için yem bitkileri ekiliş alanları hızla artırılmalı. Son yıllarda ticari olarak tarlasına yem bitkisi ekip satan çiftçiler yüksek kazançlar elde etmeye başladı. Türkiye’nin dünya hayvancılık pazarında rakipleriyle rekabet edebilmesi için kaba yem açığını hızla kapatmalı. Bunun içinde dünyadaki hayvancılık yetiştiriciliği tekniklerini çok iyi takip ederek hammadde yüzünden yükselen yem fiyatlarının aşağılara çekilme yolları aranmalıdır. Son yıllarda yağışların yetersiz kalması, yem fiyatlarının maliyetlerinin artması nedeniyle alternatif aranmalı ve, “Susuz tarlalara dahi ekilebilecek kaba yem üretimini artırma çabalarına öncelik vermeliyiz. Alternatif ürünlerin yetiştirilmesi demek hammadde yüzünden yükselen yem fiyatlarının düşmesine neden olacaktır. Hayvancılıkla uğraşanların rasyonda kullanılan hammaddelerden arpa, buğday, mısır, çavdar, trikale gibi ürünleri daha çok yetiştirerek yem fiyatlarının dışa bağımlı olmasını engellemesi otomatik olarak fiyatların düşmesine sebep olacağı aşikârdır.“ dedi…
Nisan 2018
7
ÇOCUK SAĞLIĞI
!
Ülkemizde aşı reddi 23 binlere çıktı
KIZAMIK
SALGINI KAPIDA
Bazı aileler çocuklara yapılması zorunlu olan aşıları ve grip aşısı gibi önleyici aşıları “Kanada’da grip aşısı yerine D vitamini veriliyor, İngiltere’de artık grip aşısı önerilmiyor, aşıların içinde alüminyum var” gibi nedenlerle çocuklarına ve kendilerine yaptırmak istemiyor. Tartışmaların giderek artması nedeniyle Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan açıklama yaptı.
KIZAMIK NEDİR?
“Özellikle çocukluk çağı aşılarında ciddi sıkıntı yaşamaya başladık. 2017 yılında 23 bin kişi çocuğuna aşı yapılmasını reddetti. Bu aşılar arasında kızamık, kızamıkçık, kabakulak, difteri, boğmaca, çocuk felci, menenjit aşıları bulunuyor. Aşıyı reddedenlerin sayısı 50 bine çıkarsa Türkiye’de ciddi bir kızamık salgını meydana gelebilir. Bu sayıya ulaşmak da bu gidişle hiç de zor değil. 2011’de
aşı reddi 183’ken, 2013’te 980, 2015’te 5 bin 400, 2016’da 12 bin oldu. Yani insanlar aşı konusunda yalan yanlış konuşmaya devam ederlerse, rakam katlanarak artacak, karşımıza salgın olarak çıkacak.”
Bu durum bizi korkutmaya başladı. Bu çocukların hastalığa yakalanmaması için hastalık etkeninin toplumda dolaşmaması gerekir. Yüksek oranda aşılarsanız çocukların hasta olma ihtimali neredeyse yok olur.
“AŞI YAPTIRANLAR DA TEHLİKEDE”
“100 ÇOCUKTAN 20’Sİ ÖLÜR”
“Çocuğuna aşı yaptırmamayı özgürlük olarak görenler var. Bu karar aşı yaptıran aileleri de maalesef etkiler hale geldi. Çünkü hiçbir aşı tek başına yüzde yüz korumaz. En yüksek korumaya sahip olan kızamık aşısı bile yüzde 98 korur. 2017 yılında 85 çocukta kızamık vakası görüldü. Bunların 4’ü aşılanmıştı. 2018’in ilk üç ayında kızamık vaka sayısı 44’e ulaştı. Üstelik bu çocukların 3’ü aşılanmıştı. Yani artık aşı yaptıran çocuklar da tehlikede. Yaklaşık 15 yıldır böyle bir tablo ile karşılaşmamıştık.
Kış mevsiminin sonu ve ilkbaharda daha sık olarak görülen kızamık virüsü ile meydana gelen akut, döküntülü bir enfeksiyon hastalığıdır. Hava damlacıkları yoluyla kişiden kişiye geçen oldukça bulaşıcı ve ölümcül olabilecek bir enfeksiyondur. Virüsün kuluçka dönemi 10-14 gündür. Şikayetler başlamadan önceki iki gün ile döküntü başladıktan sonraki dört gün en bulaşıcı dönemdir. Bir kez geçirildiğinde hayat boyu bağışıklık bırakır.
Nisan 2018
Salgın meydana gelirse geçmiş veriler şunu gösteriyor ki, her kızamık geçiren bin çocuğun 100’ü hastaneye yatacak. Bu çocukların yaklaşık 20’si ölecek, 30’unda beyin hasarı meydana gelecek. Aşı konusunda artık ciddi bir bilinçlendirme şart. Çünkü Türkiye’de zorunlu aşılama yok. Belki artık zorunlu aşı uygulaması tartışılabilir. Aşının aleyhinde insanlar her yerde konuşamamalılar. İnsanların artık bu sorumluluğu hissetmeleri lazım. Batı ülkelerinde de çok yerde zorunlu değil, ancak yaptırmayanlar yalan yanlış konuşmuyorlar.”
İŞ GÜVENLİĞİ
Güle Güle Git İşine Sağlıkla Dön Eşine Kamil SEVER A Sınıf İş Güvenliği Uzmanı Kafiyeli bir başlık oldu girişte.Akılda kalsın istedim.Güle güle diyerek evden sevdiklerince işe uğurlanan çalışan,eşine, çocuğuna,sevdiklerine sağlıkla dönebilmesi çalışmalarımızın temelini oluşturan amaç.Bugün ülkemiz çalışan nüfusu içinde yer alan ,sabah sevdiklerine hoşcakal diyerek evden işe gidip tekrar evine dönemeyen ortalama dört çalışandan söz ediyorsak,çalışma yaşamında güvenlik kavramı eksikliğinin olduğu açıktır. İş Sağlığı ve güvenliği; çalışma yaşamında iç içe yaşayıp göz ardı ettiğimiz kavram.Çalışma yaşamınınher alanında ,her döneminde çalışanlar bu kavramın kapsadığı bir dizi önlemi çalışma yaşamına uyguladığı oranda kaza denilen kavramla karşılaşmadan meslek hastalığına yakalanmadan kendine, sevdiklerine ve çalışma arkadaşlarına karşı hatta ülkesine karşı sorumluluğunu yerine getirmiş olur. İş sağlığı ve güvenliği kavramını biraz daha açacak olursak ; İş kazalarının neden olduğu kayıpları en aza indirebilmek amacıyla yapılan, çalışanların işletme ve üretimin her türlü tehlikelerinden, zararlarından korunmasını hedefleyen bilimsel araştırma ve çalışmalar bütünüdür.
