e-dergi
Temmuz Ağustos Eylül 2019
Sayı: 7
Dosya Konusu / GEZİ FOTOĞRAFÇILIĞI
İmtiyaz Sahibi Mersin Fotoğraf Derneği adına Yönetim Kurulu Başkanı Seyfi ARSLAN Yayın Sorumlusu Ufuk AĞMA Yayın Kurulu Abdulla SERT, Kemal TEKİN, Raziye Köksal KARTAL, Ufuk AĞMA Kapak Fotoğrafı Selnur OKUDAN İletişim mail: fotografedergi@gmail.com facebook: @MFDedergi instagram: @fotografedergi Temmuz Ağustos Eylül 2019 Sayı: 7
Foto-Graf Mersin Fotoğraf Derneği’nin süreli yayın organıdır.
Yazıların tüm teknik ve hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Yayın kurulu dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir. Dergiye gönderilen yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez. Yazar ve kaynak belirtilerek bu dergiden alıntı yapılabilir.
Bakaç
Fotoğraf, resim ve müzik gibi kadim sanat dallarına kıyasla emekleme devresinde olan bir sanat. Aslında Leonardo Da Vinci ve birçok ressamın karanlık oda çalışmaları yaptığı bilinmekle beraber görüntünün sabitlenerek kopyalanabildiği için bulunuş tarihini 19.yy ortaları olarak kabul edebiliriz. Endüstri devrimi ve gelişen teknoloji ile birlikte ortaya çıkan fotoğraf, bulunduğu tarihten itibaren teknolojik gelişmelerin neredeyse birebir uygulanabildiği bir alan. Günümüzde de baş döndürücü bir hızla gelişmesine devam ediyor. Fotoğraf bugün gündelik yaşamın vazgeçilmezlerinden biri olmuştur. İnsanlar çoğunluk gezdikleri gördükleri yerlerin paylaşımlarını yapıyorlar ve tecrübelerini aktarıyorlar sosyal paylaşım ağları yolu ile. Dolayısı ile her gün yüzlerce hatta binlerce görselle karşılaşıyoruz. Bu görüntü bombardımanının fotoğrafa ve bizim gibi fotoğrafa biraz daha farklı bakan biraz daha sanatsal düşünen insanlara etkisinin -olumlu veya olumsuz- olmaması sanırım düşünülemez. Fotoğrafın gelişim basamakları çıkılırken içeriği, uygulama alanları, türleri çeşitleniyor ve genişliyor gün geçtikçe. Belgesel, sokak, moda, mimari vb. ayrışmalara Gezi Fotoğrafçılığı da eklendi epey zamandır. Bu uygulama alanlarının genişlemesi aynı zamanda kavram ve tanımlama kargaşasını da beraberinde getiriyor. Belgesel-sokak fotoğrafçılığı veya sokak-gezi fotoğrafçılığı günümüzde iç içe geçmiş gibidir. Bakaca sanatsal gözle bakma iddiası güden insanların bir araya geldiği -ki en azından öyle düşünülüyor- fotoğraf derneklerinin bu konuda çok da çözüm üretebildiği söylenemez ne yazık ki. Konumuz gereği gezi fotoğrafçılığı özelinde düşünürsek; gidilecek bölge veya ülke ile ilgili araştırma, inceleme yapıldığı söylenemez örneğin. W. Eugene Smith, “İspanyol Köyü” isimli projesine başlamadan önce İspanyol tarihi ile ilgili binlerce sayfa kitap okuduğunu ve araştırma yaptığını söyler. Öyle ya amacımız nedir? Sanat mı gezi mi, “fotoğraf ” mı anı mı yoksa? Uygulamada genellikle gezi ve anı tercih edilenler oluyor. Amacı gayesi sanat olmayan görsellerin elde edilmesinde ve yayınlanmasında bir sakınca yok tabi ki. Yukarıda bahsettiğimiz teknoloji-fotoğraf birlikteliği sayesinde bunun önüne de geçilemez. Oysaki bizlerin yani sanat ve fotoğraf kelimelerini bir arada kullanan dernekler ve üyelerinin üretimlerinin ve bakış açılarının binlerce fotoğraf görselinden farklı olması gerekir. İki organımızı daha fazla kullanmamız gerekiyor fotoğraf çekerken. Beynimiz ve kalbimiz. Öte yandan yine yukarıda bahsi geçen fotoğraf türleri ile ilgili kavram karmaşası da zamanla çözülecek ve yerli yerine oturacaktır mutlaka. Dedik ya; fotoğraf emekleme evresinde olan bir sanat dalı ve gideceği çok yolu var. O, teknolojinin götürdüğü yere gidecek. “Gezi Fotoğrafçılığı” temalı 7. sayımızda Geniş Açı bölümünde CENK GENÇDİŞ yer alıyor. 30 senelik profesyonel fotoğrafçılık yaşantısı olan, sayısız kitap, albüm, sergi ve eğitim çalışmasına imza atan hocamızın konumuz ile ilgili düşüncelerini aldık. Portre bölümünde ülkemizin bir başka fotoğraf ustası DO. DR. BEKİR TUĞCU Kemal Tekin’in sorularını yanıtladı. Tam Kare’de; fotoğrafa Gezi Fotoğrafçılığı ile başlayan ve fotoğrafın “varılacak nokta” değil “yolculuk” olduğunu söyleyen fotoğraf gönüllüsü hocamız SELNUR OKUDAN’IN düşüncelerini ve önerilerini, ülkemizin büyük fotoğraf ustalarından FARUK AKBAŞ’IN Raziye Köksal KARTAL’ın sorularına verdiği yanıtları, KEMAL TEKİN’İN denemesini ve derneğimizin yıllardır gezi organizasyonlarını yürüten gezgin SAVAŞ VARLISOYDAŞ’IN portfolyosu’nu bulabilirsiniz. Pusula’da ETIENNE BOSSOT’UN makalesinin çevirisini her zamanki gibi Abdulla Sert sizler için hazırladı. Art Alan’da ise yine derneğimizin gezginlerinden ve dünyada ayak basmadık yer bırakmayan OSMAN BÜLENT DEMİRAĞ’IN “Namibya” makalesi yer alıyor. FOTO-GRAF, www.mfd.org.tr adresinde… Görüşmek üzere…
Ufuk AĞMA
3
GENİŞ AÇI SEYAHAT FOTOĞRAFÇILIĞI HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ... / Cenk GENÇDİŞ
yolculuklarını, deneyimlerini paylaşıyorlardı. Yolculuklarda edindiklerini, bilgilerini, görgülerini, yeni ya da farklı yaşam algılarını paylaştıkça çevrelerinde, toplumlarda değişim ve dönüşümlere yol açabiliyor, ön yargıları değiştirebiliyorlardı. Günümüzde böyle bir değişim dönüşüm yaratmak elbet çok zor. Ama yine de paylaşmak, anlatmak, göstermek vazgeçilmez bir uğraş.
İlk seyahatlerin amaçlarıyla günümüz gezilerinin niyetleri arasında elbet büyük farklılıklar var. Sadece rüyadaki bir dil sürçmesiyle yollara düşen Evliya Çelebi’nin ruh hali sanırım günümüzde hiç kimsede yok. Ancak yine de yollarda olmayı, “yolda değilsek dardayız” demeyi bilen pek çok YOLCU’nun da varlığını inkâr edemeyiz. Sadece yolda olmak, “evinden, yurdundan” uzakta olmak, günlük rutinini kırıp bunun dışında (bir süre için de olsa) yaşamak tek başına önemli bir uğraş, yaşam biçimi olmakla beraber, bunu yapan hiç kimseye yeterli gelmedi. Gezmekle birlikte paylaşmak da önem kazandı. Söz, yazı, resim, gravür, fotoğraf, film ya da video vb yollarla yaşananlar, görülenler, tanışılanlar, heyecanlar, öğrenilenler ilk seyahatlerden bugüne anlatıldı, gösterildi, aktarıldı. Seyahatler, seyahatnameler her daim mecrasını buldu; “gitmeyenlere”, “daha önce gidenlere”, “daha sonra gideceklere” sözle, yazıyla ya da görüntüler aracılığıyla ulaştı.
Yolculuk... Bilinmeyen yol, keşfedilmemiş (!) toprak, gidilmemiş köy kalmadı denir ya bu gitmeyi, yolculuk yapmayı bir bir liste üzerinde işaret koyarak yapanların tanımıdır. Her yolculuk, layıkıyla yapılırsa elbet, yolcunun içine doğru da yaptığı bir yolculuktur. Öncelikle “gerçekten” bir yere gittiyse yolcu, bilgisinde, görgüsünde, yaşam algısında bir şeyler değişmiş olmalıdır. Bu temel değişikliğin mutlak bir sonucunun yansıması olacaktır. İş ki yolcu öncelikle kendisi bu değişime açık olsun. Günümüz hayatının çok hızlı olması, sürekli olarak yapılacak işlerin, girilecek toplantıların, çözülecek sorunların, ödenecek faturaların olması hepimizi mutasyona uğratmış ve bugününü değil fatura tarihlerini, toplantı saatlerini, kredi kartı son ve minimum ödeme günlerini yaşayan bir türe
Fotoğraf ve hareketli görüntü henüz dünyaya gelmemişken seyyahlar yine yolları tepiyorlar ve dönüşlerinde -ki dönmek de ayrı bir yazı konusudur- söz ve yazıyla
4
GENİŞ AÇI dönüştürmüştür. İşte yolculuk, işte gerçek yolculuk, işte hem yola (dışa) hem ruha (içe) çıkılan yolculuk o günü, o anı yaşamayı getiren bir davranış biçimidir ki sadece bundan dolayı bile çok önemlidir. O yolculuğun paylaşımı da bu nedenle daha da önem kazanmaktadır.
kaydettiğinde fotoğraf makineleri ancak iç mekânlarda kullanılabilecek bir beceriye sahip olabildi. Ta ki Louise Daguerre taşınabilir camera obscura ve daha çabuk gelişen kimyasallarla çalışmayı çözene kadar. 1839’da Daguerreotype ile fotoğraf çekmek daha kolaydı, ancak tüm malzemeyi (camera obscura, fotoğraf çekilecek cam ya da metal levhalar, tanklar, küvetler, kimyasallar, karanlık oda çadırı vb.) bir katırın sırtına yükleyip yollarda fotoğraf çekme uğraşısı 1860’ları buldu. Yollara düşen fotoğrafçılar ilk olarak kutsal mekanlara koştular. Bu yerlerin gerçek olduklarını, gerçekten var olduklarını ispatlayan en önemli delildi fotoğraflar. (O zamanlar fotoğrafların gerçeği gösterdiğinden şüphe yoktu!) Kısa zamanda maceracı fotoğrafçılar da ortaya çıktı ve uzun yolculuklar yaptılar, Doğu’ya doğru... Anadolu, Nil Havzası-Mısır, Hindistan-Kutsal Ganj Nehri, yüce dağlar-Himalaya silsilesi ilk yolculuklardan nasibini alan yerler oldular.
Gezmek – seyahat etmek... Bugün sıradan bir olay haline gelen gezmek, yolculuk yapmak, artık belirlenen bazı tatil dönemlerinde bir yere gitmeyi ve sonunda geri dönmeyi hedefleyen bir postmodern aktivite hali. Dinlenmek, bulunduğu ortamdan uzaklaşmak, yeni bir iş dönemi için hazırlanmak gibi amaçları olan turistik geziler bir dönemin “seyahatlerinin” yerini tutar halde... Eski seyyahları okuduğumuzda gördüğümüz odur ki eskiden seyahatin kendisi başlı başına amaçtı. Ömrünü yollarda bitiren nice seyyahı biliyoruz. 1325’te Mekke’ye hac için giden ve “yolculuğun” gücüne kendini kaptıran İbn Batuta, 1353’e kadar İsfahan, Şiraz, Bağdat, Tebriz, Etiyopya, Mogadişu, Mombasa, Zanzibar, Şam, Alanya, Konya, Sinop, Kırım, İstabul, Hazar Denizi, Aral Gölü, Afganistan, Hindistan, Maldiv Adaları, Çin, Suriye, Filistin, Arabistan, Endülüs, Valencia, Granada’ya gitti ve tekrar Fas’a döndü. Çöller, nehirler, denizler, iklimler aştı. Rıhlet-ü İbn Battuta isimli seyahatnamesini yazdı. Süre ve rota inanılmaz değil mi? Etkileyici olan cümle belki de şu: Quanzhou’ya geri döndüğünde artık eve dönmek istediğine karar verdi. Ama aslında artık gerçek evinin neresi olduğunu bilmiyordu. Yolda olmak yeterliydi. Gerçek ev, yolun kendisiydi. Bugün elbet böyle bir seyahat hali bulmak, görmek zor… Günümüzde daha çok merak kaynaklı olarak başlayan yolculuklara çıkanlara, insanın daha çok kendi sınırlarını zorladığı, kendisini ve dünyayı tanıdığı ve bir miktar da değişmek hedefiyle yola düşenlere seyyah ya da gezgin denilebilir sanırım. Gezerken bedenini dolaştıranlara ve bir yerlere gidenlere oranla daha çok ruhunu gezdiren ve yolda olmayı önemseyenlere gezgin denilebilir. İşte bizim hikayemiz de gittiği yerlere ruhunu da götürenlere, gittiği yerde değişenlere, yolda olmayı özleyenlere, “yolda değilse darda olanlara” hitabendir... Fotoğraflı seyahat... Benim gibi omzunda, boynunda makine sallandırarak gezenler için elbette fotoğraflı seyahatler, seyahat dergileri, seyahatnameler farklı anlamlar da taşıyor. 1826’da Nicephore Niepce, 8 saatlik pozlama ile ilk görüntüyü
5
GENİŞ AÇI Bu dönemde Osmanlı da fotoğrafı ilk karşılayan topraklardan biriydi. Fransız Bilimler Akademisi tarafından tescilinden sadece 3 yıl sonra, Daguerre’nin çıraklarından Kompa’nın İstanbul’a geldiği ve bir yandan sanatını icra ederken bir yandan da isteyenlere fotoğraf öğrettiği söylenir. 1850’lerde Pera’da stüdyolar açılırken 1863’te Abdullah Biraderler ile Osmanlı Sarayı’na da fotoğraf ulaşır. 2. Abdülhamit dönemi ise fotoğrafın çok ciddi olarak saray hayatında yeri vardır. 2. Abdülhamit ülkeyi ve dünyayı fotoğraflar aracılığı ile tanır. Yıldız Albümleri, Osmanlı hâkimiyetinde bulunan topraklarda kurulmuş abideleri, müesseseleri, kültür ve sanat mirasını fotoğrafla tespit ettirerek tarihe eşsiz birer belge bırakır. Padişahın isteği üzerine çekilen 40 bine yakın fotoğraf, Osmanlı toplum hayatı, tarihi eserler, şehircilik ve şahıs dökümlerini içeren kapsamlı bir foto-belge özelliği taşımaktadır. Bu fotoğraflar, Türkiye’nin yurt dışındaki kültürel mirasının tahrip edildiği dönemlerde, devlet tarafından tarihi birer belge olarak kullanıldı.
