Çağdaş 1985 sayı / issue: 26

Page 1

“ Ç a ğ d a ş 19 8 5 ” M i n e S a n a t G a l e r i s i ’ n i n S a n a t Po s t a s ı d ı r / “ C o n t e mp o r a r y 19 8 5 ” T h e A r t M a ga z i n e P u b l i s h e d B y M i n e A r t G a l l e r y | SAY I / I S S U E : 2 6 | A r a l ı k / D e c e m b e r

2 015

P O S T H O C I

I

P

A

L

M

I

A

R

I

N

A

8 A R A L I K / D E C E M B E R 2 0 1 5 - 8 O C A K / J A N U A R Y 2 0 1 6 A Ç I L I Ş / O P E N I N G : 8 A R A L I K / D E C E M B E R 2 0 1 5 ,17 : 0 0 - 2 1 : 0 0 M İ N E A R T G A L L E R Y B O D R U M Y A L I K A V A K P A L M A R İ N A

A E G M F C S E K

H U A K İ N Ü L Ş U S T İ L İ A N E R R K A Ü

R

A

T

Ö

K K A N C A N M O C A C A N B A Y R A K D A A H B A Y R A K T A A F A A D İ L Ö Z T Ü R Z P İ Y A L E Y A K A S U T A N P O L A D A R Y Ö R Ü N Y A P R A K K I R A R

/

C

U

R

A

T

O

R

:

A

Y

Ş

E

K

O

Ş

N R R K R T K N A

K

M e r k e z / C e n t r e : Te ş v i k i y e , D r. O r h a n E r s e k S o k . N o : 2 8 / A N i ş a n t a ş ı / İ s t a n b u l Ş u b e / B r a n c h : Ya l ı k a v a k , P a l m a r i n a N o : D 1 0 5 M e r k e z M a h . Ç ö k e r t m e C a d . B o d r u m / M u ğ l a S h o w r o o m : Ya l ı k a v a k , M e r k e z M a h . Ç ö k e r t m e C a d . N o : 2 ( P a l m a r i n a K a r ş ı s ı / A c r o s s P a l m a r i n a ) B o d r u m / M u ğ l a T & F : + 9 0 2 1 2 2 3 2 3 8 1 3 | M : + 9 0 5 3 6 5 5 3 5 0 6 6 | i n f o @ m i n e s a n a t . c o m m i n e s a n a t . c o m | f a c e b o o k . c o m / m i n e s a n a t 1 9 8 5 | t w i t t e r. c o m / m i n e s a n a t | y o u t u b e . c o m / m i n e s a n a t 1


A

H

U

A

K

K

A

N

Ahu Akkan insan yüzüne anlamlarla dolu olan ve insani varoluşun taşıdığı tüm gerilimlerin izlenebileceği özellikli bir alan olarak yaklaşıyor. Portrelerinde kimi zaman ifadenin gücüyle kimi zaman eklediği objelerle kurulan ilişki üzerinden, kendi bakış açısıyla günümüz insanına bir ayna tutuyor. Akkan, kullandığı malzeme ve konu arasında da kavramsal bir bağ kuruyor. Sanatçı, geçirgen kumaşları üst üste dikerek oluşturduğu portrelerini perdeyi çağrıştıran bir yüzey üzerine konumlandırıyor. Perde bu çalışmalarda örtülü olan, gizlenmek istenen, yok sayılan gerçeklere gönderme yaparken; aynı zamanda gerçeğe ulaşmanın mümkün olduğu şeffaf bir yansıtıcı görevi görüyor. Çalışmalar şeffaf yapısı sayesinde sergilendiği mekanla direkt olarak etkileşime giriyor. Tıpkı insanın, yaşadığı ortamın ve zamanın etkilerini taşıması gibi. Hem örtücü hem de geçirgen materyaller kullanılarak oluşturulan çalışmalar insan bedeniyle özdeş bir mekanizmayı da kavramsallaştırıyor: tül greklerden icat edilmiş bu mekanizma hem ayakta tutan, hem de maruz kalınan travmaları ifşa eden bedensi bir hal olarak karşımıza çıkıyor. Ahu Akkan approaches human face as a special area with full of meaning and where one can see all the tensions inherited from human existence. In her portraits, she mirrors modern man sometimes through the power of expression and sometimes through the relationship of objects that she adds to her portraits. Akkan establishes a conceptual link between the subject and the material that she uses. The artist positioned her portraits on a surface like a curtain that she forms by sewing permeable fabrics on top of each other. In her works, the curtain refers to ‘covered’, ‘requested to be hidden’, and ‘ignored’; at the same time, it is like a transparent reflector to reach the truth. Due to the transparency, the works interacts directly with the displaying space. Just as man bears the traces of the environment and the effects of time. The works which are created by both using transparent and covering materials conceptualises an identical mechanism like human body: this mechanism made from grek tulle appears as a body-like figure which is keeping alive as well as disclosing imposed traumas.