10
Nisan 2018
Bu çalışmaların başarıya ulaşması öncelikle küçük yaşlarda ailede başlayıp, okulda ve çalışma yaşamında sürdürülebilir bir iş sağlığı ve güvenliği sistemlerinin oluşturulup uygulanmasıyla mümkündür. Bu kavramın hayata geçmesi ve kalıcılığı çalışma yaşamındaki iyileştirmeler ancak bir güvenlik kültürü ile mümkün olur. İş güvenliğine en büyük engel “Sakınan göze çöp batar” ,“Sen ne yaparsan yap her şey olacağına varır “ anlayışı gibi kadercilik ya da “Acı patlıcana kırağ çalmaz”, “20 yıldır ben bu işi böyle yapıyorum bana bir şey olmaz “ vb. yaklaşımlardır. Bu nedenledir ki İş kazalarında Avrupa da 1. Dünya da 3.Sıradayız. Bu nedenledir ki ülkemizde;2014 de 1886,2015 de 1730 ,2016 da 1970 , 2017 de de 2006 çalışan iş kazalarında yaşamlarını yitirmişlerdir.Dünyada ise bu sayı her yıl yaklaşık 2 milyondan fazladır. Güvenli bir ortamda çalışmak her çalışanın hakkı olduğu kadar her çalışanında bu tablodan ders çıkarması gerekir. Zira iş kazalarının %88 i güvensiz davranışlardan oluşur. Mesleki körlük, aşırı güven, eğitim eksikliği, yorgunluk, iş tatminsizliği, işini beğenmeme, iş yerini sahiplenmeme gibi durumlar sonucu bilinçsiz ,dikkatsiz, kural tanımaz disiplinsiz çalışma, bu tablonun habercisidir. Durum bu olunca çalışma yaşamında canlarını kaybeden, yaralanan, hastalanan çalışanları anma ve tekrarlarının yaşanmaması için algı oluşturmak amacıyla 2001 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) 28 Nisan tarihini “Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü” olarak ilan etmiştir. Böylelikle mesleki kazaların ve hastalıkların tüm dünyada önlenmesi adına bu günde sorunun boyutlarına uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye, çalışma yaşamındaki ölümlerin ve yaralanmaların azaltılmasını sağlayacak bir güvenlik ve sağlık kültürünü oluşturmaya çalışmıştır.Daha sonra 2003 yılından itibaren dünyada çeşitli etkinliklerle anılan bir gün haline gelmiştir. Ülkemizde ise her yıl, Mayıs ayının ilk haftasına denk gelen 4-10 Mayıs günle-
ri İş Sağlığı ve Güvenliği haftası olarak kutlanmaktadır. Çalışma yaşamı işin niteliğine göre çeşitli riskleri beraberinde getirir.Meydana gelen iş kazalarının bir bölümü ölümle, bir bölümü ise sakatlanma ve yaralanmalarla sonuçlanmaktadır. Çalışma yaşamımızda iş sağlığı ve iş güvenliği üzerinde önemle durulması gerektiği konusunda başlayan çalışmaların dönüm noktası 30 haziran 2012 de çıkan 6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği kanunudur. Bu kanun; işverenleri, işyerlerinde her türlü önlemi almak, araç gereç ve teçhizatı yeterli miktarda ve kalitede sağlamak, çalışanlarını mesleki riskler konusunda uyarıp önlem almak, kanuni hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyumu denetlemek, uygunsuzlukların giderilmesini sağlamak gibi çalışanlarına karşı yüklediği sorumlulukla İş sağlığı ve güvenliğinin eksiksiz sağlanmasını hedeflemiştir. Kısaca kanunun amacı sağlıklı ve güvenli çalışma ortamlarının sağlanması ve mevcut şartların iyileştirilmesidir. 6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği kanunuyla sektörlerin barındırdığı tehlike ve risklere göre işyerleri Az Tehlikeli, Tehlikeli, Çok Tehlikeli olmak üzere üç gruba ayrıldı . Kazaların çokça yaşandığı madenler, inşaatlar gibi iş yerleri Çok tehlikeli, imalat sektörünün içinde olduğu yerler tehlikeli, hizmet sektörü gibi işyerleriyse az tehlikeli grupta yer aldı. 1.822.000 İşyerinde 14 milyon sigortalı çalışanımız için özellikle 2014 Ocaktan bu yana iş sağlığı ve güvenliği çalışmaları, Çok tehlikeli ,Tehlikeli ve 50 den fazla çalışanı olan Az Tehlikeli işyerlerinde sistemli olarak başladı. 1 Temmuz 2020 den sonraçalışanı olan tüm işyerleri artık bu çalışmaların içinde yer almış olacak. 28 Nisan ve 4-10 Mayıs arası anma için yapılacak etkinliklerin tüm sektörlerde iş güvenliği ve sağlığını geliştirmeye yönelik çabalara ivme kazandırması dileklerimle işveren ve çalışanlarımızın günü kutlu olsun.
11
SAĞLIKLI YAŞAM
Rahim Ağzı Kanseri ve Kanserden Korunmak İçin Aşılanma Ramazan SOYLAR Rahim ağzı kanseri (serviks kanseri), tüm dünyada 15-45 yaş arası kadınlarda meme kanserinin ardından en yaygın görülen ikinci kanser türüdür. Dünyada yaklaşık olarak her yıl 500 bin kadın bu kansere yakalanmakta ve bunların yarıdan fazlası hayatını kaybetmektedir. Rahim ağzı kanseri vakalarının çoğunluğu bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Önemli bir diğer nokta da rahim ağzı kanseri diğer kanser çeşitleri gibi kalıtsal geçişli değildir. Her kadında görülebilir. Human papilloma virüs dediğimiz HPV virüsü bu kanserde ana rolü oynayan etkendir.
12
Nisan 2018
HPV virüsü sadece insanlarda hastalık yapar. Gebelikte bu virüsü taşıyan anne, doğum sırasında da bebeğine bulaştırabilir. Genellikle cinsel ilişki ile bulaşan bu virüs, temas yoluyla da bulaşabilmektedir. Tüm dünyada bu virüse bağlı hastalıklar çok sık görülmektedir. Bazı kişilerin bünyelerinde HPV yıllarca sessiz olarak bekleyebilir ve kişinin sigara içmesi, meyve ve sebzeden fakir beslenmesinin olması, bağışıklık sisteminin zayıflaması durumunda, yaşının ileri olması gibi durumlarda bu virüs hastalık yapabilir. Bunlar içinde en önemlisi de rahim ağzı kanseridir. Rahim ağzı kanseri ilerleyici bir seyir gösterir ve hızla diğer vücut bölgelerine yayılarak ölüme neden olur. 40 yaşlarından itibaren kanser daha sık görülmektedir. Cinsel olarak aktif dönemde HPV daha sık görüldüğü için kız çocuklarımıza dokuz yaşından itibaren bu hastalıktan korumak için aşılama yapılmalıdır. Bu aşılar kız çocuklarında kanser öncüsü olan durumların tamamına yakınından, kanser vakalarının da tamamından koruyuculuk sağlamaktadır. Bu nedenle biz çocuk hekimleri olarak bu aşılara ayrı bir önem vermekteyiz. Türkiye’de rutin taramalarda smear uygulaması düzenli yapılmadığı için rahim ağzı kanserini erken aşamada saptamak genellikle mümkün olma-
maktadır. Çoğu kişide ileri safhada saptandığı için de ölüm sık görülmektedir. Aşılamada ki amacımız bu virüsle karşılaşmadan çocuklarımızı koruyabilmek ve bu virüsün oluşturabileceği risklerden korumaktır. Aşılama yapıldıktan sonraki koruyuculuk virüsle bulaş sonrası gelişen koruyuculuğa göre 100 kata yakın daha fazladır. En yüksek aşılamaya bağlı koruyuculuk ta 9-15 yaş arasında olunan aşılama ile gerçekleşmektedir. Günümüzde uygulanan rahim ağzı kanseri aşıları kansere neden olan HPV tiplerine karşı %100 koruyucudur. Bu nedenle henüz HPV ile karşılaşmamış olan kız çocuklarımızı ve toplum sağlığı açısından da kadınlarımızı rahim ağzı kanseri aşısı ile aşılamak için lütfen hekiminize danışınız. Sağlıklı günler diliyorum. Sevgilerimle.
ABİDİK GUBİDİK
Murat Kekilli, müzik hayatında ikinci kez albümüne aldığı ‘Bu Akşam Ölürüm’ adlı şarkısının ardından Türkiye genelinde intihar olayları yaşanalı ve Reha Muhtar bu olaylar üzerine; ‘Bana bak! Ketili misin, Kekili misin, adını bile bilmiyorum. Arkadaşlarıma sordum onlar da bilmiyorlar. Bir daha böyle şarkılar yapma!’ diyeli 13 yıl oldu…
İzmirli bir iş adamının oğlunun sünnet düğününe katılan Bülent Ersoy, sünnet çocuğuna “Ben de sünnet oldum, korkma” diyeli 23 yıl oldu. Serdar Ortaç, “Topu topu 7 nota var kaç ayrı beste yapılabilir ki” diyerek birbirine benzeyen bestelerinin formülünü açıklayalı 8 yıl oldu.
Yeşilçam Film Akademisi, efekt kullanılmayan “Aşk Tesadüfleri Sever” filmine “En İyi Efekt Ödülü” vereli 2 yıl oldu.
Asena’nın vurulmasının ardından doktoru ‘’Asena biliyorsunuz bir dansöz ayaklarıyla hareket eden bir insan’’ açıklamasında bulunalı 10 yıl oldu.
