portakalmedya.com.tr
portakalmedya.com.tr
EDİTÖRDEN “Ötelere açılan mihrab” sloganıyla yola çıkışımızdan bu yana iki yılı geride bıraktık. Zamana bizden aldıklarına karşılık yeni sayımızla bir bedel daha ödettik, ötelere selam olsun diye…
KAYSERİ KIZ ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ YAYINIDIR. Yıl: 2016 • Sayı: 3
KAYSERİ KIZ A.İ.H.L ADINA İMTİYAZ SAHİBİ ŞENOL DOĞAN
GENEL YAYIN YÖNETMENİ NAFİZ YILDIRIM YAYIN DANIŞMANLARI MUSTAFA İLKAYA ADEM KARTAL YAYIN KURULU GÜLŞAH GÖKSU RUMEYSA SÜTŞURUP SEVAL OCAK SENA BEKARER RABİA ERBEK KÜBRA NUR CANER NESLİHAN SEZGİN REKLAM MUSTAFA İLKAYA
TASARIM & DİZGİ PORTAKAL MEDYA www.portakalmedya.com.tr BASKI KARDEŞLER OFSET
YAZIŞMA ADRESİ Küçük Mustafa Mah. Osman Kavuncu Bulvarı No: 41 Melikgazi/KAYSERİ
E-posta: mihrabdergi@gmail.com www.kayserianadoluihl.meb.k12.tr Bu dergi MEB Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği’nin 24. Maddesine göre hazırlanmıştır.
Geçmiş yıllara dönüp (bizden öncekilerden) bir selam, bir kelam var mı diye okulumuz arşivine baktığımızda maalesef ciddi anlamda bir yayınla (birkaç gazete hariç) karşılaşmadık. Keşke 50’li, 60’lı, 70’li yıllardan elimizde yayınlar olsaydı. Bizler de o dönemde okuyan öğrencilerin hayata bakışlarını, sanat ve edebiyat anlayışlarını gözlemleyebilseydik; ama sanatsever bir okul müdürünün gelmesine kadar, Kayseri’nin en büyük ve köklü okullarından biri olan okulumuzun ne yazık ki süreli bir yayını olmamış… “Mihrab” dergimizin bu boşluğu ciddi anlamda dolduracağına inanıyoruz… Ümit ediyoruz sesimiz çok ötelerden yankı bulur…
Bu bağlamda kalıcı olmanın, yarınlara bir şeyler bırakmanın ve geleceğin yazarlarını yetiştirmenin gayreti içindeyiz. Ancak, içinde yaşadığımız toplumun kültür değerlerinin başkalaşıma uğradığı günümüzde sanat-edebiyat ağırlıklı bir dergi çıkarmak, bunda da iddialı olmak, hem de bunu bir okul bünyesinde inşâ etmek kolay olmasa gerek.
Her sayımızda “Her çıkış bir iddiadır” sözleriyle hareket etsek de hep güzeli yakalama gayreti içinde olduk. Bu minvalde okul dergisi olduğumuzu unutmadan, sanat-edebiyat dergisi çizgimizi korumaya dikkat ederek; edebi, ilmi, estetik, orijinal dahası irfan çizgimizi de muhafaza etmeye özen gösterdik… Yayınlanmış eserleri tekrar yayınlamayı hamallık olarak gördük. Her sayımızda onlarca yeni, genç ve gayretli kalemlerle karşınıza çıkmayı ve okulumuzdaki hocalarımızın akademik ve entelektüel birikimlerini yansıtmayı hedefledik; çünkü eli kalem tutan geniş bir kadromuz var… Sözün ilk ve son sahibine şükürler olsun!..
İçeriğimizi bir önceki sayımıza oranla ikiye katladık diyebiliriz... Her sayımızda geniş kitlelerce tanınan isimleri konuk etme alışkanlığımızı bu sayımızda da sürdürüyoruz. Bu sayımızda, şair-sunucu Serdar TUNCER ile yaptığımız mülakatı ve okulumuz eski mezunlarının yazılarını zevkle okuyacaksınız. Öğretmenlerimizin ve talebelerimizin harika röportaj, hikaye, deneme ve şiirlerini beğenerek okuyacağınızı umuyoruz...
Dergimizin sadece okulumuz sınırlarında kalmasını istemiyor ve geniş kitlelerce de sahiplenilmesini arzu ediyoruz. Bundan böyle dergilerimizi okulumuzun web sayfasından, sosyal medyadan da takip edebilir ve yazılarınızı bizlere daha rahat ulaştırabilirsiniz... Kolay değil iddialı olmak, kutlu gayelere talip olmak… İddialıyız ve talibiz; çünkü arkamızda gayretli müdürümüz, yöneticilerimiz, öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz var...
Bu bağlamda bütün bu güzel insanlara ve dergimizin tasarımını yapan Portakal Medya’ya yürekten teşekkürlerimizi sunuyoruz…
Selam ve Dua ile….
Nafiz YILDIRIM
İÇİNDEKİLER Şenol DOĞAN / Okul Müdürü Yeniden Merhaba
Röportaj / Rümeysa SÜTŞURUP Sena BEKARER İmam-Hatipli Olmak Gezi / Elif Nur KÖSEOĞLU Bir İlk... Şiir / Önder KARAKLI Ya Rasûlullah...
Deneme / Rabia ERBEK Pullu Bebek
Hikaye / Mustafa DAMILI Gülün Kalbi Şiir / Esma AKPINAR Ümit Kelebekleri
Hatıra / Rabia EKİNCİ Güzel Yaşadı
Hatıra / Gülsün BAYRAKTAR Aslolan Zihinsel Hicrettir
Hatıra / Uzm. Dr. İsmail ALTINTOP 1 Yumurtayı Kaç Kişi Yer Eski Mezunlarımızdan
Mülakat / Gülşah Göksu - Rabia Erbek Serdar Tuncer’le Mülakat Bizden Kısa Kısa
Deneme / Demet BAHÇECİ Ölüm Şiir / Nihan İMAMOĞLU Oyalı Mendil
Deneme / Leyla ÇOLAK Hiç Yaşanmamış Gibi...
İÇİNDEKİLER 7 8
10 12 13 14 16 17 18 20 21 22 24 25 26 27
Hikaye / Rümeysa SÜTŞURUP 28 Herkesin İzlediği Katliam; Srebrenitsa Şiir / Sema Nur BULUT Arafta Bırakma
Deneme / Aybetül BAHÇECİ Kendimize Gelelim
Deneme / Nihan İMAMOĞLU Günümü Kaçıran Gece
6
31 32 33
Hatıra / Yrd. Doç. Dr. Elif Sibel (Koç) Aslan 34 Sevdik - Sevildik Şiir / Ahmet ALABAŞ Bahar Türküsü
Makale / Adem KARTAL Bir Başka Açıdan Seyahatname Şiir / Önder KARAKLI Sehab-ı Hüzün
Hatıra / Sümeyye ÇABUK Gassal
Röportaj / Kübra Nur CANER Neslihan SEZGİN Burası Hayal Kapısı Deneme / Rabia ERBEK Yaz ve Güz
Tahlil / Aybuke GÜLCEK A.C.Z. Şiir / Dilara Nur PERK Tanır Yar Beni... Bizden Kısa Kısa Şiir / Hilal BATIR Sebebim
Biyografi / A.Turan KARABULUT Raşit Efendi̇ Kütüphanesi̇ ya da Ali̇ Rıza KARABULUT Seval OCAK - Sena BEKARER Okulumuzun 1957 İlk Mezunları Tahlil / Nafiz YILDIRIM Ali AKBAŞ’ın “Göç” Şiirinin Düşündürdükleri
Naat / Kevser Ellina BİKBULATOVA Peygamberimiz Hakkında Şiir / Yusuf AKYÜZ Savaşın Yetimleri
Yorum / Safiye BOZKURT Diriliş Ertuğrul Makale / Erdal YILMAZ Dua
Makale / Z. Meral KONŞUK İVECAN Reci Hadisesi
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
35 36 38 40 42 45 46 47 48 49 50 52 54 57 58 59 60 62
Yeniden Merhaba Değerli okurlarımız, kültür ve edebiyat dergimizin üçüncü sayısı ile yeniden sizlere merhaba dedik. Rabbimize şükürler olsun. Okul dergimiz klasik okul dergilerinden çok farklı; dergimizde sadece etkinlik ve resimler yayınlamıyoruz. Daha çok, düşünen beyinlerin ürünlerini paylaşıyor ve geleceğin yazarlarını yetiştirmeye çalışıyoruz. Yarınlara bir şeyler bırakma gayreti içindeyiz. Umarım bu mütevazı dergimiz birçok yeni düşünce yazarlarının ortaya çıkmasına vesile olur. Ülkemizde açılan ilk 7 imam hatip lisesinden biri olan okulumuza daha çok kültürel faaliyetler yakıştığını biliyorum. Okulumuzun ismi defalarca değişmiştir; sırasıyla Kayseri İmam Hatip Lisesi, Melikgazi İmam Hatip Lisesi, Kayseri Anadolu İmam Hatip Lisesi ve son hali ile Kayseri Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi olmuştur. Bu konuda farklı düşünceleri olan mezunlarımızın olduğunu biliyorum. Adı ne olursa olsun Kayseri’nin en eski ve merkezindeki İmam Hatip Lisesi her birimizin yetişmesinde önemli yeri olan terbiye ocağımızdır. Dolayısıyla 25 bin mezunun okulumuzu sahiplenmesini bekliyoruz. Son yıllarda mezunlarımız dönem arkadaşlarıyla buluşmalarını okulumuzda gerçekleştirmekte ve bizler de bu buluşmalara ev sahipliği yapmaktan mutluluk duymaktayız. İmam hatip liseleri iyi nesil yetiştirme projesidir. Evrenseli öğretirken yereli ihmal etmeyen okullardır. Kısacası milli bir projedir. Kat sayı engeli de kalmadı, dergimizde yayınlanan üniversitelilerimiz listesinden de anlaşılacağı gibi birçok değişik fakültelere öğrenciler gönderdik. Kısaca hayatın her safhasına hitap eden, ifrat ve tefritten uzak donanımlı insanlar yetiştiriyoruz. İmam hatip modelinin, İslam âleminin mezhep, meşrep kavgalarına engel olacağına; yozlaşmadan ve bozulmadan uzak, ülkemizin huzuruna kat-
kısının büyük olacağına inanıyorum. Gençlerimiz ilgi ve yeteneklerine göre alan-bölüm seçimi yapabilmekte ve bu alanlarda eğitim görüp üniversitede değişik bölümlere gidebilmektedir. Kayseri’de sadece kızların öğrenim gördüğü İmam Hatip Lisesini gelin yeniden yeşerterek, güller yetiştirip ülkemizin maddi manevi gelişimine katkı sağlayalım. Tanıtım filmimizi izlediğinizi ümit ediyorum. Geçmişten günümüze okulumuzun değişimini ve gelişimini izlediğinizde sizlerin de gururlanacağınıza ve güzel duygularla dolacağınıza inanıyorum. 2015 eğitim yılında tıp, hukuk, mimarlık, psikoloji, mühendislik, eğitim ve ilahiyat fakültelerine toplam 167 öğrencimizi gönderdik. Önümüzdeki yıllarda yeni mezunlarımızı da yeni üniversitelere göndereceğiz.
Öğrencilerimiz, özel seviye sınıflarımızda, yetişme kurslarıyla yeteneklerine göre sözel, eşit ağırlık, sayısal ve dil bölümlerinde eğitim görüyorlar. Sosyal etkinlik projeleri ile yetenekli öğrenciler kendilerini ifade etme fırsatı buluyor. Sportif etkinliklerle öğrencilerimiz Türkiye dereceleri alıyor. Öğrencilerimiz, özgüvenleri gelişsin diye Kur’an kurslarında ve okul içi yarışmalarda görev alıyorlar. Geleceğin hatibelerini yetiştiriyoruz. Böylece ilim irfan şehrimiz Kayseri’ye yakışır nesiller yetiştirme gayretindeyiz. Bu çabaya maddi manevi destek verenlere yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.
Yeni sayımız ile bizleri buluşturan başta Nafiz Bey olmak üzere dergimizin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Nice yeni sayılarda buluşmak ümidiyle, her birinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. ŞENOL DOĞAN Okul Müdürü
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
7
İMAM-HATİPLİ OLMAK İMAM-HATİPLİ OLMAK Recep Tayyip ERDOĞAN / TC. Cumhurbaşkanı İmam hatip okulları, aziz milletimizin tam anlamıyla varını yoğunu ortaya koyup inşa ettirdiği, yaşattığı, koruyup kolladığı okullardır. Bu millet ekmeğinden, kısıtlı gelirlerinden, sofradaki zeytinden, tarladaki buğdaydan, dükkanında elde ettiği kazançtan artırarak yani, yemeyip yedirerek imam hatip okullarını kurmuş, imam hatip öğrencilerini gözetlemiştir. Ben Türkiye’nin 81 vilayetinde kendisi aç olduğu halde, cebindeki üç kuruşu çıkarıp imam hatip okullarına yardım olarak veren nice, gönlü yüce insanlar gördüm. Tek arsasını, bütün servetini, hayatı boyunca biriktirdiği tüm sermayesini, imam hatip okullarının kurulması ve idamesi için seferber eden nice hayırseverlerle karşılaştım. İmam hatipler, bu ülkeye istikamet çizen, bu ülkenin ufkunu aydınlatan, en önemlisi de bu ülkenin öz değerlerine sahip çıkıp onları muhafaza eden nesilleri yetiştiren eğitim kurumlarıdır. İmam hatip neslini daha ileriye taşımak, ülkemizin, milletimizin ve tüm ümmetin geleceğinin teminatı haline dönüştürmek için çok daha fazla çalışmamız gerekiyor. Başbakanlığım döneminde bir konuşmamda: ‘Dindar nesli yetiştireceğiz.’ dedim birileri çılgına döndü. ‘Bir başbakan böyle konuşamaz!’ dediler. Bu, bu ülkede dinsize hizmet vermeyeceğiz demek değil. Biz dindara da, dinsize de, bize hakaret edene de hizmet verdik, hedefimiz dindar nesildir. Çünkü bir taraf olan bertaraf olur. Böyle yürüdük bu yolda…
Niyazi ÖZKÖK / Kayseri Vergi Dairesi Başkanı İmam hatipli olmak çok güzel ve gurur verici bir duygu. İmam hatip, ömür boyu size enerji, güç ve donanım veren bir okul olacak. Okurken de mezun olduktan sonra da asla pişman olmayacağınız bir okul. Dolayısıyla imam hatipli olmak bir ayrıcalıktır. İmam hatipler ülkemizin geleceği, bel kemiğidir. İmam hatipler sağlam olursa, nitelikli yetişirse, kendini de iyi yetiştirirse ülkemiz ileride inşallah güzel günler görecektir. Çünkü, nitelikli, güzel hizmetlerin hepsini inançlı, bilgili, birikimli, nitelikli insanlar yapacak. Dolayısıyla bizim de bunlara ihtiyacımız var.
Prof. Dr. Cem EVEREKLİOĞLU / ERÜ Göz Hastalıkları Uzmanı
İmam hatipli olmak güzel bir duygu, imam hatipte iyi ki okumuşum diyorum. Ve şu an imam hatiplerin önü açık, okuyanların yalnızca imam olmaları, ilahiyat okumaları gerekmiyor. Elbette o meslekler de güzel ama doktor, avukat gibi yüksek mevkide meslek sahibi de olabiliyorlar. Öğrenci kardeşlerimiz bunları düşünerek çalışır çabalarlarsa iyi bir gelecek sahibi olacaklarına inanıyorum. Dinine, milletine, hizmet eden vatansever bireyleri yetiştirmemiz gereklidir. Ömer ÇUHADAR (Eğitimci)
İmam hatipli olmak muhteşem bir duygu. Bunu hayata atıldığın zaman anlıyorsun. Birisi, imam hatipten mezun olduktan sonra eğer kendine bakmazsa, dikkat etmezse o duygu kalmıyor. Biz herkesi kendimiz gibi görüyoruz ve oradan biraz kaybediyoruz. Ama şunu söyleyeyim imam hatip mezunu olmak muhteşem bir şey. Ben her yerde imam hatipli olduğumu rahatlıkla söylüyorum. Hayata atıldıktan sonra orada öğrendiğin bilgilerin ne kadar kıymetli olduğunu görüyorsun.
Uzm.Dr. Asuman ÖZKIRIŞ / Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı İmam hatipli olmak, anlatılmaz yaşanır. Yani çok güzel duygular. İmam hatiplileri; kökten dala meyve verebilecek, köklü bir ağaç olarak düşünüyorum. İmam hatipli olmak baştan sona çok güzel bir olaydır. Şuurlu yaşamaktır. Hayatın, dünyanın, evrenin, kendinin bilincinde olan insandır imam hatipli.
Röportaj: Rümeysa SÜTŞURUP - Sena BEKARER / And. 12-F
Prof. Dr. Mahmut BAYKAN / NEÜ Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Uzmanı İmam hatipli olmak çok farklı bir şey. Bunu ikiye bölmek lazım. İmam hatibe girip imam hatipli olmak farklı, ama imam hatipli olmak; imam hatip ruhunu bir ömür boyu omuzlarında taşıyarak, önce çevresinden sonra tüm insanlığa olmak üzere merkezden çevreye ışık saçmak demektir. İmam hatipli olmanın farkını hayata atıldığınızda göreceksiniz. Eşref- i mahlukat olarak yaratılmış insanlara örnek olmak gibi; ayrıcalıklı, çok farklı nimetlerden birisi. Herkes imam hatibi tercih edebilir; ama imam hatipli olmak çok çok farklı bir şey. Mutluluğunu bir ömür sırtında taşıyabilmektir.
Ahmet YURTLU / KİMDER 2.Başkanı İmam hatipli olmak muhteşem bir duygu. Dünya üzerindeki en prestijli statü olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de nereye giderseniz gidin İmam Hatipli birisi ile karşılaştığınızda aynı dili konuşan kardeşler gibisinizdir. Hem dünya, hem ahiret kardeşliği… İmam hatipliler çağımızın İslam nüvesini oluşturan bir oluşum. Bu projenin tüm Müslüman coğrafyaya ulaştırılması ve uygulanması gerekir. Doğal Müslüman teşkilatlanması diyebiliriz. Biraz daha gayretli çalışırsak önümüzdeki yüzyıl, bu projeyi konuşacak. Yrd. Doç. Elif Sibel ASLAN / Biruni Üniversitesi Tıbbi Biyoloji Uzmanı
Bence imam hatipli olmak çok ayrıcalıklı bir duygu. Çünkü siz orada aslında din adına temel eğitim alıyorsunuz. Bunları okurken fark etmiyorsunuz ama yıllar sonra insanlar en küçük şeylere din adına kafa yorarken, siz bunları derste görüp dinlemiş oluyorsunuz, bu çok önemli bir şey. Aslında siz imam hatip ruhunu almış oluyorsunuz. İmam hatip deyince benim aklıma başka bir bakış açısı, başka bir ruh geliyor. Çok temiz, çok güzel duygular uyandırıyor bende. Kayseri Merkez İmam-Hatipli olmak da gurur verici.
Dursun Ali ŞEKER / Emekli Müftü İmam hatipli olmak mükemmel bir duygu. Dünyaya ikinci defa gelsem, bir okul seçmemi söyleseler, yine imam hatibi seçerdim. Çünkü hayatınızın aktif dönemi bittikten, emekli olduktan sonra eve sığamıyorsunuz, bir işle meşgul olmanız gerekiyor. Ama şimdi Kastamonu emekli il müftüsüyüm. Ve bu da imam hatip okumuş olmamın bana sağladığı faydalar ve ortamlar. Mesela geçen gün de Kayseri’deydim, Tv Kayseri’de bir programa katılmıştım. Hunat camide de vaaz vermiştim. Dolayısıyla eğer ben imam hatipli olmasaydım, emeklilikten sonraki sosyal hayat tamamen sıfıra düşerdi. Hayatın dışında kalırdım. İyi ki seçmişim, iyi ki imam hatipte okumuşum. Lütfiye GÜVENÇ / ERÜ Türk Dili Bölümü Okutmanı
Toplum hayatında insana saygınlık veren bir duygu. Çünkü imam hatip mezunuyum dediğiniz zaman bir kere herkes size saygı duyuyor. Bu saygı hem ilmimizden hem almış olduğumuz terbiyeden ve temsil ettiğimiz değerlerden kaynaklanmaktadır. Onun için toplumda saygınlık veren bir duygu olduğunu düşünüyorum. İkincisi kendini yeterli görme duygusu kazanıyorsunuz. Çünkü o kadar çok şey biliyorsunuz ki, dini bilgileri, matematiği, coğrafyayı, fiziği, arapçayı da biliyorsunuz. Bu da insana kendine güven duygusu getiriyor. O açıdan hem toplumda hem de bireysel olarak insana saygınlık kazandıran bir durumdur.
Mikail KARAKÖSE / 2010 – 2014 Yılı Okul Müdürümüz Güller, yaradılışça ve sanatça diğer çiçeklere nazaran yaprak demetiyle sarmalanmış; kokusuyla, rengiyle, suretiyle, duruşuyla ve asaletiyle Allah’ın sanatının bir örneği... Bahçeleri gülsüz, ağaçları çiçeksiz bırakmayan Cenab-ı Hak, kâinat ağacını gülsüz bırakır mı? İşte kâinatın gülü Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Ve O’nu seven gül gibidir, gül gibi olmalıdır. Gerek idarecilik gerek öğretmenlik hayatımda öğrencilerimi “gül” olarak gördüm ve onlara hep güller diye hitap ettim. Güller, kardelen çiçekleri sevgili öğrencilerimizdir ve onları yetiştiren de çok değerli öğretmenlerimizdir! Bu duygu ve düşünceler içerisinde “güller”e ve onlara emek verenlere selam olsun.
gezi
Elif Nur KÖSEOĞLU / 12-A
BİR İLK... Yirmi üç yolcu...Kayseri Merkez Kız Anadolu İmam- Hatip Lisesi tarihinde bir ilk. Üç kahraman gözlerini kararttı, yirmi can parçasını, yirmi emaneti sırtlanıp düştüler yola. Çünkü “öğretmenlik, eğitimcilik” onların lügatinde buydu. Öğretmenlik; fedakarlık demekti. Uykusuz geceler, derin düşünceler... Taşın altına elini koymaktı. Onlar zoru başardılar. Erkan Küp, Büşra Küp, Metin Göğebakan: Öğrencilerinin gözünde hepsi ayrı kahraman, besmeleyle çıktılar yola. İmam-Hatip tarihinde ilk defa Erasmus Projesiyle bizleri rüya gibi bir staja götürdüler. Bu stajda gezdiğimiz yerlere sadece bakıp geçmedik, asıl olanı yaptık; gördük. Müslüman olmanın, Müslümanca yaşamanın kıymetini anladık. Belçika’da, Fransa’da, Hollanda’da, Almanya’da, Lüksemburg’da gördük İslam ışığını söndürtmeyecek kardeşlerimiz/yoldaşlarımız hep bizlere duacı. Ezan sesine hasret vatandaşlarımızla konuştuk. Ezan-ı Muhammedi’yi, okullarda okunan İstiklal Marşının sesini, sokağa çıktıklarında gülümseyecek samimi komşularını ne kadar özlediklerini anlattılar. Refah içinde olunsa da kendi toprağında, kendi milletinden ve dininden insanlarla yaşamanın çok farklı bir huzur verdiğinden bahsettiler. Vatana ve İslam’a duyulan hasret… Sadece Müslüman Türklerle değil, bin bir renkte din kardeşimizle iletişim kurduk.
çok güzel muameleler gördük. İnsanlığın gereğini yaptılar ve yaşadıkları, oturttukları sistematik düzenin en güzel yanlarını bize yansıtmaya çalıştılar. Huzurevlerine olan önyargımızı yıktılar. Farklı görüşlerdeki insanların bir arada hayatlarını nasıl sürdürdüklerini anlattılar. Kendi dinlerini ayakta tutmak için ne tür faaliyetler yaptıklarını çekinmeden bizlerle paylaştılar.
Engelli vatandaşlar için oluşturdukları çalışma ve rehabilitasyon alanları ,bize İslam’ın hoşgörüsünü ve çalışmaya verdiği önemi hatırlattı. Engellerin aslında sadece zihinlerde olacağını hatırlattılar. Birçok insan engellilerin kendilerine bile yetmeyeceğini düşünürken onlar çalıştıkları çiftliği ayakta tutan temel taşlardı. Cezaevi, hastane ve huzurevlerinde herkesin inanç ve talebine göre din adamı ,yani manevi destek veriliyor olması bizleri çok şaşırttı. Haftada bir gün de olsa insanların inançlarını, umutlarını tazeleyecek bir eylemdi çünkü bu. Oraya gitmenin, bu “mükemmelmiş gibi” görünen şartların içinde olmanın bize öğrettiği en güzel şey de neydi biliyor musunuz? Dinimizin mükemmelliğini bir kez daha idrak ettik.