Pek çok alanda (reklâm, tanıtım, afiş vb) görüntülerin kullanıldığı, her yerin ulaşılabilir olduğu bir dünya... National Geographic vb dergiler ile yeni bir dünyayı öğrenmenin mümkün olduğu bir süreç başlar. Dünyanın her köşesinde yaşayan insanları halkları görmenin, göstermenin mümkün olduğu bir dünya başlamıştır artık...
1900’lerin başında George Eastman yarattığı Kodak markası ve “Siz deklanşöre basın gerisini biz hallederiz!” sloganı ile ortaya çıkardığı Brownie makineler ile fotoğrafın herkes tarafından yapılabilir bir uğraş olmasını sağladı. Böylelikle fotoğraf makinesi kolay taşınabilir ve kullanılabilir bir aygıt, fotoğraf ise kolay üretilir bir mecra oluverdi. Sanayi devrimi ile birlikte dönem insanın hayatında pek çok şey değişmişti. Buharın gücünü kullanmayı öğrenen insanoğlu bu gücü sadece fabrikalarda değil ulaşımda da kullanmaya başladı. Bu, bir yerden bir yere ulaşmayı (ve geri dönmeyi) daha kolay hale getirdi. Telgraf ve telefonun bulunmasıyla haberleşme kolaylaştı. Bu gelişmelerle birlikte genelde bilinçsiz ve pek çok sosyal haktan yoksun olan işçi sınıfı da bilinçlenmeye başladı. Fabrikada toplanan işçiler ve fabrika çevrelerinde yoğunlaşan hayat kitle toplumunu oluşturmaya başladı. Gelişen ekonomi ile yeni bir burjuva sınıfı da doğdu.
Gezi - seyahat fotoğrafçılığı farkı nedir? seyahat fotoğrafçılığı neden zordur? Bu uzunca girizgahtan sonra sözün özüne inecek olursak, baştan beri gezi ve seyahat kavramlarının bir farkı olduğundan söz ediyorum aslında... Buna bağlı olarak da kaçınılmaz sonuç gezi fotoğrafçılığı ve seyahat fotoğrafçılığının da bambaşka 2 farklı uğraşı olduğudur. Bir anlatım dili olarak kullanılan, dünyayı anlamanın ve anlatmanın bir yolu olarak kullanılan fotoğraf dilinin, tüm lisanlarda olduğu gibi farklı dil aileleri, farklı lehçeleri vardır. Elbette en büyük dil ailesi olarak doğrudan fotoğraf diyebileceğimiz bir aileye sahibiz.
Sosyal ve ekonomik hayattaki bu gelişmeler teknoloji ile buluşunca daha az emek harcayan daha çok kazanan ve daha çok zamanı olan bir kitle doğmasını sağladı. Her şeyi çoğaltmanın kolaylaştığı bu dönemde, fotoğraf makinesini, fotoğrafı çoğaltmak da kolaylaşmıştı.
Doğrudan fotoğraf çalışmasını; “gerçekliğe sadık kalarak”, kameranın optik, kimyasal/sayısal olanaklarıyla yetinen, vizörden/ekrandan yapılan ayıklama/toplama işlemiyle ortaya çıkan gerçeğin görünümünü değiştirici yöntemlere başvurmadan yapılan fotoğraf çalışmaları olarak tanımlamak mümkün. Burada sadık kalınan gerçekliği de çok kısaca açmak gerekirse, fotoğrafçının konuya tanık olduğu süre, taraf ve açı itibariyle gördüğü gerçeklik diyelim. Tüm konunun gerçekliğini anlamak ve anlatmak ne büyük iddia olurdu...
Çalışma yasalarının oluşması, ücretli izinlerin başlaması, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması gezen, dolaşan insanların ortaya çıkmasını sağladı. Bununla beraber bu gezen insanları gezdiren kurumlar yani turizm hareketi başladı. İşte bizim hikâyemiz bu dönemlerden sonraya tekabül etmektedir. Dünyanın görsellikle tanınmasının başladığı yıllara...
6
GENİŞ AÇI Doğrudan fotoğraf çalışmalarını ele alınan konu ve fotoğraflama yöntemi olarak da gruplayacak olursak, gezi ve seyahat fotoğrafçılığını ele alınan konular başlığında değerlendirebiliriz. Elbette fotoğraflama yöntemi olarak da bu gruplamaya ilişmek, bu başlıkları iliştirmek mümkün. Zira fotoğrafla yöntemleri olarak biçim öncelikli ve içerik öncelikli diye iki başlık belirlersek ve biçim öncelikli çalışmalarda hayatı estetize etmenin öne çıktığını, içerik öncelikli çalışmalarda ise bir anlatı oluşturmanın önemli olduğunu vurgularsak sanırım gezi ve seyahat fotoğraflarını nerelere yerleştireceğimin ipuçlarını vermiş olacağım.
Ancak kalbini, ruhunu, beynini yollara düşüren zamane gezginleri için bu kareler yeterli olmayacaktır. Bir taraftan her bir fotoğraf karesi için özenirken diğer yandan yan yana gelen bu fotoğrafların bir anlatı oluşturması derdine de düşeceklerdir. Gidilen yerin elbet güzellikleri de anlatılır, ama aynı zamanda rahatsız eden, doğru gitmeyen şeyler de gösterilir, tanık olunan olaylar fotoğraf diliyle anlatılmaya çalışılır, bilgi de vermek amaçlanır. Seyahatte fotoğraf çekmek kendi başına zaten yeterince zor bir iştir. Eş zamanlı gerçekleşmesi gereken, eski bir oyun olan Tetris’teki gibi tüm çubukların ve şekillerin doğru açıyla birbiriyle örtüşmesi gereken bir dizi eylemi barındırır.
Sadece gözlerini ve bedenini gezdiren kişilerin elbette gittikleri yerleri döndüklerinde eşe, dosta, arkadaşa gösterirken iyi, güzel, hoş, etkileyici olan şeyleri seçmeleri ve bunu allayıp pullayıp sunmaları şaşırtıcı bir sonuç değildir. Gün batımında tele objektif ile çekilerek kocaman gösterilen bir güneş, renk renk çiçeklerden oluşan bir bahçedeki küçük ahşap köprüdeki kırmızı kıyafetli kız, toprak yolda sırtında çuvalıyla yürüyen güler yüzlü teyze ya da amca, ters ışıkta koşturan çocukların silueti ya da birbirine sarılıp elleriyle zafer işareti yapan çocuklar gezi fotoğrafçılığının olmazsa olmaz kareleridir.
Öncelikli olarak işin seyahat tarafı vardır; güvenli bir ortamda barınma, karnını doyurma, hijyeni sağlama gibi temel ihtiyaçların yanına gidilen yeri anlama, öğrenme, görme ve hissetme de şarttır. Bununla birlikte olayın fotoğraf tarafı biraz karmaşıktır. Çünkü gidilen yeri anlatacak görüntüler insanlarda bulunabilir, doğada bulunabilir, mimari yapılarda ya da onların detaylarında binlerce anlam yer alabilir, çok önemli bir olay bir sokak gösterisinde, protestoda ya da bir lunaparkta gerçekleşebilir, gündüz olabilir bu olay, gece olabilir, iç mekânda karşınıza çıkabilir dışarıda dolaşırken oluverir. Neredeyse stüdyo fotoğrafçılığı dışında fotoğraf uğraşısının tüm dallarından bahsediyorum kısaca. Seyahatte fotoğraf çekmeye niyetli bir kişinin tüm bu dalları uygulayacak bilgisinin olması gerekir. Bununla birlikte tüm bu dallar için gerekli ekipmanın da olması işi çok kolaylaştırır... Ne estetik yaklaşıma ne anlatı kurmaya geçmeden yukarıdaki kısa paragrafta anlatmaya çalıştığım koşullar seyahatte fotoğraf çekmenin “Ne güzel bir yere geldik, iki kare de fotoğraf çekelim, dönüşte gösteririz”den biraz daha farklı olduğunu anlatıyor diye düşünüyorum. Tüm bu koşulları oluşturduktan sonra gidilen yeri anlayacak, anlatacak, aktaracak fotoğraf çalışmasının aslında 24 x 36 mm ya da daha küçük bir yüzeye (full frame ya da APS - C sensör) gördüklerinizi, belki de görmediklerinizi, fark ettiklerinizi etmediklerinizi, anlatmak, aktarmak istediklerinizi, tüm fotoğraf bilginizi, okuduğunuz kitapları, izlediğiniz filmleri, dinlediğiniz müzikleri, estetik kaygılarınızı, hissettiklerinizi, dünya görüşünüzü sığdırmak olduğuna inanıyorum... Tüm yolcu’lara, yol’daşlara yolculuklarının hep sürmesi ve bu yolculuklara eşlik eden fotoğrafların yeni yolculuklara yol göstermesi dileklerimle...
fotoğraflar / Cenk GENÇDİŞ
7
GENİŞ AÇI fotoğraflar / Cenk GENÇDİŞ
8
GENİŞ AÇI
9
PORTRE Bekir TUĞCU Röportaj / Kemal TEKİN
gerçekleştirebilmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Bu avantaj ama dezavantajı da vaktin de herhangi bir geziye göre daha uzun tutulması gerektiği. Yani sorunun cevabı, avarelik değildir çokça emektir, çokça terdir.
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
2- Fotoğrafın aslında en gözde alanlarından biri gibi gelir gezi fotoğrafçılığı bana, ancak sokak fotoğrafçılığıyla paralel bir yanı var gibi, her an birbiriyle kesişebilir gibi, nasıl ayırt edeceğiz bu gezi fotoğrafçılığını diğer fotoğraf alanlarından?
Merhabalar, ben 1970 yılında Rize’de doğdum. Doktorum ve Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi’nde, Beyin Cerrahisi Klinik Direktörü olarak çalışıyorum. Tabii bu benim profesyonel hayatım. Fotoğraf için bu röportajı yaptığımıza göre fotoğrafik geçmişimden bahsedeyim. 1990 yılında İFSAK’da temel kurslarda aldığım eğitim ile ilk adımı attım ama öğrencilik yılları ve analog zamanı açıkçası ilerletmeme pek izin vermedi. 2002 idi sanırım ve ikinci bir başlangıcı Fotoğrafevi ile yaptım ve bir daha da hayatımdan çıkarmadım. Ailem, işim ve fotoğraf hayatımın üç sacayağı oldu hep. 2000’lerin sonunda doğrudan fotoğrafçılık üzerine yoğunlaştım ve art arda belgesel fotoğraf çalışmaları yaptım. 2011 ve 2012’de kişisel olarak ve ikili çalışma ile iki kez Sami Güner Kupası’nı kazandım ki bunu çok önemserim. 2010 yılında İFSAK’da yılın fotoğrafçısı oldum. 2010 yılında Tuğba Kırallı ile beraber ikili olarak “Haliç Tersanesi” ve daha sonra 2018 yılında kişisel “Aklımda Kalan Suretler” sergilerimi gerçekleştirdim. Çok sayıda ulusal ve uluslararası yarışmalarda dereceler aldıktan sonra yıllardır yarışmalardan uzak kalmaya dikkat ettim. İşim ve mesleki akademik hayatım nedeni ile belgesellerden biraz uzaklaştım ve son zamanlarda fotoğraf gezileri ile fotoğraf üretmeye devam etmekteyim. Uzun süredir İFSAK ve BUFOD bünyesinde temel fotoğraf kurslarında eğitmenlik yapmaktayım.
