Editörden Bundan üç yıl önce ilk dergimizin heyecanını birlikte yaşamış ve “Hep başkalarının kalemine hayretle ve hayranlıkla baktık, uzun süren doğum sancılarından sonra kendi kalemimizi başkalarının da izlemesi için elimize aldık.” diye yola çıkmıştık ve dördüncü sayımızla yine karşınızdayız. Sözün ilk ve son sahibine şükürler olsun… KAYSERİ KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ YAYINIDIR YIL: 2017 SAYI: 4 İMTIYAZ SAHIBI Şenol Doğan Kayseri Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü YAYIN YÖNETMENI Nafiz Yıldırım YAYIN KURULU Ali Ercan Durmuş Mustafa Damılı Mehmet Bircan Eda Adıgüzel Şeyma Keser Büşra Öztürk İmran Kösek Nimet Büyükmutlu ADRES Gülük Mah. Yunus Emre Cad. No: 13 Melikgazi - KAYSERİ mihrabdergi@gmail.com
YAPIM
Sahabiye Mahallesi Ahmet Paşa Caddesi Adalet İş Merkezi No: 23 Kat: 2/8 Kocasinan - Kayseri t: +90 352 221 16 16 bilgi@bilgegrafik.com
Üstad Cemil MERİÇ ; “Genç düşünceler dergilerde kanat çırpar. Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Dergi bir zekalar topluluğunun, bir neslin vasiyetnamesidir. Kapanan her dergi kaybedilen bir savaş, hezimet ve intihardır.” der. Yürekten inanıyor ve dergileri lüzumsuz gayretler olarak görenlerin akıllarına şaşıyoruz. Bizim dahi misyonumuz genç beyinlerin, yazarların yetişmesi ve tarihin sayfalarına iz düşürmek… Biliyoruz ki “ söz uçar, yazı kalır!“ Şüphesiz, bütün sanatçılar ve edebi ürünler içinden çıktıkları toplumdan beslenirler. Hiç kuşku yok ki bizler de yaşadığımız toplumdan etkileniyor ve edebi ürünlerimizi şekillendiriyoruz. Dergimizin ürünlerini oluştururken son bir yılda yaşadığımız bütün hadiselerin (olumlu veya olumsuz) bizi etkilediğini, yönlendirdiğini görüyoruz. Bu kaçınılmaz bir durum ve her dönem de böyle olmuştur. Sizlere sadece edebi zevkinize hitap edecek ürünler sunmayı çok isterdik; ancak içinde bulunduğumuz dönem genç nesillerin şuurlu ve dinamik olmasını gerektirdiği için dergimizdeki ürünlerin de ağırlığını güncel konular oluşturmaktadır. Her sayımızda orijinal olmaya ve daha çok öğrencilerimizin yazılarını sunmaya özen gösterdik. Bu sayımızda da öğrencilerimizin daha çok 15 Temmuz ve şehitlerimizle ilgili deneme, hikaye ve röportajlarını beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz. Osmanlıcanın güzelliği bilinsin diye her sayımızda yer vermeye gayret ediyoruz. Alıntı yazı kullanmamaya özen göstersek de; Peygamber aşığı Nâbi’yi hatırlatmamamız ve yüreğimizi acıtırdı. Öğrencimiz Nimet Büyükmutlu’nun Cumhurbaşkanımızla olan diyaloguna ve azmine şahit olacak ve sevincini paylaşacaksınız. Cemil Meriç’le yapılan hayali mülakatı beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz. Bu tekniği yeni nesillerin daha iyi anlayabilmeleri için güzel buluyoruz. Röportaj ağırlıklı bir sayıyla karşınızdayız; ancak unutmayalım ki bizim amacımız genç kalemler yetiştirmek, onları sahaya sürüp olgunlaşmalarını, üretmelerini ve medeni cesaret sahibi olmalarını sağlamaktır. Ezcümle bütün şehitlerimizi rahmetle ve şükranla anarak, asil milletimizin ve vatanımızın ebediyyen baki kalmasını, yeniden 15 Temmuz ve benzeri alçak hadiselerin yaşanmamasını Mevla’dan niyaz ediyor, dergimizin yayınlanmasında maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Mustafa ÇELİK Beye , güzel insanlar Büyükşehir Belediyesi Başkan Basın Danışmanı Osman YALÇIN ve Kütüphaneler Müdürü Erkan KÜP Beylere; farklı tasarımlarıyla dergimizi güzelleştiren Bilge Tasarıma, bizlere her zaman destekleriyle güç veren Okul Müdürümüz Şenol DOĞAN Beye, idarecilerimize ve emeği geçen tüm öğrencilerimize yürekten teşekkürlerimizi sunuyoruz… Selam ve Dua ile..
Bu dergi MEB Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği'nin 24. Maddesi'ne göre hazırlanmıştır.
NAFIZ YILDIRIM
içindekiler
İmam Hatipli Olmak | 4
Mehmet Özhaseki
Mehmedim RAHMI SEMIZ | 25
| 6
Yalnızlık
Kar Tanesinin Dileği
NURIYE SARIKAYA | 26
BEYZANUR ÖZCAN | 8
Unutma EDA ADIGUZEL | 9
Davud-u Kayseri A. TURAN KARABULUT | 10
Sizi Allah’a Diyeceğim! NESLIHAN SEZGIN | 12
Ya Muhammed Mustafa ÖNDER KARAKLI | 14
Unutulmayacaklardan ELIF KEMAN | 15
Nar Çiçeği İMRAN KÖSEK | 27
Tıbbı Nebevi FIKRET ALTUN | 28
Cennet Yiğit GÜLHANIM KIZILIRMAK | 32
Erciyes Dağı ÖNDER KARAKLI | 34
Şair Dursun Ali Erzincanlı ile Mülakat!
Biraz da Osmanlıca
F. BEYDA AYDIN | 19
Halep'in Enkazında Kaldı Çocukluğum
Kutlu Sevda
SÜNBÜL ALTINTOP | 42
Dünyevileşmek..! NIHAL KESER | 23
Bölemeyeceksiniz, Böldürmeyeceğiz..! ŞAHIKA ASENA KÖSE | 24
Günümü Kaçıran Gece RABIA ERBEK | 59
Payitaht Abdülhamid EDA ADIGÜZEL | 61
Portre Hz. Peygamber Aşığı Şair Yusuf Nâbi… | 62
Minik Bir Güvercin İMRAN NARÇIÇEĞI | 64 OSMAN DURAK | 65
| 40
ŞEYMA KESER | 20
ÇISEL PAMUK | 56
Gönülden İsteyince Oluyormuş!
Zaman geçiyor…
İslâmda Adab-ı Muaşeret Kuralları
Yeis
Yunus’tur Adım
NIMET BÜYÜKMUTLU | 38
RABIA ERBEK | 19
GÜLBAHAR DEMIR | 54
| 36
Şehr’ül Emin Mustafa Çelik Başkanımızla Mülakat! | 16
Çocukluğumu Özledim Her Şeye Rağmen
Vedalar Zamansızdır EDA LEKESIZ | 46
Cemil Meriç’le (Hayali) Mülakat NIHAN İMAMOĞLU | 48
Güneş Gökyüzünü Terketti MÜBERRA YAPICI | 51
Ah Vatanım, Suriye...! RANIYE AZIZI | 52
Arz-ı Veda A.TURAN KARABULUT | 66
Veda ABDURRAHMAN KOÇ | 68
Sevgili Gençler NECATI DAŞTAN | 69
Efendimizin Şairleri NAFIZ YILDIRIM | 70
Beyaz Güller KEVSER ELLINA BIKBULATOVA | 72
ŞENOL DOĞAN OKUL MÜDÜRÜ
İmam hatip okulları, kurulduğu 1951 yılından itibaren ülkemizin dört bir yanında yaşayan insanlarımızın ortak yaşam dilini, kültürünü ve ruhunu yaşatan okullar konumundadır. Bundan dolayı da insanımız bu okulları hep sevmiş ve onlara sahip çıkmıştır. Okullarımız aynı zamanda milletimizin vicdanının tezahürüdür. İmam hatipler sadece bir okul adı
MİHRAP
Aydınlık Yarınlar İçin…
değil, bin yıllık toplumsal bileşenimizin, derin vicdanımızın, yüz yıllarca akan, defalarca sindirilmeye çalışılan bir ruhun yeryüzüne çıktığı yerdir. Bu okullara yapılan yatırım, millete yapılan yatırımdır. Başka bir ifadeyle, okullarımız, hayırlı gençlik yetiştirme projesinin adıdır. İmam hatip, kardeşliğin, güvenin ve aydınlık yarınların adıdır. Örnek liderlerin yetiştirildiği okullardır. Bütün çabamız, milletimizin geleceği olan, bize emanet edilen bu gençliğin milli ve manevi değerlerle donanımlı olarak yetiştirilmesi yönündedir. Emeği-gayreti olanlara teşekkür ediyorum… Bir önceki sayılarda bahsetmiştik, mezun öğrencilerimizin bir çoğu ; ‘’Bizim okuduğumuz okulun adı neden kız okulu olarak değişmiş?’’ diyerek serzenişte bulunuyordu. Okulumuz yakın zamanda kız/erkek olarak ayrıldı ve adı da Kayseri Merkez Kız Anadolu İHL oldu. Dilerim kız/erkek adı konusunda gösterilen hassasiyet, bir nostaljiden çıkıp pratiğe döner. Bu okulların yeniden gelişmesini, büyümesini ve başarıyla anılmasını canı gönülden istiyor, çabalıyoruz. Okulumuzun kalitesini artırmak için başarılı kızlarımızı bu okullara göndererek çok önemli bir adımı atmış, imam hatip aşkının sadece sözde kalmadığını ispatlamış oluruz. Her eğitim-öğretim yılında olduğu gibi bu yıl da Kayseri Merkez Kız Anadolu İmam Hatipliler olarak, öğretmenimizle-öğrencimizle yarınların madden ve manen yükselmiş güçlü Türkiye’sini inşa etmek için çok çalışıyoruz. Çağın bilgi ve teknolojisiyle donanmış milli ve manevi değerlerimizle olgunlaşmış nesillerini yetiştirmeyi kendimize şiar edindik. Her alanda olduğu gibi sanat ve edebiyat sahasında da güçlü kalemler yetiştirmek için bu tür çalışmaları hep canlı tutmaya gayret ettik, ediyoruz… Okumayı, okuduğumuzu anlamayı, kalemle yazmayı öğreten Rabbimize hamd olsun. Teknolojinin gelişip, bilişim araçlarının yaygınlaşmasının yanında okumaya ve yazmaya zaman ayıran, anlayan, anladığını kalemle ifade eden geleceğin yazarlarını takdir etmek gerekir. Dergimizin basımında maddi ve manevi destek sağlayanlara teşekkür ediyorum. İlim-sanat takdir edilmeli yoksa gelişmez, geriler ve birilerinin ürettiklerini tüketen toplum haline geliriz. Yedi Güzel Adamın hayat hikâyelerini okuduğumuzda hep lise yıllarında yazı yazdıklarını ve dergiler çıkardıklarını görüyoruz. Kahramanmaraş’ta halen bütün liseler, dergiler çıkarır ve bu güzel geleneği devam ettirirler. Okulumuzdan mezun olmalarıyla her zaman gurur duyduğumuz, Yaşar KAPLAN ve Hilal Bengisu KARACA gibi gazeteci-yazarlarımızın yanında eli kalem tutan yeni yazarlarımız da çıksın istiyoruz… Bu bağlamda, bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyor; dergimizin yayına hazırlanmasında büyük emekleri olan Türk Dili ve Edebiyat Öğretmenimiz Nafiz YILDIRIM’a ve değerli öğrencilerimize teşekkür ediyorum. Yeni sayılarda buluşmak ümidiyle… Allah’a Emanet Olun.
5
İmam Hatipli Olmak | İMAM HATIPLI OLMAK
EDA ADIGÜZEL 11-B // NIMET BÜYÜKMUTLU 12-E
Recep Tayyip ERDOĞAN (Cumhurbaşkanı) Her şeyden önce bir İmam-Hatip mezunu olmak, herhalde bize bu hakkı tanıyor. Tabii bunun yanında 4 çocuğumun hepsi de İmam-Hatipli. İki oğlum Kartal, iki kızım da Kadıköy İmam-Hatip’ten mezun olmakla, burada dengeyi sağlamış olduk. Yavrularımın yetişmesinde emeği geçen tüm hocalarımıza ve idarecilerimize şükranlarımı sunuyorum”. “İmam-Hatip okulları çok ciddi bir toplumsal ihtiyaç sonucu ortaya çıktı. Uzun yıllardır devlet bizde maalesef vatandaşına göre şekil almak yerine, vatandaşına şekil vermeye çalıştı. Çocuklarımızı, gençlerimizi belli bir kalıba sokmaya çalışıyordu. Torna tezgahından çıkmış tek tip vatandaş yapmaya çalışıyordu. Din yoktu. Dini değerler, manevi değerler yoktu. Çocukların kendi ecdatlarından, tüm manevi ve milli değerlerden soyutlanarak yetiştirilmesi maalesef hedefleniyordu. Bir milleti kendi kökünden, özünden, ecdadından, tarihinden koparmak, o milleti yok etmek, yerine yapay bir topluluk icat etmek anlamına gelir. Milletler ve medeniyetler katliamla, soykırımla değil, onları millet yapan değerlerinin kökten koparılmasıyla yok olur. Başka bir medeniyetin esiri olur. İşte bizim topraklarımızda bir dönem bunu denediler. Bizi biz yapan tüm değerlerimizle aramıza mesafeler koymak, bize özümüzü, ruhumuzu unutturmak istediler. Şahdamarı kesilen bir insan yaşar mı? Yaşamaz. Sultanahmet Kütüphanesi’nde bizim gençlerimiz yerine Hans’ı görürsünüz, George'u görürsünüz. Biz buna düşmemeliydik. Ama bizi bu hale getirdiler. “Bütün saldırılara, engellemelere rağmen, bu aziz millet tarihinin ve ruhunun unutulmasına müsaade etmedi. Şunu bir ayrımcılık olsun diye söylemiyorum: İmam-Hatip’ler bir direniş, bir direnç olarak ortaya çıktı. İmam-Hatip okulları aslında bir düşüncenin isyanıdır. Bir fikrin adeta isyanıdır, itirazıdır. Bunun için ortaya çıktı. Yoksa bizim hocalarımız “Cenaze yıkamak için mi buraya geldiniz?” diyorlardı. Bir Müslüman kendi ölüsünü icabında yıkayabilmelidir. Gassal diyorlarsa bize, evet gassalız. Bu bizim için şereftir.
Dr. Memduh BÜYÜKKILIÇ (Melikgazi Belediye Başkanı) Bir meslek sahibi olmaktan ziyade onun hakkını vermek, ona layık olmak tam anlamıyla doğru olur. Biz zor koşullarda okuduk. İmam hatipteyken adeta engelli koşu ve engelli yarışlarda yer aldık; ama bütün bunlara rağmen engelleri birer birer aştık. Ben tıp fakültesine gitmek için bir lise daha okudum, yani bizim mezun olduğumuz dönemlerde imam hatipliyi “öz vatanında garip öz vatanında parya” muamelesine tabi tuttular. Önemli olan siz doğru olduğuna inandığınız yollarda yürümeye devam ederseniz, engel çıkartan çok olur; ama o engelleri de Cenab-ı Allah’ın lütfüyle aşmakta hiç bir zaman zorlanmazsınız. Asla imam hatipliyim diye eziklik hissetmeyin tam tersine göğsünüzü gere gere her yerde imam hatipli olduğunuzu vurgulayın. Ben simdi sizleri adeta, iki kanatlı kuş misali görüyorum; hem maddi yönüyle hem manevi yönüyle kazanım elde ediyorsunuz, tebrik ediyorum. Arkadaşlarınızla birbirinize sahip çıkın, bu yarışta en iyi noktada yer almaya çalışın. Elbette imam hatipli Kur’an-ı Kerim’ini iyi bilir. İslamını daha iyi öğrenir, yaşar. Bunun yanında sosyal alanda olsun, teknik alanda olsun bir yer edinmeye çalışın. Üniversitelerde en iyi şekilde bizleri temsil edin. Sizler bizim övüncümüzsünüz…Başarılar diliyorum sağ olun, var olun.
MİHRAP
Prof Dr. Nurettin KALDIRIMCI (Eski Milletvekili)
6
İmam hatipte okuduğum için şükrediyorum. Eğer bu okulda okumasaydım bazı konularda duyarlı olmayabilecektim. İmam hatipte okurken bu okulda okumanın hissiyatıyla biraz erken çok şey öğrendiğimizi zannediyorum. Bizim dönemimizde yatılı okuduğumuz için mütalaalarımız olurdu, bu uygulamalar bir yerlere gelmemiz için çok yol gösterirdi. Ülkemize hizmet etmek için neler yapabileceğimizin tabiri caizse senaryosunu yazmaya çalışırdık. İmam hatipli olmanın ayrıcalıklı olduğunu düşünüyorum. Tabi bunların yanında sorumluluğun da olduğunu biliyorum. Bizler çok zor şartlardan geçtik; ama sizler daha şanslısınız. İmam hatibin kıymetini ve değerini bilin diyorum sizlere teşekkür ediyorum.
Ali ŞAHAN (Mali Müşavir) Necati DAŞTAN (Hakim)
Erkaya YIRIK (Melikgazi Kaymakamı)
Benim zamanımda Erzincan imam Hatip Lisesine rağbet fazla olduğu için sınavla öğrenci alıyorlardı. Ben de bu okullara sınavla girmiş biriyim. Çok kaliteli hocalarım oldu. Hayata dair ideal bir gençlikte olması gerekenlere dair çok faydalı bilgiler edindim ve hayatıma yön veren bu eğitim tarzı oldu... İmam Hatipli olmak hem zor hem güzeldi. Henüz imam Hatip okullarının sistem tarafından tam olarak hazmedilmediği zamanlardı bizim zamanlarımız. Neyse ki gelinen nokta çok sevindirici. İmam Hatip okulları insana bu ülkenin asli evladı olma fikrini empoze etmesi yönüyle değerli. Kendinizi bu milletin esas sahibi olarak görüyorsunuz. Bu ise size çok ağır bir sorumluluk yüklüyor. Sistem sizi dışlamaya kalksa da siz kendi misyon ve değerinizi asla unutmuyorsunuz. Özgüven sahibi oluyorsunuz. İmam Hatipli olmak size öyle kapılar açıyor ki, size toplumda peşinen bir güven duygusu gelişiyor. Bu güven duygusunu başka okullarda bu kadar görmek mümkün olmayabilir. Bu okulların her yönüyle zenginleştirilmesinin ülkemize çok fayda getireceğini umuyorum.
Ben 1980 yılında imam hatip lisesine girdim, 1987 yılında mezun oldum. İmam hatip mezunu bir yönetici olarak, hayatta her zaman imam hatipli olmanın avantajlarını, kazançlarını mutlak suretle yaşadım. Dünyayı algılamayı, çevremdeki insanları tanımayı, dünya ahiret ilişkisini sağlamayı imam hatip mezunu olmama borçluyum. İmam hatip okurken bunun farkına çok fazla varamayabiliyoruz; ama okulun formasyonu bizlere bu duyguyu mutlaka aşılıyor. Bunu ilerde daha iyi anlayabiliyoruz. İmam hatip mezunu o l m a s aydım da belki Kaymakam olabilirdim; lakin imam hatip mezunu bir yönetici olarak daha başarılı olduğumu düşünüyorum. Bu lisede okumak sadece imam ya da hatip olmak değildir.. İmam hatip mezunu bir genç, olaya sadece şekil yönünden değil, muhteva yönünden de bakar ve değerlendirir. İmam hatip mezunu bir öğrenci, Kur’anı Kerim’ini anlayan, yorumlayan ve bu doğrultuda yaşamaya çalışan bir bireydir aslında. Bizim yöneticilikte bir söz vardır. “İyi bir idareci duvarın arkasını da görebilmeli” diye. Biz imam hatipliler de perdenin arkasını görebilmeliyiz, insanlarımızı çok iyi tanıyabilmeliyiz ve imanlı bireyler yetiştirmeliyiz.
Ben 1967 de imam hatip okulunda mezun oldum. O zamanlar, bizler imam hatibe şuurlu bir şekilde gittik ve amacımız hep islamı öğrenmek ve öğretmek oldu. İmam hatipli olmak Allah’ın emrettiği gibi dost doğru olmayı gerektiren bir duygudur. İnsan doğru olduğu zaman, Allah’ın rızasını ve peygamberin sevgisini kazanıyor. Bu bakımdan talebeler burada maddi ve manevi ilimleri öğreniyor, eksik bir tarafı kalmıyor. Tüm çevremizi mutlak saadete götürmek için insanın bir hedefi oluyor. Ben her ikisini de Allah’ın izniyle gerçekleştirdim. Dünyaya yeniden gelsem, imam hatip okur, onu tercih ederim. Okulunuzun kıymetini bilin ve ona layık kişiler olun…
Dr. İsmail KILIÇ (İl Sağlık Müdürü) Ağır bir görevdir imam hatipli olmak. Gecenizde, gündüzünüzde hakkı savunmak, hakka sığınmaktır imam hatipli olmak. “Kimse yok mu?” Denildiğinde ben varım demektir. Çoğu zaman yalnız kalsanız da arkanızda bir ümmeti hissetmektir. Vatanın umudu, geleceği, sahibi olabilmektir. Sabretmeyi öğrenmek, karşılıksız sevebilmektir, verebilmektir. Dünya ve ahiret hayatını, davasını dert edinmektir... Tüm imam hatipli kardeşlerime saygılarımla.
Ben 1984-1985 yıllarında imam hatiple tanıştım. Aslında ilk başlarda gitmeyi hiç istemediğim bu lise bir olay sonucunda benim gözümü açtı. Ve yaşadığım olay sonucunda iyi ki de imam hatipli olmuşum diyorum. Hayatımda bu noktalara gelebilmemde imam hatip bana çok katkıda bulundu. Ben şu anki mesleğimle imam hatip yıllarında tanıştım. O dönemde çok zor şartlarda aldığım eğitim benim kariyerime yön verdi. İmam hatipli olmak farklı bir duygu. Farklılığı farkındalığı olan bir duygudur. Evet imam hatip bana bir hayat verdi. Bambaşka bir hayatın kapılarını açtı. İmam hatip sayesinde şu an ilgilendiğim sanat dalını tanıdım. Bu sayede bir çok insanı, bir çok olayı tanıdım ve gördüm. İmam hatip sayesinde haksızlığa uğramanın ve mazlum olmanın ne olduğunu anladım. Bu kadar olumsuzluğa rağmen bu olumsuzluklarla nasıl mücadele edileceğini öğrendim, yaşadım. Disiplinin insana nasıl başarı ve zafer getireceğini, disiplini idealle süsleyince hem çevrene ve kendine nasıl hem çevreme hem de kendime nasıl faydalı olacağımı öğrendim ve yaşadım. Kısacası İmam hatipli olmak bir hayat tarzıdır. İmam hatipli olmak bir ayrıcalıktır. Ve ben bu ayrıcalıkla gurur duyuyorum.
MİHRAP
Uğur NAYİR (Hattat)
7
Röportaj Mehmet Özhaseki | RÖPORTAJ SÜMEYYENUR SUNULU A-12-D KÜBRA KAYABAŞI A-12-D GÜLHANIM DEREBAŞI A-12-D
MİHRAP
Çevre ve Şehircilik Bakanımız
8
Mehmet Özhaseki
Şimdiye kadar Belediye Başkanlığı, Milletvekilliği ve Bakanlık gibi değişik makamlarda bulundunuz. Hepsinde de başarılarınız göz ardı edilmeyecek derecede; fakat sizin gönlünüze en çok hitap eden, sizi en mutlu eden, yapmaktan keyif aldığınız hangisiydi? Uzun yıllar Kayserimizde belediye başkanlığı yaptık, ardından hemşehrilerimizin oylarını alarak milletvekili seçildik ve şimdi de Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak görev yapmaktayız. Bu son görevlerimiz arasında doğrusu bir ayrım yapmıyorum. Hepsi de bizi mutlu etti ve hepsinden de keyif aldık. Çünkü, yapmış olduğumuz
Şu an bu işi yapmıyor olsaydınız tercihiniz ne olurdu yine aynı işi mi tercih ederdiniz? İnsanımıza hizmet etmek için pek çok farklı yol bulabilirsiniz. Az önce de söylediğim gibi ne iş yaptığınızın bir önemi yok aslında, o işi neden ve kimin için yaptığınızın şuurunda olmanız gerekiyor. Yazın sıcağında asfalt döken bir belediye işçisi de olabilirsiniz, bir baraj inşaatında çalışan mühendis de. İkisinin özünde de milletimize hizmet etmek yok mu? Onun için böyle bir yaklaşımla hareket ettik bu zamana kadar. Bu mesleğe ilk başladığınızda buralara gelebileceğinizi tahmin ediyor muydunuz? Başlarken bir hedefiniz var mıydı? Şu an kendinizi o hedefin neresinde görüyorsunuz? Bence, her insan kendi hayat gemisinin kaptanı olmalıdır. Yoksa rüzgar ne taraftan eserse, gemi de o tarafa sürüklenecektir. Hayatım boyunca hedeflerim oldu. Bu şu anlama gelmiyor tabi ki, “Şu kadar yıl sonra belediye başkanı olurum, daha sonra bakan olurum” anlamında söylemiyorum. Hedefinizde başarılı olmak varsa ve çalışma metodlarınızla bunu destekler ve beslerseniz, önünüz ve yolunuz açık olacaktır. Hazreti Peygamberimiz; “iki günü eşit olan, ziyandadır” demiyor mu? Bundan daha güzel bir motive şekli olabilir mi? İş hayatınızda sizi karamsarlığa sürükleyen pes etme noktasına getiren bir olay oldu mu olduysa bu durumdan nasıl kurtuldunuz? Tabi ki biz de hayatımız boyunca çeşitli zorluklarla, olumsuzluklarla karşılaştık. Fakat sahip olduğumuz inanç, yetiştirilme kültürümüzde karamsarlığa kapılmak gibi bir duygu yoktu. Onun için bir an olsun mücadeleyi bırakmadık. Bu anlamda Peygamber Efendimizin Taif seferini
iyi anlamak gerekiyor, Bedir’de yaşananları ve Efendimizin gösterdiği tavrı hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. Asr-ı Saadet dönemini hakkıyla anlayıp, yorumladığımız zaman ve kendi hayatlarımıza uyarladığımızda, emin olun bir daha karamsarlık tuzağına düşmeyiz. Yaratan, Kur’an Kerim’de; “Ümit var olun” demiyor mu? O zaman hep ümit var olacağız, hangi iş olursa olsun, pes etmeden yolumuza devam edeceğiz. Siz buna inanır ve mücadeleden pes etmezseniz, hedefleriniz başarıyla sonuçlanacaktır. Eğitim sistemimizde biz gençleri tembelliğe, boş vermişliğe sürükleyen yönler olduğunu düşünüyor musunuz, eleştirdiğiniz düzelmesini temenni ettiğiniz noktalar var mıdır, varsa nelerdir? Eğitim sistemimizde, öğrencilerimizi tembelliğe iten yönler olduğunu düşünmüyorum; fakat öğrenme ve öğrendiğini yorumlayabilme metotlarında bazı eksikliklerimizin olduğunun farkındayım. Örneğin, ezbercilik bir öğrenme yöntemi değildir. Eğitim hayatım boyunca da bundan uzak durdum ve bunu da ısrarla tavsiye ettim. Çünkü ezberciliği, muhakame yeteneğinin gelişmesi önündeki en büyük engel olarak görüyorum. Ezberlenen bilgi unutulmaya mahkûmdur; fakat öğrenilen bilgi, hem analiz etme gücünü, hem de analiz edilen bilgiyi yorumlayabilme kabiliyetinin geliştirilmesi noktasında kilit bir öneme sahiptir. Eğitim sistemimizi genel olarak ele aldığımızda, 14 yıl öncesine göre çok ciddi iyileştirmeler ve reform niteliğinde işler yapıldığını hepimiz biliyoruz. Kayseri’de turizm faaliyetlerinin arttırılmasına yönelik ne gibi projeler yapılabilir ya da yaptığınız projeler var mıdır? Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaptığım dönemde, turizmin Kayseri ekonomisindeki payının büyümesi noktasında önemli ve kritik yatırımlar yaptık. Özellikle Erciyes Dağının kış turizmi için bir cazibe merkezine dönüşmesi için yoğun mesai harcadık. Bugün bakıyorsunuz Erciyes’in karı, Kayseri’nin yüz akı olmuş durumda. Tarih turizmi de Kayseri’de hızla gelişmekte.1990’larda yıllık 150 bin turistin ağırlandığı şehrimizde bugün sadece yılda 300 binden fazla yerli ve yabancı
turist şehrimizde konaklamaktadır. Bu da turizmin gelişmesi için yapılan yatırım ve tanıtımların ne kadar isabetli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bu yola başladığınızda destekleyenleriniz mi fazla olmuştur yoksa yükselmenizi engellemeye çalışanlar da olmuş mudur? Bu kişilere tavrınız ne olmuştur? Kıymetli annem her zaman mübarek dualarıyla ve nasihatleriyle yanımda olmuştur. Eşim en büyük destekçim olarak Erciyes dağı gibi dimdik yanımda yer almıştır. Çocuklarım sağ olsunlar, başımı öne eğdirecek, beni üzecek işlerden uzak durmuşlardır. Kayserili hemşehrilerim ise gerek belediye başkanlığımda gerekse şimdiki görevimde desteklerini esirgemediler. Tabi tüm bunları bir araya getirdiğinizde kendinizi manevi açıdan daha güçlü ve dinamik hissediyorsunuz. Hepsinden Allah razı olsun. Geçmişteki imam hatip nesliyle şu anki imam hatip nesli arasında bir mukayese yapacak olursak sizin değerlendirmeniz ne olurdu? Geçmişten gelen bu emaneti daha yükseklere taşımak için biz imam hatipli gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? İmam Hatiplerimiz aynı imam hatip, taşıdıkları ruh aynı ruh. Zaman ve mekan değişebilir, fakat imam hatip ruhu ve irfan dünyamızdaki yeri asla değişmeyecektir. Çünkü bu ruhu besleyen ve gelişmesini sağlayan dinamikleri tek tek burada anlatmaya gerek yok sanırım. Tüm öğrencilerimiz bunun farkında ve bu sorumlulukla hareket ettikleri sürece de bu ruh hep özel olarak yerini muhafaza edecektir. Bu vesile ile kıymetli arkadaşlarınıza da bir tavsiye de bulunmak istiyorum. Sizlerin tek bir önceliği olmalı; o da aldığınız eğitim ve öğretimin hakkıyla karşılığını vermek. Bizler sizin başarılarınızla gurur duyuyor ve Kayserililer olarak başarılarınız için dua ediyoruz. Bizleri kırmayıp kabul ettiğiniz için Kayseri Merkez Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileri ve Mihrab dergisi adına çok teşekkür ediyor saygılarımızı sunuyoruz Sayın Bakanımız… Allah yar ve yardımcınız olsun İnşallah…
MİHRAP
işin, bulunduğumuz konumumuzun merkezine hep insanımızı oturttuk. Bizim için esas olan yaptığımız iş değil, o işi kimin için yaptığımızdır. Allah nasip etti, yıllardır milletimize hizmet etmenin gayreti içerisinde olduk. Ömrümüz yettiği sürece de hizmet etmeye devam edeceğiz İnşallah.
9
Hikâye Kar Tanesinin Dileği Beyzanur Özcan |
Kar Tanesinin Dileği 15 TEMMUZ'DA YAĞAN
BEYZANUR ÖZCAN 10-D Kar zemzem kuyusuna dökülür gibi süzüldü yeryüzüne. Ve gördüğü ilk evin üzerine kondu. Gözlerinde, annesinden henüz ayrılmış bir bebeğin korkusu… Bekledi. Ay ışığı ufuktaki kızıllığın ardına saklanıp onu terk edene kadar… Yalnız kalınca etrafına bakındı. Geceyi seyretti. İnsanları ve ağaçları… İlkin boynu bükük çocuklar çarptı gözüne… Perişan bir halde koşuşturan anneleri gördü sonra. Bomboş parkları ve somurtan insanları fark etti yavaş yavaş… Semayı aradı gözleriyle. Tuhaf! Ama bulamadı. Karanlıklar değdi gözbebeklerine… Korkular değdi. Üzerine sinen karanlığı fark edince gözlerinden yaşlar süzüldü. Simsiyah bir gökkuşağı sardı etrafını. Ağladı kar… Hıçkırıklara boğuldu. Kar ağladı. Sesini duydu bağıran insanların. Kurşun seslerine karıştı çığlıklar. Bir köprünün üstündeydi kar. Köprü üniformalılarla doluydu. Ama silahları hep masumlara dönüktü. Ne oluyordu? Anlam veremedi kar. Sise bulaşmış bir gerdanlık gibiydi sokaklar. İnsanlar daha önce de tanık olmuşlardı buna. Tarihin tozlu raflarından çıkarılmış bildiri okunuyordu televizyon kanallarında. Tankla, tüfekle, korkuyla hüküm sürmek isteyenler bağırıyordu. Kin ve nefret kusuyordu her tarafa.
MİHRAP
Bir umut arıyordu kar. Birini arıyordu. Bir ses istiyordu kulakları. Tüm insanlar gibi...
10
Sonra birden… Bir yıldız kaydı gökte ufka doğru… ‘Milletim’ diye seslenen onu gördü. Sesi gözlerine çarptı kar tanesinin. Ve bir umut doğdu içine. Ellerini açtı ve bir dilek diledi. Havada asılı kalmış bütün selamları topladı ve gökyüzüne yükseldi dileği…
Ve ardından… Gözleri kamaştıran bir aydınlık düştü gökten… Yer berraklaştı. Öyle bir ışık indi ki… Bulutları çatlatırcasına, semayı titretircesine aydınlattı her yeri… Bir ışıltı döküldü yeryüzüne...
Bir ‘Yarın’ döküldü. Pencerenin buğusuna mutluluğun resmini çizen nice çocuğu gülümsetti önce… Gül kokulu sohbetlere ortak oldu sonra. Barışı ve sevgiyi yoğurmuş inançlı bir yarın döküldü toprağa.
Bir ‘Yarın’ döküldü yeryüzüne… Daha öyküsü bile toprağa düşmemiş… Yazılmamış ve çizilmemiş eşsiz bir edayla döküldü gökyüzünden. Teselli kabul etmeyen matemleri sardı ışıltısıyla. Üşüyen çocukların ellerini okşadı, yumuşacık avuçlarıyla…
Bozuk da olsa imlası şiirler kucaklaştı… Kars’tan Edirne’ye; Ağrı’dan Çanakkale’ye gülümsetti insanları… Ve mutluluk dökülüverdi dudaklardan…
Bir ‘Yarın’ döküldü yeryüzüne… Yolculuğu unutulmuş kayıp yağmur damlalarını kavuşturdu toprağa. Ve barışın çığlık çığlığa üflenmiş ezgisini çizdi Fuzuli’nin elleriyle aharladığı kâğıtlara… Anadolu’ya bir ‘Yarın’ döküldü. Buğday başaklarıyla büyümüş, sevginin ve barışın suladığı topraklara… Sitare’sini arayan Yunus’un ve Şems’ini bulan Mevlana’nın omuzlarından… Bir ‘Yarın’ döküldü, denizin şehri İstanbul’a… Soğuğun rüyalarına bile girmediği sur dibinde uyuyan şehitlerin dualarına süzüldü. Haliç’te dalga dalga bir yarın çarptı kıyılara… Bir ‘Yarın’ döküldü… Bir su damlasında birikmiş en güzel yarın… Eyüp’te bir seher vakti ezan okunurken barış döküldü minarelerden… Dicle’nin Marmara’ya döktüğü ümitleri izleyen, nice şairleri nice acılı sevdaları bağrına basmış Kız Kulesi ıslandı… Güneşi içenlerin türküsü döküldü Nazım Hikmet’in dilinden… Ve peygamber çiçeğinin aydınlığında ıslandı Sezai Karakoç’un çaresiz elleri. Bir gece vakti Orhan Veli’nin anlatamadığı her şey döküldü gökyüzünden…
Yağmurun, rüzgârla kardeşliği döküldü. Barışın şiirle ve soğuğun titreyen kalemlerle kardeşliği… Bin ömür bahsedilse de sonu gelmeyecek şiirlere döküldü, kanadına bir nefes rüzgâr değmemiş kırlangıçların öyküleri… Kar şahidi oldu tüm bunların. Cesaretin onu yazmaya bile cesaret edemeyeceği bir karanlığın Rize’den doğan güneşle yok oluşuna şahit oldu. Bir milletin kaderin üstündeki kadere inancına şahit oldu. Başkumandanı ile kendine sahip çıkışına, bayrağını göndere çıkarışına şahit oldu kar. Çünkü bir ‘Yarın’ döküldü. Saklı kalmış tüm ümitler yeşerdi ve bir kavalın titreyen sesine karışıp uçuverdi semaya… Uzun kavak ağaçlarının arasından damlayan ay ışığı duydu önce bu ezgiyi… Sonra bütün gökyüzü yankılandı. Ağlayan kar tanesinin gözlerine düştü sonra bu eşsiz ışıltı… Gözyaşları durdu. Üstündeki karanlık gidiverdi. Bembeyaz parıldıyordu artık. Dökülen yarın omuzlarına süzüldükçe heyecanlandı kar tanesi. Elleri titremeye başladı. Güneşin doğduğunu fark edince, titreyen ellerini açtı ve güneşe doğru koşmaya başladı. Cesurca… Kar tanesi, en güzel yarının sahibiydi artık… Barışın, sevginin ve ümitlerin yeşerttiği gökyüzünden dökülen bembeyaz bir yarının…
Ey genç! Ben Nazif oğlu Hüseyin 16 yasindayim Elimde tüfegim Göğsümde ay yıldızımı taşıyorum Unutma! Vatan toprağına Düşman girmiş dediler Helalleştim anamla Yaktı elime kınamı Koydu göğsüme bayrağımı Başı dimdik Yolladı beni, peygamber ocağına Unutma! Hiç korkmuyorum Vatan aşkıyla Aşıyorum yolları Cepheye yaklaştım Silah ve bomba sesleri Daha çok heyecanlanıyorum Ama korkmuyorum Unutma! Artık elimde tüfeğim Her yer toz duman Düşman iyice yaklaştı Cephanemiz kalmadı Erzağımız bitti Ama biz yılmadık Unutma! Ben nazif oğlu hüseyin Şehit olmaya geldim Vatanımı korumak için geldim Günler aylar gecti
Sadece bir hafta once Kuru bir ekmek yemiştim Artık elimde tüfeğim yok Sadece bir bıçak Ama düşmanı sokmuyorum Bu vatan toprağına Unutma! Bomba sesleri çınlıyor Artık kulağımda Etraf karanlık Elim göğsümde Anamın koyduğu bayrağı çıkartıyorum Üzerinde bir delik Kanımla ıslanmış Acı hissetmiyorum Gurur duyuyorum bu vatanla Gökyüzünden süzülen bir ışık ilişti gözlerime Son kez kaldırdım bayrağı Ama yere düşürmedim Unutma..!