Süleyman Demirel, “Herkes benim gibi dün dündür bugün bugündür deyip işin içinden çıkamaz.” diyerek işin içinden bir daha çıkalı 15 yıl oldu.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, kendisini gördüğü için sevinen vatandaşa “Nereden bileyim sevindiğini hadi bi takla at” diyeli 2 yıl oldu.
İsraili boykot için bankadan kredi çekip 1 kamyon Coca Cola alan ve bunları döken Balatacı Necip’in evine haciz memuru geleli tam 3 ay oldu.
Urfaspor’da oynayan Mahmut Tuncer, Urfa’nın kurtuluş gecesine İbrahim Tatlıses gelmeyince sahneye çıkıp türkü dünyasına gireli 38 yıl oldu.
Adıyaman’da bir vatandaş, midesinin kirlendiğini düşünerek 3 bardak sıvı sabun içince hastanelik olalı 4 yıl oldu.
NTV spikeri, ligdeki bütün takımların puanını eşitleyerek ligi daha heyecanlı hale getireli 7yıl oldu.
Müslüm Gürses, ilk cep telefonunu aldığında “Şebeke yok” diyen arkadaşına “Benim şebekeyle,örgütle işim olmaz kardeşim” diyeli 15 yıl oldu.
14
Nisan 2018
Endonezya’da polis ele geçirdiği 3 ton esrarı meydanda yakınca kasabalılar kafayı bulalı 3 yıl oldu.
15
YEREL GÜNDEM
BU İŞ
YÜREK İSTER Futbol sevgisi bir başkadır. İnsanoğlunun yürekten sevip bağlandığı, bazılarına güre son derece anlamsız bulunan, kim ne derse desin bağımlılık yapan, 11 kişinin spor yaptığı ve milyonların sadece izlediği yaşam biçimi haline gelen bir bağımlılıktır bu. Konumuz yerel olunca ve eğer gündemimiz futbol ise tabii ki Ödemişspor’u konuşacağız. Her ne kadar ÖDEMİŞ BELEDİYESPOR olarak adını değiştirmiş olsak da onun adı bizim için hep ÖDEMİŞSPOR dur. İlçemizin tek futbol kulübü olan Ödemişspor, profesyonel olarak şimdilerde de amatör olarak kurulduğu günden bu yana Türk futbolunun özellikle Egemizin bir rengi olmuştur. Ödemişspor’a yönetimsel açıdan bir bakalım istedim. Kolay değildir bir spor kulübünü yaşatmak. Özellikle konu futbol ise ve hedefli de olmak isteniyorsa çok maliyetli bir iştir. Futbol takımı dediğin en az 30 kişilik bir ekiptir. Yöneticilik, gönüllük esası ile yapılır. Onunla
da kalmaz maddi manevi desteklemek gereklidir. Her hafta sonu, senin gündemin olur futbol takımın. Ailene o kadar zaman ayıramazsın. Gönüllü olarak çıktığın yolda, artık sorumlulukların vardır. İlçeye karşı, taraftarına karşı. Alınan bir galibiyet ile tribündeki taraftarını mutlu gördüğünde mutlu olursun ancak. Mağlubiyet alınmış deplasmandan dönerken o yol bitmek bilmez. İki-üç gün sonra kendine anca gelirsin. Tüm futbolcularının sorunlarını ayrı ayrı dert edinirsin. Kendi çocuğunun sorununa bu kadar kafa yormamışsındır. Ama her zaman öncelik sporcunun sorunundadır. Ödemişsporun yaşaması için yıllarca emek vermiş olan Ertuğrul Özdemir (Ormancı) ağabeyimi anmadan geçemem. Yöneticilerin bıktığı, herkesin etrafa kaçıştığı, bu takım ilçenin kardeşim bana ne, kulübün anahtarını kaymakamımıza bırakıp gidelim dediği günlerde sahip çıkmıştır, kulübün kongre yapa-
mama durumu ile karşı karşıya kaldığı günlerde kongrenin gerçekleşmesini sağlayıp kulübü yaşatmıştır. Mekânın cennet olsun Ertuğrul abim… Ödemişspor sevgimi bilen Ertuğrul abi beni 1989 yılında mutlaka yönetim kadrosunda olman gerek diye kulüp yönetimine girmemi istemiştir. Giriş o giriş ondan sonra yaklaşık olarak 23 yıl kesintisiz yöneticilik süreci. Yönetim kadrolarımız sürekli değişse de harmanı dövecek birisinin mutlaka olması gerekiyor ya işte o da ben oluyordum. Bu süreçte birçok yönetici arkadaşım oldu. Mutluluğu, sevinci paylaştığım çok güzel dostlarım oldu. Her hafta sonunu, hafta içi toplantı günlerini bile birlikte geçirir olmuştuk. Bu süreçte, Belediyede çalıştığım dönemde tanışmıştım Ufuk Kızıler ile. Yürekli, özgüveni yüksek, fedakar, dürüst… Sizin anlayacağınız dost olunabilecek adam gibi adam dedim içimden… Nitekim de öyle oldu. 2002 yılında ilk olarak yöneticiliğe soyundu ve o gün bu gündür futbola ve Ödemişspora olan sevgisi her geçen gün katlanarak büyüdü. Tanımanızı istedim Ufuk kardeşimi, adaşız nede olsa… Dedim ya kulüpleri yönetmek bir ekip işidir. Yıllarca yönetim kurullarında birbirinden değerli isimler yer aldı ve hala da bu işe çok emek veren görevlerini sürdürmeye devam eden yöneticilerimiz var. Bu öyle bir sevgi ki, hatır için yönetime giren arkadaşınız zamanla sizden daha tutkulu bir hale geliyor. Hele hele bir de başarı gelir ise keyfine doyum olmuyor. Ancak her ekipte yine de itici bir güce ihtiyacınız var. Liderlik yapacak, işin yükünü her an sırtlayacak bir güç. Bıkmadan usanmadan çabalayacak. İşte o isim oldu Ufuk Kızıler. Başarmak için önce inanmak gerek.
16
Nisan 2018
ŞAMPİYON ÖDEMİŞSPOR
Ödemişsporumuz uzunca süredir futbol serüvenini amatör olarak sürdürüyor. Tabii yeter artık 3. Ligi istiyoruz demek kolay. Önceki yıllarda 3. Lig 10 guruptan oluşuyordu ama şimdi 3 gurupta toplandı. Şu an mücadele ettiğimiz BAL ligi aslında daha önceki yıllarda 3. Ligdeki 10 gurubun ege takımlarının yer aldığı 3. Lig guruplarından birisi idi.
Sayısal anlamda daralma olunca işler zorlaştı. Eskisi gibi 3. Ligdeki grup sayısı 10 olarak devam ediyor olsaydı zaten şuan 3. Lig de idik. Bu zor mücadeleyi yıllardır sürdürüyoruz. Bu sezona kötü bir giriş yapmamıza rağmen herkes bitti dediği anda bile Ufuk Kızıler kardeşim “bu iş bitmeyecek, bu sezon gurubu lider bitireceğiz” dediğinde birçok kişiyi inandıramamıştı.
veren dostlar, teşekkürler, yüreğinize sağlık. Teşekkürler deplasman deplasman koşuşturan cefakar Ödemişspor taraftarına, teşekkürler ÇAMLIK TAYFA’ ya… Ama devam ediyoruz yılmak yok!.. İlçemizi bu sevgiden mahrum bırakmak yooooook…
Bu inancı yönetime ve yakın çevresine kabul ettirmek için uğraşırken gecesi gündüzü kalmadı. Bunun en yakın tanığı oldum. Sağol cesur yürek. Bu gün grubu şampiyon olarak bitirdik, daha her şey bitmedi belki ama bana göre zoru başardı Ödemişspor. Neredeyse bütün ilçeyi Saraçoğlu stadyumuna toplamayı başardı ya, insanların ilçemizin takımını sahiplenmesini sağladı ya, birinci gündemimiz yaptı ya bu bile çok büyük bir olay diye düşünüyorum. Sayın Başkanımız Mahmut Badem’e, Ödemişspor yönetiminde olan, yönetim kurulu dışında maddi manevi katkı Nisan 2018
17
ÖDEMİŞSPOR
Bizim bir hayalimiz var!