İnsanlardaki inceliğe şahit olduk. Gittiğimiz her yerde Müslüman olmanın verdiği şerefi hissettirdiler, gayrimüslim olsalar da saygı duydular. Huzurevleri, yardımlaşma dernekleri, camiler, etüt merkezleri... Türkiye’den geldiğimizi duyan herkes bizimle ilgilendi, 10
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Herkes yurtdışında Müslümanlığın yitip gittiğini düşünür, oradaki Müslümanların eksik yaşadığına inanır. Hayır! Camilerin çok amaçlı kullanılıyor oluşu bize Ashab-ı Suffa’yı hatırlattı. Her türlü sosyal aktiviteye, öğrencilerin dersleri için verilen etüt sistemine imkan sağlamaya çalışan bu düzen Müslümanların bir araya gelmeleri ve birlik olmaları için işliyor. Camilerde görev alan imamların Kur’an’ı öğretme, İslam’ı yayma çabalarını gördükçe içimiz titredi, aklımıza kazındı umutların tükenmeyişi.
gezi lakabından anlamıştık. Bizde, “Peygamberler şehri” gayrimüslimlerde bisikletler şehri... Ne büyük bir kayıptı bu ya Rabb. Ne büyük bir acıydı. Evladını yitiren bir annenin evladını yitirdiğinden haberi yoktu… Sen esirge.
Sosyal hayatlarını incelediğimizde yüzlerindeki kurallara uyma çabasını, saygılarını görmemek imkânsızdı. Sakin -hatta donuk- hareketlerine alışmamız birkaç günümüzü aldı. Türk bir psikologla da konuşunca; insanların manen ne kadar aç olduğuna kanaat getirdik. Huzurevlerinin ve boşanma oranlarının sürekli artmakta olduğunu duyunca yüreğimize bir ok saplandı. Demek ki aile kavramı da yitip gidiyordu zamanla birlikte. Demek ki her şeyin başı imandı, İslamdı, umuttu, davaydı. Ne olacaktı şimdi? Kıyamete kadar bu böyle mi sürecekti? Sonra durduk birden. Durduk ve dedik ki: “Müslüman Türk gencinin çalışkanlığına her yerde ihtiyaç var. Allah bize güç, kuvvet, iman ve sabır verdikçe biz de bu yoldan dönmeyeceğiz.
Allah bir kulunu sevdi mi onu kendisine ihtiyaç duyulan yere gönderirmiş. Allah’ım bizi çok sev ve nerede faydalı olacaksak bizi oraya naklet.” Yeniden umut olmalıydı içimizde, kara bulutlar yüreğimize kadar inmeden dağıtmalıydık. Başardık. Kazanacağımıza, kazandıracağımıza inandık. Umuda ihtiyaçları var, rahmete ihtiyacımız var. Anımsadık, huzur bulduk. Manevi açıdan boşlukta olan bu insanların boşluklarını sporla doldurmaya çalıştıklarını Amsterdam’ın “Bisikletler Şehri”
Gittiğimiz eğitimlerde kafamıza takılan her soruya cevap bulmamıza imkan sağlayan hocalarımız, dolu dolu yirmi bir gün bize hem anne hem baba oldular. Biz de öğrenciler olarak kardeşliği birbirimize yaşattık. Bulunduğumuz yerleri incelerken yurdumuz insanının da bize ne kadar imrenerek baktıklarını gördüğümüz anda onlara Müslüman kardeşliğini hatırlatmakla kalmayıp hissettirdik.
Döndüğümüzden beri bizi imanla şereflendirmesinin üstüne bize bunca nimetlerinin arasında bu imkanı nasip edene de şükür olarak gezdiğimiz, gördüğümüz, şahit olduğumuz olay ve yerleri okul ve sosyal çevremize anlatma çabasındayız. Bu mutluluğu yaşamamıza vesile olan hocalarımıza tüm arkadaşlarım adına teşekkür ediyorum. Dualarımız; hocalarımız, orada İslam’ı yaymak için tebliğ ve cihad eden yoldaşlarımız, siz imam-hatipli kardeşlerimiz ve tüm İslam alemi için.
Rabbim! Dinimizi yaşamak için bizlerin yolunu düşürdüğün bu okulu, nice başarılı staj yapacak öğrencilerle doldurmanı senden niyaz ediyoruz. Alnımızın akıyla stajımızı tamamlayıp dönmemizi sağlayan ve emeği geçen tüm insanlardan razı ol. Senin yolunda, rızana uygun şekilde ilim talep etmemizi nasip eyle. İslam nuruna bir ışık da biz olalım. (Amin)
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
11
şiir
Önder KARAKLI / Tarih öğretmeni
Ya Rasûlullah... Yaralı gönüllere dermansın ya Rasûlallah On sekiz bin aleme sultansın ya Rasûlallah
Sen şemssin sen kamersin ey sevgili ey Nebi Alem sevgine muhtaç canansın ya Rasûlallah
Dünya denen denizde virane bir gemiyim Fırtınaya tutuldum limansın ya Rasûlallah
Dünya denen kafesten çıkmak murad ederiz Biz bülbül-i şeydayız gülistansın ya Rasûlallah
Ey güllerin en güzeli ey gül yüzlü Peygamber Efendiler Efendisi, Habib-i Zişansın ya Rasûlallah
Bağ-ı dehr denen yerde günahkar bir garibim Hak affetmez ise bu can yansın ya Rasûlallah
Karanlık olur alem sen olmazsan ey Nebi Gönüller aydınlatan mihr-i cihansın ya Rasûlallah
Firak-ı hasretle gönül dün ü gün kavrulmakta Baş ü beden nâr-ı ışkla boyansın ya Rasûlallah
Dün ü gün bi-çare gönlüm daim ismini zikr eyler Nalan olan yüreğime handansın ya Rasûlallah
İsmin dolaşır dillerde tenin kokar güllerde Kaldım diyar-ı gurbette canımsın ya Rasûlallah
Bezm-i gam ehli dembedem ışk oduyla tutuşur Garib ü fukaraya yâransın ya Rasûlallah
Aşkın kıldı şeyda beni yakıverdi sevdan beni Çağlar oldu didem seli ummansın ya Rasûlallah
12
Esir-i derd-i ışk olup gönüller bağrın kül eyler Düşünüp ümmetin halin giryansın ya Rasûlallah
Çeşmin yaşı sel olur sevdana düşer gönüller Kainat seni zikreyler cansın ya Rasûlallah
Şu Önder-i bi-çare cemalin arzularken Ayrılık hasretine nasıl dayansın ya Rasûlallah
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Rabia ERBEK / And. 12-D
deneme
PULLU BEBEK
Balıkçı tezgahlarında bebek mevtalarının olduğunu bilirler mi? Çünkü denizlerde artık balıktan çok pullu bebekler var! Coşkuyla çağlayan bir dere gibi damarlarım, kabarıp şakaklarımda yol bulan. Hatalarım mahkum gibi bende. Her geçen gün daha sert atıyor alnıma çentiklerini. Gün sayar gibi kurtuluşa. Ufuklar arıyor gözlerim yeni nöbetlere. Ama sonra takılıyor işte en olmadık yerler. Tam dört çakala bir kuzu düşüyor köşe başlarında. Torbalarla giysiler aşlar kaplıyor kapı önlerini. Şimdi hangi çıplak ruhu giydirir bunları, hangi aç aklı doyurur? Fırın önlerinde kara çarşafının içinde bir çift göz hubz diye ağlarken kahvaltıda çocuklarının ekmeğine nasıl bal sürüp verecek anne? Yıldırım düşerken ocaklara ekmek getiren babanın teri düşmeden toprağa. Tokmağı acı acı çalan bu el kimin? En tenha sokaklara sinmiş bu pis koku daha kaç gencin ciğerlerine dolacak? Kitapların arasında kelimelerden çok mayın var artık gizli ellerin döşediği.
Şu kafalarını toprağa gömmüş deve kuşları ne zaman anlayacaklar ne deve ne de kuş olduklarını? Balıkçı tezgahlarına gelen müşteriler fark eder mi dersiniz, artık tezgahlarda bebek mevtalarının olduğunu? Bilirler mi? Denizde artık balıktan çok pullu bebekler var. İşte insan fark eder veya etmez her insan kum saatine kum tanesi misali yarışıyor diğer zamana akmak için, ters çevriliyor ve tekrar akıyor. Ben de bu yarışın içindeyken bir sela duyuluyor kulağıma. Ama bugün Cuma gecesi değil ki. Ardından kürek kürek toprak atılıyor üstüme. Esrarengiz bir güç geliyor kollarıma ve omurgalarıma. Muhabbet kuşuna dönüyor kalbim. Kaburgalarımın arasında esintili bir bahar geçiyor. Tanımaya çalışıyorum bu mekanı. Burası ne bir köşe başı, ne de kum saati. Burası sakallı adamların cennet dediği yer olmalı.
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
13
hikaye
Mustafa DAMILI / Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
GÜLÜN KALBİ
Nazan Bekiroğlu’na…
Kar yağıyor…
Kalın duvarlı kasvetli evin küçük penceresinden dışarıyı seyreden genç yazıcı, kar oralarda da yağıyor mu diye kalbinde yaşattığı o küçük kızın muhayyel memleketini düşündü. Ben, dedi sonra, kar yağınca üşüyecek miyim mezarımda? Kar yağınca ölüler üşümez mi?... Üşümez demişti küçük kız ona. Üşüyebilen insan ölmekle nasıl üşümez. Olur mu kar soğuktur, üşütmez mi insanı?... Mezarında boylu boyunca yatıyor düşündü kendini sonra, kar yağıyor üzerine…soğuk… ve iliklerinde hissetti soğuğu. Kalktı, dışarıdan birkaç parça odun getirip ocağa attı, yatıp tavanda gül yaprakları gibi titreşen ışık oyununu seyre daldı.
“Bak gülüme. Üşümesin diye koltuğumun altında uyutuyorum ben onu.” “Öldürmüşsün.” Dedi küçük kız. “Hayır ölmedi, uyuyor.” “Ölüler uyumaz, üşümez de… Hem ne tuhaf çocuksun sen.” Koltuğunun altından çıkarınca bir cesedin yüzündeki donmuş gülümseme gibi gördü gülü Osman. Kalkıp ocağı karıştırdı. …..
Akşam iniyordu.
Genç yazıcı can sıkıntılarının, vicdan azabı sızıların, garip hislerin içinde buldu yine kendini. Ocağın kar-
14
şısına bağdaş kurup oturmuş, ikindi ezanını bile duymadan akşamı etmişti. Ocak sönmüş diye geçirdi içinden. Derken kapı açıldı. Osman yerinden doğrulmadan, bad-ı sabadan gayrı kimsenin açmadığı tahta kapıya doğru başını çevirdi. Yeşil cübbesinin omuzlarında kar… nur yüzlü, ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyar… Yaklaştı ve kendi zamanından, kendi mekanından ve yaşından başka türlü olan yazıcının önünde durdu. Eğildi, sarığına iliştirdiği kırmızı gülü çekip işaret parmağıyla orta parmağı arasında tutarak bir an seyrettikten sonra kokladı, önüne bıraktı… Bu mevsimde gül, diye hayretle geçirdi içinden genç yazıcı… Geldiği gibi sessiz ve ağır, uzaklaştı ihtiyar. Yazıcıların genç olanı ardından belki o da kendisine bir şey söylemedi diye hiçbir şey söylemedi ve sormadı. Yalnız, yüzündeki, seni, neler çektiğini ve gerçeğini anlıyorum diyen o harikulade tebessümü hatırladı. Dizlerine bastırarak kalktı, lambayı getirdi. Billur şükûfedanı aldı raftan, gülü içine koyup pencerenin önüne oturdu. Simsiyah gece ve bembeyaz karların ortasındaki evde güle odakladı bakışlarını. Ne kadar güzel diye düşündü, kokladı… gül güzeldi… neden? Kadın gibi… fikir gibi…? kendisinden ibaret olamaz… anlamlandıramadı sadece kendisinden ibaret oluşunu… bir sebep olmalıydı güle dair… …..
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
hikaye Kapı açıldı. Nur yüzlü, ak saçlı, ak sakallı ihtiyar koltuğunun altında kitaplar, omuzlarında kar ve savrulan cübbesiyle içeri girdi. Osman kendi elleriyle yonttuğu nakışlı rahleyi ihtiyarın önüne açtı, yine hiçbir şey sormadı. Her şey bir rüyada yüzüyor gibiydi… Uzun kirpiklerine değen bir kaşı eğri ihtiyar yazıcı, bütün benliğini ve gerçeğini anladığı genç yazıcının hüzünler kulübesi kasvetli evinde usta mücellidlerin elinden çıkma olduğu anlaşılan divanlardan davudî sesiyle ağır ağır okumaya başladı. Beni aşkın zâif ü zâr etti Akl u fehmimi târ ü mâr etti Aldı sabr u karâr u ârâmı
Mâil-i cilve-i lâhût olup aklım gideli Gelmez oldu dîl-i mecnûnuma Leylî meyli İhtiyar yazıcı başını kitaptan kaldırdı, insanı serinleten mavi ışıklı gözlerle baktı Osman’a.
Gül aşktır, aşk âteş, yangın yeri gül bahçesi! Kalbini bu yangına dedi atabilmek ve şerh edebilmek için gülün kalbini görebilmelisin. Andolsun ki gülün bir kalbi vardır, kimseler bilmez… Mutsuzdurlar bu sebepten… bir bedene, bir gölgeye hapsolurlar, boğulurlar… Ki bende âriyetdür bûy u elvân Gider benden belî bâkîdürür kân
…..
Merhamet kıl ki câne erdi elem Küçük kız geldi Osman’ın aklına, kalbi ağrıdı birden. Ben, dedi ilk defa, yorumlayamıyorum kalbimi… fakat siz… bildim ki içimdeki sıkıntıyı biliyorsunuz, melâlimi ve gerçeğimi...ve her şeyimi... Efendim bana bir şey söyleyin, anlatın ne olur! Güller gelmiş devreder bu halveti seyreder Derûnunda meyleder tesbih okur çiçekler
Beytini okuyup genç yazıcının yüzüne baktı ihtiyar. Gülü gösterdi sonra. Bütün sırların sırrı ruhta âgâh olur, ruhu gör kurtul! Gül bir gölge, gül bir hayâl… Çiçekler, dedi, konuşur, yeter ki bu dili bilelim. Madde üstü bir dikkat… Süleyman olmaya ne gerek! Dinle, Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş Semender tıynetân-ı aşka besdir lâlezâr âteş
Beni, dedi genç yazıcı, hiçbir şey tatmin etmiyor. İhtiyar mütebessim, elbette, hangi güzel tatmin edebilir, hepsi geçici olduktan sonra? Garipsin. Izdıraptan uzak olan tek yer mutlak ve ebedî hakikatin yanından başka neresi? Kaç öyleyse, kaç mâsivâdan mâverâya! Aç, bak, ve gör gülün kalbini! Kurtul gölge varlığın cenderesinden! Osman ‘gülün kalbi’ diye geçirdi içinden. Kalktı, pencerenin önüne gitti, billur şükûfedandan çıkardı gülü. Pervazdan bıçağını alıp gülün sap tarafından tomurcuk kısmına ve yapraklarına doğru bir çizgi çektikten sonra kesilen kısmı ikiye ayırdı. Sarı tohumların birleştiği kanallar, yollar… Hiçbir şey, dedi ihtiyara dönüp. Hiçbir şey yok… İrkildi birden. Mavi gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi elindeki ortasından kesilmiş güle bakıyordu ihtiyar. Sonra, masmavi bir ışık dedi, nasıl göremezsin? Neredeyse gözleri kör edecek! Bu gece bir gül fırtınası, gül kasırgası! Ellerini açtı sonra, Lezzet-i hesti nümûdi nist râ Âşık-ı hod kerde bûdi nist râ *
Osman bir şey anlamadı, gül ve âteş kelimelerinden başka… Demek ‘gül âteş’ dedi, kendi kendine. Ve niye olduğunu kestiremese de, tuhaf, yanmak istedi birden bu âteşte…
…..
Kalbimde, dedi, bazı bir ince sızı var, ağaç kökünün yanışı gibi, bir yangın sessiz ve derin… korkuyorum bazı da boğulacağımdan… Diz çöktü ihtiyarın önünde.
*Sen varlık lezzetini yoklukta gösterdin, sonra yok olanı kendine âşık ettin (Mesnevî).
Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce Sünbül ham olur reşk ile kâkül bükülünce
Genç yazıcı eline bakınca gülü düşürmüş olduğunu fark etti. Eğilip aldı. Ocak sönmüş diye geçirdi içinden tekrar. Dışarıdan odun getirmek için ayağa kalktığında elleriyle yonttuğu rahleyi odanın köşesinde açık gördü…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
15
ÜMİT KELEBEKLERİ
şiir
16
Esma AKPINAR / And. 12-D
Büyüme çocuk Çünkü büyüdükçe kayboluyor renkler Siyahtan kaçıp maviye sarılıyorsun sürekli Bak senin kovalamanı bekliyor minik kelebekler Geç kalma çocuk Boşa gitmesin emekler Kardeşin yuvayı şenlendiriyor neşesiyle Ve kulakları çınlatan nağmelerin sesiyle.. Biz geç kaldık ziyadesiyle Büyüme çocuk Çünkü büyüdükçe küçülüyor hayaller Koş çocuk Koş ki yakalamasın seni gerçekler Öyle bir sev ki utansın soğuk kalpler
Gülümse mesela Sen tebessüm ettikçe hayat titrer Yıldız misali parla Parla ki uyansın tüm karanlıkta kalanlar
Sen tut ellerinden Götür diyar-ı gurbetten Hareketlensin tüm kukla bedenler Isıt ki yolunu bulsun ritmini unutan yürekler Uçuversin kainata Ümit denilen KELEBEKLER…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Rabia EKİNCİ / And. 10-N
Güzel Yaşadı 2014-2015 öğretim yılı liseye yeni başlamıştım. Okula alışmaya çalışıyordum. Okulda sürekli dikkatimi çeken ablalarım vardı. Onlardan bir tanesi benim için çok farklıydı. Hala da öyle. Bir Cuma günü İstiklal Marşı okunacak ve ben onun dışarı çıkmasını bekliyordum. Sonra o ablanın dışarı çıktığını gördüm ve onunla tanışmak için yanına gittim. Selam verip “ Ben bu sene okulda yeniyim, sizinle tanışmak istiyorum” dedim. O da her zamanki tebessümüyle beni karşıladı. Sonra tanıştık Elhamdülillah. Tanışmamız bu vesile ile oldu. Onunla sıkı bir muhabbetimiz oluştu. Sonra onun kitapları çok sevdiğini öğrendim. Ben de onun sayesinde kitapları sevmeye başlamıştım. O , “Nuri PAKDİL, Cahit ZARİFOĞLU” gibi yazarları çok severdi. O bizlere her şeyiyle örnek oluyordu. Hz. Fatıma annemiz gibi giyiniyordu. Ben de onu örnek almıştım. Tam bir imam hatip genciydi . Bilmiyorum, ne zaman ondan bahsetsem hep şu sözü aklıma gelir: “Seveceksen Allah için seveceksin.” İşte ben seni Allah için sevdim diyeni sevdim.. Her şey hüzün ayı denen eylülle geldi.. Bizler okulların açılmasını heyecanla beklerken yüreklerimize kor düştü..Eylülün gelişiyle onun aramızdan ayrılışı bir oldu…Ablacığım sensiz nefes almak bile zor. Ben de istemem seni kağıtlarda yaşatmayı, seni her düşündüğümde bir titreme yaşıyorum. Ben seni kalbimde yaşıyorum. Aybetül ablamın ölümü hepimizi derinden etkiledi. İçimiz nasıl acıyor anlatamam. Sürekli bana; “Bir derdin var mı?” diye sorardı. Benimle çok ilgilenirdi. Aybetül ablam derdini Allah’tan başka kimseye anlatmazdı. Onun arkadaşları vardı. Birbirlerini çok seven arkadaşları. Aybetül ablamdan bahsederken onlar da aklıma gelir. En çok sevdiği arkadaşları Ahsen ve Seda ablalarımdı. Ahsen, Seda ve Aybetül ablam hiçbir zaman ayrı gezmezlerdi. Onlar dosttu. Allah için birbirlerini seven dost. Sürekli birbirlerine yardımcı olurlardı. Onlar olmayınca çok yalnız hissediyorum kendimi. Bu dünya zindan oldu sanki bana. Nefes almak çok zor. Ama ben şunu öğrendim. Peygamberimizin bir Hadis-i Şerifi var; Allah teala “Mü’min bir kulumun dünyada sevdiğim dostunu alacağım zaman o kimse sabrederse ve Allah’tan ecir beklerse onun karşılığı cennettir.” buyurdu. O öldüğü günden beri bize sabretmek düştü. Aslında üzülmüyorum. Onun için seviniyorum. Diyorum ki o Rabb’ine kavuştu. Günahı azken gitti, ahirete. Asıl ben kendime üzülüyorum. Ablam küçük yaşta
hatıra
Aybetül ablama...
kocaman yüreğiyle Rabb’ine kavuştu. Biz ise bu yalan dünyada günahlarımızla boğuşuyoruz. Rabbim bizlere sabır versin. Aybetül ablam dava insanıydı. Tek hedefi Allah yolunda cihad etmekti. Onun göğsündeki imanına herkes hayrandı. Ey hak yolunun yolcusu! Kucaklar dolusu selam olsun sana… Okullar kapanmış, (sensizlik sana benzeyen bir şiir okuyana kadardı) aradan birkaç ay geçmişti. İçime bir şeyler doğmuş olmalı ki okulların açılmasını pekte istemiyordum. Eylül ayına girmiştik ve içime bir an düştü. Eylül aynın 9. günüydü. O gün çok rahat yatamamıştım. Sabah kalktığımda Aybetül ablamın arkadaşlarından birisi mesaj atmış ; ama ne olduğunu söylememişti. Benim içime bir ateş düştü. Sonra bir mesaj daha “Rabia Aybetül’ü kaybettik!” Ben şakadır falan diye düşünüyordum. Sonra hemen hazırlandım. Aybetül ablamın evine gittim. Annesi, kardeşleri feryat figan… Annesi bana sarılıp kim olduğumu sordu, arkadaşıyım dedim... Ben de göz yaşlarımı tutamıyordum. Annesi, kızım sen misafirleri severdin, arkadaşların burada sen yoksun dediğinde çok kötü olmuştum. Anlatması zor bir histir bu. Her ezan da aklıma geliyor, her namaz kılışımda aklımdan çıkmıyor, gördüğüm her elif ve vav harfleri onu hatırlatıyor bana. Huzur kaynağımdı o benim. Aybetül ablam Elhamdülillah bir mücahideydi. Rabb’imin katında lütuflandırılanlardan olacaktır İnşaallah.
Edebiyat öğretmeni Nafiz Hocamızı çok severdi. Hocamız sınıfta bazen onu “İşte geleceğin büyük yazarlarından biri“ diye takdim edermiş. Bunu bize büyük bir gururla anlatırdı canım ablam. Vefatından sonra okulda Nafiz Hocamız anlattı: Bir gün Hocamız dersteyken Aybetül ablam öfkeyle ve telaşla sınıfa girmiş, Hocamız, yarı şaka yarı ciddi ”Hayırdır Aybetül yine ne oldu?” diye takılınca, Ablam üzerindeki siyah feracesini göstererek (çarşıdan gelirken) “aha bundan bile utanmıyorlar ve laf atıyorlar Hocam! demiş. Aybetül ablam zor biriydi, çünkü takva sahibiydi. Ablam bir mü’mine gibi giyinirdi. Bizlere hep örnek oldu. Güzel yaşadı. Ümmet bilinci vardı onda. Nasıl giyinileceğini ve nerde nasıl konuşulacağını çok iyi bilirdi. Nur içinde yatsın... Selam ve Dua ile…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
17
hatıra
Gülsün BAYRAKTAR/ Velilerimizden
ASLOLAN ZİHİNSEL HİCRETTİR
O zamanlar çocuktum; babam, kızım seni Kuran Kursuna göndereceğim dedi (Belki de dememiştir.). Akranlarım ortaokula gitti, ben Kursa... Bölgemizde kız çocuklarının dinini - diyanetini öğrenmesi kıymetli bir durumdu. Babam ve annem benim için en iyisini istiyorlardı. En iyisi kurstu. Daha iyisi varsa da onlar bilmiyordu! İlk yıl su gibi, ikinci yıl buz gibi geçti. Oyun oynamayı özlüyordum. Çocuktum ama büyük muamelesi görüyordum. Olgun tavırlar bekleniyordu benden. Beklentilere uygun geliştirdiğim karakter, hocalarımı, ailemi memnun etse de, ben hoşnut değildim. Bunu kimseye söyleyemedim. Sızlanmıyordum ama kendi çağını yaşayamamış her insan gibi zamana yetişmeye çalışıyordum. Önde idealler, arkada yaşayamadığım çocukluğum vardı.
Şimdilerde, zamanı olmadığı için yapamadığı şeyleri sıralayan insanlar görüyorum. Oysa sadece istemek ve çaba göstermek yeterli. Allah hiçbir çabayı karşılıksız bırakmaz.
18
Üçüncü yıl başka bir şehre gönderildim. Tekâmülüm mekânı aşmış, zamanı sollamıştım. Ailemi yıl içerisinde bir defa gördüm. Sağlam ellerdeydim, ailemin gözü arkada değildi. Bu durumun yarattığı atmosfer, çaresizlik ve yalnızlığı sıradanlaştırıyordu. Zaman hızla geçmiyordu ama durmuyordu da.