MİHRAP
UNUTMA! Eda Adıguzel 11-B
Şiir Unutma Eda Adıguzel |
11
Portre Davud-u Kayseri A. Turan Karabulut |
İlk Osmanlı Müderrisi
Davud-u Kayseri A. Turan Karabulut
Kayseri Kız İHL Meslek Dersi Öğretmeni
D
MİHRAP
avud-u Kayseri’nin ecdadı, asıl itibariyle Saveli olup, Moğol ordularının o bölgeyi işgal ve tahrip etmeleri üzerine Anadolu’ya hicret etmiş, Kayseri’ye yerleşmişler ve Anadolu’nun manevi fatihi olmuşlardır.
12
Save şehri: Hemedan ile Rey (Tahran) arasında, meşhur Save gölünün 58 km. batısında Tahranın 125 km. güneybatısında bağlık-bahçelik güzel bir yer olup Save nehri üzerinde kurulmuş, Müslüman Türklerin yaşadığı bir yerleşim merkezi idi. Halkı itikadi yönden Sünni, ameli yönden ise Şafii mezhebinde idiler. Yaklaşık 10 km. yakınlarında “ave” adında bir yerleşim yeri daha vardı ki burada ise Şia’dan İmamiyye mezhebi mensupları yaşıyor, zaman zaman da aralarında milliyetçilik ve mezhepçilik kavgaları çıkıyordu. Her iki yerleşim merkezi de
imar yönüyle bir hayli mamur durumda idi. Save şehrinde büyük bir kütüphane vardı. O dönemde Save ilim merkezlerinden biriydi ve pek çok Müslüman ilim adamı yetiştirmişti. Nihayet 617 H/1220 M yılında Tatarlar (Moğollar) Save’yi işgal ederek halkı kılıçtan geçirdiler. Şehri yakıp yıktılar o muazzam kütüphaneyi de yaktılar. Şehri harabeye çevirdiler. Kılıç artığı olarak kalan Müslümanlardan bir kısmı, Anadolu’ya göç etmeye başladı. Bu dönemdeki Anadolu Selçuklu sultanları ise Buhara, Semerkand, Horasan, Tirmiz, Tebriz vs. gibi yerlerden gelen göçmenlere ve ilim adamlarına büyük sevgi ve saygı gösteriyorlardı. İşte Davud-ı Kayseri’nin ecdadı da böyle bir ortam içinde Save’ den Anadolu’ya hicret etmiş ve Kayseri’ye yerleşmişlerdir.”
Davud-ı Kayseri, bazı eserlerinin önsözünde kendisini tanıtırken : “Ben Kayserili Davud b. Mahmut b. Muhammed…” dedikten sonra “es-Savi Mahtiden = Aslen saveliyiz “diyor. “Mahtid “kelimesi; asıl, kök, köken, soy anlamına gelmektedir. Horasan ve Türkistan bölgesinden Anadolu’ya göç edip yerleşenler, sadece Davud- ı Kayseri ‘nin ecdadı değil, Mevlana Celaddin-i Rumi ‘nin babası Sultanü’l –Ulema, Şems-i Tebrizi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş Veli, Seyyid Burhanneddin Tirmizi, Şeyh Hamid Veli (Somuncu baba) ‘nın ecdadı, Şeyh İbrahim Tennuri ‘ nin dedeleri, Müftü Ali Nisarı Efendi ‘nin ecdadı, Müderris Hacı Torun Efendi ‘nin dedeleri ve daha bir çok alp erenler ve mücahid dervişler olarak tanıdığımız Anadolu’nun manevi fatihlerinin
Yeni kurulan Osmanlı imparatorluğunun 2. Sultanı Sultan Orhan Gazi, Anadolu Valisi Timurtaş’ın idamından sonra İlhanlıların baskısından kurtulmuş, Devletinin geleceğini Bursa tarafındaki Bizans Kalelerinin alınmasına bağlı olduğuna inanmıştır. Orhan Gazi Bursa’nın düşmesinin ardından İznik’i de 731/1331 tarihinde fethetmiştir. İznik’in fethini takip eden zaman içerisinde, fethedilen yerlerin ve İznik’in imarına büyük önem vermiştir. Mevcut kiliselerin mescide çevrilmesini isteyen Orhan Gazi, bunlardan birisinin de Medrese yapılmasını emretmiş 736/1336-37 yıllarında da yeni bir medrese yaptırarak bu medreseye Şeyh Davud-u Kayseri’yi baş müderris tayin etmiş ve Davud-u Kayseri ömrünün sonuna kadar bu medreselerde tedrisata devam etmiştir. Osmanlı Devleti medreselere büyük önem vermiştir. İlk medreseyi Orhan Gazi kurmuş, ancak bu medreseyi Süleyman Paşa’nın yine İznik’te yapmış olduğu medreseden ayırt etmek için bu medreselere “İznik Orhaniyesi” denilmiştir. Dönemin büyük alimleri Davud-u Kayseri, Tacüddinil-Kürdi ve Alaaddin’il Esved’i göz önünde bulundurunca, İznik Orhaniyesi’nin önemini anlamak kolay olur. Kayseri 1071 Malazgirt Savaş‘ından sonra zaman içersinde farklı ülkelerin hakimiyetine girmiş ve en görkemli dönemlerini ve eserlerini de Selçuklular zamanında vermiştir. Halen dimdik ayakta duran cami ve medreseler (Kayseri ulu camii, Hunat camii; medrese, türbe ve hamamdan oluşan külliyesi, Şifaiyye medresesi ve sayısız kümbetleri, Erzurum, Sivas, ve Konya’da ve yurdun değişik yerlerindeki sayılamayacak kadar fazla olan eserler) bunun en güzel belgeleridir ve Anadolu’nun tapu senetleri gibidir. Davud-u Kayseri Kayseri’de doğmuş ancak hangi tarihte doğduğu konusunda kaynaklarda bir kayıt bulunmamaktadır. İlk Osmanlı müderrisi olan Davud-u Kayseri memleketinde bir müddet ilim tahsil ettikten sonra Mısıra gitmiş, orada ki ilim erbabından Tefsir, Hadis ve Usul
dersleri almış. Felsefe ve mantık da öğrenen Davud-u Kayseri akli ve nakli ilimlerde yüksek dereceler kazanmıştır. Bu arada Sadreddin Konevi’nin halifelerinden Şeyh Kemaleddin Kaşani’nin irşadıyla tasavvufa süluk eylemiştir. Hoca Sadeddin Efendi Tacu’t- Tevarih adlı eserinde Davud-u Kayseri için; “Şeyh Sadreddin Konevi’nin başarılı müridi, Metaliul Envar adlı eserin sahibi Kadı Urmevi Hz’lerinin faziletli talebesi, geçmiş ve gelecek bütün ilimleri özünde derlemiş olan bütün şüphe perdelerini en gerçek şekilde açıklayan zamanın alimlerinin önderi Şeyh Mevlana Davud-u Kayseri …” şeklinde ifade etmiştir.
Hikem adlı eserinin şerhidir. Tasavvufla ilgili bu eser Vezir İbn Reşidüddin Fazlullah’a ithaf dilmiştir. Muttalau hususil Hikem Fi Şerhi Fususil Hikem: Bu eserle İbn Arabi’nin Fususu’nu ikinci kez Şerh etmiştir. Dünyaca meşhur şerh budur. Eseri meşhur eden ise mukaddime kısmı olup burada tasavvuf ilminin adap ve erkanını anlatmış tasavvuf ıstılahlarını açıklamış bir kısım yenilikler getirmiştir. Bu mukaddime on bir bölümden meydana gelmektedir. (Vucud, Allahın cevher ve araz gibi)
Kaynaklarda yer almamasına rağmen Davud-u Kayserinin ilim tahsili için Konya ve Aksaray’a da gitmiş olması muhtemeldir. Çünkü Hocaları Konevi ve Kadı Urmevi Konya da yaşayıp orada ölmüşlerdir.
Şerhi Kaside-i Taiyye: Bu eser İbn Fasıl’ın El Kasidetül Taiyye isimli 756 beyitlik tasavvufla ilgili manzumesinin Şerhi olup Taiyye Şerhlerinin en kıymetlilerindendir. Bu eserinde kendinden sonraki Şarihlerden hiç birinin tenkit etmediği birçok tasavvufi latifeler zikretmiştir.
Mısır’dan döndükten sonra eğitim ve öğretim faaliyettlerine başlayan Davud-u Kayseri, İbn Arabi ve İbn Farız gibi Vahdet-i Vucud nazariyesini benimsemiş Mutasavvıfların eserlerini şerh etmiştir. İbn Farız’ın El-kasidetü’l-Hamriyye ve El Kasidetü’l-Taiyye’si ile ibn Arabi’nin “Füsusu’nu” iki defa şerh etmiştir.
Şerhu Kasideti Hamriyye: (Bu eserini ilhanlı vezirlerinden Eminüddin Addulkafi İbn Abdullah et Tebrizi’ye ithaf etmiştir. Davud-u Kayseri eserini ithaf ettiği bu zatı Es Sadrül-Azam, Meliku Fuzala-il Alem Efdalül Mütekaddimin ve müteahhirin, Ekmeli Ulemai- Alemin … gibi pek çok vasıflarla övmüştür.
İbn Arabi’nin Kurretü ayniş-Şuhud isimli kasidesini de şerh eden Davud-u Kayseri, tespitlerimize göre 16 adet Tasavvufla ilgili eser yazmıştır. Bunlardan “Fusus” Şerhleri Tasavvufun Osmanlı ülkesinde kolaylıkla tanınıp yayılmasına sebep olmuştur. Yukarda da işaret ettiğimiz gibi İznik’te Orhan Gazi tarafından 731 H/1331 M yılında yaptırılan medreseye, yaptırdığı araştırmalar sonucunda Davud-u Kayseri’nin getirilmesini uygun görmüştür. Ölünceye kadar 20 yıl müderrislik yapmış ve pek çok talebe yetiştirmiş, eserlerini de burada telif etmiştir.
Esasul Vahdaniyye ve Mebnel Ferdaniyye
Alim faziletli zühd ve takva sahibi Davud-u Kayseri nihayet 751 H de İznik’te vefat etmiş, Çandarlı Gazi Hayrettin Paşa cami karşısındaki çınar dibine defnedilmiştir.
(*) Ahmet Turan KARABULUT’un “İslam Medeniyeti Mecmuası, cilt 4, sayı 3, Haziran1980”Sayısında Yayınlanan “Davud-u Kayseri” adlı Makalesinden özetlenmiştir.
ESERLERİ: Şeyhi Fususul Hikem; Şeyh Muhiddin Arabi’nin dünyaca meşhur Fususul
Meratibü’t –Tevhid veya Risaletü’t- Tevhid: Tevhidin mertebelerinden bahseden bir risaledir. Nihayetul Beyan ve Dirayetü’z-Zeman Tefsiri Besmele Tahkiki Ma’il- Hayat ve Keşfü Esrar’uz-Zulumat: Katip Çelebi Keşfuz-zunun’da bunun adını “Risale Fi Mai’l- Hayat olarak zikretmiştir. Risale fit - Tasavvuf ------------------
(1) A.Rıza Karabulut’un Kayseri ilmiye Tarihinde “Meşhur Mutasavvıflar “Kitabının “Davud-ı Kayseri “adlı bölümünden alınmıştır.
MİHRAP
hepsi de Horasan ve Türkistan'dan gelmiştir. (1)
13
Şiir Sizi Allah’a Diyeceğim! Neslihan Sezgin |
Sizi Allah’a diyeceğim! NESLIHAN SEZGIN A-12-G
Belki de uzanmak gerek doğmamış şeffaf günlere, aramak gerek mutluluğu…
Şehadet şerbetini tadıp, biiznillah cennetin gelini olan Mısır’lı Esma’da görün korkusuzluğu…
var olacak gülüşlerde, bitmemiş sevdalarda… Sarmak gerek; en ince sızlayanından, en suçlu kokan, en hisli olanından, kırılmışlıkları…
Teslimiyeti, Suriyelii Ümran’ın bakışlarında bulmak gerek. “Sizi Allah’a diyeceğim!” cümlesinde…
MİHRAP
Dinlemek gerek tebessümü; Ortadoğu’da ömrü kelebeklerden kısa olan çocuklardan. Belki de görmek gerek… Geçmişin acısını, geleceğin yitirilmişliğini halepçeli ağrının gözlerinde…
14
Çeçenistan’da aramak gerek belki; esareti. Tek eziyeti ırkı ve dini olan Türkmen çocuklarının gözyaşlarında… Özgürlüğe olan aşkı filistin’de hatırlamak gerek… canavarlaşmıs metal yığını karşısında; göğsünde iman, elinde sapan ve taşla duran Hanzala’nın soluğunda…
Sabrı, tevekkülü Kafkas Kartalı’nın duruşundan öğrenmek gerek. Kardeşi ve annesi şehit edilen Kartal’ın duruşunda, Moskof ’a kan kusturan, akıllarını donduran Kafkas Kartalı’na… şimdi kaldırın kafanızı, çıkaralım at bakışlı gözlüklerimizi. Zulme reva görülen kimlerdir? Ve biz kimiz? Hangi taraftayız? Verin ellerinizi sarmak için kırıkları, mutlu bir bayram sabahı çocuklarına. Bu şiirim belki acılarını hiç anlayamayacağım Ortadoğu’da uyanan bayram sabahı çocuklarına armağanımdır…!
NIHAN İMAMOĞLU / 2016 MEZUN
Gecenin gamlı çöllerine kurulu Fikrimin çadırları ve ay Masamın başında unutulmuş bir bardak soğuk çay. Hemen yanında ondan daha soğuk bir kafa Son geceden kalma. Aklımın gece yürüyüşlerinden topladığı yıldızlar, Hiçbir zaman daha parlak olmadı Kızgın kumlarda kalbimin topladığı güneş demetleri kadar Gün batımını bileklerime Ay ışığını boynuma Doladım Karanlığa karşı muska diye… İniltilerle kirletirken sorular arşı Dalıp dalıp gitmelerim hep göğe karşı. Özenirken buluta yahut kuşa, Maviden maviye uçarken görüyorum dertli bir turna. Saklamış hasreti kanatlarının arasına Yana yana arıyor bir dağı adı Sina. Güneyde bir yerde Kerbela kumları saçılmış çocukların saçlarına Vicdanlar Nil’in sakinliğinde boğulmuş sessizce. Oynarken beton yığınları arasında Papatya tacıyla küçük bir kız Nerden bilsin? Kafasındaki taç yeryüzünde kalan son çicekler ve toprak çiceğe aç Her can bir sırda nefese muhtaç Nerde, öldü mü gizli olan? Zamanın rahmine tutunan bir sır nihan. Meçhul zaman içinde aranan tüm suskunlar, bir İsa’ya gebe. Nihan belki de İsa’nın söylediği ilk kelime Uçuyor akbabalar cesetler üstüne Nefes tükenircesine koşuyor havariler Susarken kelam boğuşuyor bütün kutsal fırtınalar vadilerde. Yağmurdan sonra kan kokarken toprak Tüketsin bir solukta can kendini, bırak. Tut, tut ki içine doğru aksın göz yaşların Bilmelisin, bilmeliyim nihan Son-ucu hayatın ölüm Lakin umut yakamda taşıdığım son gülüm.
MİHRAP
Son Gülüm
15
Ya Muhammed Mustafa Önder Karaklı |
YA MUHAMMED MUSTAFA ÖNDER KARAKLI Tarih Öğretmeni
Can Ahmed ü Mahmut’sun, Ya Muhammed Mustafa Hayrü’l-beşer, mahbubsun, Ya Muhammed Mustafa
Can kuşu durmaz uçar, şerbet-i ecel içer Dün ü gün kaldım naçar, Ya Muhammed Mustafa
Bağ-ı dehrde zordayım, son fasl-ı bahardayım Şefaat kıl dardayım, Ya Muhammed Mustafa
Gâh Mecnun’um gâh Ferhat, maziyi eylerim yâd Cennet ü cemal murad, Ya Muhammed Mustafa
Bal damlıyor dilinden bergüzar ver telinden Gel tutuver elimden Ya Muhammed Mustafa
Bahr-i ilm ü irfansın, meh ü şems-i cihansın Çün Habib-i Zişan’sın, Ya Muhammed Mustafa
Yaklaştı fasl-ı hazan, gönül dağım kar, boran Gönder Hekim-i Lokman, Ya Muhammed Mustafa
Var rüzgâr-ı derd ü gam, tütmez ocak, viran dam Ağlar diyar-ı İslam, Ya Muhammed Mustafa
Heva-yı nefs taşıyom gâh yanıp gâh üşüyom Tut, tamuya düşüyom, Ya Muhammed Mustafa
Sudan, Irak, Arakan, Karabağ, Çeçenistan Suriye derya-yı kan, Ya Muhammed Mustafa
Ravzan’da açar güller, öter şeyda bülbüller Seni ister gönüller, Ya Muhammed Mustafa
Öksüz, yetim Filistin, Uygur’a cevr eder Çin Üzülür için için, Ya Muhammed Mustafa
Bu han diyar-ı gurbet, yakar firak-ı hasret Getir asr-ı saadet, Ya Muhammed Mustafa
Baykuş tünemiş dala, kavrulmakta Kerbela Her gün okunur sala, Ya Muhammed Mustafa
Senle dört mevsim bahar, sensin kalb-i sadık yâr Ravza’n cennetten gülzar, Ya Muhammed Mustafa
Önder’im ten kafeste, yaklaştı son nefese Kabul buyur Firdevs’e, Ya Muhammed Mustafa
MİHRAP
Geçer bahar, yazlarım, tutmaz olur dizlerim Gül cemalin özlerim, Ya Muhammed Mustafa
16
Unutulmayacaklardan Elif Keman |
Unutulmayacaklardan ELIF KEMAN A-12F
Buraya adımını atar atmaz insanın ruhunu titreten, buranın hastalıklı ruhlara derman olan bir havası var. Biz de tüm benliğimizle kahraman askerlerimize bir Fatiha okumak için feribotla “Hilal İle Haçın” savaşının yapıldığı yere, Gelibolu yarımadasındaki Çanakkale’ye bağlı ve Çanakkale savaşlarının gerçekleştiği bölgeye en yakın olan Eceabat’a gidiyoruz. İlk durağımız sadece o başların rükuda eğildiği namazgah tabyası. Şehadet şerbetini içmeye hazır kahraman Mehmetçiklerimizin mermi yağmuru altında bayram ve Cuma namazını kıldıkları bir yer burası.”namazgah tabyası”nın manevi havasını ruhumuza ilmek ilmek işledikten sonra “mecidiye tabyası” içinde rehberimiz eşliğinde kahramanlığıyla dillere destan olmuş Seyit Onbaşı heykelinin olduğu yere gidiyoruz. 16 askerimizin haince şehit edilmesinin ardından Seyit Onbaşı’nın dört kişinin bile zor kaldırdığı topu tekbirlerle, kaburga kemiğinin kırılmasının sesini duya duya kaldırıp elizabet gemisini vurduğu nokta. Burası savaşın seyrini değiştiren, düşman askerlerinin teli kopmuş saz gibi acı acı inledikleri, Çanakkale’nin bir kez daha geçilmez olduğunu anladıkları bir yer. Seyit Onbaşı’mıza ve orada yatan tüm askerlerimize Fatiha okuyup, belki bir nebze olsun borcumuzu ödedikten sonra anaların babaların evlatların vatanları uğruna vazgeçtikleri, belki okşamaya kıyamadıkları oğullarının bacağı, kolu kopmuş bedeninin paramparça olmuş vaziyete geldiği “Şahindere Şehitliği”ne gidiyoruz. Bizim tam bulunduğumuz noktada Şahindere’de öyle hazin bir olay yaşanmış ki onu dinledikten sonra insan, gözden akmayan yaşa şaşarım diyor. Bizim nefesimizi keserken, kanımızı donduran, göz pınarlarımızı kurutan bu olay 22 Ağustos 1915’te yaşanıyor. “ Doktorun az olduğu bir dönemde, belki de bir doktora 200 yahut daha fazla yaralının düştüğü bir yer. Bu mahşer meydanında tezkereciler durmadan yaralı taşıyor. Doktorlar diğer askerlere bakabilmek için Mehmetçiklerimizin sadece yarlarını sarıyordu. Hayatında ümit kesilenle fazla ilgilenilmiyordu. Böyle bir can pazarının ortasında doktorun önüne gencecik bir vatan evladı yatırdılar. Bir ayağı kopmak üzere parça parça ve bağırsaklar dışarıda. Doktor biraz ilgilendikten sonra sıhhiyecilere kaldırın bu vatan evladını derken “baba” diye seslenir genç. Bakar ki doktorun kendi öz evladıdır. Saçının teline zarar gelmesine kıyamadığı oğlu şimdi ne haldedir.
Oğlunun yanına gider, öper. “bu benim oğlum, onu gölge bir yere yatırın.” der. Masanın üzerine çoktan başka bir vatan evladı yatırılmıştır. Doktorun kendi oğluna bakacak fırsatı olmamasına rağmen bir fırsat bulur ve oğluna bakar. Lakin oğlu çoktan ruhunu Sevgiliye teslim etmiştir. “işte bu mekanları cennet olan ecdadımız toprağı aşk tüten vatanı evlatlarından ve vuslat vakti bekleyen sevdiklerinden nasıl da üstün tutmuşlar. Çünkü onların vuslatı Baki olan Mevla’ya kavuşmaktır. Rabbim bu kahramanların vuslatlarını ve şahadetlerini kabul etsin deyip onların anısına dikilmiş olan “Şehitler Abidesi”ne gidiyoruz. Bu abide öyle ince dokunuşlarla yapılmış ki görkemiyle masallardaki saraylar bile abideyle yarışamaz olmuş. Abide 41,7 boyunda dört sütundan oluşmuş. Her sütunda kabartma resimler mevcut. Ve o sütunların gök kubbesinin altında dünyaya gelen bu topraklarda yaşayan insanların asla esaret altına giremeyeceğini, galip gelenin elbette bir gün mazlumların ve Müslümanların geleceğini ve en büyük galibin Allah olduğunu tüm dünyaya haykıran bir bayrak vardı. Bizler de bu haykırışa şahit olduktan sonra belki adının Ahmet, belki Mehmet olduğu adının dahi bilinmediği meçhul askerlerin olduğu yere gidiyoruz. Bizleri dünyaya yamyam, barbar diye tanıtan o beyinler bu askerimizin naşına dahi sayı göstermeyerek asıl kendilerinin yamyam, barbar olduklarını gösteriyorlar. Sadece kafatasının olduğu bu meçhul askerimizin mezarından ayrılırken bu zalim düşman ordusuna nefretimiz bir kez daha büyüyor. Bu büyüyen nefretin ardından sırasıyla “Seddübahir kalesi, sargı yeri şehitliği, 57. Alay şehitliği, conkbayırı muharebe alanını” gezdikten sonra tüm gün bizim duygularımıza eşlik eden ufuktaki güneş de batmaya başladı artık. Bir gün değil bir sene dahi olsa dolaşsan bitmeyecek olan kutsal topraklarımız üstünde otobüsümüzle yol aldık. Çünkü o gecede bu topraklar için nice canlar verilmişti. O gece Çanakkale’deki gibi bizim belki 450 kg mermiyi taşıyacak bir Seyit Onbaşımız yoktu, ama kaç tonluk tankların altına yatacak Mehmetçiklerimiz vardı. Belki o mermi yağmuru altında düşmana meydan okuyan kınalı Hasanlarımız yoktu, ama bomba atılan uçaklara meydan okuyan ana kuzusu ailelerimiz vardı. Belki o gece kağnılarla cepheye mermi taşıyan nene hatunlarımız yoktu ama meydanlara kamyonla kahraman taşıyan Fatma Bacılarımız vardı. Ve daha nice adını bilmediğimiz yiğitler… Rabbim, bir İmam Hatip nesli olarak bu topraklara layıkıyla bir insan olmayı nasip etsin, bu topraklar uğruna canlarıyla bedel ödeyen şehitlerimizin ruhlarını şad, mekanlarını cennet eylesin…
MİHRAP
"Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!” dizesinin ruhuma işlediği, seccadesi başında gözü yaşlı anaların yiğitlerinin gidip de gelmediği, daha bıyığı terlemeden babalarının aslanlarının düşman askerleriyle savaştığı, Leyla’ların Mecnun’suz kaldığı, toprağın her karışının kanla sulandığı yerdeyim. Evet, burası Çanakkale.
17
Röportaj Şehr’ül Emin Mustafa Çelik Başkanımızla Mülakat! |
RÖPORTAJ NIMET BÜYÜKMUTLU 12-E EDA ADIGÜZEL 11-B E. ŞEVVVAL ULAŞ 10-A
Şehr’ül Emin Mustafa Çelik Başkanımızla Mülakat!
MİHRAP
Öncelikle bizleri kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Biz, Başkanımızı yeterince tanıdığımızı düşünüyoruz; ancak Başkanımızın bilmediğimiz farklı yönleri var mı? Yani idealist mi, duygusal mı vs.
18
Ben de sizlere teşekkür ediyorum. İnsanın kendisini anlatması sanırım en zor durumlardan birisidir. Ama sorduğunuz hususlar çevresinde cevaplayacak olursam evet hem idealist birisi olduğumu söyleyebilirim hem de duygusal. Duygusallık konusu aslında her insanın özelliği. Kimisinde fazla olur kimisinde az. Bendeki duygusallık kararında diye düşünüyorum. İdealizme gelince bu konu oldukça derin bir konu. Bir ara bir testle karşılaşmıştım. “Realist misiniz? İdealist misiniz?” başlığıyla yapılan bir testti; ancak realistlik ve idealistlik birbirinin karşıtı değildir ki. Ve her ikisi de her insanda az veya çok vardır. Bazı psikologlar insandaki üç ben duygusundan bahseder. İdealist, realist ve aktivist olarak tanımlanan bu duygular birbirleriyle uyum halinde olduğu takdirde insanı başarıya götürür. Elbette idealist olacaksınız. Kendiniz, aileniz, şehriniz ve ülkeniz için yüksek hayalleriniz olacak; ama bu hayallere ulaşmak için gerçeklikten de uzaklaşmayacaksınız. Ayrıca arkadaşlarım her zaman pratik, çözüm odaklı ve canıtez birisi olduğumu söylerler. Bu üç unsur her olayda ve her durumda hızlı hareket etmemi de sağlıyor. Detaylar mutlaka önemlidir ve gözden kaçırılmaması
gerekir; ama ihtiyaçların da yerinde ve zamanında giderilmesi gerekir. Merak ediyoruz, acaba Başkanımız lisedeyken nasıl bir talebeydi? Çalışkan bir öğrenciydim diyebilirim. Derslerim oldukça iyiydi. Aynı zamanda sosyal ve her konuda iyi gözlem yapan bir öğrenciydim. Bu özelliğimin halen güçlü olduğunu düşünüyorum. İnsanları,
ve bu sorunların çözümü için akıl yormaya çalıştım. Belki bu özelliklerim sayesinde siyasete yolum düştü. Siyasete girerken de bir ikbal hesabı hiç yapmadım. Belediye başkanlığı, milletvekilliği, bakanlık ya da diğer makamlar elbette imkanları itibarıyla insanlara hizmet etme şansı veriyor; ancak hizmet için ille de bir makam olması gerekmiyor. İnsan her halde ve her durumda bir şeyler üreterek
Gençlerimizin hayatınızın her döneminde yaptıkları işin hakkını vermelerini istiyorum. Şimdi öğrenci olduklarına göre öğrenciliğin hakkını verecekler. Çalışacaklar, çabalayacaklar, gayret gösterecekler, emek verecekler ve kendilerine sunulan imkanları en iyi şekilde değerlendirecekler. çevreyi, dikkatimi çeken her konuyu iyi gözlemlerim ve bu gözlemler çerçevesinde hareket ederim. Beni mühendisliğe iten de bu özellik oldu sanırım. Siyasetle ilgilenmeye ne zaman başladınız veya çocukken hiç politikaya atılmayı düşlemiş miydiniz? Bir gün ben, bu şehrin Belediye Başkanı olacağım diye aklınızdan hiç geçti mi? Böyle kadim ve büyük bir şehirde Belediye Başkanı olmak nasıl bir duygu? Memleket meselelerine karşı hiçbir zaman duyarsız kalmadım. Genç yaştan itibaren şehrim ve ülkemin sorunlarına eğilmeye
şehrine ve ülkesine faydalı olabilir. Ben bu bilinçle hangi görevi üstlenirsem üstleneyim ya da herhangi bir görevim olmasa dahi faydalı olmak için gayret gösterdim. Allah nasip etti ve halkımızın teveccühü ile bu görevleri üstlendim. Şehrime ve hemşehrilerime hizmet etme şansına sahip olduğum için onur ve gurur duyuyorum. Siz, kadim bir ifadeyle, başlıkta da kullandığımız gibi, Şehrül Eminsiniz. Yeniden bu tabirin kullanılmasını ister miydiniz? Bu Tabir hoşunuza gidiyor mu?
Kayseri kökenli. Bir diğer özelliğimiz de para kazanan insanlarımız doğdukları şehrin üzerinden ellerini çekmiyorlar. Bu nedenle de dünyanın en hayırsever şehridir Kayseri. Kayseri’yi uzun uzun anlatmak mümkün. Çok önemli güzelliklerimiz ve çok büyük hasletlerimiz var; ancak bununla birlikte tanıtımda eksikliklerimiz var. Göreve geldiğim ilk günden itibaren Kayseri’nin hak ettiği ölçüde tanıtılamadığını belirtmiştim. Bu amaçla çok ciddi çalışmalar yaptık. Bu çalışmalarımız devam ediyor. Profesyonel firmalar ile çalışıyor ve şehrin tüm dinamiklerinin görüşlerini alıyoruz.
rotaları var. Bu rotalarda uzun yürüyüşler yapardım; ancak bu dönemde açıkçası zaman ayıramıyorum. Bununla birlikte yerinde duran, makamda oturan bir başkan olmadım, olmayacağım. Yürüyüşe bir spor gibi olmasa da devam ediyorum. Şehri geziyorum. Yatırımlarımızı sürekli takip ediyorum, ilçelerimizi geziyorum, her zaman halkımızla iç içe olmaya özen gösteriyorum. Dolayısıyla yürüyüşümüz sürüyor. Pek çok konuşmamda vurguladığım gibi insana yatırım bizim önceliğimiz. Pek çok mega projeyi hayata geçirdik ve halen de pek çok mega projeyi tamamlamak için çalışıyoruz. Ancak,
Sizce bugün Kayserimiz hak ettiği yerde mi veya Kayseri'nin diğer şehirlere göre artısı eksisi nelerdir?
İnşallah bu çalışmalarımızla Kayserimizi ulusal ve uluslararası anlamda hak ettiği yere getireceğiz.
tüm projelerimizden daha çok kıymet verdiğimiz konu insana yatırım konusu. Kayseri’de yaşayan her bir ferdin her anlamda daha donanımlı, daha sağlıklı ve daha huzurlu olmasını sağlama hedefimiz var. Bu nedenle de insanımızın daha iyi yetişmesi için eğitime ağırlık veriyoruz. İnsanımızın daha huzurlu ve sağlıklı olabilmesi için spora, kültüre, sanata çok daha fazla yatırım yapıyoruz. Dile getirdiğim bu konularda asla bir bütçe kısıtlaması yapmıyoruz. Kayseri’de sporu ve sporcuyu desteklemeye yönelik burada sayamayacağım kadar çok yatırım ve desteklerde bulunduk. Hedefimiz gelecek nesillerimizin daha zinde, daha ahlaklı ve daha donanımlı olmasına katkıda bulunmaktır. Bunun için de spor yapma imkanını sağlayacak tesisler yapmaya devam ediyoruz.
Genel anlamıyla Kayseri, insanıyla ön plana çıkan bir şehir. Kayseri'nin çok ciddi avantajları yok. Coğrafi konumumuz itibarıyla deniz kenarında, liman ya da turizm şehri değiliz. Ekime uygun sulanabilir, verimli topraklarımız yok. Petrol ya da maden yatakları üzerinde değiliz. Yegane avantajımız insanımız. Beş bin yıllık ticari geleneğe sahip müteşebbislerimiz var. Bu müteşebbis insan gücümüz sayesinde Türkiye ortalamasının üzerinde büyüyoruz. Türkiye'de birçok şehir göç veriyor. O şehirler iş gücü göçü verirken Kayseri iş adamı göçü veren bir şehir. Türkiye'nin en büyük ilk 1000 firmasının sahiplerinin yüzde 20'ye yakını
Kayserimizde her yaştan insan (çocuk-kadın-erkek) adeta sporla yatıp sporla kalkıyor. Bir şehrin böyle yürekten spora sevdalı olması müthiş bir şey… Çünkü adeta şehrimizin her köşesi spor kompleksleriyle doldu. Şüphesiz bunda en büyük pay sizlere ait. Herhalde birçok il bunu kıskanıyordur? Sporla ilgili başka hedefleriniz var mı, bu arada Başkanımızın sporla arası nasıl? Son sorunuzdan başlayarak cevaplayayım. Spor yapmayı ve yapanları çok seviyorum. Başkanlık öncesi, vakit sıkıntımız fazla yokken yürüyüş yapardım. Şehrimizin farklı yerlerinde oldukça güzel yürüyüş
MİHRAP
Şehrül Emin yani şehrin emin insanı olmak ağır bir sorumluluk getiriyor. Önemli olan Şehrül Emin ya da bugünkü ifadesiyle Belediye Başkanı olmak değil bu makamların hakkını vermektir. Bizler inanan insanlarız. Peygamberimiz, “Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar” şeklinde buyuruyor. Dolayısıyla benim tek amacım halkımızın yararına iyi işler yapmak; Allah’ın rızasını, hemşehrilerimin duasını almaktır. Bu düşünceyle Rabbime layık bir kul, Resulullah’a layık ümmet olmak için çalışmaya devam edeceğim.