O SENE BU SENE OLACAK 1994-1995 sezonunda veda ettiği 3. Lig’e yıllar sonra ilk kez bu kadar çok yaklaşan Ödemişspor, Bozdoğan maçında ilçe halkının Saraçoğlu Stadı’nda kenetlenmesi ile ortaya çıkan sinerjiyi final maçına da taşımak istiyor. Kırmızı-Lacivertliler, “Bizim bir hayalimiz var” diyor. Spor Toto BAL 8. Grup’ta 54 puanla şampiyon olup play-off maçında 7. Grup şampiyonu Serik Belediyespor ile oynamaya hak kazanan Ödemişspor, bu maçı kazandığı takdirde 23 yıl sonra yeniden ilçeyi 3. Lig’de temsil edecek. Bozdoğan maçında Çamlık Tayfa’nın adını yurt çapında duyuran şovlarıyla coşan, Ziya ve Mustafa Acun’un golleriyle şampiyonluğunu resmen ilan eden Ödemişspor’dasevinç iki gün boyunca doyasıya yaşanırken Kırmızı-Lacivertliler’i şimdi play-off heyecanı sardı. Ödemiş’te yarım kalan hesabı kapatan Ödemişspor Teknik Direktörü SerolEmlek, “Bizim için rakip
fark etmez. Kim olursa olsun Ödemiş’in yıllar süren hasreti sona erecek. Bir ara 11 puan geriye düşmemize karşın ben oyuncularıma felsefemi anlattım, çok çalıştık, onlar çok istediler, yönetimimiz büyük bir özveriyle yanımızda oldu ve sonunda şampiyonluğu taraftarımızın büyük desteğiyle yaşadık. Şimdi bir final daha var. O finali de kazanıp Ödemişspor’u layık olduğu yere taşıyacağız. Bu final için tüm Ödemiş halkının, kentin yöneticilerinin ve ileri gelenlerinin ilgi ve desteğine ihtiyacımız var. Herkesi yanımızda göreceğimize inanıyoruz. Ödemişlilerin sevgisi ve desteği en büyük gücümüz” diyor. Kırmızı-Lacivertli yıldızlardan kaptan Turgut Gönültaş, geçen sezon şampiyonluk sevincini 3. Lig’de Altay ile yaşayan Halil Karataş, geçen sezondan bu yana taraftarın sevgilisi haline gelen Şafak Tiryaki, takımın en skorer ismi Ziya İnday, kariyerinde birçok final ve şampiyonluk bulunan savunmanın önemli ismi Cüneyt Abdi, çalışkanlığı ile harika bir sezon geçiren Mustafa Acunve Ödemiş’in yerlisi haline gelen AlexKore ve MaximŞoimu, bu sezon ilçe halkı ile birlikte “O sene bu sene” diyerek kurdukları hayale çok yakın olduklarını dile getiriyor. Kaptan Turgut Gönültaş fikstür olarak çok zorlu rakiplerle sezona başladıklarını belirterek, “Futbolda iyi başlamak önemli değil her zaman iyi bitirmek önemlidir. Ben bunu kariyerimde daha önce de yaşadım. Tekirdağ’da şampiyon olduğumuzda 4 maçta 3 puan alabilmiş, ilk yarıyı 7-8 puan geride bitirmiştik. Bu sezon da bir ara 11 puana kadar çıktı fark ama gerek başkanımız Ufuk Kızıler gerek hocalarımız bize her zaman güvendiler. Bu güveni boşa çıkarmamak üzere çok çalıştık. Çok mücadele ettik. Oyun olarak her geçen hafta daha rahat hale geldik ve sonunda bitime 2
18
Nisan 2018
hafta kala 6 puan farkı yakaladık. Bunda herkesin emeği vardır. Tüm oyuncu arkadaşlarımın, teknik ekibimizin, malzemecimizin, masörümüzün, aşçımızın emeği vardır. Taraftarlarımızın desteği ve bize olan inançlarıyla bugüne kaldık. İyi bitirmenin önemini gösterdik. Bu şampiyonluğun mimarlarından biri Ufuk Başkan’dır. En kötü zamanımızda dahi bizimle oldu. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Serik elbette kaliteli bir takım. Ama şunu unutmayalım biz isimlerin üstüne kurulu bir takım değiliz. Her bir oyuncusuyla takım olarak mücadele eden, bunu oyununa yansıtan bir ekibiz. Bu takımda herkes taşın altına elini sokuyor. İnşallah Serik maçında de bize yakışan mücadeleyi sergileriz. Çok çalışacağız. Çok mücadele edeceğiz” diyor. Devre arasında takıma dahil olduktan sonra şampiyonluk mücadelesinde büyük pay sahibi isimlerde Ödemişli tecrübeli futbolcu Halil Karataş ise, “İlk yarının sonlarına doğru takımımızın yakaladığı ivmeyi ikinci yarıda da sürdürdük. Ben de devre arasında takıma katılarak bu ivmeye katkı sunmaya gayret ettim. Takım olarak başarılı grafiğimizi sürdürüp sezonu lider bitirdik. Takım arkadaşlarımın hepsinin ayaklarına sağlık. Zorlu bir süreç yaşandı. Taraftarlarımızın Bozdoğan maçındaki desteğiyle şampiyonluğu perçinledik. Onlara çok teşekkür ediyoruz. Görsel şovları unutulmazdı. Bundan sonra da yanımızda olacaklarını düşünüyoruz. İnşallah finalde de takım arkadaşlarımla birlikte elimizden gelenin en iyisini yaparak Ödemişspor’u çok uzun yıllar sonra 3. Lig’e taşıyacağız. İnşallah Allah bize nasip eder şampiyonluk kupasıyla Ödemiş’e döner, hep beraber kutlarız” ifadelerini kullanıyor. “Umuda kapılanların umudunu kırmadık” diyen Şafak Tiryaki ise Ödemiş’teki ikinci sezonunda yaşadığı şampiyonlukla ilgili duygularını şu şekilde paylaşıyor: “Sezon hayal gibi geçti. 11
puan geriye düşüp buradan şampiyonluğa ulaşabilmek; okadar geriye düşmüşken bile etrafında sana hala inanan güvenen insanların olması. Bu başka bir şehirde başka bir takımda olabilecek bir şey değil bunu başardıysak bu bir takımın değil bir şehrin kenetlenmesiyle gelmiş bir şampiyonluk. O yüzden bu kadar çok sevindik belkide Bozdoğan maçından sonra. Evet, kimseye söz vermemiştik şampiyonluk için. Ama herkese umut vermiştik. Umuda kapılanların umudunu kırmadık. Bize inanan güvenenlerinde yüzlerini yere düşürmedik. Çok şükür, inşallah bu kenetlenme Serik maçıyla devam edecek ve inşallah kazanan hak eden biz oluruz. Bu şehir bunu fazlasıyla hak ediyor” Sezonu 15 golle tamamlayıp play-off için umut saçan Ödemişli golcü Ziya İnday ise “23 yıl sonra profesyonel lige bu kadar yaklaştı şehrimiz. Artık son bir maç kaldı. Üzerimize düşeni fazlasıyla yapacağız final maçında. Ödemişli olarak kendi memleketimde şampiyonluk yaşamak daha anlamlı ve özel olacak benim için. Bugüne kadar bize güvenen yöneticilerimize, teknik ekibimize, takım arkadaşlarıma, Çamlık Tayfa’ya ve tüm taraftarlarımıza teşekkür ediyoruz. Serik maçına da tüm Ödemiş halkını bekliyoruz. Finale çok iyi hazırlanacağız” diyor.