Ahu Akkan, Yalancı / Liar, 2015, Dikilmiş Kumaş / Sewed Fabric, 200x170 cm.

E K İ N C A N B A Y R A K D A R Sanat olgusu; sanat tarihine başvurduğumuzda objektivizm ile sübjektivizm arasında sürekli gidip gelen bir süreç olarak da okunabilir. Objektivizm mantığı (akılcılık) temsil ederken, sübjektivizm duyguları, algılar yoluyla elde ettiğimiz gerçekliği temsil etmektedir. Son zamanlarda yaptığım resimlerimde konu aldığım bu sübjektivizm ve hatta ben merkezci, duygularımla ve dürtülerimle yaptığım resimlerin temeli ekspresif geleneğe, özellikle de 1960’lara, Jackson Pollock, Mark Rothko gibi soyut dışavurum sanatçılarına kadar uzanmaktadır ve o günden günümüze kadar yaptığım araştırmalarda rastladığım şey ise; sanatçıların bir yüzeyin tamamını kullanarak, yüzeyin her yerini doldurma zorunluluğu hisseder gibi, tüm yüzeyi boya ile kaplamaları idi. Ben bu sübjektivizmi alıp, biraz daha mantığa dayandırmaya ve bununla birlikte soyut dışavurumcu sanatçılardan daha farklı olarak yüzeyi bölümlemelere ve bu bölümlemelerin içerisinde kendi duygularımı ve dürtülerimi yansıtmaya başlayarak yoluma devam ettim. Bu bölümlemeler (yatay, dikey vb.) mimari öğelerle bağdaştığından dolayı beni çok farklı bir mantıksal boyuta ve tavıra (minimalizm) yönlendirdi ve parçalamalar yaptığım ve mimari öğeleri yansıtan ve aynı zamanda görsel yanılsama oluşturan enstelasyonla derdimi daha iyi anlatabileceğimi düşündüm. Mimarlık öğesi olan kulelere benzeyen ve göğe doğru yükselmekte olan –aynı zamanda yer çekimine karşı gelen- minimal bir biçimde siyah ve beyaza bölümlenmiş bu mimarlık öğelerinin üzerinde tek bir tonda siyah ve beyaz olmasına rağmen, ışığın kırıldığı noktada daha açık ve gölgenin oluştuğu noktada ise daha koyu bir ton oluşarak görsel yanılsama yaratan ve izleyici de düzenlenmesi neticesinde farklı his ve düşünceler uyandıran bir enstelasyonla; yoluma sübjektivizm ile başlayıp, objektivizm yani mantık ile bir senteze ve sonuca ulaştım.

Ekin Can Bayrakdar, İsimsiz / Untitled, 2015, Duralit üzerine karışık teknik / Mixed Media, 100 x 140 cm.

Art facts (art phenomenon); also, can be read as a constant intermittent process between objectivism and subjectivism when we consult to art history. While objectivism represents dialectic (rationalism), subjectivism represents reality which is obtained by our senses and emotions. I recently have been making paintings which are about subjectivism, even egocentric, with my emotions and impulses based on expressive traditions, which extend to, especially 1960s, abstract expressionist artists like Jackson Pollock and Mark Rothko, and based on my research, from 1960s to today, artists used all the surface (canvas), as if they had felt like they were obligated to fill all surface, has been covered with colour. I tried to take these subjective things to a more dialectic basis and with this, unlike other abstract expressionist artists, divide the surface I paint, and keep going reflecting my emotions and impulses inside these divisions. Because of these divisions (horizontal, vertical etc.) including architectural elements, led me to dialectic extension and attitude, minimalism, and I thought that I can reflect my ideas with installation and I divided surface representing architectural elements and at the same time constituent visual illusion. A minimal shape which looks like towers as architectural elements, rising up towards the sky – at the same time against the gravity- has only one black and white diversions minimally. Although there are solid white and black, at the points of light refraction, seems light and in shade, seems dark, making visual illusions and with this installation, and organisation result in making viewers feel different sensations and ideas. To sum up, I started making art with subjectivism and reached in synthesis and results of objectivism, meant rationalism. Ekin Can Bayrakdar, İsimsiz / Untitled, 2015, Duralit üzerine karışık teknik / Mixed Media, 100 x 210 cm. 2