19
Çok az okuyan bir toplumuz, buna rağmen sizler, gençleri ihmal etmediniz ve şehrimizin her köşesinde hayranlık uyandıracak kütüphaneler, sosyal merkezler, kurslar oluşturdunuz. Yani şehirlerin beton yığınlarından ibaret olmadığını, en güzel yatırımın insan olduğunu bir bakıma, bütün herkese gösterdiniz. Bu bağlamda gençlere yeni müjdeleriniz var mı? İnsana yatırımın bir ayağı olan spordan bahsettim. Kütüphaneler, sosyal merkezler ve kurs merkezleri de öncelik verdiğimiz insana yatırımın diğer ayakları. İfade ettiğim gibi bu konuda bütçe kısıtlamamız söz konusu değil. Her alanda yeni yatırımlar yapmaya devam ediyoruz. Kütüphaneler konusunda iddialı bir ifade kullandım. Kayseri’yi kütüphaneler şehri yapacağımızı ifade ettim. Bu anlamda 800 kişilik kütüphane yaparak halkımızın hizmetine sunduk. Belsin’deki kütüphaneyi kapasitesini iki kat artırarak modern bir kütüphane haline getirdik. Şu an ülkemizin en prestijli kütüphanesini yapmak için çalışmalarımız sürüyor. Kiçikapı’daki Meryem Ana Kilisesi’ni 24 saat açık kent kütüphanesi haline getiriyoruz. Ayrıca Talas’ta bir eğitim kampüsü niteliğinde pek çok fonksiyonu bir arada bulunduran 24 saat açık bir kütüphane yapacağız. İncesu ve diğer ilçelerimizde de kütüphane projelerimiz var. Kütüphaneler dışında kitap cafe türü çalışmalar ve bazı etkinliklerle de okumayı sevdirmeye çalışıyoruz. Kayseri’yi kütüphaneler şehri yaparken aynı zamanda okuyan şehir yapmak istiyoruz. Kütüphaneler dışında da yeni okullar yaparak, sosyal tesisler ve kurs merkezleri açarak insanlarımızın daha donanımlı bireyler olmasına katkı sağlamaya çalışıyoruz.
MİHRAP
Çok yoğun olduğunuzu biliyoruz. Buna rağmen Başkanımızın sanatla- edebiyatla arası nasıl? Kitaplara zaman ayırabiliyor mu? Mesela şiir sever misiniz?
20
Kitap okumayı çok severim. Hatta bir insanın bir insana verebileceği en güzel hediyelerden birisinin kitap olduğunu düşünüyorum. Kitap için tüm yoğunluğuma rağmen mümkün olduğu kadar zaman ayırmaya çalışıyorum. Şu an Pars Tuğlacı’nın yazmış olduğu “Osmanlı Mimarlığı'nda Balyan Ailesi'nin Rolü” isimli bir kitabı okuyorum. Bilmeyenler vardır belki Balyan ailesi Kayserili bir aile. O bildiğimiz birbirinden güzel saraylar
Bir insanın bir insana verebileceği en güzel hediyelerden birisinin kitap olduğunu düşünüyorum. Kitap için tüm yoğunluğuma rağmen mümkün olduğu kadar zaman ayırmaya çalışıyorum. Şu an Pars Tuğlacı’nın yazmış olduğu “Osmanlı Mimarlığı'nda Balyan Ailesi'nin Rolü” isimli bir kitabı okuyorum. da dahil son dönem Osmanlı eserlerinin bir çoğunda bu aileden gelen mimarların imzası var. Edebiyatla da şiirle de aram iyidir; ama sadece okur olarak. Son olarak, gençlere ve Kayseri Merkez Kız İmam Hatip Liseli arkadaşlarımıza, dergimiz Mihrab aracılığıyla, ne gibi tavsiyeleriniz olacak? Her bir genci bir cevher olarak değerlendiriyorum. Cevherler ne denli iyi işlenirse geleceğimiz de o denli aydınlık olur. Gençlerin özellikle biz yöneticilerden bazı beklentileri olduğunu biliyorum. Bu beklentileri karşılamak için de elimizden gelen gayreti gösteriyoruz ve göstermeye devam edeceğiz. Tek gayemiz ülkemiz ve milletimizin geleceğinin aydınlık olması için gençlerimizin her anlamda iyi yetişmesi. Gençliğin geleceği ülkemizin geleceği olduğuna göre, bu denli önemli bir konu birkaç kuruma bırakılamaz. Bu nedenle de daha nitelikli insanların yetişmesi için şehrimizdeki üniversitelere her türlü desteği verdik, vermeye de devam edeceğiz. Çocuklarımızın daha iyi şartlarda
eğitim almaları için yeni okullar yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Buna mukabil de elbette gençlerimizden beklentilerimiz var. Gençlerimizden hayatlarının her döneminde yaptıkları işin hakkını vermelerini istiyorum. Şimdi öğrenci olduklarına göre öğrenciliğin hakkını verecekler. Çalışacaklar, çabalayacaklar, gayret gösterecekler, emek verecekler ve kendilerine sunulan imkanları en iyi şekilde değerlendirecekler. Ayrıca mutlaka hayatlarını planlamalarını ve kendilerine bir hedef koymalarını tavsiye ediyorum. Teknolojiyi takip etmelerini; ama geçmişinizden, kültürünüzden, değerlerinizden de asla kopmamalarını öneriyorum. Zamanınızı, sevdiklerinize ve ailenize ayırmanız gerekirken, Şehrimizi güzelleştirdiğiniz, bizlere yaşanılacak bir şehir oluşturduğunuz ve bizleri kırmayıp kabul ettiğiniz için tekrar yürekten teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz. Ben teşekkür ederim. Vasıtanızla tüm gençlerimize sevgilerimi sunuyorum.
Şiir Zaman geçiyor… F. Beyda Aydın |
Kutlu Sevda Rabia Erbek |
Zaman geçiyor… F. Beyda Aydın 10/D
yeniden çiziyor. Kimi yanımızı siliyor, kimi yanımutızıetm smeyen inançlarımızı, ke it Üm ten ek Um , ızı rım ula Yerle bir olan duyg duruşlarımızı. “Yeniden başlamak gerek” diyen dik , “Vazgeçtim” diyen usanmışlıklarımızı Siliyoruz, Çiziyoruz… Zamanı var her şeyin… sibin… Her damlanın, her tanenin, her na . Hüznün de zamanı var, mutluluğunnıdavar… Nasibimizde varsa, hepsinin zama Beklediğimiz, en içten duamızın.şımızın eşlik ettiği Belki yeşermeyi bekleyen, göz ya İçinden geçtiğimiz… rımızın Amin’inden bile çekindiğimiz duala suskunluğumuzun, Derin bir nefesle, içimize çektiğimiz, Ka ek isteyen yakarışlarımızın, irm g , an pıd ığı lad ara nin eti ay n” “Kün Fe Yekü Mutluluğumuzun, Zamanı var…
Şafak kaç? Bil Evlere gelen kainramez oldu cevabı Hasret vurdu, v haberler kesilmez oldu İstiflenmiş çakauslat beklenir oldu Tren raydan çık llar mağaralara doluştu Lisan yetmedi atı, yollar gidilmez oldu Emzikli bebeler nlatmaya bir ananın halini Roller değişti vain ilk hecesi şehit oldu Örselenmiş hay tan baba, her bir baba vata Lütfedildi o ma allerle doldu her ocağın kabın oldu Mezarları cennkama ‘Şehitler Ölmez ‘ buyru Elvan çiçeklerle etten bir bahçe, bir köşk olduldu bezendi Hakk’ın yolu
MİHRAP
Kutlu Sevda Rabia Erb 2016 Mezuenk
21
İslâmda Adab-ı Muaşeret Kuralları Şeyma Keser | İslâm; doğumdan ölüme kadar hayatın ne şekilde yaşanacağını, davranışların nasıl olacağını, iç ve dış dünyamızın ne şekilde bir yapıya kavuşturulacağını tespit etmiştir. Madden ve mânen sağlıklı bir fert, sağlıklı bir aile ve sağlıklı bir toplumun yolu İslâm’ın emrettiği hayat tarzını yaşamak ile mümkün olabilecektir.
HER HAYRIN BAŞI BESMELEDİR
İSLÂMDA ADAB-I MUAŞERET KURALLARI ARAŞTIRMA /ŞEYMA KESER A.12B
Her hayırlı işe “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlanır. Sonunda da “elhamdülillah” denir. Sevgili Peygamberimiz (asm): “Bir işe besmele ile başlanılmaz, sonunda da elhamdülillah denmezse o işte hayır olmaz.” buyurmuştur. Çünkü besmele çekerek kul ile Allah arasındaki gerçek alâka kurulmuş olur. Nerelerde besmele çekilir veya çekilmez bir kaç misal verelim: - Yemek yemeğe, abdest almaya ve hayırlı işe başlarken besmele çekmek sünnettir... - Tuvalete girerken besmele çekmek mekruhtur... - Haram olan bir şeyi yapmaya başlarken besmele çekmek haramdır.
SELAM VERME ADABI Müslümanlar birbirleri ile karşılaşınca selamlaşır ve tokalaşır. Selam vermek sünnet, verilen selamı almak farzdır:
MİHRAP
1. İslam'ın emrettiği selamı unutma.
22
2. Tanıdığın veya tanımadığın Müslümanlarla karşılaştığın zaman selam vermeyi ihmal etme.
YEMEK YEME ADABI
3. Selam verme şekli şöyle:
2. Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak.
a) Binek üzerinde olan yürüyene,
3. Büyükleri sofraya oturmadan sofraya oturmamak.
c) Az kişiler çok kişilere, d) Küçükler büyüklere selam verirler. 4. Verilen selama onun misliyle veya ondan daha güzel bir şekilde cevap ver. 5. Konuşmadan önce selam ver. Peygamberimiz bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
KONUŞMA ADABI
4. Besmele çekip, Allah’a vermiş olduğu nimetler için şükür etmek. 5. Yemeğe önce yaşça veya mevkice büyük olan kişinin başlaması uygundur 6. Sağ eliyle yemek. 7. Lokmayı ağza göre almak ve iyice çiğnedikten sonra yutmak. 8. Lokmayı yutmadıkça ikinci lokmaya el uzatmamak. 9. Önündeki yemeği soğutmak için, yemeğin içine üflememek. 10. Başkalarını tiksindirecek, iğrendirecek harekette bulunmamak ve söylememek.
Şahsımıza karşı vazifelerimizden biri de dilimizi terbiye ve islah etmektir. İnsan iyi ve kötü bir çok şeyi dilinden bulur. Birçok insan dili sebebiyle en büyük musibetlere uğramışlardır. İnsanları cehenneme sürükleyip götüren de dilleridir.
11. Ağızda yemek varken konuşmamak, gülmemek.
1. Söylediği sözün nereye varacağını, düşünmek.
14. Yemek seçmemeye özen göstermek.
2. Dünya ve ahiret için faydası olmayan sözleri söylememek. 3. Sözleriyle kimsenin gönlünü kırmamak. 4. Musibet ve felaket getireceğinden korktuğu şeyi söylememek. 5. Konuşurken başkasının sözünü kesmemek. 6. Bir insanı över veya yererken aşırı gitmemek. 7. Büyüklerin yanında yüksek sesle konuşmamak.
12. Başkasının lokmasına ve yediğine bakmamak. 13. Elini yemek kabına silkmemek ve lokmayı ağzına götürürken başını tabağa doğru uzatmamak. 15. Yemeği aynı kaptan yerken, tabağın ortasından değil, kendi önünden yemek. 16. Lokmasını ve aldığı yemeği bitirmek. 17. Tabaklarda artık, sofrada kırıntı bırakmamak. 18. Toplu yemek yenirken herkes yeyip bitirmedikçe sofradan kalkmamak.
8. Boşboğazlık, gevezelik etmemek.
19. Yemek bitince “Elhamdülillah” demek.
9. Söylerken ağzını eğip büzmemek, avurt çatlatmamak, ustalık, bilgiçlik satmamak.
20. Yemeği yapana teşekkür etmek. 21. Sofra kaldırırken yardımcı olmak.
10. Konuşurken karşısındakini hiçe sayarak ukalalık yapmamak, onun sözlerinde ayıp ve kusur aramamak.
22. Yemek sonrası elleri yıkamak, dişleri fırçalamak.
11. Dilini lanete, küfüre ve kaba konuşmaya alıştırmamak.
24. Gezinerek yemek yememek.
12. Kendisine verilmiş bir sırrı başkasına söylememek. 13. Yalan yere bir söz vermemek, yapamayacağı bir şeyi söylememek. 14. Yalan söylemekten, yeminden, gıybet etmekten, koğuculuktan sakınmak. 15. Başkalarıyla alay etmemek, kimseye kötü bir ad takmamak.
EVE GİRİŞ ÇIKIŞ ADABI
1. Kapının sağında veya solunda durmak. 2. Kapıya üç defa vurmak, izin verilir ise, içeriye girmek, izin verilmez ise geri dönmek. 3. Eve girince ve çıkarken “Esselamü Aleyküm” diyerek selam vermek. 4. Evden çıkınca “Bismillahi tevekkeltü al-Allah la havle vela guvvete illabillah” demek.
23. Sokaklarda yemek yememek ve içmemek. 25. Helalinden, temiz yemek ve Allah’a şükretmek. 26. Acıkmadan yemek yememek. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur: “Sizden biriniz yiyeceği zaman sağ eli ile yesin, içeceği zaman da sağ eli ile içsin. Zira şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer.” (bk. Müslim, Eşribe, 104-106)
SUYU İÇME ADABI 1. Besmele çekmek.
2. Suyu bardaktan (veya tasdan) içmek. 3. Suyu oturarak içmek. 4. Bardağı sağ el ile ağıza götürmek. 5. Bardağın içine nefes vermemek. 6. Suyu üç yudumda içmek sonunda “Elhamdülillah” demek; su içmenin adaplarındandır. MİHRAP
b) Yürüyen oturana,
1. Sofra hazırlanırken yardımcı olmak.
23
TUVALET ADABI
1. Tuvalete girmeden önce “Eüzü Besmele” çekmek. 2. Sol ayak ile girmek.
2. Komşusunu çaresizlik içinde gören kimse, onun yardımına koşmalıdır. Cenab-ı Hak bir ayet-i kerimede komşuya iyilik edilmesini tavsiye etmektedir. (Nisa, 4/36)
3. İhtiyacı ayakta değil, oturarak gidermek.
3. Komşunun evini, kendisinin bulunmadığı zamanlarda korumak,
4. Tuvalette konuşmamak, bir şeyler yememek, oyalanmamak.
4. Komşuları zaman zaman ziyaret etmek, hastalandıklarında kendileriyle yakından ilgilenmek, komşu hakkının önemini Efendimiz'in (asm) şu hadisi şeriflerinden daha iyi anlamaktayız:
5. Tuvaletten çıkmadan temizlik kontrolü yapmak (elleri yıkamak). 6. Sağ ayak ile çıkmak. Çıkınca “Gufraneke” demek, adaptandır.
YATMA ADABI
1. Yatmadan önce elleri yıkamak. 2. Dişleri fırçalamak. 3. Kıyafetlerle değil, pijamalarla yatmaya özen göstermek. 4. Giysilere sağdan giymeye başlamak.
“Cebrail, bana durmadan komşuya iyilik yapmayı tavsiye etti. Bu sıkı tavsiyeden, komşuyu komşuya mirasçı yapacağını zannettim.” (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr ve Sıla, 140: 141) Komşumuz Müslüman olmasa bile onlarla iyi geçinmek (örnek olmak), eziyet etmekten sakınmak gibi iyi davranışlar içinde bulunmalıyız.
5. Besmele çekip sağ tarafa doğru dönüp yatmak. 6. Yatmadan önce dua etmek, adaptandır.
GÖZ KULAK GİBİ AZALARIN TERBİYESİ Müslüman’a başkalarının kanı, ırzı, namusu, malı haramdır. Kendisinin olmayan herhangi bir şeye kötü gözle bakmamak, kendi canı, namusu, malı nasıl mukaddes ise, başkalarınınkini de aynı şekilde kabul etmeli, kendini tamamen haramdan ve kendisine ait olmayan her şeyden çekmek İslâm’ın emridir..
KOMŞULARIMIZA KARŞI VAZİFELERİMİZ Aile ve akrabamızdan sonra bize en yakın olan komşularımızdır. Komşularımıza olan vazifelerimizin başlıcaları şunlardır: 1. Komşulara el ve dil ile eziyet etmekten kaçınmalıdır. Evde gürültü yapmak, dökülen çöplerle komşuları zor durumda bırakmak, vb. Müslümanlıkla bağdaşmaz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe İman eden komşusuna eziyet etmesin.” (Müslim, İman, 73, 75)
MİSAFİRLERE KARŞI VAZİFELERİMİZ Misafirleri güzel bir şekilde ağırlamak, Müslümanlığın emirlerindendir. Peygamber Efendimiz (asm), kendisini ziyarete gelenlere elinde bulunan yiyeceklerden bol bol yedirir, hatta ev halkıyla birlikte geceyi aç olarak geçirdiği zamanlar da olurdu. Bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurulmakta: “Allah’a ve kıyamet gününe iman eden kimse, misafirine ikram etsin.” (Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75) Atalarımızın kahramanlığı ve dürüstlüğü yanında, misafirperverliği de sahip olduğu eşsiz üstünlüklerindendir. Bugün yurdumuzun birçok Köylerinde, misafirler için ayrılmış özel yerler (köy odaları) vardır. Misafirlerimize karşı olan vazifelerimizden başlıcaları şunlardır: 1. Misafirleri güler yüz ve tatlı dille karşılamak, 2. Yediğimiz içtiğimiz şeylerin en iyisini onlara sunmak, 3. Misafirlerin üzerine fazla düşüp onları sıkmamak, 4. Misafirlerin yanında çocukları ve hizmetçileri azarlamamak, 5. Topluluklarda dikkat ettiğimiz önemli noktalara, misafirlerin yanında da dikkat etmek.
MİHRAP
Dua ile...
24
Dünyevileşmek..! Nihal Keser |
Dünyevileşmek..! NIHAL KESER A-12-B
İ
Her insan hayatının belirli anlarında kendini yalnız hissedebilir. Çok sevdiği ve güçlü manevi bağlarla bağlandığı kişilerden uzaklık insanda böyle bir hissin doğmasına neden olur. Fakat yalnızlaşma yalnızca inanmayan ve gaflete dalan birinin vasfı olabilir. İnsan, bu yalnızlığı gidermek için sosyal medyada, dünyevi şeylerde aramaya başladı huzuru. Dünyevileşme asrımızın en büyük hastalıklarından biri. Dünya hayatının en küçük bir ihtiyacı ahiretin en büyük meselesine tercih edilir hale gelmeye başlamıştır. Aslında internet Allah’ın insanlığa lütfettiği eşsiz nimetlerden biridir. Faydalı ve etkili bir hizmet aracıdır. Dünya artık bu sistemle kendini yönlendirip, her şeyi bununla organize etmiştir. Böylesine faydalı bir nimeti zararlı şekilde kullananlar da var tabii ki. Sosyal medyanın ailelerde ve toplumda huzura, mutluluğa engel olan en büyük zararlarından birisi de kumardır. Kumar bağımlılarının çoğunu sanal ortamda kumar oynayanlar oluşturuyor. Bir kereden bir şey olmaz deyip sanal ortamda bedava kumar oynayan gençler, sonunda paralı kumarın pençesine düşmekten kurtulamıyor maalesef. Oysa kumarın insanlara ne kadar büyük zarar verdiğini her gün gazeteler ve televizyonlarda görüyoruz.
Kumar borcu yüzünden intihar eden, her şeyini kaybettiği için ailesi dağılan, senelerce uğraşıp mal varlığını birkaç saat içinde kaybedip bunalıma giren ve bundan dolayı gözünü bile kırpmadan cinayet işleyenler ve daha niceleri... Yıkılan ailelerin, parçalanmış evliliklerin, haksız yolla kazanılan paraların üzerine bina edilen bu sektör, ahlaki bozukluğun çok önemli bir örneğidir.
Yirmi dört saatten bir saatini beş vakit namazı için çok bulan, fakat sanal dünyada saatlerin hesabını yapmayanların sayısı hiç de azımsanmayacak bir durumdadır. İnsanoğlu yeryüzü cennetini sanal dünyada doyasıya yaşamak peşindedir. Fakat sanal dünya, yalancı cennetten hiç de farksız değildir. Bu sahte cennet, hakiki ve ebedi cenneti kazanmamızı perdelemekle kalmayıp iç dünyalarındaki ahiret inancına derin yaralar açıyor. Son olarak konuya Bediüzzaman’ın ifadesiyle açıklık getireyim. “Elbette en bahtiyar odur ki; dünya için ahiretini unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın. Malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selametle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” Selametle...
MİHRAP
İnternet tıpkı bir silah gibidir aslında. Kullanmasını bilirsen kendini korursun, kullanmasını bilmezsen kendini vurursun. Şöyle düşünün, elinizde bir bıçak olsun. Bu bıçakla elma da soyabilirsiniz, bir insanı da öldürebilirsiniz. Başka bir örnekle açıklamak gerekirse, ocakta yemek pişiririz değil mi? Nasıl kullanacağımızı biliriz. Eğer yanlış kullanırsak, kullanmasını bilmezsek evimizi de yakabiliriz. İnternet de aynen böyle bir nimettir. Dolayısıyla olumlu olduğu kadar olumsuz yönleri de fazladır. Ahireti unutup dünya hayatına dalmamızı ve zevk-u safâ içinde yaşamamızı etkileyen bir vasıftır aynı zamanda. Sosyal medyayla amansızca zamanımızı tüketiriz farkında bile olmadan.
nsan fıtratı gereği medeni bir varlıktır. Aklı sayesinde etrafındaki her şeye karşı son derece duyarlıdır. Yalnız olmadığını en iyi fark eden varlıktır insan. Fakat bazen kendimizi yalnız hissederiz. İnsanın kendisini yalnız hissetmesiyle yalnızlık aynı şeyler değildir.
25
Bölemeyeceksiniz, Böldürmeyeceğiz..! Şahika Asena Köse |
Bölemeyeceksiniz, Böldürmeyeceğiz..! ŞAHIKA ASENA KÖSE A 12-B
1
7 Aralık 2016 sabahı Kayseri’de içi asker dolu bir halk otobüsü yanında bomba yüklü bir araç patlatıldı. Hayır bu bomba yüreklerimizde patlamıştı; ancak yine de hiç birimizi sindiremedi. 15 şehidimiz ve 55 yaralımız vardı. Bunlar, çarşı iznine çıkan savunmasız askerlerimize saldıracak kadar kalleştiler. Bu alçaklar, bu tür saldırılar yaparak bizi korkutmak hatta birliğimizi bozmak istiyor. Bu olayların bizi birbirimize daha çok bağladığını, her olayda içimizdeki kahramanları çıkardığını göremeyecek kadar körler.
MİHRAP
Kayseri’deki olayda da böyle bir kahraman amca ortaya çıkardı. Bu amca, kırk gün boyunca patlamanın olduğu yerde, şehit olan askerlerimizin acısını yüreğinde duyarak ve duyurarak, o mübarek şehitlerimizin tutamadığı nöbetlerini tutuyordu. Bu amcayı nöbeti sırasında ziyaret ettik ve hikayesini dinledik. Her gün o güzel şehitlerimizden beş tanesinin yerine nöbet tuttuğunu bizlere söylediğinde, yüreklerimiz yeniden kora döndü ve ona olan hayranlığımız bir kat daha artmıştı. Kendi kendime dedim ki Ya Rabbi ne mübarek bir vatan ve ne mübarek vatan sevdalıları … Bu vatan için yüzyıllardır gözünü kırpmadan canını feda edenler ve onların arkasından yürekleri kor olan ve eğilmeyen dik duran analar, kızlar ve böylesi vakur duruşlu amcalar…
26
Evet, o amca orada bekleyince şehit olan askerlerimiz geri gelmeyecekti, bunu o da biliyordu, ama şunu da cümle âlem herkes bilsin istiyordu.. Bu vatan sahipsiz değil ve bu vatanı bölmeye gücünüz asla yetmeyecek.! KORKMADIK, KORKMUYORUZ, KORKMA-
YACAZ..! BÖLEMEDİNİZ,BÖLEMEYECEKSİNİZ,BÖLDÜRMEYECEĞİZ..! Ya Rabbi bu vatanın insanları ne kadar güzel, bir tarafta 70’ lik amcası, diğer tarafta 11’lik tazecik fidanı, Aleynası. . Bu alçak bombanın patlatıldığı durağa bırakılmış 11 yaşındaki Aleynamızın mektubunu ve Rahmi Semiz isimli bir kardeşimizin şiirini sizlerle paylaşmak, bir bakıma bizim de vefa borcumuz olmuştu. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabırlar ve onların arkasından vefalı duruş sergileyen bu güzel insanlara yürekten teşekkür ediyoruz. Minnettarız…. Benim adım Aleyna Aslantaş, 11 yaşındayım; AbdülHalim Bezircioğlu Ortaokuluna gidiyorum, 6.sınıftayım. Vatanım emanet. Askerlik yapıyorsunuz, bu güzel vatan için. Teskerelerinize az bir zaman kalmış iken analarınız gözyaşı döküyor. Sadece analarınız mı bütün Türkiye gözyaşı döküyor. O gözyaşları sel olup akıyor. Neden mi? Çünkü o hainler sizi şehit ettiler. Sizin gibi vatanını çok seven vatan evlatlarına katlanamadılar. Ama bu ülkede sizin gibi vatan evlatlarından binlerce kişi var. Artık bu vatan bize emanet. Korkmayın! Bu vatan o hainlerin eline asla ama asla geçmeyecek. Sizin yerlerinizi asla dolduramayacağız. Ama şunu bilin ki! Bundan sonra bütün vatandaşların içinde bir asker veya bir polis olma duygusu vardır. Sizin geride bıraktığınız evlatlarınız da sizlerden biri olacak. Onlar da sizin gibi polis ya da bir asker olacak. Ben de büyüyünce sizlerden biri olacağım sizin gibi, bir polis ya da bir asker olacağım ve o şanlı Bayrağımızı asla göklerden indirmeyeceğim!
Mehmedim Rahmi Semiz |
Mehmedim Rahmi Semiz Şehit oldun izin gününde Erciyes eğildi senin önünde “Stratejik ortak” durmaz sözünde Alçakça vuruyor her seferinde. Demokrasi denen tüm yalanları, Hendeğe gömmüştüm tüm planları. Düşman bin bir surat, yoktur hiç ârı Haince saldırır her seferinde. Kayseri inledi yeminler ile Kanın yerde kalmaz, dost düşman bile! Üst akıl denilen büyük bir hile, Hileyle saldırır her seferinde
MİHRAP
Sen ki bir neferdin, yiğit bir erdin Vatana canını severek verdin Arş-ı alaya dek göklere erdin Gök yarıldı sanki her seferinde.
27
Yalnızlık Nuriye Sarıkaya |
Yalnızlık NURIYE SARIKAYA 12\F
MİHRAP
Yalnızlık, kişiden kişiye değişir. Kimisi kalabalığın içinde bile kendini yalnız hisseder. İnsanın yalnızım diyebilmesi için kalbindeki ve beynindekileri bitirmiş olması lazım. Yalnızlık kendinle baş başa kalmak demektir. Eğer ki düşüncelerinde ve kalbinde birisi varsa onlara ev sahipliği yapıyorsan, onları kendinden uzaklaştıramıyorsan, esiri oluyorsan yalnız değilsindir. Kimi zaman yalnızlık ile kimsesizlik aynı kefeye konulur. Ama kimsesizlik yanında başka bir bedenin bulunmamasıdır, yalnızlık ise bedenden hariç düşüncelerinde birisiyle meşgul olmasıdır. Aslında insan kalbinde birinin olduğu ve onun yerini kimseyle dolduramadığı için yalnız hisseder kendini. Oysa ki tam tersidir eğer aklında biri varsa yalnız değilsindir. Bedenen yalnız olsan bile ruhen yalnız değilsindir. Yalnızsan ve yalnızlığını dile getirebileceğin, paylaşabileceğin biri yoksa yalnızsındır. Bir yazarın dediği gibi ``Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyeceğim kimse olmadığı için yalnızım.``Kişi derdini, mutluluğunu, heyecanını, korkusunu, paylaşacak onu duygularına ortak edecek sevgilisi, arkadaşı, ailesi yoksa uçurumun kenarında yıllar boyu yaşayan kayalıklardan bir farkı olmaz. O taş gibi yıllarca uçurumun kenarında bekler ama düşmeyi göze alamaz düşerse paramparça olacağını bilir.
28
Birçoğumuz bu hayata şanslı gelirken bazılarımız şanssız geliriz. Daha gözlerini hayata yeni açan bir bebeğin annesi tarafından terk edilmesi ömür boyu yalnızlığa mahkum edilmiş olmasıdır. Bazen küçücük bebek bile hisseder annesinin yokluğunu, onun kucağından ayrıldığı an yalnız
kalmak istemediğini kelimelerle değil de gözyaşlarıyla anlatmayı tercih eder. Birçoğumuz öyle değil miyiz gözyaşlarımızı öne süreriz her zaman kelimelerle anlatamayız. İşte o an gözyaşlarımız bizi ele verir. Kendine uzanacak el beklersin, gözyaşlarına tercüman olacak birini, ağlayabilecek bir omuz ararsın. Ve bunlardan mahrum kaldığını anlayınca perdelerini indirirsin hayata mutsuzluğa köle olursun. Ama yalnızlığın üzerine ne koyarsan onu alır. Terk edilmişliği koy, mutsuzluğu koy, korkularını koy sevip de karşılık bulamamayı ve hatta çaya attığın tek şekerin yalnızlığını koy. S. Akın`ın da ``Sen bana mı soruyorsun yalnızlığı sever misin diye? Ben ki; çayı bile iki şekerle içerim birlikte erisinler diye`` demesi kadar acıdır hayat. Mesela gölgenin yalnızlığını düşün ve onu da koy üstüne bunların hiç birini yok edemezsin sadece yalnızlığın sendeki boşluğunu doldurmaya çalışırsın. Koyduğun bütün zerreler ağır gelir ruhuna taşıyamazsın. Sonunda kaçmak istersin ve kendinle bulursun bütün düşüncelerini, içinde haberdar olmadığın bir sen bulursun, mutsuzluğunu yok etmeye çalışırsın, yalnızlığını bir bavula koyup uzaklaşmak istersin, peşimizi bırakmasını istediğimiz yalnızlığımızı bir de yanımıza alırız giderken. Çoğumuzun ruhu açken mutluluğa, elimizden pek bir şey gelmez; tıpkı aç bir çocuğun binlerce çeşit yemeğin arasında sırf gücü yetmediği için aç kalması gibi. Ve yalnızlık da böyledir işte çokluklarla ölçülemez hiçbir zaman. Bir kişi de yalnızdır, iki kişi de belki üç kişi de ama yalnızsındır işte. Yalnızlığın sebeplerinden biri de ayrılıktır. Ayrılık ise her sevenin kurşunudur öldürmese de yakar canını. Canını yakarak gidenler ise canı yanarak dönerler. Çünkü her gidişin bir dönüşü vardır.
Nar Çiçeği İmran Kösek |
Nar Çiçeği İmran Kösek 12-G
MİHRAP
Saklanıyorum sessizliğin içine , Üşüyorum ... Eteklerimde düşlerin yalnızlığı, Pencerede Avare çiçeklerin susuzluğu . Bacalarda ihtiyar duman. Gölgeler dev Hayaller ıssız ev. Çığlıklar , Yalnızlıkla büyüyen çınar. Kamburlaştı yıldızlar... Hayaller ruhsuz Bedenler uykusuz Zaman uçurumda kuşkusuz . Ağlayınca melekler , Islandı çiçekler ... Gizlendi nar çiçeği , Aynalarda Görülmeyen zaman gibi ...
29
Tıbbı Nebevi Fikret Altun |
Tıbbı Nebevi MİHRAP
FIKRET ALTUN Sağlık bilgisi Öğretmeni
30
inimiz İslam ve Kitabımız Kur’an, her şeyden önce insanı muhatap almakta ve her şeyi ile ona hitap etmektir. Bu nedenledir ki Kur’an, her türlü bedevi ve ruhi hastalıklardan, insanların korunmasını istemekte ve bu konuda sağlam ve esaslı prensipler getirmektedir. Kur’an’ın getirdiği bu sağlam ve temel esaslar öncelikle insanın, bedenen ve ruhen hastalanmamasını emniyet altına almakta; fakat hastalandığında da onun tedavi yollarını ve usullerini insanlara göstermektedir. Koruyucu hekimlik alanında ortaya koyduğu prensip ve kaidelerle Kur’an-ı Kerim, sadece çağında değil, bütün çağlara hitabetmiş ve vazettiği birçok prensip ve kaidelerin değeri ve mahiyeti, asırlar geçip de bu sahadaki bilgiler arttıkça ancak anlaşılabilmiştir.
sonra telif edilen hadis kaynaklarının bir çoğunda rastlamak mümkündür.
Tıbbi Nebevi; tıpla birlikte, astronomi, jeoloji, botanik gibi bilimlere temel teşkil edecek bilgiler de veriyor. Özelikle insan sağlığını ilgilendiren tıbbi konular önemli bir yer tutuyor. Aynı zamanda Peygamber efendimizin (s. a. v) sağlıkla ilgili pek çok hadisi şerifi de tıbbi nebevi içinde yer alıyor.
10-Kötü iklim koşullarında yolculuktan sakınma 11- Salgın hastalıkların bulunduğu ortamlardan uzak durma 12- Güneşte fazla kalmaktan kaçınma. 13-Şiddetli sıcaklarda beden ısısının düşürülmesi. 14-Düzenli uyku için uygun vakitleri seçme.15-Zararlı yiyeceklerden kaçınma. 16-Sağlıklı kalmak için bal, turunç yeme 17-Vücudu kuvventlendirmek için özel hazırlanmış macunlar kullanma 18-Mahiyeti bilinmeyen ve iştahı çekmeyen yiyeceklerden uzak durma 19-Yiyeceklerden kaynaklanan bir takım zararları içeceklerle giderme. 20-İshale karşı sinameki bitkisi kullanma. 21-Burun otu ve ağız ilacına devam etme 22-Belli aralıklarda hacamat yaptırma
Hz Peygamber (s. a. v) ‘in her sözü ve uygulaması başta sahabe olmak üzere bütün müslümanlar tarafından titizlikle takip edilmiş ve yaşama biçimi haline getirilmeye çalışılmıştır. Günlük hayatla ilgili uygulamalarda, neredeyse aynı kapsamda değerlendirilmiştir. Bu anlayışın izlerine, daha
Bu eserlerin, hadisler ışığında zikrettiği hastalıklara sunduğu ilaç önerilen ve tedavi yöntemleri, Hz Peygamber ve sahabe döneminin tıbbını yansıtması bakımından önemlidir. Hz. Peygamberin sağlığa verdiği önemi, koruyucu hekimlik ve tedavi olarak ikiye ayırmak mümkündür. Hz. Peygamberin koruyucu hekimlik üzerine verdiği tavsiyeleri şu şekilde özetleyebiliriz. 1-Oruç 2-Gece namazı 3-Yolculuk sırasında sağlığın korunması 4-Dengeli beslenme 5-Hijyen 6-Soğuktan korunma 7-Manzaralı mekanlarda oturma 8-Sağlıklı ev ve memleketlerde yaşama 9-Seyahat etme
MİHRAP
D
31
23-Vücut direncinin düşmesi durumunda besin değeri yüksek gıdalar alma 24-Şifalı hamamlarda yıkanmanın yararları 25-İshal rahatsızlığında istifra etmenin faydaları 26-Zehirlenmeye karşı acve hurmasını yeme 27-Koku kullanma 28-Göze sürme çekme 29-Saç bakımı ve elbise temizliğine dikkat etme 30-Gözü dinlendirici manzaralara bakma 31-Giyim kuşamda renk seçme Hz Peygamber (s. a. v)’in amacının, bu hadisleriyle insanları hayır ve iyiliğe teşvik, kötülükten de sakındırma konusunda kendi sağlığı ile ilgili uygulamalardan da örnekler verdiği dikkat çeker. Bu tedbirler modern tıbbın, üzerine basarak vurguladığı ve çeşitli dillerde farklı şekillerde ifadesini bulan “Sağlığı korumak, ilaç kullanmaktan daha iyidir” ilkesiyle tamamen örtüşmektedir. Cenabı Hak, dünyada imtihanın gereği insanlara bir takım hastalıklar vermektedir. Bununla beraber, bütün hastalıkların da tedavi çarelerini var etmiştir. İsra suresinin 82.ayetinde Cenabı Hak, ”Biz Kur’an-ı müminler için bir şifa ve rahmet olarak indirdik” buyrulmaktadır. Peygamberimiz (s. a. v) her hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu beyan etmiştir.”Yüce Allah şifasını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır”[Buhari, tıp hadis7/12] Bir başka hadislerinde de şöyle buyurmaktadır. “Ey Allahın kulları tedavi olunuz! Çünkü yüce Allah, ölüm ve ihtiyarlıktan başka şifasını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır.”[İbni Mace, tıp hadis 3436] Şifalı bitkilerden Allah ve Rasülü’nün tavsiye ettikleri: Bitkilerle Tedavi; Tedavi sırasında ilaç kullanmadan gıda maddeleri ya da benzerleri ile yapılan tedavidir. Herhangi bir hastalık gıda maddeleri ve perhizle tedavi edilebilirse, ilaç kullanması tavsiye edilmez. Gıda maddeleri ile tedavide genel kaide; hastalığın tedavisi sırasında faydalı gıdaları alıp, zararlı olanları terk ederek perhiz etmektir.
MİHRAP
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de gıdaların temiz ve helal olmasına işaret etmektedir;
32
“Allah’ın sizlere rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyiniz! Eğer gerçekten Allah’a ibadet ediyorsanız, Onun vermiş olduğu nimetlere teşekkür ediniz.”(Nahl: 114) Peygamberimiz (s. a. v),hastalığın nasıl önleneceği ile alakalı olarak şöyle buyurmuştur.