Akranlarım liseye başladıklarında, ben yine-yeniden başka bir şehre yollanmıştım. Kendi ölçütlerine göre başarılı bir öğrenciydim. Ödülümün büyüklüğü, mesafenin uzunluğu ile paraleldi. Uyumlu, itaatkar bir konsantrasyon abidesiydim. Ezberlerim boyumdan büyüktü. Bana biçilen elbise tam üzerime oturmuştu; ama sanki bu elbise bana ait değildi. Bir sonraki yıl aynı ilin farklı bir kursunda sürece devam ettim. Kendime, çocukluğu olmayan genç diyebilirdim artık. Yılda sadece bir ay köyüme gelebiliyordum. Ben büyüdükçe, akranlarım küçülüyordu. Her şeye gülemezdim, hoplayıp-zıplayamazdım. Ben artık “Hoca Hanımdım”, ablaydım. Müslüman vakarına yakışmayacak eylemlerde bulunamazdım. Mesela saklambaç çok gizemli, yakan top bidat, gezip-dolaşmak hafiflikti.
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
hatıra
Çok anı birikmişti. Güzel arkadaşlıklar, paylaşımlar. 16 yaşındaydım, mezundum. Kendi bölgemizde bir kursta hoca-hanımlık yapacaktım artık. Bana yapılan yatırım, emek; köprü-yol-baraj olarak geri dönmeliydi topluma. Heyecanlı, mutlu, gururluydum. Kurs ile görüşülmüş, bir ay sonra başlama kararı alınmıştı. Senin bir planın varsa, Allah’ın da bir planı vardı. Bir yazara ait söz vardır “Tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset”, durum tam buydu. Olmadı, olamadı, olamazdı da. Ailem benim için doğru ve iyi olan bir karar daha vermişti. Beni istemeye gelmişler. Boş döndermek olmazdı! Bana itaat etmek düşerdi zira itaat kültürü ile büyütülmüştüm. Yanımda hiç isyan ahlakım yoktu. Çaresizce evet dedim. Burada ki çaresizlik “hayır” deme imkanından yoksunluk değil, kendi bilincinden uzaklık anlamında. Onca aldığım ilim ne olacaktı. Sarf, nahiv, kelam, akaid, usul bilgileri...
Kursun keskin sınırları vardı. Kursta nişanlı ve evli olanlar hocalık yapamıyorlardı. Rüyamda hep öğretmen olduğumu gördüm yıllarca. Hocalıkta bir nevi öğretmenlikti ama yapamadım maalesef. Yemek yapmayı öğrenecek bir zaman bile geçirmemiştim evde. Annem bu çok tuzlu, bunun yağı az diye azarlayamadan beni gelin edecekti. Bir yıl nişanlı kaldık, iki çocuğumun babasıyla. Aradan yıllar geçti, çocuklar büyüdü. Dedim ben okuyacağım, dedi sen bilirsin. Dedim çok okuyacağım, dedi yaşın geçti. Dedim benim vaktim var, dedi kolay gelsin.
2006 yılında 26 yaşında ortaokul birinci sınıfa, yanımda velim olmadan kaydoldum. Şaka-maka ortaokul üç yılda bitti. Üç yılda lise okudum. Kayseri İmam Hatip Lisesinde meslek derslerini yüz-yüze alarak, okul ortamını da yaşamış oldum. Kızlarımın derslerine yardım edebiliyordum. Kızılırmak’ın en uzun nehir, demokrasinin sandık, direksiyonun sağda olduğunu öğrenmiştim. Dedim ben üniversite okuyacağım, dedi yeter. Dedim yetmez, dedi sen bilirsin.
“
İlahiyatı kazandığımda ailem inanamadı. Eşim dayanamadı, o da felsefeye yazıldı. Benim azmim onu da kamçılamıştı. Evde herkes öğrenciydi. Masayı ilk kapan kullanıyordu.
“
Son yıl, tekamülün zirvesiydi. İstanbul bu işi görürdü. Düşünüyorum da ne çok yer gezmişim o yaşlarda. Altı yıl ilim adına gurbete-hasrete katlandım. Allah için söylemek gerekirse; Kur’an ve Arapça kamil manada kavranmış, metni çözebilecek bir seviyeye ulaşılmıştı. Ve kurs bitti başarıyla. Diploma yok ama sözlü icazet vardı. Takdir, teşekkür, aferinler de duvara çivilenemiyordu haliyle.
Ön-lisans bittiğinde KPSS’ye girdim. Söylemesi ayıp ufaktan da bir derece yaptım. Diyanet dedi almam. Dedim niye? Dedi hiç yer kalmadı, çok şiştim. Dedim almazsan gider öğretmen olurum. Dedi sen bilirsin. Dikey Geçiş Sınavı ile artı ikiye devam ettim ve bu yıl ilahiyat fakültesi mezunu oluyorum inşallah. 35 yaşındaydım. Yolun yarısı. Azmimden hiçbir şey eksilmedi. Şimdilerde, zamanı olmadığı için yapamadığı şeyleri sıralayan insanlar görüyorum. Oysa sadece istemek ve çaba göstermek yeterli. Allah hiçbir çabayı karşılıksız bırakmaz. Okumaya başladığımda bir mesleğim olsun diye düşünmemiştim. Diploma sevdam da yoktu. Zaman sadece birazcık zaman şarkısı eşliğinde geldik buralara kadar. Kısmet bölgesinde dolaşanlar nasipten pay alırlar, buna inanıyorum. Geçen eşime dedim yüksek lisans yapacağım, dedi dil ister. Dedim öğrenirim, dedi sen bilirsin…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
19
hatıra
Uzm. Dr. İsmail ALTINTOP / Mezunlarımızdan
1 YUMURTAYI . .
KAÇ KISI . YER? 10. sınıftaydık. Sınıfımız Kalabalıktı. Güzel insanların olduğu bir sınıftı. Sınıfını, sırasını paylaşan her öğrenci gibi ben de her şeyimi paylaşmayı öğrendim o sınıfta. Teneffüslerin bitmesini istemezdik. Bir aşağı bir yukarı bahçede hararetli tartışmalarımız olurdu. Bazen dert ortağı, bazen sınıf arkadaşı, bazen dost olurduk. Hep dost kalmaya söz vermiştik. Herkes birbirini saymakla kalmaz, severdi de.
10. sınıfta umreye gidileceği söylendiğinde çok sevinmiştim. Ben de gitmek istiyordum. Nitekim işlemler hazırdı. 16 yaşında ilk defa yurt dışına, kutsal topraklara gidecektim. Güzel bir yolculuk ve umre ibadeti yaptık. Sonra memleketimize dönmek için yola çıktık. Artık ceplerimizde para kalmamıştı. Kahramanmaraş‘ta dinlenme tesisinde durduk. Çok sevdiğimiz hocamız Abdurrahman Koç seslendi.’’ Parası olmayan varsa utanmasın çocuklar dedi ‘’. Bize borç verdi. Çorba içtik. Ne kadar güzel çorbaydı. Şimdi bile hatırlıyorum. Tekrar yola çıktık. Sarız’a üç dört km kala yoğun kar yağışından aracımız mahsur kalmıştı. Bir saat, iki saat yok, gece oldu durum değişmedi. Aç aç yattık. Sabah kar yağışı devam ediyordu. Otobüste zemzem ve hurmanın dışında bir şey yoktu. Kahvaltımızda hurma vardı. Abdurrahman hocamı gördüm ayakta. Elinde bir tane haşlanmış yumur20
ta tam otuza bölmüş dağıtıyor. Varını paylaşmak işte buydu. Gözlerim yaşardı. Artık öğrenmiştim, İmam Hatipli olmak paylaşmak demekti. Sadece yiyeceğini değil her şeyini paylaşan. Bilgisini, sevgisini, her şeyini…
O öğrenci paylaşmayı öğrenince ömür boyu bilgisini paylaştı. Arkadaşlarından çok şey öğrendi, onlara öğretti. Tüm sınıf arkadaşları iş ve kariyer sahibi oldu. Arkadaşlarının düğünlerine gitti. Cenazelerine taziye verdi. Vefayı ve paylaşmayı öğrenmekle kalmadı uyguladı. Çok değerli dostlara sahip oldu. Peki, durum ne! Tüm lise arkadaşlarımızla karşılaştığımızda samimi candan ve muhabbetle sarılırız, dertleşiriz. Hele babamın cenazesine geçen yıl geldiklerinde nasıl memnun olmuştum anlatamam. İyiki böyle bir okulda okumuşum. Selam ve dua ile……..
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
ESKÄ° MEZUNLARIMIZDAN
mülakat
Gülşah Göksu- And. 12-F / Rabia Erbek - And. 12-D
SERDAR TUNCER’LE mülakat
-Serdar Tuncer sizce kimdir?
Serdar Tuncer şöyle bir adam dışarıdan tanıdığım kadarıyla, kendisiyle çok anlaşamıyoruz ama tanıyabildiğim kadarıyla; bir kâmilin gönlüne girmek gibi derdi var. Azıcık o gönle girme işini başarabilirse ben de seveceğim onu. Ama başarısız olursa benim de kavgalı olduğum, lüzumsuz adamın biri.
- İnsanlar sizi çok seviyor ve sizin için gönül adamı, çağın dervişi gibi güzel ithaflarda bulunuyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Söylenenler dua olsun inşallah. Bazen böyle sözü güzel kullanmaya dair ithaf cümleleri duyuyorum. Mahcup oluyorum ve aslında biraz huzursuz da oluyorum. Allah dostlarından birisi demiş ki ‘ Güzel yapmak, güzel söylemekten daha güzeldir.’’ Cüneydi Bağdadi hazretleri kimsenin çözemediği bir sorunu çözünce Seriyyus Sekati hazretleri ona ‘ Korkarım çocuk senin haktan nasibin lisandan ibaret olacak.’demiş. Bunun üzerine Bağdadi haftalarca ağlamış. İnşallah bir tek sözden değil de o muhabbet ehli deniyor ya onların yanına gide gele o taraftan da behredar (Nimetlenmiş) bir adam oluruz.
- Kerem kendi suretini görmeden Sen artık aslına bürün demişler Ferhat doğduğu gün isim vermeden Bu çocuk ne kadar şirin demişler. ( Serdar Tuncer) - Size ait bu dizelerde neyi anlatmak istiyorsunuz ya da şöyle soralım; bize aşkı tarif eder misiniz?
Ferhat’ın şirinliği daha babası ona Ferhat demeden başlamıştır. Aslıyı ruhlar âleminde görmeseydi Kerem, aslını nereden bulacaktı? Kays’a Kays demeden evvel başlamıştı Mecnunda Leyla’nın rüzgarları.
Aşk dediğiniz şey sevgilinin güzelliklerini paylaşmak değil, onun her haline tahammül edebilmektir. Kendinizi onda kaybetmek yok olmaktır. Kendinizde kendinizin kalmamasıdır aşk dediğiniz şey. Aşk yok et22
miyorsa kendisinin de varlığında söz edemeyeceğimiz şeydir. Hâsılı ben onu seviyom o beni seviyo lay lay lom değildir aşk. Aşk romantik bir eylem değildir arkadaşlar.
- Mevlana haftasında programlar yaptınız. Oradan deneyimlerinizle sizce halkımızın ya da dünyanın Mevlana’ya bakışı nasıl?
Hz. Mevlana’yı , İsmi anıldığında ilk aklımıza gelen sözün, ona ait olmadığını bir kaç sene evvel öğrendiğimde çok şaşırmıştım. “ Gel ne olursan ol yine gel...” sözünden bahsediyorum. Ebu Said Ebu’l Hayr’a, bir diğer rivayete göre de Kazvinî’ye aitmiş bu söz. Galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evlâdır, bırakalım bilindiği gibi kalsın diyebiliriz. Sözün manası Hz. Mevlânâ’nın çağrısıyla mütenasip zira. Fakat burada bir başka dert çıkıyor ortaya. Sözün ona ait olmadığını bilmiyoruz, ama manasını da anlamıyoruz! “Namaz yok, oruç yok, her türlü melânet var, yiyelim, içelim, dönelim, sonra da biz dervişiz.” Olur mu? Seven sevdiğine biraz benzer, seven sevdiğinin sözünü tutar diyorsun, gel demiş biz de gidip geliyoruz işte, diyor. Gel diyor tamam da, geldiğin gibi dön de diyor mu yâ hu! İşte böyle olunca farklı Mevlanalar çıkıyor ortaya. Şair, filozof, hümanist... Herkes durduğu yerden seyrediyor Hz. Pîr’i. Bu bir yere kadar makul ama Hz. Şems ile muhabbetlerini, kendi aklını taşıdığı yerden seyredip farklı nitelendiren dahi var, insaf!
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
mülakat - Mevlana’dan bahsetmişken dervişlikten bahsetmemek olmaz. Sizin nazarınızda dervişlik nedir? Dervişlik, özüne hâkim olmaktır. Esiri nefs olan derviş değildir. Kur’an-ı rehber edip Hakkı bulmaktır. Keşkül, teber, asa, tığ, şiş değildir. Yunus Emre der ki “Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil. Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.’’
- Çok yönlü bir iş hayatınız var ve köşe yazarlığı da yapıyorsunuz. Köşe yazılarınızı takip ediyoruz. Bir çok yerde bilmek ve tanımak arasındaki farka değiniyorsunuz. Nedir bilmek ve tanımak?
Tanımak bilmekten öte. Tanıdığınız birisini zaten bilirsiniz de, bildiğiniz herkes için tanıyorum diyemezsiniz. Bilmenin dahi dereceleri var; ilme’l yakîn, ayne’l yakîn, hakke’l yakîn demişler. Bilmek, görmek ve olmak diye özetleyebileceğimiz şekilde tasnif etmişler bilmeleri. Aşk nedir diye sormuşlar, Hz. Pîr’e de ‘ben ol da bil’ demiş hani. Onun gibi. Ortada bilen kalmayacak, bilinenden gayrı bir şey kalmayacak ki, gerçek manada bildim diyebilesin. Sen kalmayacaksan kim bildim diyecek? Derin sular, söze gelmez, geçelim.
- Çağımızın çatışması olan iki kavramdan bahsedelim: ‘Gelenek ve Modernite’. Bu iki zıtlık arasındaki ilişki nedir?
İkisi arasındaki çelişki kelimelerle ortaya konulur. Çünkü kelimelerle konuşmuyoruz. Onlarla düşünüyoruz, onlarla yaşıyoruz hayatımızı biçimlendiriyor. Hatta teknoloji kendi ahlakını üretiyor. Kullandığımız giysiler, arabalar, telefonlar, markalar vs bizim hayatımızı etkiliyor ve bakış açımızı değiştiriyor. Mesela modernite diyor ki; evinde su akıyor istediğin kadar harcarsın nasılsa parasını ödüyorsun. Ama geleneğimiz bize o suda şu an onu bulamayanların hakkı var, su sana emanet, senin değil diyor. Modernite para benim değil mi diyor. Gelenek orda parada senin değil diyor, o da sana emanet. Ya canıma göre harcarım kime ne. Can da sana emanet diyor. İşte gelenek bizlere bunu aşılıyor. En doğru olanı. Merhum Necip Fazıl’ın ‘Alan o veren o nedir senden gidecek? Telaşını gören de bu can senin zannedecek’ sözü burada tam yerini buluyor.
Çay demleyen kişi güzel bir abdest alacak. Mutfağın kapısına gelip yirmi beş Estağfirullah çekecek. Kalbinden niyet edecek “Niyet ettim Allah rızası için çay demlemeye’’ Bismillah deyip sağ ayakla mutfağa girecek. Çaydanlığa suyu doldururken Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed diyecek. Ateşi yakarken şu ateşin suyu kaynattığı gibi kalbimi de aşkın ateşi ile pişir Ya Rabbi ! diye niyaz edecek. Eller önde bağlı, sevgiliyi bekler gibi suyun kaynaması beklenecek. Çayı atarken Fatıma anamızın eli olsun diyecek. Ve çayı demleyecek. Servise gelince, çayı doldururken iki kişiye ikram edecekse üçüncü bir bardak daha koyacak o da sevgili için belki gelir, gelmese de muhabbetini gönderir diye. Başka türlü misafire sadece çay ikram etmiş olursunuz ama böyle olursa muhabbet ikram etmiş olursunuz. Bu tarifi verdiğimde şöyle dediler; bu ağabeyler çayı böyle içiyorsa yemek için umreye giderler.
- Son olarak bize söylemek istediğiniz bir şey var mı? (Serdar Beyden Bir dua ile ayrılıyoruz)
Ya Rabbi! Senden, senin bizden istediğini istiyoruz. Ey dileneni kovma diyen Rabbim, isteğimizi geri çevirip bizi lütfunun kapısından kovma. Faydalı ilim, güzel rızık ve kabul olunmuş amel dileniyoruz senden. Asr suresi ile tebessüm ettirdiğin Efendimizden öğrendik bu duayı. Onun gibi isteyemeyeceğimizi biliyor, onun istediğini istiyoruz. Bize ihsan buyur ki, O bir kez daha tebessüm etsin. Amin
- Merak ettik, çayı çok içiyorsunuz. Çay içerken yüzünüz gülüyor. Nedir bu çayın sırrı?
Bu işin sırrı demlemesinde. O zaman size çay nasıl demlenir anlatayım.
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
23
BİZDEN KISA KISA...
Selva Nur KAYA Paralimpik Oyunları Tekvando Türkiye İkincisi
Şule KORUDİBİ Kayseri Kayak Birincisi Türkiye Kayak Üçüncüsü
Selin ERDOĞAN Judo Görme Engelli Türkiye Birincisi
İmam-Hatibe Hoş Geldin Programı
Keziban KUTLU Wushu Balkan Şampiyonu
Selda Nur ÇAY Kayseri Kayak Birincisi
Yazar Ayla AYDEMİR Öğrencilerimizle buluştu
Yazar Bülent AKYÜREK Öğrencilerimizle buluştu
2015 Nisan Çanakkale Gezisi
Öğrencilerimiz Avrupa’da
Demet BAHÇECİ / And. 11-A
deneme
ÖLÜM
Aybetül ablamın anısına...
İnsan… Beş harfli, iki heceden oluşmuş basit bir kelime. Peki içinde barındırdığı hakikat de bu kadar basit mi, yoksa dünyadaki bütün kelimelerin en üstünde yer alacağı bir anlamı mı içermektedir? Bunun cevabı herkesin kendi beyninde sakladığı kelime sandığında gizlidir. Birisi size insanların aslında çok aciz olduğunu ve hiçbir şeye gücünün yetmediğini söylese inanır mıydınız? Doğrusu ben inanırdım. Çünkü ölüm gibi bir hakikat varken buna inanmamak mümkün değil. Birisi vardır.. Sizin çok sevdiğiniz, değer verdiğiniz, kısaca kaybetmek istemeyeceğiniz birisi ve siz onun ölümüne şahit oluyorsunuz. Ve onu tekrar getirmeye gücünüz yetmiyor. Çünkü bilirsiniz ki sizin gücünüzün çok üstünde ilahi bir güç vardır. İşte bu nedendendir ki insan aciz ve bir o kadar da güçsüzdür. Aslında sadece güçsüz değil, birinin veya bir şeyin kıymetini kaybettikten sonra anlayacak kadar da bencildir. Bu o kadar kötü bir şeydir ki, insanın yaşamadan anlayamayacağı, ve yaşadıktan sonra da yaptığından pişman olacağı bir eylemdir. Hayatımız, biz istemeden ve hiçbir etki olmadan ikiye bölünür ölümle; ölen kişiden önce ve sonra. Benim için de bu geçerliydi. O varken ben onun kıymetini anlayamayacak kadar bencil ve düşüncesiz biriy-
dim. Aslında onun varlığı hayatımda o kadar büyüktü ki ben bunu fark ettiğimde çok geç olmuştu. Benimle birlikte büyümüş, yürümüş, gülmüş, ve benimle birlikte gezmişti. Şimdi her gittiğim yerde gözlerim onu arıyor. Göremediğimde fark ediyorum olmayışını.
İnanmak gelmiyor içimden ama artık onun bir mezarının olduğunu bildiğim ve isminin o mezar taşında yazdığını gördüğüm için buna inanmaktan başka çarem kalmıyor. İsminden bahsetmişken ismiyle uyumlu birisiydi o. Tertemiz ve iffetli. Öyle de gitti zaten ebedi yolculuğa. Yanında azığı yoktu belki ama biriktirdiği sevapları vardı. İnşallah bunlar da ona yeter de artardı. Şimdi o yok ve benim elimden gelen sadece dua etmek.
İşte bu yüzden ölenlerin ardından sadece ağlanır. Çünkü onu tekrar getirmek gibi bir gücümüz olmadığından, aciz olduğumuzdan ve elimizden sadece ağlamak geldiğinden ağlarız. Yağmur damlaları nasıl bir şeye sinirlenip dökerse tanelerini yeryüzüne, biz de onu geri getirmediğimiz için ağlarız. Mezarın inşallah nurla dolar ablacığım. İnşallah o toprak sana kuş tüyünden bir yatak olur. Ahirette görüşmek dileğiyle…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
25
26
DİL EN IM
Kamburu çıktı düşlerimin Yorgun hayalini taşımaktan Ritmini tutturamadım saatlerin Ayarlayamıyorum seni ben geçeye Dakika dakika dökülüyor Parmaklarımın arasından Eski hatıralar Işıklı taşlı yollarda nöbette Laf lafı kapatıyor Sen yokken Aynalar küskün, solgun yüzüme Dizlerim mecalsiz Sert zeminlerde Ceplerimi yokluyorum aklıma düştükçe Nerde? O mektup Mürekkebi zehirden İsmi meçhulden Pulu bile yokken Tutuşturuluyor elime Oyalı bir mendille Büzüyor kalbimi Şuursuz bir hüzün Almış başımı giderken Bu ölü şehirden
OY AL
şiir
Nihan İMAMOĞLU / And. 12-D
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Leyla ÇOLAK / 12 N
deneme
HİÇ YAŞANMAMIŞ GİBİ... Aciz bir insanım ben, şatafattan anlamam. Zekice bir hamle, belki de acizlik. Dünyanın tüm sıkıntısını, kederini bir kenara bırakıyorsun ve aciz oluyorsun. Fark ettim de; ancak kendini kandırmış avanaklar alışıp, sevgi duyar dünyaya. Daha 18’inde bir kızım ama gel gör ki tam 38’lik… Ne tuhaf. Dünyanın kanunu mudur nedir? Kimileri hiç büyümezken kimileri bir anda yolu yarılamış oluyor ya da zorunda kalıyor. Genç yaşta fazla olgunluk yoruyor insanı. Şu son zamanlarda bunu anlar, kendi çığlıklarımda boğulur oldum. Bir yardım eli görüyorum ufukta. Ben o ele uzanmak ve ufuğa gitmek istiyorum. Sonsuzluğuma ya da başlangıcıma. Belki de aradığım huzuru, mutluluğu orada bulurum kim bilir.
Siz hiç bir gece yarısı odanızda çığlık çığlığa sustunuz mu? Ben sustum. Her yeni güne paramparça olarak, sahte gülüşlerin ardına gizlenerek başladım. Sahte gülüşler, bakışlar, konuşmalar… Kafamın içinde milyonlarca ses, her biri farklı şeyler söylüyor. Keşke diyorum, keşke susturabilsem o tırmalayıcı sesleri. Ama ne mümkün. Belki de dinlemem gerek o sesleri. Her birini teker teker dinlemem gerek. Bana bir şeyler anlatıyor olamazlar mı? Deneyeceğim. Bir gün oturup saatlerce kafamın içindeki o şiddetli gürültüleri dinleyeceğim. Belki bir işe yaramaz ama sakinleşmemi sağlayabilir, çığlıklarımı susturabilir. Sakinlik istiyorum artık. Tüm kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı bir kenara bırakıp sakinleşmek istiyorum. Tüm derdimi, sıkıntımı karanlık geceye gizliyorum.
Akrep ve yelkovanın gece yarısını göstermesinden korkuyorum. Çünkü ben karanlıktan korkuyorum. Çünkü ben kendi karanlığımdan korkuyorum. Şöyle bir düşünüyorum da; belki de kendi karanlığım aslında en büyük aydınlığımdır. Olamaz mı? Belki de o karanlığın içinde kendimi bulurum. Belki de sadece o kuytu karanlığın içinde kaybolurum. Karamsarlık mıdır bu durum? Bence değil. İnsan bazen boşlukta kendi başına kalmak ister, orada daha huzurludur ve bazı insanlar bunu karamsarlık diye yargılar. Ama ben karamsar değilim huzurluyum bunu kimse anlayamaz.