G Ü L Ş A H B A Y R A K T A R Buluntu nesneler ve başkalarının belleğine ait siyah beyaz fotoğraflar üzerinden duygusallığı öne çıkaran işler üretmekteyim. Fotoğraf imgesinin sahip olduğu bilinmezlik duygusunu aşıp diğerlerinin hafızasına ait görüntülerle yakınlık ve sosyal bir iletişim kurmaya çalışıyorum. Solgun, silinmek üzere olan eski imajların içine dalıp görülenin arkasındaki gerçekliğin bir nevi tahayyüllerini sunmakla meşgul bir plastik dil yaratma gayreti taşıyorum. Eserlerimde yer yer bıraktığım boşluklarla unutma ve hatırlamanın belleğin sosyal çerçevesini belirleyen unsurlar olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Çünkü belleğimiz hatırladıklarımız kadar unutup dışarıda bıraktıklarımızdır. Bu nedenle bellek, anı yığınları içindeki seçimlerimizin temsilidir.

Gülşah Bayraktar, Düşlere Yakın, 2014, MDF üzerin akrilik / acrylic on mdf, 45 x 33.9 x 4.7 cm.

C

A

N

M

Through found objects and black-and-white photographs belonging to people's memory, i create my works which reflects sentimentality. I am trying to establish an intimacy and a social communication with the memories of others by passing the obscurity of photography. I have an aim to create an expression through plastic arts by immersing myself in photographs which are faded and almost forgotten. By keeping some empty spaces on my works, i want to attract attention that forgetting and remembering are the components of the social framework of memory. Our memory is what we remember as well as what we forget and left out. It is because, memory is a representation of our choices among the mass of memories.

O

C

A

N

Fotoğraf sanatının benim için ne anlama geldiğini hiçbir zaman kendime sormadım. Çünkü fotoğraf çekmek benim için bir tür kendini ifade ediş, sözcüklerin yapamadığı biçimiyle bir ifade etme, yaşamı sürekli, üstelik bıkmadan usanmadan bir anlamlandırma çabası ve hep yeniden anlamlandırma çabası. Fotoğrafa başladığım ilk yıllarda analog kamera ve siyah beyaz film kullanarak portre ve belgesel fotoğrafları çektim. Bunu yapmamın son derece belli bir nedeni vardı: insanların kimi zaman acılarına kimi zaman en içten hallerine kimi zaman da içlerindeki neşeye ortak olmak. Yani insanların yaşamlarındaki izlere ortak olmak. O izleri yaşama dair iki zıt renkle, siyah ve beyazla o biricik anı kollayarak fotoğraflamaya çalıştım. Aynı kalmayan zaman beni ve fotoğrafa bakış açımı da değiştirdi. İki zıt renk yerini renklerin çeşitliliğine ve sonsuzluğuna, yüzdeki izler de yerini mekânların izlerine bıraktı. Fotoğraftaki o biricik anı artık kurgulayarak ve renklerin gücünü kullanarak fotoğraflamaya başladım. Öznenin kendini apaçık ortaya çıkardığı fotoğraflarımın aksine yeni fotoğraflarımda öznenin silikleştiği, renklerin içinde unutulduğu ama hiçbir zaman kaybolmadığı hep orada belli belirsiz bile olsa da durduğu bir özne tasarımı aldı. Dolayısıyla fotoğraflarımda tek bir insanı konu almak yerine insanlığın bütününü konu almaya başladım. Bunu yaparken de vicdan, ölüm, yalnızlık, yabancılaşma, kaygı, bunalım gibi kimi kavramları işlemeye başladım. “Sanat nedir?” sorusu yerine “sanatçı nasıl olmalıdır?” sorusunu hep kendi kendime soruyorum. Sorunun tek bir cevabı olacaksa, onun şöyle olması gerektiğini düşünüyorum: sanatçı hep yaşamın öncelikle bir insan olarak kendisi için ne anlama geldiğini sorgulamalı ve hiçbir zaman bu sorgulama işini sonlandırmamalı. Çünkü bu sorgulamanın sonlandırılması demek sanatçının artık değişmemesi dolayısıyla yeni anlamlandırmalara kendini kapaması demektir. Ben de yeni projelerimde daha önce de yaptığım gibi hiç sıkılmadan ve durmadan yaşamı sorgulamaya ve anlamlandırmaya devam edeceğim. Bu nedenle üslubum hep değişecek, anlatmak istediklerim hep değişecek. İşte bu değişimin kendisi beni dünya içinde sanat yaparak devinmemi sağlayacak. I have never asked myself what the art of photography means to me because taking photos is kind of self-expression, an expression beyond the words, an effort for making sense of life, over and over again, an effort lasts constantly, inexhaustibly. In the first years when I started photography with analog cameras and took portraits and documentary photography using black-and-white film. I had a certain reason to do this: to share people’s pain sometimes, sometimes their sincerity, and sometimes their joy. That is to say, sharing the traces of their lives. I tried to catch and photograph the very unique moments with two contrasting colours of life, black and white. Passing time changed me and my perspective of photography. The two contrasting colours gave way to the variety and infinity of colours, and the traces on faces gave way to the traces of spaces. Now, i began to construct the unique moments and to photograph them with the power of colours. Unlike my photographs that the subject is at the forefront, in my new works, the subject is getting obscure, forgotten in colours, but never lost, even it is blurry, the subject always stands there. Therefore, instead of taking a single human as a subject in my photos, I started focusing on humanity as a whole. In doing so, i started to work on some concepts such as conscience, death, loneliness, alienation, anxiety, and depression. Rather than the question: "What is art?”, i always ask myself "How should be an artist?”. If there is only one answer to this question, i think the answer should be as follows: artists should always question what life means to her/him first and should never end this inquiry. Ending this questioning means that artist is not changing, hence it also means that s/ he closes her/himself to a new sense-making. In my new projects, I'm going to keep making sense of the life, without getting bored and without stopping to question it as I did before. And so, my artistic style will always change, the things I'd like to tell will also change. That change itself will provide me precession by performing my art in that world.