İlk etabı başarıyla tamamladıklarını ve 3. Lig’e sadece bir maçlık mesafede olduklarını hatırlatan savunmanın tecrübeli ismi Cüneyt Abdi de “İlk geldiğimiz günden itibaren şampiyon olacağımıza inanmıştık. Osinerjiyi burada yakalayacağımızı biliyorduk.Nitekim de öyle oldu. Sezona şanssız şekilde 3 beraberlikle başlamamıza rağmen; 6.haftada 11 puan geriye düşmemize rağmen biz hiçbir zaman inancımızdan, şampiyonluktan vazgeçmedik. Sonucunda şampiyonluğu elde ettik. Belki de çoğu kesim bizden ümidini kesmişken biz hep inandık ve bu uğurda sonuna kadar mücadelemizi verdik. Karşılığını da aldık. İlk etabı alnımızın akıyla tamamladık. Şimdi hedefimiz 23 sene sonra Ödemiş’i tekrar 3. Lig’e çıkarmak için
elimizden gelen tüm mücadelemizi verip buna erişmek olacaktır. Bize inanan, güvenen herkese teşekkür ediyoruz” diyerek final maçında oluşacak atmosferin önemine vurgu yapıyor. Geçen sezon olduğu gibi bu sezon da golleri ve asistleriyle takımını sırtlayan isimlerden Mustafa Acun ikinci sezonda gelen şampiyonluğun kendisini tarifsiz duygulara sürüklediğini belirtiyor. Acun, “11 puan geriden gelerek müthiş bir çıkış yakaladık ve bunu sonuna kadar devam ettirdik hakettiğimiz istediğimiz yerde bitirdik ligi. Bunda her türlü desteği veren Başkanımız Ufuk Kızıler ve ekibine ve taraftarlarımıza can-ı gönülden teşekkür ediyorum önümüzde Serik Belediye maçı var. Bu iki haftalık sürede çok çalışıp Ödemiş halkına hak ettiği mutluluğu yaşatmak için elimizden gelenin fazlasını yapacağız” sözleriyle 11 puan geriden geldikleri dönemdeki azim ve mücadelenin play-off’ta da artarak süreceğini ifade ediyor. Ödemiş’in yerlisi haline gelen Moldova vatandaşı MaximŞoimu ve Fildişi Sahilleri vatandaşı AlexYannick Kore ise ilçedeki inanmışlığın sahaya da yansıdığını kaydediyor. Taraftarların sevgi ve ilgisinin her maç öncesi en büyük motivasyon kaynağı olduğunu belirten ikili şöyle devam ediyor: “Sezon içinde takımımız için elimizden geleni yaptık. Şampiyonluğu yaşadık, maç Röportaj: Başar Uçar
öncesinde oluşan tablo sanki Şampiyonlar Ligi maçı gibiydi. Maç sonunda da büyük bir mutluluk vardı. Eminiz ki Serik maçında da böyle bir ortam oluşacak. Sonunda bu sezonki en büyük sevinci yaşayacağız. Hayallerimiz gerçek olacak. Yönetimimize, hocalarımıza, kulübümüze emek verenlere ve taraftarlarımıza teşekkür ediyoruz. Ödemiş bizim evimiz” Bölgesel Amatör Lig’de 1. kademe yükselme maçlarının 21-22 Nisan’da oynanacağı belirtilirken karşılaşmanın oynanacağı “şehir” ile “kesin tarih ve saat” için Federasyon’dan gelecek açıklama bu yazının kaleme alındığı 12 Nisan’da bekleniyordu.
UZMANINDAN
Manuel Terapi Nedir ? Tarkan KIZARTICI Elleri kullanarak hareket ve iskelet sistemini en üst düzeyde ağrısız hareket ettirmek ve postural dengeyi sağlamak için doktorlar tarafından yapılan girişim ve manevraların kullanıldığı tedavi şekline manuel terapi denir. Manuel terapi insanlık tarihi kadar eskidir.Tarih boyunca hekimler tarafından özellikle omurganın çeşitli deformitelerinin düzeltilmesinde, traksiyon ve kaldıraç kolu tekniklerini kullanmıştır. Manuel terapi Türkiye’de eğitimi olmayan kişiler tarafından uygulandığından toplumda bu tedavi yöntemine karşı bir güvensizlik oluşmuştur. İnsan anatomisini bilmeyen kişilerin, tedaviye kalkışması toplum tarafından etkinliği konusunda daima şüphe ile bakılmış bir tedavi yöntemi olmasına neden olmuştur.
Manuel Terapi Nasıl Yapılır? Manuel terapi uygulamalarında başarılı bir sonuç için hasta seçimi son derece önemlidir. Kas iskelet sisteminin fonksiyon bozukluğu, lokalize hassasiyet ve hareket kaybı bulunan bütün ağrılarda sakıncalı bir durum yoksa manuel terapi yöntemleri uygulanır. Tedavi planlanan bölgede kırık, burkulma, incinme, yırtık gibi zedenlenmeler ve diğer sakıncalı durumlar dikkatle incelenmelidir. Bundan dolayı hastanın manuel tedaviye uygun olup olmadığı, insan anatomisine hakim, kas iskelet sistemi rahatsızlıklarını değerlendirme becerisi olan, manuel terapi konusunda eğitimli ve deneyimli bir hekim tarafından ayrıntılı muayene edilerek değerlendirilir. Manuel terapimanipulasyonuna ha-
20
Nisan 2018
zırlanırken ilk ve en önemli aşama pozisyon aşamasıdır. Öncelikle hastaya pozisyon verilir; gevşeme sağlandıktan sonra eklemlere mobilizasyon yapılır. En son olarak da manipulasyon yapılır. Manipulasyonda omurga rotasyonuna, ani fakat son derecede hafif nazik bir hareketle bir miktar daha rotasyon (döndürme - dönüklük) kazandırır. Bu ilave rotasyon derecesi ile beraber bir çatırtı sesi de alınır. Bu hareket kazandırma tamamen fizyolojik sınırlar içerisinde olup anatomik sınırı aşmaz. Yanlış manipulasyon yapmaktansa hiç yapmamak daha uygundur. Manuel terapi aşağıdaki aşamalardan geçer: Doğru teşhis,yani blokaj seviyesinin tespit edilmesi. Kontrendikasyon analizi,varsa alternatif tedavi metodları düşünülür. Kontrendikasyon yokluğunda deneme testi yapılır,şiddetli ağrı varsa tekrar analiz edilir. Deneme testinde ağrı yokluğunda
blokajımanipule edecek teknik seçilmelidir. Manipulasyon asla iki hareketin birbirine zıt yönde etkilemesi sonucu elde edilemez. Kuvvetlerden birisi stabilizasyon temin etmek için kullanılırken diğeri manipülatif hareketi başlatmalıdır.
Manuel Terapinin Amacı Nedir? Manuel terapinin asıl amacı bozulmuş olan eklem ve adale kayması (disfonksiyonları) tespit etmek ve tespit edilen bu bozukluğu yapılan bazı manevralarla düzeltmektir. Manuel terapi omurga ve çevre dokulardaki kaslar, tendonlar, ligamanlar, eklem ve kapsullere, kemiklerine kıkırdağı çeşitli güçler uygulanarak, omurganın ve eklemlerin normal hareket yeteneğini kazanması, bozulmuş biyomekanik yapının düzelmesi ve buna bağlı ağrının geçmesi amacıyla yapılır. Hastanın pozisyonlanması, gevşeme sağlanması, mobilizasyon ve en son manipulasyon işleminden sonra manuel
terapi son bulur.
Manuel Terapi Öncesi Nelere Dikkat Edilmelidir? Manipulasyon tekniklerinde hastanın yaşı, genel fizik durumu ve herhangi bir kontrendikasyon olup olmadığı detaylı bir biçimde bilinmelidir. Bu nedenle hastanın detaylı anamnezi, fizik muayenesi segmental yapı muayenesi ve fonksiyonel teşhisi bilinmelidir. Genel bir hareket sistemi muayenesinde altta yatan kırık, bel fıtığı, eklemligaman kopmaları ve eklem hasarları dikkatlice aranmalıdır. Bu nedenle MR ,tomografi gibi görüntüleme metodlarından yararlanılmalıdır.Böylece manipulasyonakontrendike bir durum olup olmadığı saptanmalıdır. Omurga muayenesi sırasında, kemik yapı asimetrisi,üç planda hareket kısıtlılığı (flexionextansiyon,lateralflexion ve rotasyon ) ve doku yapı değişikliklerine bakılmalıdır.