Aslında ilk soruya verdiğim cevap sanırım kısmen bu soruyu da yanıtlıyor. Pekala aslında şöyle de bakabilir miyiz, adeta bir tıp branşları gibi alt gruplara ayırmalı mıyız fotoğrafçılığı? Ya da buna ne gerek var? Yer yer iç içe girdiğini kabul etmek gerekmez mi? Evet fotoğraf için geziyorum yani fotoğraf gezisindeyim ama sokakta bir anlık enstantane yakaladım o sırada çektiğim aslında aynı zamanda sokak fotoğrafıdır. Yani gezi sırasında çektiğim sokak fotoğrafı. Bunları birbirinden ayırt etmenin pratikte nasıl bir faydası olacağını ben düşünemiyorum. Başka bir çerçeveden bakınca da şöyle düşünebiliriz, gezi fotoğrafçılığı da dijitalleşen ve küreselleşen dünyadan nasibini aldı. Aslında farklı bir noktaya evriliyor gezi fotoğrafı. Fotoğraf için gezmek çok değil sadece birkaç on yıl önce az sayıda kişinin ulaşabildiği bir olanaktı, aynı şekilde ve daha önemli olarak fotoğrafı çekilen kişiler de eskiden karşılarında bir kişiyi görürken artık fotoğraf grupları ile karşılaşıyorlar. Artık yerel öğeler, kişiler, gelenekler, festivaller aklınıza ne geliyorsa yerellikten çıktılar. Yerellikten çıkmaları bir yana artık ticari bir öge oldular. Bu durum gezi fotoğraflarını giderek hazır kurguların tekrarları haline getiriyor, birbirinin replikalarını izlemeye başlıyoruz. Paylaşımdaki kolaylıklar da son darbeyi bu açıdan vuruyor. Dolayısı ile artık gezi fotoğraflarını sokak fotoğraflarından ayırt etmek de kolaylaşıyor. Belki gezi fotoğraflarının bu klişelerden kurtularak daha sokak fotoğrafçılığına yaklaşması gerekecek. Ya da ileride buna yönelen kişileri hatırlayacağız, replikaları çekenler yerine.
1- Gezi Fotoğrafçılığı diye bir şeyi düşündüğümüzde ilkin aklımıza gelen şey, belki kelimenin başında gezi kelimesi geçtiği için, sanki biraz avarelik, boşta gezmek gibi bir şey diyelim. İşte parası var, yanına bir de fotoğraf makinesi almış geziyor, öyle midir? Gezerken fotoğraf çekenler için belki. Ama gezerken fotoğraf çekenler ile fotoğraf çekerken gezenleri tümüyle ayırt etmek şarttır. Sanki tarifiniz gezerken çekenler için geçerli. Ama diğeri benim anlayışımda çok farklı. Fotoğraf amaç, gezmek ise araçtır. Etraftaki her şeyi insan görüş açısından değil de vizörden sanki bir kadraj açısından izlersiniz. Zaten bu nedenledir ki gezi fotoğrafçıları aslında turistik diye tanımlanan ve aslında çoğunlukla pazarlanan mekanları fotoğraf gezilerinde görmezler ya da daha doğrusu göremezler. Çoğunlukla bu mekanlara bakarlar sadece. Bahsettiğiniz avareliği bir kez daha o mekanlara giderek makinesiz olarak dolaşmalıdırlar. Çok zaman önceleri bir arkadaşım demişti ki “Gezmek için vakit ve nakit gerekir.” Aslına bakarsanız kısmen haklılık da içeriyor ama fotoğraf gezilerini kısmen daha az nakitle
3- Fotoğrafın temel sorunlarından biri gezmeden de fotoğraf olabilir düşüncesine sahip pek çok insanın bulunmasıdır, katılıp katılmamak mümkün, bilimsel verileri elbette sunabiliriz, gerek var mı? Şunu söyleyerek bu alanı bağlayalım fotoğrafa, bu fotoğrafları, PS’de çeşitli düzenlemelerle -kontrast, renk vb ayarlar dışında- FIAP’da kabul etmiyor gezi fotoğrafçılığı alanında, yarışmalara. Peki bunların dışında, sizce doğrudan olmasa da, en azından birilerine belirli ücretler ödeyerek –küçük bir miktar da olsa- fotoğraf çekmek, gezi fotoğrafçılığının neresinde bu yaklaşımlar? Şimdi konumuz gezi fotoğrafçılığı ise gezmeden gezi fotoğrafı çekmek mümkün değildir nasıl olacaktır ki? Soruyu iki türlü anladım birisi fotoğraflara dijital müdahale
10
PORTRE 5- Fransızların bir flenauru var bu flenaur, kentte gezen, tek başınalığın keyfini çıkarmasa da biraz depresif, biraz başıboş bir figür. Bizim yazarlarımızdan, şairlerimizden bu kişiliği örnek alanlar var, geçenlerde bu boş gezmeyi, fotoğrafla birleştiren bir şairimiz olduğunu okudum. Daha çok kişisel, kendine ait bir alanda, kendisiyle ilgili bir fotoğraf ve yazı alanı olsa da işin içinde gezdiği kentlerin fotoğrafları da var, acaba bu bireysel yaklaşımlar, gezi fotoğrafçılığı içerisinde değerlendirilebilir mi?
diğeri ise ücret ödemenin etikliği. Ben fotoğrafta biraz muhafazakar bakış açısına sahibim. Fotoğraf çekme ile fotoğraf yapma arasında fark olduğunu, olması gerektiğini düşünüyorum. Mükemmel teknik biliyorum, ışığı harika kullanıyorum, kompozisyon benim işim diyorum (diyelim ki); çekiyorum fotoğrafı. Bir başkası ise fotoğrafın teknik bilgisine sahip değil ama harika bir bilgisayar kullanıcısı, bin bir çeşit işlemle bazen günler harcayarak fotoğrafı daha iyi hale getiriyor. Saygı duyarım ama ikisinin aynı kategoride değerlendirilmesine karşıyım. Elbette hele de RAW çekiyorsanız ufak dokunuşlar olacak ama etik sınır fotoğrafın başkalaşmaması olacaktır. Eklemeler, çıkarmalar, gerçekçi olmayan renkler öğelerin yerini değiştirmeler gibi farklılaştırmalar olmamalı. Elbette profesyonel amaçlı işleri bu kategoriye koymuyorum. Sanat için çekilen fotoğraflardan bahsediyorum. Şart mıdır sınırlamalar, isteyen istediğini yapsın diyebilirsiniz; elbet yapsın ama aynı kategoride değerlendirilmesin. Nitekim artık çoğu yarışmada da bu farklılıklara dikkat edilmeye başlandı, kategoriler çeşitlendi. FIAP bu konuda hiç olmazsa doğruyu buldu bence. Ücret ile fotoğraf çekmeye gelince artık maalesef bu durum yerleşmeye başladı. Bazı yerlerde bunun önüne geçme şansınız dahi yok. Fas’a gidip de “Sepicilerde ben para ödemeden fotoğraf çekeceğim” demeniz bence artık mümkün değil. Gezi fotoğraflarının içinde sıklıkla mizansenler ya da kurgular vardır, dolayısı ile zaten kısmen oluşmuş bir fotoğrafta ücret ödenmesinin çok da karşısında değilim. Belki 30-40 yıl önce böyle olmamasını dilerdim ama bugünün şartlarında bu bir gerçek ve çok da rahatsız edici değil, kabul edilebilir.
Mehmet Yaşin’in bir sözü vardır, bir kenti tanımak için sokaklarını yürüyerek arşınlamalı ve ara sokaklarında kaybolmalısın. Belki de bu tipler bu sözü gerçekleştiriyorlardır. Depresif karakterler midir ondan emin değilim. Aslında kalabalık ortamlarda kaybolmayı hedeflerler, daha doğrusu kalabalığa karışmayı ki bu depresiflik ile bağdaşmaz. Şimdi bu şairin yaptığı gibi sanatını bir başka sanatla destekleme elbette olabilir. Bireysel olarak bu tarz işlerin, örneklerin de çoğalması gezi fotoğrafçılığına yeni soluklar getirebilecektir. Bana aslında Flenaur tabiri gezi fotoğrafçılığından çok sokak fotoğrafçılığına yakın geliyor ama daha önce de bahsettiğim gibi çok da anlam değiştirmez. Kesin olan şu ki Flenaur, klasikleşen dışında yeni fotoğraf üretimini kolaylaştıracaktır. Çünkü bu kişiler ücraları da arşınlarlar, gezilmeyeni görülen kılarlar. 6- Şimdi, biliyoruz ki, toplumsal duyarlılık ile çok yakın olan bir alan olabilir gezi fotoğrafçılığı denen alan. Bu cümleden bakarsak, yukarıdaki sorularda yer alan sorulardaki gibi bir bakış alanı şart mı? Burada “sanat sanat için” veya “sanat toplum için “gibi eprimiş sloganları kastetmiyorum, modern zamanlarda yeni bir bakışla nerede gezi fotoğrafçılığı?
4- National Geographic belki keşfetmemizin temelinde yatan, bence en yetkin gezi fotoğrafçılığı alanını oluşturan bir kuruluş. Ancak bu kuruluş yalnız gezmek üzerine değil, bir bilim dalı olarak da kendini var etme sürecinde şekillendi. Bir gezginin, kaşifin, fotoğrafçının böyle bir sorumluluğu var mı? Yoksa bu yalnız destek alan “kaşif ” fotoğrafçının sorumluluğunda mı?
Zaten klişe tabirleri bir kenara atmak lazım. Halka yönelik sanat, Aristokrat bakış açısına hitap eden sanat, zenginlerin duvarları için sanat, sanat için sanat vs. hepsi gereksiz. Modern bakış açısıyla gezi fotoğrafçılığı, bence gezemeyenlere ya da gezmeyenlere başka bir dünyayı gösterebilme, gezenlere ise farklılıkları gösterebilme misyonundadır. Çok sanatsal anlamlar yüklemek zorlama tabirlerde bulunmaya gerek yoktur. İsmi üzerinde özü gezidir, ürünü fotoğraftır.
NG çok farklı bir misyon üstlenmiş kuruluştur. Günümüzde çok yüksek bütçelerle oluşturuyor bahsettiğiniz görevlerini. Hemen tümüyle profesyonel yani işi bu olan fotoğrafçılarla gerçekleştiriyor. Yani daha önce bahsettiğim vakit-nakit ikilemini sonuna kadar kullanıyor. Aynı zamanda NG bir etiket ve bu etiket ile dünyada artık çok az kalmış bakir alanlara, ya da tabu alanlara bile giriş vizesini alabiliyor NG fotoğrafçıları. Bu anlamda klasik gezi fotoğrafçılığının ötesinde onlarınki bence ekspedisyon fotoğrafçılığı. Kaşif fotoğrafçılar da diyebiliriz, ya da araştırmacı gezgin fotoğrafçılar. Onlar için bir sorumluluk bu anlamda yüklenilebilir. Biz klasik anlamda gezi fotoğrafçıları için ise böyle bir misyon yüklenmek doğru da gerekli de değildir.
7- Derneğimizin klasikleşmiş sorusu, taşra ile büyük kentler arasında bir bakış farkı var mı, gezi fotoğrafçılığında? Hiç sanmıyorum. Globalleşen dünyada taşra-büyük kent ayrımı devam etmekle beraber, bakış farkı giderek daraldı. Gezi fotoğrafçılığında diğer türlere göre en basit fark ulaşım veya ulaşabilme. Bu ise günümüzde çok kolaylaştı.
11
PORTRE 8- Bir bakış vardır, “çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” diye, biz bu soruyu, şöyle şekillendirsek, çok gezen fotoğrafçının diğer fotoğrafçılardan farkı var mı? Teknik üstünlüğü kastetmiyorum, kompozisyonu değişikliğe uğrar mı, yeni bir bakış kazandırır mı? Yoksa bu tamamen fotoğrafı çekenin yeteneğiyle mi ilgili?
Dünyanın birçok yerinde fotoğrafımı çekmeyin, niye çekiyorsun diyenler olduğu gibi bu bölgede de niye fotoğrafımı çekmiyorsun sorusu ile sık rastlaşırsınız. O bölgelere gitmeden önce iletişimi nasıl kuracağınız konusunda öngörüleriniz oluşmuş olmalı. Örneğin Afrika iç kısımlarında özellikle de siyah ırk ile tartışma ortamına mümkün olduğu kadar girilmemesi gerektiğinin ya da ısrarlı davranışlardan kaçınmak gerektiğinin farkında olmalılar. Bir başka önem verdiğim husus ise bizlerin sadece durum tespit eden kişiler olduğumuz bilincine varmamızdır. Oralardan anıları alıp evimize dönerken, o diyarları değiştirebilecek her türlü davranıştan uzak durulmalı. Etiyopya Omo Vadisi çok ziyaret edilen yerlerden artık ve maalesef kabile halkları da paranın değerini anlamış durumdalar. Yine de cüzi denebilecek miktarlarda ücret karşılığı içlerine dalabiliyorsunuz. Ama ben takla attıracağım gibi abuk sabuk nedenlerle verdiğiniz ücret miktarını çok artırmak daha sonra ziyaret edecekler için engel teşkil edecektir. Halbuki aynı coğrafyada kalem, sabun, boncuk gibi basit temel ihtiyaçlarla da iletişim kurabilmek mümkün. Şahit olduğum davranışlardan biri de istenilen pozu vermediği için kişilere kötü davranışta bulunmak… Biz fotoğrafçılar olarak çoğunlukla doğal devinim içinde devam eden hayatlara misafir oluyoruz, sadece bu. Hayatlarına müdahil olma hakkına sahip değiliz. Teknik olarak da bir önerim olacak, gezi planladığınız bölgenin iklim şartları veya gidilecek döneme de iyi karar vermek gerekir. Vietnam – Sapa bölgesinde pirinç terasları mükemmeldir. Ama siz bu tarlaları nasıl görmek istiyorsunuz sorusunu kendinize soracaksınız. Yeni ekim yapılmış sulak araziler içinde mi, yemyeşil filiz verdikleri zaman gibi mi, yoksa sapsarı hallerinde mi? Hepsi için ayrı bir dönemde ziyaretinizi planlamak mecburiyetindesiniz. Hindistan’da Holi, İran’da Aşura törenlerini çekecekseniz yine doğru zamanda orada olacaksınız. Planları ona göre kuracaksınız. Günümüzdeki gibi satın alırım ben geziyi, başımızda da iyi bir fotoğrafçı rehber olacak derseniz de fotoğraf çekersiniz ama basmakalıp hale gelen fotoğraflara bir tane daha eklersiniz. İstediğiniz buysa saygı duyarım.