Can Mocan, Günah Keçisi / Scapegoat, 2009, Fotoğraf 7+1 / Photograph 7+1, 40 x 40 cm.

Can Mocan, Anne ve Oğlu / Mom and Son, 2009, Fotoğraf 7+1 / Photograph 7+1, 20 x 20 cm.

Can Mocan, Aidiyet / Belonging, 2010, Fotoğraf 7+1 / Photograph 7+1, 20 x 20 cm. 3


M

U

S

T

A

F

A

A

D

İ

L

Ö

Z

T

Ü

R

K

Çalışmanın asıl çıkış noktası, içinde bulunduğumuz felsefe ve teorik düşünceler ile geçmişte yaşanmış hislerin, acıların, mutlulukların, izlenimlerin içinden gelmektedir. Çalışma, toplumun gündelik hayatında var olan yozlaşmış ‘binalaşmayı’, ve bu ‘binalaşmanın’ içinde olan sahte mutlulukların altında yatan çirkinliği, eleştirel bir dışavurumu amaçlar. Eserin amacı, eseri izleyenin, “bu sadece doğaldır ve hep böyle kalacaktır” denmesinin tersine, “Bu son bulmalıdır. Bu objenin acısı beni sarsmaktadır; çünkü onun için bir çıkış yolu olmalıdır” demelidir. Kısacası eser, bu coğrafyada oluşan bir karşıtlığa bir karşıtlık oluşturma amacı güder. Eser, karton kağıtların zımba ve yapıştırıcılar ile birleşimi üzerine akrilik ve sulu boya ile yapılmıştır. Nasıl ki şehirler daha sonradan eklenti olarak yapılıyorsa sade bir kağıdı tercih etmek yerine oradan buradan eklemeli kağıtları yapıştırmak, eserimde vermek istediğim mesajı güçlendirmiştir. The starting point of my work comes from today’s philosophy and theoretical knowledge and feelings, pains, happiness we experienced in the past. This work aims a critical expression of ‘the corrupted building construction’ in everyday life of the society, and the deformity underlying in the false happiness inside these constructions. The aim of the work is to make audience say “This should end. The pain of this object shakes me; it must be a way out for it.” as opposed to say “This is natural and it will always remain so”. In short, the work aims to create a opposition against another opposition existed in this geography. The work was made of the combination of cardboard attached with staples and glue, then painted with acrylic and watercolours. Just as the cities are designed as later add-ons, instead of working on just one paper, gluing attached papers corroborates the message I want to give in my art work.

F

İ

L

İ

Z

P

İ

Y

A

L

Mustafa Adil Öztürk, Yeni İstanbul / New Istanbul, 2015, Akrilik ve Suluboya / Acrylic and Watercolour - 91 x 132 cm.