Manuel Terapi Özellikle Hangi Hastalıkları Tedavide Başarıyla Kullanılmaktadır? Bel, boyun fıtığı, bel, boyun düzleşmesi, kulunç olarak bilinen miyofasiyal ağrılar ve donuk omuz gibi eklem kısıtlılıkları başta olmak üzere kas iskelet sisteminin yapısal ve kalıcı olmayan bir çok işlev bozukluklarında uygulanır. Ani bel, boyun tutulmaları, kilitlenmeler, sakroiliyakdisfonksiyon denilen bele yansıyan ağrıya neden olan leğen kemiği kaynaklı sorunlar, omuzda sıkışma sendromu, tenisçi dirseği gibi tendinitler,karpal tünel sendromu başta olmak üzere bir çok sinir sıkışmasında bazen tek başına bazen de başka tedavi yöntemleri ile birlikte kullanılır. Fibromiyaljide standart medikal tedaviye eklenen manuel terapi ile hastanın şikayetlerinde anlamlı olarak azalmalar görülür.
Hangi Durumlarda Manuel Terapi Uygulanmamalıdır? Stabil olmayan kırıklar, şiddetli osteoporoz, omurga tümörleri, osteomyelit, hamilelik, kemiğin Paget hastalığı, caudaequinasendromu, hipermobil eklemler, konjenital kanama bozukluğu ve en önemlisi yetersiz ustalık manipulasyonlarda en önemli kontrendikasyondur. Sağlıklı günler dilerim…
FİZYOTERAPİ Karpal tünel sendromu, kırk yaşının üzerinde ki ev hanımlarının, uzun saatler masa başı çalışanlarının sık sık karşılaştığı bir rahatsızlıktır. El bileğinin iç kısmında, tendonlarının ve sinirlerinin geçtiği bir bölge vardır. Bu yapıların geçtiği bölge de karpal ligament olarak adlandırılan bir tabaka ile örtülüdür. Karpal ligament olarak adlandırılan bu dokunun altındaki sinirlere ve tendonlara bası yapması sonucu karpal tünel sendromu oluşur. Anatomik bozukluklar, sistemik hastalıklar veya travma sebebiyle oluşabilir. Fakat basının oluşma sebebi çoğu zaman idiopatiktir(sebebi olmayan). Bu rahatsızlık üzerine yapılan çalışmalar kadınlarda erkeklere oranla daha çok görüldüğünü göstermektedir. Karpal ligamente en yakın anatomik yapının median sinir olması sebebiyle en sık görülen tuzak nöropatidir. Median sinir adı verilen sinir yapısı; baş parmak, işaret parmağı, orta parmak ve yüzük parmağının yarısının duyu motor ve otonom uyarılarını taşır. Hastanın şikayetlerine göre hafif, orta ve şiddetli şeklinde sınıflandırılır. Hafif ve orta düzey seviyelerde, fizik tedavi ile hastaların şikayetlerinde ciddi azalmalar görülür. Üçüncü evre de cerrahi tedavi tercih edilir. Karpal tünelde ki basınsın artışı ile en sık görülen semptomlar sabah sertliği, uyuşukluk, ağrı, paraztezi ve bazen de tenar bölge kas atrofisidir. Karpal tünelde ki bası bazen kol da ve omuz da ağrılara sebep olabilir. Ağrının en belirgin ayırt edici özelliği başlangıçta sadece geceleri olması ve hareketsizlik ile artmasıdır. Kesin tanı EMG ile konur.EMG öncesi klinikte kullanılan bazı fiziksel değerlendirme kriterleri de mevcuttur. Konservatif tedavi de amaç sinir baskısını, ağrıyı ve paresteziyi azaltmak, kas gücünü arttırmak ve el fonksiyonlarının devamlılığını sağlamaktır. Tedavi de ağrıyı azaltmak için elektroterapi cihazlarından (TENS, ultrason…) faydalanabilir. Hasta için cerrahi planlanmıyor ise splintleme yapılır . Sinir kaydırma egzersizleri median sinirin karpal tünelde yapışmasını önler ve hareketlilik sağlar. El ve el bileği çevresindeki kasları kuvvetlendirmek de karpal tünele binen yükü azaltır. Egzersizler hastanın ihtiyacına göre kişiye özel planlanır. Sağlıklı günler dilerim.
22
Nisan 2018
GENEL GÜNDEM
NÜKLEER ENERJİ SANTRALİNE
START VERİLDİ
2010 yılında Rusya ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma çerçevesinde start alan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi’nin temeli 3 Nisan günü Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’nin katılımıyla atıldı. Yaklaşık 20 milyar dolara mal olması beklenen nükleer santral her biri bin 200 megavat gücünde 4 reaktörden oluşacak. Nükleer Reaktörün Türkiye’nin enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 10’luk kısmını karşılaması bekleniyor. Rus devleti nükleer enerji şirketi Rosatom tarafından yürütülen projede, devletler arası yapılan anlaşma gereği ilk ünitenin temel atıldıktan 7 yıl sonra devreye alınması planlanırken, Türkiye’nin talebi üzerine bu tarihin 2023 yılına çekilmesi hedefleniyor. Santraldeki diğer ünitelerde birer yıl arayla devreye girecek.
NÜKLEER ENERJİ SANTRALİ NEDİR Nükleer santral, nükleer reaktörün yakıt olarak radyoaktif maddeleri kullanarak elektrik enerjisi üretmesidir. Fosil yakıtlı santraller, kömür, petrol gibi yakıt kullanırken, nükleer santraller, uranyumu parçalayarak enerji üretmektedirler. Bu santrallerin diğerlerinden farklı madde kullanması, güvenlik önlemlerinin daha da fazla alınması gerekliliğini ortaya çıkartmaktadır. Nükleer santraller, çalışma sistemindeki birincil çeşitliliklere göre farklı şekillerde isimlendirilmektedirler. Kaynar sulu, basınçlı ağır sulu ve basınçlı su reaktörü olarak
adlar verilmektedir. Nükleer santrali çalıştırmak için, ana madde olarak uranyum kullanılır. Uranyumun parçalanmasından sonra ortaya yüksek miktarlarda enerji çıkmaktadır. Uranyum, bu şekilde fisyon (atomun iki veya daha fazla çekirdeğe bölünmesi) tepkimesine girer. Fisyon tepkimesi ile oluşan yüksek miktardaki enerji, su buharını üst düzey sıcaklıklara kadar ısıtır. Oluşan buhar, elektrik jeneratörü türbinlerine iletilir. İletilen buhar da türbin şaftını çevirerek elektrik üretimini sağlar. Nisan 2018
23
KÜLTÜR-SANAT
AYHAN IŞIK OYUNCULUK OKULU Türkiye’de son yıllarda oyunculuk, gençlerin gözde mesleklerinden biri haline geldi. Dizi ve filmlerin bereketi, beraberinde azımsanmayacak ölçüde oyuncu ihtiyacı getirdi. Özellikle dizi sektörü ve o sektörün hareketliliği, sosyal medyada oyuncuların takibi ve göz önünde olmaları bu dünyayı cazip hale getirdi. Şimdi haliyle pek çok insan bu renkli dünyaya adım atmak istiyor. Ancak hayallerinde oyunculuk olan pek çok kişinin gözden kaçırdığı bir nokta var: Eğitim oyuncu adaylarının bir kısmı iyi bir oyuncu olmanın yolunun sıkı bir eğitimden geçtiğinin bilincinde değil. Halbuki sektörde kendine bir yer açmak ve bu yerde kalıcı olmak isteyenlerin bu işi ciddiye alması ve bir meslek gibi oyunculuğa hazırlanması gerekmektedir. Ayhan Işık Oyunculuk Okulu olarak 2012’den bu yana sektöre kazandırdığımız mezunlarımızın teorik eğitimle birlikte, mesleği mutfağında öğrettik. Öğrencilik döneminde yapım şirketimizin vizyon filmlerinde ve diğer set çalışmalarında yer alan öğrencilerimiz sektöre katılmadan önce eğitimleri sırasında tecrübe kazandılar. Böylece mezuniyetlerinin ardından Türkiye’nin sevilen dizi ve film projelerinde ana cast oyuncusu olarak yer alma imkanını yakaladılar. Peki Ayhan Işık Oyunculuk Okulu’nda sistem ve süreç nasıl işler?