O sorunun bence tek bir cevabı var, okuyarak gezen bilir. Sizin sorunuzun cevabı da aslında burada gizli. Çok gezen fotoğrafçının kişilik özellikleriyle, fotoğrafa bakış açısıyla ilgilidir. Şunu söylemek istiyorum, çok gezmek vizyon geliştirmekle alakalıdır. Ama her çok gezen vizyonunu geliştiremez. Bizim toplumumuzda çok sayıda kişi Paris’e gitmekle övünür, ama sorduğunuzda Paris’den getirdiği anı, Eiffel; La Fayette alışveriş merkezi; Champs-Elysees üçgeninden ibarettir. Yüz kere Paris’e gitse ne anlamı var. Gezi fotoğrafçılığı da bununla ilgilidir. Gezen kişi çok önceden programını yapmalı, okumalı kültüre hakim olmalı ve bu bilgilerle orada üretebilmeli ve bilgi ile kendi kişiliğini fotoğrafa yansıtabilmeli. Rahmetli Sabit Kalfagil hocamızı evinde ziyaret ettiğim bir gün masanın üzerinde Hindistan’da bir şehrin çok detaylı ölçekli bir haritasını karaladığını gördüm. Birkaç hafta sonra yapacağı bir geziyi planlıyordu hoca ve okuyordu. Oldum demeyen bir kişi her gezi ile kendine yeni bir şey katacaktır. Nihayetinde de buna açık kişinin son dokunuşu, yeteneği ile yapması gerekir. Görme yeteneği ya da görsel sanat becerisi olmalı ki daha önce bahsettiğim kalıplaşmaya başlayan gezi fotoğraflarına kendi bakış açısını katabilsin. Tüm bunlarla gezi fotoğrafçılığı kişi bazında bireysel olarak farklılık yaratır. 9- Aslında soruların çoğu, belki de bu ülkenin içerisinde gezmekle, fotoğraf çekmekle bağlantısı çok kolay kurulsa da, siz yurt dışına da çok giden biri olarak, arada gezginlere, gezgin fotoğrafçılara neler önerirsiniz. Bak işte, arkadaşım yurt dışı sana şöyle bir bakış kazandırır fotoğrafında, diyebilir misiniz? Ne kadar çok gezen bir fotoğrafçı olduğum doğrusu tartışılır. Yurt dışına sık çıkıyorum ama bunların bir kısmı mesleki nedenlerle bir kısmı aile ile tatil nedenli. Eskiden bu gezilerde de fotoğraf makinemi yanımda taşırdım ama artık taşımıyorum. Fotoğraf amaçlı olmayan bir gezide fotoğrafa odaklanmak bence mümkün olmadığı gibi gezinin asıl amacına da ulaşmayı engelliyor. Gezgin fotoğrafçılara özellikle yurt dışı seyahatlerinde öncelikle araştırma yapmadan gitmemelerini salık veririm. Önce kültür farklılıklarını gitmeden özümsesinler. Her yerde fotoğraf çekmek aynı şartlara tabi değil. Dünyanın her yerinde iletişim kurabilmek aynı şekilde kolay değil. Örneğin çok sık Indoçin bölgesinden fotoğraflar izleriz ki bu durum sadece çok fotoğrafik şartların ya da sahnelerin oluşması ile açıklanamaz. Aynı zamanda kişilerin sıcakkanlı olması, iletişime çok açık olması ile de ilintilidir.
10- Son soru gene bu minvalde oluşsun müsaadenizle, yurt dışına mı daha çok giden bir fotoğrafçı – tabi ortalamanın üzerinde bir beceriye sahip, örneğin FIAP’dan ödüllü- elinde bu gezgin olma fikrini daha çok taşır, yoksa o kadar da şart değildir bu gezginlik, bu gezi fotoğrafçılığı özel bir alan değildir diyebilir misiniz? Yoksa yurt dışı görülmeden bu alan çok mu noksan kalır? Bu sorunuza cevap vermeden önce bir yanılgıyı –tabii bana göre- düzeltmekte fayda var. – tabi ortalamanın üzerinde bir beceriye sahip, örneğin FIAP’dan ödüllü- cümlesinin günümüzde geçerliği olmadığı kanaatindeyim. Dedim ya artık ulaşım çok kolay, artık birçok firma ya da bireysel oluşturulmuş gezi grupları sizi fazla zorlanmadan kurulmuş
12
PORTRE hazır mizansenlere getiriyor. Size çekim yapacağınız açıyı gösteriyor yeter ki yeterli ücreti ödemiş olun… Kompozisyon tamam artık. Işık için de dijital ortamda çek bak-çek bak yöntemini oluşturun ya da daha kolayı aynasız modellerde LCD ekranda nihai ürününüzü görüp basın deklanşöre, kompozisyona ışığı da eklediniz… Yarışma başı ödeyeceğiniz yüklü parayı da bir kenara hazırladınızsa, bir yarışmadan çoklu salonlarda en az 30-40 “accepted” fotoğrafınız ve birkaç da ödülünüz var. Aceleniz yoksa bir sene de life card için bekleyiniz… Zaten FIAP ünvanlarınız da hazır. FIAP unvan ve ödüllerinin 2010 yılından sonra değerinin olmadığı ve fotoğrafın kapitale yenildiği kanaatindeyim. Şimdi soruya gelelim. Yurt dışından başlayalım. Ülkemiz bir kere fotoğraf cennetidir. Bir fotoğrafçıyı hayatı boyunca doyuracak zenginliğe, gerek manzara, gerekse kültürel açıdan sahiptir. Ama yine de bir ayağının yurt dışında olması da fevkalade önemlidir. Yurt dışında üretim şart değildir ama olması bir avantajdır. Fotoğraf gezilerine aslında ihmal edilen bir ayak daha eklense ve gidilen ülkelerin galerilerini gezme fırsatı yaratılabilse, yeni akımlar ya da klasik bakışa yeni yaklaşımlarla ilgili fikirler geliştirilebilse, fotoğrafın evrensel evrimine katılınsa ne kadar güzel olur. Ama sanırım biraz ütopik duruyor. Gezi fotoğrafçılığı özel bir alan değildir demek kolay değil doğrusu. Ama çok özel bir alandır demek de bir o kadar doğru değil sanki. Alelade ya da tarifinizle, avare bir geziden farklı olduğu aşikar, ama çok büyük bir anlam yüklemeye de gerek yoktur. MFD adına teşekkür ederim. Fikirlerimin fotoğraf çevremin dışında bir yere ulaşabilmesi imkanı yarattığınız için ben çok teşekkür ederim.
13
PORTRE fotoğraflar / Bekir TUĞCU
14
PORTRE
15
PORTRE
16
PORTRE
17
PORTRE
18
TAM KARE GEZERKEN ZAMANI DURDURMAK / Selnur OKUDAN Yeni bir yerle buluşmak, benim için çocukken bayram için yeni alınan ayakkabılarla ilk karşılaşma anı gibidir. Zaten farklı bir yerde fotoğrafı getiren de “yeni” nin heyecanı değil midir ? Oysa biz fotoğrafı aklımızla , gözümüzle çektiğimizi sanırız. Fotoğrafı teknik olarak çeken gözdür evet ama onu KENDİMİZE ÇEKEN -az biraz kuantum mekaniğinden anlıyorsanız - ki çok iyi bilirsiniz, DUYGU’dur. Yeni olana duyduğumuz meraktır, yeni bir kültürün içinde olmanın verdiği mutluluktur, heyecandır. Bir fotoğrafçıda bu duygu yoksa , gezmesinin, mekan değiştirmesinin de çok bir anlamı yoktur zaten. Eskiden bilinçli bir gezi fotoğrafçısı idim. Gitmeden önce o mekanı “Google Amca”dan didik didik araştırır, Google Earth’den şehrin haritasını yalar yutardım. İlk defa gittiğim bir Avrupa şehrinde , ilk günümde kendi yurttaşlarıma yol tarifi verdiğimde, kendime şaşırmıştım. “ Nerede ne var?” ,” Oraya en kolay nasıl gidilir?” Gitmeden önce tüm bunları bilmeliydim ki, hiçbir noktayı kaçırmayayım. Gün batımında şu noktada olmalı, şu müzeyi mutlaka ziyaret etmeli, şu anıtın mutlaka fotoğrafını çekmeliydim. Her şey planlı ve programlı idi zihnimde. Tüm bunların kontrolcü kişiliğimle alakalı olduğunu çok sonra anlayacaktım. Yıllar içinde fotoğraftan aldığım en önemli dersti belki de bu: “Fotoğraf , kontrolün tamamının fotoğrafçıda olmasını pek sevmiyordu.” Ne zaman ki iyi fotoğrafın, iyi yapılmış bir programla alakalı olmadığını, ilgilendiği tek şeyin içimdeki çocuk heyecanı olduğunu fark ettim, program yapmaktan vazgeçip, o şehrin sokaklarında kaybolmaya bıraktım kendimi… O zaman bir gezi fotoğrafçısı olarak pek çok şeyi kaçırdığımı, görülmesi gereken, çekilmesi gereken pek çok mekanı atladığımı düşüneceksiniz… Ben de öyle olacağını sanmıştım ama bir şekilde içgüdü mü diyelim, enerjisel bir çekim mi diyelim, kendimi hep o şehrin simgesi haline gelmiş yerlerinde, sokaklarında buluyordum. Galiba teslimiyet ruhu böyle bir şeydi… Artık o mekanlara gitmek için harita çıkarmıyordum, o mekanlar bana gelmeye başlamıştı. Dijital çağın getirisi olarak günümüzde herkes her şeyin fotoğrafını çekebiliyor. Bir yerin coğrafyasını , kültürünü, mimarisini , yerli insanlarını yansıtan o kadar çok fotoğraf çekildi ki… “Bir de benim arşivimde olsun bu fotoğraf ” deyip çekerken aldığı haz ile mutlu olan fotoğrafçılardan iseniz mesele yok. Deklanşör sesinin verdiği haz, evet hepimizin ortak noktası ama gezi fotoğrafçılarının, bloglarında o mekana ait fotoğraflar yayınlayan gezginlerden biraz daha faklı bir bakış açısı olmalı diye düşünüyorum. Ki mekanın ya da yöre insanının görüntüsüne kendinden bir şeyler de katabilsin, beraberinde estetik duygusunu da verebilsin . Bu konuda kendi bakış açısını , kendi estetik duygusunu fotoğraflarına yansıtabilen dünya çapında ünlü pek çok
gezi fotoğrafçısı var. İlk aklımıza gelen Steve McCurry… Belki de ilk etkilendiğim fotoğrafçılardan biri. Bu iş için ciddi emek sarf eden , bir fotoğrafı oluşturmak için günlerce aynı mekana gelip giden ve doğal olduğunu sandığımız - ki bu çok önemli bir nokta, kurgusal olduğu hissedilen fotoğrafın enerjisi de ister istemez düşüyor mükemmel kurgulara imza atan bir usta Steve McCurry. Arşivim, gezerken çektiğim pek çok fotoğrafla dolu ama kendimi tam bir gezi fotoğrafçısı olarak tanımlamak gerçekten zor. Sokağın dinamizmini o şehrin simgeleri ile, o şehrin dokusu ile kaynaştırmayı seviyorum yalnızca. O mekanda çekildiğini belli eden bir gizli özne , yanal bir konudan ibaret mekan bilgisi o fotoğrafı gezi fotoğrafı yapar mı, bu tartışılabilir… Gezi ile sokak fotoğrafçılığının sentezi şeklinde fotoğraflar diyebiliriz belki de. Eğer bu tür fotoğraflara ilgi duyuyorsanız ve çekmek istiyorsanız bir kaç öneri ile yazımı sonlandırmak istiyorum; 1. Öncelikle gideceğiniz yerde çekilmiş, mekanları detaylı gösteren fotoğrafları internetten araştırmanızı öneririm. Bu konuda “Flickr” ve “Pbase” arama motorlarını önerebilirim. Çektiğiniz tarzda fotoğraf için iyi arka plan sağlayabilecek mekanları tespit etmek, geleneksel ritüellerin, festivallerin zamanını öğrenmek, fotoğrafınıza konu olabilecek yöresel modellerin nerede daha çok bulunabileceğine dair fikir edinmek için ve zaman kazanımı açısından oldukça önemli. 2. Gittiğiniz yerde kaybolun derim. Elinizde bilgilendirici bir broşür ve harita ile bilinçli bir gezgin gibi dolaşmak da bir seçenek ama kendi tecrübelerime dayanarak söylüyorum, iyi fotoğraf her zaman gitmeyi planladığım, kurguladığım yerde değil, yolumun üzerinde karşıma çıkıyor. 3. Bir yerde turist olmak , her türlü fotoğrafı rahat çekebilmek için büyük avantajdır ama bazı ülkelerde fotoğraf çekimine karşı yargılı kültürlerle karşılaşmak da kaçınılmaz. Böyle durumlarda, mümkünse yerel bir rehber ile dolaşmak işinizi kolaylaştırabilir. 4. Dünyanın neresine giderseniz gidin, sokakta portre çekiminde bazı şeylere özellikle dikkat etmenizde fayda var. Öncelikle Türkiye’nin bir başka şehrinde gezginseniz ve kentsel bir alanda dolaşıyorsanız, kesinlikle ilk cümleniz “Fotoğrafınızı çekebilir miyim?” olmamalı. Eğer insanlar ile bağ kurmaktan keyif alıyorsanız, en güzel yolu önce sohbetle işe başlamak . Ama zamanınız yoksa ve çok güçlü bir konu ile karşı karşıyaysanız, karşınızdaki insanın güzel bulduğunuz tarafını belirtmekle başlayın; “Teyze şapkan ne güzel, az yana dönsen çok güzel ışık vuracak şapkana”, “Tatlım senin balonların ne kadar hoş, güneşe doğru tutabilir misin onları?” , “Amca ne biçim üfledin o dumanı öyle, benim için de üfler misin bir kez daha?” Herkes