E

İnsanlığın ebedi yalnızlığıyla yüzleşmesini ancak kendi benliğini duyumsayabileceği yerde yapabileceğine inanıyorum. Doğanın sonsuz gücünün gölgesinde. Çünkü onun derin sessizliğinde kendi iç sesimizi duyarız. Hissettiğimiz farkındalık ve yabancılaşmanın karşıtlığı gizli bir çatışma yaratır. O çatışmanın sonuna kadar -o tepenin ardına, o köprünün karşı tarafına- gidebilirsek dinginliğe ulaşırız. Resimlerimde dağlar, kayalıklar ve durgun su betimlemelerini, sessizlik ve yalnızlık kavramlarını en iyi şekilde yansıtabilmek için birer araç olarak kullanıyorum. Çoğunlukla, iki boyutlu alanlara karşıtlık sağlayan ve mekana ait değilmiş hissi yaratan üç boyutlu bir öğe ekliyorum. Genellikle insan yapısı olan bu öğe, dağların ve kayalıkların görkeminin aksine yüzeyde küçük bir alan kaplıyor. Bu da insanın yalnızlığına ve mekanın sonsuz sessizliğine bir gönderme niteliği taşıyor. Boyayı olabildiğince ince kullanarak tuval yüzeyinde transparan etkiler yaratıyorum. Kimi zaman boyanın yüzeyde bıraktığı rastlantısal etkilerden de faydalanarak doğal bir atmosfer oluşturmayı amaçlıyorum. Hareketsiz, az hareketli ve hareketli alanları bir arada kullanışım izleyiciyi bu karşıtlıkları sorgulamaya yöneltiyor. Doğanın görkeminin, son derece yalın ve bir o kadar da etkileyici bir dille ifade edildiği Uzakdoğu peyzaj resimleri beni etkiliyor. Ayrıca Henri Matisse’in resmi tamamen yüzeye taşımayı mükemmel şekilde uygulayışı da bana referans oluyor.

Filiz Piyale, Sessizliğin İçinden IV / Through the Silence IV, 2015, Tual Üzerine Karışık Teknik / Mixed Media on Canvas, 50 x 50 cm.

I believe that one can confront his/her everlasting solitude, where s/he can feel her/his own self, in the shadow of nature’s infinite power. Because we hear our own inner voice in its deep silence. The conflict between the awareness and the alienation that we feel creates a hidden conflict. We can reach tranquility, if we can pass over the hill, or across the bridge until the end of this conflict. In my paintings, I use mountains, stagnant water, rocks and the concept of silence and solitude as a tool to reflect the best of them. Mostly, i am adding a three-dimensional element which provides a contrast to two-dimensional space and which creates a feeling that it does not even belong to that space. This element, usually human nature, occupies a small area of the surface unlike the splendour of mountains and rocks. This makes a reference to the solitude of human and the silence of the infinite space. I create transparent effects by using paint on canvas as thin as possible. I aim to create a natural atmosphere by using the random effects left by the paint on surface. The usage of immobile, semi-mobile, and mobile spaces is leading viewers to question these contradictions. Landscape paintings of the Far East that the nature’s splendour is extremely simple and much more impressive are affecting me. Also, Henri Matisse’s perfect way to carry the painting completely on surface gives a reference to me.

Filiz Piyale, Sessizliğin İçinden V / Through the Silence V, 2015, Tual Üzerine Karışık Teknik / Mixed Media on Canvas, 150 x 75 cm. 4


C

A

N

S

U

T

A

Yaptığım gölge heykeller deneysel birtakım çalışmalarımın sonucunda ortaya çıkmıştır. Heykellerim form olarak birbirine tezat figürleri ele alsa da en büyük tezatlık onların hem birer heykel hemde iki boyutlu olmasından kaynaklanır. Klasik resimde iki boyutlu olan resme üçüncü boyut gölgeler ve ışık aracılığı ile katılmıştır. Benim yaptığım ise bunun tam tersi olarak heykel kavramını ikinci boyuta indirip gölgeyi ayakta tutmak, gölgeyi yardımcı elemandan asıl eleman konumuna getirmek olmuştur. Bu biçimleri yaratırken çocukların saf dünyasındaki korkulardan, hayal edilen canavarlardan yola çıktım. Gölgelerin asıl hallerinden farklı gözükmesi ve bunun sonucu olarak da bir bebek veya çocuk, geceleri odasının duvarlarında beliren bu gölgelerin büyüyen, küçülen, çoğalan ve biçim değiştiren hallerini korkulması gereken bir canavar olarak algılar. Büyüdükçe bu ilkel korkular bilinçaltına atılır veya tamamen unutulur. Eserlerimde amaçladığım ise bu çocukluk korkularını, her insanın hayalinde bir zamanlar var olmuş olan bu canavarları tekrar hatırlatmak, onların asıl halleri ile korkulan, hayal edilen hallerini karşı karşıya getirmektir.

Cansu Tanpolat, Balıkçıl / Heron, 2015, Metal Kesim / Metal Cut, 160 x 65 x 78 cm.

N

P

O

L

A

T

My shadow sculptures came out as a the result of a number of experimental studies. Although my works contain contrasting figures as a form, the biggest contradiction comes from the fact that they are both sculpture and two-dimensional. In the classical painting, two-dimensional turned to three-dimensional by using shadows and light. On the contrary, what i do is to reduce the concept of sculpture to two-dimensional and to put the shadow forward, in other words, i position the shadow as the main element. While creating these elements on my works, i used the fear in the innocent world of children and the imagined monsters as a base. A baby or a child perceives the different look of the shadows -growing, waining, multiplying, and deforming- as monsters which are needed to be afraid. As the baby grows, this primitive fear is thrown into the subconscious or completely forgotten. What I aim in my works is to remind people their childhood fears and the monsters which had once been in the dreams of anyone, and to confront people with the real things and the feared versions of these things.