Sektöre yeni yüzler kazandırmaya devam ediyor...
luk ve Dramatik Yazarlık bölümlerine hazırlık ile Senaryo Yazarlığı eğitimleri bulunmaktadır.
Hangi yaş grubuna eğitim veriyoruz? Okulumuza 16 yaş ve üzeri öğrenci kabul edilir. Sınav ve kayıt süreci nasıl ilerler?
Neden yetenek sınavı ile öğrenci alıyoruz? Eğitimlerimiz meslek edindirmeye yöneliktir. Daha kaliteli ve verimli bir eğitim verebilmek adına yetenek sınavı ile öğrenci alıp sınıf kontenjanlarımızı 10 kişiyle sınırlı tutuyoruz.
24
Nisan 2018
İrtibat numaralarımızdan veya sosyal medya hesaplarımızdan bize ulaşıp randevu almanız gerekmektedir. Size özel bir sınav günü ve saati belirlenir. Sınavın ardından aday başarılı olmuş ise kayıt işlemi gerçekleşir.
Yetenek sınavının içeriği nedir? Sözlü mülakat ile sınav başlar. Algı,dikkat,pratik düşünme, öğrenme becerisi üzerine testler yapılır. Sahne üzerinde size verilecek olan durumları canlandırmanız istenir ve rol kabiliyetiniz ölçülür. Sınavımızda eğitim altyapısı şartı aranmamaktadır. Mezuniyetin ardından sağladığımız imkanlar nelerdir? Diploma notu yüksek olan mezunlarımız, yapım şirketimizin oyuncu/senarist kadrosunda yer alma imkanı bulur. Ayrıca, Ege Bölgesi ve İstanbul’daki dizi,sinema filmi ve reklam filmi projelerine sunumlarınız yapılır. Meslekikariyer oluşturulur.
Okulumuzda hangi eğitimler vardır? Okulumuzda Kamera Önü Oyunculuğu, Güzel Sanatlar Fakülteleri’nin Oyuncu-
vermekteyiz. Senaryo yazarlığı bölümünün içeriği nedir? Bu bölümde amaç, sinema, dizi ve reklam sektörüne nitelikli senaristler yetiştirmektir. Senaryo eğitimi, pratik ve teorik olarak iki biçimde gerçekleşir. Üretilen projeler, ilgili yapımcılar ile buluşturulur.
Dersler haftada kaç gün olur, ek çalışmalar nelerdir? Dersler haftada 1 gün 2,5 saattir. Bununla birlikte set ve yazı grubu çalışmaları ek çalışmalar olarak ders programında yer alır. Yapım şirketimize ait tv-sinema projelerimiz ile kısa film atölyesi gibi çalışmalarımızdaöğrencilerimize mesleki eğitimi mutfağında
Ayhan Işık Oyunculuk Okulu nerededir? Okulumuz İzmir Karataş’tadır. Mezunlarımızın rol aldığı projeler nelerdir? Mehmed Bir Cihan Fatihi, Kaybedenler Kulübü Yolda, Gülizar, Kızlarım İçin, Vatanım Sensin, Hayat Sevince Güzel, Arka Sokaklar, Yeşil Deniz, Düğüm Salonu ve bunlar gibi daha bir çok sevilen projede rol almışlardır.
BİZDEN ÖNERMESİ
21 yaşındaki Lara Croft babasının kaybolmasından 7 yıl sonra, babasının şirketinin başına geçmeyi reddeder. Bunun yerine kolleje giderken aynı zamanda da Londra’da bisiklet kuryeliği yapmaya karar verir. Ancak bu özgür hayatta Lara için yeterli gelmez ve bu sefer de babasının kaybolmasını araştırmaya karar verir. Bu yüzden de genç Lara babasının kaybolduğu bölgeye doğru yola çıkar. Babasının kaybolduğu bölge ise Japonya kıyılarındaki bir adada bulunan bir mezardır. Lara bu
bölgeye yaklaştıkça bir anda işler Lara için çok tehlikeli bir hal almaya başlar. Ancak Lara’nın kendini korumak için yanında kör inancı, keskin zekâsı ve miras aldığı inadından başka bir şeyi yoktur. Bu yüzden Lara bu bilinmeyen yolculuk boyunca hem kendini korumak hem de babası hakkındaki gerçekleri ortaya çıkartmak için kendi sınırlarını zorlamak zorundadır. Lara eğer bu tehlikeli macerayı başarırsa hak ettiği adı yani Tomb Raider (Mezar Yağmacısı) ismini alacaktır.
HADİ BE OĞLUM Bir balıkçı olan Ali, hayatını küçük oğlu Efe’ye adamıştır. Ali’nin bu hayatta tek tutunduğu dal oğlu Efe olsa da, Efe diğer çocuklardan farklıdır. İletişim sorunu olan Efe, gülüp oynayan, duyduklarına tepki verebilen bir çocuk değildir. Oğluyla bağ kurmaya çalıştıkça daha da yalnız hisseden Ali’nin en büyük isteği ise, oğlunun onu anladığını bilmektir. Babasının, annesinin ve sevdiği kadının anılarının yükünü de içinde taşıyan acılı babanın oğluna duyduğu sevgi, ikisinin de hayatını şekillendirecektir... Bir baba ile oğul hikayesinin anlatıldığı filmin yönetmenliğini Bora Egemen üstleniyor. Kıvanç Tatlıtuğ’un balıkçı Ali’yi canlandırdığı filmde Alihan Türkdemir Efe karakterine hayat veriyor.
BİZİM KÖYÜN ŞARKISI
İstanbul’da yaşayan ve son derece rahat bir hayatı olan Çınar’ın (Berat Efe Parlar) hayatı, hiç beklemediği bir olay sonucu bambaşka bir seyre girmiştir. Babasının maddi sıkıntıları nedeniyle kız kardeşi Zeynep ile birlikte babasının köyüne, yani dedesinin yanına taşınmışlardır. Hiç aşina olmadığı köy hayatına alışmaya, İstanbul özlemini bastırmaya çalışan Çınar, şartlar ne kadar zor olursa olsun hayallerini izlemenin mümkün olduğunu burada öğrenecektir. Yıllardır katılmak istediği Geleceğin Müzisyenleri adlı bir müzik yarışmasına, köydeki yeni arkadaşlarıyla katılmak için var gücüyle çalışacaktır.
Nisan 2018
25
GEZİ NOTLARI
Van Gezisi (Bölüm-2) Ruhi ÖDEV Gezideyiz, geç kalkmamak gerek. 8.30 da kahvaltıyı yapıp yola koyulmak hedefimiz tutuyor. Tam 8.30 da yoldayız. İlk gideceğimiz yer Muradiye Şelalesi. Bir saatlik yolculuktan sonra Şelaleye varıyoruz. Şelaleyi görmek için asma köprüden karşıya geçiyoruz. Yükseklik korkum olduğu için, bu sallanan köprüden karşıya geçmek bence biraz cesaret işi ama herkes geçiyor, tabii ki ben de geçiyorum. Gürül gürül akan Şelale 18 mt. yüksekliğinde, Van ili, Muradiye ilçesi, Bendimani çayı üzerindedir. Adını Bağdat seferine çıkan Sultan 4. Murattan aldığı söylenir. Muradiye Şelalesi sadece görüntüsü ile değil çevresini güzelleştiren tabiatıyla da görülmeye değerdir, her mevsim ayrı bir güzeldir. Bahar aylarında rengârenk çiçekler Muradiye Şelalesi’nin güzelliğine güzellik katar, kış aylarında ise donan şelale suları buzdan kristallere dönüşür, denilse de ben her ikisine denk gelemedim. Kışın gittim ki; donmuş halini görebileyim. 24 şubatta ortalık buz olmalı, ama nerde… Ilık bir hava, kar sadece dağlarda var, bu havada Şelalenin buz tutması hayal. Yine de görülmeye, fotoğraflanmaya değer bir yer. Şelalenin karşısındaki salaş tesis de kapalı… Şelaleye gelirken bakıyoruz, Doğubayazıt’a 100 km. kalmış. Buraya kadar
gelip İshak Paşa sarayı görülmeden gidilir mi? Rotamızı Doğubayazıt’a çeviriyoruz. Doğubayazıt’a gelirken Ağrı dağını görüyorum. Her ne kadar hava 7 derece civarında olsa da, yol kenarlarında bile kar var, dağ komple kar içinde.