Hani bazen kimsenin görmesini istemediğimiz o en sevdiğimiz eşyamızı kuytu köşelere saklarız ya. İşte
Kafamın içinde milyonlarca ses, her biri farklı şeyler söylüyor. Keşke diyorum, keşke susturabilsem o tırmalayıcı sesleri.
ben sevgimi, duygularımı koca bir boşluğa saklıyorum. Kimselere göstermiyorum. Çünkü gösterirsem o duygulara tekrar ulaşamayacağımı düşünüyorum. Belki saçma bir düşünce ama ben o kuytu köşelere her şeyimi saklıyorum. Bir gün biri çıkıp da boşluğa sakladığım duyguları. Bir anda ortaya çıkarı verir diye o kadar çok korkuyorum ki elimden geldiği kadar gizliyorum. Her geçen gün daha da derinlere saklıyorum. Çünkü biliyorum ki o sakladıklarım ortaya çıkarsa artık ben, ben olmaktan çıkarım ve insanlar bana rahatlıkla ulaşır. Ben bunu yaşamak istemiyorum. İnsanlar bana ulaşmasın, hep bir adım ötemde dursunlar. Çünkü insanlar acımasız, insafsız vefasız. Ben onlardan uzak duruyorum ve onlara yaklaştığım her an mutsuzluğa sürükleniyorum. İşte bu yüzden uzak dursun insanlar. Ben kendimle daha mutluyum. Çünkü beni tek anlayan yine benim. Her gece yastığın altına saklandığım o gözyaşları, o çaresizlik, o bitmişlik. Kimse görmesin kimse duymasın. Her sabah aynanın karşısında kızarmış gözler, yıkılmış hayallerin çizgileri suratımda. Yoruldum artık. Bitsin bu işkence, yüzümde masumiyet oluşsun. Her şey geride kalsın. Sanki hiç yaşanmamış gibi…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
27
hikaye
Rümeysa SÜTŞURUP / And. 12-F
Herkesin İzlediği Katliam; Yabani köpeklerin sesleriyle pencereden yıldızları seyreden ağabeyim, her gün bizi korumak için sabahlar. Çünkü ölüm korkusuyla yaşıyoruz. Her gece, yer yatağına girdiğimde battaniyemi kafama çeker ve ağlamaya başlarım. Ağabeyim duymasın diye de yüzümü elimle kapatırım. Yarının olacağından emin değilim. Ama diyelim ki yarın oldu; ilk işim inekleri sağmak ve hasta anneme süt içirmek olacak. Evet evet, bunu kesinlikle yapmalıyım…
Uyandığımda güneşin ilk ışıkları gözüme çarpıyordu ve göz kapaklarımı kırpıştırmadan duramadım. Yatağımdan doğrulup ağabeyime baktım. Hala oturmuş dışarıya bakıyordu. Ona dönüp seslendim: “Ağabey!” Fakat dönüp bakmadı bile. Yatağımdan çıkıp yanına gittim. Gözleri kan çanağı olmuştu. Bana döndü ve yüz kaslarını zorlayarak tebessüm etti. Yüzü korkunç görünüyordu. “İnekleri sağmaya gidiyorum, haberin ola.” dedim. Onaylar şekilde başını salladı. Dış kapıya giderken parmak uçlarımla gidiyor, ses çıkmasını istemiyordum. Tahta kapıyı açarken gıcırdayan sese çok sinirlendim. Çarığımı ayağıma giydim ve hemen ahırın yolunu tuttum. Tedirgindim, hızlıca ve kimseye görünmeden yürümeye devam ettim. Ahır kapısını araladığımda gördüklerime inanamadım. Aman Allah’ım! Tüm hayvanlar yere yığılmış bir vaziyetteydi. Ne yapacağımı şaşırmıştım ve elim ayağım buz kesilmişti. Hemen telaşla eve koştum. Evin 28
kapısını hızla iterek içeri girdim, olanları ağabeyime anlattım ve ne tepki vereceğini seyretmeye başladım. Yüz hatları tepki vermiyordu ama parmaklarıyla yaptığı ritmik hareketleri gözüme çarptı. Her bir parmağını sırayla başparmağına değdiriyordu. Ağabeyim hızlı adımlarla kapıya gitti ve çarığını giyip evden çıktı. Arkasından ben de çıktım, abim sinirden küplere binmişti. Bir şeyler mırıldanıyordu, dediklerini anlamakta zorlanıyordum. Ahır kapısına vardığımızda bir hışımla kapıyı açtı. Yerde yığılmış hayvanların yanına diz çöküp bir ineğin bacağını havaya kaldırıp bıraktı. Hayvancağızın ayağı sertçe yere düştü. Göz kapağını aralayıp hayvanın gözlerine baktı. Hayvanlardan pek anlamam, sadece süt sağar, yemeklerini verirdim. Geri kalan işlerle abim ilgilenirdi. Abim hayvanlardan çok iyi anlardı.
Babam vefat etmeden önce ağabeyimle özel olarak ilgilenip her şeyi ona öğretmişti. Ağabeyim bana baktı ve; “Yapacak bir şeyimiz yok. Haydi bana yardım et” dedi. Dört ineğimizi sürükleyerek, kan ter içinde, ahırdan çıkarıp dağ yamacına götürdük. Eve dönüş yolunda ne ağabeyimin ne de benim ağzımı bıçak açmıyordu. Yorgunduk ve artık kendi kendime, geleceğe dair kafamda hiçbir şey kurmayacağıma dair söz vermiştim. Evin önüne geldiğimizde köyümüzün çocukları ; “Meryem Mayka’nın torunu öldü. Gavurlar köyün sularına zehir koymuşlar. Sakın içmeyin!” diye bağrışıyorlardı. Ağabeyimin yüzüne baktım, yine onu anlamaya çalışıyordum. Korkuyor muydu? Hayır. Sinirli miydi? Galiba. Peki tedirgin mi? Bilemiyordum. Anladığım tek şey son günlerimizdi ve
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
hikaye
hala ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bir türlü gözümüzün önünden gitmeyen sahneleri kimse unutamayacaktı. İç çekerek eve girdiğimizde oda fazlasıyla soğuktu. Hemen sobaya birkaç odun atıp ateşi harladım. Kimsenin yüzü gülmüyordu, hayaller, umutlar kalmamıştı. Kuşlar bile pes edip buraları terk ettiler. Bizi boğazlayan bu gri hava mı yoksa onlar mıydı? Askerler sokaklarda dolaşıyor, önüne geçeni zevk için vuruyor ya da işkence ediyordu. Akşam geç vakitlerde Birleşmiş Milletlerin uçağıyla uykuya daldım. Bizi koruyorlardı (!) Kimden, kendi dostlarından mı diye düşündüm.
Sabah namazına doğru yoğun sesler; çığlılar, silahlar, kahkahalar… Yatağımdan fırlayıp ağabeyime doğru koştum. Ağabeyim: “Mayka’yı al ve saklan!” dedi. Korkuyor ve ağlıyordum. Annemin koluna girip hızla ayağa kaldırdım. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Nereye saklanacağız? Dizlerim tutmuyor. Hızla kendimizi dışarı attık ve ahıra doğru koştuk. Çevremdeki insanlar telaşla kaçışıyordu. Ben ise annemi resmen çekiştiriyordum. “Haydi Mayka dayan lütfen!” Mayka şiddetli bir sesin ardından yere yığıldı. Allah’ım! Bir kez daha, bir kez daha vurdular. Yere eğildim ve onu kaldırmaya çalıştım. “Uyan lütfen! Kalk hadi!” Mayka’yı sarsarken postallı dört kişi bana doğru koşarak geliyordu. Hemen ayağa kalktım ve kaçmaya başladım. Mayka orada kalmıştı ama başka çarem yoktu. Her yer karanlıktı. Bombalarla aydınlanıyordu etrafımız. O zaman nerede olduğumu anlıyordum. Arkama bakmadan koşuyordum, nefesim kesiliyordu. Saklanmam lazımdı. Gözlerim bir çukur, bir ağaç arıyor ama ortalık çok karanlıktı. Tek çareyi dağa doğru kaçmakta buluyorum. Koştukça postallı ayak sesleri beynimde yankılanıyordu. Yerlerde insan cesetleri,
delik deşik olmuş evler, yanıp sönen birkaç lambayla aydınlanan bir sokağa sapıyorum. Dağın yolu hiç bu kadar uzak gelmemişti. Nefesim boğazımı yakmış, gözyaşlarım bile yorgun düşüp akmaz olmuştu. Sokağın sonu gelmişti. Beynimde susmayan sesler… Dizlerim artık koşmama izin vermiyordu. Takatim kalmadığından yere yığıldım ve kafamı kollarımın arasına aldım. Ne olduğuna anlam veremediğim bir anda, birisi beni kolumdan tutup çekiştirdi. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım ama yüzünü seçemiyordum. Gözüm karardı, beynim anlamsız bir boşluğa girdi…
Sabah olmuştu, gözlerimi açmaya çabalıyordum, fakat göz kapaklarım bana meydan okuyordu. Vücudum sızlıyordu. Etrafa bakmaya çalıştığımda karşımda gözleri kapalı, elleri bağlı ağabeyimi gördüm. Sonu olmayan bir insan kuyruğu vardı karşımda. Etrafımda suratlarından pislik akan askerler... Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Ellerim bağlıydı. Benim gibi yanımda bir sürü genç, yaşlı aynı vaziyetteydi.
Askerler iki sıra insan zinciri oluşturdu. Ağabeyimin ve yanındakilerin gözlerini sırayla açtılar. Çığlık çığlığa ağlayan, diz çöküp yalvaran insanları silah zoruyla ayakta tutuyorlardı. Aman Allah’ım! Bu nasıl kindir, nefrettir? Askerlerin bize söyledikleri şey: “Herkes karşısında duran kardeşini, eşini, çocuğunu, annesini, babasını vuracak. Eğer siz vurmazsanız biz sizi vuracağız.” Bunlar bizimle alay ederken ben ağabeyimi nasıl vururdum?
Karşısında babası duran 13 yaşındaki kıza silahı verdiler. Kız hıçkıra hıçkıra ağlıyor, adamlara yalvarıyordu. Fakat hiçbirinin içi sızlamıyordu. Kızın arkasındaki asker, elindeki uzun silahla dürtüp duruyor, kıza bağırıyordu: “Sıkıldım artık!” Sonra kızın kafasına tam beş el ateş etti. Ardından babasını da vurdu. Tüm bunları yaptıktan sonra da zevkle gülüştüler. Herkes titrek ağızla dua ediyordu. Karşımda duran ağabeyime baktım. Her zamanki gibi yine yüz ifadesini anlayamamıştım. Ne anlatmak istiyordu bana? Gözlerinin içine bakıyorum. Küçücükken oynadığımız oyunlar, ağaçlara tırmandığımız zamanlar geliyor aklıma. Her silah sesinin aralığına bir geçmiş sığdırıyorum. Silah sesleri git gide kulağıma daha da yakından geliyordu. Ben… Vuramam!
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
29
hikaye
Rümeysa SÜTŞURUP / And. 12-F
Sesi işitilmeyen onlarca feryattan bir feryattı benimki. Koşarken bıraktığım ayak izlerimde hayallerim, sevdiklerim, umutlarım vardı. Belki, belki yüreğinizle bakarsanız görebilirsiniz. Ardımdan koşan kaba postalların ve kurşunların sesleri, tıpkı Kirlenmiş Milletlerin zafer kahkahalarına benziyordu. Ve ben bu büyük, bu sessiz katliamda çığlık çığlığa büyümüş biriyim. Daha nice insanların hayalleri vardı, bu akan kanın suladığı toprakta.
Burası Bosna!!!
Özür dilerim… İznivite….
“Sıra sende!” sesiyle irkildim ve yüzlerce insandan oluk oluk akıp bir yol bulan kanları gördüm. Ağabeyime baktım, hala o yüz ifadesi vardı. Leş kokulu asker elimin bağını açıp silahı tutuşturdu, “Vur!” dedi. Ensemde sımsıcak bir namlu vardı ve herkes beni bekliyordu. Askerler iddialaşıyor, biri vuracak derken diğeri vuramaz diye bahse giriyorlardı. Elime çok ağır gelen silahı güç bela havaya kaldırıyorum ve ağabeyimin dudaklarını okuyorum. Şehadet getirip gözlerini kapadı. Ben ağabeyimi vuramam! Neden
30
ağlamıyorum? Neden diz kapaklarım yorgun değil? Vücudum bile beni yalnız bırakmıştı. Asker arkamdan dürtmeye davam ediyordu. Ona baktığımda kaşları çatık ve yüzü yara bere içindeydi. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve…
ve...
Son kez nefes aldım ve vermeden silahı askerin kafasına doğrultup tetiğe bastım. Fakat ummadığım bir şey olmuş; tetik kilitlenmişti. Kurşun çıkamadı sıcak namludan, saplanamadı askerin beynine. Bir kez daha tetiğe basmak için yeltendiğimde, asker tüm şarjörü abimin üstünde boşalttı. Mermisi biten silahı yere atarak diğer askerin silahını aldı.
Üşüyorum, toprak kucak açtı delik deşik bedenime… Siz hiç öldünüz mü?
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Sema Nur BULUT / And. 12-E
şiir
Arafta Bırakma Ey Aşkın rengi Cihanın güneşi Kayan yıldızlara çizdiğim hayalim Yalnızlığın sesi Okyanus mavisi Sessizlikte haykırdığım, boş kalan yanım Kalplerin en güzeli Tut ellerimden çek yanına Yanı başına… Nurunun yansıdığı bir gül yaprağına Ardında kalan eksikliğin… Nefes ol gel, rüzgar ol… Tut ellerimden çek yanına Yanı başına…
Arafta bırakma Cehennem korları sıçrıyor yüreğime Cennet uzaklarda… Ufuk çizgisinde bir yerlerde… Hasreti reva görme Tut ellerimden çek yanına Yanı başına… Kalbinin tahtına…. Gecenin mehtabına… Kızıllığın kahverengi tonuna… Kimsenin ulaşamadığı sol yanına… Gecenin ve gündüzün sahibinin hatrına…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
31
deneme
Aybetül BAHÇECİ
Hayat ne garip değil mi? Yoksa biz insanlar mı garipleştiriyoruz onu? Bence bizler garip olduğumuz için hayatı da kendimize uyarlamaya çalışıyoruz, yani garipleştiriyoruz. Zorlaştırıyoruz belki de. İnsanlar bir zorlukla karşılaştıklarında hemen pes edip hayata yüklüyorlar tüm suçu. Oysa sabretseler, karşılarına çıkan engelleri aşmaya çalışsalar ortada zorluk diye bir şey kalmayacak. Merak ediyorum; bütün suçu hayata yüklerken, kendimize neden pay biçmiyoruz? Dünyadaki bütün insanlar mı böyle? Başına bir sıkıntı geldiğinde onu çözmeye çalışmayan, hemen isyan eden, sabırsız kişilerden mi oluşuyor bu alem? Kestirip atmak herkesin işine geliyor. Kolaya kaçmayı seviyor insanoğlu. Çünkü yapısı böyledir. Oysa bu dünya imtihan dünyası.
Hayat bazen garipliklerle sınar bizleri, sabretmememizi ister. Ama biz her şey hemen olup bitsin isteriz. Hiç düşünüp akıl etmeyiz. Acaba neden böyle oluyor diye sorgulamalıyız. Ve bazen olur ki “Ya zaten bende şans olsa!” deriz. Aslında yapmamız gereken, elimizden geleni yapıp sonucunu Allah’a bırakmak ve ‘hayırlısı ne ise o olsun’ demektir. Ama bunu yapmıyoruz. Bizler hayatla olan savaşta direnmeden teslim oluyoruz. Elimizden bir şeyler geldiği halde yapmıyoruz. Tembellik ediyoruz kardeşim, tembellik! O’na teslim olmalı, elimizden geleni yapmalı ve sabretmeliyiz. Çünkü Allah “Sabredenleri müjdele… (Bakara 155)” buyurmaktadır. Ve yine başka bir ayetinde “Zorluklara karşı sabredenler... (Lokman 31)” diye bahsediyor kullarından. Acaba bizler o kullar zümresine giriyor muyuz? Garipleştirdiğimiz ve zorlaştırdığımız bu hayat içerisinde kaçımız ne kadar mutluyuz? Şu an dünyada birçok bölgede savaş var. Peki oradaki insanlar durumlarından çok mu memnunlar? Terk edip gelebilirler de.. Ki bunu yapan çok fazla kişi de var. Ama onlar orada zalime ve zulme direnerek sabrediyorlar. Peki bize ne oluyor da sıcacık yataklarımızda isyanlardayız? Rahatlık mı batıyor da hala şükretmiyoruz halimize? ‘Hayat ne garip’ gibi saçma sözleri bırakmalı, titremeli ve kendimize gelmeliyiz artık. Eğer hayat garipse, biz de bu hayatın içerisindeyiz ve biz de garibiz. Unutmayalım! Garip olan hayat değil, biziz... Dualarda buluşmak dileğiyle…Vesselam..! 32
Not: Eylül ayında elim bir kaza sonucu aramızdan ayrılan talebemiz, kardeşimiz Aybetül Bahçeci’nin son yazısıdır. Kardeşimizi Rahmetle ve dua ile anıyoruz. Mekanı cennet olsun İnşaAllah...
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Nihan İMAMOĞLU / And. 12-D
deneme
Günümü Kaçıran Gece Gün yine beni beklemeden gitmiş gecenin ardından, uçurumdan atlar gibi… Kelimeler küsmüş kalemime. Sözlerim utancından bakamaz oldu dilime. Gözlerim kepenk kapatıyor uykusuzluğa. Ayaklarım öpmek ister gibi toprağa hasret. Kulaklarım kuş seslerini özlüyor. Çocuksuz kalmış parklar gibi sayfalarım. Dilencinin mendili kadar beyaz. Bozuk birkaç harf dileniyor gelen geçen hayatlardan. İnsanlar ağız dolusu küfür kusuyorlar caddelere. Bir teyze sendeleyerek taşıyor pazar poşetlerini. Az önce en sağlamlarını seçmişti meyvelerin. İstediğini seçmek hoş geliyor kulağa. Peki ya çekmek? Hele de akıntıya.
Kuytularda oynatılan kuklalar. Güneşi örtmeye çalışan gölgeler, öfkeli beyler, sürçü lisanlar, boş kafalar, son sofralar. Patlak veriyor hep sıkıştığı yerden. Vaktini beklemiyor artık güller, açıyor erkenden. Dikeni daha sivri bu aralar. Acaba neden? Bu koca bahçede tek sevdiğim çamlar. Çünkü hep telaşsızdır, vakitsizdir onlar. Kapılarına hırçın kış dayansa da, cilveli yaz gelse de kanmazlar. Renklerinden caymazlar. İşte böyle… Geceye kalmamak için koşuyor herkes ters istikamete. Siz gidin ben geceyi bekleyeceğim. Günümü kaçıran geceyi…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
33
hatıra
Yrd. Doç. Dr. Elif Sibel (Koç) Aslan / Biruni Ünv. Müh. ve Doğa Bil. Fak.
Sevdik-Sevildik 1992 yılında Kayseri İmam Hatip Lisesi’ni bitirdim. 1996’da da Kayseri Erciyes Üniversitesi Biyoloji Bölümünden mezun oldum. Benim için İmam Hatip Lisesinin ayrı bir anlamı vardı. O yaşlarda İmam Hatip Lisesini diğer liselerden özel kılan manevi tarafını pek düşünemesem de, babamın (Abdurrahman Koç) aynı okulda hem öğretmen hem de idareci olarak çalışıyor olması benim için burayı çok cazip ve çekici kılıyordu. Biz dört kardeşiz, ben en büyükleriyim. Hepimiz de İmam Hatip Lisesiyle şereflendik. İmam Hatip yılları benim bugün edindiğim fikirleri özümlediğim yıllardı. Biz bu okullarda, diğer liselerdeki derslerin hepsini okuduk. Bilgi yarışmalarında liselerle yarıştık ve birçok liseyi geride bıraktık. Yabancı dili branş öğretmenlerinden öğrendik.
Üniversiteden mezun olunca, ilk bir yıl mezun olduğum İmam Hatip Lisesinde Biyoloji derlerine girmiştim. Öğretmenler odasına girdiğimde hep lise yıllarımı hatırlıyordum. Dersimize giren hocalarımla meslektaş olarak sohbet etmek gerçekten çok farklı duyguydu. Benim için bu bir yıl, çok özel hatıralarla dolu bir yıl olmuştu.
Ancak çok sevdiğim okulumda daha fazla kalamazdım; çünkü bize, İmam Hatip Lisesinde, çok çalışmamız ve hedeflerimizin büyük olması öğretilmişti, o yüzden hedefime odaklanıp akademisyenlik üzerine ilerlemeye karar vermiştim; ama biz her zaman İmam-Hatipliydik... Peki, bu okulun bizde bu kadar iz bırakmasının sebebi neydi? En başta sevmeyi, merhamet etmeyi, affetmeyi, insanca davranmayı, fakiri korumayı, cebimizdeki bir kuruşu, elimizdeki simidi paylaşmayı öğrendik. Dahası ülkemizi sevmeyi öğrendik.
Bu okullarda bize düşmanlık öğretilmedi. Ayrıgayrı öğretilmedi. Şu açık, şu kapalı, dini yaşayan, dini yaşamayan, şu kötü mezhep, bu iyi mezhep, şu düşmanımız, şu dostumuz... Velhasıl olumsuz şeylerin hiçbiri bize öğretilmedi. Elbette Peygamberimizin dönemini daha iyi öğrendik. En çok onu okuduk. Ama Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bütün tarihi, bizim tarihimizi bildik. Sanatı ,edebiyatı,hitabeti sevdik. Kapalı ve gizli bir ajandamız yoktu,olamazdı da!.. Şifreli derslerimiz de yoktu! Herkesten gizli bir andımız hele hiç yoktu! Bizim diğer öğrencilerden bir 34
farkımız da yoktu. Diğerleri gibi sevdik, sevildik, ağladık, güldük..
Velhasıl bu ülkede herkes neyse biz de o idik. Belki tek farkımız dinimizi daha iyi öğrendik ve daha iyi yaşamaya çabaladık. Ama kimimiz öğretmen, kimimiz mühendis, kimimiz doktor, kimimiz hoca olmak istemiştik. Bu son derece normal değil miydi? Babam beni oraya İslam’ı biraz daha iyi öğreneyim ve ileride de bu öğrendiklerimi uygulayayım diye göndermişti.
Sonra Erciyes Üniversitesini bitirdim, ardından (Allah nasip etti) İngiltere’ye gittim ve orada Moleküler Biyoloji ve Genetik alanında yüksek lisans ve doktoramı tamamladım. Londra’da aynı üniversitede (London Metropolitan Universitesi) öğretim görevlisi olarak başörtümle, hiçbir engele maruz kalmadan çalıştım. O yıllar Türkiye’de başörtüsü probleminin en yoğun yaşandığı yıllardı ve ben İngiltere de bile bununla ilgili yöneltilen sorularda neden böyle öyle olduğunu izah etmekte zorlanıyor, mantıklı bir cevap veremiyordum. Londra’daki 13 yılın ardından Türkiye’ye döndüm, şimdi İstanbul Biruni Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünde Yrd. Doç. Dr. olarak öğretim elemanlığı yapmaktayım. En güzeli de kılık kıyafetime karışılmadan İmam Hatip yıllarından aldığım o ruh ile çalışmanın maddi-manevi huzurunu yaşamaktayım.
Bazı çevrelerde İmam Hatip Liseleri hakkında o kadar haksız değerlendirmeler oluyor, o kadar bilgisizce ve bilinçsizce yazılar yazılıyor ki... Bunu çok rahatsız edici buluyorum. Ne kadar çirkin ve ne kadar haksız bir bakış tarzı. Yakışmıyor bunların hiçbiri bizlere. Ama şimdi bunları biraz daha aştık ve inşallah elbirliği ile mezunlar olarak daha çok gayret ederek İmam Hatip Liselerini daha kaliteli daha özlediğimiz seviyeye ulaştıracağız..
Başta babam ve annem olmak üzere, İmam Hatip Liselerinde emeği geçen tüm hocalarımızın hepsinden Allah razı olsun, ahirete göçmüş hocalarımıza da Allah’tan rahmet diliyorum. Allaha emanet olun...
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Bahar Türküsü
Ahmet ALABAŞ / Matematik Öğretmeni
şiir
Çok eski bir bahar türküsü sarar ruhumu Güftesi serencamı ömrüm bestesi hayal Çok eski bir bahar türküsü sarar ruhumu Ufukları uçurtmalarla dolu Bir de top oynayan çocuklar neşe dolu Hayal perdesi yine coşkulu Her anı hayat her anı çocuksu Kardeşim yanımda açılmış duaya avucu Sinemde bir güvercin Yol almış göğe doğru Her bulut bir hikaye kimi siyah kimi pamuk beyazı Ne keder taşır ne de kasvet dolu Kara tren de çalar düdüğünü Savurur dumanını göğe doğru Ruhumu sarmazdı hüznü Her geçişi oyundu Ezerdi gazoz kapaklarını sevinirdik Kalmazdı kalbim ağırlığı altında Kahveler kahveydi çayımız tatlı Bir geceler siyahtı Gökkuşağı yedi renk bir de beyaz sunardı tatlı Bir devrandı az acılı bol tatlı Masallarım vardı kaf dağı alakalı Herkes kaf dağına giderdi Ömür yılları teperdi Yorgun düşerdi kahramanı masalın Arardı biçare arardı beyhude Ben çocukluğumda aramadım Zümrüdü Anka kanadında kaf dağını Adını atamın yanına kazıdığım Erciyes vardı Sinesi yüreğime adını kazıdı aşkın Bazen hoyrat, soğuk ve heybetli Bazen bir gelin misali bembeyaz Erciyes hala bembeyaz ve de hala heybetli Ben ise gurbet yolculuğunda yorgun ve dertli Ne gurbet ki içim gurbet dışım gurbet Ey yurdum seni solusam da yudum, yudum Kazısam da benliğime adını Bu ayrılıktan ben yoruldum yoruldum Çok eski bir bahar türküsü yakar ruhumu
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
35
makale
Adem KARTAL / Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
BİR BAŞKA AÇIDAN SEYAHATNAME
2011’de UNESCO tarafından “2011 Evliya Çelebi Yılı” ilan edilmişti. 17. yüzyılın ünlü gezgini Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’si, 17. yüzyıl Osmanlı kültürünü ve Türkçesini yansıtan 10 ciltlik eşsiz bir eserdir.