E R K A N Y A P R A K K I R A N Boya, desen, tuval, fotoğraf ve farklı malzemelerle kurgulanan beden dili; uzayıp süzülen zarif kesitlerle “bir-bütün” olarak, duyularımızda bıraktığı hazzın gerilimini yansıtıyor bize. Zincirin tutsaklığıyla sarmalanan kırmızı; figür paketlemeleri içerisinde, hazzın sıcak temasıyla karşımıza çıkıyor; kadın ve birleşeni ile. “Bir-bütün” düşüncesi altında bir çok kimliği birleştiren tavrım; kimi yerde kendini aynaya, ya da pleksi yüzeyindeki boyayla oluşan derinliğe, dekupe edilmiş bir figür paketlemesi içinde ağaç konstrüksiyona ya da malzeme ağırlıklı bindirmelerle zincir, tel, şarap mantarlarıyla oluşan kurgulara bırakmıştır kendini. Bu algıda bedenden aldığım kesitler; yer yer ayaklar; kadının bu dünyada dik durmasını sağlayan, ve ayakları yere basan bir güçte; ruhuyla –attığı adımların bilinciyle- görsel bir şölene hazırlamaktadır bizi.Tüm bu görsel ifadenin kesiştiği yer; kadın bedeninin estetiği ve her bir kıvrımı. Kadın seyirlik bir tutku olabilir, ama bedeni sıyırıp ruha dokunmak gerek. Şehvet, resmin içindeki her türlü doyumu karşılamalı. Erkan Yaprakkıran, Zaman-Kadın / Time-Woman, 2014, Tuval Üzerine Karışık Teknik / Mixed Media on Canvas, Çap / Dia. 135 cm.

As “a unit” and a floating elegant profile, the body language constructed by paint, pattern, canvas, and photograph reflects the tension of joy that it leaves to our senses. The red wrapped with chains and winding up with figures confronts us with the close contact of pleasure; woman and her couple. My style in compilation of “a unit” that combines many identities left itself sometimes to a mirror or the depth on a plexy’s surface, sometimes to a wooden construction in winding up of figures, or to metal constructions like chain, wire, and wine cork. In this perception, the sections that i got from the body -partly feet which provide woman strength and keep her standing up are also derived from her soul- prepare us a visual feast. The intersection of all these visual expression is the aesthetic of female body and each curve of it. Women may be a visual appeal but it needs to flesh the body and to touch the soul. Lust should meet all kinds of satisfaction in the painting.

S

E

R

D

A

R

Y

Ö

R

Ü

K

Sanatçı son çalışmalarında geleneksel Türk motiflerini kullanarak, günümüzün estetik algısını da gözeterek, yeni bir bakış açısı yaratmak amacındadır. Sanatçı, çalışmalarında özellikle geleneksel tekniklerden ve motiflerden yararlanmaktadır. Geleneksel Türk motiflerini deforme etmeden, farklı bir bakış açısı ve kompozisyonlarla kumaşta karışık teknikle yenilikçi tasarımlar ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Geleneksel sanatların sanıldığı üzere katı ve durağan olmadığını, etkileşim ve değişim içinde olduğunu düşünmektedir. Bu değişim ve etkileşimi kendi bakış açısından tasarımlarında yansıtmaya çalışmaktadır. Batik, kumaş baskı (geleneksel baskı) ve fırça gibi karışık teknikler kullanarak yaptığı çalışmalarında özellikle kendi tasarımı olan özgün çerçevelerle sunması dikkat çekmektedir. Geleneksel ve klasik olanın dışına çıkarken, geleneksel motifleri kullanmaktan vazgeçmeyen sanatçı, teknik deneyimlerini bu yönde aktarmaktadır. Sanatçı çalışmalarını İzmir-Alsancak’ta bulunan kişisel atölyesinde sürdürmektedir. Serdar Yörük, İzmir , 2013, Mumlu Batik, Metal / Wax Batik, Metal, 120 x 120 cm. 2500

In his recent works, the artist intends to create a new perspective by using traditional Turkish motifs, and by also taking the aesthetic perception of contemporary art into consideration. He is particularly focusing on the traditional techniques and motifs in his works. Without deforming the techniques of Traditional Turkish motifs, he wants to find out new designs with mixed techniques and with different compositions. Contrary to popular belief that traditional arts is strict and static, the artist thinks it is in change and interaction. He is trying to reflect this change and interaction from his viewpoint. In his works using mixed techniques such as batik, fabric printing (traditional printing) and brush, it is noteworthy that he presents his art works with his own unique frame design. While going beyond the traditional and classic, without giving up to use traditional motifs, the artist express his technical experiences in that direction. The artist continues his works in his personal studio in Izmir, Alsancak. 5


Ahu Akkan, Maskeli II / Masked II, 2015, Aplike Tül / Applique Tulle, 190 x 140 cm.