“Hastalığın evi midedir. Tedavinin özü perhizdir.” İnsanın ruh ve beden sağlığı üzerindeki çalışmalar, bir bakıma insanlık tarihi kadar eskidir. Özellikle islam aleminde tıbbi konularda, Kuran-ı Kerim’in bildirileri, Peygamberimizin tavsiye ve teklifleri, kıyas ve tecrübe yoluyla elde edilen bilgiler, Tıbb-i Nebevi kaynaklarında yer almıştır. Biz burada, tedavi noktasında, Kur’an ve hadislerde işaret olunan yiyecek ve içeceklerden bazılarını dikkate alacağız. Yeme ve içme konusunda İslam dininin koyduğu prensibin başında az yemek gelir. İçilecek şeylerin de bir nefeste içilmemesini öğütler. Peygamberimiz (s. a. v) “Sizden biriniz su içtiği zaman yavaş yavaş içsin, bir neftse içmesin, zira suyu bir nefeste içmek akciğer iltihabı meydana getirir.”buyurmuştur.(Abdürrezzak 10/428 Hadis19594) Bir başka hadislerinde de ayakta su içmenin zararına işaret etmiştir:
1-“Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkarsa, sebep olacağı zararı öder.”(Abu Davud, Diyat 23; Nesai, Kasame 4) 2-“Hastayı üç gün geçmeden yoklamayınız.”(Ramuz’ el Ehadis 2/489) 3-“Cüzzamlıyla aranızda bir mızrak boyu mesafe olduğu halde konuşunuz.” (Ramuz’ el Ehadis 2/475) 4-“Size ne oluyor ki, dişleriniz sararmış olduğu halde yanıma geliyorsunuz Misvak kullanınız.” (A.b. Hanbel, müsned 1/214) 5-“Allah temizdir, temizi sever. Etrafınızı temizleyiniz”.(Tirmizi, Edeb 41) 6-“Her müslümanın yedi günde bir yıkanması, Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır.” (Müslim, Cuma 9) 7-“Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, Taharet 1) 8-“İçkiden sakının. Zira o her kötülüğün anahtarıdır”.(Hakim, Müstedrek; Beyhaki) 9-“Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız.” (Feyzül Kadir 4/212) 10-“Şifa 3 şeydedir: Bal şerbeti içmek, hacamat vurmak, dağlamak.” (Dağlamak daha sonra men edilmiştir.) (Buhari, Tıb3) 11-“Çörek otu ölümden başka her derde devadır.” (Buhari, Tıb 7) 12-“Peygamber (s. a. v) baş ağrısından şikayet eden bir kimseye kan aldırmasını tavsiye etti.” (Müslim, selam 71) Beslenmede esas olan gıda ve çeşitleri konusunda dikkat çekici noktalara temas eden Kur’an-ı Kerim çağımızda önemi daha iyi anlaşılan insan vücudunun büyümesi, kuvvetlenmesi ve tamiri için gerekli ve çok faydalı şeyleri ihtiva eden proteinli yiyeceklerden et, balık ve süt gibi yiyecekler; hurma, üzüm, buğday, nar, sebze, sarımsak, acur, soğan, mercimek, incir ve zeytin gibi nebatı yiyeceklerden ve meyvelerden bahsetmekte ve bu gıdalara dikkatimizi çekmektedir.
Bazı bitkilerin ve gıdaların Kur’an’da ve hadiste tavsiye edilmesinin hikmeti; Cenab-ı Hakk’ın şafi ismini gösterecek tıp ve eczacılık ile kimya ve biyoloji gibi ilim sahalarının yoluna işaret ediyor. İnsanları ilme ve araştırmaya sevk ediyor. İnsan sağlığının ehemmiyetine dikkat çekiyor. İslam alimi ve Türk Bilim adamı İbn-i Sina “Alkanun Fıttıb”adlı eserinde 900’den fazla tıbbi bilgiyi haber vermiştir. Onuncu yüzyılda Endülüs’te yetişen İbnü’l Baytar,“Bütün Bilgiler”adlı kitabında minerallerden, bitkilerden ve hayvanlardan yapılan 1400 ilacı tanıtmıştır. Hz. Peygamber (s. a. v) batıl ve ilmi değeri olmayan uygulamaları kaldırmış, tababete yeni bir anlayış getirmiştir. Hz. Peygamberin (s. a. v) konu ile ilgili bazı hadisleri şöyledir.
“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey: göbekli olmak, çok uyku ve tembelliktir.” (Camiussagir 1,190) Bu hadis Müslümanın mutlaka ölçülü ve dengeli yemek yemesi gerektiğini ve asla yemesinde ve içmesinde aşırı gitmemesini, müslümanlığın bir gereği saymaktadır. İslam tıbbının temelini oluşturan yapı, sıhhatli insan ve sıhhatli toplumdur. Ruh ve beden açısından sağlıklı insanlardan oluşan bir toplum, gözetilen hedeflerin başında gelir. İnsan sağlığını tehdit eden tehlikenin bertaraf edilmesi esastır. Selam ve dua ile… MİHRAP
“Eğer ayakta su içen kimse, midesine verdiği zararı bilseydi, içtiği suyu şüphesiz ki geri kusardı.”(Abdürrezzak 10/427 Hadis19588)
Peygamber Efendimiz (s. a. v) “İnsanoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Kişiye belini doğrultacak kadar yemek yeter. Bari hiç olmasa midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de havaya ayırsın.” (Tirmizi, Zühd 47) buyurmaktadır.
33
RÖPORTAJ
GÜLHANIM KIZILIRMAK 12-F
Röportaj Cennet Yiğit Gülhanım Kızılırmak |
15 TEMMUZ ŞEHİDİMİZ
MİHRAP
(Bünyan 1993 - 15 Temmuz 2016)
34
15 Temmuz’un en genç fidanlarından biri olan Cennet Yiğit, 23 yaşında ve henüz 10 aylık polis memuruydu. Ankara Gölbaşı Özel Harekat Daire Başkanlığına düzenlenen bombalı saldırıda şehit edilen Yiğit, 1 ay sonra nişanlanacaktı. 1993 doğumlu Cennet Yiğit, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği okurken bir yandan Polis Akademisi’ni kazanmış ve iki akademiyi birlikte bitirmişti. Çocukluk hayalini gerçekleştirerek Polis olan Cennet Yiğit, 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi sözlüsü ile birlikteydi. Kalkışmanın haberini alır almaz yerinden fırlayarak Polis Özel Harekat Merkezi’ne giden ve merkeze vardığında arabadan inip mühimmat almak için koşan Yiğit, o sırada vücuduna isabet eden misket bombası ile şehit oldu. 15 Temmuz hain darbe girişimini engellemeye çalışırken, Gölbaşı Özel Harekat Daire Başkanlığına yapılan saldırıda şehit olan, Gölbaşı Özel Harekat Komiser Yardımcısı Cennet Yiğit’in Kayseri-Bünyan’daki ailesine, MİHRAB Dergisi olarak taziye ziyaretine gittik ve ailesinin acılarını paylaştık. Şehidimizin örnek yaşamını ve ailesini tanımak amacıyla kısa bir röportaj yaptık.
Ö
ncelikle Cennet kardeşimize Allah’tan rahmet, sizlere de baş sağlığı diliyoruz. Amacım acınızı tazelemek değil, şehidimizin kahramanlığını, fedakarlığını milletimize, gençlerimize örnek olarak göstermektir. Şehidimiz nasıl biriydi? Cennet, karakter olarak çok yumuşak huyluydu, sakin biriydi. Kimsenin kalbini kırmayan, uyumlu, çok neşeli, bol bol taklit yapan; hayat dolu, yaşamayı seven biriydi. Nasıl karar verdi polis olmaya? Cennet, küçüklükten beri polis olmayı çok seviyor ve istiyordu. Ortaokuldan itibaren gelen bir aşktı onun için. Daha sonra güzel sanatlara devam etti. Bir anda akademiden mülakatlara katılması için onay geldi. Kısmetinde de varmış; kazandı, böylece polisliğe adım atmış oldu. Polis olmak istiyorum dediğinde nasıl karşıladınız, ne tepki verdiniz? Zaten polis olmak istediğini hepimiz bildiğimiz için ailede hiç kimse karşı çıkmadı destekledi. Öncesinde annemlere söylememişti akademiye başvurduğunu. Benimle paylaştı. Biz bir, bir buçuk ay sakladık ondan sonra sürpriz oldu ailemize. Karşılaştığı zorluklardan size bahseder miydi? Zaten toplamda bir buçuk senelik bir polislik hayatı oldu, çok seviyordu. Eğitimleri çok zordu, onu bile şakaya vurarak anlatıyordu. Çok farklı bir görevde olduğu için orayla ilgili bilgileri bizimle fazla paylaşmazdı. Neden başka bir meslek sahibi olmayı istemedi de polis olmak istedi?
Size vatanınıza sahip çok çıkın derim. İmanlı, akıllı birer polisler olun inşaAllah. Eğer bu vatan olmazsa ne olursan ol, istersen padişah ol, üç gün sonra gidicisin. Vatanımıza her zaman sahip çıkalım..!
Cennet kardeşimiz, hiç şehit olmaktan bahseder miydi?
Peki son olarak ne demek istersiniz?
Şehit olmadan önce izne geldiğinde hep bahsediyordu şehitlikten. Şehit olmayı çok istiyordu. Bayramda hep beraber fotoğraflar çektirmiş; sonra babaannemle tekrar çekilmek istemişti. ’Ben şehit olacağım, ilk olarak da seni yanıma alacağım’ demişti. Çoğu zaman : ‘Arkadaşlarım benden önce şehit olmaz inşallah, olacaksak hep birlikte şehit olalım.’derdi. Çok istiyordu şehit olmayı demek ki Rabbim onu bizden daha çok seviyormuş ki yanına aldı Cennet’i.
Allah’ım bu millete bir daha böyle bir acı yaşatmasın, Rabbim ülkemize, dirlik, birlik, düzen versin. Bizim dirimiz asker, ölümüz şehittir. Bizim askerimiz şehit diye anılıyor. Şehitlik ne yüce bir mertebedir. Zalimlerin ölüleri ise bir köpek cesedi kadar bile değildir. Rabbim Cumhurbaşkanımızdan razı olsun. Bizi hiç yalnız bırakmadılar. Diğer başkan ve bakanlarımız da aynı şekilde… Allah’ım tüm devletimize, askerimize, polisimize yardım etsin, güç versin.
Şu an bir şehit annesi olarak ne hissediyorsunuz?
Onların arkasında biz varız, bizim dualarımız var. Kolay kolay yıkamazlar bu ülkeyi, biz Türkiye’yiz, biz tek bir milletiz. Türkiye kolay kurulmadı, kolay kolay da yıkılmaz. Bunu hiçbir zalim unutmasın.
Çok onurlu, çok gururluyum. Cennet şimdi burada olsa, polis olacağım dese hiç düşünmeden yine izin veririm. Şehitlik öyle yüce bir mertebedir ki herkese nasip olmaz. Eğer benim kızım Cennet’im o darbe girişimini engellemeye çalışmasaydı, sabaha hiç birimiz sağ çıkmayacaktık. Kızımla gurur duyuyorum. Rabbim devletimize, askerimize, polisimize yardım etsin. Biz de polis olmak istiyoruz. Bizi kızınızın yerine koyup ne demek istersiniz, nasıl öğütler verirsiniz?
Kayseri Merkez Anadolu Kız İmam Hatip Lisesi kızları ve Mihrab dergisi adına şehit kardeşimize, Allah’tan rahmet ve sizlere tekrar baş sağlığı diliyoruz. Bizler onu örnek alıyoruz ve onun bıraktığı emanete sonsuza kadar sahip çıkacağız inşallah… Nur içinde yatsın …
MİHRAP
Cennet hep:“O üniforma çok başka, aşığım ben o üniformaya, masa başında oturamam hareketli olmam lazım” derdi. Özel Harekatın eğitimi çok zordu, daha bir gün bile şikayet ettiğini duymadık. Yani polis olmak onun için çok büyük bir aşktı.
35
Erciyes Dağı
Şiir Erciyes Dağı Önder Karaklı |
ÖNDER KARAKLI Tarih Öğretmeni
Ey Erciyes Dağı gelse nevbahar Üfül üfül eser yellerin senin Firak-ı hasretten erir de karlar Coşkun coşkun akar sellerin senin
Kar misafir zirven neden ruz u şeb Volkan tepeleri evladın mı hep Hasan Dağ ve Peri bacaya sebep Rüzgâr mı taşıdı küllerin senin
Letafet var yaz, baharı, kışında Koyununda, kuzusunda, kuşunda Habib-i Zişan’ı görüp düşünde Baharda yeşerir dalların senin
Çile yumak yumak, dert yığın yığın Kopar vakt-i hazan ömür ipliğin Erozyona mağlup toprak varlığın Hani tac u taht u malların senin
Dertli lale, çiğdem boynunu büker Gül, nevruz, menekşe hicrandan tüter Reyhan, kara sümbül, nergisin biter Karlar mihman olur tellerin senin
Tomurcuğun çatladı mı güneşten Yeşerdi mi ey dost çayırla, çimen Çöreklenip kalmış zirvende duman Söyle kar mı kusar bellerin senin
Kapuzbaşı gürül gürül akmakta Hırçın Kızılırmak canlar yakmakta Aladağlar misk ü anber kokmakta Tekir’den gelmekte balların senin
Köşk ü saray, cami, türbeyle, kümbet Maden su, kaplıca halkadır hizmet Bülbül-i şeydaya edip merhamet Ondan mı şirin-leb dillerin senin
Tepelerin sırtına mı yaslanır Hacıların fasl-ı bahar süslenir Eyyam-ı kış hüzünlenip puslanır Geçit vermez olur yolların senin
Barsama, Derevenk, Hacer vadin var Tekir’den Berçin’e yaylalar uzar Bahar yeli kış rüzgârın kovalar Ovalar sular mı Nil’lerin senin
Tektonik çukur mu Sultan Sazlığı Salınır kumruyla, turnayla, kuğu Püskürtmez mi bağrın lav ile tüfü Mecnun-ı derbeder hallerin senin
Kayseri, Şahmelik, Develi kalen Sahabiye, Hatuniye medresen Yerleşim merkezi Kaniş- Kültepe’n Tarihten yadigâr malların senin
Kadı Burhaneddin, Gazi Ayhan’ın Ağırnas’tan hicret etmiş Sinan’ın Doğal güzellikle dolu her yanın Al yeşil giysin mi şalların senin
Döner, Çifte kümbet, Han-ı Karatay Üç köşkten oluşan Keykubad Saray Mağra, han u hamam ve kervansaray Gül ruhsardan sarkar pulların senin
Habeşli Bilaller okuyor ezan Dillerde Fatiha, ellerde Kuran Kayseri’yle edip sohbet-i yâran Uzanır semaya ellerin senin
MİHRAP
Nice uygarlığa oldun mu tanık Çeşitli kavimler ettin mi konuk Yunus Emre gibi bağrın mı yanık Kırık mı kanadın, kolların senin
36
Aprıl gelir taş bağrını don bürür Mor koyun, kuzular meleşip yürür Eser bad-ı saba buz, karlar erir Beyhude geçer mi yılların senin Tekir Yaylasında, Ali Dağında Erkilet, Hisarcık, Talas bağında Sermaye-i ömür hazan çağında Yay m’ola bükülen bellerin senin
Sabah uykusundan kalkar da çiçek Süslenir tabiat, mesut kelebek Bir gelin misali giyinir renk renk Zülf-i siyah örter tüllerin senin
Haraben mi Gereme’yle, Erdemli Güpgüpoğlu Konak, müzen görkemli Şapkan beyaz bulut, didense nemli Gâh uslu gâh deli hallerin senin
Seyyid Burhaneddin, Ahi Evran’ın İncili Çavuş’un, Âşık Seyrani’n Şeyh İbrahim Tennuriler mihmanın Taceddin Veliler güllerin senin
Yer altı şehriyle ünlü Ağırnas Prokopis, Mezar-ı Roma miras Timsali yayla Kıranardı, Talas Burcu burcu kokar güllerin senin
Büyük vezir Muineddin Pervane Kılıç Arslan kızı Gevher Nesibe Suli Paşa Hatun ve Yaman Dede Tarihi şahsiyet dillerin senin
Hitit, Roma, Arap, Selçuk, Osman’ı Melik Mehmet, Melikgazi destanı Akkışla Kale’nde evvel zamanı Yâd edip çalar mı zillerin senin
Gördün mü Mevlana, Şems-i Tebrizî Kayseri’n ticaret, kayak merkezi Yetiştirmiş Yahyalı'da kirazı Sucuk, mantı yapan ellerin senin
İmam Kulu anıt, Merzifon Çarşı Zirvende kar kefen, yağmursa yaşı Yenilip Moğol’a, Timur’a karşı Dü çeşme çekilmiş millerin senin
Kayserili Davut bilmeydi vakıf Şeyh Müeyyed, Somuncu mutasavvıf "Üstüne" redifli gazelli Rasih İlm ü irfan yurdu illerin senin
Efsanende ateş püskürtür ejder Yanık dağda bülbül yanmakta meğer Şol endam-ı gülden var mı sağ haber Üç beş metre kefen çulların senin Cis Hatun duvağı beyaz örtün mü? Ercişli kabile hatrın sordun mu? Alev Dağı hüzünlenip söndün mü? Ravza’ya çıkar mı yolların senin
MİHRAP
Koç Ferhatlar taş bağrını kazdı mı? Garip Kerem, Aslı deyü gezdi mi? Miskin Önder efsaneni yazdı mı? Hicaz’a uzar mı dalların senin
37
Röportaj Şair Dursun Ali Erzincanlı ile Mülakat! | RÖPORTAJ ŞÜHEDA YILDIRIM A-12B ŞEYMA KESER A-12B EMINE ARSOY A12B
Şair Dursun Ali Erzincanlı ile Mülakat!
MİHRAP
Öncelikle bizleri kırmayıp kabul ettiğiniz için teşekkürler… Biz imam hatipli gençler, şiiri sizinle sevdik ve sanki şiir, hayatımızın bir parçası oldu… Anladığımız kadarıyla şiir sizin hayatınızın bir parçası… Peki Üniversitede edebiyat bölümü seçmenizde şiirin nasıl bir katkısı oldu?
38
Ben İmam Hatip Lisesi mezunuyum isteğim açıkçası İlahiyat Fakültesi edebiyat ya da iletişimdi. İstanbul’da bulunabilme gayesi ile ilk beş tercihimi İstanbul’dan yaptım. Bu tercihlerden beşincisi Edebiyat Fakültesinin bilgi belge yönetimiydi. Açıkçası fakülte bölüm itibari ile İstanbul’a gelmek benim için bahane oldu.
Çünkü Radyo-televizyon, iletişim bu alanında çalışma yapmak istiyordum. Bu vesileyle de İstanbul Üniversitesi’nde seçmem lazımdı. Edebiyat, İlahiyat ya da İstanbul’da bulunabileceğim bir bölüm olsun istiyordum. Bilgi - belge yönetiminin ne olduğunu açıkçası tam olarak bilmiyordum. Ama Arşivcilik bölümünün içinde Osmanlıca’nın olması İmam Hatip Lisesi için bir avantajdı. Bu yüzden de Bilgi -belge yönetimini seçtim. Maksat çalışmalar yapmak için İstanbul’da bulunmaktı. Şiir yazmak emek gerektiren bir uğraştır. Şiir yazmak hayatınıza
neler katıyor? Sizin için ne anlam ifade ediyor? Şiir tabi ki çok güzel bir şey yani herkes için, herkesin yapabileceği bir şey. Hiç şiir okumamış insan bile bakıyorsunuz bazı şiir çalışmaları yapıyor. Ama şiir Peygamber Efendimiz (s. a. v) ‘in ifadesiyle , “Sözde sihir vardır.” buyuruyor. Bu sözün sihirli olduğu dünya, şiir ve edebiyat dünyası. Açıkçası şiir sadece insanın duygu, düşüncelerini ifade etmesi ve duygusal bir mecazi aşkla yazılan sözler olarak algılamamak lazım. Çünkü Asr-ı Saadet dönemindeki savaşlarda (Cahiliye dönemindeki savaşlarda) önce şairler belagatlarıyla (şiirleriyle) savaşırdı. Hitap, hitap etme ve bunu bir silah gibi kullanma sadece o döneme de mahsus değildi, günümüze kadar hem milli duyguları, toplumun her kesimini ya da dinamiklerini ifade etme, harekete geçirme adına şiir önemliydi. Ben radyoda programcılık yaparken Efendimiz (s. a. v) ile ilgili şiirler okumaya başladım. Açıkçası beni cezbeden o şiirleri okurken aldığım haz, lezzet başka şiirlerde onu hissedemiyordum. Belki manevi bir atmosferi çağrıştırıyor. Bir süre sonra naattan başka şiir okumamaya başladım. Daha naat yazmamıştım ama programlarımda sadece Peygamber Efendimiz (s. a. v) ile ilgili şiirler okuyordum. Sonra 1999’lu yıllar depremin olduğu zamanlarda bir çalışma yapıyordum. Anlatı türünden kıyamet alametlerini anlatan bir çalışmaydı. İçeriği çok ağır olmuştu. Yumuşatmak için Efendimiz (s. a. v)’ den bahseden bir çalışma olsun istedik. Böylelikle “Faran Dağlarında Açan Sevgili” isimli şiir ortaya çıktı. Ondan sonra da bizim de hayatımızı Naat-ı Şerifler süsledi. Peygamber Efendimiz (s. a. v)’in hayatını, ona atfeden şiirleri, onun mübarek ve şerefli hayatını şiirsel bir üslupla anmaya gayret gösteriyorsunuz. Bugüne kadar yazmış olduğunuz şiirlerle insanların gönüllerine taht kurdunuz. Şiirleriniz insanların üzerinde nasıl bu kadar etkili oldu, bu etkiyi nelere borçlusunuz? Bu konunun Efendimiz (s. a. v) olmasına borçluyuz. Birincisi bu konu, muhteva Peygamber Efendimiz. İkicisi başarı, insanlara direkt olarak bir şeyler verme kastı yok. Yani siz şöyle yapın, böyle yapın
Hayatta en çok isteyip de yapamadığınız bir şey var mı? Varsa bunlar nelerdir? Hayatta en çok istediğim evet bir şey var. O da ilkokuldan sonra 3 yıl hafızlık dönemim oldu. Ama ihtilal dönemine denk geldi. Bu yüzden başarılı olamadım. Hafızlığımı tekrar yapmak ve çok güzel Kur’an-ı Kerim okumayı isterdim. Bünyamin Topçuoğlu, Ali Tel gibi Kur’an-ı Kerim’i güzel okumayı isterdim. İslami değerlerin toplumda hak ettiği hassasiyete ulaşabilmesi için İslami kesimi oluşturan sanatçıların çabaları sizce yeterli midir? Sanatçıların çabası şu şekilde olmalı; bir icra ettikleri sanat, bir de gerçek hayatları. “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” Bizim bu konuda çok dikkatli olmamız gerekli. İnsanlara söylediğimiz şeyin tersini yaptığımızı eğer insanlar görürse o zaman etkili olmaz. Ama şunu da unutmamak lazım. Sanatçı, toplumun örnek olabileceği bir evliya, bir Mürşid-i Kamil, Arif-i Billah değildir. Bazen öyle bir yanılgı oluyor. Naat-ı Şerifi çok okuduğumuz için bizi Allah dostu gibi gören insanlar oluyor. Ya o zaman benim rol yapmam gerekecek, sanki bir evliyaymışım gibi davranmam lazım ya da hiç bulaşmamak lazım. Biraz insanımızdan biraz bizden ve biraz da sanatçılarımızdan kaynaklanıyor. Bence sanatçılar sanatıyla asıl örnek alınması
gereken Rasulallah (a. s.)’ın ahlakını, özellikle bizim gibi çalışma yapanlar için söylüyorum. Örfe ve kültürümüze uygun şekilde örnekleri ön plana çıkarmak daha uygun olur. Bu tasavvuf ekollerinde geçerli değil. Çünkü tamamıyla örnek olarak devam ettirilir. Bir şahsı çok pohpohladığınız, övdüğünüz zaman yavaş yavaş onun etrafında bir cemaat oluşur. Ve o şahsın ileride ne yapacağı tam manasıyla bilinemediği için sıkıntı olabilir. Onun içinde bizim için önemli olan asıl örnek alınması gerekeni göstermekti. Gençlerin rol model alabilecekleri sanatın her dalında yeterli sanatçı var mıdır? Yoksa bu konuda ne gibi çalışmalar yapılabilir ? Şimdi bizde şöyle bir durum var. Şahsı hiçbir zaman ön plana çıkarmama gayretimiz var. Cenaze olduğu zaman fazla bekletilmeden defnedilir ya biz kahramanlarımızı da aynı şekilde çok fazla bekletmeden defnediyoruz, yani tarihe gömüyoruz. Bir insanı çok fazla översek “Bu ileride hata yapar!” kaygısı, düşüncesiyle insanlara yani sanatçılara gereken değeri maalesef vermiyoruz. Böyle olunca da sanatçının ekonomik kaygıları söz konusu oluyor. Mesela Osmanlı ‘da saraya bağlı devletin desteklediği sanatlar vardı. Bir insanın eğer geçim kaygısı, sıkıntısı varsa o zaman ürünleri, ortaya çıkarabileceği eserleri sınırlı olur. Öncelikle bu sanat anlayışında gerçekten desteklenmesi gereken insanları görürse eğer sanatçılar eserlerini her alanda çok daha iyi verir. Bu alanlarda da en azından onu takip eden insanların, hayran kitlesinin rol model alabileceği bir kişilik olabilir. Tabi kendisinin çok iyi yetişmiş olması lazım. Çünkü para varsa, sahte para da vardır. Sahteyi gerçekten ayırmakta zorlanabilir insan. Bence en önemlisi her şeyin eğitimden başlaması. Bizim İslami alanda da devletin dinimizi, insanımıza en üst seviyede öğretmesi lazım. Eğer Peygamber Efendimizi (s. a. v) sizler çok iyi tanırsanız, benim, Efendimizin ahlakını örnek almış ya da almamış olmamı sizler çok rahat anlarsınız. “Bu Peygamber Efendimizi (s. a. v) örnek almış birisi değil.” dersiniz. İnşallah bu bağlamda gerçek sanatçıların sayısı artmış olur, biz de güzel eserler ortaya koyarız.
Biz gençler, oynanan bir maç heyecanıyla “Goooolll” diye bağırıyoruz da neden aynı samimiyetle “Allah” diyemiyoruz? Bu her alanda böyledir. Çünkü dünya süslüdür, süslenmiştir ve nefsimiz bu tür şeylere meyillidir. Mesela küçük bir çocukta ritme karşı bir duyarlılık olur, vücudu sallar. Bu eğer bir ihtiyaçsa, bu ritmi siz o çocukta engellerseniz bir yerden patlak verecektir. Uygun, meşru bir ritmi o çocuğa sunduğunuz zaman oraya göre kanalize olur. Çocuk okulda eğitiliyor ama anne baba neye değer veriyorsa, çocuk ona göre şekilleniyor. İnşallah Allah’ın meşru gördüğü şeylere karşı kalbimiz meyleder. Dünyaya çok fazla meyilli bir gençliğimiz olmaz İnşallah. 15 Temmuz Şehitlerimiz ve Şehit Ömer HALİSDEMİR'le ilgili yazıp okumuş olduğunuz 30 kuş şiiri, kuşkusuz hepimizin yüreğinde taht kurdu. Bu kadar güzel bir şiirin nasıl oluştuğunu bizimle paylaşır mısınız? Bu konuda çok soru soruldu ve hep aynı ifadeleri kullandım…“Onlar destan yazdı biz okumaya çalışıyoruz” 15 Temmuz’da bütün milletimizin adeta beyni durdu, durduruldu. Ben özellikle kendim için söylüyorum. Ben bu beyinle, bu kalple, bu şiiri yazabilecek ne durumdaydım psikolojikmen ne de buna hazırdım. Fakat 15 Temmuz’dan sonra 15-16 gün geçti, içimde adeta şiirin yazıldığını hissettim. Ben sadece kalemi elime alıp kağıda dökerken, yazılmış bir şiiri kağıda döküyordum. Sonunda 30 Kuş şiiri ortaya çıktı. O gece 240 insana şehadeti nasip eden kudret, bunların destanının da millet tarafından bilinmesini murad etti. Herhalde biz de bu konuda biraz istekliydik. Biz de memur edildik adeta. Kim olsaydı, kimin kalbine düşseydi o yazacaktı yani bunu. Onlar destan yazdı biz okumaya çalışıyoruz. Bizleri kırmayıp zamanınızı ayırdığınız için dergimiz Mihrab ve ekibimiz adına yürekten teşekkür ediyoruz. Yeni çalışmalarınızı da heyecanla bekliyoruz. Ben teşekkür ediyorum. Allah sizin gibi donanımlı İmam hatipli gençlerin sayısını artırsın İnşallah….Allah’a emanet olunuz..
MİHRAP
diye didaktik bir şiir anlayışı yok. Peygamber Efendimiz (s. a. v) bunu yaptı siz de bunu yapın gibi karşıdaki insana emri vaki türünden bilgileri şiirlerde vermedik. Açıkçası bizi dinleyen insanlar üçüncü bir şahıs olarak dinlediler. Peygamberine seslenen bir ümmeti izler gibi izlediler. Dolayısıyla da bu etkili oldu. İnsanların hiçbirine şunu yapın demedik şiirlerde. Üçüncüsü de ben şiirde olmamaya çalıştım. Sadece Efendimiz (s. a. v)’in hayatını andım. Anarken Dursun Ali Erzincanlı şiirin hiçbir yerinde olmadı. Bu da büyük bir başarı oldu. Mesela “Ben Böyle Olmamalıydım” türünden şiirler, onlar da güzel ama bir “Kırk Yaşındasın”, “Bedr” kadar etkili değil. Çünkü “Kırk Yaşındasın” ya da “Bedr” de Dursun Ali Erzincanlı yok. O sanki bir film izler gibi. İnsanlar dinliyor. Hani yönetmen senarist olmaz ya filmde, sadece konu var.
39
Gönülden İsteyince Oluyormuş! Nimet Büyükmutlu |
Gönülden İsteyince ! ş u m r o y Olu Niğmet Büyükmutlu
NIMET BÜYÜKMUTLU 12-E
E
Recep Tayyip Erdoğan da girmişti. Biz de biraz daha dışarıda bekledikten sonra gönüllerin devası olan, İlah-i Aşk’ın huzuruna davet eden ezan okunmaya başlamıştı ve namaz kılmak için camiye girdik. Sonra Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız Camiye giriş yaptılar, çok heyecanlanmıştım. Namazımı kılıp, Yüce Rabbime dua ettikten sonra caminin bahçesine çıktım ve Murat abimin beni aramasını bekledim. O kadar heyecanlıydım ki soğukta ellerimin sızladığını çalan telefonumla hissetmiştim. Arayan Murat Abimdi “Nimet hemen caminin giriş kapısına gel” diyordu. Caminin önüne gittim ve içeri girdik. Cumhurbaşkanımızın camiye giriş yaptığı kapıya doğru ilerlemeye başlamıştık, caminin içinden geçerken çok gururlanmış, orada birliği, beraberliği kalben hissetmiştim. Millet ile iç içe olan, bu millete gönül vermiş, halkını candan seven Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar
n büyük hayalim Cumhurbaşkanımızı görmek, onunla konuşmak ve “Allah sizden razı olsun” demekti. Ve bunun için çok uğraşmıştım. Her Kayseri’ye gelişinde havaalanına gidip onu karşılardım; fakat her defasında uzaktan görüp yanına yaklaşamamış, onunla bir tek kelime dahi konuşamamıştım.
MİHRAP
Geçen sene şehrimizi ziyarete geldiklerinde soğuk havada 8 saat beklemiş, fakat bütün uğraşlarımıza rağmen konvoy durmamış, içimde buruk bir acı hüzünle eve dönmüştüm; ama yine de onu görme ve konuşma azmimden vazgeçmemiştim. Her defasında olsun, yine de “Ben Cumhurbaşkanımızı göreceğim inşallah” diyordum.
40
Sonunda Rabbimin izniyle hayallerimin gerçekleşebilme ihtimalinin yüksek olduğunu hissettiğim bu yolculuğa (Ankara’ya gitmeye) karar vermiştik. 26 Ocak günü havanın yağışlı olmasına rağmen yola çıktık,4 saatin sonunda Ankara’ya ulaşmıştık. O gün teyzemin evinde kaldık. Herkes uyumuştu, ama ben içimde durmadan taşan bir heyecanla sabaha kadar uyuyamamıştım. Daha sabah ezanı okunmadan bütün aile fertlerini büyük bir coşku ile kaldırdım. Yerimde duramıyordum, içim içime sığmıyordu. Cumhurbaşkanımızı görmeye gideceğimiz için kahvaltımızı yapıp hemen yola
çıktık. Gidiyoruz fakat yolun uzunluğu bitmiyor, gittikçe uzuyordu sanki yollar. Külliye’ye yaklaştıkça heyecanım daha da artıyor ve katlanarak artmaya devam ediyordu. Sonunda Külliye’ye gelmiş ve Beştepe Millet Camii’ne girmiştik, daha sonra dayımın araması üzerine dışarı çıktık ve Cami’nin karşısındaki Kongre Merkezi’nde geçtik. Buraya, nerdeyse bütün Bakanlarımızın gelmiş olduğunu görünce, heyecanım iyice artmıştı. Ardından beklenen an gelmiş ve kongre merkezine Cumhurbaşkanımız
ve Milletvekillerini görmüştüm. Orada milletiyle kol kola, omuz omuza, koskoca eşsiz bir Devlet gördüm… Cumhurbaşkanımızın Cami’ye giriş yaptığı kapıdan içeri girerek orada beklemeye başlamıştık ve beklenen an gelmiş Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan kapıdan içeri girmişti. Ayağımızda ayakkabılarımızı göremeyen Cumhurbaşkanımız “Bu ne ya altınız şişhane üstünüz tophane nerede ayakkabılarınız?” diyerek gülüm-
sedi. Ben de Camiye girerken ayakkabılarımızı dışarı kapıda çıkardığımızı ve heyecandan elimize almayı unuttuğumuzu söyledim. Hemen eğilip Cumhurbaşkanımızın elini öptüm. O sırada Başbakanımız Binali Yıldırım ve geçen dönemki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız Taner Yıldız da gelmişti. Taner Yıldız Bakanımız orada beni tanıdığını söylediğinde Cumhurbaşkanımız çok şaşırmıştı. Bu arada söylemeyi unuttum resimle aram çok iyidir, uzun zamandır da Cumhurbaşkanımızın resimlerini çiziyordum ve bu resimleri de beraberimde götürmüş ve kendisine takdim etmiştim. Cumhurbaşkanımız, onları kendisine takdim ettiğimde çok beğendi hatta çizimimin biri yarımdı tamamlayamamıştım, bunu görence gülümseyerek “Bu sanki daha güzel olacak gibi” dedi ve imza attı çizimlerime. Daha sonra, Cumhurbaşkanımız ileride hangi mesleği düşündüğümü sordu. Benim heyecandan elim ayağım titriyor ve heyecandan cevap veremiyordum. Murat abim “Nimet Polis Özel Harekatçı olmak istiyor Cumhurbaşkanım” deyince, Cumhurbaşkanımıza boyumun Polislik için uygun olmadığını söyledim. Cumhurbaşkanımız gülümseyerek “Binali Bey Kayseri’de pastırmaları sündürdükleri gibi Nimet’i de pastırma gibi sündürelim” dedi ve hep birlikte gülümsedik. Cumhurbaşkanımız o kadar içten ve cana yakındı ki. Cumhurbaşkanımız “İnşallah kazanır, polis olursun Nimet” dedi. Benim için en güzel duyguydu böyle bir büyüğümün duasını almak. Cumhurbaşkanımız bana sarılmıştı ve sanki dünyalar benim olmuştu. Türkiye’de yaşadığım ve böyle bir Cumhurbaşkanımız olduğu için kendimi çok şanslı hissediyordum. Tüm bu güzellikleri nasip eden Rabbime içten bir hamd ederek gülümsüyordum. Şimdi ben dualarımın, aminlerimin kabul oluşunu izliyordum. Cumhurbaşkanımız bana Ankara’ya neden geldiğimi sormuş, ben de “sırf sizi görmek için geldim” deyince şaşkın bir biçimde “hadi ya cidden mi?” demişti.