“Her millet dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu sırada akan bir nehir gibi içinden geçtiği her topraktan bazı unsurlar alır.” diyor Mehmet Kaplan. 17. yüzyılda dört kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu ve rüyasında “Şefaat ya Rasullullah” diyecekken “Seyahat ya Rasulullah” diyerek dünyanın dört bir tarafını gezen Evliya Çelebi düşünüldüğünde, Seyahatnâme’nin zengin bir kültür mozaiğini oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 36
Seyahatnâme, yüzlerce konuya değinen ve bu konulara ilişkin zengin bilgiler içeren, farklı okuma ve araştırmalara imkân veren, çok katmanlı bir yapıya sahip, “dev” ve “benzersiz” sıfatını fazlasıyla hak eden bir eserdir. Evliya Çelebi elli bir sene, on sekiz padişahlıkta ve krallıkta yaptığı yolculuklarda gördüklerini, duyduklarını, yaşadığı maceralarda, katıldığı savaşlarda edindiği deneyim ve bilgileri bazen abartarak bazen de efsaneyle gerçeği harmanlayarak anlatır. Bu harmandan ortaya çıkan lezzetli ve sürükleyici anlatımla yazar, bir yandan Osmanlı dünyasının coğrafi, siyasi, sosyal ve duygusal yapısını nakleder, bir yandan da gündelik yaşamın ayrıntılı bir panoramasını çizer. Seyahatnâme’de Osmanlı saray çevrelerinin, ordu ve seçkin yönetici sınıf
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
makale dedikodularının, Evliya’nın sarayla ilişkisinin, imparatorluğun savaş ve barış girişimlerinin yanı sıra Osmanlı dünyasının sınırları içinde ve dışındaki yüzlerce şehrin tasviri yer alır. Evliya Çelebi, belli bir çerçeve içinde hiyerarşik bir sıralamayla şehirlerin idari yapısını, mimari eserlerini, nüfus yoğunluğunu belirttikten sonra halkla ilgili gözlemlerini aktarır. Kadın ve erkek adlarını sayar, konuşulan dil ve lehçelere, bedensel özelliklere, giyim kuşama ve beslenme alışkanlıklarına değinir; bölgenin övülmeye değer ürünlerini, özellikle de gıda maddelerini peş peşe kaydeder. (Yerasimos 2011: 10). Dört kıtaya hükmeden imparatorluğun hemen her köşesini yetmiş yıllık ömrünün elli yılında gezen Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde şu ülkelerin adı geçmektedir: Anadolu, Suriye, Irak, Mısır, Girit, Hicaz, Ukrayna, Romanya, Slovakya, Transilvanya, Moldovya, Avusturya, Macaristan, Polonya, Almanya, Hollanda, Bosna-Hersek, Dalmaçya, Güney Rusya, Kırım, Kafkasya, İran, Habeşistan, Arabistan ve Sudan (Çelik Şavk, 2011 : 22).
Türkçeyi düzgün, etkili ve sanatsal kullanabilme becerisine sahip Evliya Çelebi, Enderun’da Arapça, Farsça ve Rumca; babasının arkadaşı Simyon Usta’dan ise Latince ve Yunanca öğrenmiştir (Çelik Şavk, 2011 : 9). Türkçe dışında beş dil bilen Evliya Çelebi, bu dillerden kelimeleri ustaca kullanmıştır. Ayrıca geniş bir coğrafyayı gezdiği için farklı dillerin kullanımında bir çeşitlilik göze çarpmaktadır. Ekmek, 14 farklı dilden 19 kelimeyle karşılanmıştır. Türkçe ekmek ile Arapça ayş, hubz / hâbiz, nimet; Yunanca somun, ipsomi; Farsça nân, hon; Ubıhça seha; Gürcüce pûrî; İtalyanca pan; Çingene dilinde manro; Megrelce koyal; Sırpça-Hırvatça kıruh; Macarca kener; Rusça hileb; Ermenice haç; Çerkezce çaku; Farsça-Türkçe “can otu” ekmek anlamında kullanılan kelimelerdir. Ayrıca Osmanlıcanın ve Osmanlı kültürünün zenginliği olarak su kelimesinin sekiz ayrı dilde kullanımı göze çarpar: nero / kıryo nero (Yunanca), âb-ı zülâl (Farsça, Arapça), av (Kürtçe), çikâlı (Gürcüce), uyûn (Arapça), pangi (Çingene Dili), yah (Farsça), bizife (Ubıhça).
Eserde öne çıkan bir başka zenginlik ise, 17 asır Osmanlı içecek kültüründeki zenginliktir. Osmanlıda şerbet, sofraların vazgeçilmez içeceği ve ziyafet sofraları için önemli bir ikramdır. O devir İstanbul’unda günümüzdeki kahvehaneler gibi şerbetçi dükkânları yaygındır. Evliya Çelebi, 300 şerbetçi dükkânından ve sokaklarda gezerek şerbet satan 600 seyyar şerbetçiden bahseder (Yerasimos, 2011 : 256). Seyahatnâme’de adı geçen 66 adet şerbet çeşidi de şunlardır: abşıla, amber, amber-i bâris, Arnavud Kâsım, asel, asel-i musaffâ, Atina balı, ayva perverdesi, bâdyân, bahârlı, bal, baldıran, Basra sükkeri, bekmez, benefşe, berberîs, biyankökü, Bülbül Ermenî, dud, emlec-i Kâbülî, emrûd, engübin, engür, fışfış, gül-limon, gülnâr, hardâliyye, Hortas balı, hummâs, hûrmâ bekmezi, hûrmâ, Hürmüz sükkerî, ırk-ı sûs, imâm, inebü’d-dibs, karanfiliyye, karanfilli Göle, karanfilli, karanfilli üzüm, Kâsım günü, kıjı, köknar, koruk, kuru siyâh üzüm, misket, mübtecel, mümessek ve mu’amber bekmez, nâr, nârdeng, nilüfer, reybâs / rîbâs, reybâs-ı amberbâris, reyhâniyye, Sücâhoğlu, sükker, şeker, Şîrâz sükkerî, şükür, temr-i hindî, tiryâki, tüffâhiye, üzüm, Verek balı, vişnâb, zaferânlı, zûfâ. Bozacı dükkânlarının sayısı da şerbetçi dükkânları kadar vardır. Seyahatnâme’de adı geçen 23 boza çeşidi şunlardır: Arnavud Kâsım, boza darısı, buğday, darı, tatlı, hümüllü, İslâmbol, karpuz bekmezli, kaymaklı, keskin, Kırım, kutu, maksima, mavza, Momo, pirinç, pirinç subya, Sinân, süzme, Taşaklı, Tatar, Usta Ahmet, Yâsemen. Bize ait olmayan birkaç gazlı içeceğin soğuk içecek kültürümüzdeki hükümranlığı düşünüldüğünde dört yüzyılda ne kadar fakirleştiğimiz apaçık görülmektedir. KAYNAKLAR: *ÇELİK ŞAVK, Ülkü (2011), “Sorularla Evliya Çelebi”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitisü, Ankara, 60 s. *YERASİMOS, Marianna (2011), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde Yemek Kültürü (Yorumlar ve Sistematik Dizin), Kitap Yayınevi, İstanbul.
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
37
şiir
Önder KARAKLI / Tarih Öğretmeni
Sehab-ı Hüzün (Hüzün Bulutu)
Gitme sehab-ı hüzün maziyi yâd edelim Gam-huvar oluverip ah ü feryad edelim
Şol mevc-i bahr-i gamda kırık testi ümitler Can çekişip durmakta günahsız kelebekler
Mülk-i İslamı dolaş mahzun değil mi Sudan Suriye, Mısır, Irak zülm görmekte Arakan
Didar-ı hürriyete taaruzda kurd u kuş Sersefil yuvalarda ötmekte sefil baykuş
Kan ağlayıp durmakta yazık diyar-ı İslam Bağ-ı derhde bi-çare viran bezm-i gülistan
Batı denen ejderha çökmekte ağır ağır Maneviyat-ı garbin çünkü kör, topal, sağır
Cevr ü cefa etmekte Doğu Türkistan’da Çin Öksüz diyar-ı Kenan, yetim kalmış Filistin
Akdeniz ü Ege’de suda sönerken hayat Şol hissiyat-ı garbın gönlü nasılda rahat
Zevk ü sefaya dalmış yirmi birinci asır Mesti-i mağrur cühela, heva-yı nefse esir
Yıllara yenik düşmüş duvarda saat yorgun Hüzn işgalinde yürek yazık âtiye dargın
Ah o asr- ı saadet şimdi düş ü hayalde Teselli bulunur mu bilmem hüzn-i leyalde
Öz vatanımdan hicran muhacir görür gurbet Ensar olamadıysak ey Hüda bizi affet Mağrip ile maşrıkta hucümda ehl-i salib Müselmana nazar et öksüz, yetim ü garib
38
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Dideden cuybar döker seyret Mescid-i Aksa İki kapılı handa boynu bükük mü yoksa Derd ü gam sahilinde yatar enkaz-ı beşer Umutlar çığ altında sanırsın yevm-i mahşer Nice nâş-ı perişan mihman eyler de türab Diyar-ı İslam yorgun leyl neharı harab
şiir Küsüverip terketmiş can kuşu ten kafesi Oyuk göz kırık başlar vermekte son nefesi
Gelse Musa bin Nusayr, gelse Tarık bin Ziyad Kılıç Arslan u Mesud, Bayezid ile Murad
Ümmidin güzel yüzü can çekişmekte heyhat Kabristan-ı viranda çürümekte mahlukat
Fethedilsin yeniden Endülüs ile Kudüs Sabr u şükr ü ışk ile sönsün talih-i makûs
Arakan’da yakılmış binlerce baş ü beden Binlerce kol, ayak, el cüda kalmış cisminden
Ney-i bezm-i gam ehli hicrana mı müebbet Ezilir rûh-ı sema çökmekte hâb-ı gaflet Şol afakı kuşatmış ol leşker-i derd ü gam Medeniyet dediğin âdemi yiyen yamyam
Eyyam-ı nevbaharda dil-i mecruhlar bi-tab Ebr-i hüzünde pinhan şol hurşid-i cihan-tab
Vatanın her köşesi ecdadından yadigar Kuş uçmaz kervan geçmez virane seng-i mezar O diyar-ı İslam’ın görsen hal-i perişan Ey Mecnun-u derbeder dayanır mı buna can
Bunca İslam ülkesi tek yumruk olmak varken Beyhude medet umar Birleşmiş Milletler’den
Selahattin Eyyûbi, Hittin’e tekrar gelsin Şol düşman-ı gaddarı Kudüs’te yine yensin
Ya Râb! Bedir misali Müselmana yardım et Kalksın yaralı arslan İslam’a etsin hizmet Ufukta görünsün de şol ümid-i istikbal Şad olup gülüversin, ağlayıp duran hilal
Heva-yı nefs takmasın akl u fikri zincire Din u devlet uğruna çıkmak gerek sefere
Ehl-i islam kurtulsun olmaktan ruh-ı mağdur Şol cennet-i Firdevs’ten yağsın nur üstüne nur Mum misali erirken medeniyet-i garbın Yükselsin dün ü günü ilm ü irfanı şark’ın
Gel ey ehl-i Müselman kalk da düştüğün yerden Önder der şahlan artık, Çanakkale, Bedir’den.
Ya Râb! Bedir misali Müselmana yardım et Kalksın yaralı arslan İslam’a etsin hizmet
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
39
hatıra
Sümeyye ÇABUK / 12-N
GASSAL
İmam Hatip Lisesi 10. Sınıfa gidiyordum. Tarih dersindeydik ve ders sıkıcı geçiyordu. Ben de dersten kopmuştum. Pencere kenarında oturduğum için gözüm dışarıya kaymış ve dışarıda cenaze için toplanan kalabalığa dikkat kesilmiştim. Cenazede okunan Kur’an sesi kulamıza kadar geliyordu. Ses beni o kadar etkiliyordu ki, birden ağlamak geldi içimden. Sonra okulun zil sesiyle irkildim, ders bitmişti. Ben kırk dakika boyunca kalabalığı izlemiş ve aklıma değişik değişik sorular gelmişti. Acaba cenaze yıkayıcısı diye bir meslek var mıydı?
duyduğuma göre genç bir kızmış. Sonra başka cenazeye gittik. Mevta yaşlıydı. Onu gördüğümde etkilendim fakat hocama belli etmemeye çalıştım. Mevtanın başında hocanın dediklerini yapıyordum. Acemi olduğum her halimden anlaşılıyordu. Sağ olsunlar mevta yakınları da bu halime tepki göstermediler. Beni en çok etkileyen de mevtayı açmadan önce yakınlarının gelip, başında ağlaş-
Sonra sorumun cevabını aramaya başladım. İnternette bulduğum yazılarda cenaze yıkayan kişiye ‘gassal’ denildiğini, böyle bir mesleğin de var olduğunu öğrendim ve sonra gassallık mesleğini araştırmaya başladım. İlerleyen zamanlarda araştırmakla yetinmeyip videolar izledim. Bu durum birçok insanda korku yaratırken ben çok da etkilenmiyordum. Sonra kendi kendime bu mesleğin tam bana göre olduğunu ve bunu yapabileceğimi düşündüm. Bu kararımı ailemle paylaştığımda çok garip karşıladılar ve bu işi yapamayacağımı, korkacağımı söylediler. Bununla birlikte yaşımın da küçük olduğunu öne sürerek karşı çıktılar. Bunda da haksız değillerdi. Sonra kendi kendime düşünmeye başladım acaba bu tedirginliğin ve ürkmenin sebebi ne olabilir diye? Tabiî ki ölümü kendimize yakıştırmamamız ve ölüme hazır olmayışımız diye düşündüm. Buna rağmen benim hevesim ve merakım devam etmişti.
Amcamın ve babaannemin desteğiyle kararımı kesinleştirmiştim ve son sınıfa geldiğimde artık bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Amcamın aracılığı ile mezarlıklar müdürlüğüne bağlı gasilhaneye gitmeye karar verdik. Oraya gideceğim günün öncesinde beni hem heyecan hem de korku sarmıştı. İlk defa ölü görecektim. Ertesi sabah gitmek için hazırlandım ve amcamın gelmesini bekledim. Amcamın gelmesiyle heyecanım daha çok artmaya başlamıştı. Mezarlıklar Müdürlüğü’ne gidip cenaze işleri bölümüne geçtik. İlk olarak hocam ile tanıştık. Fakat hocam da yaşımın küçük olmasından dolayı gassal olmamı istemiyordu. Daha sonra hocam da kararlı olduğumu anlamıştı. Şansımdan ilk günümde cenaze gelmemişti. Sonra kendi kendime; “Rabb’im de henüz hazır olmadığımı biliyor.” dedim. İkinci gün ilk cenazeye yetişemedim. Ama hocamdan 40
maları ve ondan helallik istemeleriydi. Sonra kendi çevremdeki insanlardan acaba benim de helallik istemem gereken kişiler var mı diye düşündüm. Mevta yakınları çıktı, biz de işimize başladık.
Kalbim hızlı hızlı atıyordu. Mevtayı ilk başta tanıdığıma benzetmiş ve çok korkmuştum. Hocama sakin görünmeye çalışıyordum. O an tasavvuftaki rabıtayı daha iyi anlıyor ve hissediyordum. Kendimi düşünmeden önce ailem geldi aklıma. Burada yatan annem, babam, ablam, kardeşim ya da sevdiklerimden biri olabilirdi dedim. Çok üzüldüm ve buna nasıl dayanacağımı bilmiyordum. O yüzden vaz mı geçsem diye düşündüm. Neyse dedim, devam ettik. Merhumu kefenledik. İkinci
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
hatıra cenazeye de hastaneye gittik. Yine içimi yakan şey ağıtlardı. Aileler ağladıkça ben kendimden geçiyordum. Bu mevtanın yarası falan yoktu ama diğerinden çok daha soğuktu. Yine cenazenin akrabaları merhumla vedalaştılar. Biz yıkamaya başladık. Bu iş vebal işi olduğu için, işimi iyi öğrenmem gerekiyordu. Neden gassallığa heveslendiğimi, içimdeki bu hareketli isteğin nasıl başladığını anlayamıyor ve akıl erdiremiyordum. Üçüncü cenaze küçük bir kız çocuğuydu. Sanki sessiz çığlıklara boğulmuş gibiydim. Küçük kızın annesi çok ağlıyordu. Hıçkırıkları mevtayı yıkayıncaya kadar devam etti. Küçük kız hastalıktan vefat etmiş. O deniz
da tanıdık değildi. Fakat cenazenin yakınları tanıdıktı. Uzaktan tebessümle selamlaştık. Kan durunca tekrar yıkamaya geçtik. Yakınları da bize yardım ediyordu. Artık iyice kavramaya başlamıştım. Ama hocam hala gassal olmamdan yana değildi. Bir nevi hevesim ve isteğim azalmıştı. Hocam bana: “Diğer gelenler gibi değilsin, çok korkuyorsun. Çünkü buna hazır olman için yaşının büyük olması gerekiyor.” demişti. Bu mevtayı da yıkayıp teslim ettik. Sonuncu mevta da gassalıkta çalışan bir abinin akrabasıymış. Bu mevtanın bacağının biri kesikti fakat nedenini bilmiyordum. Empati yapıyordum. Acaba nasıl yaşamına devam etti diye. Diğer mevtalar gibi onu da yıkadık ve kefenledik. Benim aklımdaki düşünceler devam ediyordu. Sonra guslün faziletini daha iyi anlamıştım. Mevtaların yüzleri nurlanıyor, semaya açılan gözleri parlıyordu. Burada bana düşen onlara ve tüm ölülere dua etmekti. Eve gitme vaktimiz gelmişti ve eve gittiğimde sanki hayatım sönmüş, bitmiş gibiydi. Yemeklerden iştahım kaçmıştı. Kendimi teselli etmek için sürekli ağlıyordum ve ağlamak beni biraz olsun rahatlatıyordu.
mavisi gözlerini semaya dikmişti. Benim kanım çekilmiş gibi oldu birden. Küçük kızın o güzel gözlerinden öpüyorlardı yakınları. Yaklaşık 5-6 yaşlarındaydı. Küçük kızı yıkamadım. Hocamı sadece izledim onun isteğiyle.. Hocam bir yandan yıkıyor, bir yandan kızın ailesini teskin ediyordu. Küçük mevtayı da yıkadıktan sonra onu da Allah’a teslim ettik. Dördüncü cenaze hastanedeydi. Ölmeden önce ameliyat olmuş ve ameliyat dikişleri açılmıştı. Yıkama esnasında tahriş oldu ve kanamaya başladı. Hocam yarasının taze olduğunu söyledi ve kanamayı durdurmaya çalıştı. Kanama durmayınca yaraya pamuk bastırmak zorunda kaldı. Mevta çok zayıftı. Çok şükür ki bu mevta
Sonra bu da bir nasip işi diye düşündüm, Allah’a şükrettim. Bu mesleğin benim nasibimde olmadığı kararına vardım. Gerek yaşımdan dolayı, gerekse hazır olmayışımdan dolayı bu ilginç meslekten vazgeçmiştim. Hem eskisi kadar da hevesim kalmamıştı. Belki ön yargılara takılmadım ama karşıma sevdiklerim gelirse diye devam edemedim. İşte şimdi anlıyorum ölümü. Meğer mezarlara boş bakıyormuşum. Derinliklerinde neler yattığını anladım ve ibret aldım. Size çok garip gelebilir ama daha sonra ölümü korkuyla değil, sevgiyle düşünmeye başladım. İnternetten mezar taşı resimleri indirip adımı yazıyor, ölümle ilgili güzel sözler buluyordum. Ailem bunu yine ters anlıyordu. Tabi sevdiklerim de… Amacım isyan değil, sevgiyle bakmaktı. Belki abartmıştım ama mezar taşı satanların numarasını bulup mesaj atmış ve mezar taşının fiyatını bile sormuştum. Evet biraz abartmıştım ama seviyordum. Bu sevgi böyle devam etti. Belki de bu halim okunan selaları sevmemden ve etkilenmemden kaynaklanıyordu. Her okunduğunda selanın bana ait olduğunu düşünüyordum. Ailemin karşıma gelmesini istemiyordum gasılhanede. Bu yüzden onlardan önce ölmek istiyordum. Zamanla bu aşırı merakımı azaltmam gerektiğini düşündüm. Dışarıya fazla yansıtmamalıydım. Çünkü benim deli olduğumu, saçmaladığımı düşünenler az değildi. Gerçi kulak asmayıp, gülüp geçiyordum.
Gassallık hevesime son versem de hala içimde isteği var. Bu yaşadıklarım bana hayatın, nefesin önemini ve Allah’ın merhametini daha çok hatırlattı. Çok şükür Rabb’ime...
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
41
röportaj
Kübra Nur CANER-Neslihan SEZGİN / And. 11-G
BURASI HAYAL KAPISI
İçeriye adımınızı attığınız an başlıyor kalp atışlarınız değişmeye, hızlanmaya. ‘Nasıl bir mekân ki burası’ sorusuna ben yanıt vereceğim. Öncelikle Hunat Kültür Merkezi diye anılan bu yer benim dünyamda ‘Hayal Kapısı’ olarak geçiyor. Dışarıdaki acı gerçeklerden uzaklaştığınız, kötü düşünceleri zihninizden attığınız, her parçasına bir ömür sığdırdığınız, içerideki atmosferin sizi alıp ötelere götürdüğü, kendi kendinizle yüzleştiğiniz bir mekan burası… BURASI HAYALLERİN YUVASI. İçeride bulunan insanların samimiyetine koşulsuz inanacağınız, huzur bulacağınız, değişik sanatlarla karşılaşacağınız bir mekân. Bir bardak demli çayın sıcaklığında hayatı izleyeceğiniz, şekersiz çayın son deminde bütün acıları tüketeceğiniz bir mekân burası. Siz çayınızı yudumlarken üzerinizde uçan güvercinlerin kulağınızda oluşturduğu ritim sizi alıp hayallere götürecek. Oturup saatlerce ruhunuza işleyen ney sesini dinleyip hat yapan ustaları izleyeceğiniz bir mekan burası. Ebu-uzen fırçayı her oynattığında kalbinize bir desen işleyecek. Hayallerinize ortak olacak, benliğinizi hayallere çevirecek hayallerinizle daha sık buluşmanızı sağlayacak, bazen size acı hayat tadında çay sunulacak bir mekan burası. BURASI HAYAL KAPISI.
Ney Sanatı Medresenin içinde hayranlıkla gezerken bizleri başka iklimlere götüren ney sesine kulak kesiliyor ve sese doğru gidiyoruz… İçeri girdiğimizde Mevlevi görüntüsüyle bizleri ötelere götüren, ney üstadı Mustafa Demir Amca, bizleri Mevlevi selamıyla karşılıyor. Merakımızı gidermek için, Neyzenimizle kısa bir söyleşiye dalıyoruz. -Kaç yıldır bu sanatla uğraşıyorsunuz ve bu işi yapma nedeniniz nedir? 20 yıllık bir zaman dilimi oldu, dinlediğimiz ney ile gördüğümüz hüsn-ü hat tablolarındaki esrarengiz güzellikler bizim bu sanata yönelmemizi sağladı.. 20- 30 yıl önce bu tür sanatlar yaygın değildi. Bu sanat unutturulmuştu; fakat bugün Elhamdülillah bu sanatın her türünü görebiliyorsunuz. Gençliğimizde ortam müsait değildi; fakat biz araya araya bulduk. Ney üflerken ne mi hissediyorum, devamlı üflediğimiz için bağışıklık haline geliyor, yani bir şey hissedemiyoruz; ama biz üflerken, insanlar aşkla dinlerse o zaman hissiyatımız artıyor. Bunun ya42
nında yalnızken de zikrullah gibi Allah’ı zikreder gibi üflersen hissettiğin şeylerin haddi hesabı olmuyor. İnsan Kur’an okurken ne hissettiğini anlatamaz ya işte öyle… -Sizce güzel yaşam nedir?
Güzel yaşam bana göre Allah’a yakın olmak, onun emirlerini yerine getirebilmektir. İnsanın yemesi, giymesi, görünüşü kaliteli olmayabilir; fakat Allah bize bir kuru ekmek bahşediyorsa güzel odur. Bir insan evine helal lokma getiriyor çocuklarını o helalle besliyorsa güzeldir. Bozulursa kendi aleyhinedir. Eğer biz ney’i insanları çekmek için üflersek onun güzel yaşamla bir ilgisi kalmaz, kandırmaktan başka bir şey değildir.