19
TAM KARE kendisi ile ilgilenilmesinden , önemsenmekten hoşlanır, unutmayın. Bu tür yaklaşımlar emin olun her zaman işe yarar ve karşınızdaki insanın rızası otomatikman alınmış olur. Sokakta fotoğraf çekerken “Şimdi beni fark edecekler, amcanın fotoğrafını çeksem kesin beni fırçalar” gibi endişeler içinde olursanız, bu sizin enerji alanınızda hissedilir , insanlar da sizi gördüğünde tedirgin olur, uzaklaşırlar . Ve gerçekten korktuğunuz başınıza gelir, bir şekilde red edilir ya da sorgulanırsınız. Ama zihninize şu inançları ekmeyi başarırsanız “Bu şehir fotoğrafla dolu”, “Sabah ışığında her şey fotoğraf ”, “Ben fotoğrafta çok şanslıyım” , “Kim bilir karşıma bugün ne sürprizler çıkacak”, “Hep doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanlarla karşılaşıyorum”, “İnsanlar fotoğraflarını çekmemden büyük keyif alıyorlar” , “Ben fotoğrafa aşığım” emin olun fotoğraf her zaman size karşı cömert olur. Bu düşünceler ya da inançlar eğer ki korkularınızın üstünde ise, dışarıdan mutlu, yaptığı işten memnun bir insan olarak algılanırsınız . Ve yaydığınız mutluluk duygusu titreşimi, pek çok insanı, aradığınız tipte modelleri size çektiği gibi, eş zamanlılık içeren kritik anları da kendinize çekersiniz. Eğer yurt dışında iseniz , o yörenin insanının nabzını biraz yoklamak lazım. Turist olduğunuz bariz ise, rahatlıkla “fotoğrafınızı çekebilir miyim” diyebilirsiniz. Yabancı olmanız her zaman karşınızdakinin daha rahat hissetmesini sağlar. Bazen, modelin önünde, sağında, solunda olan nesneleri işaret ederek “Onları çekebilir miyim, burada fotoğraf çekmemin bir sakıncası var mı?” gibi sorular sormak da kapılarınızı açabilir. 5. Şehirde sokaklarda kaybolun ama bazı mekanlar vardır ki, bizim İstanbul Eminönü’müz gibi sokak fotoğrafı için bir cennettir . Her şehrin bunun gibi dinamizmi yüksek bölgeleri vardır. Şehir meydanları, belli pazar yerleri, belli dini mekanlar… Gitmeden önce oraları da önceden tespit etmeniz yine size zaman kazandırır. 6. Nihayetinde gezi fotoğrafı çekerken asıl amacınız iyi fotoğraf üretmek değil de , yeni yerler keşfetmek, hoşça zaman geçirmek, insanlarla güzel anlar paylaşmak , farklı kültürler tanımak ve herşeyden önemlisi anın içinde kalmak ise, emin olun fotoğrafın peşinde koşmak zorunda kalmazsınız, fotoğraf daima sizin önünüze gelir. Keyifli gezmeler. @fotogeziterapi @fotogeziterapi_minimal @gezimania
20
fotoğraflar / Selnur OKUDAN
Hassan II Camii, Kazablanka, Fas , 2015
Budapeşte, 2015
21
TAM KARE
Bangkok, 2013 22
TAM KARE
Bangkok, 2013
Bolonya, 2016
23
TAM KARE
İstanbul, 2015
Molla İdris, Fas, 2015
24
TAM KARE
Sibenik, 2012
Mardin, 2017
25
TAM KARE
Molla Ä°dris, Fas, 2015
26
TAM KARE FARUK AKBAŞ İLE KISA KISA… Röportaj / Raziye KÖKSAL KARTAL Gezi fotoğrafçılığının güzel yanı desek…
yarar var. Diğer türlü baktığınızda insanlar sosyal medyadan da sanatçının işlerini görebilirler. Fakat işi üreten insanla aynı mekanda bulunarak, onunla çeşitli konularda fikir alışverişi yaparak yorum alma şansları var. Özellikle powerpoint formatındaki sunumlarımda fotoğraflar üzerinde tek tek mekan ve olay bilgilerini açmaya çalışıyorum ki o fotoğrafın çağrıştırdığı yaşanmışlıkları, o an deneyimlediklerimizi paylaşalım. Daha anlamlı daha ayakları yere basan bir sohbet gelişsin. Gezi fotoğrafçılığı bununla birebir örtüşüyor. Sürekli farklı yerlerde olmak farklı insanlarla olmak büyük bir zenginlik. Bunu da diğer arkadaşlara anlatarak fikir veriyoruz.
O kadar güzel bir ülkede yaşıyoruz ki nereye gitsek, objektifimizi nereye çevirsek hazır fotoğraf platformu gibi. Gezi fotoğrafçılığının belki de olmazsa olmazı samimiyet, içtenlik ve güler yüzlülük işte tam da bundandır sanırım gittiğimiz yerlerde hoş sohbetler sayesinde kendiliğinden oluşan dostluklarımız var. Biz onların sohbetinden onları ve yaşamlarını tanımaya çalışırken onlar da bizim gözümüzden yaşadıklarının yansımasını merak ederler, bu alışveriş bize inanılmaz zenginlikler sunar. Örneğin Kayseri Hasandağı eteklerinde bir çobanla sohbeti ilerletiyoruz ve onunla birlikte yola koyuluyoruz, onun yolculuğunda ona yarenlik ediyoruz ve önemli anları fotoğraf karelerimizle ölümsüzleştiriyoruz. Bir süre sonra yeniden aynı yerdeyiz aynı çobanla sanki sohbete ve fotoğrafa kaldığımız yerden devam ediyoruz, yeniden fotoğraflar çekiyoruz. Bu sohbetin ve yaşama tanıklığın tamamı fotoğraf sayesinde. Bir kişiyi ya da bir yeri fotoğraflıyorsan mutlaka tanımalısın, onun neler düşündüğünü, nasıl biri olduğunu, hayatla mücadelesini mutlaka öğrenmiş olmalısın. Bizim yaptığımız iş toplumsal sorumluluğu içinde barındırır.
Sadece anlatıyor musunuz? Her yolculuk bir öyküdür aslında, her fotoğraf da bir yolculuktur. İşte bu yolculuk ve öyküyü yani fotoğraf ile anlatımı birleştirmek gerekiyor çoğu zaman. Örneği son kitabımız ‘’Asya Yollarında’’ böyle bir çalışma. Çok güzel anılarımız, yola ilişkin tanıklıklarımız var bunun görsel sorumlulukla bir araya getirilmesidir son çalışmamız. Peki mekan mı? İnsan mı?
İyi ki çekiyoruz bu fotoğrafları dediğiniz noktalar…
Ne mekan insandan bağımsızdır, ne de insan mekandan. Sen fotoğrafçı olarak bir kareyi sabitlediğinde bu mekan da olsa insana dair, oradaki yaşama dair ipuçları verir, bu kare insan da olsa yaşadığı mekana ve coğrafyaya dair ipuçları barındırır. Bütün çevre ve mekandan soyutlanmış yakın plan bir yüzü dövmeli kadın fotoğrafına baktığımızda bunun Güney Doğu Anadolu’da çekildiğine ilişkin bir bilgi oluşur belleğimizde . Hatta böyle bir portreye dikkatlice baktığımızda onun gözlerinde, onun yüz ifadesinde bile görürüz mekanı.
İyi ki çekmişiz dediğimiz anlar her karede geçerli aslında, fotoğraf kişilerin de, mekanların da şimdiki anlarına tanıklık eder. Kişilerde ve mekanlardaki değişiklikler, deformasyonlar, bozulmalar o kadar çoğunlukta ki çok çabuk bunları kanıksıyoruz çoğunlukla oysa fotoğraf o anın gerçekliğini yüzümüze çarpar çoğunlukla. Hiçbir şey durduğu yerde durmuyor maalesef. Örneğin yıllar önce bir dedenin torunlarıyla birlikte fotoğrafını çekmişim, zaman içinde dede ölmüş torunlarından biri 25-30 yaşlarına gelmiş bu fotoğrafı sosyal medyadaki paylaşımlarımızdan gören torunu bana ulaştı, telefonda ağlıyordu, abi bu fotoğrafı bana ulaştırır mısın tek hatıramız bu diyordu. Aslında ülkemizin her yerinin bizde bir anısı var, bizim de oralarda bırakılmış anılarımız var. İşte bu anılar bizi birbirimize yakınlaştırıyor, işte bu mıknatıs sayesinde aynı yerlere döne döne gidip değişik kareler çoğaltmaya çalışıyoruz.
Son söz… Fotoğraf sonsuzluğunu yaşamın kendisinden alır, bu sonsuz akışın içinde her yolculuğumuz bir yere gitmek kaygısından çok, oraya gelmek düşüncesindendir. İnsan ve mekan var oldukça insanın mekanı değiştirme, dönüştürme ve yaşama katma kaygısı var oldukça bizler hep yollarda olacağız, yol ki gidilince yoldur yoksa haritalarca bir çizgidir sonuçta. Vizörün arkasından bakan gözümüz ve çarpan yüreğimiz var oldukça belleğimizdeki her görüntüyü, her hayali, hatta her sözcüğü fotoğrafa dönüştürme derdimiz bitmeyecek.
Son gösteri - söyleşinize değinmek istesek, ki izleyenlerin bilgi dağarcığına ülkemiz coğrafyası hakkında bilmediği en az üç-beş yeni bilgi eklenmiştir…
Paylaşarak çoğalmak umuduyla...
Fotoğrafçı bir topluluğa gösteri yapıyorsa, görsel iletişime ek olarak izleyici ile güçlü bir sözel iletişim kurmasında
27
TAM KARE YENİ ZAMANLARIN KEŞFETME İSTEĞİNDE FOTOĞRAFÇI / Kemal TEKİN Üniversite yıllarında hatta daha önce gezmekten hoşlanan biri olduğumu söyleyemem. Gezip, fotoğraf çekmekse tuhaf ve yersiz bir uğraş gibi gelirdi bana. Ancak, bunların tuhaf ve yersiz olmasının nedeni fotoğrafla ilintisinden çok, fotoğrafın belgesel, sokak gibi alanlarıyla gezi fotoğrafçılığının iç içe bulunmasıydı. Fotoğraf birer sancı gibi ortaya çıkıyordu bu fotoğraflarda. Turgut Uyar diyor ya “Dünya sanrı mı sancı mı?” işte fotoğraf da böyle bir alanda mı oluşuyor?! Şimdi bu bakış açısı belki de Romantik dönemden kalan bir yaklaşım, ulus devletlerin yeni yeni oluştuğu, fotoğrafın kısmetsiz, gezecek keşfedecek yerlerin çok olduğu…
Günümüzde yerleşik, ansiklopedik bilginin merkezinde yer alan gezi fotoğrafçılığının tanımlaması da oldukça kolaydır, diyelim ki, durum bildiren sokak fotoğrafçılığı bile en kesiştiği alanı oluşturur ya, ancak, gene rutin bir kaygıyla kurtulur gezi fotoğrafçılığı sokak fotoğrafçılığından. O anla ilgili, ilgi çekici olan şeyin tutumuyla bağlantılı olan sokak fotoğrafçılığı, kitlenin, gidilen yerin sosyo-ekonomik tutum ve davranışlarıyla ilgili tanıtlar sunmak zorundadır. Ancak gezi fotoğrafçılığı bunu yapmak durumunda değildir. Yalnız “güzel” olanın fotoğrafı vardır gezi fotoğrafçılığında, gidilen yerin “güzel” olmasıyla ilintilidir çoğun bu alan. Sonuçta gezen kişinin, gezdiği yerlerle bağlantısından bahsediyoruz. İnsan hoşuna gitmeyen bir yerde gezmek istemeyebilir, ama bu gezi fotoğrafçılığının kıstaslarından yalnızca bir tanesidir. İkinci vargıysa, fotoğraf için gezmekse, bu alan gene sokak fotoğrafçılığıyla kesişir. Peki sokak, belgesel fotoğrafçılığından gezi fotoğrafçılığını nasıl ayıracağız? Sonuçta, dünyada gezilmedik yer kalmadı. Ve üstelik alanların disiplinleri öylesine kesişmiş durumda ki. İşte bu durum kelimesi gezi fotoğrafçısının adeta elini kolunu bağlar. E, öyleyse dikkat edilmesi gereken şey, disiplinler arası bağı kurarken, elimizdeki fotoğrafın hangi alanda olduğunu ulamlamak bir fotoğraf tarihçisinin, bir sanat tarihçisinin görevleri arasındadır. Gezmenin yanında olan fotoğrafçı, kendini bu alanda oluşturabiliyorsa, yan komşuyu ziyaret etmenin –sokak fotoğrafçılığı vb.- gezi fotoğrafçılığıyla bağlantısı olmadığını, anılarında yer edinen şeyin, sosyo-ekonomik bağdan çok o “güzel” denen klasik şeyle bağını sorgulamak zorundadır.