Ben Rabbimden çok istemiştim ve Rabbim nasip etmiş, Cumhurbaşkanımızı ve Başbakanımızı görmüştüm. İnşallah isteyen herkes de görür. Bu arada unuttum söylemeyi, Cumhurbaşkanımız İmam Hatipli olduğumu duyunca çok mutlu olmuş ve sevmişti beni. Hani hep diyoruz ya “İMAM HATİPLİ OLMAK AYRICALIKTIR” diye gerçekten ayrıcalık. İmam Hatip’in “gurur” olduğunun bilincinde olarak, okulumuzun adını kirletecek söz ve davranışlardan uzak durarak “İMAM HATİPLİ” kimliğimize siyahları değdirmeyelim değdirtmeyelim. Unutmayalım, bugün Ülkemizin Cumhurbaşkanı bir İmam Hatipli ve geleceğin siyasetçileri, bürokratları, büyük iş adamları belki de bizler olacağız. İçinde bulunduğumuz durumun idrakinde ALLAH (c. c) kelamı konuşulan nice İMAM HATİP okullarının değerini bilerek ve özveri ile çalışarak İmam Hatip’in ayrıcalığı içerisinde sağlam adımlarla bu yolda hep birlikte ilerleyelim inşallah... Vesselam...
Bu arada Başbakanımız “Neden polis olmak istiyorsun?” diye sordu ben de içimde bir türlü durduramadığım heyecanımla “Vatanım için Başbakanım” diyebildim. Çünkü karşımda kendini vatanına adamış bir adam (Recep Tayyip ERDOĞAN) duruyordu ve Başbakanımız da “İnşallah Polis Özel Harekatçı Nimet Hanım olursun” demişti. Bu sözler karşısında öyle sevinmiştim ki sanki bir çocuğun eline oyuncak verilmesi gibiydi mutluluğum.
Yani demem o ki gönülden isteyince, insan Rabbine tam bir teslimiyetle azim ve kararla ilerlediğinde O’nun “Künfeyekün” demesi yeterli olur tüm kilitlere.
MİHRAP
Cumhurbaşkanımız “Yine görüşmek ümidi ile Allah’a emanet olun” dedi ve gittiler. Biz de Cami’den çıkmıştık ve ben hala olayın şokundaydım, heyecandan ellerim ayaklarım titriyor ve içim içime sığmıyordu; çünkü 20 dakika önce Dünya Lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın yanındaydım ve bu benim için çok güzel, çok özel bir anı olmuştu.
41
Biraz da Osmanlıca |
MİHRAP
BİRAZ DA OSMANLICA
42
43
MÄ°HRAP
Halep'in Enkazında Kaldı Çocukluğum Sünbül Altıntop |
Halep'in Enkazında Kaldı Çocukluğum
MİHRAP
SÜNBÜL ALTINTOP A-12-G
44
abah yine erkenden uyanmıştım. Çünkü babam işe sabahın erken saatinde gidiyordu ve ben geç kalktığım zamanlarda onu göremiyordum. Bu yüzden sabahları canım babamı görmek için erken kalkıyordum. Alışmıştım erken kalkmalara... Her sabah benim saçımı okşar, öperek çıkardı evden babam. Yüzündeki kocaman tebessüm benim küçük kalbimi sevgiyle kaplardı. Bugün geç uyanmış, babamı görememiştim ve çok üzülmüştüm. Akşamları zaten çok vakit geçiremiyorduk. O gün canım annem mutsuz olduğumu anlamış ve ben mutlu olayım diye en sevdiğim yemeği yapmıştı. Annem yavaş yavaş sofrayı hazırlamaya başlamıştı. Anneme: “Anne babam daha neden gelmedi, gecikmedi mi ?” diye sordum. Annem: Evet biraz gecikti ama gelir yavrum merak etme, hadi gel sen yemeğini ye acıkmışsındır. dedi. İçim bir garipti, daha önce böyle bir şey hissetmemiştim. Ağlamak istiyordum. Yemeğimden birkaç çatal aldıktan sonra anneme dönerek, “Sen neden yemiyorsun?” dedim. Annemde: ‘Ben babanla yerim yavrum sen ye hadi’ dedi. Birkaç lokma daha aldıktan sonra kalktım masadan. “Neden yemedin yavrum, sevmedin mi yoksa ?” dedi annem. Yüzüme bir tebessüm kondurarak: “Sen yaparsın da biricik kızın yemez mi ?” dedim. Pencerenin kenarına geçip dışarıyı seyretmeye başladım. Babam neredeydi, neden gelmemişti? Canım çok sıkılmıştı. Odama geçip resim yapmaya karar verdim. Bu resimde ailemizi çizecek ve babama hediye edecektim. Resmimi bitirdikten sonra içeriye geçtim. Annem haberleri izliyordu, beni görünce televizyonu kapattı. Benzi solgun görünüyordu. Eliyle yanına vurarak gel işareti yaptı. Kocaman sarılarak öptü yanaklarımdan, ben de onu öptüm ve sonra dizlerine yattım. Annem saçlarımı okşamaya başladı. Yüzündeki kocaman tebessümle bana bakıyordu. Yüzündeki tebessüm güvenin adresiydi sanki. Yavaş yavaş uykum gelmişti ama babam hala yoktu. Babam daha önce hiç bu kadar geç kalmamıştı. Neredeydi? Aklım hala babamdayken göz kapaklarım yavaş yavaş kapanıyordu. Sabah ezanıyla açmıştım gözlerimi yeni bir güne. Ezan bittikten sonra yatağımdan kalkarak odanın çıkışına doğru ağır adımlarla ilerledim. Annem çoktan
abdest almış ve namaz kılmak için hazırlanıyordu. Dikkatle annemi izliyordum. Annem namazlarını hiç aksatmaz ve sık sık KUR’AN -I KERİM okurdu. Namazın, Yüce Yaratan, En Sevgili ile buluşma, dış dünyadan soyutlanma olduğunu söylüyordu ve onun bu sözleri davranışlarına da yansıyordu. Namaz kılarken dış dünyadan soyutlanmış, ruhunun ait olduğu derinliğin içinde gibiydi. Öylesine teslim öylesine huşu ile... Nihayet annem namazını bitirmiş, sevgi dolu gözlerle, içten bir tebessüm ile bana bakıyordu. Ama sanki ne kadar tebessüm etse de gözlerinde hüzün var gibiydi. Ben de tebessüm ettim ve bir anda aklıma
babam geldi. Hemen odaya koşup babamı da sabah namazına kaldırmak istiyordum. Odaya girdiğimde babamın olmadığını gördüm. Geri annemin yanına gelerek: “Babam nerde anne, neden hala yok? “dedim. Annem başımı okşayıp tedirgin bir şekilde: “İşi uzun sürmüş olmalı mutlaka gelir, o biricik kızını görmeden yapabilir mi ?” dedi. Annemin sözlerinin bitmesi üzerine kafamı sallayarak onayladım. Bu sırada kapı çalındı ve ben koşarak kapıyı açtım. Gelen kişi babamın en yakın arkadaşı ve adaşı Abdullah Amca’idi. Şaşkınlığın verdiği tepki ile bir anda anneme döndüm. Annemin gözlerinde hüzün ve korku dolu bir ifade vardı. Annem kapıya yaklaştı ve tek bir söz çıktı ağzından, babamın adı: “Abdullaaaah!” dedi ve
olduğu yere dizlerinin üzerine çökerek ağlamaya başladı. Annem neden ağlıyordu ki? Yanına vararak küçük ellerimle gözyaşlarını sildim. Babama bir şey mi olmuştu. Evet, evet bir şey olmuş olmalı. Yoksa annem neden ağlasın ki? Abdullah Amca’ya dönerek: “Hani nerde babam ?” diye acı dolu bir sesle sordum. Aldığımız cevap “Dün geceki çatışmada şehit düştü kardeşim. Başımız sağ olsun yenge “idi. Sözler beynimde uğulduyordu bir rüzgârın fısıltısı gibi. Boşluk içinde hapsolmuş gibiydim sanki. Adımlarım geri geri gidiyordu, böylesine korkunç bir haberden, böyle bir olaydan kaçmak istiyordu belki kalbim. Olduğum yere çöktüm. Gözyaşlarım acıma
eşlik ediyordu. Her zaman içten bir gülüşü ile kalbimi fetheden, beni öpüp, başımı okşayarak seven babam neredeydi? Bir daha benimle vakit geçirip okşayamayacak mıydı saçlarımı? Ne zaman üzgün olsam veya korksam babamın ellerini tutar bir kalkan gibi güven hissederdim. Şimdi korktuğumda ya da üzgün olduğumda babamın ellerini tutamayacak mıydım? Onunla beraber gidemeyecek miydim parka? Ne zaman parka gitsem babam salıncakta sallardı beni. Sallanmayı çok sevdiğimi bilir ve moralim bozuk olduğunda sallardı beni. Sallanırken tüm üzüntülerimin saçılıp beni terk ettiğini düşünür, mutlu olurdum. Babam beni biraz daha hızlı salladığında uçan bir kuş
MİHRAP
S
45
gibi hissederdim kendimi. Ama babam yoktu ve ben “tutsak bir kuş”tum.
MİHRAP
Babamı defnedeli bir hafta olmuştu. Babamın acısıyla acımıza yeni acılar eklenmeye devam ediyordu. Halep bomba yağmuruna tutuluyordu. Korkunç ateş ve bomba sesleri sessizliği yarıp geçiyordu. Karanlık şiddetle çökmüş, ateş evlerden önce yüreklere düşmüştü. Birçok ev harap olmuş, fazlasıyla can kaybı yaşanmıştı. Kimi doyamadığı yavrusunu, kimi biricik annesini, kimi annem gibi hayat arkadaşını, kimi ise benim gibi babasını kaybetmişti. Umutların ardında kalan acı hengâmeler, gözyaşlarını sel ediyor, bir akıntıda sürüklüyordu mazlumları. Aileler enkazın altında kalmış olan ‘CAN’larını kurtarmak için çabalıyor yarım yamalak nefesle sessiz çığlıklarını haykırıyorlardı. Burası Halep’ti! Savaşla beslenen hüzünle, yedisinden yetmişine gözleri yaşlı, yüreği dağlı, zifiri karanlıklar ardında kalmış mazlumların harabesi, penceresiz duvarların ta kendisi, acı, kan, gözyaşı terimlerinin iç içe geçtiği yer burası. İnsan canlarının bir hiç gibi harcandığı, umutların elinden alındığı, korkuların esir ettiği yıkık çocuk bahçesi… Burası Halep!
46
Annem yanına küçük bir valiz alarak kaçmamız gerektiğini söylüyordu. Korkuyordum hem de çok korkuyordum, annemle apar topar çıktık evden. Korku dolu gözlerle etrafa bakıyor, bir yandan da seri olmaya çalıştığımız adımlarla ilerliyorduk. Sokağın köşesinde asker görünümlü zalimler, arabanın içinde ve bazısı da arabanın üstünde, ellerinde silah ile bulunduğumuz yere doğru geliyorlardı. Annem korku dolu gözlerle bana baktı ve hemen elimden tutarak bir binanın girişine saklandık. Annem eliyle sessiz ol işareti yaptı ve bir yandan gözleri kapalı bir şekilde hızla dualar ediyordu. Hain askerler bizi görmeden geçtiler ve sokakta biraz bekledikten sonra silah sesleri yankılanmaya başlamıştı. Bir anda askerin biri silahı bize doğrulttu. Annem ve benim çıkmamızı işaret edercesine bir hareket yaptı. Fakat çıkmamıza fırsat tanımadan annemi kolundan tutarak ve beni de alarak dışarı çekti. Çok korkuyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Biz de insanların olduğu sıraya geçmiştik, annem ile birbirimize sarılıyorduk. Bir anda silah sesi duyuldu. Gözlerim etrafı
taradı ve bir noktada dona kaldı. Hain askerlerden biri bir kadını vurmuştu. Ve vurulan kadının başucundaki çocuk hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Askere karşı küçük ellerini yumruk yapmış vurmaya çalışıyordu. Asker, çocuğu iterek tekmeleye başladı ve diğer tarafa doğru ilerledi. Önüne gelene sıkıyordu delirmişçesine,
gözlerini anne. Ne olur kalk yerden, yer çok soğuk üşürsün. Kalk annem gidelim buradan korkuyorum. Tut ellerimi gidelim annem. Hadiii!” diye ağlıyordum. Korku ve hüzünlerim birleşmiş birer birer gözyaşlarımdan dökülüyordu. Annem de mi beni bırakıp gitmişti? Saçlarımı şefkatle tarayan, her gün öperek gülümsemesiyle
Her zaman içten bir gülüşü ile kalbimi fetheden, beni öpüp, başımı okşayarak seven babam neredeydi? Bir daha benimle vakit geçirip okşayamayacak mıydı saçlarımı? Ne zaman üzgün olsam veya korksam babamın ellerini tutar bir kalkan gibi güven hissederdim. Şimdi korktuğumda ya da üzgün olduğumda babamın ellerini tutamayacak mıydım? büyük bir nefret ile halka ateş ediyordu. Yüzünde pis kahkaha akan, gözlerinden nefret ışığı saçan uzun boylu, adına asker denilen vicdan yoksunu kişi, silahı bir anda anneme doğrulttu. Annem ellerimi sımsıkı tuttu ve bana dönerek: “Seni seviyorum biricik kızım. Ben her zaman seninleyim, sakın korkma.”dedi. Ve şahadet getirmeye başladı. Sonra o korkunç ses bir kez daha çınladı kulaklarımda. Anneme baktım, yerde kanlar içinde yatıyordu. Sımsıkı sardığı elleri, ellerimi bırakmıştı. “Anneeeee!” diye bağırmaya başladım. “Aç
beni okula yolcu eden “Allah’a emanet ol yavrum.”diyerek Rabbime emanet eden ayaklarının altına cennet serilmiş annem beni bırakıp nereye gidebilirdi ki? Hayır, hayır! Anne evladını bırakabilir miydi? Yavrusu için çabalamaz mıydı, kanının son damlasına kadar? Savaşın tufanı büyük bir kasırga oluşturmuştu can hanemizde. Kaç saat kalmıştım bilmiyordum annemin başucunda. Beynim uğulduyordu. Hiçbir şey düşünemez hale gelmiştim. Ruhum bedenime, düşüncelerim beynime ağır geliyordu. Her şey sessizliğe bürünmüş
Eski evimize gidip bir battaniye aldım. Çıkarken babam için yaptığım resim geldi aklıma. Hemen odaya koşarak resmi aldım ve katlayarak cebime koydum. İçeri salona geçtim. Babamla annemin resimleri vardı çekmecede onları da aldım, önce doya doya baktım sonra öperek diğer cebime koydum. Gözyaşlarım benden bağımsız akmaya başlamıştı, durmuyordu, durduramıyordum. Son kez ve uzun uzun mutlu ve beraber geçirdiğimiz evimize baktıktan sonra artık gitmem gerektiğini anladım. Hava kararıyordu ve ben tek başıma daha önce hiç evde kalmamıştım. Hızlı adımlarla çıktım evden. Annemin yanına vararak battaniyeyi örttüm yüzünden ayaklarına kadar. Boş gözlerle etrafı inceliyordum. Bir an göz göze geldik onunla. İçindeki acının tarifi gözlerinden kalbime akmıştı ve ben bunu tüm benliğimle hissetmiştim. Derin derin bakıştık. Anlamaya çalıştık bir anda alt üst olan hayatımızın sebebini; ama cevap bulamadık. Küçüktük belki de bu yüzden anlamadık neler olduğunu. Yavaş adımlarla birbirimize ilerledik. Sımsıkı sarıldık. İki minik kalbin birbirine şefkatle kucaklayıp güven duymak istemesiydi belki de bu sarılış. İki çocuktuk şimdi. Umudu elinden alınmış iki çocuk. İki masumane yitik çocuk… Acıkmıştım biraz etrafta gezinmeye başladım. Ama yemek bulamamıştım. Artık yorulmuştum ve annemin cesedinin yanına vararak kıvrıldım. Göz kapaklarım ruhumun yorgunluğunu daha çok taşıyamıyor ve kapanıyordu yavaş yavaş. Gözlerimi açtığımda şafak çoktan sökmüş sabah olmuştu. Annem hala yanımdaydı. O bana gülümseyen gözlerini göremesem de... Sımsıcak elleri, ellerimi tutamasa da. Yumuşacık huzur dolu sesiyle masallar okuyup, “Güzel kızım “diyemese de cesedini bile görmek bir nebze de olsa korkumu gideriyordu. Gözlerimi annemden ayırıp etrafta gezdirdim. İnsanların acısı aynıydı. Ruhu can çekişen gözlerinde “yardım çağrısı “yaşların sel olduğu feryatlar vardı. İki gündür açtım. Yiyecek bir şey bulamıyordum. Bir kaldırımın kenarına oturdum.
Minik ellerimle ısınmaya çalışıyordum. Bir anda bir insan topluluğu dikkatimi çekti, kümeler halinde ilerliyorlardı. Ben de yavaşça kalktım ve onlara katıldım saklana saklana. Uzun bir mesafe kat ettikten sonra tel örgülerin diğer tarafında bizlere gülümseyen askerler vardı. Bu askerler diğerlerinden çok farklıydı. İnsanlar koşarak onlara gidiyordu. Bende koştum ve tel örgülerin diğer tarafına geçtim. Biranda ayaklarım yerden kesilmişti. Kafamın kaldırdığımda bir abla gözlerimin içine bakarak: “Biz Türküz sizlere yardım etmeye geldik, korkma canım “diyordu. Sımsıkı sarıldım ablaya küçük kollarımı onun boynuna doladım. Ve yeniden ağlıyordum. Abla da bana sımsıkı sarılmıştı. O da ağlıyordu. Annemin gözyaşlarını sildiğim an geldi aklıma. Ablanın yüzüne uzandım ve onun da gözyaşlarını sildim. “Ağlama abla “dedim. Bu kez daha sıkı sarıldı ve “Ağlamıyorum birtanem “dedi. Yüzüne zoraki bir tebessüm kondurdu. Bir arabanın içine oturtup “aç mısın?” diye sordu. Başımı salladım “iki gündür açım “dedim. Bir çantanın içinden bana bir kaç yiyecek verip karnımı doyurdu. Bir saat kadar sonra araç hareket etmişti. Bir anda korktum. Annem geldi aklıma. Annemi çok ama çok özlüyordum. Ne yapacaktım onsuz? Mezarı nerde, onu bile bilemeyecektim buradan gidersem. Bir anda ‘İnmek istiyorum annem orada kaldı’ dedim. Asker abi , “Merak etme annen seni görüyor o hep seninle “dedi. Arabanın camına kafamı yaslayarak boş gözlerle dışarıyı seyretmeye başladım. Veda etme zamanı çoktan gelmiş geçiyordu belki de. Vedalar artık sırasını bana devretmişti. Her şeye veda etmeliydim. İlk önce anneme ve babama… Şimdi gidiyorum annem şimdi gidiyorum babam. Artık sizleri göremeyeceğim bu üç günlük dünyada; ama inşallah Rabbim bizleri cennetinde buluştursun. Babacım seninle anılarımızı, gülüşlerimizi unutmayacağım. Annem mis gibi yaptığın yemeklerin tadı hala aklımda. Bana içten bir tebessümünüz hala kalbimin derinliklerinde. Sevginiz hala yüreğimin çocuk bahçesinde. İnşallah bir gün geri döneceğim. Arabanın camına daha çok yaslanarak anıların birer birer gözlerimin önünden geçmesine izin verdim. Sallandığım
salıncaklar, oynadığım oyunlar, anılar biriktirdiğim sokaklar, beraber büyüdüğüm çocukluğum şimdi hepsi ardımda gözü yaşlı bana el sallıyordu. Acının derininde, hüznün fırtınasında kalakalmışlardı. Onlarında benimle birlikte gelmesini çok istiyordum. Ama bavulumda yeteri kadar yer yoktu. Bir tek umudum sığabilmişti o bavula zar zor. Çaresiz hissediyordum. Sahi neydi çaresizlik? Haykıra haykıra duyurmaya çalıştığın çığlıkların ıssız bir sessizliğe mi dönüşmesiydi? Sevgi ile büyümen gerekirken dünyanın zalimleştiği savaş penceresinden bakarsın gül saçılı hayallerinin sokaklarına. Ve sen ne zaman olgunlaşırsın, anlarsın hayatın tozpembe olmadığını? Bu gül saçılı sokakların kan ve cesetlerle saçılı olduğunda... Ben büyüdüm, hem de bir kaç gecenin içinde büyüdüm. Daha doğrusu savaşın pençesinde büyümek zorunda kaldım bu küçük yaşımda. Her şey bir anda değişmişti. Anlayamamıştım tüm bu karanlık nasıl çökmüştü mavi gökyüzüme. Sabahları neşe ile uyandığım uykum olmayacaktı artık. Umutlarımda barındırdığım mutluluk yabancı olmuştu bana. Uykum kaçmış gitmiş yerini korku dolu bomba tüfek seslerine bırakmıştı. Gülüşüm uzak diyarlara yol almıştı şimdi. Arkasında hatıra diye gözyaşları bırakmıştı bana. Bak! Büyümüşüm değil mi? Bir zamanlar güvenle oynadığım sokaklardan şimdi korka korka kovalıyordum çocukluğumu. Yemek kokularıyla acıktığımız mis gibi anne yemekleri artık yerini kan ve ateş kokusuna bırakmıştı. Biz hayata karşı doygunluğun zirvesindeydik şimdi. Düşüncelerimden zoraki sıyrılarak ablaya doğru döndüm ve kulağına eğilerek: “Nereye gidiyoruz?” dedim. Gülümseyerek: “Türkiye’deyiz, güvenli yerdeyiz! “dedi. Annemi orada bırakmak istemiyordum. Ablaya sımsıkı sarılmış ‘Anneee’ diye ağlıyordum…
MİHRAP
sanki ağlayışlarımıza eşlik ediyordu tüm dünya. Annemin solgun ve cansız yüzünden bir kez daha öptüm.
47
Vedalar Zamansızdır Eda Lekesiz |
Vedalar Zamansızdır EDA LEKESIZ 12-İ
V
MİHRAP
eda tecrübeye dökülmediği zaman anlamsız bir kelimeden ibarettir. Gerçi bunu tecrübe edinip anlamlandırmak isteyen çok fazla insan olduğunu düşünmüyorum. Bu kelimenin manasının bilinmemesi gerektir belki de bazen. Vedalar aslında yaşananlara “hoşçakal” demektir, hoşça kalmalı! Çünkü insanlar çaresiz kaldıklarında anılara sığınırlar. Anıların geldiği yeri hasret terk eder. Hani diyor ya Cemal Safi “Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle”. İşte veda kahkahaların sustuğu yerde beklemektir. Gözyaşlarının ve anılarını konuşmaya başladığı yerde kahkahalar sukut eder.
48
Gitmeler, gitmeler... Gidenin arkasından insanın canını yakan el sallayışlar. Anlam veremediğin belki de birikmişliğin yaşanmışlıkların hatırlanışının bir simgesi olan tebessümler. Gözyaşları gözlerden akan çaresizliğin taneleri. Geçmiş olur ama hiçbir zaman geçmez, geçen tek şey zamandır. Zaman her şeyin ilacıdır derler. Fakat kader hüzün ağlarını örmüştür bile. Artık o ağdan ne kaçış ne de kurtuluş vardır. Ya da bilmediğimiz bir yolu vardır kaçmanın. Sabrın hüzünle kardeş olması gibi mesela. Çıkmaz bir sokağın girift yollarında
dolaşan bir gölge gibi yaşamaktı bu duruma alışmak. Alışılır mıydı aslında bu duruma bunu da bilmiyorum. Susmak, ben olmak, bazen özlemeye direnmektir. Susarsın bazen ya da hep. Susarsan anlatamazsın ki sen seni. Ama yok belki anlar karşında ki senin sessizliğinin sesini. Ve eğer birine veda etmeyi yakıştıramayacak kadar önemliyse o kişi, vedalar senin için imtihandır. Vedaların zamanı olmaz! Olsaydı zaten bir plan tasarı olurdu. Vedalar gelişi güzel gerçekleşir. Gerçi gelişi gerçektir; ama güzel midir? Bunun da adını koymak gerekir. O gider sonra her şey herkes o, olur. Kimi zaman insanlık onunla anlam kazanır. Fakat o dahası da vardır der. Dahası da ileride yaşanacakların ve hissedeceklerindir. Ne diyor Üstad “Yürü gölgen seni uğurlamakta /küçülüp küçülüp kaybol ırakta/ yolu tam dönerken arkana bak da / köşede bir lahza kalıver gitsin” Demek ki adını söylemekle dudaklarımızın mühürlendiği o kelime dokunmuştu üstadın teline de yaşanmışlıklarının arasın da yer almış...
Kimse son vedanın ne zaman olacağını bilemez, o yüzden sevdiklerimizden güzel ayrılmaktır belki de önemli olan. Belki de daha da önemlisi gidenin, ardında kalanların aklından geçtiğinde el pençe divan durarak tebessümle karşılamaktır.
de gidenin değeri kaldığı sürede anlaşılmamıştır. Aslın da ölümsüz mutluluk bu değerin anlaşılmasında saklı. Çoğu zaman insan kendini bırakıp gitmek istiyor bu ayrılık senaryosunda daha fazla yer almamak için. Şair Orhan Seyfi’nin dediği gibi “Hani ey gözlerim bu son veda yolunu kaybeden yolcunun dağda birini çağırmak için imdada yaktığı ateşi yakmayacaktın.” Kimse son vedanın ne zaman olacağını bilemez, o yüzden sevdiklerimizden güzel ayrılmaktır belki de önemli olan. Belki de daha da önemlisi gidenin, ardında kalanların aklından geçtiğinde el pençe divan durarak tebessümle karşılamaktır. Unutma her gidiş bir ayrılık değildir. Çünkü ne kadar uzağa gidersen git yüreğin daha bıraktığı yerdedir. Vedalar açıtsa da bazen gitmek gerekir. Demek ki neymiş bazen yıldızlar bakar insanlar kayar hayatımızdan...
MİHRAP
Gitmek ne acımasız bir kelimedir. Ünlemleri takarcasına peşine. Vedalar acımasızdır; aması maması yoktur. İşte bu yüzden insanlar gitmelere, zamansız vedalara alışmak için savaş verir.. Galibi olmayan bir savaştır bu. Bu savaştan sadece mağlup ayrılmak vardır soğuk bir savaştır. Çünkü mağlup etmeye çalıştığın bir ben vardır. İçinde verdiğin bu mücadele de duygulanır mumyalanır adeta. Özlemek duygusuna kırbaç vurursun vurursun ki canı yansın ve artık dursun diye. Gitmeye yaklaşırken attığı her bir adım senin için gitme kal nidalarının yükselişidir. Daha sonraları anladım çaresizliğin ateşten daha tehlikeli olduğunu… Ateşi söndürebilirsin ama çaresizlik elini uzatmak fakat hiç uzanamamaktır. Çaresiz olmak mı, yoksa çarenin siz olması mı, İnsanı çıkmaza sokar? Peki ya giden, gitmek zorunda kalan da çaresizce çare olabilir mi çaresiz birine. Düşünürsün bazen sadece düşünürsün yaşananları ve eğer bu veda hayatla bir araya gelip gerçeklere dökülmemiş olsaydı, yaşanacaklara canın yanar, sonra bu yangın seni yakar. Ya da sandığımız kadar uçurumun kenarında olmak değildir veda. Belki de veda ölümsüz bir mutluluktur. Belki
49
Cemil Meriç’le (Hayali) Mülakat Nihan İmamoğlu |
CEMİL MERİÇ’LE (HAYALİ)
MÜLAKAT
MİHRAP
NIHAN İMAMOĞLU / 2016 Mezun
50
Cemil Meriç kim? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Aileniz, hayatınız. Kimim ben? Hayatını Türk irfanına adayan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi. 12 Aralık 1916’da Hatay’da doğdum. Ben hep itilip kakılmışım. Düşman bir dünyada dostsuz büyüdüm. Çocukluğum, yaşıtlarımdan hep ayrı kitaplarla geçen dönem. Babam çeşitli mihnetler yüzünden hayata küsmüş eski bir yargıç. Az konuşan, çatık kaşlı, karakterine akıl erdiremediğim bir insan. Annem bu yabani dünyada aşinası olmayan hasta bir kadıncağız. Silik, mızmız. Hayatım bir trajedidir. Birinci perde evleninceye kadar geçen zaman: yıldızsız,
Allahsız, cıvıltısız, katran gibi bir gece. Vıcık vıcık ıstırap. Birkaç şehri fethe yeten enerji yel değirmenlerine saldırmakla harcanır. İkinci perde izdivaçla başlar. Daha büyük, daha derin, daha uzun acılar. Fakat vahaları olan bir çöl bu ve göğü yıldızlarla dolu: çocuklarım, kitaplarım... Büyük bir okuma aşkınız var. Dönem dönem paranızın çoğunu kitaplara yatırdınız. Yeri geldiğinde kitabı ekmeğe tercih ettiniz. Üzülerek ifade ediyorum ki kitap almak şöyle dursun elde olan kitapları dahi okumaktan uzaklaşıyoruz. Okumak ve kitap nedir Cemil Meriç için? Kitap bir limandı benim için. Kitaplarla yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taş-
dili değil, düşünce ve hassasiyetin girift dünyasını da zenginleştiren bir fetih. Balzac tercümeleri ve Balzac etütleri. Meriç için Balzac ve romancılık? Balzac’ı keşfetmiştim arada ve ona aşıktım. Her mayıs Balzacla yeniden doğarım. Balzacla başladım yazı hayatına. Yıllardır yazmak istediğim bir Balzac var. Belki de hiçbir zaman gerçekleşemeyecek bir rüya. İki Balzac var: yaşayan Balzac ve yaratan Balzac. Birinci Balzac öfkeleri, azgınlıkları, bayağılıkları, iştihaları ile ikincisinin ham maddesi. Birinci Balzac hüddam, ikincisi büyücü. İki Balzac mı? Hangi iki Balzac? Bir Balzac’ta bin bir Balzac olmasaydı, İnsanlığın Komedyası nasıl çıkardı ortaya? Romancı yaşayacak, duyacak ki, yaşatsın ve duyursun.
Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Dergi bir zekalar topluluğunun, bir neslin vasiyetnamesidir. Dergi vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar. ları kitaplardı. Okuma, içimizdeki meçhul âlemin kapılarını açan bir anahtardır. Sıhhatli bir zekâ kitapları çalışmalarına tâbi kılar. Onun için eğlencelerin en asilidir okuma, daha doğrusu en asilleştiricisidir... Kitap zekayı kibarlaştırır. Tercüme konusunda tecrübeli bir geçmişiniz var. Birçok tercüme yaptınız. Peki tercümenin sizdeki yeri nedir? İşim yoktu param, yoktu, dostum yoktu... Daha çok çalışmak zorundaydım... Kitap bitmeden para vermiyorlardı, kitap bitmiyordu. Tercüme ya soluk bir fotoğraf, yahut sadakatsiz ama renkli ve canlı bir taklit. Tercüme bir yaratış bence ... şiir gibi, deneme gibi ama onlardan çok daha güç. Edebiyatçılar hiç olmazsa on büyük şair, on büyük romancı, on büyük tiyatro yazarı üzerinde anlaşabilirler, hangimiz on büyük mütercim sayabiliriz? Evet tercüme sanatların en gücü... Mütercim, mutlağı arayan bir çılgın , “felsefe taşını” nı bulmaya çalışan bir simyagerdir, bir Sizifos’tur belki, bir haber taşıyıcısı değildir. Tercüme bir fetihtir, yalnız
Ağlatmak istiyorsanız önce siz ağlayın. Hint düşüncesi ve edebiyatı üzerine çok çalıştınız. Ve Bir Dünyanın Eşiğinde eserini ortaya koydunuz. Peki bunca uğraş sonucu Hint size ne öğretti? Hint meçhule açılan kapıydı, meçhule, yani insana. O ülke düşünce hürriyetinin vatanıdır... Hint’ten tesamuhu öğrendim, düşüncenin gök kuşağını bütün renkleri ile sevmeyi öğrendim. Peşin hükümlerin mahpesinden kaçmayı, hakikatin çeşitli yönlerine eğilmeyi, hayatın her tecellisine saygı beslemeyi öğrendim. Sağ ve sol dönemin iki çatışma meydanı. Sizi yer yer iki grup da seviyor. Meriç hangisi deyip arada kalanlar oluyor. Bu gruplar içinde siz neredesiniz ya da sizin deyiminizle mabediniz hangisi.? Ben hayatımın delikanlılık çağından bu yana düşüncelerimde hiçbir temel değişiklik yapmadım. Yani soldan hareket ettiğim de, sağda karar kıldığım da yanlış bir değerlendirmedir. Hiç bir zaman sağda da olmadım solda da. Böyle bir sınıflama sokaktaki adam için geçerli olabilir. Ömrünü düşünceye adayan, Eflatun’dan Marx’a kadar her düşünce adamını sevgi
MİHRAP
Yazar ve mütercim. Asıl ismi Hüseyin Cemil’dir.12 Aralık 1916’da Hatay Reyhanlı’da doğdu.. Fransız idaresindeki Hatay’da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi’nde okudu. Bir süre ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü, Tercüme kaleminde reis muavinliği yaptı. 1940’da İstanbul Üniversitesi’ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü.. 1942 ve 1945 yılları arasında Elazığ lisesinde, 1952 ve 1954 yılları arasında ise İstanbul`da Fransızca öğretmeni olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul üniversitesi Edebiyat fakültesinde yabancı diller okutmanlığı görevinde bulundu, Sosyoloji bölümünde dersler verdi.. 1955’de gözlerindeki miyobun artması sonucu görmez oldu, ama olağan üstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. Talebelerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 yılında İstanbul üniversitesinden emekli oldu. 1984’te, önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi, 13 Haziran 1987’de vefat etti.
51
ve saygıyla selamladım. Ben herhangi bir tarikatın sözcüsü değilim yani ilan edilebilecek bir formülüm yok. Dersimde de konuşmalarımda da tekrarladığım darağacına kadar tekrarlayacağım tek hakikat: Her düşünceye saygı. Tanzimat sonrası aydın kavramını ve aslında olması gereken aydın kavramını yani düşence adamlığını bize biraz açıklar mısınız? Tanzimat aydını batan bir gemidedir. Ufukta rüyaların en muhteşemi: servetin, şöhretin, şehvetin daveti. Avrupalı
Başladığım noktadan çok fazla ilerleyemedim. Az çok bildiğim birkaç dil yardımıyla dünyanın irfan bahçelerinde elli yıldır dolaşıyorum. Gördüklerimi çağdaşlarımla görüşmek ve tattığım zevki onlara da tattırmak başlıca emelimdir. Hayatımı iki kelime hülâsa eder: öğrenmek ve öğretmek... Acılarınız ve bu acıların sizi sürükleyip kendine çektiği iki şehir umutlarınızı büyüttüğünüz aynı zaman da umutlarınıza kamçı vuran iki şehir İstanbul ve Paris.. Bu şehirleri ve içine düşen Cemil Meriç’i anlatır mısınız? İstanbul... Yıllarca aç kaldım ve koca bir şehirde yapayalnız. Gurbet ve açlık bu şehrin kaldırımlarında bir başka aç Cemil Meriç dolaşmamıştır. Temsil ettiği beşeri değerleri lekelememek için
bütün kadınları onun için giyinip süslenir. Çocukların tebessümü onun içindir... Dergiler için sizin sözünüz olan “Dergi, hür tefekkürün kalesi”dir ifadesi çok sık kullanılır. Dergi kavramı ile ilgili söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Genç düşünce dergilerde kanat çırpar. Kitap fazla ciddi gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Dergi bir zekalar topluluğunun, bir neslin vasiyetnamesidir. Dergi vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar. Son olarak biz yazmaya yeni başlayan gençler için ve tüm gençler için tavsiyeleriniz nelerdir? Gençler! Karanlıkları devirmek ve aydın-
Gençler! Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: Kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok... Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcı olmamak.
dostları lütufkârdırlar. Karşılık olarak biraz ihanet istiyorlardı. Aydın, Avrupa’nın emrinde ve Avrupa’nın inayetiyle kendisi yönetecekti devleti. Hürriyetçiydi, terakkiciydi, medeniyetçiydi. Halkı savaşa hazırlamak mı? Hangi halkı? Ne savaşı? Kime karşı savaş?
MİHRAP
Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz konuşur, mâruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını aydın yapan: uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.