Artık imam Hatip öğrencileri her yerde edepleriyle, güzel halleriyle fark ediliyor, bu gayretiniz de çok güzel; iyi yaşayın, bütün güzellikler sizinle olsun…
Bu güzel temennilerden sonra Neyzenimizin yanından saygıyla, edeple teşekkür ederek ayrılıyor ve devamlı ilgimizi çekmiş olan, ebru bölümüne geçiyoruz…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
röportaj
Ebru Sanatı Daha sonra mahlasının ‘Hiç’ olduğunu öğreneceğimize Ebru sanatkarı Hüseyin Garan (namı diğer hiç) Hocamızla sohbete dalıyoruz.. -Kaç yıldır bu sanatla uğraşıyorsunuz ve bu sanata nasıl yöneldiniz?
15 yıldır bu sanatla uğraşıyorum ve yaptığım ebrulara ‘HİÇ’ diye imza atıyorum. Küçüklüğümden beri güzel sanatlara olan merakım ebru ile buluştu ve yolculuğuna devam ediyor. Beni bu sanata yönlendiren kimse olmadı; ama keşke biri olsaydı, daha planlı programlı bir yolculuk yapsaydım. Ayrıca insanın kendini geliştirmesi de önemlidir. Eğer bir şeyi istiyorsanız o şeye sizin k a b i l iye tiniz var demektir, sadece biraz zaman ayırıp emek harcamak gerekir. -Ebrularınıza ‘hiç’ diye imza atmanızın sebebi nedir?
Gerçek sanatkâr yüce Allah’tır. Her hangi bir sanatla ilgilendiğiniz zaman tabiatı daha dikkatli bir biçimde inceliyorsunuz. Siz tabiatın güzelliklerini gördüğünüz zaman bizim yaptıklarımız onların yanında bir HİÇ. Asla bir benlik iddiasında değiliz.
-Ebrunuzu nasıl yorumluyorsunuz ve neden sürekli çiçek ya da lale figürleri yapıyorsunuz? Ebru yapmada siz tamamen özgürsünüz. Herhangi bir kalıp ya da kopya kullanmıyorsunuz. Ebrunun
güzelliği kopya olmamasıdır, her birinin tek olmasıdır. BİR EBRUDAN YALNIZ BİR TANE VAR. BEN ÇİÇEK YAPMIYORUM, EBRU YAPIYORUM! Onlara yalnız çiçek boyutuyla bakamayız, onlar çiçek değil ebrudur. -Kullandığınız boyalar hazır boyalar mı?
Hayır değil. Boyaları biz yapıyoruz. Renkli topraklardan ve pigment gurubu boyalardan destesenk yardımıyla bir mermerin üzerinde bu maddeleri eziyoruz. Su ve öt katarak belli bir kıvama getirip kullanıyoruz. Namı diğer ‘Hiç’ hocamızın yanından teşekkür ederek ve selamlayarak ayrılıyoruz. Daha sonra, her zaman hayranlık duyduğumuz, güzelim Hat Sanatının inceliklerini öğrenmek üzere Hat bölümüne geçiyoruz.. Ve hat üstadı Ali Rıza Erbil Hocamıza sorularımızı yöneltiyoruz..
Hat Sanatı -Hat sanatı nasıl bir sanattır ve siz kaç yıldır Hat sanatıyla meşgulsünüz? Bu işte 4. Yılım. Hat sanatı birtakım Arap harflerinin bir araya gelmesiyle oluşur. Misal biz Türkçeyi nasıl umursamadan yazarız, Araplar da böyledir. Ama Osmanlı bunu sanata dökmüş. Camilerde camilerin kubbelerinde gördüğünüz yazı ‘sülüs’ yazısıdır. İş buradan başlar. Bir hocaya gidip ‘ben hat dersi almak istiyorum’ derseniz 6 çeşit yazımız vardır. Aslında daha fazla ama bazıları körelmiştir. Mesela ‘rika’ dediğimiz yazı Osmanlı Türkçesidir. Rika en kolayıdır. Rika bir metrelik bir koşuysa, sülüs onbir metrelik bir maratondur. Nesih vardır o da Kuran-ı Kerimlerde gördüğümüz hattır. Talik var, Divani var, bunların Celi’leri var. Celi büyük demektir. Celi divane, celi sülüs… -Hat zor bir sanat mıdır?
‘Rabbi yessir velatuassir rabbi temmim bilhayr’ diye başlarız. Nedeni öğrenmenin kalıcılığını ölçmektir. Örneğin ‘ayn’ harfine geldiğinde burada ‘ayn’ harfinin zorluğundan bahsediyor öğrenci bıkıp bırakabiliyor. Öğrencinin sabrını burada deniyoruz. Şöyle örnek vereyim; Hasan Çelebi diye üstadımız var, o hocasına gidip ilk dersini almaya başladığında sadece bir derse 2,5 yıl uğraşmıştır.
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
43
röportaj
Kübra Nur CANER-Neslihan SEZGİN / And. 11-G
2 yıl olduğunda diyor ki hocam ben galiba kabiliyetsizim bırakayım bu işi. Hocası da ‘yok oğlum sabırla devam et’ diyor. Nihayetinde bu yazı çeşitlerini tamamlıyor daha sonra bunun mükâfatı Türkiye’nin her yerinde bu yazıların bulunması oluyor. Kâbe’de ki revakların hepsi Hasan Çelebiye aittir.
Biz burada başlatıyoruz. Öğrenciler 1-2 hafta olmadan hocam olmuyor mu diyorlar. Biz üstatlar gibi yapsak öğrenci kalmaz etrafta. Bizim amacımız sevdirmek. İki üç haftada geçilecek bir ders değil zaten. Ben ilk başladığımda 6-7 ay uğraştım bir harfe, harften sonra birleştirme, birleştirmeden sonra satır… Öğrenci tüm harflerin olduğu bir satırı taklit ediyor. Sonra besmele yazıyor, bu iş aşama aşama olur, bunların okunması da farklıdır.
Ali Rıza hocamıza da teşekkür ederek ayrılıyoruz..
Halıcılık
Medreseyi dolaşmaya devam ederken, dikkatimizi el işi dokuma halıları çekiyor ve halı dokuma ustası, Selim ÇAVDAR ustamızla sohbete başlıyoruz. -Kaç yıldır bu sanatla uğraşıyorsunuz ve nasıl yönlendiniz? Yaklaşık 15 yıldır bu sanatla uğraşıyorum. Çocukken birinin yanında çalışmak vardır bizi de birinin yanına verdiler, bizim yaptığımız iş halıcılık olduğu için ben de bu işi devam ettirdim. -Halıcılığın eskiye nazaran günümüzdeki değeri nasıl?
Şimdi makina halıları bunları bitirdi. Bizimkiler el emeği göznuru halılar. Bir de zamanla halı dokuyan çok kişi kalmadı, muhtemelen de 10 seneye kadar kimse kalmayacak. Bunların fiyatları çok yüksek fiyatlara gitmiş olacak. Bundan dolayı da kimse alamayacak. Bu da bizim kültürümüz ama bu sanatta ölüyor. Bu kötü bir durum ama insanlar artık eskiye dönüyor. Şu an bu halılara ilgi çok iyi. Bizde elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz. Selim ÇAVDAR ustamıza teşekkür ederek külliyeden ayrılıyor; Kayseri’de yaşadığımız ve güzel bir okulda okuduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu bir kez daha anlıyoruz.
44 kültür · sanat · edebiyat dergisi
Rabia ERBEK / And. 12-D
deneme
YAZ VE GÜZ
B
ütün zıtlıklar beynimde çakışıyor. Büyük bir kavgaya girişiyorlar. Başta sevgi ve nefret sonra bencillik ve fedakârlık daha sonra var ve yok. Eksik var bir yerde, herkes devesini kervana katmış yola koyulurken ben hala odalarda ışıkları kapatmış uyuyorum. Devemi kervana katmayacaksam neden devem var? Karanlıkta yalnız oturacaksam neden evim var? İşte böyle zıtlıklar, böyle karmaşık bir yapı ve içinden çıkılmaz bir durum. Hayallerim de bulanık. Hayal kuruyorsam eğer başkasının hayallerinde ve umutlarında olmak için kurmam gerek. Yaptığım her bir fiil için bin bir defa düşünmezsem, kötü bir fail olurum gibi. Hele şu bir türlü mayasını tutturamadığım zaman. Dökülüveriyor sanki avuçlarımdan. En olmadık zamanda karşıma çıkan kelimeler. “De ki” diye başlayan sözler, içime işliyor.
Şehrin ucundan koşup gelecek bir adam bekliyorum. Büyüdüm mü bilmiyorum ama artık şimşek çaktığında korkmuyorum. Beni korkutan sessizlikten endişeliyim çünkü. Zikirsiz, sözsüz kalbim hep bir hüzünde, titreyişte ve huzursuz… Mest ve huşu içinde geçen bir gece ve şişik gözlerle sıçrayan iki beden arasında, kafam çok karışık.
Konuşmadan anlaşan bir çift göz arasında körüm. Rüyalara daldığım kadar dalgınım şimdi. Onlar kadar kısa ve anlamsız dakikalar da beynimi yormuş. Sinirliyim; hep şu biliyormuşum, farkındaymışım havası aslında hikaye. Mesela kaldırım taşları çıplak ayakları öperken, soğuk vücutlarda kan yavaş yavaş akarken, mor dudaklardan isyanlar dökülürken habersizsin. Gelmeyeceğini bildiği halde pencereyi mesken tutan kadından, çığlıklardan bir o kadar da sessizlikten bi habersin. Her şeyi bilirim diyorsun ya, sen daha kendini bilmiyorsun.
Mutlusun güya…
Hangi dünyada büyüdün sen, söyle biz de çocukluğumuzu alıp oraya gidelim; çünkü bu dünyada yer kalmadı. Allah aşkına söyler misin hangi karnı tok, sırtı pek insansın sen? Gerçekten tanıyamadım kimsin sen? El cevap: “ Kimim ben? ” Ve bütün bunların üzerine kulağıma ilişen iki söz, iki farklı kapı.
Biri bana yaz diyor, öteki güz. Bense yüzsüz yüzsüz, sözsüz sözsüz çırpınıyorum, kağıtlar ve kalemler içinde. Ne yapacağımı bilemiyorum biri yaz diyor, öteki güz!
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
45
tahlil
a.c.z
Aybuke GÜLCEK / And. 11-G
A. Cahit Zarifoğlu
Seçkin bir kimse değilim İsmimin baş harfleri acz tutuyor Bağışlamanı dilerim Sana zorsa bırak yanayım Kolaysa esirgeme Hayat boş bir rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü Eski günahlar dipdiri Seçkin bir kimse değilim İsmimin baş harflerinde kimliğim Sana zorsa yanmaya razıyım Kolaysa affı esirgeme Hayat boş geçti Geri kalan korkulu Her adımım dolu olsa İşe yaramaz katında Biliyorum Bağışlanmamı diliyorum…
Yedi güzel adamın en güzeli , bütün dünyanın gizini yalnızca üç harfe sığdıran zarif adam: Abdurrahman Cahit Zarifoğlu… Yaşarken öldürdüğü (babasının ona bağışladığı) hüznü çocuk kalbinin en derinlerine taşıdı. Belki bu yüzdendir çocuk hikayelerine olan düşkünlüğü… Eğer ki yalnızlık bir ekmek olsaydı , onu çiğnemeden yutabilecek kadar yürekliydi ‘’Aristo Cahit’’.
Bu susmuşluğun , içine kapanmışlığın sebebi hep olduğu gibi ‘’aşk’’ mıydı? Yoksa insanlar gerçekten kaçılması, uzaklaşılması gereken varlıklar mıydı? İnsanlardan kaçıp eşsiz ve sonsuz güzelliğiyle gökyüzüne tırmanma isteği ruhunun genişliğinden , kalbinin büyüklüğündendi. 46
Gökyüzüne ulaşamayınca kanatlarının kırılması onu daha da içine kapattı.Yine de yalnızlığına layık olduğunu düşündüğünden midir bilinmez, Cemal Süreya’yı zarif yüreğine ortak etmek istedi, yaşarken bunu başaramamış olsa da…
İçinde hep bir kaçış , uzaklaşma, susma isteğiyle yaşamak, yaşayabilmek ancak bu kadar zarif bir adama yakışırdı. Bakışı , duruşu, hareketleri, sözleri tek solukta yazılmış bir şiir gibiydi. Üstad’ı sayesinde bu şiire yeni bir mısra ekledi: Berat Hanım… Geride sadece kırlardaki çiçekleri değil, yalnızlığından razı bir eş bıraktı. Ölümün yaklaşmasının verdiği hüzünle yanında bulunan kadim dostu Erdem Beyazıt’ın elinden tuttu ve ‘’Erdem’’ dedi. ‘’Kırlarda çiçekler artık bensiz açacak.’’ Haklısın zarif adam , o günden sonra kırlarda çiçekler hep sensiz açtı…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Dilara Nur PERK / 10-İ
şiir
Tanır Yar Beni... Aşk-ı ilahiye Tutuşan Mevlana’ya Selam ve Dua ile…
Sonsuzluğa uzanan satırlarım var, Yüreğimde sakladığım...
Güle su gibi sevgiliden gelen her gül Sevgili ki;
Gül yaprağı kıvrımlarında resmedilmiş Sevgilinin ney tadında sesi.
Yüreği ney tadında yanmakta. Parem kor olmuş,
Ciğerlerim gibi kokusunu yaymakta.
Ah! Gül dalında bir bülbülün figanı gülü tutuşturmakta Ey bahçıvan! Bu bağın gülü bir bülbülü yakmakta! Ney ki bu aşka bir başka yanmakta.
Gül ile bülbülün nefesi, neyi harlamakta... Ve;
Yazılarım nefesimdir.
Nefessimden tanır yar beni.
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
47
BİZDEN KISA KISA...
Okulumuz Tanıtım Fİlmi Çekildi
Okulumuz İlahi Korosu
2016 YGS Öncesi Motivasyon Etkinliği Seyyit Burhanettin Türbesinde
2016 Kutlu Doğum Programı
Okulumuz Kick Boks Takımı
Rabia EKİNCİ Kur’an-ı Kerim Okuma Yarışması Kayseri 1.si
Okulumuz Kayseri̇ Arapça yarışmalarında ti̇yatro dalında 1. oldu.
Okulumuz Kayseri̇ Arapça yarışmalarında bilgi yarışmasında 2. oldu.
Okulumuz Kayseri̇ Arapça yarışmalarında şiir okuma dalında 3. oldu.
18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Töreni
Öğrencilerimiz Çanakkale’de
Hilal BATIR / 12-J
şiir
İnsanın hissettiklerinin
Döküldüğü yerler olmalı Havz-ı kevser olmalı
İçtiğimiz yudum yudum şerbetin Ve duyulmalı
Cennetin cemalin sesin
Sebebim
Kokusunu almalıyım rüzgarda Çünkü meftunum sana
Diyemediklerim beni tüketiyor Çare mi: şiirim
Diyar-ı gurbette mum gibi yanarken Ve hasretinle erirken
Duyubilsem o güzel sesini Ey gülleri en güzeli..
Sen yoksan şiir yok, aşk yok Işığa koşan kelebeğim
Sen varsan ben de varım.. Neredesin ey Cananım Sultanım..
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
49
biyografi
A.Turan KARABULUT / Meslek Dersleri Öğretmeni
RAŞİT EFENDİ KÜTÜPHANESİ YA DA ALİ RIZA KARABULUT
Alim ile ilim bilgi ile kitap eser ile yazar, kitap ile kütüphane birbirinden ayrılmayan olgulardır. Tarih boyunca medeniyetlerin kurulması ve gelişmesi ve insanlığın hizmetine sunulması hep bu olgularla olmuştur. İnsanlık bu gerçeklerden uzaklaştığı zaman tarih sahnesinde çakılıp kalmıştır. Kayseri’de de bu hizmetin kaynağı olan RAŞİD EFENDİ KÜTÜPHANESİ önemli rol oynamıştır. Bu kütüphane ise A.Rıza Karabulut Hoca ile yeni bir kimlik kazanmış ve dünyaya açılma imkanını yakalamıştır.
A.Rıza Karabulut Hoca Kayseri’ye bağlı SÜLEYMANLI Köyünde dünyaya geldi. İlk tahsilini köyünde tamamladıktan sonra Kayseri’de bulunan TAŞÇIOĞLU Kuran Kursun’da K.Kerim eğitimi aldı. Bu arada Kayserinin önde gelen hocalarından medrese usulü Arapça öğrendi. Vatani görevini tamamladıktan sonra köyünde bir yıl İmam-Hatiplik görevinde bulundu. Daha sonra ailesiyle birlikte Kayseri’ye yerleşti. Kısa bir süre ticaretle meşgul olduktan sonra Kayseri İmam Hatip Lisesini dışarıdan bitirdi. Bu arada açılan sınavı kazanarak Kayseri Raşit Efendi kütüphanesine tasnif memuru olarak atandı. Burada ki görevini ifa ederken de 1976 tarihinde Kayseri Yüksek İslam enstitüsüne kaydını yaptırarak YAYKUR (Yaygın Eğitim Kurumları) kanalıyla dışarıdan okuyarak 1979 yılında mezun oldu.
RAŞİT EFENDİ KÜTÜPHANESİ
H.1211 M.1796 tarihinde Reis-ül-Küttab Mehmet Raşit Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Raşit Efendi Kütüphanesi yapıldıktan sonra kütüphanenin banisi tarafından 925 cilt elyazması 18 cilt de basma olmak üzere toplam 943 cilt kitap vakfedilmiştir. Daha sonra kütüphaneye kazandırılan kitaplarla bu sayı 8782ye ulaşmıştır. Bu kitapların 1993 tanesi elyazması kitaplardır. Bu 1993 tane elyazması kitaptan 1606 tanesi Arapça 291 ise Türkçedir. Diğer kitaplar ise Arapça, Osmanlıca ve Türkçe basma kitaplardan oluşmaktadır. Kütüphane bugüne kadar büyük hizmetler ifa etmiştir. Aslında burası normal bir kütüphane olmayıp ihtisas kütüphanesi konumundadır. 50
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
biyografi
5-İslamda Şehitlik 6-Süleymanlı Köyü Tarihçesi 7-Gülşen-i Niyazdan Seçmeler 8-Cevamiul kelim Emsalül Hadis 9-Kayseri ilmiye tarihinde Meşhur Mutasavvıflar. 10- Dünya Kütüphanelerindeki mevcut İslam Kültür Tarihi ile İlgili Eserler ansiklopedisi (6 Cilt)
- Dünya Kütüphanelerindeki mevcut İslam Kültür Tarihi ile İlgili Eseri;
Ali Rıza KARABULUT Hoca 1968 yılında göreve başladığında kütüphane adeta kendi kaderine terk edilmiş gibiydi. Kitapları hizmete sunacak kitap ve kütüphanenin değerini kavramış bir görevli yoktu. Kütüphane bakımsız kitaplar ise tozlu raflar içerisinde bulunuyordu. Hangi kitabın nerede ve konusunun ne olduğunu anlatan sistematik olarak yapılmış bir karteksi bile yoktu. Ali Rıza KARABULUT Hoca göreve gelince ilk olarak kitapları demirbaşa kaydederek kütüphaneyi adeta resmileştirdi. Daha sonra da araştırmacıların rahatlıkla yararlanabilmesi için kütüphanedeki kitapların karteksini yaptı. Sanki bu hizmetle kütüphane yeniden doğdu. Bu hizmeti yeterli görmeyen Ali Rıza Hoca önce kütüphanede bulunan Arapça yazmaların bilahere de basmaların katoloğunu yaparak kütüphanenin yalnızca Kayseri de değil ülke de hatta dünya da tanınmasına öncülük etti. Bu hizmetleri ifa ederken araştırmacılarla da ilgilenmiş kütüphane ihtisas merkezi gibi çalışmıştır. Yüksek lisans ve doktora yapanlar Raşit Efendi Kütüphanesi ve Ali Rıza Hoca’dan çok şeyler öğrenmişlerdir. 1968’de tasnif memuru olarak başlanılan bu hizmet yolculuğu şube müdürü olarak emekli oluncaya kadar devam etmiştir. Gerek memuriyet yıllarında gerekse emekli olduktan sonra ömrünün sonuna kadar kitap kütüphane eser yazma hizmetleri hiç kesintisiz devam etmiştir. Bu süre içerisin de 20 adet kitap ve birçok ilmi makale yayınlamıştır.
1965 yılında kaydolduğu Kayseri İmam Hatip Lisesini 1972 yılında, 1972 kaydolduğu Kayseri Yüksek İslam Enstitüsünü 1976 yılında tamamlayan , ülkemizin değişik yerlerinde İmam Hatiplik ve Öğretmenlik yapan ve 1990 yılından bugüne kadarda öğrencisi olmakla şeref duyduğu Kayseri İmam Hatip Lisesinde idareci ve öğretmen olarak çalışan kardeşi ve bu satırların yazarı Ahmet Turan Karabulut ile birlikte hazırlamışlardır. Eser 6000 sayfa 11 bini aşkın madde ve 250 binden fazla eser tanıtımını ihtiva etmektedir. Dünya çapında bir eser olup baskısı yapılarak ehlinin hizmetine sunulmuştur. Eser Arapça olarak basılmıştır. Ali Rıza KARABULUT Hocayı bu kısa yazıyla tanıtmak mümkün değildir. Ali Rıza KARABULUT hoca demek Kitap demek, Yazmak demek, hizmet demektir. Merhuma Allah’tan rahmet diliyorum. Kendisini rahmetle ve şükranla yad ediyoruz. Ruhu şad olsun.
Önemli eserlerinde bazıları: 1-Ruhlar Alemi (ilk eseridir.) 2-Tıbb-ı Nebevi Ansiklopedisi (Bir çok baskısı yapılmıştır.) 3-Kayseri Raşit Efendi Kütüphanesinde ki Yazma Eserler Kataloğu 4-İstanbul ve Anadolu Kütüphanelerinde Bulunan Yazma eserler Kataloğu
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
51
OKULUMUZUN (1957) İLK MEZUNLARI
Fahrettin BEKARER
Mehmet SOYÖZ
Salim GÖK
Mustafa YILDIZ
İlyas ÖZDİN
Hayrullah DADAĞLI
Enver AKOVA
Mehmet GÜLDESTE
Nurettin ALTIN
Mustafa GÜNEŞ
Hamdi ERTAŞ
Mustafa ÇUHADAR
Ahmet MADAZLI
İbrahim ÇELİK
Fikri DUMAN
Yahya ÇUHADAR
Mustafa İPLİKÇİ
Ahmet ÖZOKUTAN
Turan ÖZTÜRK
Ahmet KAHYA
N.Mehmet SOLMAZ
Mehmet KAVUNCU
Ahmet SARAÇOĞLU
Muzaffer ŞAHİN
Mustafa İLTAŞ
Şaban GÜNGÖR
Ahmet SEVGİ
Rifat AKOVA
M.Ali KOMSER
Cemal SAĞLAM
Hazırlayanlar: Seval OCAK - Sena BEKARER / And. 12-F
Mustafa KÜÇÜK
Nuri YILMAZ
Hayrullah CIRCIR
Hamdi ÖZCAN
Selahattin GÖZÜAK
Yaşar MUTLU
Naci ORHAN
Zeki SOYSAL
Tevfik ÇAPACI
İbrahim YILMAZ
Mehmet ÖZALP
Mehmet YILDIRIM
Mehmet DERİN
Ali AKTÜRK
Zekeriya İÇOĞLU
Muzaffer EROĞLU
Ali GERGEÇ
Muazzer ÖZCAN
Muzaffer ÜNSAL
Osman AŞÇIOĞLU
Abdullah SOYAK
M.Ali YİĞİT
İbrahim İLTAŞ
Abdullah BAKIR
Miktat SEVİM
Mehmet ÖZSANYILDIZ
Ahmet UTANMAZ
Necati DOYMAMALI
Dursun ÇALIŞKAN
Mehmet KAVKUŞÇUOĞLU
tahlil
Nafiz YILDIRIM / Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
ALİ AKBAŞ’IN “GÖÇ” ŞİİRİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Şair, içinde yaşadığı toplumdan beslenir. Toplumun sosyal-ekonomik ve kültürel bütün unsurları şairin ruh dünyasında olgunlaşır ve olgunlaşan yürekten dışarı sözcükler şeklinde sızar. Sızarken de sahibinin hücrelerine kadar, içinde bulunduğu dünyayı yansıtır. Aslında şairin dile getirdiği acılar, hüzünler, sevdalar yahut da neşeler toplumun acıları ve sevdalarıdır. O sözcüklerden şairin içinde yaşadığı toplumu görüp okuyabiliriz. Bu her dönem böyle olmuştur.
Bu mezkur ifadelerden hemen akla yüzyıllardır tartışılan “Sanat sanat için midir, yahut da toplum için midir?” sözleri gelebilir. Bizim kanaatimiz, sanatçı, ister sanat için, ister toplum için mücadelesini sürdürsün; her halükârda, sanatının içinde yaşadığı toplumu bütünüyle reddetmesi mümkün değildir. Her ne kadar sanatçı içinde yaşadığı (beslendiği) toplumu inkâra kalkışsa da, yine de yaşadığı toplumdan etkilenme durumundadır. İyi bir gözlemci yahut eleştirmen bu konuyu sözcüklerin arasından yakalar ve o sanatçı üzerindeki etkilerini gözler önüne serer. Bu etkilenme Cumhuriyet döneminden sonra kendini çok daha iyi hissettirmektedir. Özellikle 1940’li yıllardan sonra toplum olarak geri kalmışlığımız, fakirliğimiz, kenar mahalle aşklarımız hep edebî ürünlere konu olmuştur.