Sonra, fotoğrafın dolaysız zamanlarına vardığımız yıllar ortaya çıkıyor, ancak zaman zaman keşfine imkan tanımadığımız şeyler Niepce’den çok önce olabilen bir dönem, gezmenin artık yetmediğini, romantik keşfin, çok uzağında bir bilim dalının belirlenmesiyle ortaya çıkan fotoğraf, bugünlerde anladığımız fotoğrafın yankısının da çok uzağında yerleşik bir kaygının, tarafsız ilkesiyle ortaya çıkan kaygılı fotoğraf. Makinenin ortaya çıktığı yıllar… Bu bin yedi yüzlü, bin sekiz yüzlü ve bin dokuz yüzlü yılların ortalarına kadar, zamanların etkisi kendini öyle güçlü hissettirir ki fotoğraf da, hatta Barok dönemin etkileri de günümüzde ortalama bir fotoğrafçının kendini içinde çok huzurlu hissettiği alanlardır. Bu dönemlerin etkisinden ne zaman kurtulmaya başladık peki, gezi fotoğrafçılığı bunun neresinde? Doğrusunu isterseniz, gezi fotoğrafçılığı bu geleneksel, klasik fotoğrafın tam merkezinde yer alır çoğun. Fotoğrafın ana damarlarından biridir, illa bir alan gerekiyorsa.
28
TAM KARE
Manzara çekmeye giden fotoğrafçı tam da bu gezi fotoğrafçısının olduğu şeydir. Veya kentin sokaklarında gezerken, yüz yıllık bir lokantanın değişmez kalıpları içerisinde yakaladığı bir insan. Ama bu insanı o lokantanın çok uzağında gösterirse, kentin dokusundan uzaklaşıp ayrıksı uçlara doğru seyahati başlarsa sokak ve belgesel fotoğrafa doğru kayışlar başlar. Kaşif olmak burada yol göstericidir ona, binlerce kez çekilmiş değişmeyen manzara, yüz yıllık lokantanın “kültür” ve “güzel”e katkısı, gezi fotoğrafçısının olmazsa olmazıdır.
Son olarak gezi fotoğrafçısının yanında kalemi de olmalıdır, kültür ve güzel tek başına tanımlanmasında sorun yaşayabilir. Gezi fotoğrafçısı, Sir Francis Beaufort yıllar önce Mersin, Mezitli’de yer alan Soli’ye geldiğinde: “…Sonunda, Pompeipolis ya da Soli’nin uzun sütunları ve yükseltilmiş tiyatrosu, ufkun üzerinden görüş alanımıza girdi; görünüşü onun görkemi hakkında kılavuzların anlattıklarını doğrular biçimdeydi. Biz de hiç düş kırıklığına uğramamış olduk. Karaya çıkıldığında karşılaşılan ilk şey, paralel kenarlı ve değirmi uçlu güzel bir liman ya da havzadır.” diye tanımlar kenti. Bu tanımın yanına konulan fotoğraf iliştirilmemiş olmalıdır. fotoğraflar / Kemal TEKİN
29
TAM KARE portfolyo / Savaş VARLISOYDAŞ
30
TAM KARE
31
TAM KARE
32
TAM KARE
33
TAM KARE
34
TAM KARE
35
TAM KARE
36
PUSULA GEZİ FOTOĞRAFÇILIĞINDA KURGU OLMALI MI OLMAMALI MI? / ETIENNE BOSSOT, 23 MART 2019 Çeviri: Abdulla SERT
Bir fotoğrafın büyük bir ödül kazanmasının ardından yaşanan polemik üzerine, gezi fotoğrafçılığı ile ilgili konuşmamız gerektiğini düşündüm. Konumuz bu defa insan fotoğrafı olacak. Bu iki konuda da kabul edilebilecek sınırların konulmasını da konu edineceğiz. İçtenlikle belirtmek isterim ki bu öncelikle bir sağduyu konusudur ama artık onun da yetmediği bir durum söz konusu. Bu günlerde gezi fotoğrafçılığı dünyasında şok edici görüntülere tanık oluyoruz.
görüntülerle fotoğraf çekmek neredeyse tek seçenekti. Kullanılan teçhizat çok büyük ve hantaldı (ve de pahalıydı) ve pozlama süreleri çok uzundu. İnsanların fotoğrafını çekmek isteyen herkes o kişilerin dakikalarca hareketsiz bir şekilde durmalarını sağlamak zorundaydı. Hatta 1851’de camlı “kollodyon” tekniğinin icadı bu süreyi ancak 2-3 dakikaya kadar düşürebilmişti. Yani fotoğraf çekmek anlık, hemen yapılacak bir iş değildi. Arkasından 1901’de - orta sınıf için ilk ticari fotoğraf makinesi- çıktı. Bu tarihten itibaren fotoğraf bir patlama yaptı ve bugün bildiğimiz tüm farklı fotoğraf türleri doğdu.
Açık olmak istiyorum. Amacım belli bir fotoğraf grubuna saldırmak ya da onu eleştirmek değil. Bu grupları tanımıyorum. Onlarla hiç tanışmadım. Ama bu görüntülerin yarattığı sirke benzer bir arena, benim kitabıma göre çok rahatsız edici. Bu yüzden bu önemli konuyu tartışmak gerektiğine inanıyorum.
Belgesel fotoğrafçılık, gazete makalelerinde fotoğraflara olan ihtiyaçtan doğmuş, bunun için de çabucak hazırlanmış bir kurallar ve / veya herkesçe kabul edilen davranışlar dizini oluşturulmuştu. Fotoğraf gazeteciliği ve belgesel fotoğrafçılık, gerçeği fotoğrafçının bir müdahalesi olmadan göstermek zorundaydı. Günümüzde de, çektiği fotoğrafları kurgular veya bir şekilde değiştirirken yakalanan bir gazete fotoğrafçısının meslek kariyeri bitmiş sayılmaktadır.
Fotoğraf Meselesi Bu işe, fotoğrafa daha geniş bir ölçekte bakarak başlayalım. Fotoğraf icat edildiğinde, kurgulanmış 37
PUSULA Fotoğraf çeşitliliğinin öbür ucunda moda fotoğrafçılığı yer almaktadır. Kurgu yapmadan ve birinin fotoğraf çekimini baştan sona yönetmeden çekilmiş moda fotoğrafına ender rastlanır. Modelden başlayıp yer seçimine kadar her şey, en iyi sonuçlar için kontrol edilip kurgulanır.
düşünürler. Bir hayvanat bahçesine gidip, maymunları okşayıp iyi davranmaları için onlara fıstık atmaları gibi aynen. Başkalarını bilmiyorum ama ben, bazı gezi fotoğrafçılarının bunu böyle doğal karşıladıklarını düşünüyorum ve bu kabul edilecek bir davranış değil.
Peki, gezi fotoğrafçılığında durum nedir? Bana öyle görünüyor ki gezi fotoğrafçılığı, fotoğraf makinasının alınıp yola koyularak çekime başlandığı bir “ hobi” olarak görülmektedir. Gezi fotoğrafçılığında tanınmış kişileri anımsamaya çalışırsak, aklımıza kim gelir? Çoğu kişinin aklına sadece bir kişi gelir. Sadece bir.
Daha önce bahsettiğim gibi, gezi fotoğrafçılığı için henüz konulmuş bir kural yok maalesef. Bu tür fotoğrafçılığı çoğu kişi gezerken kullanır. Kimisi bunu gezdikleri yerleri sonradan anımsamak için yapar. Kimileri de arkadaşları ve aile üyelerine gösterirken gurur duyacakları fotoğrafları çekmek için kullanır. Bazıları da gezi fotoğrafçılığını, fotoğraf yarışmalarını kazanmak için kullanırlar.
Bana göre bu, gezi fotoğrafçılığının profesyonel bir alan olarak yeterince dikkate alınmadığının bir göstergesi – bu nedenle de bu alanda kimse etik bir kılavuz oluşturma zahmetine girişmedi. Son zamanlarda ortaya çıkan etik dışı durumlardan sonra, etik bir kılavuz oluşturma zamanı gelmiştir.
Etik Konusu
Gezi Fotoğrafçılığı Meselesi
Bu makaleyi gezi fotoğrafçılığında etik kurallara uyulması niyeti ile yazıyorum ama içtenlikle söylemek isterim ki konu sadece fotoğrafçılık değil, ortak akıl ve asgari düzeyde etik kurallarına uyulması konusudur. İnsanlar senin benim gibi insanlardır. Göreceli olarak daha yoksul bir ülkede yaşıyor olmaları, güzel fotoğrafların için onları bedava model olmaları için sana zorlama hakkı vermez.
Steve McCurry’yi 2015 yılında kuşatan tartışma hala akıllardadır. Bazı fotoğraflarını daha estetik görünmesi için fotoşoplamakla suçlanmıştı. En başta, bu müdahaleyi yanında çalışanların yaptığını söylemişti. Daha sonra da kendisini “foto muhabiri” olarak değil de daha çok “görüntülerle öykü anlatıcısı” olarak gördüğünü belirtmişti. Bu yaklaşımdan benim anladığım, görüntüler foto muhabirliği amacı taşımıyorsa kimse fotoğraflara müdahaleye aldırış etmez. Ancak, ben bu konuyu önemsiyorum ( bunu gugıllamayın çünkü ben uydurdum) ve de Uluslararası Gezi Fotoğrafçılığı Organizasyonu bununla ilgili hiçbir şey yapmıyor. Başkası yapmadığı için ben bu konuda bazı temel kuralları koymayı düşündüm. Konu, yerel insanları, gezginler ve turistlerin fotoğraflaması olunca iş çığırından çıkabilir. Asya’da yaşayan birisi olarak, buraya gezmeye gelenlerin her gün insanların fotoğraflarını çektiğine tanıklık ediyorum. İşim, aslında gezginleri daha güzel insan fotoğrafları çekmeleri için eğitmek olunca gezi fotoğrafçılığı endüstrisinde tanınır oldum.
Eğer gezip yerel insanları etik kurallara göre fotoğraflamak istiyorsan, önce insanları kendinle eşit insanlar olarak gör. Bu da onlara saygı göstermekle, onlarla kaynaşmakla, ve en önemlisi- onlara bir karşılık vermekle olur. Bu verme, fiziksel bir şey verme değil, yalın kişisel bir etkileşimle olan bir vermedir. Çektiğin fotoğrafı onlara göstererek gülmelerini sağla, ya da daha önce hiç görmemiş oldukları bir yabancı olarak sana yakından bakmaları için fırsat ver. Kendine şu soruyu sor: Gezmek senin için ne demektir? Bir grup gezgin içinde kalıp, rehberinin yönlendirmesine göre turistlerin ziyaret ettiği her yeri görmek mi? Yoksa bir bisiklet bulup daha otantik ve özgün bir deneyim arayışı için grubun tam tersi yöne gitmek mi? Ne yapmak istediğine sen karar vereceksin. Ama belki, gruptakilere “ Ey millet, bana göre önemli bir şey kaçırıyorsunuz. Bir süreliğine kaybolmayı denemeniz iyi olur” diyebilmen gerekir (tabi ki tatlı bir dille).
Bir arkadaşım Bangladeş’ te gezerken çok rahatsız olduğu bir şeye tanık olmuş. Dakka’ ya gitmek üzere trene binerken, “fotoğraf turu” na çıkmış bir gruba rastlamış. Bir Bangladeşli trende dua ediyormuş. Tura katılanlardan birisi dua edenin yanlış yöne baktığını, fotoğraf için ışığın yetersiz olduğunu düşünerek adama hiçbir şey sormadan elleri ile adamın kafasına öne bakacak şekilde çevirmiş. Hem de, adama ne bir merhaba ya da teşekkür ederim demeden. Çoğu gezgin, Asya’nın insanları fotoğraflamak için şahane bir yer olduğunu düşünür. Ne yazık ki, bu gezginlerin bir kısmı, yerel insanlara istediklerini yaptırabileceklerini, sanki fotoğrafını çektiği kişileri insan olarak değil de, fotoğrafları için birer obje imiş gibi
Şimdi fotoğraf kurgulama konusuna gelelim. Birçok fotoğrafçı dünyanın çeşitli yerlerine gider ve gittiği yerlerde görüntüler kurgular. Bunda bir yanlışlık da yoktur. Bu fotoğrafçılar sizin orada daha güzel fotoğraflar çekmenize yardımcı olurlar ve eve istediğiniz fotoğrafı çekmiş olarak dönmenizi garanti ederler. Çalıştıkları projelerin bir parçası olarak görüntüleri kurgulayan çok meşhur fotoğrafçılar tanıyorum. Ama hiçbirisi bu konuda yalan söylemez.