52
Şüphesiz ki bu ülkenin karanlıklarına ışık tutan bir aydınısınız. Düşünce ve yazı hayatınızı özetleyecek olursanız ne söylersiniz.?
açlıktan kıvranmaya razı olan adam. Ve Paris, okuduğum romanların en tatsızı, en namussuzu, en kahpesi... Ben görmedim Parisi. Paris evde yoktu. Promete kaf dağına zincirlenmiş ben hastaneye zincirliydim. Paris’te hastaneye zincirlenmek, hastaneye ve karanlığa Kenzven (Paris’te gözü için tedavi gördüğü hastane) geceleri Kenzvende her gün gecedir. Okumak öğrenmek için gözlerinizi kaybettiniz. Gözlerinizi kaybetmenize rağmen okumaktan ve çalışmaktan hiç bıkmadınız. Ve bu gayretiniz sayesinde önümüzde büyük bir örneksiniz öğrencilerinize ve ailenize. Ama hep görebilmek umudu içinde oldunuz. Üstadım biz gözleri olan, bakan ama göremeyenlere anlatır mısınız görmek nedir? Görmek yaşamaktık. Vuslattır görmek. Görmek sahip olmaktır. Mevsimler bütün işveleri ile emrindedir. Renkler bütün cilveleriyle hizmetindedir. Çiçekler onun için açılır. Şafak onun için parıldar. Gutenberg matbaayı onun için icat etmiştir. Hugo okusun diye yazmıştır. Şehrin
lık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: Kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok... Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcı olmamak. Halkı okumaya,s düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı bir zaferi başka kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete. Evlatlarım, bu ülkede sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur. Namuslular ve namussuzlar vardır. Siz namusluların safında olun, göreceksiniz çok kalabalık olacaksınız. Her sayı düşünme üzerine girmiş olduğunuz bir savaş bu savaşta muvaffak olmanızı diliyorum. Yapmış olduğunuz bu güzel işte hepinizi tebrik ediyor ve devamını diliyorum. (Üstad son sorumu cevaplarken diğer yandan da biraz sonra okutacağı kitabı düşünüyordu. Doğrusu ben de hangi kitabı okumamı isteyecek diye merakla bekliyordum)
Güneş Gökyüzünü Terketti Müberra Yapıcı |
Güneş Gökyüzünü Terketti MÜBERRA YAPICI 12-G
‘’Gün çekili pencerelerden Aynalar baştan başa tenha Ses gelmez oldu bahçelerden Gökyüzü döndü siyaha’’ Akşamın karanlığı dünyanın yüzüne düşerken, insanın da içine düşer, dünyanın yüzünü örterken, insanın kalbini açar. Belki de bu yüzden, insanlar en koyu sohbetlere karanlık düşünce dalarlardı. En zor hallerini bu sohbetler sırasında yaşar, kafalarını en çok o saatlerde yorarlardı. Bazıları dostlarıyla, bazıları sırdaşlarıyla, benim gibiler ise habersizce açılan kalpleriyle konuşurlardı. Akılla kalp arasında her gece çıkan çatışmayı ayırmak yine uykuya düşerdi. O devreye girer, her iki tarafa da düşen kasveti sustururdu. Akıl ile kalp. Mantık ile duygu. Siyah ile beyaz. Biri olmadan diğerinin ne olduğunu anlayamadığımız, aynı zamanda bizi, insanı, diğer tüm varlıklardan ayıran kavramlar. ‘’İnsan. Geçici bir hayata, etkisi sonsuza dek sürecek seçimler yapmak zorunda kalan varlık.’’ İçimize düşen hüznün, zifiri karanlıktan daha korkutucu olması gerekir, lakin unutmayın, biz onun değil, o bizim içimize düşüyor. Kaybolan, korkan, ağlayan; kederi, acıyı, meşakkati, zahmeti, hepsini gören içimizdeki karanlıktır. Akıl, kalbin hıçkırıklarını yalnızca duyabilir, hissedemez. Herkesten iyi o bilir bir damla gözyaşı dökmeden ağlayabilmeyi. Mantığını yürütürken duygularına ulaşır. Kırılan benliklerini onarır. Hiçbirinin basitleştirilmeyi haketmediklerini hatırlatıp, değerli olduklarını hissettirir. Bu, aklın, kalbe verdiği en büyük tesellidir.
Bu gece benim kalemim mürekkebe… İnsanlardan yoruldum, yalnızlıkta dinlenmek istiyorum. Bunun için uykumu uyutup, kasveti öldürüp, aklımı galip ediyorum kalbime.
MİHRAP
Oysa karanlıkta boğulan duygu selini aydınlığa kavuşturamaz akıl. Ancak ışığın geldiği noktayı gösterebilir. Seçim ve irade her zaman ayakta kalandadır. Verilen karar insanın hayatını şekillendirip, uykusuyla barışık uyumasına yol açar.
53
Ah Vatanım, Suriye...! Raniye Azizi |
Ah Vatanım, Suriye...! RANIYE AZIZI / A 12 B
S
MİHRAP
uriye, Türkiye’nin Güneyindedir ve Allah’ın yerdeki cennetidir. Suriye denildiğinde akla çok sayıda güzellikleri gelir. Güzel yerleri şah yapıları, ırmakları, denizleri, vadileri, kaleleri, camileri, pazarları, eski sokakları, bayram günleri, yağmurda ıslanan yaseminlerinin kokusu, güzel havaları, tarihi, gelenek ve görenekleri, yemekleri sabahları ve akşamları, esmer ekmeğinin kokusu ve içinde olan her şey gelir. Sabahtan okula giden öğrencilerinin gülücüklerinin sesleri. Çok güzel unutulmaz içinde geçirdiğimiz günleri, eski güzel evleri. Onun güzelliklerini anlatan binlerce kitapları ve güzel
54
şiir yazan şairleri. Suriyelinin bir vatanı vardı, yetim değildi. Toprağının üstünde yaşıyor, özgürdü. Kendi ülkesinde onun bir yere gidebilmesi için izin alarak gider, böyle bir şey yoktu. Sokakların arasındaki şu sınırlar da yoktu. Anneler çocuklarını okula gönderip ve ev işlerine bakardı. “çocuklarım okuldan dönüp dönemezler mi? Diye bir şey düşünmezdi. Çocuklar korkarak okula gitmezdi. Gülerek, sevinerek gidip şarkı söyleyerek dönerdi. O günler ne kadar güzeldi. Zengin, fakir, hristiyan ve müslüman herkesin insan olduğundan eşit davranılırdı. O günleri
özleyen ve ona hasret kalan milyonlarca Suriyeli vardır. 2011 Mart ayında, Dara diyebilinen Suriye şehirlerinin birinde doğdu bu savaş. Orada patlama, şurada bombalı araba ve burada bombalı bina ve şehitler oluyordu. Böylece yayıldı savaş, Suriye yanmaya başladı. O patlatmaların sayısı artmış saymakla bitmez olmuştu. Şehitlerin sayısı da artmış. Vatandaşlar şaşkın şaşkın bakıyordu ve “Bir hafta iki ay en fazla bir sene sonra o savaş biter, Suriye güçlü bir vatan yenilmez” Diye söylüyorlardı. Bir sene sonra bir şey değişmedi, savaş bitmedi. İkinci seneye girdi savaş. Onun durumu kötüleşmeye başladı. İlk ölenler askerlerden oluyordu, sonra askerlerin ailelerinden, ondan sonra bütün vatandaşların bu savaşın hedefi olduğu anlaşıldı. Canlı kayıplar olmakla beraber maddi kayıplar da vardı. Bundan dolayı Suriye büyüleyici güzelliğini yitirmeye başlamıştır. Savaşın üçüncü yılına girdiğinde bazı insanlar evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bazıları ise ülkesini terk edip (Türkiye, Lübnan ve Mısır gibi) kardeş ülkelere
Bu savaşın durumu başlayalı 6 yıl oldu. Başladığında hayat birden değişti. Binlerce şehidimiz oldu. Binlerce çocuk yetim, öksüz kaldı. İnsanları vatansız bıraktı. Onları birbirinden uzaklaştırdı. Her Suriyeli’nin
en büyük dileği ailesinin devamına yeniden kavuşup bir araya gelirlerse. Kimi de ailesinden kimse kalmadığı için Allah’a onlarla cennette kavuşmayı dua eder. Gözlerimiz Suriye’deki olanları inanamıyordu ve hala bizim bir hayal veya rüya görmemizi sanıyoruz ve bir anda o uykudan kalkıp uyanacağımıza inanıyoruz. Fakat gözlerimizin inanamadığı şey gerçek şeydir. Televizyondaki sergilenen dizilerden biri bile değildir. Suriye’deki savaşın durumu kötüleştiğinden dolayı vatandaşlar ülkeyi bırakıp başka ülkelere barınmaya yöneldiler. Kimi kara kimi denizin yolunu kaçış yolu olarak aldılar. Seçtikleri yolların hepsi tehlikeli ve uzundu. Bundan dolayı büyük sayıda ölenler oluyordu. Ülkeden çıkanların gitmek istedikleri ülkelere varıncaya kadar bir çok sıkıntıya düşmüşler. Ülkeden çıkmaya karar vermeden önce masum çocuklara müslüman kardeşlerimiz yüksek sesle konuşmuş, seslerini ulaştırmaya çalışmış ve yardım istemiş ancak merhametli denizin dalgalarından başka kimse onları dinlememiş. Onları sarmış, sıcak kucağına almış, sonra onları cennete şehitler göndermiş. Böylece kimleri varmış, kimleri de varmadan önce ölmüş. Varabilenlerin durumu varmadan önce ölenlerin durumuna çok benziyor ancak ölenler toprağın altında, diğerleri ise üstündedirler; çünkü gittikleri ülkelerde yabancı biri olarak yaşıyorlar. Hayatlarını istedikleri şekilde sürdüremiyorlar. Ne geçmişlerini düşünebilir ne de geleceğini. Sürekli vatanını
özleyerek onu düşünüyorlar, gittiği ülkeye ne kadar alışırsa alışsın yine de kendi ülkesini özler. İçinde doğduğu, büyüdüğü ve güzel şeyler öğrendiği ülkeyi özlemez mi insan? Havasından bir nefes bile almayı özlemez mi? Kendi vatanımızdayken ülkemizin suyunu içmemizi, havasını almamızı ve toprağının üstünde yürümemizin ondan uzak kalmak zorunda kaldığımızdan çok iyi bildik. Vatanımızı bırakıp nereye gidersek gidelim ve gittiğimiz ülke ne kadar güzel olursa olsun vatanımızı özleriz. (Bülbülü altın kafese koymuşlar, bülbül yine de Ah vatanım Ah vatanım, demiş.) Ülkemizi terketmeye karar verdiğimizde canlarımız vücutlarımızı terk edecekmiş gibi hissettik. Gurbetin acılarını ve gideceğimiz ülkede hayatımızı nasıl sürdürebileceğimizi düşünüyorduk. Ancak Türkiye’ye geldiğimizde Türk kardeşlerimiz güler yüzleri, samimi ve sıcak gülümsemeleri ile bizi ağırladılar. Savaşta yaşadığımız zorluk, sıkıntı ve acıları büyük bir biçimde bizi unutturmaya ve teselli etmeye çalıştılar. Türk halkının misafirperverliğine de teşekkür ederiz. Sayın Cumhurbaşkanına da şükranlarımızı sunarız. Biz ömür boyu onlara minnettar kalacağız. Onlar bizlere yurtlarını açtılar ve birçok iyilik yaptılar. Onların sayesinde savaşın yüreğimizde açtığı yaralar birazcık azaldı. Tüm Suriyeli kardeşlerim adına söylüyorum. Allah onlardan da razı olsun. Onlara ne kadar teşekkür etsek yetmez.
MİHRAP
barınmaya yöneldi. Ülkede geri kalanlar çok kötü bir durumdaydı. Savaşın acılarını, hayatın zorluklarını yaşayadurdular. Hem elektrik hem su hem de yiyecekler azdı. Adamın çocukları kışın soğuğundan hastalanmasınlar diye onlara yakacağı bir odun parçası bile yoktu. Üzerlerine bombaları atan, evleri yıkan, insanları ve masum çocukları öldüren uçaklar geziyordu. Bazıları da evleri yıkıldıktan sonra nereye sığınacağını, barınacağını bilemediler. Sokaklarda çadırlar koyarak kendilerine bir barınak bulmaya çalıştılar. Diğerleri ise iş yerlerinden başka bir barınak bulamadılar. Bir kısmı da sokakta kışın soğuğunda veya yanıcı güneşin altında barınaksız kaldılar. Bazı şehirlerin kuşatıldığı zaman içindekiler dışarı çıkıp yiyeceği bir şey alamazdılar, yine de dışarıdan onlara yardımlar giremezdi. Oradakiler açlıktan ağaçların yapraklarını toplayıp yerlerdi. Bazı çocuklar açlıktan, soğuktan hastalanıp ölüyorlardı. Bir bölgenin kuşatıldığında uçaklar o bölgenin içindeki kuşatılan insanların öldürülmesi için havaya kimyasal maddeler atıyordu. Onlara sabırdan, duadan ve Allah’a yalvarmaktan başka bir şey kalmamıştır. Vatandaşlar topçuların sesiyle uyuyor ve uçakların sesiyle uyanıyorlardı.
55
Çocukluğumu Özledim Her Şeye Rağmen Gülbahar Demir |
Çocukluğumu Özledim Her Şeye Rağmen GÜLBAHAR DEMIR / 2016 Mezun
Ç
ocukluğumu özledim ben o masumca geçirdiğim yıllarımı, hep güldüğüm hiçbir şeyi kendime dert edinmediğim günlerimi. Etrafımda her ne olursa olsun hiç umursamadan olanları görmezden gelerek yüzüme kondurduğum o gülüşümü özledim.
MİHRAP
Sabah erkenden kalkar kalkmaz kahvaltı soframız hazır olurdu. Kızartma, yumurta, peynir, zeytin, domates, salalık ve çayımız… Bir güzel kahvaltı yapılıp bol bol enerjimizi topladıktan sonra hemen dışarıya mahalleye atardık kendimizi, hemen teker teker çağırılırdı arkadaşlar, hemen bir oyun seçilir, gerekli malzemeler bulunup hazırlanırdı. Yedi kule oynanacaksa bir kısmı tuğla arayışına bir kısmı top arayışına çıkardı veya voleybol oynanacaksa biri ipi getirir bir evin penceresinden hemen karşı evin penceresine bağlar, biri topu getirir geriye kalanlar ise grupları ayarlar, kısımları belirlerdi. Kimse ne oyunbozanlık yapardı, ne de küsüp darılırdı. Çünkü o zamanlar böyle duygular yoktu bizde. Ne çıktı ise şansına razı gelinirdi.
56
Paylaşımcılık vardı mesela en önemlisi buydu, o zamanlar. Ekmek arası bir şey mi getirdin evinden hemen paylaştırılırdı kişi sayısınca veya ufak bir piknik yapılırdı hemen. Herkes ufak bir şeyler getirirdi sonra ortaya kocaman bir sofra hazırlanırdı, ama en çokta önemlisi bunlar olurken içtenlikle, samimiyetle, güler yüzlülükle yapılırdı. Sonra o sofra üzerinde kahkahalar birbirine karışır, muhabbete, sofraya bereket gelirdi. Sonra oyunlara kalındığı yerden devam edilirdi. B u defa mahallede bir maç yapılırdı; erkelerle kızlar ayrılır, kızlar
yenerdi çoğu zaman. Çünkü o zamanlar insanlara güven vardı. Bir de mahallece iple çektiğimiz akşamlarımız vardı saklambaç oynamak için en uygun vakittir, öncesinden en gizli en karanlık yerler oluşturulurdu daha da eğlenceli olması için, ebe tarafından hemen söbelenmemesi için. Dedim ya o zamanlar güven vardı. Akşamın bir saatinde oynasa çocuklar güvendeydi, ailelerin gönülleri rahattı. Çünkü yoktu kötü niyetli insanlar. Çocukluk samimiyetti, bana göre hep gülmekti, her şeye kahkaha atmak, dert nedir bilmeden, günaha girmeden, belki de çocuk olduğu için yaptığı her hareketine karşılık anne babasına sevap yazılacak. Geceleri bir şeyler ya da birileri yüzünden uyku tutmadı diye bir kelime kullanmayacak gün boyu yaptıklarına ne vücut ne de gözler dayanacak hemencecik uykuya dalacak. İnsanlara hep güvenecek belki de çocuk aklıyla kafasına taktığı sorunu ya da oyuncağının kırılmasını kendisine dert edinip çevresindekilere anlatacak belki bir şey yapabilir diye. Şimdiler de o güven kelimesinin ortadan kaybolacağını bilmeden, derdini çevresine anlatacağı yerde geriye kendisine sadece tek çaresinin “susmak” olduğunu bilmeden, büyüyecek. Tanıdığı veya tanımadığı herkese gülücükler saçan karşısındaki insana bir gülümsemesi ile o insanın o anlık bütün dertlerini unutturup birkaç saniyelik de olsa gülümsemesine vesile olmaktır çocukluk. Ve ben çocukluğumu özledim, her şeye rağmen. Allah’a Emanet Olun.
BIZDEN KISA KISA
HALEP'E YARDIM ETTİK
12 MART İSTİKLAL MARŞI'NIN KABULÜ VE MEHMET AKİF'İ ANMA PROGRAMINI VALİLİK ADINA HAZIRLADIK
MESCİD-İ AKSA İMAMI OKULUMUZDAYDI
OKULUMUZ KAYSERİ ŞEHİTLER PANOSU
ULUSLARARASI ARAPÇA ŞİİR YARIŞMASI İKİNCİSİ SENANUR AŞKIN
MİHRAP
EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜNÜ ZİYARET ETTİK
57
Yeis
Yeis Çisel Pamuk |
ÇISEL PAMUK / 12C
MİHRAP
Bomboş bir odada, bir anlık sinirle fırlatıldığı bariz olan bir şey ile kırılmış aynadan parçalara ayrılan görüntüsüne bakıyordu. Saçları kısa denemeyecek uzunlukta omuzlarına dökülüyordu. Oldukça dağınıktı. Bir şeyden kaçmışçasına nefes nefese kendisini seyrediyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Odada sadece bulunduğu yer aydınlıktı. Işığın nereden geldiğini sorgulayan gözlerle etrafına bakarak aradı fakat bulamadı. Üzerinde bedenine oldukça bol olan, akıl hastanelerinde giyilen gömlekleri andıran, rengi solmuş mavi bir gömlek vardı. Gömleğin solunda çok alakasız bir cep ve bu gömleği tam anlamıyla tamamlayan aynı renkte ve aynı bol görünüşüyle bir de pantolona benzer beli lastikli kumaş parçası yer alıyordu. Kendini seyrederken yüzüne dikkat etmediğini fark ederek yüzüne odakladı korkmuş gözlerini. Gözlerinin altı morarmış rengi ise sarıdan beyaza keskin dönüşler yapıyordu. Korkunç görünüyordu fakat nedenini bilmiyordu. Böyle daldığı sırada kulakları sağır eden bir cam kırılma sesi ile irkildi ve anlayamadığı bir nesne tarafından yere itildi. Düştüğü an bayılmıştı.
58
Uyandığında ise hiç anlam veremediği bir halde iki tarafı yüksek siyah binalarla kaplı ucu sonu görünmeyen bir caddenin ortasında yere çökmüştü. Caddeye karanlık bir manzara hâkimdi. Yine sadece kendi bulunduğu yeri aydınlatan, kaynağı belirsiz o garip beyaz ışık ona eşlik ediyordu. Bütün bunlar olurken bir yandan da ciğerleri sökülürcesine ağlıyor ve vücudu buna uyum göstermek istercesine her hıçkırığında sarsılıyordu. Gökyüzü de onun ağlamasına eşlik eder gibi boşaltıyordu ne zamandır tuttuğu gözyaşlarını. Tam bu anda sağ omuzunda bir sıcaklık hissetti. İrkildi. Beklemiyordu. Bir süre arkasına bakamadan öylece kaldı. O sıcaklığın sahibi aynı sıcaklığa ve samimiyete sahip olan biraz da ürkütücü olan sesiyle ‘’Korkma! Yanındayım.’’ diyordu. Kim olduğu hakkında bir fikri yoktu. Cesaret edip arkasını döndüğünde yüzünde tek bir hat bulunmayan gölge misali bir varlıkla karşılaşınca çığlıklar atmaya başladığı anda başka bir ses ‘’Lamia uyan! Lamia!’’ diye bağırıyordu.
Bağıran kişinin sesi çok uzaklardan ve kısık geliyor gibiydi. Öyle hissediyordu. Arkadaşı Ferhunde sonunda onu uyandırmayı başarmıştı. Fakat Lamia kendine gelemiyordu. Yatağının içinde bağdaş kurarak oturmuş şakaklarını ovarken Ferhunde yine her zaman söylediği şeyleri söylemeye başlamıştı. ‘’Kendine çok fazla yükleniyorsun. Hayatı onların gözünden göreceğim diye neredeyse bütün zamanını akıl hastanesinde geçiriyorsun. Bence…’’ Lamia burada Ferhunde’nin sözünü keserek ve söyledikleriyle ilgilenmediğini belli eden bir ses tonuyla, ‘’Bana sert bir kahve getirebilir misin?’’ bu kâbusun etkisinden ancak sert bir kahve ile çıkabilirdi. Ferhunde onun bu tavrına alındığını belli eden ses tonuyla onayladı ve terliklerini yere sürüye sürüye mutfağın yolunu tuttu. Ferhunde bir bakıma haklıydı. Çünkü bu aralar Lamia gerçekten akıl hastanesinde çok fazla zaman geçiriyordu. Bunu bloğundaki yazılarına konu edinmek ve bir nevi ilham kaynağı olarak görüyordu. Ama o farkında olmadan psikolojisi ve bilinçaltı bundan derin bir şekilde etkileniyordu. Ferhunde ka hve s i n i getirip masasının üzerine bıraktıktan sonra yatağın uç kısmına ilişti. Gözlerini Lamia’ya dikti ve
*** Ortasında bulunan ve üç bloktan oluşan, ürkütücü, pencereleri demir korkuluklarla kaplı, rengi beyazken griye dönmüş olan bu harabe görünümlü hastanenin tamamen kendisine zıt birçok ağaç türünü barındıran yemyeşil bahçesindeydi Lamia. Buraya yaklaşık iki haftadır geliyordu. Hemen hemen bütün hastalarla arkadaş bile olmuştu. Barbaros Hayreddin Paşa’yı selamlayarak yanına oturdu. Bahçe saatiydi Hayreddin Paşanın. Kendisine böyle hitap eden adamın asıl ismi Nevzat idi. Fakat o eski denizcilerden olduğu için akıl sağlığını kaybettiğinden bu yana hayranı olduğu tarihin en büyük denizcilerinden olan Barbaros Hayreddin Paşa diye seslenilmesini istiyordu kendisine. Huyuna gidildiğinde sakin ve sessizdi. Hatta oturup Hayreddin Paşa ile Yavuz Sultan Selim’in sohbetlerini Hayreddin Paşa’dan dinleyebilirdiniz. Yalnızca bir şeye çok sinirlenir ve kendini kaybederdi Hayreddin Paşa. Ölen eşinin kendisine hatırlatılmasından nefret ederdi. Ölen eşi intihar ederek gitmişti ondan. Ve intihar sebebi ise başka bir adamdı. Zavallı Nevzat Bey ise bunu kaldıramamış ve denizciliğini, işindeki başarısı ve yakışıklılığını akıl sağlığı ile birlikte birden bire yitirip buralara düşmüştü. Lamia onu her gördüğünde bu hikâye aklına gelir ve hüzünlenirdi. Bu da gözlerine acıma duygusunu yükleyerek bakmasına neden olurdu Hayreddin Paşa’ya. Bunu hemen fark ederdi Hayreddin Paşa ve ona hep; ‘’Yapma bak yapma! Yine yapıyorsun! Yine o ifade var gözlerinde. Böyle bakacaksan git buradan!’’ derdi. Lamia hemen toparlar yanağına bir buse kondurur gönlünü alır ve ayrılırdı yanından. Rutinleşmişti artık. Buraya geldiğinden beri hikâyesini bırakın Lamia’nın çözmesini doktorların bile bilmediği ve çözemediği bir hasta vardı. İsmi Keremdi. Kerem oldukça iyi
görünüşlü ve kendine bakan biriydi. İlk bakışta akıl hastanesinde kalan bir hastadan ziyade ünlü bir iş adamını andıran duruşu vardı. Bu hali onu daha da tuhaf biri yapmaya yetiyordu. Lamia onu her gördüğünde içindeki merak duygusu daha da belirgin bir hal alıyor ve onun neden burada olduğunu delice bir arzuyla bilmek istiyordu. Lamia onun özel tutulduğu odaya girmek için her zaman yaptığı şeyleri yapmaya başladı. Kolye, kemer, yüzük, çanta, parfüm, su şişesi, çakmak vs. şeyleri hemşireye bırakıyordu. Hemşireler tehlikeli hareketler sergileyebileceğinden şüphelendikleri için Lamia’nın üzerinde tehlike arz eden şeyleri alıyorlardı. Bu Lamia’ya saçma geliyordu çünkü buraya geldiğinden beri kriz ya da başka bir şey geçirmediğini gördüğü tek hasta Kerem’di. Lamia neredeyse her gün gelir ve Keremi odasında ayrı olarak görürdü. Çünkü belki bugün konuşur benimle diye bir umudu vardı. Doktor ve hemşirelerden öğrendiği kadarıyla Kerem buraya geldiğinden beri -ki yaklaşık üç yıl olduğunu söylüyorlar- tek kelime bile etmemiş. Ve o buraya getirildiğinden beri onu ziyarete gelen hiç kimse olmamış. Geceleri sık sık nöbet geçirir ve etrafında bulunan herkese farkında olmadan zarar verirmiş. Bu nöbetler artınca onu tek başına kalacağı ve kimseye zarar veremeyeceği bir odaya almışlar. Kerem tek kelime etmiyor ama oldukça iyi resim çiziyordu. Odaya girdiğinde Lamia hiç şaşırmadığı bir manzara ile karşılaştı. Sağ köşede önünde devasa bir tuval bulunan ve sert fırça darbeleriyle resmine büyük bir dikkatle odaklanmış Keremi görüyordu. Oda oldukça dağınıktı. Diğer tuvallerinin her biri başka yere savrulmuş ve boyalarda bunlara eşlik eder gibi her biri bir yana saçılmıştı. Bazılarının kapağı açık kaldığı için boya aktığı şekilde donmuş ve öylece duruyordu. Lamia bunları görünce Keremin dün gece yine bir kriz geçirdiğini anladı. Odayı baştan sona incelerken gözü Kereme takıldı ve bir an için irkildi. Çünkü Kerem büyük bir dikkatle Lamia’nın
gözünün içine bakıyordu. Gözlerinin altı ağlamaktan ve uykusuzluktan kızarmış olsa da bu onun yüzünün kusursuz hatlarına engel olmuyordu aksine çelişkili bir çekicilik veriyordu. Lamia kendini toplamaya çalışarak ve biraz da kendini gülümsemeye zorlayarak; ‘’Merhaba! Yine ben. Lamia. Nasılsın?’’ Cevabın gelmeyeceğini bilerek yine de soruyordu Lamia. Çünkü onu önemsediğini ve gerçekten konuşmasını istediğini hareketleriyle ve söyledikleriyle belli etmeye çalışıyordu. Yine başarısız bir girişimin ardından Kerem sanki Lamia hiçbir şey dememiş gibi önüne dönerek resmine devam ediyordu. Resimlerinden hiçbir şey anlamıyordu Lamia. Oldukça karışık ve siyahtı. Yaklaşık ellinin üzerinde anlamsız fırça darbelerinin bulunduğu tuvaller odanın diğer köşesinde üst üste duruyordu. Bunları neden saklıyordu anlamıyordu Lamia. Belki de kendinin hiçbir şeye benzetemediği bu resimler onun için büyük bir anlam ifade ediyordu. Ah! Keşke öğrense. Keşke bilse kafasının içinde neler geçiyor. İmkânsız gibi bir şeydi. Ama Lamia imkânsız gibi görünen hiçbir şeyi çözmeden bırakamazdı. Bunun için büyük bir sabırla konuşmaya devam etti. Belki, belki… ‘’Kerem!’’ Lamia’nın sesi birçok duygunun harmanlanmış hali olarak çıkmıştı ağzından. Çaresizlik, merak, arzu, sitem vesaire… Keremin tek kaşı histerik bir şekilde yukarı doğru hareket etmişti. Lamia’yı dinlediğini belli eden bir hareketti bu. Bunu gören Lamia ise daha çok cesaretlendi ve iki haftanın vermiş olduğu sabırsızlıkla konuşmasına devam etti. ‘’Lütfen artık bana bir şey söyle. Eğer bloğum için yazacağımı düşünüp de konuşmuyorsan ki eğer nedeni buysa söz veriyorum senin hikâyeni yazmayacağım. Lütfen anlat. Ne seni bu hale getiren hadise? Neden buradasın? Neden geldin geleli tek kelime etmedin? Tek
MİHRAP
yüzünde onun bu halinden korkan bir ifade vardı.
59
kelime etmeden nasıl üç yıl boyunca bu odada yaşadın?’’ Tüm bunları söyledikten sonra derin bir nefes aldı Lamia ve gözlerini Kerem’in üzerine dikti. Kerem hala sinir bozucu bir sakinlik ve sessizlikle önündeki anlamsız siyah çizgilerle dolu olan tuvale daha çok anlamsız ama bir o kadar da kendinden emin fırça darbeleri ekliyordu. Lamia bir süre daha sabırla beklemeye çalıştı fakat beklediği her saniye sabrını zorluyordu. En sonunda dayanamayıp ayağa fırladı Lamia, bir yandan da bağırıyordu. Önünde üzeri boyalarla dolu olan ahşap sehpayı eliyle iterek yere düşürdü. ‘’Yeter artık! Yeter! Acı mı çektirmek istiyorsun bana? Neden anlatmıyorsun ha! Dilsiz misin? Konuşmayı mı unuttun? Neden yapıyorsun böyle neden! Kâbuslarımın arkası kesilmiyor! Senin yüzünden!’’ Avazı çıktığı kadar bağırmıştı Lamia ve son kelimelerine doğru çatallaşmıştı sesi. Gözleri dolmuştu. Kerem büyük bir dikkatle ve korkutucu sakinliği ile Lamia’yı izliyordu. Tek fark vardı ki bu sefer gözlerindeki o anlamsız ifade yerini Lamia’nın haline üzüldüğünü belli eden bir yeis ile dolmuş ona bakıyordu. Lamia onun bu bakışıyla iki haftadır çektiği yorgunluğu bir anda omuzlarında hissetmiş gibi Keremin hemen önüne diz çökmüştü ve ağlamaya başlamıştı. Kerem ise Lamia’yı oldukça şaşırtan bir hamle yapmıştı. Elini Lamia’nın omzuna koymuştu. Lamia’nın omzunda hissettiği bu sıcaklık onu ürpertmişti. Kâbusu aklına gelmişti ve vücudu baştan sona titremişti.
MİHRAP
‘’Bu kadar bilmek istediğini bilmiyordum. Özür dilerim. Sana farkında olmadan yaşattıklarım için.’’
60
Lamia başını kaldıramıyordu. Şaşkınlığı ve kâbusunun etkisi üst üste gelmişti ve vücudu buna ne tepki vereceğini şaşırmış bir halde öylece bekliyordu. İki haftadır her gün gördüğü bu adamın sesini ilk defa duyuyordu. Sesi anlam veremediği bir şekilde kendisine çok tanıdık geliyordu. Bir anda göz bebeklerinin büyüdüğünü hissetti. Aynı oranda ağzı açılmış ve gözleri büyümüştü. Bu ses dün geceki gördüğü kâbusta ‘’Korkma! Yanındayım.’’ Diyen varlığın sesiyle bire birdi. Kafasını kaldırmaya korkuyordu artık. Sanki yine o varlık karşısında belirecekmiş gibi hissediyordu. Saçmaladığını düşünerek zorla ve titreyerek başını kaldırdı. İçten içe derin bir oh çekmişti. Keremin gözlerini yine anlamsız bir ifade bürümüş olsa da az önce üç yıl aradan
sonra ilk defa konuştuğu kişi olmanın mutluluğu vardı Lamia’da. Ne diyeceğini düşündü kafasını toparladı ve konuşmaya başladı Lamia; ‘’Evet. Hayatımda hiçbir şeyi bu kadar merak etmemiştim. Seni dinliyorum. Lütfen.’’ Dediğinde gözlerine adeta yalvarır gibi bir ifade hâkimdi. Kerem birkaç saniye Lamia’nın yüzünü inceledikten sonra önüne dönerek karşılık verdi. ‘’Şimdi olmaz. Şimdi öğrenmen için doğru zaman olmadığını düşünüyorum. Zamanı gelince herkesle beraber öğreneceksin zaten oldukça az kaldı. Ama bu burada anlatılmayacak kadar değerli bir olay benim için. Sonumu bir akıl hastanesi yapsa bile.’’ Dediğinde Lamia’nın gözleri az önce yalvarır gibi olan halinden sinir ve daha çok merak dolu bir ifade ile harmanlanarak gözlerinden mimiklerine akıyordu. Ne demekti bu şimdi. İki haftadır tanıdığı daha doğrusu tanımaya çalıştığı kişinin sesini ilk defa duymanın sevincini mi yoksa yine öğrenememenin verdiği burukluğunu mu yaşasın bilememişti. Biraz da sinirlenmişti. Ama düşündükçe kendisini teselli edecek mantıklı bir yön bulmayı başarmıştı. En azından kendisiyle konuşmayı başarmıştı. Konuşturmayı başarmıştı desek daha doğru olur. Derin bir nefes alarak karşılık verdi; ‘’Peki. Nasıl istersen. Seni bu konuda zorlamayacağım. Sadece teşekkür ederim. İki haftalık bir işkencenin ardından bana sesini lütfettiğin için.’’ Bu iğneli konuşma Keremin pek hoşuna gitmemiş olacak ki yüzüne ters bir ifade takınıp Lamia’ya bakmıştı. Lamia ‘’Yalan mı ama?’’ der gibi omuz silkerek birazda gülümsemişti. Kerem umursamaz tavrını takınarak konuşmasına devam etti fakat konuşurken Lamia’nın yüzüne bakmayı değil parmaklıklarla dolu pencereden dışarıyı izlemeye çalışıyordu; ‘’Her neyse. Senden tek ricam seninle konuştuğumu doktorların ve hemşirelerin bilmemesi. Hatta hasta bakıcılar da dâhil. Eğer öğrenirlerse bu sefer üstüme daha fazla gelecekler ve ne olduğunu senin gibi zamanı gelmeden öğrenmeye çalışacaklar. Kim bilir belki ilaçların dozunu artırıp, beynime elektrik verip ağzımdan laf almaya çalışacaklar. Bunu da benim iyiliğim için yaptıklarını söyleyecekler. Eğer hikâyemi bilirlerse daha çok yardım edip iyileştireceklerini söyleyecekler. Burada
kaldığım üç sene boyunca hikâyesini bildikleri halde iyileştiremeyip daha kötüye götürdükleri hastaları gördüm. Bundan sonra bana kimsenin yardımı dokunamaz. Ne demek istediğimi zamanı geldiğinde sen de herkesle birlikte anlayacaksın. Ama sana sordukları zaman yine konuşmadı gibi bir şeyler zırvala. Eğer bunu benim için yaparsan sana hikâyemi bloğunda paylaşman için benden izin. Kim bilir belki benim hikâyemi yazdıktan sonra yayınevleri, dergiler ve gazetelerden teklif gelir ha! Kim bilir. İstediğinde buydu değil mi?’’ Lamia biraz şaşırmıştı. Kerem konuşmuyordu ama her şeyi mükemmel derecede analiz etmişti. Burada yani bir akıl hastanesinde kaldığını da göz önünde bulundurursak oldukça da mantıklı konuşuyordu. Bunlar Lamia’ya garip geliyordu. Kendini topladı ve cevap verdi; ‘’Peki. Nasıl istersen.’’ ‘’Ha bu arada her gün gelmen de sıkıcı bir hal almaya başladı. Sürekli gelip işimi bölüyorsun ve boş boş konuşarak başımı şişiriyorsun. Rica ederim birkaç gün sonra gel. Araya biraz zaman bırak. Hem burası seni sen istesen de istemesen de etkiliyor. Kendine biraz zaman tanı. Böylelikle kâbuslarının azaldığını göreceksin. Yanlış anlama senin için söylüyorum.’’ Lamia bugün oldukça karmaşık duyguları bedeninde barındırıyordu. Öfke, üzüntü, kırgınlık, korku, mutluluk… Ve kâbustan sonraki gün için bu kadarı bünyesine fazla geliyor hatta başını döndürüyordu. Kerem haklıydı. Biraz ara vermesi gerekiyordu. Keremin hâlâ bu kadar mantıklı konuşuyor olmasını kabul edemiyordu Lamia. Bu içindeki merakı daha da körüklüyordu. Karmaşık duyguların diline hücum ettiğini belli eden bir ses tonuyla devam etti Lamia; ‘’Aslında haklısın. Sanırım kendime biraz zaman tanımam iyi olacak. Sana da tabii. Pekiyi bir hafta sonra geldiğimde hikâyeni öğrenebilecek miyim?’’ bu soru karşısında biraz duraksadı Kerem. Cevabını bildiği bir soruydu fakat onu bir şeyin kıvrandırdığını seziyordu Lamia. Merak dolu gözlerini Kereme dikti ve bir müddet bekledi. Kerem Lamia’nın anlamadığı tereddüt, korku ve üzüntü içeren ses tonuyla karşılık verdi. ‘’Umarım…’’
Günümü Kaçıran Gece Rabia Erbek |
GÜNÜMÜ KAÇIRAN GECE Rabia Erbek - 2106 Mezun Gün yine beni beklemeden gitmiş gecenin ardından, uçurumdan atlar gibi… Kelimeler küsmüş kalemime. Sözlerim utancından bakamaz oldu dilime. Gözlerim kepenk kapatıyor uykusuzluğa. Ayaklarım öpmek ister gibi toprağa hasret. Kulaklarım kuş seslerini özlüyor. Çocuksuz kalmış parklar gibi sayfalarım. Dilencinin mendili kadar beyaz. Bozuk birkaç harf dileniyor gelen geçen hayatlardan. İnsanlar ağız dolusu küfür kusuyorlar caddelere. Bir teyze sendeleyerek taşıyor pazar poşetlerini. Az önce en sağlamlarını seçmişti meyvelerin. İstediğini seçmek hoş geliyor kulağa. Peki ya çekmek? Hele de akıntıya.