“Göç” şiiri de bu duygularla (Hasret-Ezilmişlik) ortaya çıkmış bir üründür. “Göç” şiirini incelerken Ali Akbaş Hocamızın içinde yaşadığı toplumun özlemlerini, acılarını, sosyal ve ekonomik yapısını duyacağız…
“Göç” şiirini inceleme ihtiyacı nereden kaynaklandı gibi bir sual akla gelebilir. Hepimizce malumdur ki, ancak geniş kitlelerce kabul görmüş eserler incelenerek okuyucuların dikkati çekilir yahut da o eser üzerinde değişik mülahazalarda bulunulur. Zannımca “Göç” şiiri de bu bağlamda incelenmeyi hak eden ürünlerdendir. Bir diğer husus son iki yüz yıldır içinde bulunduğumuz Batı hayranlığı, insan göçü ve Avrupa topluluğu hevesimiz galiba bu şiirin yeniden defalarca okunmasını ve üzerinde düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Belki biraz daha uyanmamız ümidiyle!.. 54
Su serperler ya Gidenlerin ardından Dün askere Hind”e Yemen’e Bugün ekmeğe Dönmezlerde ondan Yoksa niye serpsinler Sirkeciden tren gider Ona binen verem gider Biz toplum olarak, şairin diğer dizelerde izah edeceği gibi büyük bir maziye, güçlü bir topluma su serptik hep yeniden o nesli, o gücü, o ihtişamı yakalamak ümidiyle… Biz sevdiklerimizi uğurlarken arkalarından su serperiz, su gibi akıp gitsinler ve sağ sâlim dönsünler diye; ama dün Yemen’e, Hind’e gönderdiklerimiz dönmediler, muhtemeldir ki bugün gidenler (Batıya) dönmeyeceklerdir.
“Su serperler ya” özellikle “Ya” ünlemi hem bir hatırlatma, hem bir istihza hem de bir çaresizliği bünyesinde barındırmaktadır. Bir ünleme bu kadar zenginliğin katılması, bir ünlemin bu kadar anlam derinliğinin olması tesadüfî değildir. Şiir sıradan bir eylem değildir. Öyle olsaydı her manzumeye zaten şiir derdik… Biz şiirin şifreler yığını olduğuna inanıyoruz. Şair bir virtüöz gibi sözcükleri özenle seçer ve her sözcüğün anlam derinliğinin olmasına özen gösterir. Yoksa dize sonlarındaki ses tekrarlarından oluşan, biraz da ahenk unsurlarının egemen olduğu sözcük yığınlarına şiir denilmesi safdillik olur. Şiiri manzumeden sair diğer söz yığınlarından ayırmak gerekir. Ahmet Haşim: “Şairlerin sözü Peygamber sözü gibi tefsire müsait olmalı” der. Bu ifadelerden hareketle, “Göç” şiirine bu kadar ağırlığın, zenginliğin katılması aynı oranda şairinin de gücünü gösterir. “Göç” şiirindeki her sözcük, anlam derinliğinden, anlam ağırlığından yani bünyesinde taşıdığı zenginlikten (Bir nevi) yorgun düşüyor. “Su serperler ya/ gidenlerin ardından” Kimlerdi gidenler yahut nelerdi gidenler? Koca bir mazi mi, insanlık mı? Asırlardır dik duran onurumuz, Türklüğümüz müydü? Daha bir yığın
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
tahlil soru… “Dün askere / Hind’e Yemen’e” “Dün” kelimesi özellikle seçilmiş. “Dün” daha henüz yeni, “Dün” bütün geçmişimizin şifresi, özellikle de Anadolu insanımızın fotoğrafını yansıtmaktadır. Öyle değil midir? Nasıl unutulur; bugünkü sefaletimizin, ezilmişliğimizin, horlanmışlığımızın sebebi “Dün” değil midir? Bugünkü Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesinin, Müslümanların sefaletinin, perişanlığının, parçalanmışlığının sebebi “Dün” değil midir? “Dün” değil midir bugünkü acıla-
Dönmezlerde ondan / Yoksa niye gitsinler” “Dün” gidenlerin vatan için, insanlık için gittiği dahası ilâhî lutfa nail olmak için gittiği… Ya bugünküler… Dünkü gidenler o ilâhî lutfa ulaştılar ve dönmediler. Sahi bugün gidenler (Avrupa’ya çalışmak için vb.) niçin gider ki? Ekmek için mi? Şair ümitsiz, yorgun, sitem dolu. “Dönmezler de ondan” sözcüklerini özellikle seçmiş. Savaşa gidenler (Hind’e Yemen’e) dönmeyebilirler; bunu anlıyoruz… Ya ekmeğe gidenler niçin dönmezler ki… Bizler, bugün gidenlerin dönmeyeceklerini hatta bir çok insanımızın da oralara gitmek istediğini görüyoruz. Aslında gidenler Ahmetler, Mehmetler, Fatmalar değillerdir Gidenler bir medeniyettir, istikbâldir, ümittir… “Bir kampana çalar Analar ağlar Oğuuul Oğul Sirkeci’den tren gider Evim barkım viran gider
Biz hep atla geçtik hep Tuna’dan Böyle geçmedik Avrat uşak Biz hiç böyle geçmedik Beyler utansın Sirkeci’den tren gider Varım yoğum törem gider”
rımıza sebep olan… Anadolu insanımızın üç yüz bini Yemen’de, bir o kadarı Traplusgarp’ta, Çanakkale’de, Balkanlarda, Sarıkamış’ta, Millî Mücadele’de şehit düşmemiş midir? Dahası bu gün milyonlarca Müslümanın “Gök ekin” biçilir gibi can verdiğinin sebebi “Dün” değil midir? Ah o “Dün” değil midir yüreklerimize kor düşüren, yoksa biz böyle mi olurduk? “Dün” değil midir bizleri bugün (Batının) yollarına düşüren… Hâsılı “Dün” bugünümüz, geleceğimiz, her şeyimizdir. Şair bu sözcükle (Dün) bütün geçmişimizi gözler önüne sermektedir. Şiir de bu olsa gerek. “Bugün ekmeğe / Yaban ellerine /
Bu millet hep ağladı, dün de bugün de… Analarımız dün oğul, oğul diye “Kınalı kuzuların” arkasından ağıtlar yaktılar; ama dünkü gidenlerin analarının yüreklerinde onur vardı ışık vardı…Ya bugünküler… Şair bunun da cevabını veriyor “Biz hep atla geçtik Tuna’dan / Böyle geçmedik / Avrat uşak” Tarihimizde bizimle bağdaşan, dost olan, hemhal olan başka bir ırmak var mıdır, bilemeyiz; ama Tuna denildiğinde hep bir tarafımız tutmaz olur. Sanki biz Tuna’ydık, Tuna da biz… Bugün o da öksüz… Biz de… Neden şair Tuna’yı seçmiştir ki? Yüreklerimizi dağlamak için mi, daha çok acı çekelim diye mi, ona sahip çıkamadık utanalım âr edelim diye mi?... Az mı ağıtlar yaktık Tuna’mızın ardından… “Biz hep atla geçtik Tuna’dan” Balkanlar, Avrupa yüzyıllar boyu ecdadımızın kılıcının gölgesinde, atının nalları altında idare edilmemiş miydi? Tuna’yı hep başımız dik, onurlu bir şekilde geçerdik...
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
55
tahlil
Küffar bizden titrerdi, atımızın üzengini öperdi. Ama şimdi böyle mi? Ekmek için hem de “Avrat-uşak” geçiyoruz... Burada “Avrat-uşak” kelimeleri hem bir hüznün hem de acının, ezilmişliğin ifadesi olacak şekilde seçilmiş. Boşuna dememişti şair: “Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.” diye.
Bu acıyı hepimiz biliyorduk; ama böyle dillendiremiyorduk… Yazık ki hâlâ gitmek için (ekmek için) bir dönem atımızın üzengini öpen bir zümrenin kapısında günlerce (büyük elçiliklerin kapılarında vize almak için) bekliyoruz, lütuf dileniyoruz. Biz hiç aşağılanarak, itilip kakılarak Tuna’yı böyle geçmemiştik. Bunun sorumluları kimlerdi? Kimler bizim dik başımızı öne eğdirmişti. Kimler bizim onurumuzu, avradımızı, uşağımızı aşağılatmıştı? Tek bir cevabı var bunun, şairin yine kendisi vermektedir. “Beyler utansın!” Yani bizi bu hallere düşürenler (70’li yıllarda), sırça köşklerinde hayat sürenler utansın! Artık yapılacak bir şey kalmamıştır, utanmaktan başka…
Sirkeci’den tren gider Bir yaldızlı Kur’an gider” Bursa’nın işgalinde Mehmet Akif’in :
“Ne zillettir ki: nakus inlesin beyninde Osman’ın Ezan sussun fezalardan silinsin yadı Mevla’nın” dediği gibi; Şairimiz de çan sesleri ile uyanacak bir neslin acısını yüreğinde taşımaktadır. “Uyaaan, uyan” sözcükleri tevriyeli kullanılmış; ama sabahları uyanmak anlamı çok zayıf bir anlam. Yani siz her sabah ezan sesleri yerine çan sesi ile uyanacaksanız anlamı birinci anlam. Esas şiirin tamamında verilen mesaj Türk insanının uyanması, kendine gelmesi, silkelenmesi anlamındadır. Bunu da şair sesini yükselterek, bir nevi feryat ederek “Uyaaan, uyaaan!” demektedir. Bu feryatlar yankı bulur mu, bilemeyiz; ama şairin yıllar önceki endişesi bugün daha iyi anlaşılmakta-
“Tuna bizden utanır Biz Tuna’dan Yüzüne kapatır ellerini Aldırma be Tuna’m Yiğit çıplak doğar anadan Sirkeci’den tren gider Erzurumlu Duran gider.”
Şair teselliyi de kendisi bulur. Bu aslında istihzadır. Kendi kendini aşağılamadır. Bir nevi kişinin kendisiyle alay etmesidir. “Yiğit çıplak doğar anadan” diye teselli aramaktadır. Amiyane tabirle züğürt tesellisi de denilebilir. “Erzurumlu Duran gider” Neden başka bir şehir değil de Erzurum! Bu da bilinçli seçilmiş bir şehir; çünkü hepimizce bilinir ki, Erzurum insanı yiğittir, diktir, onurludur. Özüne bağlıdır, dadaştır. Bu bizim bütünüyle bittiğimizin bir resmidir. Son bölümde şair, insanımızı uyarmaktadır. Çan ve ezan iki zıt unsuru kullanarak. “Burada ezan var Orada çan Her sabah çınlar tepemizde Uyaaan Uyaaan Uyan !
56
dır. Giden insanlarımız dönmemiştir. Giden insanlarımız maddenin başka ifadeyle Batı kültürünün içinde kimliğini ne kadar muhafaza edebilmiş veya edebilmektedir, tartışılır…. Umuyoruz ki şairimizin feryatları yankı bulur ve insanlarımız kendine gelir. Korkulur ki insanımız uyanmazsa (güçlenmez, kimliğini bulmazsa) giden yalnızca kendisi olmayacak, “Bir yaldızlı Kur’ân” da gidecektir. Buradaki “kur’an gider” ifadesini fert olarak kişinin imanını, cemiyet olarak bütün değerlerimizi (dinimizi, geleneğimizi vb.) kaybet olarak algılayabiliriz. Bugün bu milletin bütünüyle uyanmasının, güçlenmesinin Ümmet için, ümmetin gözyaşlarının dinmesi için ne kadar hayati olduğunu cümle alem çok iyi bilmektedir!. “Selam ve dua ile…
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Rusça’dan Çeviren : Kevser Ellina BİKBULATOVA / And. 11-G
naat
О Пророке - Мухаммаде
Peygamberimiz Hakkında
Премудрый Мухаммад – Пророк Последним был из всех пророков, Его преследовал злой рок, Хотя и был Он без пороков.
Hem bilgili hem iyi O sonuncu Peygamber Muhammed’ül Emindi Kıymetin bilmediler
И все же победил Ислам, Сумел Мухаммед сделать это, Ведь сколько был гоним Он Сам! Как многим жертвовал за это!
Zorluklara dayandı Kaç defa edildi ret İslam dini kazandı Gördü dıyar-ı gurbet
Коран доверен был Ему, Чтобы донес Он людям правду, Но не хотелось никому Менять хоть что-то в жизни сразу.
Мы о Пророке говорим, О Нем рассказываем много, Но все запретное творим И не стесняемся нисколько.
Пророк ведь жизнь свою отдал, Чтобы счастливыми мы были, Взамен Он ничего не взял, Лишь бы друг друга мы любили. Просил о праведности нас, Учил нас доброте, терпенью, Любил свой уммат, значит нас, А мы забыли про смиренье.
О смерти помним на словах, А в сердце думаем - «бессмертны», Но знает все о нас Аллах, А мы безумствуем, как дети. Пророк мечтал лишь об одном, Чтоб Его уммат в рай попал, Чтобы за все прощен был он, Но уммат видно все «проспал». А ведь пред нами есть пример, Прекрасен он для подражанья! Ты все свои дела отмерь И сделай сам себе признанье.
Хадисы вспоминай, молись, Очисти сердце ты от скверны, За правду, как Пророк, борись, И, как Пророк, останься честным! Сима Ориан
Ona verildi Kur’an Gerçek bilinsin diye Değişikliği insan İstemedi ki niye
Konuşulur hakkında Çok şeyler de söylenir Ona rağmen dünyada Günah şeyler işlenir Mutlu olmamız için Resul ömrünü verdi Dünya ve ukba için Birbirini sev dedi
Öğretti sabr, doğruluk Severdi ümmetini Dürüstlüğü unuttuk Bilmedik kıymetini Ölümü sözde görüp Reva mı etmek günah Çılgın çoçuğa dönüp Beyhude ömür eyvah! Bize cennet istemiş Dualar etmiş Rasûl Affımız talep etmiş Ümmet uykuda usul
Bizim için örnek var Bil Rasûl’u Ekrem’i Ravza cennet gülzar Gör nefsini yeneni
Doğru kalple, et dua Kötülük temizlensin Hadisleri hatırla Peygamber izindesin. Sima ORİAN
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Tatar bir Müslümanın kaleminden 57
şiir
Yusuf AKYÜZ / Misafir Kalem
SAVAŞIN YETİMLERİ Bilmem kaç asırdır dinmeyen aşina çığlıklar kulaklarımızda; Eyvah, kırıyorlar yeryüzünün filizlerini! Çiçekleri eziyorlar! Yürekler lime lime ellerinde Yine de insanız diye geziyorlar…
Ademin çocuklarında rehavet Ateşin oğlunda sinsi bir telaş Talan ediyor yürekleri doyumsuz iştahlarla Serseri bir savaş…
Bir gün ağaracak şafak Güneş doğacak bir gün zifiri ufkumuzdan Sırılsıklam insanlığın ellerinde Şükür sunularıyla dolacak gündüz ve geceler Adalet kucaklarken yeryüzünü güçlü kollarıyla Tebessüm edecek secdeler…
Ey gözleri hüzün renkli canlar Acıyla saklambaç oynayan mazlumlar Ey ümmet sofrasında göz yaşı Kâinatın yüreğinde kanayan yara Ey savaşın yetimleri Ayılsın diye vicdanlarımız Azad edelim diye kendimizi hissizlik mahbesinden Bizi de ekleyin dualarınıza…
58
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
Safiye BOZKURT / And. 12-E
TRT son zamanlarda tarihimize ışık tutmak amacıyla yapmış olduğu dizileriyle unutturulmuş olan tarihimizi bizlere tekrar sunuyor. Böylelikle biz yeni nesillere tarihimizi hatırlatıp sevdiriyor da. Özellikle Diriliş Ertuğrul bunun en güzel örneğidir.
Kitap okuma alışkanlığını kısmen kaybetmiş toplumumuz için eğitici bir dizi. Evet eğitici diyorum ve bunu söylerken sadece tarihi bilgiler bakımından demiyorum. Bu bilgiler dışında sosyal ve kişisel olarak da eğitici olduğunu düşünüyorum. Başta ben ve çevremde bu diziyi izleyen arkadaşlarımdan gördüğüm şey bu. Bizler dedelerimizin başarılarını gördükçe gurur duyan insanlarız. Diriliş Ertuğrul dizisi bu gururu bizlere hakkıyla yaşatıyor. Ama dizi izleyip sadece geçmişimle gurur duyuyorum demiyorum. Napolyon’un dediği gibi “asalet benden başlar.” Bunu geçmişimi silerek demiyorum. Bizler atalarımızın başarılarına ulaşmak için çabalamalıyız. Ben bu diziyi izlerken artık kendime “Atalarım zamanında ilmi, bilimi ve bilek gücü ile bu cihana, İslamı,
yorum
huzuru ve barışı getirmişse bize düşen de kalemlerimiz ve imanımızla yeniden dünyaya barışı ve adaleti getirmek” diyorum. Doğrusu dizinin bizleri bu kadar etkisine alması büyük bir başarı. Ayrıca biraz dikkatle izlerseniz gerek alim karakter olan İbnul Arabi gerekse diğer karakterlerin günümüze gönderme yaptıklarını hemen fark edersiniz. Bu göndermeler ile karşımıza birlik ve dirlik kavramları geliyor. Bizim şu çalkantılı dönemde buna çok ihtiyacımız var. Ben bu diziyle günümüzü ve geçmişimizi birbirine bağlıyorum. Su bulanmadan durulmaz ya. Ama Türkiye’de durulacak geçmişte de bu vatanı, milleti, birliğimizi bozmaya çalışanlar başaramadı, şimdi evelAllah başaramayacaklar. İşte bu dizi bana bunları ifade ediyor. Ben bunları düşünürken dizideki ufak kusurları göremeyebiliyorum. Böyle bir diziyi bizlere kazandırdıkları için TRT’ye ve yöneticilerimize sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
59
makale
Erdal YILMAZ / Meslek Dersi Öğretmeni
DUA
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla ! (Hamd alemlerin Rabbine salatu selam O’nun sevgili habibi ve O’nun aline ve eshabına olsun.) Dua kelime olarak, çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek manalarına gelir. Kavram olarak ise dua, Allah’ın azameti karşısında kulun acziyetini itiraf etmesini, muhabbet ve tazim hissiyatı içinde lütuf ve inayetini talep ve irade etmesini ifade eder. Rabbimiz teala ilk insanı Hz. Adem’i (as) yarattı. Şeytan Ona secde etmedi, emre itaatsizlik etti ebedi lanetlenenlerden oldu. Adem ve Havvaya istediğiniz herşeyden bol bol yiyin fakat şu ağaca yaklaşmayın nefsinize zulmedenlerden olursunuz dedi, Şeytan isyanına tevbe etmedi. Adem (as) ise nisyanına ağladı, tövbe etti Rabbine niyaz etti pişman oldu çokça dua etti onun tövbesi kabul edildi. O sizin açığa vurduğunuzu da gizlediğinizi de en iyi bilendir ona gizli hiçbirşey yoktur. O göğüslerden geçen herşeyi en iyi bilendir. Yaratan hiç bilmez mi o bundan daha ince ayrıntılı olan işleri de bilir. Dua Rabbiyle kulları arasında sağlam bir bağdır. Duanız olmasa o size ne diye değer versin, Dua kulluğun bilincine erişmedir. Onun yüceliğini kavramadır. Dua ibadetin özüdür. Kime dua kapısı açılmışsa ona rahmet kapısı açılmıştır, Dua başlı başına bir ibadettir. O kulların dua etmesini istiyor ki karşılık versin çünkü hiçbir kulunun işini boşa çıkarmaz. Rahmet hazinesi onun elindedir. Dua kavli olabileceği gibi fiili de olur. Müminler dua ile doğar dua ile ölürler. Onlar bir hayat boyu dua ile iç içedirler. Namazımız bir duadır. Günde beş vakit namaz kılarız Allahımızdan namazla -duayla-sabırla yardım isteriz. Onun huzurunda el bağlar, teslim olur, boyun eğer dua ederiz. Namaza dua ile başlar, dua ile bitiririz. Günde kırk defa duaların en güzeli olan Fatiha-ı Şerif ile yakarışta bulunuruz. Tüm yarattıklarının rızkına kefil olan Rahmanımıza, kulluk vazifesini hakkıyla ifa edenleri cennetiyle mükafatlandıran rahiym olan Rabbimize, bizi türlü nimetlerle nimetlendiren, bizlere göz aydınlıkları bahşeden bizi yoktan vareden ve tekrar kendisine döndürüp hesaba çekecek olan din gününün sahibine, rahmetinin gereği peygamberler, kitaplar gönderen Muhammed Mustafayı gönderen halıkı zülcelale yarattığı varlıklar adedince hamdü senalar olsun. 60
Namazım, haccım, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. Melekler de, Adem’e (as) dua ettiler kurtuldular, şeytan ise isyanında direndi. Ebedi lanetlenenlerden oldu öyleyse Rabbimize dua etmeliyiz. Ona dua etmeliyiz çünkü bütün rahmet hazineleri onun elindedir. Ancak ona dua etmeli ancak ondan yardım dilemeliyiz. Namazımızı hayatımıza, hayatımızı da namazımıza uygun hale getirmeliyiz. Duada gözler ıslansın, göğüsler ıslansın, seccadeler ıslansın ve gönüller yumuşasın. Acziyetimizin her zaman farkında olmalıyız. Ya Rabbi sen varislerin en hayırlısısın. Katından bana bir zürriyet ver ki; sana, annesine ve babasına itaatkar Yahyalar dünyaya gelsin. Bir Nuh teslimiyetiyle yapalım ki azgın ve devasa dalgalardan, derin ve karanlık deryalardan sahili selamete ulaşabilelim. Bir Yunus nedametiyle dua edelim ki küçücük karanlık balığın karnından aydınlığa ve genişliğe ulaşabilelim. Bir İbrahim kararlılığında olalım ki zalimlerin ateşlerini Rabbimiz gülistana çevirsin İsmail gibi Rabbimize gerçek kurbanlar olabilelim ki Rabbimizden dünyada ve ahirette karşılığını bekleyebilelim. Asiye sabrıyla, vakarıyla ve Allah aşkıyla dua edelim ki dünyada iken cennetteki makamımızı görebilelim. Hacer sabrıyla, teslimiyetiyle ve tevekkülüyle ıssız çölde şeytanın yüzüne tükürüp gözünü kör ederken tüm nefsin galebesini hak ile yeksan edebilelim. Davut sebatıyla sabit kadem olalım ki nice az topluluklarla çok topluluklara karşı zafer elde edebilelim. Yusuf misali Allah’a köle olalım ki Rabbimizden vezirlik bekleyebilelim. Dualarımız imranın karısının samimiyeti ve safiyetinde olsun ki Allah’tan hasen bir karşılık bulalım. Umudumuzu asla kaybetmemeliyiz. Allah’ın rahmetinden umudunu ancak kafirler keser. Her şey onundur herşey onun elindedir. O dilediğini aziz dilediğini zelil eder. O isterse isanın duasına karşılık olarak yer sofrasını gökten indirir. Ruhları katına aldığı gibi o bedenleri de katına alır. Yeter ki kullar teslimiyet gösterebilsin. Namazımız duadır ister Allah diyelim ister Rahman diyelim sesimizi yükseltsekte alçaltsak da o bizi en iyi işitir. Onlar korku ve umut içinde Rablerine dua ederler. Duada teslimiyet ve samimiyet esastır, yüzümüzü semavatın ve arzın Rabbine döndürelim ki içimizi ve dışımızı zahiri ve batını putlardan arındırabilelim,
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
makale Rabbinin yoluna hikmetle çağır, Allahımız bize günde beş defa çağrı gönderir. Bu davete icabet etmek gerekir. Peygamberler birer davetçidirler. Kitaplar bizim davetçilerimizdir. Rabbimiz biz nefsimize zulmettik eğer sen bizi bağışlamazsan hüsrana uğrayanlardan oluruz, Rabbim göğsüme genişlik ver işimi kolaylaştır. Dilimdeki düğümü çöz ki sözlerim daha iyi anlaşılsın. Rabbim dualarımı kabul et. Rabbimiz beni, ana babamı ve tüm müminleri hesap gününde bağışla. Rabbimiz bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bizi cehennemin azabından koru. Rabbimiz peygamberlerine vadettiğin şeyleri bize de ver. Rabbimiz katından bize rahmetini ver. Katından bize bir hayırlı bir zürriyet bağışla. Yaşlılığımda bana İsmaili ve Ishakı bağışlayan Rabbime hamd olsun. Mağara arkadaşlarının duası ne kadar ibretlik bir kıssadır. Burada ihlası, ihsanı, samimiyeti, tevekkülü, teslimiyeti ve azamet-i ilahi karşısında acziyeti ve rahmeti ilahi karşısındaki umudu görmekteyiz. Her peygamberin muhakkak kabul olan bir duası vardır Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Rasûlullah (sav) buyurdular ki: “Her peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır.” (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi) Ayrıca; Şu kimselerin dualarının makbul olacağı rivayet edilmiştir Rasûlullah (sav) buyurdular ki: “Şu üç dua muhakkak kabul edilir: • İftara kadar oruçlunun duası, • Haksızlığa uğrayanın duası, • Adaletten ayrılmayan devlet büyüğünün duası. Bu duaların her üçünü de Allahü Teala kabul etmek üzere bulutlar üstünde göğe yükseltir. Ve onlara semanın kapılarını açarak şöyle buyurur: “Ululuğun büyüklüğün hakkı için müddet sonda olsa bile sana yardım ederek ve seni kabul edeceğiz.” (Cami’üs-Sağir) Rasûlullah (sav) buyuruyor ki: “Şu üç dua muhakkak kabul edilir: • Babanın evladına duası, • Misafirin duası, • Haksızlığa uğrayanın duası. (Cami’üs-Sağir) Rasûlullah (sav) buyurdular ki:
“Şu beş dua muhakkak kabul olunur: • Öcünü alıncaya kadar haksızlığa uğrayanın duası, • Evine dönünceye kadar hacının duası, • Savaştan dönünceye kadar gazinin duası, • İyileşinceye kadar hastanın duası, • Mümin kardeşinin ardından dua eden müminin duası.” (Cami’üs-Sağir) Bazı özel vakitlerde edilen dualar makbul olur Hz. Enes (ra) anlatıyor: “Rasûlullah (sav) buyurdular ki: “Ezanla kamet arasında yapılan dua reddedilmez (mutlaka kabule mazhar olur.)” Öyleyse, dendi, “Ey Allah’ın Rasûlü, nasıl dua edelim?” “Allah’tan, dedi, dünya ve ahiret için afiyet isteyin!” (Ebu Davud, Tirmizi) Müslüman kişi için üç vakit vardır, onlarda dua ederse, sıla-i rahmi kıran ve günah olan bir şey taleb etmedikçe, kendisine mutlaka icabet edilir: Namaz için müezzin ezan okurken susuncaya kadar, savaşta iki saf karşılaşınca Allah aralarında hükmedinceye kadar, yağmur yağarken kesilinceye kadar.” (Kütüb-i Sitte) Peygamber Efendimiz (asm) buyurdular: “Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin olsun, bu kimse, Allah’tan İsm-i Azamı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Azamla dua ederse Allah ona icabet eder, kim onunla talepte bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir.” (Tirmizi, Ebu Davud) Kula yakışan odur ki darlıkta ve genişlikte Rabbine dua eder tüm müsibet ve belalara sabreden (Eyyubi ve Muhammedi bir nazarla sabreden) ve her şey kendisinin hürmetine yaratılan, cennet ayaklarının altına serilirken de Rabbine şükreden bir nazarla kulluk etmektir. Allah duaları kabul olanlardan eylesin. Selam ve dua ile… Amin
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
61
makale
Z. Meral KONŞUK İVECAN / Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
RECİ HADİSESİ
“Anam babam sana feda olsun Ya Rasûlallah” hani bir nefeste söylenen cümleler vardır bu cümle gibi. Söylemeye söylersin de bir çırpıda, anlamaya koca bir iman gerekir. Her kelimenin anlamını dudakların bilir kuru kuruya ama aynı cümleyi tüm harflerini yüreğinden söke söke çıkarıp Allah Rasûlü’nün yoluna feda edenleri beynimiz unutur kalbimiz görmez.