İshak Paşa Sarayı, saraydan öte bir külliyedir. İstanbul Topkapı Sarayı’ndan sonra, son devirde yapılmış sarayların en ünlüsüdür.Doğubeyazıt İlçesi’nin 5 km doğusunda, bir dağın yamacındaki tepe üzerine kurulan saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun Lale Devri’ndeki son büyük anıt yapısıdır. 18. yy. Osmanlı mimarisinin en belirgin ve seçkin örneklerinden olduğu kadar, sanat tarihi
yönünden de değeri büyüktür.Sarayın Harem Dairesi Takkapı kitabesine göre yapılış tarihi Hicri 1199 ( Miladi 1784 ). Saray Osmanlı, Fars ve Selçuklu uygarlığının mimari üslubunu bünyesinde toplayan bir özellik taşır. Çıldıroğullarından II. İshak Paşa ile Çolak Abdi Paşa’ca 1685’te yaptırılan saraya, 1784’te son şekil verilmiştir. Yapı yaklaşık olarak 115x50 metre ölçülerinde bir alana kurulmuştur. Kesme taştan yapılan sarayın doğu cephesindeki portali kabartma ve süslemeleriyle Selçuklu sanatının özelliklerini yansıtır. Saray yapı olarak bir harika… Bir restorasyon yapılmış, evlere şenlik. Plastikten bir çatı ile örtmüşler açık tavanı… İnanın insanın içi gidiyor, biz neden böyle eski eserlerimizin içine ediyoruz diye. Bu işleri hiç mi bilen yok? Yoksa bilen var da, bilmeyenin mi sözü geçiyor? Ben hep hayal ettiğim gibi, Sarayı karlı bir zamanda üst taraftan fotoğrafladım. Fazla zaman harcamıyoruz. Geri dönüyoruz, yolda Somkaya köyüne giriyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Bir eve konuk oluyoruz. Evde koyun sürüsünü ve evin çocuklarını fotoğraflıyoruz. Evin beyiyle konuşuyorum, kısa bir sohbet, hal hatırdan sonra kaç torunu olduğunu soruyorum. Bir hayli var diyor. Daha sonra oğlu ile konuştuğumda, tek anneden 14 kardeş olduklarını, bunların da 40 kadar çocukları olduğunu öğreniyorum. Benim 2 oğlum, 2 de torunum olduğu düşünülürse… Çaldıran’a yakın bir yerde, su içinde mandaları görünce tabii ki duruyoruz. Van kahvaltısının güzelliklerinden biri de manda kaymağı. Suyun içinde bir hayli de manda var… Erçek Gölünü de görmek istiyorum ama, Van’a geldiğimizde akşam olmuştu. Buraya gelirken görmeyi düşündüğüm Ahlat’a gidemedim, Erçek gölünü de göremedim. Program tutmadı. Van’a geldiğinde insan en az dolu dolu 4 gün kalmalı ki buraları da görebilsin. Umarım bir başka sefere…
26
Nisan 2018
GÜNDEME DAİR
Devlet Memuru Olmak Tevfik ÇETİN Devlete kapak atmak, ayın 15’i geldiğinde gidip bankamatikten maaşını çekmek, ya da o çok övündüğünüz Özal’ın dediği gibi işini bilenlerden olmak… Hani sürekli sürgünle tehdit ettiğiniz, rotasyonla terbiye ettiğiniz memurlardan olmak, hani ne iş yapıyorsun sorusuna 657’liyim cevabını verenlerden olmak… Bakkaldan ekmeği kendisi alan, pazar alışverişini kendisi yapan, 10 yıllık-20 yıllık kredilerle kira ödemeyip ev sahibi olmak isteyen, çocukları üniversite bitirene kadar emekli olmayı aklına bile getiremeyen ya da emekli olduktan sonra da çalışmaya devam eden memurlar… Son 2 yıllık dönemde KHK’larla işten atılan, simit satarak, yumurta satarak, garsonluk yaparak, hamallık yaparak geçimini sağlayan memurlar… Yakın zamanda Cumhurbaşkanımızın, Kemal Kılıçdaroğlu için söylediği “Ana muhalefet partisinin başına öyle bir adamı getirmişler ki; devletten aldığı maaş dışında tek kuruşu çalışarak kazanmamış adam...” ifadesi yazdırdı bana bunları!..
Öyle bir konuşmaydı ki; memur olmanın ya da daha önceden memurluk yapan birisinin ülkeyi yönetemeyeceği algısı yarattı toplumda. Söylemek istediği memurların vasıfsız insan olması mıydı yoksa zengin olmadan siyasetin yapılamayacağı mıydı? Karar sizin… Ama maddeler halinde açmak gerekiyor; - Eğer memurları vasıfsız bireyler olarak görüyorsanız bir devlet başkanı olarak nasıl vasıflı hale getirmeyi düşünüyorsunuz? - Siyaseti zenginlerin bir uğraşı olarak görüyorsanız eğer, size oy verip asgari ücretle çalışan insanlara hakaret emiş olmuyor musunuz? - Zenginlere kapı aralayan ve makam koltuklarının onların hakkı olduğunu düşünüyorsanız, o zaman nerde kaldı “milletin adamı” olmaya çalışmanız. Yoksa tek bir yüzüğünüzü salladığınız o günleri mi unuttunuz? Siyaset yapmanın son dönemde; çolukçocuk ihale kapmaktan, bir şirketin işi için bürokrasiye telefonla talimat vermekten, adam kayırmaktan, iş adamlarının önüne yatmaktan ibaret olduğunu zaten öğrenmiştik, ama en azından memurların siyaset yapabileceğini de düşünüyorduk. Bu hayalimizin gerçek olamayacağını artık anlamış durumdayız. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler… Hastanede doktor, hemşire olursunuz; insanların hayatını kurtarırsızınız, adliyede katip olursunuz; insanları on yıllara mahkum eden kararlara imza atarsınız, okulda müdür olursunuz; öğretmenlerin ve öğrencilerin sorunları ile ilgilenirsiniz, Kaymakamlık’ ta çalışırsınız; yanınıza uğramayan vatandaş kalmaz, bankada çalışırsınız; borcunu ödeyemeyen yurttaşa yol gösterirsiniz… Ama bu ülkenin yönetiminde olamazsınız emekçi kardeşlerim!
28
Nisan 2018
Yazılması gereken o kadar çok iş kolundan memurlarımız var ki; artık gerisini siz düşünün! Toplumun tamamına yakını ile ikili ilişkilerde bulunan memurların bu aşağılanmaya tepkisi ne olacak? Yıllarca istedikleri maaş artışını alamayan, karşılığında ise batarız tehdidi ile karşılaşan ve sonrasında milyonlar tutarında makam arabalarının alındığına şahit olan memurlarımız “yetti gayrık” diyemeyecekler mi? Diyemeyecekler… Bir KHK ile işine son verilir taksitle aldığı evini ödeyemez, sürgüne gönderilir çocukları okuduğu için evini oraya taşıyamaz, maaş kesme cezası alır bayramda çektiği krediyi ödeyemez, kıt-kanaat geçinir ama yasa gereği başka işte çalışamaz… Ve gün gelir Cumhurbaşkanı tarafından başka iş yapmamakla eleştiri konusu olur. Peki; sustukça değişen ne olacak? Bir gün sıra herkese gelmeyecek mi? Karar alın teriyle, elinin emeğiyle, namusuyla, onuruyla yaşamaya çalışan emekçilerimizin… Acaba; çocukluğumuzda futbol oynarken, rakip takım için söylediğimiz sözü söyleyebilecekler mi: Bu kadar avans yeter!..
EĞLENCE
KELİME
AVI BULMACA YEM ÖDEMİŞ ÜRETİCİ DOLAR SPOR ENERJİ MEMUR NİSAN TARİH NÜKLEER ŞAFAK ZİYA MAXİM ALEX SEROL HALİL MUSTAFA GÜVENLİK AYHAN ABACI UFUK SAĞLIK EURO
SUDOKU BULMACA
Nisan 2018
29 33