Geceye kalmamak için koşuyor herkes ters istikamete. Siz gidin ben geceyi bekleyeceğim. Günümü kaçıran geceyi…
MİHRAP
Kuytularda oynatılan kuklalar. Güneşi örtmeye çalışan gölgeler, öfkeli beyler, sürçü lisanlar, boş kafalar, son sofralar. Patlak veriyor hep sıkıştığı yerden. Vaktini beklemiyor artık güller, açıyor erkenden. Dikeni daha sivri bu aralar. Acaba neden? Bu koca bahçede tek sevdiğim çamlar. Çünkü hep telaşsızdır, vakitsizdir onlar. Kapılarına hırçın kış dayansa da, cilveli yaz gelse de kanmazlar. Renklerinden caymazlar. İşte böyle…
61
Cümle Dolusu Kelimeler BÜŞRA ÖZTÜRK A/12-B
Ne oldu, ne olacak demekle geçirir insan hayatını. Oysa ne gerek var ki aklı bunlarla meşgul etmeye. Niyetim öylesine bir yazı yazıp da okurken “şu yazı bir bitseydi” değil de bir şeyler kazandırmak sizlere. Belki sizleri tanımıyor olabilirim ama aynı gökyüzünün altında aynı havayı soludukça sizleri anlayabilirim. Anlatılacak o kadar çok şey var ki. Hangisini yazsam, hangisinden başlasam seçemiyorum. Ama bir yerden de başlamak lazım cancağızım. Bazen olur da hani insan kendini bir çıkmazda hisseder, her şeyin üst üste geldiğini, bu boşluktan kurtulamayacağını düşünür ya; değil işte öyle. Ne ki bu korkutan şey? Boş versene. Düşünme bile. Değmez. Girdiğin çıkmaz sokak mı korkutuyor? Yürü sonuna kadar ne de olsa geri dönebilirsin. Rengini kaybeden kalplerden akan zift mi söz konusu? Bırak kalbinden zift akan düşünsün. Kırdı mı? Üzdü mü seni? Hep güzel tarafını düşünsene her şeyin. Eskiden de olsa sonuçta güzel bir anı kaldı sana.
MİHRAP
Böyle birden konu değiştirdim ama aklıma gelmişken yazayım unutmadan. Şimdiki dostlukların da tadı kaçmış
62
yahu. Kendim olduğum için demiyorum ama Allah herkese benim gibi dost versin. Ben bir kere dostlukta gurur olmaması gerektiğini düşünüyorum. Gururdan kendine engel yapanları çatı olacağı yerde duvar örenlere benzetmek mümkün. Düşünsenize bir saniyesinden emin olmadığımız canımızın belki de aylarca sürecek davasına şahitlik ediyoruz. Akılla kalp arasında kalıp, kapanan kapıların açılmasını bekliyoruz. Geçmiş günlerin cezasını geleceğimize ödetiyoruz. Görmediğimiz hayaletlerin gölgesinden korkuyoruz. Kısaca kendimize uğraş arıyoruz.. Yine bir konudan başka bir konuya atlıyorum ama ruhum dağınık. “Sevmek” başka bir şeydir. Birini sadece güzel olduğu için değil, kendi olduğu için sevmelisiniz. Bu sadece karşı cinse duyulan sevgi değildir. Bir arkadaşınızı çok seversiniz. Sizi sevmese de siz, onun sizi sevmeyişini seversiniz. Parfümünü seversiniz, bakışını seversiniz. Bir çiçek seversiniz, renginden değil de boyundan. Bir kafede içtiğiniz kahvenin fincanını seversiniz. Yani birini, bir şeyi severken kim olursa olsun ne olursa olsun fazlasıyla değil eksik-
leriyle sevmektir sevmek. Sevgiden kusurunu görememektir sevmek. Seviyorsan çiçeği, böceği, insanı; nedeniyle değil varlığı ile sevin. Çok değil güzel sevin yeter. İnsanın mesela, görmeden ördüğü duvarları vardır. Zaman geçtikçe de o duvarların yıkıldığını hissederek mutlu olur. Olmuyorsa da olmalı… Şöyle dönün bir arkanıza bakın haydi. Ne kadar çok gereksiz şey varsa atın gitsin. Her şeyi en mükemmel derecede yaşayın. Mutlu musunuz? Dinlemeyin “sessiz ol” diyenleri. En zirvesinde yaşayın herkese inat. Üzgün müsünüz? En dibinde yaşayın acınızı “abarttı ama” diyenlere inat. Anı yaşayın, hissederek yaşayın, o anki duygunuzu ciğerlerinize kadar yaşayın “olmaz” diyenlere inat. Kim ne derse diye değil sizin keyfiniz nasıl isterse öyle yaşayın. Neden? Dedikleri zaman “canım öyle istedi” deyin. Bir işe başladıysanız sabırla bekleyin işte o zaman en güzeli, en özeli sizin olur. Bu yazının sizlere bir şeyler kattığını düşünmek bile mutluluk sebebi. Hayatınızın en mükemmel geçen günü en kötü gününüz olsun. İmam hatip gençleri olarak ayırt etmeksizin dualarımdasınız. Selametle…
Payitaht Abdülhamid Eda Adıgüzel |
EDA ADIGÜZEL A 11/B
Öncülük ettiği her tarihi diziyle farkını ortaya koyan TRT kanalında yayınlanan Payitaht, geçmişimizi hatırlamaya güçlük çektiğimiz bu günlerde tarihimize ışık tutuyor. Her Cuma akşamı çıktığımız tarih yolculuğuna,dizi, Abdülhamid Han’ın adaleti ve islam sevdasıyla biz gençlere örnekliğini sürdürmekte. Teknolojinin gelişmesiyle, tarihimizin de o tozlu raflardaki yerini aldığı şu günlerde tarihimizi hatırlatmaya devam ediyor. İslamı en güzel şekilde yaşayıp, gâza meydanlarına abdestli giden dedelerimizin emanetlerini hatırlayıp, onlar gibi vatan ve islam adına göz karartıp her yüzyılda aynı stratejiyi okuyan haçlı ordularına nasıl karşı koymamız gerektiğini bizlere aşılıyor bu tür tarihi diziler. Yeri gelmişken sormak lazım; acaba ulusal kanal diye tabir ettiğimiz TV kanalları neden bu memleketin hayrına bir şey yapmazlar da sabah akşam rant peşinde koşarlar! Rant diyorum,belki bu ifade bile masum kalır.. İnsanın aklına her şey geliyor . Yani bunlar acaba gençliğimizi,insanımızı hedef alan ve beyinlerimizi iğdiş eden yayınları kasıtlı mı yapıyorlar diye şüpheye düşüyor insan. Bu kanallara neden bir yaptırım uygulanmaz da sabah akşam zehir kusarlar. Bunların vatan gibi gençlik gibi bir endişeleri neden olmaz veya neden yayınlarında bu endişeleri
gözetmezler. Özellikle Ulasal kanallar diye tabir edilen bu kanalların 24 saatlik yayınlarını bir takibe alalım, bu memleketin hayrına bir dakikalık bir yayınlarının bile olmadığını göreceksiniz.. Galiba bir şeyi göz ardı ediyoruz, son üç yıldır ,özellikle son bir yıldır bu vatan için nasıl mücadele verdiğimize cümle alem şahitken,neden Allah aşkına bunların kılı kıpırdamaz da hala pembe dizilerle,evlilik programlarıyla insanımızın aklını karıştırmaya devam ederler. Bunlara bir kişi çıkıp da sizin amacınız ne ,sizler kime ve hangi ulusa-dine hizmet ediyorsunuz diye sormaz. Unutmayalım ki zehri teneke kupa içinde sunmazlar.. Bu bağlamda ,günümüzde mahremiyetin kalmadığı birçok diziye rakip olan “Payitaht” çok büyük bir farkla yoluna devam etmekte. Ulu Hakanı hayretle ve hayranlıkla izliyor, rahmetle anıyoruz. Aynı zamanda 113.İslam Halifesi olan Abdülhamid Hanın, batının bütün kirli oyunlarına rağmen, halkını umutsuzluğa sürüklemeden nasıl mutlak bir savaş verdiğini görüyoruz. Bu tür diziler ,bizlere de tarihi hatırlatarak, geleceğe emin adımlarla yürümemizi sağlayacak ışık olmaktadır. Tarihçilerimizin her zaman dediği gibi “yüzyıllar geçse de senaryo hep aynıdır sadece oyuncu ve karakterler farklıdır.” Yıllar önce de olsa , yıllar sonra da olsa her zaman düşmanımız aynı. Bu sebeple bizler, yaşamlarıyla ,stratejileriyle örnek olan atalarımızı hiç bir zaman unutmamalıyız ve her zaman onların yaşamlarını kendimize örnek almalıyız. Bu bağlamda bizleri aydınlatan TRT ye ve “Payitaht” dizisi yapım ekibine sonsuz şükranlarımızı sunarız... Akif’in dili ve yüreğiyle;
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? “Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
M. Akif Ersoy
MİHRAP
Payitaht “Abdülhamid”, yönetmenliğini Serdar Akar’ın, senaristliğini Uğur Uzunok ve Osman Bodur’un yaptığı tarihi-kurgu türündeki diziyi sanırım beğenmeyenimiz yoktur. Olaylar, 34. Osmanlı padişahı II. Abdülhamid Hanın saltanatının son 13 yılında (1896-1909) geçmektedir.
63
Portre Hz. Peygamber Aşığı Şair Yusuf Nâbi… | PORTRE
Hz. Peygamber Aşığı Şair Yusuf Nâbi…
1642 senesinde, Şanlıurfa’da doğan Yusuf Nâbi yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyümüş, 24 yaşındayken de İstanbul’a gitmiştir. Burada eğitimine devam eder, şiirleri ile tanınmaya başlar. İstanbul’da geçirdiği dönemde birçok önemli isimle arkadaşlıkları olmuş, sarayla da bazı ilişkiler kurmuştur. Bunun da etkisiyle, Halep’te geçirdiği yıllarda (yaklaşık 25 yıl) devletin sağladığı imkânlarla rahat bir hayat sürdürmüştür. Eserlerinin çoğunu Halep’te geçirdiği bu yıllarda kaleme almıştır. Daha sonra arasının da iyi olduğu Halep Valisi Baltacı Mehmet Paşa sadrazam olunca Nâbi’yi yanına aldı. Bu dönemlerde Nâbi Darphane Eminliği, Başmukabelecilik gibi görevlerde bulundu. Ayrıca, bazı kaynaklara göre Nâbi aynı zamanda çok güzel bir sese sahipti ve müzik konusunda da fazlasıyla başarılı idi. “Seyid Nuh” ismiyle bazı besteleri olduğu bilinir.
MİHRAP
Nâbi Osmanlı’nın duraklama devrinde yaşamış bir şairdi, yönetim ve toplumdaki dejenerasyona ve bozukluklara şahit oldu. Çevresindeki bu negatif olgular onu didaktik şiir yazmaya itmiş, eserlerinde devleti, toplumu ve sosyal hayatı eleştirmesine neden olmuştur.
64
Ona göre şiir hayatın, karşılaşılan sorunların ve günlük yaşamın içinde olmalı, hayattan, insandan ve insanî konulardan izole edilmemelidir. Bu yüzden şiirleri hayat ile alâkalı, çözümler üretmeye çalışan, yer yer nasihatta bulunan bir yapıdadır. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla
“Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre, İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere.”
—O söylediklerin ne idi, onları ne için söyledin, sebebi nedir, diye sorarlar. Fakat müezzin bir türlü söylemez. Ne kadar ısrar ederse de , —Söylemem, kafamı kesseniz de söylemem! deyince:
“Nâ” ve “bî” kelimeleri arapça ve farsçada ‘yok’ anlamına gelmektedir. Bu beyitte Nabî mahlasının oluşumunu belirtmektedir.
—Ama, der Nabi, Bunları biraz önce ben söyledim. Sana kim söyledi. Bu sefer müezzinin tavrı ve şekli değişir heyecanla:
12 Nisan 1712 tarihinde vefat etmiş, Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığına gömülmüştür
—Senin ismin Nabi mi? der. Evet cevabını alınca müezzin Nabi’nin ellerine, Nabi de müezzinin boynuna sarılır. Bu dehşetli manzarayı seyreden Paşa, dayanamayıp:
ŞAIR NÂBI’NIN HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) AŞKI
—Nereden bildin bunun isminin Nabi olduğunu, Allah aşkına söyle, der.
Şair Nabi, zamanın paşalarından birinin iltifatına mazhar olur ve beraberce hacca giderler.
Müezzin rüyasını anlatır.
O devirlerde hacca deve ile gidilir. Develerin sırtına yüklenen mahmil ismi verilen, iki kişinin rahatça yolculuk edebileceği bir semer vardır. Nabi ile Paşa da böyle bir deve de yolculuk ederler. Nihayet bir seher vaktinde Medine topraklarına girerler. Nabi, Hz. Peygamberin kabrini ziyaret edeceğim diye heyecanlanır, mahmilin öbür tarafında ise Paşa yatmış uyuyordur. Bu durum Nabi’yi müteessir eder.
—Efendim, akşam abdestli olarak yatmıştım. Biraz evvel Peygamberimizi rüyamda gördüm. Ya müezzin kalk yatma. Benim aşıklarımdan biri benim kabrimi ziyarete geliyor. Şu cümlelerle minareden onu istikbal et, dedi. Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimizin iltifatına mazhar olan aşık kimdir diye düşünerek minareye koştum, der..
Sakın terk-i edebten kuy-ı mahbub-ı hudadır bu Nazargahı ilahidir, makamı Mustafa dır bu…
Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-ı Hudâ’dır bu Nazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu, Felekde mâh-i nev, Bâbüsselâm’ın sîne-çâkıdır Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdır Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu. Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil Amâdan açdı mevcûdât düş ceşmin tûtiyâdır bu. Muraât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu Ey Nâbî
Nabi farkında olmayarak bu mısraları birkaç kere tekrarlar. Her tekrar edişte sesi biraz yükselir. Ve nihayet öbür tarafta uyumakta olan Paşa uyanır.
Günümüz Türkçesiyle
İki cihan güneşinin bulunduğu topraklara geldik. Biraz sonra Medine şehrine gireceğiz. Böyle yatmak hiç münasip olur mu? diye düşünür ve bu heyecanla dudaklarından şu mısralar dökülür.
—Nabi ne oldu, ne söylüyorsun, der. Nabi de : — Efendim, Peygamberimizin kabr-i sadetlerinin bulunduğu Medine şehrine geldik de bazı şeyler hatırladım, bunları söyledim, der. Paşa da Nabi’nin heyecanına katılır. Abdest alıp yayan olarak Medine sokaklarında Ravza-i Mutahharaya doğru yürürler. Bu esnada kulaklarına bir ses gelir. Durup dinlerler. Gelen ses Mescid-i Nebevinin minarelerinden yükseliyordur. Sesi dikkatle dinleyince, biraz evvel Nabi’nin söylediği mısraların müezzin tarafından okunduğu anlaşılır. İyice duygulanırlar. Paşa Nabi ye şöyle seslenir. —Nabi bu hal nedir? Nabi de: —Bilmiyorum efendim, der. Her ikisi de sükût ederler ve beraberce minarenin kapısına gelirler. Müezzin minareden inmesini beklerler. Müezzin inince:
(Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir. Cenâb-ı Hakk’ın nazar buyurduğu, Hz. Muhammed Mustafâ (s. a. v) ’nın makamı, Ravza-i Nebî’dir Bu Gökteki yeni ay, Bâbüsselâm kapısının yüreği yanık aşığıdır. Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır. Burası, Allah (c. c) ’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir. Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir. Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.)
MİHRAP
iç içe olmasını istemesindendir belki de, kullandığı dil yalın ve süssüzdür.
65
Minik Bir Güvercin İmran Narçiçeği |
Mi̇ni̇k Bi̇r Güvercin Korkuyorum... İçimde çıkmaz sokak, Ayazda kalan bedenim. Toprağımda asrın firavunları. Masum bir bakışla , Hayatımı harbe çeken sesleniş Gözlerim indirirken kar tanelerini, Üşüyen yüreğime hapsolmuş gülüşler, Korkuyorum... Saklambaç oynuyor hayallerim Savaşın öksüz bıraktığı , Yürekler gibi sessizleşiyor... Yüzümü tırmalayan kızgın gözyaşları, Saplanıyor toprağa... Büzüşüyor yaralar ellerimde. Hayalet evler , Göz yaşı damlatıyor duvarları... Minik bir güvercin , Cennetin kokusunu dağıtıyor , Ve sessizce tutuyor ellerimden…
MİHRAP
İmran Narçiçeği 12-G
66
Yunus’tur Adım Osman Durak |
Yunus’tur Adım Sivrihisar derler doğduğum yere, Beni tanıyanlar rahmete ere, Soyum Türk’tür aşinayım şiire Hakk’ın aşığıyım Yunus’tur adım. Taptuk Emre dergâhında yetiştim, Yetiştim de icazete eriştim, Mevlana’yla ben Konya’da görüştüm, Hakk’ın aşığıyım Yunus’tur adım. Benim zenginliğim sadece dildir. Sevginin timsali toprakta gül’dür Yanan şu gönlümün encam-ı küldür, Hakk’ın aşığıyım Yunus’tur adım. Sevgi bende derya, ben ‘se bir zerre Şu ömründe varsam hacca bin kerre İyiliğe yetiş, engel ol şerre, Hakk’ın aşığıyım Yunus’tur adım. On iki yerde var benim mezarım, Diyar diyar gezer, ilim kazarım, Rabbimin aşkıyla sarhoş tozarım Hakk’ın aşığıyım Yunus’tur adım.
MİHRAP
Osman Durak Meslek Dersleri Öğretmeni
67
VEDALAR
Arz-ı Veda
A.TURAN KARABULUT Meslek Dersler Öğretmeni
Y
aratılan her şeyin bir sonu vardır. Baki olan “ALLAHU TEALADIR” Kul ve kulun yaptığı şeyler geçicidir. Bir gün yok olacak yani sonu gelecektir. Doğan ölecek başlanan iş eninde sonunda sona erecektir. Kendisi tamamlamasa bile kendisinin bu dünyadaki nöbeti sona erecektir. Aslolan, şairin; “Avazeyi bu aleme davud gibi sal “Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş” şeklinde ifade ettiği gibi, hayırla anılmak ya da ecdadına rahmet okutmaktır. Aksi halde yaşamanın anlamı yoktur.
MİHRAP
Allahu Teala kullarını bir gayeye yönelik yaratmıştır. Buda, yaratıcıya itaat yaratılanlara hizmet etmektir. Bu husustaki görev ve sorumlulukların sınırı Allahu Teala tarafından konulmuştur. Dünya hayatı geçicidir. Eğer gayeye uygun yaşarken bu dünyadan ayrılacak olursak ebedi hayatı da kazanmışız demektir İnsan için önemli olan ömrünü ve bu ömür içinde geçirdiği hizmet yıllarını “Hüsnü hatime” ile sonlandırmaktır. Yaptığımız işlerde niyet önemlidir; niyet halis olursa Cenabı hak o işin hayırla bitmesini lütfeyler.
68
Veda Arz-ı Veda A.Turan Karabulut |
Bu durum ömürle ilgili böyle olduğu gibi işlerimizle ilgili de böyledir. Bu güne kadar yapmış olduğumuz görevlerde “ala kaderi’l-imkan” hep hakkın ve haklının yanında yer almaya çalıştık. Bunun dışındaki düşüncelere itibar
etmedik. Hiç bir dünyevi makam ve mevkiye gelmek için insanlara hoş görünme gibi bir düşüncemiz olmadı. Bugün nöbetimizi gönül hoşluğu ile dostlarımıza devrediyoruz. Rabbime hamdolsun. Dileğimiz ve duamız bunca sene emek verdiğimiz bu gençlerin ve dostlarımızın bizleri hayırla yad etmesidir. Ülkemizin değişik yerlerinde ve farklı görevlerde bulunurken yaptığımız hata ve kusurlardan dolayı önce Rabbimizin affını sonra insanların haklarını helal etmelerini umuyoruz. Yahya Kemal’ in: “Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor Lakin vatandan ayrılışın ızdırabı zor" dediği gibi, Bizim içinde zor olan uzun yıllar hizmet etmekten ve öğrencisi olmaktan şeref duyduğum, (bu şerefi her zaman gururla taşıdığım) okulumdan öğrencilerimden ve de öğretmen arkadaşlarımdan başka bir ifade ile her bir köşesi hatıralarla dolu yuvadan ayrılmaktır. Zira İmam hatip “Allahını ve Peygamberini seven, vatan ve milletine bağlı ahiret kaygısını, akıbet endişesinden önde tutmaya çalışan” insan yetiştiren eğitim yuvası demektir. İmam Hatipli demek hakka inanan, inandığını yaşayan samimi, gayretli nifaktan ve şikaktan uzak akıl ve iradesini, Hakkı tanıyıp O na tabi olmak için kullanan kitap ve sünnet
dışında her kim olursa olsun ve ne söylerse söylesin sorgulayan kişilik ve kimlik sahibi insan demektir.
olalım. Gayemiz insanların iltifatını kazanmak değil Rabbimizin rızası olsun.
Sevgili öğrenciler, sizler bu ülkenin umudu geleceği ve beklediği nesilsiniz. Unutmayın ki siz bu ülke için çok önemli ve de çok gereklisiniz. Yeter ki siz sorumluluğunuzu bilin ve sorumluluğunuzu üstlenmeye hazır olun.
Düşünelim araştıralım ve samimi şekilde Kuran ve sünneti anlamaya ve yaşamaya çalışalım. Bu yolla Kuran ve Sünnetin mesajlarını kavramış oluruz. Zira milli şairimiz M.Akif’in:
İslamı anlatırken sözünüzün doğru, özünüzün yumuşak ve üslubunuzun tatlı olmasına dikkat ediniz. Kızmayınız ve kaba olmayınız. Zira Allahu Teala Ali İmran 159. ayette “Eğer katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi” buyuruyor. Kavli leyyin (yumuşak söz) önemli ancak bu hoşgörünün tavizle karıştırılmaması gerekir. Akif merhumun dediği gibi: “Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum” Ölçüsü mihengimiz olsun. Yaşadığımız gibi değil inandığımız gibi yaşamanın gayreti içinde
“Allaha güven saye sarıl hikmete ram ol Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” Bu yolu takip edersek çıkmış olduğumuz kutlu yolda mutaffifin suresi 29. Ayette ifadesini bulan “hıtamuhu misk…..” Onun sonu misktir… durumuna dönecektir. Gıbta edilecek duruma geleceğiz İnşaallah. Aksi halde boşa geçen bir ömür ve Allah korusun hesabı verilemeyecek bir hayatla karşı karşıya kalabiliriz. Dua edelim ki ömrümüz ve işlerimizin başlangıcı hayır ortası hayır ve sonu da “misk “olsun. Üstad Necip Fazılın: “Ya İslamla yükselir, ya inkarla çürürsün, Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğin de görürsün” Yolunuz ve bahtınız açık, Allahu TeaLa yardımcınız olsun. Tüm öğrencilerime ve saygıdeğer öğretmen arkadaşlarıma en derin sevgi ve saygılarımı sunarım. Allaha emanet olunuz.
Mihrap ekibi olarak A. Turan Hocamız'a emekliliğinde mutluluklar ve huzur dolu yıllar diliyoruz!
MİHRAP
Rehberiniz Kuran ve Sünnet, kılavuzunuz Hz. Peygamber (S A V) olsun. İnancınızdan, inandığınızı yaşamaktan, örtünüzden iffet ve edebinizden asla taviz vermeyin. Kimseyi dışlamayın, ötelemeyin; ama kimsenin de sizi dışlamasına ve aşağılamasına izin vermeyin.
69
Veda Abdurrahman Koç |
Veda ABDURRAHMAN KOÇ Meslek Dersleri Öğretmeni
1
951 yılında Kayseri’de doğdum. Mahallemizde ilkokul olmadığı için Yeşil mahalledeki ilkokula devam etmek durumunda kaldım. İlkokul 5.sınıfta sınıfın başarılı bir öğrencisi olduğum için öğretmenim benimle özel ilgileniyordu. Benim İHL ne gideceğimi duymuş olmalılar ki diplomamı vermiyordu. 15 gün her gün okula diplomayı almak için gidiyorumdum; ama nafile. Diplomayı evine götürmüş. Babam günlük 12 saat çalışan bir işçiydi. Bununla uğraşacak ne vakti vardı ne de bilgisi. Annem ilimliydi kültürlü, ileri görüşlü, tecrübeli bir Anadolu kadını. Oğlum kayıt zamanı geçecek. Öğretmenin evine gidelim yalan söyleyelim. İHL ne gitmeyecek diyelim dedi.
Afferdesiniz siz kimsizin dedim. Ben bu okulun müdürüyüm dedi. Bu kaba davranışından sonra o ürkekliğim, korkaklığım gitti kendisine; bunu zaman gösterecek demiştim. Orada 4 yıl görev yaptıkdan sonra, Kayseri İHL’ne tayinim çıktı. Bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Develi’den kamyonla eşyaları gönderdikten sonra Develi Meydanına otobüse binmek için ailemle geldiğimizde bizi yolcu etmeye 200-250 kadar öğrenciyi askeri düzen şeklinde otobüsün karşısında görünce çok duygulanmıştım. Bu nasıl vefa, işte Anadolu, işte Anadolu insanı, dedim. Kayseri İHL’nde müdür yardımcısıydım, odamda otururken bir veli geldi. Kendisinin Develi İHL’nde hocası olduğumu söyledi. İmamlıktan emekli olmuş. Hocam size 25 yıl her namazdan sonunda dua ettim. Niçin dedim. Lise son sınıfta Arapça dersinde bir kişi hariç sınıfın tamamı başarısız. Arkadaşlarla topluca müdür beye gitmiştik bizler son sınıfız. Fakir aile çocuklarıyız, sene kaybıyla bir çok arkadaşımız okul dışında kalabilir vs. dedikten sonra okul müdürü sene sonu bitirme sınavlarına A.Koç’u komisyona yazacağım. Hiç merak etmeyin dedi bizi gönderdi. Sınav başladı komisyonda siz vardınız. Arkadaşların morali çok yüksek. Ben sınava girdim başarabileceğim bir arapça parça açtın tercüme etmemi
istedin. Yine cevaplayacağım bir iki soru sordunuz çık dediniz: Sınavların neticesinde baktım geçmişim. Dünyalar benim oldu. O diploma ile İmam oldum. 25 yıl imamlık yaptım. 25 yıl size dua ettim. Hocam, o hocaya kalsam köyde dana çobanlığı yapacakdım. Allah sizden razı olsun dedi. Çaylarımızı yudumladık. Kayseri İmam Hatip lisesinde 8 yıl müdür yardımcılığı, 15 yıl müdür baş yardımcılığı 3 yıla yakın müdür vekilliği müddeti içinde öğrencileri kazanma yönünde daima rehberliği, affediciliği, merhameti, empatiyi ön planda tutmaya çalıstım. “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” “İnsanlarının akıllarına göre konuşunuz” hadisi şerifleri önümde ışığım oldu. Saygı ve sevgiye dayanan bir idare anlayışını benimsedim. Samimi hizmet eden kim olursa olsun, görüşü ne olursa olsun taltif ettim, ödüllendirdim, motive ettim. Bunun yansıması öğrenciye direk pozitif olarak tesir etti. Müdür başyardımcılıkları iptal edilince son 2.5 yılımı öğretmen olarak tamamlamama fırsat veren Cenabı Allaha sonsuz şükürler olsun. 44 yıllık memuriyet 20 Kasım 2016 da inşallah nihayete erdi. Fakat çalışmamız değişik sahalarda “yorulduğun zaman başka bir iş yap” ayet-i kerime mucibince devam edecek. Her türlü mekan ve zamanda beraber çalışma fırsatı bulduğum bütün arkadaşlarıma varsa hakkımı helal ediyorum. Onların da haklarını helal etmelerini diliyorum. 1962-1963 öğretim yılı talebelikle başlayan İHL serüveni 20.11.2016’da nihayete ermiş oluyor. Cenabı Allah ahiret ayrılığı vermesin, inşallah cennette buluşmak ümidi ile Allaha ısmarladık.
MİHRAP
Annemle öğretmenimin evine gittik bu senaryoyu uyguladık. Öğretmen buna çok sevindi. Eğer İHL ne gitseydi yılanlar gibi sürünürdü dedi. Diplomayı kayıtların bitmesine az bir süre kala kurtarabildik. 1962-1963 öğretim yılında Kayseri İHL ne kayıt yaptırdım. 1969-1970 öğretim yılında mezun oldum. Aynı yıl Kayseri YİE’nün sınavlarına (yazılı-sözlü) kazanarak 1970-1970 öğretim yılında derslere başladım, 1974 Haziran’ında mezun oldum. YİE’nde en etkilendiğim hocalarım; Halis Ayhan Pedagoji hocası; duruşu, ders anlatışı 40 yıllık öğretmenlik hayatımda ışık olmuştu bana, ikinci hocam; Süleyman Uludağ Tasavvuf hocası, tasavvuf ancak böyle anlatılır: Gözümü kırpmadan nefes anlamadan dinlerdim. Bu hocam da bana hayatta rehber olmuştur, Allah razı olsun. Kasım 1974 Tuzla piyade okuluna oradan Aydın’ın söke ilçesinde piyade alayında yedek subay olarak Askeri görevimi tamamladım.
elimde. Develi İHL nin bahçesine girdim. Dizlerim titriyordu, öğretmen olduğuma hala inanamıyorumdum.. Bahçede omzunda palto, ayakkabının topuğuna basmış başında kasket olan birisi: -Hayrola dedi. Ben de buraya yeni tayin oldum, meslek dersleri öğretmeniyim. Bana bakarak: Hoş geldin. Arkadaş hayırlı olsun demeden siyasi bir yönün varsa hiç başlatmayalım (1980 öncesi anarşi belası yurdu kaplamıştı.)
Haziran 1976 Develi İmam Hatip lisesine tayin oldum. Evraklarım
70
Mihrap ekibi olarak Abdurrahman Koç Hocamız'a emekliliğinde mutluluklar ve huzur dolu yıllar diliyoruz!
ayat su gibi akıp gidiyor. Gençlik daha hızlı.. Hani derler ya. Gençlikte günler kısa, yıllar uzun; yaşlılıkta ise günler uzun, yıllar kısadır. Sizleri gelecekte hem çok büyük tehlikeler hem çok büyük başarılar bekliyor. Bunlardan hangisinin sizinle temas kuracağını çoğunlukla kendi iradeniz belirleyecek.. . Düşünün Einstein ilimle uğraşmasaydı bilim adamı olabilir miydi? Mimar Sinan sanatla uğraşmasaydı bugüne ulaşan eserler verebilir miydi? Ben şahsen şuna inanırım. Yaratan her insana farklı bir meziyet vermiş. İş bunu ortaya çıkarıp geliştirmekte… Bu yüzden önünüzde sizi bekleyen hayat yolundaki kulvarların yol ayrımlarında hata yapmamanız, yol üzerindeki
Bu sırada yeni olgunlaşmaya başlayan bir kelebek, kozadan çıkmak için kozanın duvarını zorluyormuş. Çocuk kelebeğin zor durumda olduğunu zanneder ve .“Ben şuna yardımcı olayım da bir an önce kozanın duvarını yırtsın.” Diyerek kozayı bıçakla yırtmış. Kelebek dışarı çıkmış çıkmasına ama uçamıyormuş.. Bir müddet sonra kelebek çırpına çırpına ölür. Çocuk üzgün bir şekilde annesinin yanına gelir . Annesi ona kelebeklerin kozayı yırtmak için yüksek bir gayret gösterdiklerini ve bu gayret sonucu kelebeğin kanatlarının güçlendiğini bu nedenle rahat uçabildiğini anlatır. Sen ise kelebeğin kanatlarının güçlenmesine fırsat vermediğin için kelebek uçamadı
Sevgili Gençler NECATI DAŞTAN / MISAFIR KALEM (HAKIM- GAZIANTEP) tabelaların hangisinin sahte hangisinin gerçek olduğunun idrakine varmak ve hayatımızdaki hataları minimum seviyeye indirmek için bu yazıyı yakınlarınıza da okutmanızı istirham ediyorum. Sizler bu hayat serüveninde bazen düşecek bazen yükseleceksiniz. Bazen ağlayacak bazen kahrolacaksınız. Bunlar her insanın başına gelecek hadiselerdir. Sorarım size, dünyada ağlamayan tek bir insan var mıdır? İnsan ne kadar katı yürekli olursa olsun en azından çocukluk ve gençliğinde ağlamıştır.. Önemli olan olumsuz hadiseler karşısında ne yaşadığımız değil bunlara karşı bizim tavrımız ve irademiz. Her çocuk düşer, düştükten sonra kalkmayı bilmezse bir daha yürüyemez. Ben size düştüğünüzde kalkmayı öğrenmenizi tavsiye edeceğim. Güçlü olmak, yenilmemek, mağlubiyete gömülmemek. Her mağlubiyeti zaferin bir aşaması olarak görmek. Her zaman önünüzdeki büyük zaferlerin ümit ışığı ile avunmak . Bunlar insanı diri tutan özellikler ve meziyetlerdir. Hayat yolundaki küçük başarısızlıkları daima bir kazanç olarak görmek gerek.. Hz. Peygamber(sav) bile Uhut savaşında kısa süreli de olsa bir mağlubiyet yaşamıştır. Mağlubiyetin insana kattığı değer ,belki zaferden daha fazladır. Bir çocuk ormanda yürürken bir kelebek kozası görür. Merakla onu seyre dalar. .
ve çırpına çırpına can verdi. Hayat da böyledir. Önümüze çıkan küçük sorunlar gelecekteki daha büyük sorunlar için antrenman hükmündedir. Bu yüzden her engeli bir kazanç kapısı görmek ve ona ibret nazarıyla bakmak gerek.. Hayat yolu her zaman güllerle dolu değildir. Bazen yol üzerinde sizi yanıltacak ve manipüle edecek çok parlak ve ışıklı tabelalar da göreceksiniz.. Çoğunlukla zehri altın tabakta sunarlar. Hiç kimse zehri paslı bir tabakta sunarak işini riske etmez. Bunlar büyük çoğunlukla şeytanın kurduğu ve sizi aldatacak yaldızlı tabelalardır. Şeytan size kurduğu tuzağı Mutlaka allar pullar ve sizi aldatmayı dener. Bu yüzden yol rehberlerimiz var. Sizin en büyük rehberiniz aileniz olmalı. Dünyada hiç kimse size ailenizden daha yakın olamaz ve hiç ikimse sizi aileniz kadar karşılıksız sevemez. Belki çevrenizdeki arkadaşlarınız sizi çok seviyor olabilir. Ancak aranız bozulduğunda en büyük düşmanınız o olacağını unutmayın. Bakın birbirini ölürcesine severek evlenen çiftlere boşanma davasına gelince birbirlerinin en mahrem sırlarını ortaya dökmüyorlar mı? Oysaki siz anne babanıza kötülük dahi yapsanız onlar sizi asla reddedemez. Bu da gösteriyor ki anne baba sevgisi fıtraten bize Allah tarafından verilmiş nimettir. Bu nedenle ilk olarak görüş ve düşüncelerine
başvuracağımız tecrübelerinden ve öğütlerinden istifade edeceğimiz ilk insanlar anne baba ve kardeşlerimiz olmalı.. Anne babası hayatta olmayanlar veya yeterince istifade edebilecek konumda olmayanlar dayı, amca ve teyze gibi yakın akrabaları bunların yerine koymalıdır.. Bunları niye anlatıyorum. Tecrübeyi ve bilgi birikimini asla göz ardı etmeyin. Nasihat ve öğütlere burun kıvıranlar asla hayatta başarılı olamazlar. İnsanların en ucuza alabildiği ancak kıymetini bilmediği en önemli hazine öğüttür. Hava ve su gibi. Bedavadır, ancak yokluğunda hayatınızı dahi kaybedebilirsiniz. Dünyanın en zeki siyasetçisi dahi olsanız tarih bilmiyorsanız yenilmeye mahkum olursunuz.. Zira tarih de başka milletlerin ve devletlerin tecrübe birikimi demektir. Voltaire şöyle der.. : Pek az insan başkalarının deneyimlerinden yararlanmayı bilecek kadar akıllıdır. Aklınızı daima his ve duygularınızın önüne koymalısınız. Duygularınızı aklınızın dizginleri arasına almayı unutmayın. Nefsinizi terbiye ederek onu dizginleme egzersizleri yapın. Nefsinizi rehabilite etmeyi öğrenin. . Terbiye edilmemiş bir at yarış kazanabilir mi?. Kontrolsüz güç güç değildir. Önce aklınızı iradenizi ve nefsinizi kontrol etmeyi başarın. Sizler küçük hazlar peşinde koşarken sizleri buna alet ederek kendi süfli emelleri için sizi kurban edebilecek insanların olduğunu unutmayın. Unutmayın ki günümüzde insanlar vicdani bir erozyona uğradılar. Bir dakikalık zevk için bir insanın hayatını bitirmeyi göze alan insanlar var bu dünyada ne yazık ki… Sizi istismar edecek ve kişiliğinizi hasara uğratmak için ellerini ovuşturanlar olduğunu unutmamalısınız. Gençlik yılları, kanın taze aktığı ve duyguların şaha kalktığı dönemlerdir. Nefis, duygusallığın yoğun bombardımanı altındadır bu nedenle (git –gel) ler yaşar. Nefsi kontrol etmenin yolu yüksek idealler peşinde koşmak ve bir yüce davaya gönül vermektir. Bu vatan sevgisi, Allah sevgisi, ilim sevgisi, kitap sevgisi, insan sevgisi, sanat sevgisi, vs. Yüce bir davaya inanmış ve bu yolda yaşayan insanın ölümü bile yücedir. Bu insanlar ölümleri dahi arkada bir mesaj ve anlam bırakır.. Bu sevgi ve muhabbet kulvarlarına olan ilginiz hem nefsinizi terbiye edecek hem sizin olgunlaşmanızı ve size kurulan tuzakları fark ederek hata yapmamanıza yardımcı olacaktır.