“Anam babam sana feda olsun Ya Rasûlallah” bu cümlenin içinde tüm İslam tarihinin şehitleri vardır bilir misiniz? Allah için, Hz. Muhammed Mustafa için bir değil binlerce kez ölenler, ölmeyi bilenler saklıdır burada, ölümü öldürenler saklı. Allah Rasûlü, peygamberliğini ilan ettiği ilk andan itibaren yolunda ölmeyi isteyecek kadar Onu sevenler de vardı; Onu öldürmek için yola çıkanlar da…
Dinlenmek nedir bilmeden; İslam’ı öğretmek, Allah’ın dinini yaşatmak insanları doğru yola çağırmak için çabalıyordu güzel Nebi. Ama doğruyu görmek istemeyen gözlere, hidayet için çırpınmayan yüreklere, Allah’ın davetine tıkalı kulaklara boş geliyordu bu çaba. Cehennem’e dört nala gidiyor olduklarından bîhaber, azgınlıklarına yenilerini eklemek için, en karanlık planları düşlüyordu şeytanlaşmış beyinler.
Oysa Allah Rasûlünü yeryüzünün en sevgili beldesi Mekke’den koparmışlardı yetmedi; Bedir’de karşısına dikildiler o Mübareğin yetmedi; Uhud’ta peygamber sevgilisi biricik amcası Hz. Hamza’yı parça parça ettiler yetmedi. Anladılar savaşla olmadığını, olamayacağını. Sanki öldürmek yalnız ve yalnız onların hakkıymış gibi hem saldırıyor hem de Müslümanların öldürdüğü yakınlarının kinini biriktiriyorlardı katran karası yüreklerinin koridorlarında. Artık koyun postlarına bürünecekti kurtlar. Artık onlardan gözüküp içlerine kadar süzüleceklerdi ta ki hançerlerini yüreklerine saplayana dek. Anlaştı Lihyan kabilesi Adal ve Kâre kabileleriyle. Allah’ın “Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdır.” (Enfal:73) ayetini gönderdiğini bilmeden.
Allah Rasûlünden öğretmen istediler; güya İslam’ı öğrenmek istiyorlardı. Aslında biliyorlardı Rasûlallah kimsenin ricasını kırmazdı; bu ancak iyi insanlara has bir meziyetken Cehennem’de yanası kalpleri göre62
miyordu bir türlü. Tek düşündükleri kendilerinden daha kafir başkanları Süfyan b. Halid’in intikamıydı.
Allah’ın o güzel kulu kötülük nedir bilmeyen kalbindeki sıkıntılarla, “İslam’ı bize öğret” diye gelen bu sinsi şeytanlarla İslami bilgiyle donanmış Mersed b. Ebî Mersed, halid b. Bükeyr, Âsım b. Sâbit, Hubeyb b. Adiyy, Zeyd b. Desinne, Abdullah b. Tarık ve Muattib b. Ubeyd’i yolladı. Hemen çıkıldı yola İslam’ı öğretebilecekleri birilerinin daha olduğunu bilmenin verdiği mutlulukla. Reci denilen yere gelindi. Kâfirlerin planları nasıl da tıkır tıkır işliyordu. Başarılı oldukça doğru yolda olduklarını zannettiren o ahmak kibirleriyle yüzlercesi kuşattı bir avuç sahabeyi. Oyuna getirildikleri gün gibi âşikârdı, kâfirlerin şeytanla işbirliği yaptığı da. Hesaba katılmayan tek şey sahabelerdeki sarsılmaz imandı. Çekildi kılıçlar Allah için, kafire meydan okundu Rasûl aşkı için. Öyle bir imana; kara gecede kara bir kayanın üstündeki karıncayı gören Rabbim tabi ki şahitlik etti. O mübarekleri sözlerine konuk etti, haklarında ayet nazil oldu. Sahabeler öyle güçlü bir imanla savaşıyorlardı ki kâfirler hem korkularından hem de onları esir edip Kureyş’e satma hevesinden sürekli teslim olun çağrısı yapıyorlardı. Âsım b. Sâbit teslim olun çağrısına yedi okuyla yedi kâfir leşini yere sererek cevap verdi. O ki Allah Rasûlünün okçusuydu, peygamberinin övünç kaynağıydı. Okları tükenene kadar öldürdü, mızrağı kırılana kadar kâfirleri inletti, kılıcı elinden düşene kadar hainleri tepeledi. Nasıl bir imandı bu Ya Rab, kâfirler yanına bile sokulamadı. Uzaktan tüm bedenini oklarla yaralayarak şehit ettiler Hz.Âsım’ı.
Bilmiyorlardı ki bu duasının karşılığıydı; İslamla şereflenip arınınca kâfirden kimseyi kendine dokundurtmayacağına yemin etmişti. Ölümden korkmadı hiçbiri; tek korkuları Rasûllerine zarar verilmesiydi: “Allah’ım Peygamberi durumumuzdan haberdar et” duaları yerini buldu. Allah Rasûlü içi kan ağlaya ağlaya haberdar oldu. Şehit oluyordu sahabeler. Âsım b. Sabit; Uhud’ta tepelediği kâfir kardeşlerin, kalbi kin ateşiyle kaynayan analarının “Onun kafatasından şarap içeceğim” dediğini duymuşcasına “Allah’ım! Ben bugüne kadar Senin dinini koruyup hıfzettim, sakladım. Senden bugünün sonunda benim vücudumu koruyup, hıfzetmeni niyaz ediyorum” diye dua etti.
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
makale Allah neye “Ol” demiş de o oluvermemiş hâşâ! Bu sefer de arılar, Kâbe’yi korumakla vazifeli Ebabiller gibi Allah’ın askeri Âsım b. Sabit’i koruyan ordu oldular. “Bu Allah’tandır” demeyi beceremeyen kâfirler bir umut geceyi bekledi. Ama heyhat biter mi Allah’ın ordusu; “Yağ” dedi yağmura tek bir bulut yokken gökyüzünde sel oldu Rabbin emriyle. Aldı o güzel sahabeyi Cennete taşıdı, kâfirlerden sakladı. O vücut nasıl Uhud’ta Allah Rasûlünü koruduysa Allah, Habibini seveni sevdi tertemiz yanına aldı.
Topluluktan geriye kalan sahabelerin çilesi dolmamıştı henüz. Üçünü yakaladılar Kureyş’e satmak için. Abdullah b. Tarık bağları gevşeyip kurtulunca hemen savaşmaya başladı kâfirlerle. Öylesine azmış kâfir topluluğu, kalplerindeki korkudan yanına yanaşamadıkları bu mübarek sahabeyi attıkları taşlarla acımasızca şehit ettiler. Cehennemdeki ateşlerini çoğaltmak için bunca çabalamak niyeydi? Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. Desinne’nin Kureyşe getirilişi hemen duyuldu. Sırtlan sürüleri gibi toplandılar etraflarına öbek öbek. Kibirlerine kibir eklendi, küffar kalplerine biraz daha zift akıttılar. Öyle ki katran karası kalplerden şeytanın bile aklına gelmeyecek kötülükler geçiyordu.
İkisini de Bedir’de öldürdükleri kâfirlerin akrabaları satın aldı. Ne istedilerse vererek intikam hırsından gözleri dönmüş halde. Salyalı ağızlarıyla hemen öldürme planları başladı. Öyle yüreksizlerdi oysa öldürüp “Ben yaptım” demeye bile cesaretleri yoktu. Çünkü cahiliye âdetlerini devam ettirdikleri gibi Müslümanlar da yapıyor zannediyorlardı. Evet “Kan Davası”na dönsün istemiyorlardı bunun sonu.
Anladı mübarek Hubeyb anladı öldürülecekti tertemiz çıkmak istedi Rabbinin huzuruna, bir ustura istedi. Usturayı küçük oğluyla gönderen anne, tutsakları oğluna bir şey yapar korkusuyla koştu yanlarına. Hubeyb “Benim oğlunu öldüreceğimden mi korktun. Benim dinim günahsız masum insanları öldürmeyi hatta onlara sıkıntı vermeyi bile yasaklar” dedi. Bu sözler bile onları yumuşatmadı. Son isteği sorulduğunda sadece namaz kılmak istedi lezzetine doyamadığı namazı eğer kâfirler “Ölümden korktu da uzatıp duruyor” demesinler diye kısa tuttu. Bu güzel hareket Hubeybden sonra, öldürüleceği kesinleşmiş her Müslüman’a örnek oldu.
istiyorlardı onun.”Dininde dön seni hemen serbest bırakalım” deyip duruyorlardı Hubeyb ise tereddütsüz “HAYIR ASLA” diye haykırıyordu. Öyleyse ölmeliydi bu küffar sürüsüne göre hem de en ağı işkencelerle. Küçük çocuklarının ellerine verdikleri mızraklarla işkencenin en azılısını yapmaya başladılar. Kendisinden sonra aynı feci şekillerde şehit edecekleri Zeyd b. Desinne’ye söyledikleri sözleri öncesinde Hubeyb b. Adiyy’e de söylemişlerdi “Sen burada acı çekerken Muhammed rahat bir şekilde Medine’de oturuyor. Sen çoluk çocuğunla evinde otururken Muhammed’in bizim elimizde olmasını istemez misin?” diyorlardı küstahlıkla. Ah bu ne aptallıktı Ya Rabbi bu ne kendini bilmezlikti. Şeytanla dost olup kötülükte onunla yaraşır hale gelen bu akıl fukaraları kendilerine işkence edilmesin diye dünyayı dahi feda edecekleri için anlamıyorlardı Rasûle olan bu sevginin hudutsuzluğunu. Nitekim tutuldu dilleri, sıkıldı daha da sıkıldı korkuyla yürekleri. Meğer nasıl da bilirlermiş kibirlerinden inkar ettikleri imanın hakikat olduğunu. Şayet bilmeselerdi Hubeyb işkenceler altındayken acısıyla Rabbinden hepsinin canlarını almasını topluluklarını dağıtmasını isteyerek şehit olduğunda helak olacağız diye dehşetle kapaklanmazlardı yerlere; günlerce o helak zamanı acaba şimdi mi diye şaşkın şaşkın sormazlardı birbirlerine. Hubeyb de Zeyd gibi netti, dimdikti, korkusuzdu. Kendisine sunulan yerinde işkence gören Muhammed olsun istemez miydin? Sorusuna “Asla!” diye haykırdı yeri titretircesine “Vallahi O’nun ayağına bir diken batmasına bile gönlüm razı olmaz. Ben bunu asla istemem.”
Bağladılar ellerini ayaklarını bir ağaca ama yalnızca ellerini ve ayaklarını. Oysa asıl yüreğini bağlamak
mihrab kültür · sanat · edebiyat dergisi
2015 ÜNİVERSİTELİLERİMİZ MUHAMMED USAME ŞÜKRAN ÖZENÇ HACI AHMET ÖZ HÜMEYRA ÖZEŞSİZ ŞEYMANUR BAYRAM HARİSE SEVDE ARIKAN NASİB BURAK BEHEŞTİ AYDIN ŞEYMANUR ŞAHİN MELİKE ÇAKMAK S. HATEM UZUNOĞLU AHMET ŞAHİN FEVZİ TÜRKMEN A. HALUK BOZHÖYÜK ALPER YABASUN ADALET ÖRKEN ABDULLAH SOYHAN ZAFER ŞAHİN MUHAMMET ALİ CENK MELİKE DURU BİLAL CANDAN HATİCE ŞAMİL ESMANUR PUSMAZ ESRA YILMAZ RABİA ÖZDEMİR FERHAN ÖZCAN HÜMEYRA ÜNAL PINAR ÖZDEMİR ENES SALİH YALICI FURKAN TEMİR YASİN ÜNAL TUĞÇE EKER FATMA SEDA DEMİROĞLU ARİF ATSIZ BEYZANUR YAĞMUR EBRAR GÜRBÜZ İBRAHİM PÜR TAHA AYDIN SABİRE KOCAOĞLU NEJLA KARA BÜŞRANUR KARASU ÇİĞDEM KOÇ HAYATİ YILDIZHAN SELVİ HALICI ŞENAY KARABOĞA KEVSER KILINÇ NURİYE YILDIZ SELMAN KEÇİ ABDULLAH YAŞ SEDA KEKEÇOĞLU ESRA İLHAN GİZEM KALE MEHMET AKİF AYGÜN SÜMEYYE ÖZTÜRK SELFET BÜŞRA ÇABIK BEYZA RUKİYE DEĞİRMENCİ AHMET YÜKSEL ABDULMUTTALİP EKİCİ RABİA KARAMAN BEYZA USTA HASAN HÜSEYİN BAĞBAŞI
ERZİNCAN ÜNV. / Tıp Fakültesi ATATÜRK ÜNV. (ERZURUM) / Hukuk Fakültesi AZERBAYCAN DEVLET PEDAGOJİ ÜNV. (BAKÜ-AZERBAYCAN)/Pedagoji ve Psikoloji Fakültesi ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Fen Fakültesi/Matematik ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Edebiyat Fakültesi/Sanat Tarihi (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat ABANT İZZET BAYSAL ÜNV. (BOLU)/Fen-Edebiyat Fakültesi/Kimya (İngilizce) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) MUSTAFA KEMAL ÜNV. (HATAY)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/İşletme SELÇUK ÜNV. (KONYA)/Edebiyat Fakültesi/Fars Dili ve Edebiyatı CUMHURİYET ÜNV. (SİVAS)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ATATÜRK ÜNV. (ERZURUM)/Edebiyat Fakültesi/Arap Dili ve Edebiyatı (İÖ) BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Fen Fakültesi/Matematik ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat İSTANBUL ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat AFYON KOCATEPE ÜNV. (AFYONKARAHİSAR)/Fen-Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji DOKUZ EYLÜL ÜNV. (İZMİR)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) KİLİS 7 ARALIK ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/İşletme (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Edebiyat Fakültesi/Tarih (İÖ) DOKUZ EYLÜL ÜNV. (İZMİR)/Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji BARTIN ÜNV./İslami İlimler Fakültesi/İslami İlimler (İÖ) SELÇUK ÜNV. (KONYA)/Edebiyat Fakültesi/Arap Dili ve Edebiyatı GAZİOSMANPAŞA ÜNV. (TOKAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat MARMARA ÜNV. (İSTANBUL)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (Arapça) KİLİS 7 ARALIK ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Edebiyat Fakültesi/Tarih (İÖ) BAYBURT ÜNV./İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/İktisat ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat GAZİOSMANPAŞA ÜNV. (TOKAT)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/Kamu Yönetimi (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) MERSİN ÜNV./Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe DİCLE ÜNV. (DİYARBAKIR)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu/Muhasebe ve Finans Yönetimi NİĞDE ÜNV./Fen-Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji BAYBURT ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNV./Eğitim Fakültesi/Fen Bilgisi Öğretmenliği ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/İktisat BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/Sağlık Yüksekokulu/Hemşirelik BAYBURT ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) CUMHURİYET ÜNV. (SİVAS)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) GAZİOSMANPAŞA ÜNV. (TOKAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/Mühendislik-Mimarlık Fakültesi/Elektrik-Elektronik Mühendisliği (İÖ) GAZİOSMANPAŞA ÜNV. (TOKAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat TUNCELİ ÜNV./İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/Kamu Yönetimi (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat
ŞEYDA NUR ŞAHİN HATİCE NUR SUNGUR HATİCE ÇELİK ABDURRAHMAN BİNGÖL ENES İNCE HAYRİYE ÖZDEN CEBRAİL GÜLEÇ FATİH GÜLCEK SAFA KARASU M. HÜSEYİN CAN PERK FATMANUR KALKAN ŞEYMA YILMAZ ŞULE DOLMAZ SÜMEYRA DORUK MENEKŞE GÖKTAŞ MERVE CİMŞİT MİNE ERDOĞAN İLYAS PAYAS KÜBRA TUFAN SÜMEYYE GÜNGÖR MEHMET AKBULUT TUĞÇE KOÇ SEHER OĞUL MURAT HASTÜRK FURKAN DAĞLAR MEVLÜT POSCU M. ŞAMİL AVLUKYARI İSHAK BAYHAN METİN ALPAK MAHSUN BAYRAM MERYEM YEŞİLÖZ İSMAİL USTA MUSTAFA KARASU EMRE DUYGU MAHİR ŞERVANLI HAYRUNNİSA YALÇIN M. YUNUS EMRE TORUN ŞERİFE NUR ÇİFTCİ ALPEREN AHMET DAVUT BEYZA NUR CINKI ABDÜLHALİK UZUN SÜMEYYE ACAR EMİNE DAĞLI SEMA NUR HALICI SÜMEYYE NUR KARTAL GÜLŞAH GÜMÜŞ RAHİME NUR YILMAZ FATMA RUMEYSA TAŞDELEN MERVENUR BOLAT BEKİR ÖZDEMİR ŞERİFE İREM YORULMAZ GÜLDEN ATANİŞGİRAY MUHAMMED TALHA SUNGUR SELVİNAZ ŞENLİK FATMA ERDOĞAN HAYRUNNİSA KILINÇ ŞÜKRAN ÖZENÇ ELİF BÜŞRA ERDOĞDU BETÜL DEMİRTAŞ HÜMEYRA SAĞIR NAGEHAN KIRDÖK
ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İletişim Fakültesi/Halkla İlişkiler ve Tanıtım (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) GÜMÜŞHANE ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat NİĞDE ÜNV./Niğde Zübeyde Hanım Sağlık Hizmetleri MYO /Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik (İÖ) NUH NACİ YAZGAN ÜNV. (KAYSERİ)/Güzel Sanatlar ve Tasarım Fak./İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı GÜMÜŞHANE ÜNV./Gümüşhane İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/İnsan Kaynakları Yönetimi ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Edebiyat Fakültesi/Tarih (İÖ) HACETTEPE ÜNV. (ANKARA)/Eğitim Fakültesi/Almanca Öğretmenliği CUMHURİYET ÜNV. (SİVAS)/Suşehri Sağlık Yüksekokulu/Hemşirelik ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İletişim Fakültesi/Gazetecilik (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/İşletme (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat GİRESUN ÜNV./İslami İlimler Fakültesi/İslami İlimler (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) GİRESUN ÜNV./Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu/Optisyenlik KARADENİZ TEKNİK ÜNV. (TRABZON)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/Maliye (İÖ) HİTİT ÜNV. (ÇORUM)/İlahiyat Fakültesi (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Eğitim Fakültesi/Sosyal Bilgiler Öğretmenliği ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Mühendislik Fakültesi/Çevre Mühendisliği (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/İktisat (İÖ) NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Edebiyat Fakültesi/Tarih (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat GİRESUN ÜNV./Tirebolu İletişim Fakültesi/Radyo, Televizyon ve Sinema ADIYAMAN ÜNV./Eğitim Fakültesi/Arapça Öğretmenliği (İÖ) MELİKŞAH ÜNV. (KAYSERİ)/Mühendislik-Mimarlık Fakültesi/Bilgisayar Mühendisliği (İngilizce) AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNV. /İslami İlimler Fakültesi/İslami İlimler (İÖ) İSTANBUL ÜNV./Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi/Almanca Öğretmenliği (Almanca) CUMHURİYET ÜNV. (SİVAS)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) PAMUKKALE ÜNV. (DENİZLİ)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/İktisat (İngilizce) (İÖ) AKSARAY ÜNV./İslami İlimler Fakültesi/İslami İlimler (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat AHİ EVRAN ÜNV. (KIRŞEHİR)/Eğitim Fakültesi/İlköğretim Matematik Öğretmenliği GAZİOSMANPAŞA ÜNV. (TOKAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Edebiyat Fakültesi/İbrani Dili ve Edebiyatı ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji (İÖ) ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat CUMHURİYET ÜNV. (SİVAS)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) MUSTAFA KEMAL ÜNV. (HATAY)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/Kamu Yönetimi (İÖ) AKSARAY ÜNV./İslami İlimler Fakültesi/İslami İlimler (İÖ) BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/Eğitim Fakültesi/Fen Bilgisi Öğretmenliği ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) DOKUZ EYLÜL ÜNV. (İZMİR)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat MELİKŞAH ÜNV. (KAYSERİ)/Fen-Edebiyat Fakültesi/Psikoloji (Ücretli) NİĞDE ÜNV./Fen-Edebiyat Fakültesi/Tarih (İÖ) CUMHURİYET ÜNV. (SİVAS)/Edebiyat Fakültesi/Sanat Tarihi ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) BOZOK ÜNV. (YOZGAT)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat KARABÜK ÜNV./Edebiyat Fakültesi/Türk Dili ve Edebiyatı (İÖ) AMASYA ÜNV./İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) HACETTEPE ÜNV. (ANKARA)/Edebiyat Fakültesi/Psikoloji ATATÜRK ÜNV. (ERZURUM)/Hukuk Fakültesi ERCİYES ÜNV. (KAYSERİ)/İlahiyat Fakültesi/İlahiyat (İÖ) NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNV./Eğitim Fakültesi/Fen Bilgisi Öğretmenliği AFYON KOCATEPE ÜNV. (AFYONKARAHİSAR)/Fen-Edb. Fak./Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları AVRASYA ÜNV. (TRABZON)/Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu/Ağız ve Diş Sağlığı (Ücretli)
Ayrıca 42 öğrencimiz de çeşitli Üniversitelerde Meslek Yüksek Okulu Bölümlerinden kazanmışlardır.
portakalmedya.com.tr
portakalmedya.com.tr
Prof. Dr. Hayreddin KARAMAN
İmam-Hatip Okullarına, bu okullara gönül ve emek vermiş halkımıza, bu okullarda ibadet ruhuyla hizmet etmiş ve eden binlerce hocamıza teşekkür ederiz.
www.kayserianadoluihl.meb.k12.tr
portakalmedya.com.tr
“İmam-Hatip Camiası, bir mektep mensubiyeti ya da bir diploma değildir. Bir zihniyettir. Bir misyondur. Bu zihniyeti ve misyonu temsil eden bütün insanlar, hangi mektepten mezun olurlarsa olsunlar, hangi meşrebe mensup olurlarsa olsunlar, İmam-Hatip Camiasının mensuplarıdır.”