Cansu Tanpolat, Antilop / Antelope, 2015. Metal Kesim / Metal Cut, 160 x 57 x 84 cm.

Serdar Yörük, Ammonite , 2014, Karışık Teknik / Mixed Media, 110 x 86 cm. 3000

Gülşah Bayraktar, Kendine Yakın / Close to Yourself, 2014 MDF üzerine akrilik / acrylic on mdf, 49.5 x 36.5 x 4.7 cm.

6


“30 YIL” KİTABI METROPOLITAN SANAT MÜZESİ KÜTÜPHANESİ’NDE “30 YEARS” BOOK IN THE LIBRARY OF METROPOLITAN ART MUSEUM

Bu yıl 30. Kuruluş yıldönümünü kutlayan Mine Sanat Galerisi’nin yayınladığı üç ciltlik “30. Yıl” kitabı Metropolitan Sanat Müzesi Thomas J. Watson Koleksiyonu’na dahil edildi. Sanat hayatına 1985 yılında Kadıköy’de başlayan Mine Sanat Galerisi mevcut bakış açılarına, hem sanatsal hem de sergileme pratikleri yönünden farklı bir yorum getirme düşüncesiyle sanat hayatına başlamıştır. Çağdaş başlığıyla genel kabul gören günümüz sanatının ülkemizde var olmasına öncülük eden birkaç aktörden biri durumundaki Mine Sanat, otuz yıllık geçmişini üç ciltlik yayında topladı. Türkiye sanat tarihinin yol haritasında önemli bir durak olan Mine Sanat Galerisi’nin otuzuncu yılını doldurması nedeniyle yayınlanan kitapta, galeride otuz yıl boyunca gerçekleştirilen projelerin bir özeti dokümante edilmiştir. Toplam 1040 sayfadan oluşan kitap, otuz yıl boyunca düzenlenen sergiler, paneller, sergi okumaları, sergi katalog metinleri ve görselleri, sergi bültenleri ve basında yer alan yazılar, fotoğraflar, videolar gibi birçok kaynağın taranması, bir araya getirilmesi ve derlenmesi ile ortaya çıkan arşivin sadece küçük bir bölümünü içermektedir. Hande Özdilim’in yayına hazırladığı, akademisyen Lütfiye Bozdağ’ın Mine Sanat Galerisi’nin kuruluşunda destek göstermiş sanatçılar üzerinden anlattığı metinlerle katkıda bulunduğu kitabın arşiv araştırması Ufuk Ülker tarafından gerçekleştirilmiş, sanatçı, koleksiyoner ve sanat yazarlarıyla yapılan röportajlarda Başak Topkaya da destekte bulunmuştur. Mine Sanat Galerisi’nin otuz yılına ışık tutan kitap, ülkemiz sanat ortamına referans yayın olarak çok önemli bir boşluğu doldururken, dünyanın en önemli sanat kurumlarından biri olan Metropolitan Sanat Müzesi Kütüphanesi koleksiyonuna dahil olarak ülkemiz sanatının uluslararası bilinirliğine daimi bir katkıda bulunmuştur. “30 Years” book with three volumes published by Mine Art Gallery for celebrating its 30th anniversary is included in Thomas J. Watson’s collection of Metropolitan Art Museum. Mine Art Gallery started its journey on art in 1985 at Kadıköy with the thought of bringing a new perspective to the existing ones, in terms of artistic and exhibition practices. As one of the actors which have pioneered the existence of contemporary art in our country, Mine Art Gallery gathered its thirty-year history in a three-volume publication. Mine Art Gallery, being an important stop on the road map of Turkish art history, documented a summary of the art projects placed in the gallery for thirty years. The 1040 page book is just a small part of the archive. With a comprehensive literature review on the archive, the book includes the details of the exhibitions held for thirty years, panels, readings of exhibitions, exhibition press releases and images, articles in the press, photographs, and videos. Prepared for the publication by Hande Özdilim, Mine Bozdağ contributed to this book with the articles about the artists who supported the foundation of the gallery, Ufuk Ülker worked on the archival research, and also Başak Topkaya gave support on the interviews with the collectors and writers. By shedding light on the thirty years of Mine Art Gallery, this book is filling a very important gap as a reference for artistic environment in our country. It also contributes to the international recognition of the Turkish Art by being included in Metropolitan Art Museum library’s collection.