MİHRAP
H
Sevgili Gençler Necati Daştan |
71
Efendimizin Şairleri Nafiz Yıldırım |
Efendimizin (s.a.v.) Şairleri NAFIZ YILDIRIM Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Şiiri faydasız, lüzumsuz bir uğraş olarak görenler vardır şüphesiz; ancak bunlar sanatı ve sanatçıyı anlayamamış dahası şiirin ve sanatın nasıl bir silah olduğunu idrak edememiş olanlardır. Bu mevzuda şiiri ayrıca tetkik etmek gerekir ki ele alacağımız konu bu değil; ancak şunu da çok iyi biliyoruz ki şiir, yüzlerce sayfada izah edemediğimiz duygu ve düşüncelerin birkaç dizede ifade edilebilmesi sanatıdır. Efendimizin döneminde ve daha sonraki dönemlerde de şiir, islamı tebliğ aracı olarak her zaman kullanılmıştır. Bu gün duygu yoğunluğu yaşayarak okuduğumuz münacatların, naatların başka bir ifadeyle mevlid-i şeriflerin de birer şiir olduklarını unutmamak gerekir. Şiir her toplumda yer edinmiş ve sevilmiş bir sanattır. Şiir mevzuunda hatta belagatte de en mahir millet şüphesiz Araplardır. Bizde olduğu gibi Araplarda da şiir hayatın tam içinde yer almış ve diğer milletleri tesiri altına almıştır.. Bizim altı asır boyunca sanatın ve şiirin zirvesi kabul ettiğimiz, Divan Edebiyatımızın dahi beslendiği kaynak şüphesiz Arap edebiyatıdır ki bu başlı başına ayrı bir mevzu.. Bu bağlamda başka toplumları tesiri altında bırakan bir edebi anlayışı da ( Arap edebiyatını) iyi bilmek gerekir. Belki de şiiri daha iyi anlamak için Arap edebiyatındaki yerini iyi bilmek gerekir. Gerekir ki Kur’anın nasıl bir topluma indiği daha iyi anlaşılabilsin. Kısacası edebi yönden son derece güçlü bir medeniyet olan Araplara, dünyanın en sanatkâr ve nazm ustası milletidir desek yanılmış olmayız. Asr-ı saadetten önce Arabistan’da belagat ileri düzeydeydi ve insanlar en güzel sözleri söylemek için yarışırlardı. İslamiyetten önceki dönemlerde Kabe’de Arap yarımadasından birçok insanın katıldığı büyük panayırlar düzenlenir ve şairler yarışırdı en güzel sözcükleri sarf etmek için. Bu panayırlarda yapılan yarışmalarda en güzel yedi şiir birinci seçilir ve bu şiirler bir yıl boyunca Kabe’nin duvarında asılı kalırdı. Buna Muallakat-ı Seb’a denirdi, yani yedi askılı şiir. Başka bir ifadeyle şiir, Arapların yaşamlarının bir parçasıydı. Bunda Arapçanın da gücünü ve zenginliğini göz ardı etmemek gerekir ki dünyanın en zengin dilleri arasında ilk sırayı şüphesiz Arapça almaktadır.
MİHRAP
Kur’an-ı Kerim’in Arapça inmesindeki sırlardan birinin de Arapların belagat yönünden çok güçlü olmaları ve Arapçanın da zengin bir dil olması Allah u alem gösterilebilir. Kur’an-ı Kerim bir bakıma ahengin- lirizmin, dahası sanatın zirvesi… Bunu daha iyi tetkik etmek için Kur’an-ı Kerim’deki ahenge – lirizme ve Araplarda nazma ne kadar önem verildiğine çok iyi bakmak gerekir. Belagat ustası bir toplumda, ümmi bir insanın ağzından dökülen, sanatın ve şiirin zirvesindeki sözcükler de zaten mucizenin ta kendisidir… Belki de Kur’anın Arapça inmesindeki sır burada gizlidir.
72
Müşrikler, Efendimizi "Mecnun bir şâir" [Sâffât Sûresi 36.] olmakla itham etmişlerdi. Kur'an bu saldırıyı reddetmiş dahası Efendimiz de (a.s.) asla bir şair değildi. Nitekim Kur'an'da "Biz ona şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da"[ Yâsin Sûresi 69.] buyrulur. Müşriklerin bu ithamları üzerine Kur'an-ı Kerim'de cahiliye dönemi şâirleri ve onlara uyanlar "Şâirlere gelince, onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi"?[ Şuarâ Sûresi 224-226] ayetleriyle zemmedilmişlerdir. Ancak daha sonra
bu şairlerden "İman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar..."[ Şuarâ Sûresi 227.] bunun dışında tutulmuşlardır. Yukarıdaki mezkur ayetlerden de anlaşılacağı gibi dinimiz, şiiri tamamıyla yasaklamamış; ancak insanları kötü yollara sevk ettikleri zaman zararlı bulmuştur. Efendimiz (a.s) kötülüğe ve kargaşaya sebebiyet veren şiirlere karşı sahabe efendilerimizi uyarmıştır. Peygamberimiz genelde şiirde hikmet aranabileceğini şu sözüyle de açıklamıştır: "Bazı şiirler var ki hikmettir".[ Buhârî, VII, 107; İbn Mâce, II, 1236-1237.] Sapkınlığa yol açmayan ve güzel maksatla söylenen şiir kötülüğe hizmet eden şiirden ayrı tutulmuştur. Kısacası Kur'an-ı Kerim’de şiir ve şair değil, şiirin kötü niyetle yazılması ve insanları saptırıcı yönü eleştirilmiş ve Kur'an-ı Kerim’in bir şiir ve Hz. Peygamber'in de bir şair olmadığı belirtilmiştir. Böyle olduğu halde yine de inanmayanlar Efendimize (a.s) karşı şiiri bir silah olarak kullanmaktan geri durmamışlardır. İşte Efendimizin şairleri dediğimiz o mübarek sahabi Hassân b. Sâbit (ra), Kâ’b b. Züheyr (ra) ve Abdullah bin Revâha (ra) efendilerimizin sözleri müşriklere birer mızrak gibi saplanıyordu ve lakapları “Rasulullahın Şairleri “idi. İşte biz de burada Efendimizin(s.a.v) bu mübarek şairlerini kısaca hatırlayacağız. Allah (c.c) Onlardan razı olsun ve bizleri de Onların şefaatlerine nail eylesin… Hassan b. Sâbit (r.a) ‘Ashâbımın silâhla harb ettiği gibi sen de dil ile harp et” hitabına nail olan Hassan b. sabit… Hassan b. Sābit (r.a) Müslüman olduktan sonra peygamberimizin yanından ayrılmamış, ihtiyarlığına rağmen Ibn Abbās'a göre bizzat Peygamberimizin gazvelerine katılmıştır. Rasūlullah, Hassan b. Sābit'in müşriklere karşı söylediği şiirler hak-
Medine'de Peygamberimiz Mecsid-i Nebevīde Hassan b. Sābit'e ait bir minber yaptırmış, gerek ihtiyar olması ve gerekse o dönemin bir geleneği olan şiirin Arap insanının üzerindeki tesirini göz önüne aldığından İslami tebliğin sadece kılıçla değil ayni derecede söz ve yazıyla da gerçekleştirilmesinin önemine dikkat çekmiştir.. "Ey Hassan, müşriklerin, kāfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrāil seninledir. Ashabım silahla harp ettikleri gibi sen de dilinle savaş" (Tehzibu't-Teshib, II, 247, Asr-i Saadet, III, 372). Hassan b. Sābit (r.a), Peygamberimizin vefatıyla, üzüntüsünden gözleri görmez olmuş, uzun mersiyeler söyleyerek Peygamberimizin arkasından yas tutmuştur. Şiirlerinin birinde "Rasūlullah'ın pak alnı karanlık içinde göründüğü zaman ortalığa nur saçan, karanlığı aydınlatan çerağ gibi görünür" demişti. Peygamberimizin "Muhakkak ki Allahu Teāla, Rasūlünü övmek ve müdafaa etmek hususunda Hassān'ı Cebrāil (a.s)'la takviye etmektedir" Hadisi onun tek tesellisi olmuştur. (Buhāri, Bedu'l-Halk 6; Megāzī, 30; Müslim, Fadailü's-Sahabe, 153-157). (Kaynak: Naci Yengin) Hassan bin Sabit ( ra ) buyurdu ki; “Kalblerinde buğz ve husumet taşıyan insanların içi, altında ateş yanarak kaynayan tencereler gibi devamlı kaynar. Buğz ve düşmanlık sebebiyle içlerinden ateş saçılır.” Kâ’b b. Züheyr (r.a) Züheyr bir gece rüyasında gökten bir ip uzatıldığını, elini uzattığı hâlde onu tutamadığını gördü. Bunu, çıkacak peygambere kendisinin yetişemeyeceğine yordu. Çocuklarına, ona yetişirlerse iman etmelerini vasiyet etti. Aradan yıllar geçti… Hicret’in 9. yılında Züheyr’in oğulları Büceyr ve Ka’b, Medine’ye giderlerken Eraku’l-Azzaf a geldiklerinde Büceyr kardeşine, “Sen burada dur da ben gidip Muhammed’le bir görüşeyim.” dedi ve Medine’ye gitti. Resûlullah ile biraz sohbet ettikten sonra da Müslüman oldu. Kardeşi Ka’b’a haber salarak Müslüman olduğunu bildirdi. Ka’b çok kızdı. Gönderdiği şiirinde onu yerdi. Onun bu hâline çok üzülen kardeşi Büceyr, Müslüman olmasını çok istiyordu. Bir şiir yazıp gönderdi. Mektubu alan Ka’b ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini uzun uzun düşündü. Bu arada hidayet nuru kalbini aydınlatmaya başlamıştı. Medine’ye hareket etti. Gizlice şehre girdi. Daha önce tanıdığı birinin evine misafir oldu. Sabahleyin Resûlullah’ın huzuruna çıktı. Elini Peygamberimizin mübarek eli üzerine koydu. Sonra da, “Yâ Resûlallah! Ka’b bin Züheyr, yaptıklarına pişman olarak ve İslamiyet’i kabul ederek gelmiş bulunuyor. Onu size getirsem, kendisini affeder, Müslümanlığını kabul buyurur musunuz?” dedi. Peygamberimiz, “Evet.” cevabını verince de hemen Kelime-i Şehadet getirdi. Peygamberimiz, “Sen kimsin?” diye sordu. Ka’b, “Ben Ka’b bin Züheyr’im.” dedi. Sonra da Müslüman olduğunu, tövbe ettiğini dile getiren ve “Bânet Süâd (Sevgili Uzaklaştı)” sözleriyle başlayan uzunca bir
kaside okudu. Bittiğinde Peygamberimiz sırtından bürdesini (hırka) çıkarıp ona giydirdi. Bu kaside “Kasîde-i Bürde” ismiyle, Ka’b da (r.a.) “Kasîde-i Bürde Sahibi” diye meşhur oldu.Resûlullah’ın Ka’b’a verdiği hırka Hicret’in 26. yılında vefat edinceye kadar yanında kaldı. Bu mübarek hırka tevarüs yoluyla halifeden halifeye geçti. Nihayet Yavuz Sultan Selim, diğer emanetlerle birlikte onu da Mısır’dan İstanbul’a getirdi. Hırka hâlen Topkapı Sarayı (Müzesi) Hırka-i Saadet Dairesi’nde bulunmaktadır..( Kynk: Sahabeler Ansiklopedisi) Abdullah b. Revâhâ (r.a) ‘Onun sözleri, Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha tesirli’ Abdullah bin Revaha, Akabe gününde İslâm'a giren Efendimizin'in (a.s) sahabelerindendir. Mute Muharebesi, sırasında Hz Muhammed'in "Zeyd bin Harise"yi kumandan tayin ettim. Zeyd bin Harise şehit olursa yerine Cafer bin Ebu Talib geçsin. Cafer bin Ebu Talib şehit olursa, Abdullah bin Revaha geçsin. Abdullah bin Revaha da şehit olursa, Müslümanlar aralarından münasip birini seçip onu kendilerine kumandan yapsın." emriyle ordunun başına geçip Bizans'a karşı mücadele vermiş ve şehit olmuş şair bir komutan ve sahabedir. İkinci Akabe gününde Müslüman olmuş ve kabilesini temsilen Peygamberimize biat etmiştir. Hicret günü Rasûlullah'a mihmandarlık etti. Muhacirlerden Mikdad b. Esved'i kardeş edindi. Aynı zamanda o, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kâtiplerindendi. Hz. Abdullah b. Revâha Mûte'ye giderken evliydi, fakat çocuğu olmamıştı. Abdullah, güçlü bir hatip ve büyük bir şairdi. Peygamberimize şiir yoluyla sataşan kâfirlere karşı onu savunan şiirler yazdı. Hicivci üç şair sahabedendir. Abdullah müşriklerin küfrünü yüzlerine vuran şiirler söylerdi. Peygamberimiz onun şiiriyle ilgili olarak "Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha etkilidir" buyurmuştur. Hz. Abdullah b. Revâha, Mute gazasına giderken ağlamış, sebebi sorulduğunda şöyle demişti: "Benim dünyaya karşı sevgim, sizlere karşı ziyade arzum yoktur. Ancak ben Rasûl-i Ekrem'den (s.a.s.) Meryem sûresi yetmiş birinci "İçinizden hiç biriniz hariç olmamak üzere mutlaka hepiniz Cehennem'e varacaksınız" âyetini işitmiştim. Ayette bahsolunan Cehennem'e uğradığımda halim nice olur? diye düşündüğümden ağlıyorum." Uğurlayanlardan bazıları onu teselli ederek, "Cenab-ı Hak sizleri korusun, düşman şerrini sizden uzaklaştırarak sağ salim dönmenizi nasip etsin." demişler, bunun üzerine Abdullah şu şiiri söylemiştir: "Günahkârım fakat ben Af isterim Rabbimden Ya da kanımı dökecek bir vuruş isterim. Kılıç ya da mızrakla deşilip çıkmış ciğerim. Ta ki beni gören samimice desin Şu savaşçıya Allah rahmet eylesin.” Efendimiz (a.s) , İbn Revâha(r a) için "Kardeşiniz şüphesiz bâtıl söz söylemez" buyurmuştur.(Kaynak: Hayat'üs Sahabe) Mevla bizleri bu mübarek şair, sahabe efendilerimizin şefaatine mazhar etsin inşallah…
MİHRAP
kında "Hassan'ın beyitleri düşmana ok darbesinden daha etkilidir" buyurmustur (Ibnü'l-Esīr, Üsdü'l-Gābe, III, s. 26).
73
Hikâye Beyaz Güller Kevser Ellina Bikbulatova |
Beyaz Güller KEVSER ELLINA BIKBULATOVA A 12 G Cumartesi öğle vakti, yalnızlık, boşluk… Ben 17 yaşındayım ve lise sonda okuyorum. (Rusya’da lise son 11. Sınıf.) İsmim Dmitry, arkadaşlarım için Dima. Özümde iyi bir insan olsam da çevrem beni havalı olarak tanımlar. Şimdi yetimhanede kalıyorum. Neden? Diye sorarsanız, cevabı: “Annem öleli 2.5 ay oldu. Ama hala onun hakkında hiç kimseyle konuşmak istemiyorum. Peki babamı sorarsanız, hayatta mı değil mi? Ben de bilmiyorum. Onu hiç hatırlamıyorum, annem de onun hakkında konuşmak istemiyordu. Ben de onu daha çok kırmak istemediğim için ısrar etmedim. Ama şimdi bunu çok düşünmeye başladım. Acaba babam yaşıyorsa nerede? Aynı şehirde miyiz yoksa farklı mı? Ben ona benziyor muyum? Neden annemle birlikte olmadılar? Kimin suçu? Onun hayatta olduğuna inanmak istiyorum. Çünkü bu inanç bana güç veriyor.
MİHRAP
Bugün pazartesi, sabah vakti. Her zamanki gibi iğrenç saatimden uyandım. Yine çok geç uyudum. Keşke benim düşüncelerime sus dediğimde beni dinleseydi. Ama ne yazık ki içimdeki düşüncelerimi hiç kimse duymasa bile, onlar benim beynimde o kadar bağırıyorlar ki; duymadığınız için şükredin. Annem öldüğünden beri düşüncelerim beni rahat bırakmıyor. Artık kalkmam gerek, ama okula gitmeyi hiç istemiyorum. Aslında kim ister ki? Okulumda arkadaşlarımdan başka ilgimi çeken başka bir şey yok. Daha doğrusu iki arkadaşımdan başka. Annem öldüğünde herkes gerçek yüzünü gösterdi. Onlar iyi gün dostuymuş. Gerçek dostlarım ise her zaman yanımda. Kız arkadaşımın ismi Yevgeniya, erkek arkadaşımın ise Artiyom. Birbirimize isimlerimizi söylemek yerine her birimiz için lakap koyduk. Yevgeniya’ya Jenya, Artiyom’a da Tiyoma. Aynı sınıftayız. Her zaman birlikte takılıyoruz. Kendimize ait özel şakalarımız var. ben şimdi eskisi gibi çok espri yapmıyorum. Ama eğer yaparsam sınıfta gülmeyen kalmaz.
74
Böyle düşüncelerde üç-dört dakika kayboldum. Sonra her şeyimi hızlıca yapıp yetimhaneye çıktım. Bugün bulutlu bir gündü. İçimdeki ses yağmurun yağmasını istiyordu. Her zamanki gibi yolun kenarında Jenya beni bekliyordu. Onunla merhabalaşıp yeşil ışığın yanmasını bekliyorduk. Kırmızı ışık yanıyordu ama ben araba yok diye yolu geçmeye başladım. Eğer Jenya beni eliyle kenara çekmeseydi bana araba çarpacaktı. Jenya bağırmaya başladı: “Sen deli misin? Bu hayattan kurtulmaya mı çalışıyorsun? Beni hiç düşünmedin mi? Ben şimdi seni
kaybetseydim sonra nasıl yaşardım?” gibi şeyler söylemeye devam ediyordu. Ama ben onu dinlemeyip, sessizce yola bakarak oturuyordum. Sanki annemin ölüm anını tekrar yaşamıştım. O gün ben çok mutluydum. Bilmiyorum neden ama sabah kalktığımda uykumu almıştım, ruhum çok rahattı ve bedenim de dans etmek istiyordu. İşte günüm öyle güzelce başlamıştı. Her şey o kadar güzeldi ki, kötü bir şey olacağına asla inanmazdım. Annemle beraber alış-veriş yapmaya gidiyorduk. Trafik lambası yeşil ışık yanıyordu. Annem yolu geçmeye başlamıştı. Ben de onun hemen arkasındaydım. Güneşe bakıp gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. “Ah! Ne kadar güzel bir gün değil mi?” dedim ve annem yolun ortasına yaklaştığında gözlerimin önünde ona araba çarptı. Sanki film izliyordum. Her şey yavaşladı. Hiçbir şey yapamıyordum. “Anne!” Diye bağırarak yanına koştum. Gözlerim yaşlarla doldu. Koştuğum zaman her şey yeniden hızlandı. Bütün insanlar bana acıyla bakıyordu. Orada bulunanlar ambulans çağırdı. Kalbim çıkacak gibi atıyordu. Yanına gelince yüzüne bakarak “Anne! Anne!” diye bağırmaya başladım. Gözyaşlarım hızla akıyordu. Herkes yanımıza gelmişti. Annem yavaşça bir şey söylüyormuş gibi dudaklarını hareket ettiriyordu. Dediklerini duyabilmek için ona daha da yaklaştım. Söylediği şey: “Dimuşka ben iyiyim.” Dedi. Sonra dudakları durdu. İnsanların arasından sağlık görevlileri yanımıza geldi. Bana bir kadın sarıldı. Çok ağlıyordum, durduramıyordum kendimi. Kadın beni daha sıkı tutmaya başladı. Ben ambulans gidene kadar anneme baktım. Ambulans gidince kadın beni rahat bıraktı. Omzuma dokunup teselli etti. Sonra her şey kabus gibiydi. Polisler, yetimhane, akrabalar… O gün arabayı süren adamı bulup hapse attılar. Ama ne olursa olsun o anı hatırlayınca canım hala yanıyor… Jenya beni anlamamış gibiydi. 5 – 6 dakika sonra bana baktı. “Affet beni. Ben senin için çok korktum.” Dedi ve sarıldı. Ben de ona bakınca “Bugün okula gelmeyeceğim. Öğretmene hasta olduğumu söylersin.” Dedim. Jenya “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Ona annemi ziyaret edeceğimi söyledim. İstersem benimle gelebileceğini söyledi. “Hayır yalnız kalmak istiyorum” dedim. Omzuma dokunup: “Tamam” dedi. Yanağımdan öpüp okul tarafına gitti. Ben birkaç dakika daha orada durdum. Ama düşündüğüm şey hızlı değişti. Şimdi kafamda Jenya’nın beni öptüğünü izliyordum. Gülümseyerek otobüs durağına gittim.
Otobüsü çok bekledim. Binince pencerenin yanına oturdum. Yalnızdım ama bir durak sonra yanıma yaşlı bir dede oturdu. Jenya’yı düşündüm. İnsanlar beni deli zannetmişlerdir. Çünkü sürekli gülüp duruyordum. Otobüsten inince birazcık daha yürüdüm. Annemin mezarını bulunca durdum. Ruhum sakinleşti. Çömelerek oturdum ve annemle konuşmaya başladım. Onsuz hayatımı, okulumu, arkadaşlarımı, neden ziyaretine gidemediğimi anlattım ona. Buraya gelmem çok zamanımı aldığı için annemin yanında çok kalamadım. Gitmem lazımdı. Anneme 18 yaşıma girer girmez tekrar geleceğime dair söz verdim. Yağmur bitti, zaman geçti. Ağaçlar soyundu, su donmaya başladı. Artık kuşlar şarkı söylemiyorlardı. Benim en sevdiğim mevsimim bütün yeri beyaz perdeyle kapattı. Birazdan 18 yaşıma gireceğim. Ve bu yetimhaneden kurtulacağım. Yetimhaneye gelince, hayatın ne kadar zor olduğunu düşünmeye başladığımda, pencereye biri taş attı. Ben hemen kalkıp penceremin yanına gittim. Dışarıda Jenya ve Tiyoma duruyorlardı. Ben hemen giyinip aşağıya indim. İzin alıp dışarıya çıktım. Birlikte bizim yerimize gittik. Eski bir bina. 2 katlı. Dışarıdan baktığında akla hemen Amerikan filmleri gelir. Ama evin 2.katında güzel bir oda var. Büyük, üç pencereli. Biz bu odada en önemli konularımızı konuşuyorduk ve sırlarımızı paylaşıyorduk. Biz şimdi o tarafa gittiğimize göre önemli bir şey veya bir sır vardı. Sırrı açıklaması için vakit gelmişti. Korkuyordum ve aynı zamanda sabırsızlıkla bekliyordum. Kafamdaki kötü düşünceler beni rahat bırakmıyordu. Jenya kazağının üzerindeki resimlere odaklanmıştı. Tiyoma ise elleriyle garip hareketler yapıyordu. Tiyoma bu işe son verince sessizliği bozdu. Tiyomanın kendini sıktığını, konuşmaya nasıl başlayabileceğini düşündüğünü görebiliyordum. İkisi de gözlerini benden kaçırıyordu. Bu yüzden kendimi çok rahatsız hissediyordum. Artık Tiyoma tamamıyla konuşmaya başlamıştı, ama hâlâ bir şeyler gizleyerek konuşuyordu. En çok da arkadaşlığımıza dair şeyler söylüyordu. Ben hiç bir şey anlamıyordum, sadece Tiyomaya göz kırpmıştım. Aklıma onun taşınabileceğini ve beni burada bırakacağı geliyordu. Onun konuşmasını bitirmesini sabırla bekliyordum. Bizim yaşadığımız komik anıları anlattıktan sonra, benim düşüncelerimin yanlış olduğunu anladım. Ne yapmam gerektiğini bilemedim. Hırkamı alıp, bu sıcak odadan dışarı çıktım. Soğuk rüzgar pembe yanaklarıma iyi geldi. Evin çıkışındaki merdivene oturdum. Kafam boştu, hiç bir şey hissetmiyordum. Bir kaç dakika sonra dostlarım her iki yanıma oturdular. Ben istemeyerek de olsa kahkaha atmaya başlamıştım. Onlara sarıldım. Gülerek “Şakanız çok komik, benden, başka bir şey saklıyorsanız söyleyin.” dedim. Ama onlar için öyle değildi. Onlar birden bire kollarımı geri çekip, sert bir bakış atıp beklemediğim bir cümle söylediler:” Biz ciddiyiz!”. Neler olmuştu bir anda? Yoksa her şeyi ben kafamdan mı
uydurmuştum? Şimdi bu soğuk rüzgarı hissetmeye başladım. Bacaklarımı ve ellerimi hissetmiyordum. Jenya bir şey söylemek istediği zaman ben onun sözünü kesiyordum. Onu dinlemek istemiyordum, onun tatlı sesi şimdi bana daha büyük bir acı verebilirdi. Maalesef, hoşlandığım kız bana sadece arkadaş gözüyle bakıyordu. Önceden Tiyoma yerinde ben olacağımı hayal etmiştim... Onlara bakıp gerçek olmayan bir gülümseme atıp “Bana alışmam için biraz zaman verin. Size iyilik diliyorum.” dedim, yetimhane tarafına gittim. Kış sona ermek üzereydi. Karlar erimiş, benim acılarım da azalmıştı. Sürekli Tiyomayı ve Jenyayı uzaktan izliyordum. Onları mutlu görünce ben de mutlu oluyordum. Artık alışmıştım. Ama gururum beni rahat bırakmıyordu... Bu yüzden onlarla hâlâ konuşmuyordum. Bugün benim doğum günüm. Çok heyecanlıyım. Artık evime taşınabilirim. Okula gelince yakın arkadaş olmayanlar bile bana Mutlu yıllar diledi. Jenya ile Tiyoma bütün gün yoktular. Üzülmüştüm. Her zaman yalnız otururken bugün yanıma sınıfımızın en güzel kızlardan birisi oturdu. İsmi Olga idi. Beni güldürmeye çalışıyordu. Zor olduğunu anladıktan sonra bu işten vazgeçti. Ve sanki bana küsmüştü, sonra sanki her şey ters oldu. Şimdi ben onun yaptığını yapıyordum. O da dayanamadığı için kahkaha atmaya başladı. Artık herkes bize bakıyordu, matematik öğretmeni bize kızdı ve beni tahtaya çağırdı. Ben kendime güvenip tahta kalemini alıp yazmaya başladım. Çok uğraştıktan sonra sonucu çıkarabilmiştim, ama doğru değildi. Neyse, dersler bitti. Okuldan çıktığım zaman Olga yanıma geldi. Benim onunla mağazaya kadar yürümemi istedi. Yürüdüğümüz zaman iyi insan olduğunu anladım. Mağazada Tiyomayı Jenya ile birlikte gördüm. Bir şey seçiyorlardı. Olgadan ayırılıp onların olduğu yere yaklaştım, kendimi belli etmeyip biraz daha yaklaştım. Konuştuklarını iyi duyuyordum. Tiyoma :” Bence bunu daha çok beğenir”. Jenya: ”Sen ne diyorsun? Ona farklı bir şey gerek” dedi. (Ben de onların konuşmalarına dahil olup)”Eğer bu hediye yakın arkadaşınız için ise bayanın seçtiği daha iyi” dedim. Jenya:”Gördün mü?” dedi. Onlar her şeyin farkına varınca, bana sarıldılar. Jenya çok duygusal olduğu için, göz yaşlarını görebiliyordum. Bana en sevdiğim hediyeyi verdiler. Olga ile vedalaşıp bir kafeye gittik. Konuşmamız gereken çok şey vardı ve kalan konuları farklı bir güne bıraktık. Annemi ziyaret edeceğimi hatırladım. Yarın da bu kafeye gelmek için sözleşip ayrıldık. Mutluydum. Kim düşünebilirdi ki bir günde bütün şeyler kendi yerine gelecek. Bir çiçekçiye uğrayıp beyaz gülleri aldım. Annemin mezarının yanına çiçekleri koydum. Onlar annemin en sevdiği çiçeklerdi. Konuşmaya başladım. Geçmişteki yaşadıklarımızı hatırladım ama en çok gülerek bugünkü günden bahsettim. Vakit geç olmuştu, tam annemin yanından ayrılacaktım ki arkamdan bir ses “Beni affet! Gitmemeliydim..! Ben senin babanım…” Diyordu… Ve artık kalbim bu kadar çok şeyi kaldıramıyordu…
BIZDEN KISA KISA
AKKADIN NUR ÖZDEMİR TAEKWONDO KAYSERİ VE GRUP 1.'Sİ
EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI NECİP FAZIL KONULU BİR KONFERANS DÜZENLEDİ
ÇANAKKALE'DEYDİK
MİHRAP
ULUSLARARASI ARAPÇA METİN YARIŞMASI ÜÇÜNCÜLÜĞÜ
76
WUSHU KAYSERİ BİRİNCİSİ KEZİBAN KUTLU
FATIMA NUR KURT WUSHU BALKAN ŞAMPİYONU ÜÇÜNCÜSÜ
RABİA KÖROĞLU EDANUR ÖZBEY İLAYDA TATAR SİNEM KARACA GAMZE İNAN GÜLDANE TAŞDAN BETÜL DOĞAN SAFİYE BOZKURT FATMA KOCABÜK NESLİHAN ÜNAL HANİFENUR TAŞ ASLI BAYRAKTAR ZEYNEP BAĞCI BÜŞRA KARAGÖZ FATMA AKBAŞ ELİF NUR KÖSEOĞLU DUYGU ÇINAR BETÜL ÇAM SERDEM ORHAN TUTKU ÇELİK HACER TAŞTAN AYŞE KOCABÜK ELİF İLKAYA ELİF YALÇIN AY CEREN GÜRBÜZ SEVDA POLAT RABİA GÜL MERVE TAŞPINAR ZEYNEP UZAĞ TUĞBA ATEŞ GÜLSEN TOY HATİCE KÜBRA SAYÖZ FAZİLET AL FATMANUR SILIĞ TÜLİN KARAER NURİYE KANDEMİR SEHER GÜLERİK HİLAL SENA SARIÇİÇEK FATMA PANCAR MERVE BALCI ŞEMSİ DURSUN MERYEM ALTUNBAŞ FEYZA HÜDA ÖZCAN
Endüstriyel Tasarım Mühendisliği Çevre Mühendisliği Gıda Mühendisliği (İÖ) Enerji Sistemleri Mühendisliği Endüstriyel Tasarım Mühendisliği Şehir ve Bölge Planlama Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Sosyal Bilgiler Öğretmenliği İlköğretim Matematik Öğretmenliği Okul Öncesi Öğretmenliği Fen Bilgisi Öğretmenliği Sınıf Öğretmenliği Türkçe Öğretmenliği Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Sınıf Öğretmenliği Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği Fen Bilgisi Öğretmenliği Fen Bilgisi Öğretmenliği Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Sınıf Öğretmenliği Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Fen Bilgisi Öğretmenliği Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Fen Bilgisi Öğretmenliği Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Fen Bilgisi Öğretmenliği Sınıf Öğretmenliği Sanat Tarihi (İÖ) Türk Dili ve Edebiyatı Sanat Tarihi Türk Dili ve Edebiyatı (İÖ) Türk Dili ve Edebiyatı Tarih İngiliz Dili ve Edebiyatı Sosyoloji (İÖ) Sosyoloji Tarih (İÖ) Sosyoloji (İÖ) Türk Dili ve Edebiyatı (İÖ) Türk Dili ve Edebiyatı (İÖ) Türk Dili ve Edebiyatı Tarih Matematik
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ (SAMSUN) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) AMASYA ÜNİVERSİTESİ ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ (İSTANBUL) NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ AKSARAY ÜNİVERSİTESİ AKSARAY ÜNİVERSİTESİ NİĞDE ÜNİVERSİTESİ ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ CELÂL BAYAR ÜNİVERSİTESİ (MANİSA) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) BOZOK ÜNİVERSİTESİ (YOZGAT) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ (TRABZON) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ (TRABZON) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ)
Mühendislik Fakültesi Mühendislik Fakültesi Mühendislik Fakültesi Mühendislik Fakültesi Mühendislik Fakültesi Mimarlık Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Edebiyat Fakültesi Fen Fakültesi
MİHRAP
2015- 2016 dönemi üniversitelilerimiz
77
MİHRAP 78
SEVAL ALPHAN AYSELNUR DOĞAN ESRA GÖKALP ESRA BETÜL AKCAKOCA BURCU KARABIYIK ARZU MERT SEMANUR DEMİRKAYA BÜŞRA KARACABEY EBRU KARAKOÇ SİNEM KARA TUĞÇE YILAR ZEHRA KULAK
Matematik Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Matematik Antropoloji Tarih Tarih Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi İşletme İşletme Maliye (İÖ) Maliye Kamu Yönetimi
AYŞENUR YILAN
İktisat (İÖ)
BÜŞRA TEMİZER LEYLA ALAGÖZ EYLEM BAŞBOĞA EDA FIRTINA BÜŞRA YILMAZ ÜLKÜ KILIÇ ZEHRA KAYGISIZ SEDA FIRTINA ÖZNUR ERİŞKEN FATMA KÜBRA KALAYCIOĞLU BÜŞRA GÜÇLÜ RABİA ERBEK KÜBRA NUR KOÇER NESİBE DEMİRCİ GAMZE KARATAŞ NESLİ NUR ATASOY FATMA GÜL ÖZNOMEN FATMANUR SUNGUR ESMA AKPINAR İLAYDA GÜLŞANİ ŞEHADET BAĞIRGAN GAMZE TOPAK SÜMEYRA ASLANTAŞ SÜMEYYE NUR YILMAZ NEJMİYE ÇAĞRICI FATMA SARIDAĞ KEVSER ALTUNER SEVİNÇ ÇOLAK SEHER AYVAZ SELDE ÖZDOĞAN
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İÖ) İktisat (Tam Burslu) Maliye (İÖ) İktisat İşletme Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri İşletme Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler İslami İlimler (İÖ) İlahiyat (İÖ) İlahiyat İlahiyat İlahiyat İlahiyat İlahiyat (İÖ) İlahiyat İlahiyat İlahiyat İlahiyat (İÖ) İlahiyat (İÖ) İlahiyat (İÖ) İlahiyat İlahiyat (İÖ) İlahiyat (İÖ) Hemşirelik Ebelik Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri (%50 Burslu) İlköğretim Matematik Öğretmenliği Tarih (İÖ)
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ (ZONGULDAK) AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ (KIRŞEHİR) NİĞDE ÜNİVERSİTESİ AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ (KIRŞEHİR) ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ (SAMSUN) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ (SİVAS) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ (SİVAS) BAYBURT ÜNİVERSİTESİ BANDIRMA ONYEDİ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ (BALIKESİR) CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ (SİVAS) AKSARAY ÜNİVERSİTESİ NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) NİĞDE ÜNİVERSİTESİ SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ (ISPARTA) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ (TOKAT) BARTIN ÜNİVERSİTESİ ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) BOZOK ÜNİVERSİTESİ (YOZGAT) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ BOZOK ÜNİVERSİTESİ (YOZGAT) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) SİNOP ÜNİVERSİTESİ GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ (SİVAS) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ (SİVAS) NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ (KAYSERİ) BAYBURT ÜNİVERSİTESİ NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ (KONYA)
Fen Fakültesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fen-Edebiyat Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İslami İlimler Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Bayburt Eğitim Fakültesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi
www.kayserianadoluihl.meb.k12.tr