38
PUSULA
Büyük bir fotoğrafçı grubu Mu Cang Chai’de tripodları ile fotoğraf çekmek için konuşlanıyorlar. (Fotoğraf: Mike Pollock)
Eğer bir görüntüyü kurguluyorsanız, bu konuda dürüst olun. Görüntüyü kurguladığınızı belirtin. Çünkü bu kurguladığınız fotoğrafın gerçek olduğunu söylerseniz, bu etik olmaz. Hem fotoğrafınızı gören insanlara hem de fotoğraf öznenize yalan söylemiş olursunuz. Öznenizi onun olmadığı bir biçimde göstermiş oluyorsunuz. Görüntünüzü kurguluyorsanız, öznenizi kendi ön yargılarınıza göre olması gibi göstermiş oluyorsunuz. Gerçekte nasıl göründüğü şekliyle göstermemiş oluyorsunuz.
görünecek şekilde -sıklıkla fotoğraf yarışmalarına katılıp algılanan değeri artırma amacı ile - gizlediklerinde meydana geliyor. Bu fotoğrafları gerçek halleri ile çeken fotoğrafçılar gayet iyi fotoğrafçılardır. Kurgulanmış fotoğraflar sizi kötü fotoğrafçılar haline dönüştürür, evet çerçevedeki tüm elemanların kontrolü sizde olur, ama yaratıcılık bunun neresinde olur? Yaratıcılık Sorunu Sonunda, görüntüyü kurgulayıp kurgulamamak sizin kişisel tercihinizdir. Yukarıda belirttiğim gibi, görüntünüzü kurgulamaya karar verirseniz bu konuda dürüst olun. Eğer kendinize ve fotoğraflarınızı görenlere karşı dürüst olursanız bunda hiçbir yanlışlık olmaz. Böyle yapmakla, bu fotoğraf ya da durumun gerçekmiş gibi görünmesinin ve başkalarının bunu farklı bir kültürel açıdan yanlış yorumlaması ile kamuoyunu yanıltmanın önüne geçmiş olursunuz.
Buna hala etik konusu nedeni ile inanmıyorsanız bile, içinde olduğumuz iletişim çağında insanların gerçeği bir gün göreceklerini düşünerek inanın. Gerçek er ya da geç fark edilecektir. Kontrol edebileceğiniz bir model kullanarak düşündüğünüz bir fotoğraf için kurgulama mı? Bunun bir adı var – buna Moda Fotoğrafçılığı – deniliyor. Gezi fotoğrafçılığında herhangi bir kural yok, herkes dilediğini yapabilir. Bu, maalesef çoğu kişinin fikir birliği içinde olduğu bir yaklaşım olarak ortada duruyor.
Bu konuya kişisel yaklaşımım özellikle yaratıcılıkla ilgilidir. Çünkü asıl işim fotoğrafı öğretmektir ve bu nedenle görüntü kurgulanmasına yaratıcılığa aykırı olduğu için karşıyım.
Ama herkesin saygı göstermesi gereken temel insan hakları var. İnsanları, onlara saygılı olup sürece dahil etmeden, size ait modellermiş gibi kullanmamalısınız. Bu durum, fotoğrafçılar kurgu bir fotoğrafı gerçekmiş gibi
Fotoğrafta ve genel olarak sanatta yaratıcılık, fikir ayrılığından, beklenmeyenden ve çoğu kez de tesadüflerden ortaya çıkar. Hiçbir sabah kendimi yaratıcı bir
39
PUSULA dahi gibi hissederek uyanmadım! Hayır, fotoğraflarım ve kompozisyonlarımı, garip bir şekilde kroplama, yanlış ölçümlerle çekim yapma ya da öznemin beklenmedik şekilde hareket etmesi ile berbat ederken yaratıcı olduğumu hissettim. Aslında bu zamanlar, en iyi fotoğraflarımı çektiğim zamanlar oldu.
Bu konuda bir düşünün. Eğer bir web sayfası kurmayı biliyorsanız, bu yeter. “Ünlü Uluslararası Fotoğraf Yarışması” nı yükleyebilir ve görüntülerini yükleyeceklerden de para istersiniz. Sonunda da yayınlanan görüntüleri değerlendirmekten hoşnut bu işe yeni giren tonlarca fotoğrafçı bulabilirsiniz. Para kazanırsınız, bir şey harcamazsınız. Büyük ikramiye size çıkmış olur.
Görüntülerinizi kurgulamanızla, yukarıda bahsettiğim tüm yaratıcı etkenlere kapıyı kapatmış olursunuz. Tabi ki konu bu kadar basit değil. İyi bir fotoğrafçı olup, her koşulda iyi bir görüntü yakalamak ancak yıllarca pratik yapmakla olur. Ama iş, sanata gelince kestirme yol yoktur ve gerçek özgün bir sanat yaratmak yıllar alır.
Gerçekte değerlendirme yapan jüri üyeleri ile ilgili bir bilgi de bulamazsınız. Bir yarışmada yer alan tüm jüri üyelerinin biyografilerini ve web sayfalarını en son ne zaman kontrol ettiniz?! Bir başka sorun da ortaya yeni çıkan gezi fotoğrafçılarının deneyimsiz olmalarıdır. Bir profesyonel kadar fotoğrafı bilmez ve fotoğrafların, başka görüntülerin kopyası olup olmadığını da bilemez. Ben bagan adlı yanan koku çubuğu ile poz vermiş genç bir rahip, karabatakla avlanan çinli bir balıkçı, İnle Gölü balıkçısı veya başlarında çiçeklerle poz veren güzel Omo Vadisi çocuklarının olduğu fotoğrafların dereceye girdiği yarışmalar görürsem, o yarışmayı anında en düşük yarışma kategorisine yerleştireceğim. Çünkü bu tür görüntüler on yıldan fazla bir süredir yaratıldı ve çekildi. Bu tür fotoğraflar birçok yarışma kazandı. Bu tür fotoğrafları yeteri kadar gördük. Ve her saygın yarışma organizatörü bunu bilmeli.
Moda fotoğrafçılığı örneğini ele alalım. Çoğu kez son ürün bir tema ve bir düşünce ile başlar. Moda fotoğrafçılığını gezi fotoğrafçılığından ayıran şey, bu tema ve düşüncelerle ortaya çıkanların bu işi genelde iyi yapabilecek insanlar olmasıdır. Onlar sanatçıdır ve toplumun ilgisini üzerlerine çekmek için gözle görülür girişimlerde bulunurlar. Asya’da gezen, her hobisi olan fotoğrafçının bu şekilde davrandığı ve böyle bir vizyonla fotoğraflarını kurguladığını sanmıyorum. Sıklıkla, bu fotoğrafçılar daha önce görmüş oldukları –onları şaşırtmış - fotoğraflardan esinlenirler. Ya da fotoğraf yarışmasını kazanmış bazı fotoğraflarlardan etkilenirler. Bunun sonucunda da sıklıkla, geçmişte görmüş oldukları görüntüleri kopyalarlar.
Günümüzde gezi fotoğrafçılığı dünyasında isim yapmak gittikçe zorlaşıyor ( şimdi herkes fotoğrafçı diye geçiniyor) bunun için de fotoğraf yarışmalarını kazanmanın faydası olabileceği görünüyor. Bu da fotoğraf yarışmalarının, iyi bir fotoğrafın ne olduğuna karar vermesi ve kamuya bunu söylemesi anlamına geliyor. Vahim ve korkutucu olan da bu!
Bu görüntülere örnek istiyorsanız birkaçını bu makalede listeledim. Bir fotoğrafçı, bir öğretmen ve yaratıcılık taraftarı olarak bir zamanlar asıl ve özgün olan ama şimdi kopyanın kopyası haline gelen görüntülerle karşı karşıya gelmekten dolayı ne yalan söyleyeyim, üzülüyorum. Burada korkutucu olan, bu yaklaşıma hala itibar gösterilmesidir. Bugünlerde, fotoğrafçılık artık herkese açık bir hobi olup Asya’da çok sayıda “fotoğraf turları” düzenlenmesi ile herkese gezi fotoğrafçısı olma fırsatı tanımaktadır. Bu rekabet, senin bir fotoğrafçı olarak bir yere gelmeni ya da akranlarınca tanınmanı daha zor hale getirir. Bu nedenle de daha kısa zamanda şöhrete kavuşmak için bazıları kestirmeden gitmeyi seçer.
National Geographic fotoğraf yarışmasını kazanmış bir fotoğraf görürseniz, büyük bir olasılıkla bu fotoğrafın müthiş bir fotoğraf olduğunu düşünürsünüz. Benzer şekilde, yarışma kazanmış fotoğrafları görenlerin, kendi kendilerine bu fotoğrafların müthiş fotoğraflar olduğunu telkin edip, fotoğraf yarışmalarını kazanmak için bu tür fotoğraflar çekmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Yani, popüler olmak için ne çekmeleri gerektiğine örneklere göre karar veriyorlar. Üzücü olan ise gerçek yaratıcı işlerin derece alması her geçen gün azalıyor olmasıdır. İnsanlar fotoğrafa bakıp “vay be” demek istiyor ama sorun bu fotoğrafın gerçek olmaması. Çünkü bu fotoğraf “vay be” densin diye yaratılıyor.
Kimi Suçlamalı? Yeni Başlayanlar İçin Yapılan Fotoğraf Yarışmalarını mı? Bundan on yıl önce, gezi fotoğrafı yarışmalarının sayısı çok azdı. Bu yarışmalar da büyük yaratıcılık ve özgünlüğü ödüllendiren prestijli jüri adlarını içeren, prestijli yarışmalardı.
Neden Fotoğraf Çekiyorsunuz? Hedefiniz meşhur olmak ve güzel görüntüleri kurgulayarak yarışmalar kazanmak ise, ne yaptığınız ve nasıl yaptığınız konusunda AÇIKSANIZ etik olarak bir yanlışlık yoktur. En kötü durum, fotoğrafçının kurgu yapma konusunda yalan
Şimdilerdeyse, fotoğraf yarışması düzenlemenin, en yalın şekliyle, iyi para yapmanın önemli bir yolu olmaya başladığını görüyoruz.
40
PUSULA söylemiş olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu da o fotoğrafçılar için önü açık bir kariyerin sona ermesidir. Yaratıcılık açısından bakınca, kurgu yaparak, özellikle insan portreleri çekiyorsanız, gezi fotoğrafçılığında becerilerinizi geliştiremezsiniz. Çünkü görüntülerin çok kalabalık ve kaotik olabileceği Asya gibi yerlerde müthiş fotoğraflar yakalamak için özel beceri gerekir. Eğer fotoğrafı sevdiğiniz için, tutkunuz olduğu için -özelinde daha çok gezme ve yeni insanlar tanımaya ittiği için - çekiyorsanız, neden görüntü kurgulayasınız? Daha önce belirttiğim gibi, yaratıcılık, dikkatli bir planlama ve model kullanım sürecinin tersine, beklenmedik şekilde ortaya çıkar. Görüntüleri kurgulamak, sizi tembelleştirebilir. Görüntü kurgulamak sizi “ MÜTHİŞ” görüntü çekmek isteyen grupla beraber gezmenizi sağlayabilir. (Eminim herkes bu “MÜTHİŞ” görüntüyü çekecek ama gruptaki herkes aynı fotoğrafı çekmiş olacak.) Sonuç Sonunda, dilerseniz görüntü kurgulayabilirsiniz ama bu konuda lütfen dürüst olun. Hedefiniz fotoğraf yarişmalarını kazanmaksa, çoğu yarışmanın şüphe götürür olduğunu ve sizi bir yere taşımayacağının farkında olun. ( Büyük fotoğraf yarışmalarını kazanmış ama bu nedenle yaşamlarında herhangi bir değişiklik olmayan bir sürü kişi tanıyorum.) Son bir şey, fotoğrafçıların sosyal medya tuzağına düşmemesi önemlidir. Size daha çok popülerlik kazandırmak için, insanların beğeneceğini düşündüğünüz fotoğraflar çekmek gibi. Bu, sanatın bitmesi ve pazarlamanın başlaması demektir. Kendiniz için değil de popüler olmak için fotoğraf çekmek sizi -aynı şeyi defalarca çektiğiniz için - ne yapacağı tahmin edilebilen bir fotoğrafçı yapacaktır. O konumda görüşlerinizi ifade edebileceğiniz bir yer kalmayacaktır. Tarz ve özgünlük olmayacaktır. Bir defalığına bir fotoğraf yarışmasını kazanabilirsiniz ama bir dahaki yarışmada ne yapacaksınız? Aynı şeyi mi çekeceksiniz? Kurgu yapmak ya da yapmamak? Başkaları için mi kendiniz için mi fotoğraf çekmek? Bunlar, birçok tartışmaya yol açacak büyük sorulardır. Ama sanırım bu soruları sormamızın zamanıdır. Yazar hakkında: Etienne Bossot Asya bölgesinde çalışan bir gezi fotoğrafçısıdır. Çalışmalarını websitesi, blogu, Twitter, Flickr, ve Facebook ta bulabilirsiniz. Bu makale ayrıca burada da yayınlanmıştır. Fotoğraflar Mike Pollock’ ın arşivinden alınmıştır.
41
ART ALAN NAMIBIA / Osman Bülent DEMİRAĞ Oluşumu 650 milyon yıl öncesinde başlayan bu kanyonun uzunluğu 160 km olup, 27 km.lik bölüm ise ortalama 550 metre derinlikte. Grup oylamasından bu 27 km’lik kanyonun geçişi kararı çıkmıyor. Ben ve birkaç arkadaşım çok üzülüyoruz trekking kurallarına uyulduğu takdirde bence hiçbir tehlikesi yoktu, anladığım kadarıyla cesaretleri ya da güçleri yoktu, oysa 3 gece kanyonda konaklayıp 4 gündüz yürüyüşü ile unutulmaz anıların sahibi olabilirdik. Sadece yarım gün olabildiğince değişik açılardan fotoğraflamakla yetindim.