7


“PostHoc III Palmarina” sergisi, 8 Aralık 2015 tarihinden itibaren Mine Sanat Galerisi Bodrum Yalıkavak Palmarina’da.

“Posthoc III Palmarina” exhibition as from December 8, 2015 at Mine Art Gallery in Yalikavak Palmarina branch.

Türkiye sanat ortamında 30. yılını bir dizi sergi, etkinlik ve galerinin 30 yıllık tarihini üç ciltlik belgesel nitelikte “Çağdaş 1985” isimli kitap ile kutlayan Mine Sanat, genç kuşak sanatçıların çalışmalarınından oluşan PostHoc sergisini “PostHoc III Palmarina” başlığı altında Bodrum Yalıkavak Palmarina’ya taşıyor.

Mine Art Gallery, celebrating its 30th anniversary in Turkish art with a series of exhibitions, events and a three-volume book titled as “Contemporary 1985” is carrying traditional PostHoc exhibition consisting of the works of young generation artists, to Yalikavak Palmarina branch under the title “PostHoc III Palmarina”.

Latince bundan sonra anlamına gelen PostHoc, İstanbul sanat ortamında 30 yılı geride bırakan Mine Sanat Galerisi’nin, kariyerine yeni başlayan sanatçılara alan yaratmak amacıyla düzenlemeye başladığı sergilerin üçüncüsü. Mine Sanat Galerisi, PostHoc sergileri ile genç kuşak sanatçıların zaman içerisindeki yönelimlerini takip etmek, genç sanatçılara destek olmak gibi önemli bir sorumluluğu da yerine getirmeyi amaçlıyor.

With the meaning of “after this, the next” in Latin, PostHoc III is the third of PostHoc series created by Mine Art Gallery which left behind 30 years in the Istanbul art scene. The aim is to make young artists at the beginning of their career a way in art. With PostHoc exhibitions, Mine Art Gallery also aims to discharge an important responsibility, to tracks the trends of young artists over time and to support them.

Mine Sanat’ın 30. yıl etkinlikleri kapsamında, “PostHoc III Palmarina” sergisinin açılışı, 8 Aralık 2015 Salı günü saat 17:00’de gerçekleştirilecektir. 9 sanatçının eserlerinin yer alacağı sergi, hem galeri hem de showroom mekanını birleştiren enstalasyonlarla 8 Ocak 2016 tarihine kadar Mine Sanat Galerisi Bodrum Yalıkavak Palmarina şubesinde izlenebilir.

Under the activities for the 30 years of Mine Art Gallery, the opening of “PostHoc II Palmarina” exhibition will be held on Tuesday, December 8, 2015 at 17:00. The exhibition will include the art works of 9 artists, and installations which combines both the showroom and the gallery. The exhibition can be visited at the YalikavakPalmarinabranchuntilJanuary8,2016.

Sergide Yer Alacak Sanatçılar

The Artists in the Exhibition

A H U A K K A N EKİNCANBAYRAKDAR GÜLŞAHBAYRAKTAR C A N M O C A N MUSTAFADİLÖZTÜRK C A N S U T A N P O L A T F İ L İ Z P İ Y A L E ERKANYAPRAKKIRAN S E R D A R Y Ö R Ü K

A H U A K K A N EKİNCANBAYRAKDAR GÜLŞAHBAYRAKTAR C A N M O C A N MUSTAFADİLÖZTÜRK C A N S U T A N P O L A T F İ L İ Z P İ Y A L E ERKANYAPRAKKIRAN S E R D A R Y Ö R Ü K

Sahibi / Owner: Mine Sanat Galerisi / Mine Art Gallery Genel Yayın Yönetmeni / Editor-in-Chief : Mine Gülener, Nur Gülener Yazı İşleri Müdürü / Managing Editor: Serkan Gülener Çeviri / Translate: Ayşe Koşak

8

Katkıda Bulunanlar / Contributors: H. Avni Öztopçu, Yusuf Taktak Tasarım / Design Uygulama: Ayşe Koşak, Mine Gülener Fotoğraf / Photograph: Ayşe Koşak Baskı / Print: Focus Basım, Seyrantepe Mah. Yıldız Sok. No:7 Kat:3 Kağıthane / İstanbul

Yönetim Yeri / Place of Management: Teşvikiye, Dr. Orhan Ersek Sok. No: 28/A Nişantaşı / Şişli / İstanbul T&F: +90 212 232 38 13 | M: +90 536 553 50 66 info@minesanat.com | minesanat.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.