Güney Afrika’dan, Namibya’ya giriş yaptığımda, sanki Afrika’da bir ülkeye değil de, Avrupa’da bir ülkeye giriş yapıyorum hissine kapıldım. Son derece modern, estetik, bilgisayarlarla donatılmış, sınır kapısı. Giriş işlemlerim birkaç dakika bile sürmüyor. Namibya yıllarca Almanya’nın sömürgesi olarak yaşadıktan sonra Güney Afrika Cumhuriyeti Birliği içinde uzun süre kaldıktan sonra 21 Mart 1990’da Güney Afrika Cumhuriyeti’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş. Başkenti WINDHOEK 240.000 nüfusu ile tam bir Avrupa şehri görünümünde. Namibia’nın yüzölçümü 825,418 Km2 olup, nüfusu l,810,000’dir. Bu bölge, uzun süre Almanya’nın sömürgesi olmasına rağmen, Almanların da hakkını yemeyelim. Sömürmekle beraber ülkeyi geliştirmişler, sınırdan itibaren otoban gibi yollar, binalar çok güzel, caddeler kasabalar da bile yollar 4 şeritli, eski araba yok, bunlar ilk bakışta ülkenin gelir düzeyinin yüksek olduğunun göstergeleri. Çölün ortasında yeşillikler içinde çok estetik binalar, caddeleri temiz, insanlar düzgün giyimli. Paralarını soruyorum 1.-USD karşılığı 4.83 N doları ediyor. Sınırdan geçtikten sonra Orange nehri kıyısındaki yolu takip ederek, akşamüstü Fish River kanyonuna ulaşıyorum. Bu kanyon dünyanın en meşhur iki kanyonundan biri (diğeri Amerika’daki Grand Canyon). Bölgenin yaz mevsimi olan ekimden, mart ayı ortalarına kadar gündüz 48, gece 30 derece sıcaklık oluyormuş. Kış döneminde ise gündüz 20/28 derece arası olup bazı gecelerde ısı 0 dereceye kadar düşüyormuş. Vahşi yaşamda ise; dağ zebrası, babun, yılan (cobra çeşitleri), pelikanlar, siyah kartal, balık kartalları, deve kuşları, az sayıda da olsa leoparlar var. Nehirde ise kedi balığı, sarıbalık gibi ana türlerin dışında çok çeşitli balıklar yaşamakta.
Bir sonraki durağımız Atlantik okyanusu ile çöl arasına sıkışmış 17 bin nüfuslu Avrupa kadar modern SWAKOPMUND kasabasına geliyoruz. Burada birkaç gün geçireceğiz. Arkadaşlarımla değişik aktivitelerde bulunacağız. Bazıları kumda kayak yapmaya, kimi paraşütle atlamaya, bende 4x4 ATV kiralayarak başka grupla çöle gitmeye karar verdim. Kum tepeleri, dağcıkları, yol yok, iyi ki rehberimiz var deliler gibi sürat yapıyoruz. Tepelere tırmanıp aşırı eğimlerden hızla aşağılara inip basıyoruz gaza, tepemizde çöl güneşi, kumdan bir okyanustayız. Öğle molasından sonra aynı zevki tekrar başlatıyoruz, ben
42
ART ALAN Yeryüzüne kadar inebilmiş en büyük parçası 4x4x4 metre boyutlarında düştüğünde 20.000 km2 kare alanda bulunan her şeyi yok etmiş, bugünkü haliyle 60 ton ağırlığında, demir, nikel, kobalt ve diğer elementler mevcutmuş yapısında. Tekrar Namibya‘nın çöllerine giriş yapıyoruz ( Kalahari Çölü’nün Namibya uzantısı). Çölde gündüz sıcak, hele öğle vakitlerinde, sanki cehennem ateşi, akşamları serin, gece yarısı ise donuyoruz adeta. (şu an Güney yarım kürede kış olmasına rağmen, yaz dönemini zaten düşünemiyorum) Bu arada konusu çöllerde geçen filmler geliyor aklıma. İnsanlar hayal görür, ben de düşünüyorum “serin bir havuzun içindeyim, elimde içinde buzlar olan, tropikal meyve çeşitlerinden, taze sıkılmış meyve suyu, karşımda sevdiğim kız…” arada bir durup enteresan çöl manzaralarını kareliyorum, arada kendi aramızda yarışıyoruz ama tur lideri rehberi geçmememiz gerektiğinden yarışımızın galibi yok. Gün batarken Okyanus ve çöl kardeşçesine bana poz veriyorlar, çöl Atlantik okyanusu ve güneş muhteşem ötesi görüntüler fotoğraf arşivime giriyor. Bu çöl yolculuğumuz 85 km ilerdeki WALVIS kentinde bitiyor. Sabah kamyonumuzda heyecan var. Öğleye doğru TROPIK OF CARPRICORN yani oğlak dönencesi’nde duruyoruz, ben daha önce Ekvator, Yengeç Dönencesi ve Kuzey Kutup Dairesini geçtiğimde duyduğum heyecanı burada da hissediyorum, bu çizgiler hayalide olsa, benim için çok şey ifade ediyor. Ertesi gün Avrupalı gemicilerin 1486 yılında ilk karaya çıktıkları Cape Cross’a geldik. Ümit burnu’ndan önce burada karaya çıkıp koloni kurmuşlar, daha sonra bu kolonideki bütün herkes hayatını kaybetmiş. Burası Atlantik Okyanusu ile çölün kucaklaştığı yer. Diğer özelliği de, koloni halinde binlerce Seal See, yani deniz ayıları. Gördüğüm kadarı ile yavrulama zamanı herhalde yüzlerce yeni doğmuş yavru, kuzular gibi ses çıkarıp annelerini arıyor, bazılarıda anne sütünü içerken meme üzerinde uyuya kalmış. Fotoğraflamak için yeni doğum yapmış anne ve yavrusuna yaklaşıyorum. Tepki vermiyor. Namibya hükümetini yürekten kutluyorum, avlanmalarını çok yıllar önce yasaklamış. Namibya, deniz ayılarını, doğayı ve vahşi yaşamı çok ciddi önlemlerle koruyor. Keşke benim ülkem de bu duyarlılığı gösterse diye iç geçiriyorum. Namibya’da kuzeye doğru çıktıkça, çöl yine devam ediyor ama kum yerini kayalık alanlara bırakıyor.
Çölün başlangıcındaki 220 km’lik kayalık bölgede sadece kısa yağmur sezonunda akan 100 metreden geniş sel yataklarından geçmek tam bir işkence oldu. İki defa 17 tonluk kamyonumuz kuma saplandı, çıkarabilmek için kan ter içinde saatlerce uğraş verdik, işin kötüsü bu gece yine doğada konaklayacağız. Duş imkânımız da yok, ne yapalım bu akşam develer gibi kokacağız. Kamyonu battığı yerden çıkardıktan sonra kamyonun dikiz aynasında kendime çeki düzen vereyim diye baktığımda kızım aklıma geldi “baba hala yakışıklı adamsın” derdi bana, oysa benim aynadaki görüntüm, saç baş darmadağınık, terden tozdan, yağlı, yapış yapışım. Bir de birkaç günlük sakal, üstümdeki kemik rengi safari pantolonum tamirci çırağı tulumu gibi olmuş. Perişan haldeyim. Olsun önemi yok “BEN AFRİKA’YI YAŞIYORUM”, tabi gruptaki o güzelim kız arkadaşlarımın halini görmenizi isterdim! 16.30 da kamyonumuza tekrar yerleşmiş, yol alıyoruz. Güneş biraz etkisini yitirmiş, kamyonun hızı ile gelen rüzgâr sanki çölde değil, okyanusta yelkenli ile yol alıyoruz hissini veriyor. Çölde ilerlemenin zor olduğunu gezimizin bu bölümünde iyice öğrendik. Bu sefer kamyonumuz sel yatağında çamura saplandı, çabalarımız sonuç vermiyor. Hava kararınca çadırlarımızı kurup günün yorgunluğunu kamp ateşimizle çıkarmaya karar verdik. Sabah toparlandıktan sonra yine yoğun çabalar, saatler sonra kurtarabildik. Dışardan yardım alma imkânımız hiç yok, bu arada iki kız arkadaşımız çamur savaşı başlattı, bu çamur güreşine dönüştü biz erkekler taraf tutup tezahürat yaptık, oldukça neşeli zaman geçirdik. Kızların temizlenmesi mümkün olmadı, akşam kamp alanına gelinceye kadar üstlerindeki kuru çamurlarla neşe kaynağımız oldular.
Koca kaya üzerine yazılmış, taştan tabela önünde duruyoruz, tabelada yazan buralar 300 milyon yıl önce, boyu 80 metrelere varan ağaçların olduğu, içinde dinozorların yaşadığı ormanlarmış, 60 milyon yıl önce yanardağların ve binlerce gök taşlarının yağmur gibi kısa sürede düşmesiyle ormanlar da dinozorlar da yok olmuş, çölleşme başlamış. Bu durum buradaki o dönemden kalma dev ağaç fosillerinin ortaya çıkması, bilim adamlarının araştırması sonucu öğrenilmiş. Namibya’nın en meşhur gök taşı 4,6 milyon yıl önce düşen HOBA METEORITE.
43
ART ALAN
44
ART ALAN Arslanlar ve Çitalar Tok aslanın pek tehlike yaratmayacağını düşünerek 50 metre kadar yaklaşıp zum kullanmadan görüntü almak istediğimde, benden rahatsız olan birkaç tanesi ayağa kalkıp bana bakmaya başladılar. Derken biri hızla koşarak bana doğru gelmeye başladı (büyük ihtimalle abi seni de tatlı niyetine yiyelim mi diye düşünmüşlerdir). Davetsiz konuk olduğumu anlayıp, jipe binmeyi tercih ettim. Akşam etrafı elektrik verilmiş tellerle, çitlerle çevrili Namutoni kamp alanında geceleyip ertesi gün hem ikinci kamp alanı, Okakeujo kampına doğru gidip bir yanda fotoğraf çekimlerimize devam ettik. Bu kamp alanımız muhteşemdi, çünkü yer altından yüzeye sonrasında nehir olarak devam eden boyutlarda sıcak su kaynağı vardı, çıkan suyun küçük bir bölümünü de olimpik boyutlardaki yüzme havuzuna aktarıyorlar, gece çok sıcak olan havuzda gel keyfim gel şarkısını bestelemek benim için çok kolay oldu. Bu kamp o kadar hoşumuza gitti ki aramızdaki oylama sonucu burada bir gece daha kalıp tatil yapmaya karar verdik. Çocuklarla her zaman güzel diyaloglarım olmuştur. Bu kampta, 2-3 yaşlarında Alman kız ile kesişmeye başladık. Karşılıklı öpücük göndermeler, bir de bebekler için, onların hoşuna gidecek özel numaralarımı sıralamaya başlayınca dostluğumuz pekişti. Annesi ile tanıştık, sohbet koyulaştı ama kız benim kucağımda minik kolları boynumda, ben mutlu, o mutlu, ama bu tür filmlerde hep kötü adam olur, kötü adam geldi, “-Hadi yemekler hazır sizi arıyorum nerdesiniz?” diye fırçasını attı. Babaydı. Eh ne yapalım kısada olsa bir aşk yaşamıştım. Bununla da yetinmeyi bilmeliyim diye düşündüm.
yerleşip büyükbaş hayvan çiftliği kurmuş bir ailenin evini ziyarete gidiyoruz, nedeni iki yıl önce anneleri 6 haftalık iken ölen 3 çita yavrusunu evlatlık edinmişler. Evin bahçesinde büyütmüşler, eşek ve zebra eti ile besliyorlarmış. Enselerini, sırtlarını okşayabileceğimizi söylediler, yalnız iki şık varmış, senden hoşlanmaz ise ısırabilir pençe atıp yaralayabilirmiş, hoşlanırsa da elini kolunu yalayabilirmiş. Ben hiç düşünmeden gönüllü oldum, (cesur olduğumdan değil, her zaman çocuklar ve hayvanlarla telepatik bağım olduğuna, pozitif enerjiye inanmışımdır). Çitayı okşamaya başladıktan kısa süre sonra bir homurdandı, dönüp kolumu yalamaya başladı, düşünsenize sivri dişleri, törpü gibi sert, ıslak ve sıcak dili, tenimde, bu olaydan önce fotoğraf makinemi arkadaşıma verdiğimden olay görüntülendi. Ertesi gün doğal yaşamdaki çitaları fotoğraflamaya, bölgelerine gitmek üzere kiraladığımız pikabın arkasına doluşuyoruz, bölgelerine girdiğimizde kokumuzu almışlar ki birer, ikişer ortaya çıkıyorlar sayıları epey çoğalıyor, bir kareye 9 tanesini sığdırabiliyorum, yakın mesafeden (birkaç metreden) sürüler halinde takip ediyorlar, bizde heyecan, adrenalin had safhada. Geceyi korunaklı kampımızda geçirip çitalara ve Namibya’ya veda edip Botswana’ya geçiyoruz.
Ethosa‘dan sonra Namibya’da çıtaların çok sayıda egemenliklerini kurdukları OTJITOTONGWE bölgesine ulaştık. Çitalar yetişkinleri 40 / 65 kg arasında, boyları 135 cm kadar olan, sarı renk üzerinde siyah lekeleri olan, tüyleri çok sevimli görünen tatlı suratları olan et obur hayvanlar. 4 saniyede 110 km hıza ulaşabilen doğa harikası yaratıklar. İlk gün kampımızın yakınlarında yıllarca önce buraya
fotoğraflar / Osman Bülent DEMİRAĞ
45
İLETİŞİM
Palmiye Mahallesi 1207. Sokak No: 16 Yenişehir Mersin/TÜRKİYE (Metro Sineması arkası, 45 Evler otobüs güzergahı üzeri) Tel : (+90) 324 328 75 61 - 532 300 20 91 Web sayfası : www.mfd.org.tr